YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66276325c53ce
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 9
Bugün : 6169
Dün : 18076
Bu ay : 543958
Geçen ay : 453014
Toplam : 23322922
IP'niz : 3.143.229.82

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

“(Münafıklar (Gizli Yahudi, Hıristiyan ve Dinsiz olduklarını saklayıp Müslüman ismiyle dolaşanlar) arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla (Yahudi ve Hıristiyan gâvurlarla) ne bunlarla (Müslümanlarla uyuşurlar ve hiçbir tarafa yaranamazlar)” (Nisa: 143) ayeti, Fransız Yahudi masonlarının “aydınlanma” safsatasına, Şamanist-Türkçülük sosunu katan bazı ulusalcıların durumuna ne güzel uymaktadır.

Aydınlık 27 Aralık 2009 sayısında, önce, gerçek ve örnek bir İslam Âlimi ve Kur’an müfessiri olan ve Balıkesir civarında şanlı kurtuluş mücadelesini başlatan Rahmetli Hasan Basri Çantay Hocaefendinin kaleminden, İstiklal Marşı şairimiz mücahit ve muttaki insan Mehmet Akif Ersoy’u sahipleniyor ve saygı gösteriyor tavrı takınıyordu.

 

Ama İstiklal Marşımızdaki “Hak, Şehadet, Ezan” kavramlarından gıcık aldığını açıklayan E. Paşa bozuntularını bağrına bastıkları da esefle hatırlanıyordu!?

Hemen öncesindeki sayfalarında ise, Bülent Serim, sefil ve sivri diliyle Mehmet Akifi Milli şair ve mücahit yapan, Hasan Basri Çantay’ı âlim ve fazıl kılan, Yüce Kur’an’ımızın dersinin verildiği, İmam Hatip okullarına ve mensuplarına derin bir hınçla saldırılıyor, böylece halkımıza ve inancımıza olan saygısızlıkları sayfalarından taşıyordu.

Ercan dolapçı şunları aktarıyordu:

“Çantay’a söylediği “iyi bir Müslüman ilmi de iyi bilmeli ve ilimde de ahlâkta olduğu gibi ileri olmalı” sözleri Akif’in ilme, verdiği önemi gösteriyor. Baytar Mektebi’nde okurken “Pasteur’ün resmini sık sık öpüyor” olması da ilme olan inancının kanıtı.

Edirne’de ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderlerinden Talat Paşa ile de dost olan Akif, 1908 Devrimi’nden sonra Cemiyete üye olur. Ancak ‘mutlak itaat’ maddesinden dolayı yemin metnini değiştirir.”

Çünkü Mehmet Akif o “mutlak itaatin” Mason Localarına ve Siyonist Yahudi odaklarına istendiğini, Kur’an ferasetiyle sezmiştir. Ve Aziz Atatürk de bu milletin mü’min, Mehmet Akif’in ise Kur’an âlimi olduğunu bildiği için Onu davet etmiştir.

“İstanbul’da yaşam dayanılmaz olunca da Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine soluğu Ankara’da alır. Cebinde 36 kuruşu vardır! Mustafa Kemal Paşa, “iman cephemizi kuvvetlendirdiniz” diyerek Onu Meclis kapısında karşılar. Ankara’da milletvekilliğiyle yetinmez, Anadolu’yu gezerek aydınlatan konuşmalarına devam eder.”

Ankara’da Burdur vekili iken bir ara bakanlık teklifi edilir. Akif “daha fazla üstüme gelmeyin bunu da bırakırım” diyerek geri çevirir. Mehmet Akif, Ankara’nın soğuğunda üstüne giyecek bir paltosu bile yokken Milli Marş yarışmasına para ödülü nedeniyle katılmaz. Zorla ikna edilir ve bir çırpıda Marşı yazar. Verilen ödülü yoksul kadınlara ve çocuklara örme işleri öğretmek üzere açılan Darülmesai’ye verir.”

“Hasan Basri, Akif’in karakterini şu satırlarla anlatıyor: “Akif hayatında bir kere bile kendisini düşünmedi, hep cemiyeti için yaşadı, insaniyet ve milleti için yaşadı. Şiirlerini de bu doğrultuda yazdı. Onun en çok sinirlendiği şey vatan, millet gibi mukaddesatına sövmekten ibarettir. Bu sahada affı yoktur. Müthiş bir kış günündeyiz. Akif’i kır bir ceketle görüyoruz. Üşüyor. Hissettirmemeye çalışıyor. Tahkik ettim; paltosunu evinin kapısına gelen çıplak bir fakire giydirmiş!”

Diyen yazar Mehmet Akif’in bu yüksek ahlakını Kur’an’dan ve İslam’dan aldığını bilmez mi? Aynı derginin birkaç sayfa öncesinde İmam Hatip ve Kur’an düşmanlığı yapılması bunların münafıklığını ve korkaklığını göstermez mi?

“Hasan Basri Bey, Akif’in en büyük düşmanının riyakârlık ve din adına yapılan maskaralıklar olduğunu yazıyor. Ankara’da bir gün “Cemiyet-i Diniye” namı adında bir teşekkül kurmak isteyenlerden birisi, kapısını çalar. O, bu teklifi duyar duymaz yerinden fırlar ve “Anadolu’da da bir 31 Mart mı çıkartmak istiyorsunuz? Böyle bir teşebbüs halinde karşınızda evvela Akif’i bulursunuz! Haydi defol şuradan!” der.”

Çünkü Akif 31 Mart’ın Sultan Abdülhamit’e ve İslamiyet’e yönelik bir komplo olduğunu bilmektedir ve Cumhuriyet Türkiye’sinde de, aynı Masonik mahfillerin “Müslümanı kötülemek ve gerici göstermek” için benzer tezgâhları tertipleyeceklerini sezmiş ve bu öngörüsü maalesef Menemen’de gerçekleşmiştir.

Aynı dergide Bülent Serim “YÖK’ün katsayı kararı Anayasa’ya aykırı” başlıklı yazısında:

“YÖK Genel Kurulu’nun 21 Temmuz 2009 günlü toplantısında, beklendiği gibi üniversiteye girişte puanı etkileyen ve ortaöğretim başarı puanına eklenen katsayı eşitlenmiş; İstanbul Barosu’nun açtığı dava üzerine Danıştay 8. Dairesi, farklı hukuksal durumda bulunan öğrencilerin eşit koşullarda yarışmalarının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle YÖK kararının yürütmesini durdurmuştur.

YÖK’ün ideolojik kararmış!

Oysa Anayasa’da kabul edilen hukuk devletinin temelini oluşturan laik hukuk, Atatürk ilkeleri ve devrimiyle yoğrulmuş, çağdaş ve evrensel hukuk kurallarını içselleştirmiş hukuktur. Anayasa’nın buyurucu kuralları gereği, anayasa yargısı ve idari yargı, anayasal ilke ve kuralları uygulayarak karar vermek zorundadır. “İdeolojik” olarak nitelense de, bu, anayasal hukuk sisteminin gereğidir. Tersi durumda, Atatürkçü laik Cumhuriyet’in ortada kalmayacağı açıktır.

Asıl ideolojik olan YÖK’ün katsayı farkını kaldıran kararıdır. Çünkü karar, meslek liselerini paravan olarak kullanıp, öğretim birliği ve laik eğitim ilkesine, Anayasa’ya aykırı olmasına karşın İmam Hatip Lisesini bitirenlere yükseköğretimin tüm programlarının kapısını açmaktadır.

İHL’ler çizgiyi aşmışmış!

Anayasa’nın başlangıcı ile 2, 24, 42, 130 ve 174. madde kuralları dikkate alındığında, Atatürk ilke ve devrimleri ile laiklik ilkesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanağı yapan “Kurucu İrade”nin, buna uygun, uygar kişilikli, çağdaş sorunlar karşısında sorumluluk üstlenen, devrimi içselleştirmiş yurttaşlar yetiştirebilmek için, laik ve çağdaş eğitim sistemini de kabul ettiği görülecektir. Tek tip insan yetiştirmek için laik eğitim sistemi tek yol olarak kabul edilirken, bunun tek istisnasına Öğretim Birliği Yasası’nın 4. maddesinde yer verilmiş ve imam hatip okulları ile ilahiyat fakültesinin imam hatip ve Kuran kursu öğreticisi yetiştirmek için kurulan okullar olduğu belirtilmiştir.

İmam hatip liseleri ise Anayasa, Öğretim Birliği Yasası ve Milli Eğitim Temel Yasası ile bu Yasayı yorumlayan Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca imam, hatip, Kuran kursu öğreticisi yetiştirmek ve yalnızca ilahiyat fakültelerine öğrenci hazırlamak için kurulan okullardır. Ne var ki” bu okullar, 1950’den beri sergilenen yanlış siyasal yaklaşımla sayı, konum, program, öğrenci görüntüsü ve işlevsel yönden anayasal çizgiyi aşmışlardır.

“Bu nedenle, katsayı farkı yaratılarak da olsa, imam hatiplilerin kendi alanlarındaki yükseköğretim programlarına gidebilmelerinin önünün kapatılması gerekmektedir. Dinsel formasyonla yetişen kişilerin devlet yönetimine getirilmesi, Atatürkçü Cumhuriyet rejimi yönünden sakıncalıdır. Demokratik ya da otoriter hiçbir rejim kendi karşıtlarının kendi okullarında yetiştirilmesine izin vermez.

Alınan yeni YÖK kararının ivedi biçimde yargıya taşınması, laik eğitim sistemi ve dolayısıyla kamu yararı, hizmetin gerekleri yönünden son derece önemlidir.”

İslam düşmanlığını kaleminden kusan bu kişiye göre “Herkes eşit olabilir, eğitim imkânlarından aynı oranda yararlanabilir… Ama Dini eğitim alanlar ve İmam Hatiplerde okuyanlar hariçtir. Çünkü onlar bilgili ve bilinçli müminler ve İslam’ı bilen ve sahiplenen kimselerdir.”

Aydın geçinen ve karanlık kafalarına “Aydınlık kılıfı” geçiren bu kişiler, şu sözleri hak etmektedir:

“Tamam, siz Müslüman değilsiniz, olmayabilirsiniz…

Hatta bir kısmınız, aslen Türk milletinden değilsiniz, olmayabilirsiniz…

Ama keşke ve hiç değilse, temel insan haklarına duyarlı ve halkımızın inancına saygılı birer adam olabilseydiniz!”

Aydınlık’ın din istismarcılığı!..

“Aydınlık’ın haberciliğini İncil iki bin yıl önce bildirmiş”miş…

‘Karanlıkta söylediğiniz her şey Aydınlık’ta duyulacak’ denmekteymiş!

Aydınlık’ın yayınını bir ay durdurdular. “Aydınlık’ın haber yapmasını engellemek mümkün mü?” diye soruyor, Hıristiyan bir yurttaşımız ve “Ne mümkün!” diye de ekliyor. Öyle bir kanıt getiriyor ki, vay anasını diye okuyoruz. Meğer “Aydınlık’ın iki bin yıl sonra ne işler yapacağı İncil’le tebliğ edilmiş.” bulunuyor!? İnanmayan, açsın İncil’e, yani Ahdi Cedit (Yeni Ahit)’e baksın. Aynen aktarıyoruz:

“Çünkü açığa çıkarılamayacak üstü kapalı bir şey yoktur. Ne de öğrenilemeyecek gizli bir sorun. Karanlıkta söylediğiniz her şey Aydınlık’ta duyulacak. Dört duvar arasında kulağa fısıldadıklarınız, damlardan yayılacak. (Luka, 12:23. ayet)

Yurtdışına kaçırdığınız yüz milyonlarca doları kasalarınıza emanet edeceksiniz. Sonra o kasanıza 20-25 öde diye fısıldayacaksınız. Karanlıkta mı kalacak sanıyordunuz, damdan dama yayılmaz mı o fısıldadıklarınız? Aydınlık’ın görevi, haram yiyenleri ve KKTC’yi yok etme planlarını millete duyurmak değil mî?

Dört Kitabın dördünü de açın, haram yiyenlerin cehennemlik olduğunu okuyacaksınız.

Kitapsızlar.

Cehennemde öyle öteki dünyadaki cehennem değil!

Yargının önüne çıkacakları günler yakındır, yakın.”

Sözleriyle, ahirete, ilahi vahye ve nübüvvete inanmadıkları halde, bir İncil ayetini kendi haklılıklarına delil gösterme çelişkisinden kurtulamıyorlardı.

İsmet İnönü, Lionsların ve Masonların maşasıydı!

Bu günkü Şamanist, komünist, ve sahte Kemalist ulusalcıların elebaşları da; Rotary, Lions ve Encümen-i Daniş gibi Mason kuklalarıydı ve yularları küresel güçlerin avucundaydı!

Gazeteci-yazar ilhami Soysal, Lions’ların Masonlukla ilişkisi konusunda Nermin Sungur’un sorularını şöyle cevaplamıştı:

Soru: Lions ve Masonluk ilişkileri konusunda dayanaklarınız nedir?

Soysal: Lions Kulüpleri Masonların bir nevi anaokuludur. Bu kulüpler Tamamıyla Masonluk ilkelerine göre çalışırlar. Törenleri, sembolleri, üye alımları, üyeleri çalıştırma biçimleri, renkleri (mor, lacivert, sarı) bütün bunların hepsi Masonlardan etkilenmiştir. Benzerliğin bu kadarı da biraz fazla kanımca, ayrıca Lions Kulüpleri’nin bütün üst düzey yöneticileri de Masonlardan gelmedir? Lions Kulüpleri hemen her semtte kurulurlar. Yani sayıları çoktur. Kurulan her kulüpte de o yörenin en zengin ve mesleğinde sivrilmiş kişilerini alır ve onlara başkanlık payesi verirler. (Yeni Gündem. 21-27 Temmuz l986 Sayı: 27)

Lions kulübüne Türkiye’de kurulması için izin veren hükümet kararnamesi ve hükümet üyeleri

1.4.1963 tarihli Resmi gazetede de yayınlanan 6/1607 numaralı karar şu şekildedir.

İç işleri Bakanlığının 30-3957/38530 sayılı yazısı üzerine 3512 sayılı kanunun 10. maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 1.4.1963 tarihinde LİONS INTERNATIONAL Kulübünün Türkiye’de kurulmasına karar verilmiştir.

İmza: Cumhurbaşkanı

Cemal Gürsel

Başbakan…………………………………………………..İsmet İnönü

Çalışma Bakanı…………………………………………..Bülent Ecevit (Bilderbergli)

İmar Ve Iskan Bakanı…………………………………..Kerim Gökay (Mason)

Devlet Bakanı ve Başb. Yrd……………….……. H. Dinçer (Mason)

Devlet Bakanı ve Başb. Yrd………………………… T. Feyzioğlu (Mason)

Devlet Bakanı……………………………………………..A.Ş. Ağanoğlu (Mason)

Devlet Bakanı……………………………………………..N. Ökten (Mason)

Dışişleri Bakanı………………………………………….. F.C. Erkin (Mason)

Maliye Bakanı……………………………………………..F. Melen (Mason)

Ticaret Bakanı………………..…………….…………M. Ete (Mason)

Aydınlıkçıların; Yahudi asıllı Simavnalı  Şeyh Bedrettin hayranlığı!

Derviş ve ermiş geçinen Şeyh Bedrettin, tanınmış bir din istismarcısı ve Simavna askeri kadısıydı. Babası İsrail adlı bir Yahudi çıfıtıydı. Günümüz komünizmine çok benzeyen bir doktrin geliştirmiş ve görüşlerini yaymaya çalışmıştır. Bu şahısa göre, “Evren yaratılmamıştır, yok ta olmayacaktır, ölümden sonra dirilme olmadığı gibi, dünyanın dışında başka bir alem de yoktur; ruh bedenden ayrı bağımsız bir varlık değildir; bedenle birlikte ruh ta göçer gider; bütün dinler eşit mallar da ortak olmalıdır!”

Ayrıca Bedrettin’in sağ kolu kendi gibi din değiştirip, Torlak Kemal adını alan Manisalı Samuel adında bir Yahudi uşağıydı. Torlak Kemal kent kent gezerek, Şeyh Bedrettin’in görüşlerini Balkanlar’da yaymaya çalışmıştır.

Trakya’da yayılan bu görüş, o kadar taraftar topladı ki, Sultan 1. Mehmet’in görevlendirdiği Saruhan Beyi’nin ordusunu ve daha sonra yeni Saruhan Beyi Aydın lı Ali Beyin ordusunu yenilgiye uğratabilecek kadar güçlendi. Ancak Şehzade Murat, yeni bir orduyla bunu bastırıp, elebaşlarını idam ettirdi.[1]

Kudüs İbrani Üniversitesi yayınlarında yukarıda adı geçen şahısların Yahudi olmalarından ve yaptıkları tahribattan övgü ile söz edilmektedir.

Ayrıca bu tahribat Masonlarca da takdir edilmektedir. Büyük Mason üstadlarından Cemil Sena, “Hz. Muhammed’in Felsefesi” adlı kitabın, 491’inci sayfasında Şeyh Bedrettin’den övgü ile bahsetmektedir. Kendisi de diğer masonlar gibi, aynı yolda yürüdüğünü, kaleme aldığı adı geçen eserin her sayfasında dine saldırmasıyla ispatlamıştır.

Milletimizin başına gelen belaları ve çıkış yollarını Kur’an ayetleriyle açıklayan Mehmet Akif’ten sonra “Cumhuriyet’in örnek aydını” diye çok azılı bir İslam düşmanı ve Selanikli Yahudi asıllı ve komünizmin Türkiye kâhyaları Zekeriya ve Sabiha Sertel’lerin övülmesi bunların gerçek niyetini ortaya koymaktaydı.

Sertel Gazetecilik Vakfı Başkanı Dr. Yıldız Sertel 19 Aralık’ta Göztepe’deki evinde yaşamını yitirdiğinde 86 yaşındaydı. Sabiha-Zekeriya Sertel’in Cumhuriyetle yaşıt ufak-tefek kızları, yaman bir solcu, örnek bir cumhuriyetçi, parlak bir aydındı. Mücadeleler içinde geçen yaşamı, hasta yatağında sona erdi. Onu son yolculuğuna birkaç gazeteci dostu, yörenin belediye başkanı ve yakınları uğurladı. Sertel, Büyükada’daki aile mezarlığında toprağa verildi.

“Din nedir?” “Din nasıl doğmuştur?” “Din niçin ölüyor?” gibi broşürlerle İslam düşmanlığı yapan ve toplumu Dinsiz-Komünist yapmaya çalışan Zekeriya-Sabiha Sertellerin Yahudi asıllı olduklarını, TAN Gazetesinin diğer ortağı Halil Lütfü Dördüncü’nün de yine Yahudi dönmesi çıfıtlığını ya bilmeyen veya kasıtlı olarak gizleyen Cüneyt Akalın:

“Soğuk Savaş’ın ülkemizdeki başlangıç tarihi Tan Matbaası’nın basılışıdır. Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istediğini öne süren kışkırtılmış bir gurup 4 Aralık 1945 günü Beyazıt’ta toplanarak “kahrolsun komünistler” sloganlarıyla Tan Matbaasına yürümüş, matbaayı yıkıp yaktıktan sonra’ Beyoğlu’ndaki La Turguie dergisine yönelmişlerdi. Saldırganlara göz yumulurken gazeteyi çıkaran Sabiha ve Zekeriya Sertel tutuklandı. Türkiye adım adım Amerikan yörüngesine girerken, faşist baskıların yaşamlarını dayanılmaz kıldığı Serteller Türkiye’den kaçmak zorunda kaldılar!

Diyor, ama bu azılı Yahudi dönmezi ve İslam Düşmanı çiftin:

  1. a) 1917’de evlendikten sonra, niye Rusya’ya değil de Yahudi akrabalarının yanına ve kapitalist Amerika’ya gidip Colombiya Üniversitesinde bulundukları ve Kurtuluş Savaşından kaytardıklarını

b) Zekeriya-Sabiha Sertellerin, “Atatürk ve İnönü döneminde niye tutuklandıklarını?” bir türlü açıklayamıyordu.

Yahudi Boğaz Aşiretli Yıldız Sertel yaşamının son yıllarında bir Nâzım heykeli yaptırmak için uğraşıyordu.

Solcu-cumhuriyetçi, ama İslam düşmanı!

Zekeriya Sertel, Cumhuriyet döneminin en seçkin gazetecilerindendir. Selanik’te başlayan gazetecilik yaşamına, Cumhuriyet gazetesinin kurucularından birisi olarak devam etmiş, devrin en önemli dergilerinden Resimli Ay’ı yayımlamış, Nâzım Hikmet’i Türk okurlarla buluşturmuştu. Zekeriya Sertel, Türkiye’nin ilk ansiklopedisi olan Hayat Ansiklopedisi’ni de hazırlamıştı.

Gazetecilik mesleğini benimseyen ilk kadınlardan biri olan Sabiha Sertel, eşine göre daha solda idi. Türkiye Komünist Partisi’nin çalışmalarına katıldı. Budapeşte Radyosu’nun Türkçe yayınlar servisinde çalıştı.

Bu dinsiz Sabiha ve Zekeriya Sertellerin heykelini dikmeye ve Müslüman Türk milletine model diye göstermeye çalıştıkları Nazım Hikmet, Rus işgalinden sonra Polonya’dan kaçıp İstanbul’a ve Osmanlıya sığınan, adı Konstantin Borzecki iken Mustafa Celalettin Paşa ismini alan Yahudi’nin sülalesindendir ve bizzat Atatürk tarafından takip ettirilmiştir. Ayı Nazım Hikmet’e şimdi AKP’nin sahip çıkması da ilginçtir. Eh, nasıl olsa aynı Siyonist merkezlere hizmet edilmektedir.

Bunların derdi; ne Türkiye’dir ve ne de milletimizin huzur, refah ve hürriyetidir.

Yegâne gayeleri ve bütün gayretleri bir avuç Yahudi ve Ermeni dönmesi komünist komitacının ve Mason-hain İttihat ve terakki artıklarının ülkemizdeki gizli diktatoryasını ve Atatürk’ün kapattığı ama İsmet İnönü’nün serbest bıraktığı (sh.384) masonlar ve alt kuruluşları Rotary ve Lionsların mutlak sömürü ve hakimiyet saltanatını devam ettirmeye yöneliktir.

3 D yöntemi:

“Dinsizlik, Despotiklik ve Devirmecilik” bu aydınlanmacı kılıklı Masonik ve gizli azınlık takımının yegâne sermayeleridir.

Bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar ki:

İslam; ağaçların, hayvanların, kayaların ve toprakların değil, halkımızın, yani kendi insanımızın dini, değeri, şerefi ve birlik iksiridir.

İslam’a düşmanlık, halkımıza düşmanlık demektir. İşte bu yüzden şu Darwinist-Komünist döküntülerinin tamamını toplarsanız bir köy etmeyecektir. Bunun için marjinal bir kesimdir. Hiçbir zaman halkımızla bütünleşememiş, toplum bunlara yüz vermemiştir. Ve bunu bildikleri içindir ki, yani halkın tensibi ve desteği ile bir yere gelme imkân ve ihtimali görmedikleri içindir ki, hep despotik yöntemlerden kaotik süreçlerden ve komitecilik taktiklerinden medet beklemiş, demokrasi ve laikliği sadece bir jelatin kılıf olarak kullana gelmişlerdir.

Bu fırkanın Sabataist ve Pakradun (Yahudi ve Ermeni kökenli) elebaşları ve vicdanlarını kiralamış, kafaları kararmış mason takımı hariç, içlerinde zulme ve zillete karşı duyarlı, Milli kurumlarımız ve çıkarlarımız konusunda tutarlı, sömürü ve emperyalizme karşı onurlu tavırlı insanlarımızın, pek çok haklı ve hayırlı girişimleri, projeleri ve gayretleri de, maalesef bunlar yüzünden boşa gitmekte toplumda rağbet görmemekte, böylece emekleri ve potansiyel güçleri israf edilmektedir. Umarız onlar da bu gerçekleri görecek ve dürüstlükten uzak ikiyüzlü masonların ekmeğine artık yağ sürmeyeceklerdir.

Hatta bunların dinimize duydukları kinleri ve dindar halkımızı rencide etmeleri, toplumu AKP gibi kapitalist kargaların ve din istismarcıların tuzağına itmektedir.

İlhan Arsel Dinsizine Sahip Çıkılıyordu?

14 Şubat 2010 tarihli Aydınlık ise:

“Yağmur duasına çıkmış insanlarımız bu feza çağında hala doğaüstü güçlerden medet uman ve teknolojinin nimetlerinden kendi gayretleriyle yararlanacak yerde, her şey için göklere yalvaran hali sizleri düşündürecek ve kuşkusuz üzecektir.” Sözleriyle Allah’a ve maneviyata inanmadığını ve İslam düşmanlığını açığa vuran; bazı sapık ve saldırgan kitapları, bizzat Cumhuriyet mahkemelerince “İslam’a ve Müslümanlara hakaret kasıtlı” bulunup mahkum edilerek toplatılan; “Şeriattan Kıssalar” kitabındaki çarpıtma ve iftiraları tarafımızdan tek tek tespit edilip ortaya konulan; Arabca yol, yöntem, kural anlamındaki “Şeriat” kavramının, “şerait-şartlar” kelimesinden türediğini söyleyecek kadar cehaletini ve kötü niyetini kusan İlhan Arseli, “Türkiyenin aydınlanmasına ömrünü verdi” diye reklam ediyordu… Bunun Türkçesi: Türk halkının dinsizleşmesi için çırpınıyordu!…

1921’de İstanbul’da bir sabataist (gizli Yahudi) ailenin çocuğu olarak doğan, Ankara Hukuk Fakültesinden sonra İsviçre’de doktora yapan, Türkiye’yi sağ-sol kavgasıyla parçalanma aşamasına taşıyan 27 Mayıs Anayasasını hazırlayanlara katılan, 1966’da Cevdet Sunay tarafından Kontenjan Senatörlüğüne atanan, 1971’de, Yahudi Lobilerinin ve ABD’nin güdümündeki Türkiye gibi gizli sömürge ülkelerine, siyonizmin kontrolünden çıkamayacak anayasalar hazırlayan Newyorktaki “Inter-University Associate” kurumuna danışman araştırmacı olarak çalışmaya başlayan ve haklı olarak “ikinci salman Ruştü” lakabı takılan bu adam Amerika’nın Florida eyaletinde ve Yahudi akrabalarının yanında bu dünyadan ayrılıyordu.

İlhan Arsel’in:

Bana öyle geliyor ki, biz öğretim üyeleri, çoğumuz yetersiz ve bilgisiz; dahası ORTAÇAĞ ÜNİVERSİTELERİNDE HADEMELİK BİLE YAPAMAYACAK KERTEDE KİMSELERİZ!..” itirafları, aynen kendisine uyuyordu ve özünü anlatıyordu.

Bu tiplere Aydınlıkçıların hayranlığı ve taraftarlığı ise herhalde:

  1. Ortak yönleri olan İslam düşmanlığından
  2. Ve tabi bazılarının da, Sabataist (gizli Yahudi) ve PAKRADUN (Yahudi kökenli Kripto Ermeni) yakınlığından kaynaklanıyordu…
  3. Ya da, Müslüman halkımızdan tamamen kopan ve şeytan gibi dinden korkan bazı komünist ve Şamanist artıklarının, ülkemizdeki bir avuç dinsizi yanlarına çekme çabası gibi görülüyordu.

Ne o, siz Yüce Dinimize ve Mümin milletimize küfredenleri övüp kutsarken ve bunlar üzerinden gizli kininizi kusarken, bu sözlerimiz çok mu zorunuza gidiyordu?

Hayret, nice Salan Rüştüler ve İlhan Arsel’ler, bütün şeytani hınç ve hırslarıyla saldırdıkları halde, kendileri kelaynak leylekleri ve dinozor fosilleri gibi azalıp müzeye kaldırılırken, İslam; ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde daha bir güçleniyor ve gürleşiyordu…

Acaba Salman Rüştüler mi, çok bilgisiz, beceriksiz ve bereketsiz insanlardı?

Yoksa İslam ve Kur’an mı , kesinlikle gerekli, geçerli ve gerçekçi bir hakikat ve ihtiyaçtı?

Bunun yanıtını da okurlarımıza bırakmak gerekiyordu…

Zavallılar açıkça çelişkiye düşüyor ve gerçekleri çarpıtıyordu..

Bu arada, Meşhur “Misak-ı Milli” sınırlarımızla yani “Bütün Miletçe Kutsal vatan toprağı olarak kabul edilip korunacağına dair yemin edilip anlaşmaya varılan yurt coğrafyamızla” ilgili olarak:

“Misak-ı Milli’nin, Padişahın kontrolündeki İstanbul Meclisi Mebusan’da kabulü

Meclisi Mebusan’ın 22 Ocak 1920 günü yapılan gizli oturumunda, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), konuşmasına şöyle başlamıştır:

“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin bize gönderdikleri Misakı Millî metnini Hüsrev Beyefendi okudular.”

Trabzon Mebusu Hüsrev Gerede, 28 Ağustos 1958’de Tevfik Bıyıklıoğlu’na yolladığı mektupta, Komisyon’un Mustafa Kemal Paşa’dan gelen metni pek az değişiklikle kabul ettiğini belirtir. O sırada Heyeti Temsiliye’nin sekreterliğini ve sözcülüğünü yapan Hüsrev Gerede’nin belirttiğine göre, metin Heyeti Temsiliye’nin bütün üyeleri tarafından imzalanmış ve İstanbul’a götürülmesi için kendisineteslim edilmiştir. Misakı Millî’nin Atatürk’ün kaleminden çıktığına, Hüsrev Gerede’den başka Ali Fuat Cebesoy ve Mazhar Müfit Kansu da tanıktırlar.

Atatürk’ün eliyle yazdığı bu metin, Hüseyin Rauf Bey’in kararıyla Ankara’ya geri gönderilmiştir.”

“Birinci metnin, Meclisi Mebusan’da kabul edilen özgün karar olduğu anlaşılıyor.

Bu metnin ilk maddesi şöyledir:

“Osmanlı Devleti’nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskûn olup, 30 Ekim 1918 tarihli Mütareke’nin yapıldığı sırada, muhasım orduların işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek lazım geleceğinden, belirtilen Mütareke hattı dahil ve haricinde dinen, irfanen, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşılıklı hürmet ve fedâkârlık hissiyatıyla dolu ve ırkî ve toplumsal hakları ile çevre şartlarına tamamıyla riayetkâr Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımların tamamı hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.”

18 Şubat 1920 tarihli, Meclis Reisi’nin ve mebusların imzaladığı özgün belgede, İslamî çoğunluğu birleştiren etkenler, Harp Tarihi Dairesi Başkanlığı’nın yayımladığı kitapta yer alan haliyle, “dinen, irfanen, emelen”, yani “diniyle, irfaniyle, isteğiyle” diye okunmuştur. Ki doğrusu da böyledir. Prof. Dr. Sina Akşin, E. Tümg. Muzaffer Erendil ve Doğu Perinçek bu metni kabul etmekteydi.”

 

Yani Mustafa Kemal’le İstanbul Hükümeti “Misak-ı Milli” hedefinde müşterek hareket etmekte, birbirlerine destek vermekte ve “Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskun bulunan kısımların (vatan topraklarının) tamamının hükmen ve hakikaten hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütün” olduğu belirtilip, özellikle:

“Dinen, irfanen (Kültür bakımından), emelen (ortak milli hedefler açısından)” aynı olan topluluktan bahsedildiği, yani Milletimizi kaynaştıran mayanın ve kimyanın İslam olduğu açıkça ifade edildiği halde,

Prof. Nejay Kaymaz’ın diliyle:

“Osmanlı İslam’ın gittikçe kararan Ortaçağını temsil ediyor. Atatürk onunla bir yere varılmaz, diyor” şeklinde, hem yüce Dinimize, hem Müslüman Milletimize alçakça saldırıp salya akıtmanızın ve kendi yazdıklarınızla bile açıkça çelişkiye düşüp Mustafa Kemal’e iftira atmanızın ve Onun asla söylemedikleri ve işlemedikleri şeyleri: “Kendi kerametinizle onun kalbini ve niyetini okuyup, şöyle yapmak, şu sonuca varmak istiyordu” diye gerçekleri çarpıtmanızın altında neler yatıyordu?

 

 

 

 

 



[1] Bak: Meydan Larousse Cilt 11 s. 343 Yahudi Kültürü Türkçe Yay, Serisi (1) Meydan Larousse Cilt 12  S.230 (Türkiye Yahudileri) Sayfa: 23 Kudüs İbrani Üniversitesi

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx