YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66236308ad84d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 3
Bugün : 7229
Dün : 23989
Bu ay : 483098
Geçen ay : 453014
Toplam : 23262062
IP'niz : 3.133.112.73

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Milli bir duyarlılık ve onurla, insani ve vicdani bir sorumlulukla, çeşitli görüşten aydınlar ve siyaset adamlarımızdan seçkin bir heyetin Beşşar Esad’a: “halkınla barış ve hayırda yarış” teklifi götürmek ve dış güçlerin müdahalesine fırsat ve bahane vermemek üzere gittikleri Suriye ziyaretine, davetli olmamıza rağmen, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep T. Erdoğan’ın, kendisine “işbirlikçi” demişiz gerekçesiyle aleyhimize açtığı ve Milli Çözümü susturmayı amaçladığı üç ayrı mahkeme sorunlarıyla uğraşmak zorunda kaldığımızdan, maalesef katılamamıştık.

Bizler, kardeş Suriye halkının:

  • Çağdaş yaşam standartlarına, inancına ve ihtiyacına duyarlı
  • Temel insan haklarına ve demokratik kurallara saygılı
  • Toplumun huzur, özgürlük ve refahına duyarlı bir sistemin ve yönetimin oluşturulmasını, bu yöndeki reform girişimlerinin inandırıcı ve yatıştırıcı olacak şekilde hızlandırılmasını elbette istiyoruz.
  • Suriye halkının haklı taleplerinin, çok katı ve kan akıtıcı yöntemlerle bastırılmasını asla tasvip etmiyoruz.
  • Ancak, dış güçler tarafından toplumun kışkırtılmasının, bir isyan ve iç savaş çıkartılarak, Suriye’nin işgaline ve BOP çerçevesinde bölünmesine bahane oluşturulmasının da, emperyalist bir tezgâh olduğunu düşünüyor ve AKP iktidarını bu şeytani oyunlara alet olmaması için uyarıyoruz ve halkımızı hukuki yollarla tepki koymağa çağırıyoruz.

Bizler Kur’an’ın:

“Bir kişiyi haksız yere öldüren (veya öldürülmesine izin ve destek veren) kimse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi zalim ve hain sayılır” hükmünü hatırlatıyoruz. Suriye’nin de bir Irak ve Libya gibi olmaması için, halkımıza ve özellikle AKP iktidarına sesleniyoruz:

Haydi diyelim, sizin de desteğinizle: iki milyon masum insanın katledildiği, on binlerce kadının ırzına geçildiği, yüz binlerce çocuğun yetim kalmasına sebebiyet verildiği, ABD’nin Irak vahşetine, resmen ve uluslararası hukuken engel olamazdınız; Ama ey Recep T. Erdoğan ve AKP kurmayları, siz Türkiye olarak izin ve onay vermeseydiniz, NATO Libya’ya saldıramayacaktı. Batılı kaynaklara göre tam 27 bin masum insan katliama uğramayacaktı. Amerika isteseydi, Bin Ladin gibi, Kaddafi’yi de birkaç saat içinde saklandığı yerden çıkaracak ve Libya’dan uzaklaştıracaktı. Ama öyle yapmadı. El altından hem isyancıları, hem Kaddafi yanlılarını silahlandırıp kışkırttı. Yoğun hava saldırıları sonucu Libya’nın tüm savunma mekanizmaları, Hava alanları, Limanları gemileri, uçakları bombalanıp hurdaya çıkarıldı. Tüm sanayi tesisleri ve fabrikalarına hücum edilip yakıldı. Önemli kentler viraneye çevrildi ve binalar yıkıldı. Çünkü Amerikalı ve Avrupalı, çoğu Yahudi sermayeleri silah şirketleri, Yeni Libya’ya 30 yıl boyunca yeni silahlarını satacaklardı. Büyük Siyonist firmalar, Libya’nın yıllar sürecek yeniden imarı için inşaat ihaleleri kapacak ve malzemelerini pazarlayacaklardı.

Ve zaten ajansların bildirdiğine göre, Libya’nın petrol ve doğalgaz yataklarını korumak üzere, bu ülkeye “Batılı Barış Gücü” göndermek üzere hazırlıklar yapılmaktaydı. Hatta Fransa Libya petrolünün yüzde otuzunun kendilerine verilmesi konusunda anlaştıklarını açıklamıştı.

İşte bütün bu barbarlıkların ve yağmacılıkların kılıfı olarak demokratikleşme konulmaktaydı. Rahmetli Erbakan Hoca’nın: “Arap Baharı dedikleri, iyice yıpranan ve nefret duyulan eskimiş kadrolarını değiştirmek üzere, Siyonizm’in BOP çerçevesindeki yeni bir operasyonudur” tespitleri ne kadar haklıydı..

Ey Türkiye’miz dâhil, 27 İslam ülkesinin resmen olmasa da fiilen parçalanmasını hedefleyen BOP projesinin kâhyaları ve boşbakanları! Bir yıl önce kucaklaşıp ellerinden madalya alırken Kaddafi ve Beşşar Esad halim selimdi de, birdenbire mi hain olmuşlardı? O gün âlim saydıklarınıza, şimdi zalim muamelesi yapmak; nasıl bir karakter ve kafa yapısıydı?

Ey halkım, uyanın artık; bunların ülkemizde de, sivilleşme dedikleri sadece silikleşme; demokratikleşme dedikleri sadece bütün değerlerimizin dejenere edilmesi olmaktaydı.

Şimdi bütün bu gerçeklere ve gelişmelere rağmen hala kalkıp, AKP’nin Milli Görüşün devamı olduğunu, Recep Erdoğan’ın Erbakan’ın adamı olduğunu ve AKP iktidarının “Milli Güçlerin hizmet ve hedefinde bulunduğunu” iddia etmek, akla ziyandır, vicdana aykırıdır. Bu tür isnatlar, AKP’nin ve Batılı güçlerin zulümlerini Erbakan’ın sırtına yıkmak; Erdoğan’ı aklamak pahasına kendi imanını karartmaktır. Bu iddialar Muhterem Hocamızın 2007 Ağustos’unda Altınoluk’taki Cuma sohbetinde söylediği:

“Bu AKP’liler Milli Görüş gömleğini çıkarıp şahsiyetsiz duruma dönüştüler ve Siyonizm’in işbirlikçisi haline geldiler” sözünü yalanlamaktır.

Bu nedenle, kendi kuruntu ve kurgularıyla Kur’ani kuralları harmanlayarak, yani buğdayla samanı karıştırarak; doğrularla yanlışları yamayarak yapılan yorumlar ve AKP’yi Erbakan’ın devamı gösteren yaklaşımlar, sadece kuru bir zandır ve Erbakan’a iftiradır.

Aşağıdaki yazı da, işte böyle kaleme alınmış ve kendi tahmin ve tahayyülleri hakikatmiş gibi anlatılmıştır. Elbette, AKP’nin sinsi ve tehlikeli tahribat girişimlerine stratejik bir sabırla fırsat verip, son bir manipüle ve manevra ile bunları Milli hedeflere yönlendirecek DERİN BİR YAPI mutlaka vardır, her şey kontrol altındadır; ama işbirlikçilerin hidayetleri çoktan kararmıştır.

“Millî derin devlet desteği ile Başbakan Özal ANAP iktidarında 12 Eylül 1980 darbe yönetiminin de desteğine sahip oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinden pek fazla etkilenmedi. Bu sayede Necdet Öztorun ile Necdet Torumtay olaylarını Cumhurbaşkanı Kenan Evren desteği ile halledip atlattı.

Konuya ilişkin internetten şu açıklayıcı bilgiyi aktaralım: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun, 30 Ağustos 1987 tarihinde normal şartlarda aynı anda emekli olmak zorundaydılar. Teamüllere göre Orgeneral Necip Torumtay bu göreve getirilecekti. Üruğ, bir an önce yerini Öztorun’a bırakmak için Haziran ayının ilk haftası emekli olmak istediğini bildirdi. Bakanlar Kurulu kararı olmadan ve askerî şûraya götürülmeden yapılan bu girişim üzerine dönemin Başbakanı Turgut Özal, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in de olurunu alarak iki generali de görevden aldı.

Şunu da ilave edelim ki; yıllık iznine ayrılan Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ koltuğunu vekil olarak Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun’a teslim ettiği halde fiilen işgal ettiği makamdan emekli edilerek uzaklaştırıldı! Yerine getirilen Necdet Torumtay Başbakan Özal’a uyum sağlamadı, o da istifa etmek zorunda kaldı.

Ergenekoncuların 27 Mayıs’ı sahiplenip 12 Mart ve 12 Eylül’ü tu kaka etmelerinin nedeni de her iki sürecin millî derin devlet kontrolünde yönetilmiş olmasıdır.

Aslında 12 Eylül 1980 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası ile millî derin devlet kontrolüne giren Türkiye’nin yeniden Ergenekon derin devleti kontrolüne girmesini sağlamak amacıyla planlandı. Ecevit’in Kontrgerilla diye nitelediği ve NATO’ya şikâyet ettiği ordu içerisindeki oluşum aslında sözünü ettiğimiz millî derin devletten başka bir şey değildir. Sonradan NATO ve Gladyo ile ilintilendirilerek gayri milli gösterilmek istendi. Oysa Kontrgerilla eğer NATO tarafından oluşturulsa idi Ecevit ne diye karşı çıksın? Ecevit’in NATO ile ne alıp veremeyeceği olabilirdi ki…

İşte Erbakan 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 Darbesi sürecinden beri menfi nitelemesi ile ifade ettiği Siyonist sermaye, işbirlikçi medya ve etkisindeki siyaset ile zaten şiddetli mücadele içerisindeydi; millî derin devlet desteğine sahip olduğu için de Millî Görüş’ün kökü kazınamıyordu.

Önce Türkiye’nin gelmiş geçmiş en zorlu basın baronu Erol Simavi “hürriyetim” dediği Hürriyet Gazetesini satıp ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. Bunun için Turgut Özal İngiltere’den getirttiği Kıbrıslı iş adamı Asil Nadir’e bir düzine gazete aldırttı ama o bu işi beceremedi, hepsini batırdı.

Bunun için tek çare çiviyi çivi ile sökme yöntemiydi. İzmir’de bölgesel Yeni Asır Gazetesini çıkartan ve Erol Simavi gibi Selanikli bir Sabetayist göçmen ailenin çocuğu olan Dinç Bilgin İstanbul’a getirildi emrine astronomik miktarda paralar verilerek Sabah Gazetesi ve ATV grubu kurduruldu. Ondan önce de bir ara Güneri Civaoğlu’na Güneş Gazetesi kurdurulup birinci gazete yapıldı. Ama sahibi konumundaki Çavuşoğlu ailesi ile davalık olunca o iş yürümedi.

Başbakan Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile Türkiye’nin ilk özel televizyonu Star’ı kuran Uzan Grubu da kısa sürede bir medya ve ekonomi imparatorluğuna dönüştü. Böylece Haldun ve Erol Simavi kardeşlere tahsis edilen basın tekeli başka Sabetayist aileler tarafından da paylaşıldı. Bu yüzden daha önce aralarında yaşanan kırgınlık ve gücenikliklerin yerini hırçın bir rekabet aldı.

Dinç Bilgin Erol Simavi’den boşalan medya baronu tahtına oturmak istiyor, bunun için de kendisini desteklemiş olan millî derin devlet gölgesinden çıkmaya çalışıyordu. Bu yüzden 28 Şubat süreci tam bir fırsat oluşturdu.

Dinç Bilgin ile Erol Simavi’nin Hürriyet’ini satın alan Aydın Doğan’la birlikte 28 Şubat post modern darbe sürecini hararetle desteklediler. Yine ABD’den yapılan bu darbe planına göre henüz göverip palazlanmaya başlayan yeşil sermaye batırılacak, Millî Görüş’ün bu kez iyice kökü kazınacaktı. Böylece milli sermaye, milli medya, milli siyaset gün ışığına çıkmadan boğulacak ve gömülecekti.

Ancak böyle olmadı. Tıpkı 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi gibi 28 Şubat post modern darbe süreci de çok geçmeden millî derin devlet kontrolüne girdi ve de kısa sürede tersyüz edildi.

Millî derin devlet tarafından oluşturulup desteklenen yeşil sermaye aslında yem olarak kullanıldı. Asıl, Ecevit Başbakanlığında oluşturulan DSP-MHP-ANAP iktidarında çıkartılan ekonomik krizle dış güdümlü menfi sermayeye ait 22 Banka batırıldı. Dinç Bilgin’in de bankası batırılarak medya grubu elinden alındı ve üstelik de hortumcu diye içeri tıkıldı. Sonunda kendi ifadesi ile geçiminden aciz kaldığı için kızının evine sığınmak zorunda bırakıldı.

Bu kriz sürecinde Erbakan Başbakanlığında kurulan 54. Hükümetin ekonomik başarıları fark edilip Millî Görüş’ün borsası yeniden yükselmeye başladı. Ancak bu kez Millî Görüş içerisinde operasyon başlatıldı. Talat Halman’ın Milliyet Gazetesindeki köşesinde bildirdiği gibi Millî Görüş bölünecekti…

Erbakan bölünmenin kaçınılmaz olduğunu, başında kavak yelleri esen Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarının söz dinlemeyeceğini görüyordu. Bu yüzden süreci millî derin devlet desteğinde yürüttü. Millî Görüş’ün tam ortasından bölünüp ANAP ve DYP gibi iki düşman kardeş parti halinde Meclis’e girmelerini ve vuruşarak tükenmelerini istemiyordu.

Bunun için de Saadet Partisi’nin başına Recai Kutan gibi siyasi bakımdan adamakıllı bön, ak saçlı birini getirip olabildiğince küçük tutarak; yalnızca AKP’nin Meclis’e girmesini, mümkünse tek başına iktidar olmasını temin edecek önlemleri aldı.

Hatta Erbakan’a “Saadet Partisi Genel Başkanlığına beni getirirsen AKP’ye gitmem” diyen Bülent Arınç gözleri yaşlı arkasına bakarak ayrılıp gitti!

AKP dış güçlerden ve onların içerideki uzantılarından destek alarak Millî Görüş borsasının yeniden yükselişe geçtiği bir dönemde kuruldu ve tek başına iktidar oldu. Bu ilk kez Erbakan’ın karşılaştığı bir durum değildi. Daha önce de Turgut ve Korkut Özal kardeşler yine bir askeri darbe sürecinde Millî Görüş tabanı ve kadrolarını sermaye yaparak 4 eğilimi birleştirme projesi ile ANAP’ı kurarak tek başına iktidar olmuşlar ve Refah Partisi oylarını % 3’e düşürmüşlerdi.

Erbakan millî derin devlet aracılığıyla 12 Eylül darbe yönetimini kontrolüne alarak ANAP iktidarına ülkeye büyük hizmetler yaptırmıştı. AKP iktidarını da bu şekilde ülkeye hizmet ettirecekti. Nitekim de öyle oldu.

Tayip Erdoğan’ın milletvekilliğine izin verilmedi; AKP tek başına iktidar olmuştu ama genel başkanı milletvekili değildi. Bu yüzden hükümeti Abdullah Gül kurdu. Bu arada Tayip Erdoğan Avrupa Birliği başkentlerinde ve Washington’da devlet başkanları protokolü ile kırmızı halılar üzerinde karşılanıp uğurlanıyordu. Uzun süre bu ülkeler arasında mekik dokuyan Tayip Erdoğan’ın giderek umutları tükenmeye, yıldızı sönmeye başlarken, Başbakan olarak karizma yapan Abdullah Gül’ün yıldızı parlamaya başlamıştı.

Recep Tayip Erdoğan dış güçlerden ve onların içerideki uzantılarından ümidini tamamen kesince millî derin devlet kendisine sahip çıktı ve Siirt formülü ile milletvekili seçtirip Başbakanlığa getirdi.

Ondan sonra durumu bir süre izleyen dış güçler ve içerideki uzantıları artık adamakıllı millî derin devlet kontrolüne girdiğini tespit edince bu kez Turgut Özal ve ANAP iktidarına karşı yürütülen karalama kampanyalarını ve suikast girişimlerini Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı karşısında başlattılar.

Ancak bu süreçte millî derin devlet AKP iktidarı üzerinden Merkez Bankası’nı, Çankaya Köşkü’nü, YÖK’ü, üniversiteleri, askeri ve sivil bürokrasiyi, yargıyı ele geçirerek sistemi bütünüyle kontrolüne geçirdi. Böylece dış güdümden kurtarılan ve millileştirilen menfi sermaye, medya, siyaset müspet hale getirildi.

Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının birlikte iktidara rest çekip istifa etmeleri Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi olmaya adayken birkaç saat içerisinde çok kolay çözülüp halledilebildiyse eğer; bu müspet sermaye, müspet medya, müspet siyaset üçlüsü sayesinde mümkün oldu.

CHP’nin bu kriz karşısındaki tutumu tamamen müspet ve ülke yararına olmuştur. MHP keza krizin çözümünde asla olumsuz bir yaklaşım sergilemeyerek olabildiğince müspet davranmıştır. Hatta BDP de Abdullah Öcalan ile birlikte müspet bir siyaset izlemeye çalışırken dış güdümlü Kandil yönetimi tarafından etkisizleştirilmek isteniyor.

Ancak bu da terörün toplumsal bir tabandan mahrum kalıp bölücü faktör olmaktan çıkmasına yol açacaktır. Çünkü terör toplumsal taban bulamadan asla Türkiye’yi bölemez. Toplumsal desteği olan ise İmralı ve BDP’dir, Kandil’in hiçbir tabanı yok.

Türkiye bu duruma kendiliğinden gelmediği gibi yalnız AKP iktidarı döneminde de gelmiş değildir. Bu, Erbakan’ın 40 yıl yürüttüğü Millî Görüş mücadele süreci sonunda gelinen bir durumdur. Millî Görüş mücadelesi Erbakan’ın kurduğu sadece 5 tane siyasi parti ile yürütülmedi. Aynı zamanda Erbakan’ın kurup yönettiği millî derin devlet yapılanması ile de bu mücadele çeşitli şekillerde ve değişik yöntemlerle desteklendi.

  • Erbakan son döneminde millî derin devlet mekanizmasını kendisi olmadan da işleyebilir duruma getirerek Türkiye’yi Millî Görüş hedefleri doğrultusunda geri dönülmez noktada bırakıp öyle hayata veda etti.

Ancak Erbakan millî derin devlet aracılığıyla kontrol edip yönettiği ANAP ve AKP iktidarlarına asla resmen sahip çıkmadı; Millî Görüş’ün tek temsilcisi dediği Saadet Partisi Genel başkanı olarak son nefesini verdi. Hiç şüphesiz ki bunun çok büyük bir anlamı vardır.

Bunun anlamı şudur: Dün ANAP iktidarı ülkeye büyük hizmetler yaptı. Bugün ise AKP iktidarı yine büyük hizmetler yapıyor. Ancak bir ülkeye hizmet sürgit göz kararı ve el yordamı ile yapılamaz. Bir sistemin kurulması ve öyle hizmetlerin yürütülmesi gerekir. Oysa ne ANAP ve ne de AKP böyle bir sisteme sahip oldu. ANAP bu yüzden dağıldığı gibi AKP de bu nedenle önünde sonunda dağılır.

Çünkü kurumsal oluşumu ve yapılanması bir sistem partisi olmaya ya da bir sistem kurmaya uygun değildir. Turgut Özal sonrası ANAP gibi Tayip Erdoğan sonrası AKP de ister istemez dağılacaktır.

  • Ancak Millî Görüş’ün tek temsilcisi Saadet Partisi Adil Düzen sistemini kurup iktidar yapmaya aday parti olarak büyük bir gelecek vaat etmektedir.

Erbakan sağlığında Saadet Partisi’nin başına Numan Kurtulmuş’un getirilmesine fırsat verip sonra ebedi olarak Millî Görüş’ten tasfiye etti. Böylece büyük ve kesin bir tehlikeden kurtardı.

Şu anda Saadet Partisi’nin başında Millî Görüş’ten pek anlamayan Prof. Dr. Mustafa Kamalak var. Oğuzhan Asiltürk ise onun üzerinden Başta Saadet Partisi, Millî Görüş kuruluşlarını kontrolü altına alıp başına karanlık odanın hazırladığı bir yönetimi getirmeye çalışıyor. Bu asla mümkün değildir, başaramaz.

Kaldı ki Erbakan’ın ülke yönetimini teslim ettiği millî derin devlet mekanizması Saadet Partisi’nin başka ellere geçmesine asla izin vermez. Nitekim Numan Kurtulmuş da Saadet Partisi teşkilatı desteği ile değil, yargı sayesinde tasfiye edilebildi. Yargıya o kararları, millî derin devlet mekanizması olmasa kim aldırabilirdi?

Ey Millî Görüşçüler; istikbal sizindir, Saadet Partisi’ne sahip çıkın. Nasıl ki Hz. Muhammed (SAS) sonrası çıkan ihtilaflar İslam’ın önünü kesmek yerine aksine parlayarak hızla yayılmasına yol açtı ise; Millî Görüş de Erbakan’dan sonra içeride ve dışarıda kurduğu mekanizmalar sayesinde çok kısa sürede Türkiye ve dünyaya hâkim olacaktır.

Bu Allah’ın vaadidir, Allah vaadinden caymaz!

İnanıyorsanız en üstün sizsiniz… Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.”[1]

Bu yazıda yanlışlığı açıkça sırıtan şu beş noktaya dikkat çekelim:

1-  Zan ve iddia edildiği gibi Erbakan sonrası kongrede, SP sadık ve sağlam kadroların değil, tamamen Oğuzhan Asiltürk’ün kuklası insanların eline geçmiş durumdaydı.

2-  Meşhur iki Necdet Paşayı devre dışı bırakıp Necip Torumtay’ın Genel Kurmay Başkanlığı yolunu açan da Turgut Özal’dı. Rahmetli Torumtay emekli olduktan sonra yazdığı kitapta istifa nedenini açıklarken:

“Türk ordusunu Kuzey Irak bataklığına sokmaya çalışanlar, Milli çıkarlarımızın değil dış odakların (yani Amerika’nın) hesaplarına hizmet edildiğinin farkında olmalıydı” ifadelerini kullanmıştı.

Burada şu tarihi gerçeğin hatırlanması lazımdı.

Mustafa Kemal, çözümü Siyonist Yahudi güdümlü Cemiyeti Akvam’a (Birleşmiş Milletlere) havale edilen ve Türkiye’den koparılması hedeflenen Musul ve Kerkük’te fiili bir durum oluşturmak ve elimizi güçlü kılmak için, Kazım Karabekir Paşa’ya yeterli bir askeri harekâtla bu bölgeye girmesini emretmiş, ancak hala anlaşılamayan bahanelerle, Kazım Karabekir bu emri yerine getirmekten kaçınıp, ordudan istifa ederek Meclise kapağı atmış ve Atatürk’e muhalefet başlatmıştı.

Şimdi soruyoruz:

Musul ve Kerkük’e (yani Kuzey Irak’a) girip kontrol altına almak Milli ve anti Siyonist bir hedefse, niye Atatürk’e hain ve Süfyan muamelesi yapılmaktadır?

Yok, eğer bu girişim emperyalizme hizmet ise, niye Turgut Özal kahraman sayılmaktadır? Kaldı ki sadece dönemin GKB. Necip Torumtay değil, Özal’ın kendi eliyle partinin başına getirip Başbakan yaptığı Yıldırım Akbulut ve Bakanları da bu harekâta karşıydı.

3-   Erbakan Hoca’nın da defalarca vurguladığı gibi, Türkiye’nin Irak işgaline ve batının vahşetine ortak olması, sadece emperyalizmin (Yahudi ve Hıristiyan zalimlerin) işine yarayacaktı.

4-  Bütün İslam âlimleri ve Kur’an müfessirleri aşağıdaki ayetten şu hükümleri çıkarmaktadır:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve yönetici tutmayın (onların velayet ve himayesine sığınmayın)! Zira, onlar, biribirinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost ittihaz ederse, o kimse de onların (sınıfında ve safında sayılır). Şüphesiz Allahu Teala, (Yahudi ve Hıristiyanları dost edinen) zalimleri asla hidayete ulaştırmayacaktır.”[2]

Yani: “Ey müminler! Sakın ha, Yahudi ve Hıristiyanları:

a-   Din ve inanç noktasında onları dost tutmayın; makbul ve meşru oldukları yönündeki yalanlara kanmayın.

b-   Savaşlarda onlara yardımcı olmayın ve onlara arka çıkmayın. Zulüm ve tahribatlarına taşeronluk etmeye kalkışmayın.

c-   Onların batıl kural ve kurumlarına, bozuk örf, adet ve ahlaklarına uymayın.

d-   Onları veliyyü’l umûr, yönetici ve karar verici yapmayın, onların şeytani plan ve projelerinde görev almayın.

e-   Onlara ta’zimde ve medhu senada bulunmayın.

f-    Onları kalben sevmeyin ve asla güven duymayın.

g-   Dünyevi ve uhrevi muamelatta onları sırdaş ve yoldaş saymayın diyalog kılıfıyla Siyonist Yahudileri ve Hıristiyan emperyalistleri meşrulaştırmayın muhterem ve muteber konuma taşımayın..

h-   Onları cizye vasıtasıyla devamlı zillet içerisinde bırakın; size karşı şevket ve kuvvet sahibi olmalarına fırsat tanımayın.

Irak işgalini ve Barbar Batılıların BOP çerçevesinde diğer İslam ülkelerine müdahalesini “21. Haçlı seferi ve Siyonizm’in dünyaya hâkimiyet hedefi” olarak niteleyen Erbakan Hoca’yı böyle bir vebalin perde arkası müsebbibi ve işbirlikçisi göstermek, şeytanı bile şaşırtan bir iddiadır.

Kendi ülkelerini hedef haline getireceği ve büyük risklere iteceği için Belçika gibi batılı devletlerin bile kabul etmediği “Füze savunma sistemlerinin” Türkiye’ye konuşlanacağını Dışişleri yetkilileri artık resmen açıklamış bulunmaktaydı. Bu sistem aslında İsrail’i korumak amaçlı bir ABD-NATO planıydı. Son zamanlarda İsrail’e karşı horozlanmaların da, aslında halkımızın havasını almaya ve İran’ı hedef alan bu füze savunma sistemine karşı tepkileri bastırmaya yönelik bir tiyatro olduğu sırıtmaktaydı.

5- Bir yandan:

İşte, Millî Görüş mücadelesini ta baştan itibaren Dünya Siyonizm’i ile mücadeleye ve İsrail ile savaşa yönelik dizayn eden Erbakan’ın gençliğinden itibaren siyasete kazandırıp yetiştirdiği Başbakan Erdoğan bugün dünyanın tek süper gücü olan ABD merkezinde İsrail ile gerekirse savaşırız diye meydan okuyor! Erbakan’ın Dünya Siyonizm’i, İsrail ve içerideki uzantısı hile rejimi ve köle düzeni karşısında hiç istisnasız hep düşeş attığını şimdi çok daha net görüyoruz. Bu kesinlikle tam bir mucizedir! Erbakan’ın hayatta iken talebelerini yönetimine getirdiği Türkiye’nin İsrail ile kaçınılmaz hale gelen savaşı kazanacağından şüphe edilmemelidir. Şüphe edenlerin aklına şaşmak gerekir.” “Eğer Başbakan Erdoğan hem de ABD’de yaptığı konuşmada açıkça İsrail ile gerekirse savaşırız diyorsa bunun nedeni Filistin ya da Gazze olabilir mi; bu olacak şey midir? Arap ülkeleri sessiz sedasız seyirci kalırken, hatta bizzat Filistin yönetimi topraklarının tamamına yakınını işgal altında tutan İsrail ile barış yapmaya can atarken, Türkiye’nin Gazze yüzünden bir savaşı göze almasının makul ve mantıklı bir yanı var mı?” “Zaten Başbakan ağzından ABD’de yapılan açıklamada İsrail ile gerekirse savaşırız açıklaması savaşı başlatmaktan çok farklı değildir. Aslında açıklama savaş sürecine girildiğinin bir ifadesi olarak algılanmak durumundadır. Günümüz dünyasında Türkiye gibi bir ülkenin üstelik de İsrail gibi bir devlete en yetkili ağızdan gerekirse savaşırız açıklaması yapması hiçbir şekilde hafife alınabilecek bir durum değildir. Bu saatten sonra Türkiye ve İsrail artık savaşmak zorundadırlar, buna tamamen mahkûmdurlar.”[3]

“Erbakan’ın Millî Görüş hareketinin daha ilk gününde deklare ettiği, hayali bile zor hedeflerin büyük bir kısmı şu anda gerçekleşmiş bulunuyor. Erbakan’ın geride bıraktığı Türkiye, talebelerinin elinde bölgenin lideri bir küresel güç haline gelmiş durumdadır. Hep yardım alan, Lüksemburg gibi bir kıytırık ülkeden 1 milyon $ borç isterken kapılardan kovulan Türkiye, şimdi 1 milyar $ dış yardım yapan bir ülke haline geldi. Erbakan’ın siyasete kazandırıp yetiştirdiği talebelerinden biri Cumhurbaşkanı olarak Almanya’ya yaptığı ziyarette Avrupa Birliği’ne meydan okurken… Aynı günlerde bir diğeri de Başbakan olarak ABD’ye yaptığı ziyarette gerekirse İsrail ile savaşırız diye meydan okudu… Henüz resmen ilan edilmiş olmasa bile İslam Birliği fiilen Türkiye liderliğinde şekillenmekte, İslam Âlemi İstanbul’a müstakbel dünya başkenti gözüyle bakmaktadır. Dünyanın tek süper gücü ABD küresel ekonomik kriz nedeniyle sarsılırken dağılan SSCB’nin akıbetine doğru sürüklenmektedir.”[4]

diye övüp Recep T. Erdoğan’ı göklere çıkaran ve “İsrail’e savaş açan Milli Kahraman” diye alkışlayan gafiller, hemen bunların ardından da:

“Bütün başarıları Millî Görüş hesabına geçmesine rağmen Millî Görüş’ü temsil etme kabiliyetinde olmayan AKP iktidarının temsilcileri de, Erbakan’ın bıraktığı iman hakikatleri sancağını taşıyacak ve yeni burçlara dikecek bir lider çıkartamazlar. Çıplak gözle görülebildiği kadarıyla Saadet Partisi yönetimi ve AKP iktidarı temsilcileri içerisinde, Bediüzzaman Hazretleri ve Erbakan çizgisinde iman ve İslam hakikatlerini dava edebilecek bir lider görülmemektedir.”

diyecek kadar akli bir şaşkınlık ve ruhi perişanlık içerisinde bocalamaktadır. Öyle ya, madem Erbakan’ın İslam Birliği AKP’nin önderliğinde gerçekleşecekse ve Başbakan İsrail’e savaş açıp dize getirecekse, o zaman beklenen Kahraman Liderin Sn. Recep T. Erdoğan olması lazımdır. Buna rağmen kalkıp: “AKP iktidarının temsilcileri de, Erbakan’ın bıraktığı iman hakikatleri sancağını taşıyacak ve yeni burçlara dikecek bir lider çıkaramazlar” demek, çelişki içindeki tutarsızlığın ve kendi zan ve kuruntularını hakikat sanmanın açık bir saçmalığıdır.

Bir yazılarında: “Bu tespitleri, ancak Milli Görüş’ün yeni ve gizli lideri yapabilir” diye hayret ve hayranlıklarını dile getirdikleri Sn. Sadrettin Karaduman, bakınız Elazizcilerin aksine AKP’lilerin gerçek mahiyetini şöyle ortaya koymaktadır:[5]

“Şu hale bakın (!) ömrü kurulu düzene muhalefetle geçmiş koca adamlar, değiştirmek için yola çıktığı düzenle şimdi uyum içinde ve işleri tıkırındadır. Geçmişte Dünya’ya nizamat vermekten dem vuranlar, şimdi bozuk sisteme entegre olmuş durumdadır. Önce “liberal demokrasi” dediler, şimdi de “laiklik” havarisi gibi davranılmaktadır. Efendim devletin dini olmazmış… mış, insanların dini olurmuş… muş, Bu da adamları kesmemiş, (Siyonizme köleleşmenin kılıfı olan) küreselleşmenin faydalarını anlatırken ağzından bal damlamaktadır.. -Bu dönemde ne kadar da çok yabancı market açıldı- serzenişine karşılık ise; sende git Amerika’ya aç, seni tutan mı var? diye çıkışmaktadır. Bu söylediğinin pratik karşılığı var mı, yok mu orasını hiç düşünmüyor. Şu ana kadar bizden kaç kişi gidip ABD veya AB ülkelerine AVM açtı? Bunların yanıtını vermiyor. Ama sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesince imarı onaylanan ve her biri ortalama 50 ile 100 bin m²yi bulan 50’den fazla AVM’nin tamamına yakınının yabancılara ait olduğunu özenle gizliyor. Yani anlayacağınız bu iş “dünün mücahidi bugünün müteahhidi” deyimini de aşıp geçti, o şimdi küresel pazarlarda (ve Siyonist odakların avucundaki bölge lideri pozlarında M.Ç.) dolaşıyor.”



[1] www.elaziz.com / İşte “Müspet” Siyaset / 10 Ağustos 2011

[2] Maide: 51

[3] El-aziz. Türkiye İsrail’i Köşeye Sıkıştırdıkça

[4] El-aziz. Editör. Dava mı; Lider mi?

[5] Bak: 18 Ekim 2011. Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx