YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66064ad662e13
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9858
Dün : 16551
Bu ay : 405066
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731016
IP'niz : 34.230.77.67

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

AKP yalakalıklarını Erbakan yandaşlığıyla meşrulaştırmaya çalışan malum bir güruh, TSK’ya saldırmak için kurdurulup kudurtulan TARAF Gazetesinin “Balyoz planı” diye yutturulan iddiaların manşete taşındığı nüshasını baş sayfasına koyup, aynı hınç ve hınzırlıkla orduya şöyle sataşıyordu:

“Herkesin tüylerini diken diken edip kanını donduran; İnanılmaz işlerin esrarı!

Türkiye’de son zamanlarda vuku bulan bu inanılmaz olayların, havsalalara sığmayan işlerin, izah edilemeyen gelişmelerin özünde, yönetimini ellerinden kaçırdıkları Türkiye’yi kimseye yar etmek istemeyen azınlıkçı Sabetayist Yahudi unsurların bu inatçı direnişleri vardır.

  • Türk Silahlı Kuvvetleri Yunan uçakları yaptı süsünü vererek kendi uçağını düşürebilir mi?
  • Halkı galeyana getirip kargaşaya yol açarak darbe ortamı oluşturmak için Fatih Camiini bir Cuma günü en yoğun kalabalıklı bir saatte bombalayıp katliam yapabilir mi?
  • Ülkenin %99’unu oluşturan Müslüman halkı irtica ile yaflayıp İslam’ı potansiyel tehdit ve tehlike unsuru diye düşman olarak hedefine koyabilir mi?
  • Ülkeyi halkın seçtiği yöneticilerden kurtarmak için ikide bir darbe yapmaya kalkışabilir mi?
  • Ülkenin başbakanlarına suikastlar tertipleyebilir mi?
  • Elazığ-Bingöl karayolunda 33 tane silahsız askerini güvenliksiz bırakıp PKK teröristlerinin önüne atabilir mi? Diye soruyor, ardından da:

“Suçlu ordu değil, sabetayist unsurlar!… Ülke halkına karşı bu insanlık suçu niteliğindeki ahlak ve insanlık dışı olayları yalnızca milletin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri gibi bir milli ordu değil; dünyanın hiçbir ordusu hatta paralı askerlerden oluşan ordular bile yapamaz.” Diyerek muhtemel tepkileri törpülemeye ve gerekirse adetleri olduğu üzere çark etmek için bahane üretmeye çalışıyordu.

Bu kaypaklara, önce Bediüzzaman’ın şu tesbit ve müjdelerini hatırlatmak gerekiyordu:

Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyordu:

“Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhlarında (saklı) iman nuru ve Kur’an ışığıyla (sonunda) hakikat-ı hali (Yahudi deccalizmin ve Türkiye’deki mason temsilcilerinin sinsi ve şeytani mahiyetini) göreceği ve o kumandanın (adına yapılan) çok dehşetli tahribatlarını tamire çalışacağı, rivayetlerden anlaşılıyor.” (5.Şua-2.Mesele-3.Cihet)

“Kahraman Ordunun dizginini O’nun (Siyonizm, Deccalizmin, süfyanizmin ve masonik sabataizmin) elinden kurtaracağı, rivayetlerden anlaşılıyor.” (5.Şua-3.Mesele-3.Hadise)

5. Şuanın tamamı okunduğunda öyle anlaşılması gerektiği için parantez içine bu açıklamaları koymamız icap ediyordu. Haydi, bu ifadelerdeki “O’nun” zamirini Mustafa Kemal olarak anladığınızı doğru kabul edelim. Bu halde bile, “Kahraman Ordu”nun sahiplenilmesi, saygı gösterilmesi ve “dizginini Deccalizmin Süfyanizmin ve Siyonizmin elinden kurtarma basiret ve cesaretini gösterdiği için sevinilmesi gerekmiyor mu?

Hem madem hırsınız orduya sızmış “Sabataycı cuntaya” ise, şu kendinize delil edindiğiniz TARAF Gazetesini onlar çıkarmıyor mu?

TARAF denen Paçavra’nın başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ların (kardeşi Mehmet Altan, Babası Çetin Altan) sabataist (gizli Yahudi) olup bu millete her türlü Dinsizliği, edepsizliği, erdemsizliği, Darwinistliği ve koministliği yaymak için çırpındıklarını herkes bilmiyor mu? (NOT:1985 yılında “Kadınca” dergisinin Eylül sayısında yayınlanan akıl almaz açıklamaları Ahmet Altan’ın her türlü sapıklığı onaylayan bir karakter yapısına sahip olduğunu ortaya koyuyor. “Ensest ilişkiyi onayladığını, hayvanlarla cinselliği normal karşıladığını ve bütün kadınlarda bir fahişe eğilimi olması gerektiğini, yaşlı kadınlardan hoşlandığını” anlatan Ahmet Altan’ın “Sudaki İz” adlı romanı da, cinselliğin dozunu kaçırdığı için yasaklanmış, toplatılmış ve yakılmıştır.[1])

İktidarı methiyeye kaç para, TMSF demokratı Sabataist Ahmet Altan!

Cine-5 Televizyonundan kaç para aldığını sormuş ve son olarak da aldığımız bir duyuma dayanarak ayda 50 milyar maaş aldığını duyurmuştuk. Milliyet’ten Melih Aşık, Sözcü’den Emin Çölaşan, Vatan’dan Mustafa Mutlu, bunu sütunlarına taşımıştı. Mehmet Altan dün konuyu çarpıtarak kendisinin devlete ve millete ait bir televizyondan kaç lira maaş aldığını sormayı klasik istismarına alet ederek andıçlama olarak sundu. Tam ona yakışan bir tavır! İktidarla olan özel ilişkilerin ile methiye karşılığı onlarca milyar para alacaksın, sonra kaç lira aldığını soranlara da andıçlıyor diye çatacaksın. Onsan sonra da demokratif pozları…. Hadi oradan TMSF demokratı!… Kıvırma da açıkla kaç para alıyorsun? (Not: Aynı Akşam saatlerinde Cine-5 yönetimi, tepkiler üzerine Mehmet Altan’ın işine son verdiğini açıkladı…)

Erzurum’dan İstanbul’a gönderilen evrak!

Yaşananlar malum, Erzuzum’daki soruşturmayı götüren özel yetkili savcı, Osman Şanal, HSYK tarafından yetkisinin alındığını duyar duymaz evrakı, kendi yerine atanan özel yetkili savcıya teslim etmesi gerekirken, hemen İstanbul’a gönderiyor. Sahi neden İstanbul? Keza Adalet Bakanı’nın bu konuda yaptığı çelişkili açıklamalar onun da bu işlerden haberdar olduğunu mu gösteriyor? Belki ki 3.Ordu Komutanı Saldıray berk’i yaka paça ifadeye getirmek amaçlanıyor. Merak ediyorum Hilmi Özkök gibi bir emeklinin yanına giden savcılar acaba muvazzaf Saldıray Paşa’nın yanına niye gitmiyor? Ankara’da bazı çevreler bu durum için, bu şekilde Berk Paşa’yı tahrik edip ifadeye  gitmemeye zorlayacaklar ve akabinde emekliye ayırma düğmesine basacaklar değerlendirmesi yapıyor.[2]

Ya Amerikalı Kocası, CIA ajanı ve ABD Yahudi Lobilerinin has adamı M. Chris MASON olan, kendisi de sabataist asıllı bulunan ve şu “Balyoz Darbesi”nin aslının 4 yıl önce Amerika’daki Hudson Enstitüsünde aynen Türkiye’ye yönelik bir senaryo olarak planlanıp tartışıldığını, o zaman Milliyet’in Washington temsilcisi olarak haber yapan Yasemin Çongar kancığıyla aynı ayara ve aynı sıraya düşmeniz, bizleri hiç şaşırtmıyordu..

Yasemin Çongar’ın Yahudi Kocasının kahramanlık dosyası;

‘Kıdemli araştırma görevlisi’ olarak bulunduğu ve ders verdiği Naval Postgraduate School’un sitesinde Yasemin Çongar’ın Yahudi asıllı ve CIA ajanı kocası Chris Mason’un biyografisi yer alıyordu

CIA’e yakın bir düşünce kuruluşu olan RAND’de ders verdiği de, CIA’in Afganistan’daki ‘Paştun Kızıl Hücresi’nde görev yaptığı da bu biyografide yazıyordu.

Ancak ne garip ki Naval Postgraduate School’daki bu biyografi apar topar İnternet sitesinden kaldırılıyordu. Bu, NPS’in ‘Culture and Conflict Studies’ (Kültür ve Çatışma Çalışmaları) bölümünü Chris Mason’ın yakın arkadaşı Thomas Johnson yönetiyor. İkilinin çeşitli yayın organlarına yazdığı ortak imzalı makaleleri de var. CIA’de çalışığı ve istihbarat operasyonlarında yer aldığı, ayrıca RAND’de ders verdiği bilgileri işte bu kadar yakından dahil olduğu bu okuldaki biyografisinde yer alıyordu.

Koyu Erbakancı geçinen bu AKP yalakaları “Açılım, Şeytana Pabucu Ters Giydiriyor…” diyerek Erbakan Hoca’nın defalarca “Dış güçlerin planı ve Hayim Nahum Doktrinin devamı” diye karşı çıktığı bu saçmalıklara sahip çıkılıyordu.

“Türkiye’nin önündeki tarihi bir fırsat diye söz ederek açılım konusunu ilk gündeme getiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oldu. Parlamentoda grubu bulunan muhalefet partilerinden CHP ve MHP, muhalif medya ve kesimlerin desteğinde bu sözlerin üzerine hışımla gidip olumsuz bir yaklaşımla irdeleyip didikledi. Sorunun odağındaki DTP ise ihtiyatla yaklaşıp ancak olumlu davrandı.

İktidar, devlet projesi görünümünü pekiştirmek için demokratik açılım adını koyup daha geniş bir alana yayarak fakat konuya açıklık getirmeden ve tartışmaya gecikmeli şekilde müdahil olunca; muhalif kesimler panik halinde Kürt açılımı diye olayı heyula haline getirerek kamuoyuna aktararak tozu dumana kattılar. Muhalefet gelişmenin devlet projesi değil dış güçlerin dayattığı gayri milli bir proje olduğu temasını ısrarla işledi.

İktidar, konuya ilişkin muhalefetle görüşmek isterken de adeta bahane sunarak liderlerden Başbakan yerine İçişleri Bakanı adına randevu talep etti. Ana muhalefet CHP buna anında ateş püskürtürken; MHP adeta kıyamet kopararak konuya ilişkin hiçbir görüşme talebini ne şekilde olursa olsun kabul etmem deyip tüm kapılarını her türlü diyaloga kapattı.

“Peki, ama hani, bunların terörden vazgeçip silahı bırakarak siyaset yapmalarına izin verilecekti? Olaya öncülük eden DTP’nin siyasi rant peşinde koşmaya da mı hakkı yoktu?

Türkiye 30 yıldır teröre binlerce can yüz milyarlarca $ kaynak feda etmiş fakat sorunu halledememişti. Halen ülkenin dağlarında ve sınırlarının ötesinde binlerce eli silahlı dolaşıyordu. Bunlar şimdi bir talimatla -ki nereden verildiği hiç önemli değil- gelip teslim oluyorlar ama herkes feveran halinde! Çok ilginç değil mi?

Her zaman ifade ettik, yine tekrarlayalım: PKK terörü bir şekilde ortadan kaldırılabilir ama Kürtçülük üzerine siyaset yapılması asla engellenemez. Eğer MHP gibi hatta CHP gibi bir parti olacaksa DTP gibi bir parti de mutlaka olacaktır.

Bu ülkede Türkçülük yapılabilir ama Kürtçülük yapılamaz demek tam bir saçmalıktır. Böyle bir çifte standarda ne kimsenin hakkı vardır ne de gücü yeter. Irkçılık lanetli bir şeyse ve yasaklanması gerekiyorsa mutlaka Türkçülük de yasak edilmelidir.

Neyse bunları geçelim ve bu parantezi kapatıp asıl yaşanan gerçekliğe dönelim…

Yukarıda tasvire çalıştığımız bu karmaşık manzara Türkiye’nin başarısını asla olumsuz etkileyemiyor. İşte bunun içindir ki şeytana ters pabuç giydiriliyor diyoruz. Çünkü demokrasiye toz kondurulmadan, muhalefetin sorumsuzluğuna sınır getirilmeden, alabildiğine medya özgürlüğüne ket vurulmadan, bağımsız yargının teline dokunulmadan, açılım diye de en ufak bir taviz paketi açılmadan dağdaki eli silahlı teröristlerin gelip teslim olmaya başlamaları eşi görülmemiş büyük bir başarıdır.

Ki Avrupa’dakiler de geleceklerini açıklamışlardır.[3] diyerek Tam bir AKP’li, BDP’li ve İsrail’li ağayla konuşmaları, bunların tıynetini ve niyetini ele veriyordu.

Erbakan Hoca’nın tarihi tespitiyle: “Haim Nahum planının son halkası” olan AKP’nin bu Kürt açılımını ve BDP-PKK’nın hıyanet alçaklığını alkışlayan şaşkınlar bunları yazarken; APO’nun yakalanış yıldönümü olan 14 Şubat 2010 tarihinde, Güneydoğundan İstanbula kadar, Türkiye çapında Demokratik haklarını (!) kullanan militanlar, topyekün bir isyan provasına ve korkunç bir tahribat saldırısına geçiyordu.

Üstelik BDP Milletvekili Hatip Dicle, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın kendilerine: “Haburdan girecek PKK’lıların hiçbir şekilde tutuklanmayacakları konusunda garanti sağladığını, bütün hakim ve savcıların bu yönde ikna edilip ayarlandığını ve bu maksatla Müşteşarını bölgeye yolladığını” söylediğini açıklıyordu.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, gündemde yer alan TSK ile ilgili iddiaları HABERTÜRK’ten Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya değerlendirirken yaptığı çarpıcı açıklamalar ise bütün AKP yandaşlarının kafasında patlıyordu:

“Son olaylarla Deniz Kuvvetleri’ndeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var. Bu konuda büyük endişelerimiz var. Hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor. Silahlı Kuvvetlerde böyle suçlamalar kişisel olmaz, böylesi yıpratıcı itham ve iddialar Kurumsal algılanır. Son dönemde özellikle personelle ilgili adli soruşturmalar açıldı. Bazısı soruşturma, bazısı iddianame hazırlama aşamasında, bazısı mahkemeye intikal etmiş durumdadır. Bütün bu süreçte Deniz Kuvvetleri üzerinde ciddi bir karalama kampanyası vardır ve bunlar aşırı maksatlıdır.

Ne yazıldı aylarca, hani Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yapılacaktı? “Bu denizciler kendi komutanlarına dahi suikast yaparlar” demeye, herkesi buna inandırmaya çalışmadılar mı? Bence çalıştılar. Peki, ne oldu? İşte 5. iddianame çıktı.

Tek bir satır bile yok suikastla ilgili bir şey yok. Hani bunlar kendi komutanlarına suikast yapacaklardı? Aylarca suikast, suikast, suikast dedikleri boş çıktı. Tek satır yok yahu, tek satır! Şimdi bana biri bunun yanıtını versin. Bunun hesabını kim verecek? Böyle rezillik olur mu? Trabzon’da yaptığım konuşmada açık açık söyleyip, iddiayı iyi inceleyin diye, dikkat çekmiştim. Yeter yahu! Sabrımız taştı!

Ama bakın bütün bunlar benim askerimin moralini bozuyor. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım!

Askerin morali sadece benim sorunum değildir. Bu ülkenin sorunudur. O yüzden bu sorunuzu kabul etmiyorum. Morali bozuk bir ordu, ülkenin sorunudur! Son “balyoz balonlarıyla” ilgili olarakta:

“Sabredin. Göreceksiniz. Ne neymiş göreceksiniz. Biraz sabır.” Diyerek bunların da kasıtlı ve kof çıkacağını hatırlatmıştı.

(Not: Sn. Başbuğ’un bu özgüven içeren iddialarını boşa çıkarmak ve TSK’yı topyekün suçlayıp karalamak amaçlı olduğu sırıtan, 50’ye yakın emekli ve bazıları hala görevli kuvvet komutanının, paşanın ve subayın 1 günde içeri alınmaları da; AKP iktidarının orduya yönelik bir sivil darbe girişimi anlamındaydı. En azından orduyu kışkırtmak istedikleri açıktı. Üstelik Erzincan Baş Savcısının Ergenekon kapsamında alelacele İstanbul’a postalanan dosyasının, yetkisizlik nedeniyle Erzurum’a geri gönderilmesi de iktidar ve yalakalarını telaşlandırmıştı.)

Bakın burası Türk Silahlı Kuvvetleridir. Muz cumhuriyeti ordusu değildir. Burada disiplin tamdır. Yüzde bin tamdır. Emir komuta zinciri tamdır. Genç subaylar sorunu yoktur. Olmaz da. Geçen ay Silahlı Kuvvetlerdeki tüm generalleri topladım. Konuştum. Keşke bütün personeli, teğmenler dahil toplayıp konuşabilecek bir imkânım olsa. Bazı şeyleri benden duymaları, komutanla konuşmaları başka. Neden? Az önce bahsettiğim moral bozukluğuyla mücadele için. Şunu herkes bilsin. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde emir komuta ve disiplin tamdır. İşte benim dönemime bakın. Bir tek aykırı ses çıktı mı Silahlı Kuvvetlerden. Bir demeç var mı benim dışımda? Tek bir çatlak ses oldu mu bu dönemde? Olmadı. Olmaz. Ama şunu da söyleyeyim, bu arkadaşları çok da sıkmasınlar! (eliyle sıkma işareti yaparak).

Böyle rezillik olur mu?

Orgeneral İlker Başbuğ’un makam odasının kapısının tam karşısındaki camekânlarda, çok önemli iki obje sergileniyordu: Türk Tarihi’nin en büyük mareşallerinden olan Kanuni Sultan Süleyman’ın muharebe meydanlarında kullandığı kılıç ve Kanuni’nin sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’nın tombak miğferi.

Kanuni’nin kılıcı camekânda kınından çıkartılmış şekilde duruyor, kın da aynı camekânda bulunuyordu. Kılıcın üzerinde altın kakma ile yazılmış Farsça ede bî bir beyit vardı ve beyitte “Düşmanların, bu kutlu kılıcını savurduğun zaman dört bir yana yıkılırlar; bu kılıcın çeliğine sanki sihirli şurup verilmiştir” deniyordu.

Org. İlker Başbuğ, “Sabrımızı taşırmayın derken ne kastettiniz” sorusunu şöyle yanıtladı: “Hukuk yoluna gideceğiz. Hakkımızı arayacağız.” Diyor ve ekliyordu:

“Ben devlet adamıyım. Ama her şeyin bir sınırı var? Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Elimizdeki pek çok bilgiyi açıklamak zorunda kalacağız.”

“Değişim ne demek? Atatürk sevgisi, ulus devlet, üniter devlet, cumhuriyetin temel ilkeleri. Bunlar değişebilir mi? Bu anlamda Türk Silahlı Kuvvetleri değişmez. Değişemez.”

“Bazı kesimler ‘Kendi halkını düşman gören ordu olur mu?’ diyor. Dışarıda birileri böyle bir dil geliştiriyor ve bunu Türkiye’ye de getiriyor.”

“Biz her şeyimizi hukuk devleti sınırları içinde yaparız. Sabrımızın taşmasından kastım şudur: Biz bütün bu olayların ve yapılanların arka planını biliyoruz. Birileri gerekeni yapar diye susuyoruz. Çünkü devlet adamıyım. Devlet adamı gibi davranmam lazım. Devlete ve hukuka saygımız var ama bunun da bir sınırı var. Sınır aşılırsa bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız.”

Bakın çevremizdeki veya Latin Amerika’daki bazı ülkelerde olan olaylara. Hükümet değişikliklerine veya modellerle yapılan oynamalara. Şimdi Türkiye’de bazı kesimler bir ifade kullanıyorlar. “Kendi halkını düşman gören ordu olur mu?” diye, TSK’nın halkına düşman olduğu iftirasını yayıyor.

–    Tabii ki, birileri böyle bir dil geliştiriyor ve bunu Türkiye’ye de getiriyor. (Burada şunu hissediyorum. Genelkurmay Başkanı, hem bölgemizde, hem de dünyanın başka köşelerindeki renkli devrimleri kastediyor. Zannederim son dönemde sıkça konuşulan Soros vakıflarının çalışmaları Genelkurmay’ın merceği altında.)

–     Hükümetle, ülkeyi yönetenlerle Ben her şeyi hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakan’la paylaşıyorum. Ancak yetkili makamlar şikâyet makamı değildir. Ben şikâyet ediyorum zannetmeyin. Ben sorunları paylaşıyorum. Şunu söyleyebilirim. Devlet bu konuda aynı fikri paylaşıyor.

Bunları Ciddiyetimizden dolayı açıklamıyoruz. Bizde de belge var, bilgi var. Hepsini derledik, derliyoruz. Biz lafla yapamayız başkaları gibi. Biz somut verileri koyarak yaparız bir şey yapacağımız, bir şey açıklayacağımız zaman. Gerek olursa açıklanır. O zaman bunu yapanlar düşünsünler…

–    Türkler asker milletir lafından niye rahatsız olunur onu da anlamadım. Bütün bu örnekler varken.

Tarihe bakın. Tarihin nasıl yazıldığına bakın.

Türkiye’de üniter yapıyı bozacak şeyler olmaz. Gevşek federatif yapı Avrupa Birliği’nde bile tartışma konusu. Fransa ulus devlet değil mi?

Peki, İlker Bey, diyelim ki, yarın öbür gün siyaset buna ilişkin bir değişiklik yapmaya karar verdi. Meclis yoluyla, referandum yoluyla, demokratik süreçleri işleterek bu bahsettiğiniz yapıda bir değişikliğe gitme kararı alındı. TSK’nın buna karşı tavrı ne olur?

Türk Silahlı Kuvvetleri böyle bir şeyin yanında olmaz.

Yanında olmayacağına göre karşısında olacak demektir. TSK böyle bir durumda ne yapar?

Türk Silahlı Kuvvetleri faraziye üzerine konuşmaz. Konuşmayız

Muz Cumhuriyeti orduları için söylenenleri bize uyarlamaya çalışanlara fırsat tanımayız!

Taraf Hazineden Büyük Teşviki Nasıl Ve Niçin Aldırıyordu?

Teşviğin miktarı: 3 trilyon 653 milyar 543 milyon (eski) Türk Lirası. Günümüzün parası ile yaklaşık 4 milyon TL.

Alkım Basım Yayın Dağıtım Ticaret Ltd. Şirketi Hazine’ye“Bana teşvik verin” diye başvuruyor ve bu başvuru 15 Ocak 2007 tarihinde kabul ediliyordu. Şirket, yeni yatırım için Hazine’den KDV teşviği de alıyor, yani KDV muafiyetinden faydalanıyordu.

Yatırımın büyüklüğü 3 trilyon 653 milyar 543 milyon (eski) Türk Lirasına, günümüzün parası ile yaklaşık 4 milyon TL ye yaklaşıyordu.

“Alkım” şirketi, ne için bu kadar para harcıyordu.

Teşvik belgesi, yabancı para cinsinden talepte bulunulmadığını ortaya koyuyordu. Yani ithalat ya da ihracat yapılmıyordu. Alkım’ın 85530 No’lu teşvik belgesinde yatırım kalemleri şöyle sıralanıyordu:

“120 KİŞİLİK Okuma Bölümleri, 48 KİŞİLİK Okuma Tiyatrosu, 72 KİŞİLİK Seminer Salonu, Sergi Salonu, 3 ADET Çalışma Odası, 5 ADET Aktivite Odası”

Bu dev tesisin adresi “Mühürdar Caddesi no.60 Kadıköy/İstanbul”. Geçiyordu.

Teşvik alındıktan 10 ay sonra, 15 Kasım 2007 tarihinde Taraf Gazetesi kuruluyordu. Bir kısım medya vergi cezaları ile baskı altına alınırken, Taraf’ın kuruluşunda can suyunu Hazine veriyordu.

Teşvik talebinde ilginç olan ise istihdam taahhüdünü büyüklüğü oluyordu. Alkım “KDV teşviği verin ilave 100 kişi daha çalıştıracağım” diyordu. Oysa zaman içinde pek çok insan gazeteden ayrılıyordu. Yeni yatırımda halen 100 kişi çalışıyor mu, hakikaten merak ediliyordu?

Üstelik arkasındaki siyasi destek bir yana, Taraf yandaş medyanın matbaasında basılıyor, dağıtımı da yine aynı şirketlerce yapılıyordu. Çalık Grubu bir ara Alkım’dan yüz binlerce kitap kaynak transfer etmeyi bile düşünüyor ama göze batar diye vazgeçiliyordu.

İşte o belge:

taraf_tesfik_belge

 

Hilmi Özkök: “Balyoz’u ben emrettim ama bazı kısımlarını benden gizlemişler” diyordu.

Başına çuval geçirilen Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, 2003 yılında I. Ordu Komutanlığı’nda gerçekleştirilen seminerden haberdar olduğunu söylüyor, ancak basında yer aldığı şekilde, suç sayılacak konuların kendisine sunulmadığını belirtiyordu.

Star gazetesinden Şamil Tayyar’ın soruları yanıtlayan Özkök, “Seminer sonuç raporunu Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı karargahları inceler ve özetini komutanlara sunarlar. Basında yer aldığı şekilde suç sayılacak şeyler bana sunulmadı. Sonuç raporunda da bunların yer aldığını sanmıyorum. Yıllar sonra ortaya çıkan bu belgeler ciddi bulunursa yargı tarafından gereği yapılacaktır” diye konuşuyor ve peşinen silah arkadaşlarını dolaylı suçlamaktan da çekinmiyordu.

Hilmi Özkök, “Emekli bir Genelkurmay Başkanı olmam ve mevzu bahis olayların benim görev zamanımda vuku bulmuş olması nedeniyle söyleyeceklerim bu konuya el atmış savcıları çok etkileyecektir” sözleriyle de, bir nevi tehdit savuruyordu.

“Sıradan bir kişi olsaydım, söyleyeceklerimden sorumlu olmayacağımdan, ben de mangalda kül bırakmadan neler neler söyleyebilirdim” diyen Özkök, “TV stüdyolarında kurulan mahkemelerde iddia makamını, savunmayı, savcıyı, avukatı oynardım. Ama emekli bir devlet adamı olarak bunu yapamam.

Adil bir yargılamayı şu veya bu yönde etkilemek sadece zarar üretir” diye konuşuyordu.

TSK ile savaşanlar, PKK ile barışı alkışlıyordu!

Türkiye Cumhuriyetinin yeni siyaset belgesinin konsepti yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Buna göre yeni dönemde PKK ile barış, TSK ile savaş esasına dayanıyordu. Hayır, şaka yapmıyoruz, bu yorum Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit’in önceki günkü konuşmasından çıkarıyordu. Yiğit Paşa kameraların önünde,  “Habur’da PKK eşkıyası selamlanırken, benim silah arkadaşlarım terör örgütü muamelesi görüyor” diye feveran ediyordu. Sorarım size MGK gibi devletin en üst organında üye olan ve Deniz Kuvvetlerimize hükmeden biri bunları konuşmak mecburiyetinde kalıyorsa bunun adı ülkenin kaosda olduğuydu. Artık oldukça çok enerji birikmişti ve enerji boşalması süreci bu ülkeye pahalıya mal olmasın” diye dua etmek gerekiyordu.

Arsızlar korosu giderek azıtıyordu!

Bu ülkede kamu bankaları kredisi ile ülkenin en büyük ikinci medya grubu alındı mı? Alındı… Bu ülkede Deniz Feneri’ndeki pisliği ortaya çıkardı diye Doğan Grubu parti kongrelerinde ve canlı yayınlarda bizzat Başbakan tarafından defalarca hedef yapıldı mı? yapıldı. Dahası, bu gruba dünya tarihinde örneği olmadığı bir biçimde milyarlarca dolar ceza yağdırıldı mı? yağdırıldı… Aralarında benim de olduğum (Akşam Grubu) çok sayıda gazeteci çalıştıkları yerlerden AKP karşıtı diye buyrukla kovulup atıldı mı? Atıldı. Bırakın bizi, “Obama gibi geldi, Bush gibi oldu” diyen Fehmi Koruya bile alındı.. Yine AKP kongresinde cephe alındı mı? Alındı. Ahmet Taşgetiren Yenişafak’tan yine bir yazısı sebebiyle çıkarıldı mı? Çıkarıldı. Bütün bunlar olurken, bugün Devlet Bahçeli’nin bir yazılı açıklamasıyla saldırıya geçen o yandaş ve yanaşma medya güruhundan bir kişi kalem oynatabildi mi? Oynatamadı… Daha ne konuşuyorsunuz be arsızlar! (Sabahattin Önkibar / Yeniçağ)

Ve hayret! Aynı TARAF Gazetesi, Müzmin Marazlı bir Erbakan hasımı, Numan Kurtulmuş’un has adamı, ruhları Kurtulmuş bir sürü İslamcının hayranı oldukları şu entel şair Sezai :Karakoç’un Belgesel filminin boy boy reklamlarını yayınlıyordu!? (Bak. 9 Şubat 2010)

Evet, bütün bunlar bize Hz. Mehdi’nin ekibi içinden ve “…Bu (cihat, teşkilat, itaat ve biat) işinden bize (dünyalık makam ve menfaat olarak) ne var? Diyerek kendi nefislerini çok ehemmiyetli gören” (Ali İmran: 154) kimselerden çıkacağı rivayet edilen SÜFYAN’ın, yani İslam Deccalı olan saptırıcının durumunu hatırlatıyordu…

“Ara ara benim de moralim bozuluyor!” diye kendi aklınca dalga geçiyordu!

Erdoğan; Bağbuğ’un Habertürk’e yaptığı “ordunun moralinin bozuk olduğu” açıklamasına bu cevabı veriyordu.

Katar’a hareketinden önce gazetecilere konuşan Başbakan Erdoğan “Başbuğ, askerde moral bozukluğu olduğunu söyledi. Elimde bilgi, belge var dedi. Kendisiyle görüştünüz mü?” sorusuna karşılık:

Bu tür spekülasyonlar içinde yer alırsam, makamımı küçültmüş olurum. Görüşmedim. Sizin kadar önemsemiyorum. Benim de moralim zaman zaman bozuluyor. Bazen şirazesinden çıktığı da oluyor.” Yanıtını veriyordu. Her türlü devlet adamlığı ciddiyetinden ve edep ölçülerinden bu yanıtla, ya GKB İlker Başbuğ’un iddia ve ikazlarını hesaba katmıyordu.  Veya konunun önemini kavrayamadığından kendi aklı ve ayarınca alay ediyordu. Oysa belki de Sn. Başbuğ, “Orduya yönelik sistemli asimetrik yıpratma saldırılarıyla ilgili, gerekli önlemler alınsın diye Cumhurbaşkanı ve Başbakana defalarca iletip, maalesef bugüne kadar bir netice alamadıkları konarlı ve kanıtları açıklayacağını hatırlatıyordu.

Sn.Recep Erdoğan güya İslamı konu alan bir konferans için gitti Katar’da ABD Dış İşleri Bakanı kancık Clinton’la daha önce açıklanmamış bir görüşme yapıyordu.

Clinton’la Erdoğan içeride görüşürken, ABD Doha(Katar) Büyükelçisisi gelip: “Toplantı çok uzadı. Katar Emiriyle Clinton’un görüşme saati yaklaşıyor. Hemen haber verin, bitirsinler!..” diye kapıya vurmaya başlıyor, hızını alamayınca tekmeliyor.. Bu esnada da, “Bizim prensiplerimiz Türkiye’nin prestijinden önemli ve önceliklidir!..” şeklinde küstahlıklar sergiliyor. İşte bunu duyan Başbakan’ın baş danışmanı, güya büyük bir kahramanlık edasıyla büyükelçiye hışımla yaklaşıyor. Ama şükür ki elinden bir kaza çıkmadan, görevliler araya giriyor!?

Bu göğsümüzü kabartan ve gözlerimizi yaşartan kahraman Donkişotluk destanını, İsrail yalakası ve AKP yandaşı medyadan duyunca arkadaşlara:

“Aman dikkat kesilin ve takip edin.. Bu denli tantana koparılıp perde  araksı karartılmaya çalışılan bir özel toplantı da, mutlaka Yahudi patronlarıo Clinton üzerinden Recep piyonlarına çok gizli talimatlar yağdırmışa benziyor. Büyük bir ihtimalle İrana saldırı hazırlığıyla ilgili olduğu seziliyor..” sözleri ağzımızdan dökülüyordu..

Batı, İran’a yeni yaptırımlara hazırlanıyordu

Tam bu sırada İran’a Batılı ülkelerce yeni yaptırım ve ceza uyarısı geliyordu. El-Cezire haber portalı BM’nin beş isteğini yerine getirmediği gerekçesiyle İran’a yönelik yeni ceza ve baskıların gündeme alındığını açıklıyordu. Nükleer programdan vazgeçmemesi ve bunda ısrarcı olması nedeniyle Rusya, İran’a ceza uygulanması konusunda sessizliğini koruyordu. Çin’in ise tavrı net olmamakla beraber şimdilik karşı tavır da gözükmüyordu. Fransa ise BM’nin nükleer programına ilişkin beş maddelik isteğini yerine getirmemesinden dolayı İran’a yaptırım uygulanmasında en ısrarlı ülkelerden birisi oluyordu.

ABD: Çin’i kandırmak için S.Arabistan’ın desteğini arıyordu!

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İran’ın barışçıl amaçlı nükleer projelerine karşı BM Güvenlik Konseyi’nde sert bir yaptırım kararına Çin’in ‘evet’ demesi için, bu ülke ile ticari ilişkilerini geliştiren Suudi Arabistan’ın da devreye girmesini istiyordu! Bir ABD yönetim yetkilisi, BM Güvenlik Konseyi’nden geçirmek istedikleri ve İran’a ek yaptırımlar içeren bir karar konusunda, Çin’in desteğini sağlamak için, Suudi Arabistan’ın yardımcı olabileceğini belirtiyordu. Bayan Clinton Katar’da işte bu maksatla bulunuyor. Recep T. Erdoğan’ı bir bahane ile ayağına çağırıyordu.

Ve Hillary “kalkan”ı da silah yapıyordu!

Türkiye ile milyonlarca Türk’ün yaşadığı İran’ın arasına nifak sokmak için her yolu deneyen ABD, bir taşla 2 kuş vurmaya çalışıyordu.

İki ülkeyi birbirine karşı kışkırtan ABD’nin Dışilişkileri Bakanı Hillary Clinton, “Doğru korumayı Türkiye’ye füze sistemi sağlar. İran’dan gelecek tehditkar tavrı önler!” diyerek İran’la Türkiye’yi kapıştırmaya çalışıyor. Erdoğanı da taşeron olarak kullanıyordu.

Zaman Gazetesinin, Amerikan desteği ile azman yazarı Mümtazer Türköne: “Genelkurmay Başkanı Başbuğ bildiklerini açıklamalı. Açıklamazsan namertsin” diye saldırıyordu!

“Sabrımız taşarsa elimizdekileri açıklarız” tehdidinin hangi diyalog tarzına uygun düştüğünü hatırlatmak isterim: “Açıklamazsan namertsin”…

Asker kendisini devletten, ülkeden ve milletten bağımsız veya özerk bir güç olarak görüyor. Hesaplarını ve stratejisini bu özerk kurumsal gücün maddî ve manevî çıkarları üzerine inşa ediyor. “Askerin morali bozuk” diyor İlker Başbuğ. Eğer Türkiye’nin dış güvenliğine yönelik bir zaaftan söz ediyorsak, askerden daha önemlisi milletin morali bozuk. Savunma görevini profesyonelce yapan bütün askerlerin, Genelkurmay Başkanı’ndan Harbiye’yi yeni bitirmiş teğmenine kadar bütün subayların öncelikli görevi, aynı profesyonellik içinde milletin moralini düzeltmek olmalı. Çünkü bir ülkenin savunması sadece askerlerin görevi değil. Genelkurmay Başkanı’nın moralinin bozuk olduğundan şikâyetçi olduğu askerler arasında ihtiyat kuvveti olarak ben de varım. Modern savaş, hatta postmodern savaş mantığı her bireyi ve ülkenin her imkânını savunma konsepti içine yerleştiriyor.

Kronik olarak tekrarlanan yapısal bir hata, stratejik hatayı derinleştiriyor. Genelkurmay Başkanı, devam eden soruşturma ve davalarla ilgili bir mahkeme kuruyor. Savcı gibi iddialarda bulunuyor. Delilleri değerlendiriyor ve hüküm tesis ediyor. Rahmi Koç Müzesi’nin önüne demirli denizaltıda bulunan patlayıcılarla ilgili İlker Başbuğ’un delil değerlendirmesi yapması ve sarih bir kanaate ulaşması hukukun neresine uyuyor?

Genelkurmay Başkanı, komplolardan bahsediyor. “Birileri gerekeni yapar” diye beklediklerini belirterek, politikacılara has bir üslupla adrese postalı mektup yazıyor. Bu üslup doğru bir üslup mu?”[1]

 

 

 

 

 



[1] Mümtazer Türköne, Zaman, 14 Şubat 2010

 

 



[1] www.medyaradar.com / 09 10 2008

[2] Yeniçağ, 19 Şubat 2010

[3] v.şekerci/elaziz.com

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Mikail YILMAZ

Mikail YILMAZ

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx