YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66217b975c12b
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 26142
Dün : 32103
Bu ay : 451177
Geçen ay : 453014
Toplam : 23230141
IP'niz : 3.149.252.37

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

"(Hatalarından ve haksızlıklarından) Tövbeye yönelen (ve samimiyetle özür dileyenler), (bütün hayatlarını ve icraatlarını ilahi emir ve yasaklar çerçevesinde dizayn ve disiplinize ederek) ibadet (şuuru ve huzuru içinde hareket) edenler, (her an kendisine lütfedilen sayısız nimet ve faziletlerin sahibi olan Allah'a teşekkürle) hamd edenler, (İlmi, İslami ve insanı gaye ve gayretler için) seyahat edenler, (İlahi emirlere ve adil devlet yönetimine itaatle boynu eğenler) Rüku ve Secde edenler, iyilikleri emredecek ve kötülükleri nehyedip engelleyecek (bir adalet düzeni kurulsun diye) hizmet verenler, ve Hududullahı (Allah'ın sınırlarını, Kur'an'ın kurallarını) muhafaza edenler (çevresinde, ülkesinde ve yeryüzünde her türlü haksızlık ve ahlaksızlığa ve İlahi değer ve dengelerin bozulmasına karşı mücadele verenler, işte bunlar gerçek ve örnek mü'minlerdir.) Sen, (bu özellikleri taşıyan ve Allah'ın sınırlarını koruyan) iman ehlini müjdele…"[1]  Ayeti, şuurlu ve sorumlu Mü'minlerin gönüllü güvenlik muhafızları olduklarını haber vermektedir.


[1] Tevbe:112

 

Kanımızdaki koruyucu moleküllerin azalması ve vücudumuzdaki bağışıklık sisteminin zayıflaması, nasıl insanı her türlü mikroba ve hastalığa karşı çaresiz ve dirençsiz bırakıp hayatımız için bir tehlike oluşturuyorsa; Toplum bünyesinin muhafız bekçileri olan Mü'min ve metin insanların azalması ve zayıflaması da, sosyal yaşamı ve huzur ortamını böyle tehdit etmektedir.

Bu nedenle:

  • a- Zulüm ve sömürü sistemini bırakıp, Adil bir düzen uygulayacak… Temel insan haklarına saygılı ve evrensel adalet kurallarına bağlı, hukuki ve ahlaki değerleri koruyacak bir devlet ve hükümetin teşkili…
  • b- Bu amaca ulaşmak için de; Cihat ruhu ve cemaat şuuru taşıyan, olumlu ve onurlu bireylerin yetiştirilmesi ve teşkilat sorumluluğu içinde pişirilip elenmesi, denenip değerlendirilmesi gerekir.

Bütün bunların temelinde ise: insanın, kendi aslını, yaratılış amacını ve Rabbini tanıması, nefsanî ve hayvani arzuların tuzağından kurtulması, özündeki ruhani ve nurani yetenekleri çalıştırıp olgunlaştırması yatmaktadır.

Selim Aydın'ın aşağıdaki tespit ve tahlilleri, bu konuda oldukça önemli ve aydınlatıcıdır.

"Her çağın insanı, yaşadığı dönemin ilmi seviye ve standartları ve geçmişin bilgi mirası ışığında kâinatı ve hayatı anlamaya çalışır. Yirmibirinci yüzyılın bilim anlayışı, insan ve kâinatın içice geçmiş karşılıklı ilişkiler içinde bir ilahi sistemler bütünlüğü gerçeği üzerinde gelişip olgunlaşacaktır. İnsan, kâinat ve hayat üçgenini; Ku'ran-ı Kerim'in mesajları doğrultusunda birbirine bağlamayı ve bu üç hakikati birlikte bulunduran bir vahdet şuuruna ermemizi mümkün kılacak bilgiler, bugün dağınık parçalar halinde üretilmiş bulunmaktadır. İhtiyaç duyulan tek şey, bütüncül sistemci düşünebilmeyi öğrenmek ve muradımızı, azmimizi, gayretimizi bu sentezi yapmaya yoğunlaştırmaktır. Kur'an'ın dürbünüyle "insan, kâinat, hayat" üçgenini anlamaya çalıştığımızda Kur'an'ın bu üç hakikatin çekirdeklerini bütüncül olarak ihtiva ettiğini ve Kur'an'daki insan, hayat, kâinat üçlemesinin, kâinat kitabında, kudret kalemiyle ve detaylı şekilde resmedildiğini görürüz.

İnsanın mahiyeti de; sistemci düşünce penceresinden analiz edildiğinde; her insanın kendi içinde en az dört alt insandan meydana geldiği anlaşılacaktır. Bunlar; 1-Fiziki (biyolojik) insan, 2-Hissi (psikolojik) insan,   3-Zihni (entelektüel) insan ve 4-Ruhi insan. İlk üç insan (veya alt benlik) insanın kişiliğini (şahsiyetini) teşkil eder. İnsan sisteminde var olan bu alt benliklerin ortaya çıkışının ve gelişiminin tedrici basamakları vardır. Önce her insanın Allah tarafından yaratılan ve onun biyolojik bedeninin gelişmesini ve insanileşmesini sağlayan hayat sahibi ve şuurlu bir ruhu bulunmaktadır. Ruh, biyolojik bedene üflendiğinde, ruha ev sahipliği yapacak olan beden, anne karnında insanın ruh yapısına uygun şekilde yapı ve donanım kazanmaya başlar. Her bebeğin ruhi potansiyeline ve genetik mirasına uygun olarak kendisine ait alt benlikleri ve insani mahiyeti gelişir. Embriyon döneminde ektoderm, endoderm ve mezoderm isimli hücre tabakalarından farklılaşıp gelişen cenin, temelde ruh olmak üzere yukarıda sözü edilen üçlü sacayağı üzerinden insanlaşıp bebek haline gelir. Öncelikle biyolojik (fiziki) yönü gelişen bebek, 0-7 yaş arasında dünyayı beş duyusu ile idrak eder ve öğrenir. 7-11 yaşları arasında duygularını fark etmeye başlayan çocuk, dünyayı hissi tarzda algılamaya ve duygu temelli münasebetleri anlamaya başlar. Psikolojik alt insan temelleri güçlendirilir. Yukarıdaki her iki dönemde de; ait olma ve bağımlı olma duygusu baskın olan çocukta, aidiyet hissi güçlenir ve doyurulur. 11-16 yaş arasında ise, çocukta bağımsız olma, kendi farklılığını ortaya koyma arzuları ağır basar. Çocuk kendini ifade edebileceği kimlik arayışlarına başlar. 16-23 yaş arasında ise; aklın mantığın, bağımsız düşünmenin geliştiği ve zihni potansiyelin güçlendiği ve ağırlıklı olarak, kendisini öne çıkardığı dönemdir. Bu şekilde fiziki, hissi ve zihni alt benliklerin gelişiminin tamamlanması ile insani, şahsiyetini bu üç alt benlik üzerine oturtmuş olur. Bu gelişim dönemlerinin süresi ve geçiş aralıkları, eğitim, kültür ve doğuştan verilmiş olan yeteneklere bağlı olarak kendi içinde farklılıklar gösterir. Kişilik gelişimi ve karakter oluşumu dönemlerinin yansımaları; biyolojik, psikolojik, zihni alt sistemlerde gözlenebilir ve birbirleriyle ahenkli bir gelişme gösterir. Bu süreçlerde, ailenin, mektebin ve çevrenin sözlerinden ziyade özleri etkili ve şekillendiricidir.

"İnsan-Kâinat ve Alemler"deki üçlü motifler:

Her insan başlıbaşına bir âlem olmakla birlikte; insan toplulukları belli ortak motifler sergilemektedir. İnsan ruhu; insanı, şekillendirirken, ona ait üç temel fonksiyon olan düşünme, hissetme ve iş görme kabiliyetlerini ortaya çıkaran yapılar inşa eder. İnsanda ruhun fonksiyonlarını ortaya çıkaran: "Akıl, nefis, kalb" olarak tarif edilen üç ana merkez vardır. Akıl, zihin merkeziyle; kalb, his merkeziyle; nefis, fizik merkezi ile bağlantılıdır. İnsandaki zekâ ise: 1-Kafa (mücerret matematik zekâsı), 2-Kalb (hissi zekâ) ve 3-Beden (nefis) zekâsı olarak üçe ayrılır. Bediüzzaman İşaretü'l İcaz isimli eserinde, Fatiha suresini tefsirinde ‘Sırat-ı Müstakim' kelimesini açıklarken, insanda "kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye" olarak tanımlanan üç temel histen bahseder. Bu kuvvelerin de ortaya konuşunda üç farklı seviyenin (ifrat-sırat-ı müstakim tefrit) olduğu belirtilir. Kuvve-i akliye, şeheviye ve gadabiyye modern psikolojide insan benliğinin üç ana rengini oluşturur. Kuvve-i akliye zihni potansiyelin; Kuvve-i şeheviye hissi potansiyelin: Kuvve-i gadabiye fiziki potansiyelin bir tezahürüdür. Ruhun insanı şekillendirirken üç alt potansiyelde farklılaştığı görülür. 1-Elem, lezzet, sevgi ve nefretin kaynağı olan hissi merkez, 2-Düşünce, idrak ve tasavvurun merkezi olan zihni merkez, 3-Bir işe yönelme ve yapma fiillerinin kaynağı olan fiziki merkezdir. Ruhun alt birimlerini oluşturan: Nefis, akıl ve kalptir. Nefis: Biyolojik insanın devamını sağlayan bir santraldir. Nefiste de, zihni, hissi ve fiziki potansiyellerden oluşan duygular vardır. İnsan nefsi, a-Nebati nefis (sindirim, solunum, boşaltım ve dolaşım fonksiyonları), b-Hayvani nefis (nebati nefise ilaveten hareket ve sinir sistemi) ve c-İnsani nefis (hayvani nefisin üzerine ilaveten) olmak üzere üçe ayrılır. Tasavvufda akl-ı selim (hikmet), kalb-i selim (iffet), zevk-i selim (şecaat) bu üç potansiyelin denge halini ifade etmektedir.

İnsanın beyninde de üç alt bölüm (yapı-fonksiyon bağlantılı) olup, bunlar ruhun sebepler dünyasındaki yansımaları için gereken, bedendeki fiziki (şartı adi) bölgeleridir. Bugünkü tıbbi bilgilerin ulaştığı noktada bu durum üç bölümlü beyin teorisiyle kısmen akla yakınlaştırılır. Söz konusu üç bölüm: 1-Akli melekelerin inkişaf ve zihni potansiyelin tezahür ettiği neokorteks (ön beyin), 2-Hissi potansiyelin tezahür ettiği limbik sistem,      3-Fiziki potansiyelin şekillenip tezahür ettiği arka beyindir (hipotalamus ve beyin sapı kısmı). Bu üç kısma ait farklılık, nörokimyevi olarak da müşahede edilmektedir. Dopamin, fiziki dayanıklılığı ve ihtiyaçları düzenleyici, ayrıca yenilik arama ve risk almayla bağlantılı ana haberleşme molekülü iken; serotonin, hissi dayanıklılığı (itminan ve huzur) düzenleyici; norepinefrin ise zihni açıklığı ve fonksiyonları düzenleyici temel nörotransmitterlerdir (uyartı iletici moleküller). Yine insanın hayat yolculuğunda cenin, çocukluk ve yetişkinlik dönemi şeklinde karakteristik üç safhanın varlığı gözlenir. İnsanın gelişiminde onun genel sağlığına tesir eden kritik üç ana geçiş safhası vardır. Birincisi, çocukluktan delikanlılığa geçiş (benlik gelişmesi), ikincisi, delikanlılıktan yetişkinliğe geçiş (aile ve meslek sahibi olma ile karakteristiktir) ve üçüncüsü ise yetişkinlikten ihtiyarlığa geçiş dönemidir (gençlik dinamizminin ve sağlığın yavaş yavaş insanı terk ettiği dönem 50 yaş sendromu). Bu geçiş dönemlerinin her biri potansiyel olarak kendine mahsus avantaj ve dezavantajlar taşır. Bu açıdan bu geçiş dönemlerinin özellikleri hakkında bilgi edinilmesi ve bu dönemlere, psikoloji, zihin ve ruh açısından hazırlanılması son derece önemlidir. Bu üç potansiyel, insanın sağlıklı gelişiminde de gözlenir. Biyolojik gelişme (fiziki potansiyel), çevresiyle münasebet kurma (hissi potansiyel) ve öğrenme (zihni potansiyel) insanın eğitiminde temel alanlar olup, rıza yörüngeli bir hayat sürmek için bu üç yönün birlikte ve dengeli olarak geliştirilmesi gerekir.

İnsanlar, fıtratlarının derinliklerinden gelen üçlü motif üzerinde şekillenen iç motivasyonlarının (güç arama-tasdik arama-ilham arama) baskınlığı ve çekinikliği açısından da farklılaşırlar. İnsanlar bu motivasyonlarını, fiziki âlemde, insanlar arası münasebetlerde veya fikir dünyalarından birinde gerçekleştirmeye istidatlı olarak yaratılmışlardır.

Yeryüzü mirasçıları ve Medeniyet mimarları olan Lider kadroların temel gelişme motifi de üçlü sacayağı üzerine oturur. Medrese-tekke ve kışla üçlüsü. Medrese, zihni potansiyelin, Tekke hissi potansiyelin, kışla ise fiziki potansiyelin ve disiplinin geliştiği, dengelendiği ve faydalı hâle getirildiği sosyal kurumlardır. Sağlıklı kalkınmada da üç ana sermaye çeşidine ihtiyaç vardır. Zihni potansiyelden kaynaklanan entelektüel sermaye (bilgi), hissi potansiyelden kaynaklanan sosyal sermaye (insani münasebetler) ve fiziki potansiyelden kaynaklanan maddi sermaye (para, gayrimenkul, alt yapı ve donanım). Bu üç sermaye sağlıklı şekilde toplanıp entegre edilirse, çok başarılı iş ve projeler ortaya çıkacaktır. Bu sermaye çeşitlerinin her biriyle fıtratları ve potansiyelleri birbirine denk düşen insanlar vardır. Entelektüel sermayeyi tabii olarak zenginleştiren zihin merkezli fertler iken, sosyal sermayeyi güçlendiren his merkezli fertler, fiziki sermayeyi güçlendiren de maddi merkezli şahıslardır. Bu açıdan, iş ve vazifelerin paylaşılmasında, insanların yaratılıştan sahip oldukları potansiyelleri ve psikolojileri dikkate alınmalıdır. Çünkü fıtratlarındaki baskın potansiyele uygun işler yapmayanlar, o meslekte çırak veya usta olabilirler, ama asla sanatkâr ve üstat olamazlar. Bir başka deyişle; belki başarı elde edilebilir, ancak yüksek performans çok zor yakalanır. Kendi fıtratlarındaki potansiyele uygun işlerde çalışanlar, sanatkâr olabilme ve yüksek performans gösterme şansına sahiptirler. Bu açıdan yüksek performans gösteren fertlerin yetiştirilmesi isteniyorsa, insanlar fıtratlarındaki baskın potansiyele uygun sahalara yönlendirilmeli ve yoğunlaşmalıdır. Peygamberimiz (sav)'in; "Fıtratlar maden gibidir. Cahiliyede kıymetli olan, iman ettikten sonra da kıymetlidir." sözü çok önemli bir hakikati ifade buyurmaktadır.

İlim de: İlme'l-yakin, ayne'l-yakin ve hakka'l-yakin şeklinde üç mertebeye sahiptir. İnsan gözü de; cismani göz, akıl gözü ve kalb gözü olmak üzere üçe ayrılır. Peygamberler, hayati insani boyutta yaşamanın doğruluk-iyilik-güzellik şeklinde tanımlanan üçlü motifin dengesi üzerinde mümkün olduğunu belirtmişlerdir. Bunun karşıtında da; yanlış-kötü-çirkin üçlüsü yer alır. Yaşadığımız âlemde gerçek ve doğrular da başlangıçta zihni, hissi ve fiziki olmak üzere üçe ayrılır. Paralel şekilde, her hadisenin de bilgi (kavram ve hadise boyutu), his (aşk ve şevk boyutu) ve fizik (nesnel, pratik, aksiyon ve temsil boyutu) olmak üzere üç yönü vardır. İnsanlar da olayları idrak ederken, dikkat ve enerjilerini yönlendirirken, farkında olmadan bu üç boyuttan birine ağırlıklı olarak yoğunlaşıp enerjilerini oraya akıtırlar. Bu açıdan insanlar olayları algılama, dikkat ve enerjilerini yönlendirme noktasından üçe ayrılırlar: a-Hadiselerin zihin boyutunu b-His boyutunu c-Fizik boyutunu algılayanlar. Bunu misâllendirecek olursak; yemekli bir sohbet toplantısının değerlendirilmesini insanlara sorduğumuzda: bazı insanlar farkında olmadan öncelikle yemeklerin lezzetinden, organizasyonun mükemmelliğinden bahsederek düşünce veya görüşlerini ifade ederler. Bazıları da insanların memnuniyetlerine, gülen yüzlerine ve tanıdıkları ile sohbet etme fırsatı yakaladıklarına dair değerlendirme yaparlar. Kimileri de doğrudan doğruya konuşulan konuların muhtevası, orijinalitesi ve derinliği üzerine yorum ve değerlendirmede bulunurlar. Dolayısıyla böyle bir toplantıyı zihin merkezli bir insan organize ediyorsa, farkında olmadan özellikle birinci derecede sohbetin konu ve derinliğine önem verir. His merkezli birisi organize ediyorsa öncelikle davetlilerin duygularını rahatça ifade edebileceği, nostalji yaşayabileceği sevdikleri ve tanıdıkları kimseleri de programa dahil eder ve masalardaki oturma düzenini insanların birbirlerine yakınlıklarını, dostluklarını dikkate alarak yapar. Fizik merkezli bir kimse de yemeklerin ve ikramların zenginliğine ve kalitesine, program akışına öncelik verir.

Hak ve hakikata ulaşma yollarının farklılığını ve hak yolundaki insanların ihtilafını açıklama konusunda Bediüzzaman'ın kullandığı yaklaşım da; (zühre, katre, reşha temsili) üçlü sistem üzerinde kurgulanmıştır. Bediüzzaman, Sözler isimli eserinde (24. söz, ikinci dal), insanların hak ve hakikatı, nefis, akıl ve kalb yoluyla araştırdığını ve hakikatı arama yolculuğunda binlerce perdeleri kullandıklarını vurgular. Ayrıca her bir ana tabakanın kendi içinde üç alt gurubunun olduğunu ve zühre, katre, reşha temsilinde her bir ana tabakada bulunan üç taifeye, belki dokuz taifeye işaretler yapıldığını anlatır. Bütün bunlar, insanların farklı fıtratlarda yaratıldığının ve herkesin hak ve hakikatı arama yolculuğunu; kendi mizacı ve fıtri ihtiyacı üzerinden yaptığının apaçık birer delili olup, Kur'an-ı Kerim'de İsra süresinde 84. ayette ifade edilen; "her insan kendi şakilesi (mizacı, fıtratı, karakteri) üzerinde hareket eder" hakikatı, bu durumu açıklamaktadır.

"Benlik-Nefis-Ruh" Münasebeti ve Kamil İnsan Üzerine Bazı Düşünceler:

Kâinatın ve insanın hamurunda var olan iyilik, güzellik ve doğruluk, insanın imtihan edilmesi için; nefis tarafından perdelenmiştir. Nefis, perde olma özelliğini güçlendirdikçe, şerlere sebep olur. Nefsani isteklerin sınırsızca karşılanması, ruhun kendi güzelliklerini bu sistemde ifade etmesine engel olur. İnsanın nefis-akıl-kalb üçgeninde cereyan eden imtihanında nefis; kötülüğün, negatif kuvvetlerin merkezi ve şeytanın kullanabileceği bir santraldır. Şeytani özellikler nefis üzerinde; melekî-insanî özellikler ise kalb ve vicdan üzerinden insana hâkim olur. Akıl ise; iyilikle kötülükleri, doğru ile yanlışı ayırt etmede kullanılan, faydalı veya zararlı olabilen bir âlettir. Dolayısıyla akıl âleti; nefse de, kalbe de hizmet edebilir.

Kur'an'da nefsin yedi mertebesinden bahsedilir. Nefs-i emmare, levvame, mülhime, cismani merkezli hayatta hâkim olan nefis çeşitleri iken, nefs-i mutmainne, zekiye, raziyye, safiyye ise ruh merkezli hayatta hâkim olan nefis çeşitleridir. Bazı İslam âlimleri insan nefsini, üçlü yapı üzerinde gruplamışlardır. Bu perspektiften insandaki nefis, 1-Nefs-i emmare (şart-ı âdi olarak arka beynin ve limbik sistemin ağırlıklı rol oynadığı nefis), 2-Nefs-i levvame (şart-ı âdi olarak ön beynin devreye girdiği, arka beyni ve limbik sistemi kontrol edebildiği ve şuurun taalluk ettiği nefis mertebesi), 3-Nefs-i mutmainne (gelişmesini tamamlamış, kendini kontrol edebilen ve hakka teslim olmuş nefis) şeklinde üçe ayrılır.

İnsan fıtratı, hayra, iyiliğe güzelliğe yatkın olarak yaratılmıştır. Bediüzzaman, Kur'an penceresinden bakıldığında kâinatta hayır ve güzelliğin esas, şer ve kötülüklerin zahiri olduğunu belirtir. Ancak insan, bu dünyaya imtihan ve tecrübe için gönderildiğinden, insanın bu yarışı kazanması ve fıtratındaki yüksek özellik ve güzellikleri olgunlaştırıp, kendini Yüce Yaratıcıya ayinedarlık yapması, nefsini arındırmasına bağlıdır. Ancak nefis, bu özelliklerin ortaya çıkıp gelişmesine engel teşkil ettiğinden, İslam'da nefis terbiyesi ve insanın kendini bilip tanıması önemli yer tutar. Nefsin veya benliğin mahiyetini oluşturan zihni, hissi ve fiziki kapasitenin; az yemek, az konuşmak, az uyumakla kontrol edilmesi İslam'ın tasavvuf düşüncesinde önemli bir terbiye metodudur. Bu nefsin arındırılması işlemine tefekkür ve okumakla da katkıda bulunularak, kalbin yolculuğunda denge gözetilmiş olur. Bediüzzaman'ın "akleden kalb" ifadesinde buna işaret vardır.

Kamil insan olma süreci, ruhi insanın ön plana çıkması ile bir başka deyişle nefsin ve benliğin arındırılması ile mümkündür. İslam'da ruhun kemale ermesini engelleyen nefsin; terbiyesi ve temizlenmesi esastır. İnsan-ı kâmil olma yolculuğu, nefse hizmet eden aklı, nefsin güdümünden çıkarmaya, nefsi istekleri meşru daire ile sınırlandırıp, aklı kalbin kumandasına vermeye bağlıdır. Bu manevi yolculuk esnasında da ifrat ve tefritlere düşmemek için, kalbi ve ruhi hayatı; akıl ve mantıkla dengelemek gerekir. Kişi, bu nefis terbiyesini ya velayet yolu ile (az konuş, az ye, az uyu) veya fikir (akıl) yolu ile (şuur ve tefekkür) veya ikisinin birleşimi olan "akleden kalb reşha" ile yapabilir. Şeytan, nefsin isteklerini kullanarak insan kalbine fısıldar ve ona fesatlık eker. İnsanı bir gemiye benzetirsek, tayfalar ve personeli-nefsi ve onun arzularını temsil eder; bunlar geminin tertip ve düzeniyle mesul ve meşguldür. Kaptan da ruhu temsil eder; gidilecek hedefe gemiyi götürmekle sorumludur. Akıl ise: Hem tayfalara hem de kaptana hizmet etmek üzere gemiye alınmış özel danışmanlar gibidir. İslam'da hem nefsî hem de siyasi cihatla nefis terbiye edilip arındırıldıktan sonra, insanı kamil olma yolunda ruhlar ve nurlar âlemine yolculuk başlar. Ruh ve kalbin hayat derecelerine girildiğinde, ruha ev sahipliği yapan biyolojik bedenin santrali olan nefsin ihtiyaçları meşru dairede karşılanır. Ancak cismanî ve beden merkezli hayat sürüldüğünde de çoğu defa, ruhun kendini ifade etmesine ve tekamülüne sed çekilir. İnsan, nefsini ıslah ettiğinde kalb ve nefis arasındaki zıtlaşma da sona erer. Kalb ilhamlara açık hale gelir. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da, ruhun sözcüsü olup, nefse doğruyu, güzeli hakikati sürekli bildirir. İslam'da nefis öldürülmez ancak ıslah edilip, ruhun inkişafına mani olmayacak seviyede dizginlenir. Çünkü nefsin ölmesi demek, biyolojik sistemin çökmesi ve ruhun ahiret âlemine göç etmesi manasına gelir. Vicdan, ruhun bir alt latifesi olarak, insana iyiyi-doğruyu hatırlatan bir merkezdir. İnsanda ruhun sözcülüğünü vicdan yaparken, nefsin sözcülüğünü ise insi ve cinni şeytanlar yapar.

Kişi, dikkat ve enerjisini ön beyniyle kontrol edip şuurlu şekilde yönlendirmek isterse (nefs-i emmareden nefs-i levvame derecesine çıkmak isterse), önce kendi üzerinde gözlem yapması ve nefsi üzerinde çalışması gerekmektedir. Normalde hayatını arka beynin kontrolünde otomatik pilotla sürdürmeye yatkın olarak yaratılmış insanın asıl vazifesi, şuurlu davranışlarla yönlendirilen bir hayat sürmek ve ülfet-gaflet (ölmeyecekmiş gibi dünya sevgisi, akletme, düşünme ve değerlendirme yetersizliği) tuzağına düşmemektir.

Özetlersek, insanın kendini bilmesi ve tanıması, olgunlaşmanın ve onurlu bir yaşamın başlangıç kısmını oluşturmaktadır. Eski çağlarda filozofların kapısında "kendini bil" levhasının asıldığı anlatılır. "Kendini bilen Rabbini bilir ve bulur, kendini unutan Rabbini de unutur" sözleri oldukça anlamlıdır. Kur'an'da tefekkürün enfüsî ve afakî olmak üzere iki tarzda gerçekleştiği belirtilir. Bediüzzaman, enfüsî tefekkürü tamamlamayan insanın afakî tefekküre daldığında, bazen boğulabileceğini hatırlatır. Yani önce nefsini ve Rabbini bilmeden kâinattaki sırlara yönelmek tehlikeli olmaktadır. Enfüsi tefekkür, insanın kendi mahiyetini keşfedip kavraması, kendi üzerinde gözlem ve çalışma yapması, üstün ve eksik taraflarının farkına varması ve bunları Rabbinin emirleri doğrultusunda şuurlu davranışlar sergileyerek, nefsini kontrol altında tutması gibi faaliyetleri kapsamaktadır.[1]

İşte böyle bir mü'min; elbette emin insandır ve bir "gönüllü güvenlik muhafızıdır."

Bu olgun ve olumlu insanların azalması, toplumun yozlaşmasına ve yoldan çıkmasına kapı açmaktadır.


[1] Sızıntı / 281. Sayı Haziran 2002 / Selim Aydın 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Milli Çözüm Dergisi

Milli Çözüm Dergisi

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx