YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
68525b3a9a082
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 5 8 7
Bugün : 2041
Dün : 42338
Bu ay : 858124
Geçen ay : 1488216
Toplam : 38125797
IP'niz : 18.97.14.87

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Yahudi kökenli, kendilerine “Bilu” grubu denen fanatik Rus gençlerinin, 1882 yılında Filistin’e gidip, örnek ve öncü Yahudi köyleri kurmalarıyla fiziki temeli atılan… Ama fikri temelleri yüzyıllar öncesi kabalist öğretilere dayanan… Faşist, anarşist, kapitalist ve komünist düşüncelerin hem anası hem kaynaşması olan “Siyonist” İsrail, resmen 1948’de kuruldu… İslam âleminin başına bela olmak üzere kurulan Siyonist İsrail’i ilk tanıyanlardan birisi de Adnan Menderes ve hükümeti oldu.

 

1894 yılında, Filistin’de oluşturulan tarım “kibutz”larında (zirai kooperatif komünleri-yerleşim birimleri) sadece dışarıdan taşınan 3600 Yahudi yaşıyordu…

Sinsi Siyonizm’e siyasi hüviyet ve resmiyet kazandıran T.Herzl’in 1895 yılında yayınladığı  “Yahudi Devleti” adlı kitabı, Siyonizm’in kutsal programı oldu…

T.Herzl 1897 yılında, İsviçre’nin Basel kentinde  ” Siyonist Kongre”sini toplayıp:

  • a- 1.Dünya Savaşını çıkartıp Osmanlı’nın yıkılması ve Gizli Siyon Cumhuriyeti olarak Türkiye’nin kurulması
  • b- 2.Dünya Savaşı’nın çıkarılıp Avrupa ve Rusya’daki Yahudilerin Filistin’e göçe zorlanması ve BM eliyle resmiyet kazandırılması
  • c- Nil’den Fırat’a Arz-ı Mev’ud saydıkları coğrafyaya bütünüyle hâkim olup, Büyük İsrail hedefine ulaşılması, temelinde 100 yılda tamamlanacak, üç aşamalı bir plan açıklarken , “Juda”cıların bile büyük kısmı O’nun bu şeytani program ve propagandalarına karşı çıkıyordu.

Juda; Tahrife uğramış bile olsa, Hz Musa’ya gelen Tevrat öğretilerine bağlı bulunan ve “Ordoks, Muhafazakâr, Reformist ve Liberal” gibi 4 mezhepten oluşan dindar ve dürüst Yahudileri ifade eden bir kavram oluyordu.

Evet, Siyonist İsrail’in temelleri, dindar ve dürüst Yahudilerce değil, çoğu Dinsiz-ateist ve kabalist Yahudiler tarafından atılıyordu.

1967.yılında Mısır, Suriye ve Ürdün’e aniden saldıran İsrail, topraklarını üç kat artırıyordu…

1973’teki Mısır ve Suriye’nin başlattığı harekâtta büyük darbe alan ve Amerika’nın yardımıyla son anda yok olmaktan kurtulan İsrail, diplomatik bir şeytanlıkla Enver Sedat’la anlaşma yapıp, Mısır tarafından resmen tanınmasını sağlıyordu.

Bundan sonra Der-Yasin , Sabra ve Şatilla katliamları gibi soykırımlar ve akıl almaz baskılar uygulayarak , İsrail’in işgalindeki ve çevre ülkelerdeki Filistin halkını göçe zorluyordu.Bu masum ve mazlum insanların evlerini başlarına yıkıyor , ağaçlarını ve ekin tarlalarını yakıyor , içme suyu ve sulama kanallarını kapatıyor , roketler ve füzelerle sefalet kamplarına saldırıp ölüm kusuyor , camilere , okullara , hastanelere bombalar yağdırıyordu !..

Ama Siyonist İsrail şaşkındı… Onlar bir vurdukça, Filistinliler bin diriliyor ve direniyordu… Onlar artık bitirdik zannettikçe Müslümanlar, bilinçleniyor ve bileniyordu.

Asırlar boyu “Mağdur ve mazlum” rolü oynayıp kendilerini acındıran Siyonist İsrail’in bu vahşetleri, bütün dünyada nefretle karşılanıyor ve antisiyonist bir cephe giderek güçleniyordu… İsrail Siyonistleri, kiralık adamları olan ABD ve İngiliz yönetimleri de, Türkiye gibi bazı İslam ülkelerindeki hain işbirlikçileri de, her geçen gün biraz daha yalnızlığa ve sonunu sezmiş olmanın verdiği hırçınlık ve huzursuzluğa yakalanıyordu…

Evet, Siyonist İsrail’in ve bu zalim dünya düzeninin temelleri çatırdamaya çoktan başlamıştır…

İKÖ Başkanlığına bir Türk’ün seçilmesi, İKÖ’de K.Kıbrıs’ın statüsünün yükseltilmesi” gibi gelişmelerin, Türk kamuoyunun gönlünü almaya ve BOP kapsamında AKP’yi daha rahat kullanmaya yönelik, Amerikan girişimleri olduğunu daha önce yazmıştık.

24.Haziran.2004. tarihli Suudi Riyad Gazetesi’nin:

“Türkiye İslam Sahasına Dönüyor!” başlıklı yazısında yer alan: “Türkiye’nin İslam Sahasına, siyasi ve ekonomik sistem ve tercihlerini değiştiripte döndüğünü iddia etmiyoruz… Ancak güçlü yapısı, potansiyel imkânları ve kendisini olumsuz bir kutuptan, olumlu ve onurlu bir kutba yönelmeye iten tabii ve tarihi stratejik coğrafyası gibi etkenlerin zorlamasıyla, yeniden İslam sahasına döndüğünü görüyoruz.

İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliğini, diğer güçlü adaylara rağmen Türk adayının kazanmasını da, Türkiye ile İslam Dünyasının sadece yakınlaştığından değil, aynı zamanda kenetleşip kaynaştığının da bir göstergesi olarak değerlendiriyoruz…

Çünkü ; “Türkiye İslam Dünyasına muhtaç olduğu gibi, İslam Dünyasının da Türkiye’ye muhtaç olduğunu” biliyoruz.

Anlamında ki yorumların, İslam Aleminin Türkiye’yi nerede ve ne şekilde görmek istediğinin samimi bir yansıması saymak ve sevinmek dışında, henüz pratik, politik ve stratejik bir gerçeği ifade ettiğini maalesef söyleyemiyoruz.

Ve hele AKP gibi kuşatılmış kukla bir iktidarla ve beyinleri NATO tuzruhuyla yıkanmış kurmaylarla, olumlu ve onurlu bir değişim ve dönüşümler yaşanabileceğine ihtimal vermiyoruz…

Ancak, hem ülkemizdeki bu kabuk zihniyetlerin çürüdüğüne ve milletten kopuk hükümetin çözüleceğine ve yeni bir Kuvay-ı Milliye devrimiyle Türkiye’nin yeniden dirilip-derlenip tarih sahnesinde boy göstereceğine inanıyoruz ve bekliyoruz…

1897‘de Basel’de akdedilen Yahudilerin I. Siyonizm Kongresi kararları 20. yüzyılın şekillenme programıydı. Kongrede alınan kararlarla, bin senelik İslâm-Hıristiyan çatışması son bulacak, yerine kapitalizm-komünizm çatışması başlayacaktı. Bu oyun 70 yıl oynandı ve milyonlarca insanı katledilmesine yol açıldı. Gorbaçov’un Sovyetleri demokrasiye geçirmesi ile 1991 yılında bu oyun bitti. Bu gelişmeyle sipsivri ortada kalan Siyonizm, ordularından biri olan NATO‘nun karşı takımını kaybetti. NATO bundan sonra kiminle oynayacaktı? 14 yıldır NATO ile oynayacak bir takım aranmaktaydı.

Körfez Savaşı ile bu sorun çözülecekti. Saddam yönetimindeki ateist Irak süper güç yapılacak ve NATO yeniden oyun sahasına çıkacaktı. Ve Saddam Türkiye’ye saldıracaktı. Sinsice planlanan bu oyun işe yaramadı. Yeni tezgâhlar hazırlandı. Önce Yahudilere ait olan ikiz kuleler satıldı, sonra oradaki Yahudi işadamları o gün (11/9) işe çıkmadı. Kuleleri yıkıldı. Dünyada özellikle Müslümanlarterörist” ilân edildi ve bütün dünyada Müslümanlara karşı savaş başlatıldı.

ABD Başkanı Bush, tam askeri metot kullanarak dünyaya meydan okudu; “Ya yanımızdasınız, ya düşmanımızsınız!” dedi. Böylece herkesi korkutup dünyayı Yahudi yönetiminde tek devlet yapacağını sandı. Bu durumda Irak’a asker göndermeyen, onların önerilerini desteklemeyen her devlet ABD ile savaş halinde sayıldı!.. Mesela, Çin ABD’yi istila etse, savaşı meşru olarak yapmış olur, çünkü Amerika dünyaya savaş ilân etmiş durumdadır. Bu durum Irak Savaşı‘nda açıkça ortaya çıktı. Fransa, Almanya, Rusya ve Çin ABD’yi desteklemedi. Yani, ABD’nin ilân ettiği savaşa bazı ülkeler savaşla cevap verdi. Bu gergin hava bir yıl gibi kısa zamanda ABD tehditlerinin fiyaskosu ile neticelendi.

Bu gelişmelerden dolayı akdedilen “NATO İstanbul Zirvesi”nin değişik anlamları vardır:

a-Şimdiye kadar NATO Amerika ordusunun kamufle planıydı. ABD’den sonra NATO’daki en büyük güç Türkiye idi ve kara ordusu olarak ABD’den daha güçlü durumdaydı. NATO Toplantısı’nın Türkiye’de yapılması NATO’yu Amerikan ordusu olmaktan çıkardı. Bu büyük bir gelişme ve yenilikti. b- NATO İstanbul Zirvesi‘ne NATO ülkesi olmayan devletler de çağrıldı ve görüşmelere onlar da katıldı. Bu yeni gelişme NATO’yu uluslararası barış gücü görüntüsünün ötesine götürdü. NATO savunma paktı idi. İsteyen bölge devletleri bu savunma paktında yer alabilecekti. c- ABD’nin dünyayı karşısına alan savaş ilânı da sonuçsuz kalmıştı. Avrupa ile Asya’nın görüşleri ABD lehine değildi. Yani, ABD tehdidi resmen sözde kaldı. Katılmayanlarla savaşmayı da ABD göze alamadı. d- NATO kendisine düşman olarak “anarşi“yi yani “terör“ü seçtiğini söylese de. Asıl hedef İslam’dı ve Müslümanlardı. Bu seçim büyük bir yanlış ve vahim bir hatadır.

Terör olayı eşkıya olayıdır. Tamamen farklı metotlarla ve özel eğitim ve donanımlı birliklerin kullanılmasıyla önlenebilir. NATO ise uluslararası savaşacak biçimde, cephe savaşı yapacak şekilde kurulmuş, ona göre teçhiz edilmiş ve ona gör eğitilmiştir. Dolayısıyla jandarmalık görevini yerine getirmesi mümkün değildir. Hatta millî ordular bile bu işi yapamadıkları için valilerin emrine verilen özel eğitilmiş jandarma kuvvetleri bu hizmeti yapmaktadır. Kentlerde ise bu hizmet jandarma tarafından da yapılamadığı için polis teşkilatı kurulmuştur.

Demek ki, NATO’nun terörü hedef alması çok saçmadır.

NATO’nun asıl hedefi şudur: Ülkelere saldırmak için “terör bahane edilecek” ve böylece dünyada tek devlet oluşturulacaktır. Bu uygulama aynı zamanda terörün varlığının ve yaygınlaşmasının kaynağı olacaktır. Şöyle ki, önce dolarla “terör üretilecek“, sonra “terör bahane edilerek” ülkeler işgale kalkışacaktır.

İlk etapta büyük devletler anlaşacak, küçük devletler böylece dize getirildikten sonra, büyük güçler arasında çıkarılacak III. Dünya Savaşı ile, dünyada Siyonist sermaye devleti fiilen kurulmuş olacaktır.

Bu arada Türkiye’ye biçilen rol şudur: Önce Türkiye’ye jandarmalık yaptırılarak komşu Müslümanlar Türkiye’ye düşman edilecek. Sonra Türkiye’de yıllardır hazırlanan bölücü ve dinci terör olayları bahane edilerek komşulara saldırtılacak, ama karşı tarafa yardım edilerek Türkiye Devleti yıkılacaktır… Şunu unutmayalım ki, sömürü sermayesinin bütün çözümlerinde; Türkiye’nin yıkılıp parçalanması vardır. Bu proje Batı dünyasının ve arkasındaki Siyonist odakların bin yıllık projesidir, şeytani amacıdır. Son bir asırlık hedef ise; sömürü sermayenin kesin hegemonyasıdır. Bu erteleme yapılabilir ama hiçbir zaman terk edilmeyecek bir plandır.

İspanya’da Müslümanların imha edilmesi çok önceden planlanmış, ancak plan 250 sene sonra sonuca ulaşmıştır. Yani, 250 yıl erteleye erteleye sonunda hedeflerine varmışlardır. Planı yapan Yahudilerdi. Yahudilerin İspanya’dan Türkiye’ye tehcir de onların oyunuydu. Halkı Kudüs‘e ve Filistin‘e yaklaştırmak için -daha sonra Hitler’e yaptırdıkları gibi-İspanyalılara zulüm yaptırmışlar, sonra merhamet duygularını istismar ederek Yahudileri İstanbul‘a ve İzmir‘e yerleştirmişlerdir. Aradan 500 yıl geçti. Yahudilerin Türkiye’deki sayıları resmiyette %1’in çok altına düştü, ama hâlâ Türk ekonomisinin %90’ına hâkimdirler. Koçlar, Sabancılar ve benzerleri hep onların ortağıdırlar. Türkiye’deki bütün ayaklanmalar, PKK ve Hizbullah hep onlar tarafından kullanılmaktadır. Bunlardan bütün Yahudilerin haberli olduğu da sanılmamalıdır. Kur’an‘da yazıldığı gibi çok samimi olanlar da vardır.

İsrailoğulları tarihte hep böyle fitnelik yapmışlar ve sonunda daima kaybetmişlerdir. Bugün bütün Avrupa onlara kan kusup kin besliyor. Arabistan‘da artık yoklar. Böyle giderse sonunda Türkiye‘de de kalamayacaklar. Kötü olan, kurunun yanında yaş da yanacaktır. Biz ne yapabiliriz ki? Yaş olanlar kuruları ayıklasınlar. Onlar bize Hazreti Musa‘nın emaneti Ehl-i Kitap kardeşlerimizdir. Asla onlara düşman değiliz. Ama iyi bilsinler ki, onların hatırları için intihar da edemeyiz. Ülkemizden ve ülkülerimizden vazgeçemeyiz…

NATO yeni düşman arayacağına ve İslam’a saldıracağına, “uluslararası deniz ticaretinin güvenliğini sağlayan” gönüllülerden oluşmuş bir koruma teşkilatına dönüşebilir. Karalara karışmamak ve iç denizleri bulandırmamak üzere, süper güç olarak ABD’de uluslar arası denizlerde trafik düzenlemesi yapabilir. Türkiye NATO’dan çıkarak, adil ve asil bir yapılanmaya öncülük edebilir.

Karaların güvenliği ise ortak ordu ile değil, insanlığın oluşturacağı ortak paktlarla korunabilir. Gerektiğinde millî ordular birlikte hareket edebilir. Ulusal ordular dışında, hain merkezlerin güdümündeki ordular dünya barışı için bir tehdittir. Böyle yapılmazsa, Avrupa Birliği başta olmak üzere, bütün NATO ülkelerini dünya çapındaki büyük tehlikeler beklemektedir. Türkiye de maalesef bu tehlikelerin merkezinde bulunmaktadır. Yol yakınken yanlıştan dönülmeli ve şaşkın sömürü sermayesinin oyunları bozulmalıdır.[1]

ABD, Başkan Bush’un 26 Şubat 2002’de dediği gibi ‘Tarihin geri kalanı, bizim tarafımızdan yazılacaktır’ fikrinden hareketle, ‘Dünyayı, Amerika’nın ilke ve çıkarlarına uygun olacak biçimde, yeniden şekillendirmek’ üzere, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ile atağa kalkmıştır.

Çünkü artık ABD’nin Yeni Küresel Savunma Stratejisi’nin esasları, tamamen ortaya çıkmıştır. Bu yeni strateji, bilindiği gibi dünyanın yeni tek kutuplu/Tek patronlu düzeninden kaynaklanıyor… ABD önce, Afganistan’a ve hemen arkasından Irak’a saldırdı. Fakat birinci adımda sendeledi ve ikinci adımda terör çamuruna ‘battı’. Ve o zaman, bu ‘macera’ ya: 1-Hazırlıksız atıldığını, 2-Tek başına altından kalkamayacağını, anladı. Gerçekten de ‘hazırlıksızdı. Oysa her yeni planın, siyasi ve askeri açıdan, yeni bir ‘Yığınaklanma’ya ihtiyacı vardır. Gerekli yığınaklanmayı yapmadan harekete geçerseniz, ‘yarı yolda kalırsınız’. Yanlış farazilere dayanan planlar ise, başarısızlığa mahkûmdur. ABD şimdi, önceden yapması gereken şeyleri, ‘battıktan sonra’ yapmaya kalkışıyor. Büyük Ortadoğu Projesi için siyasi ve askeri ‘Yığınaklanmasını’ sağlamak üzere, -başta değindiğimiz- ‘Yeni Küresel Savunma Stratejisi’ni oluşturmaya çalışırken, tek başına altından kalkamayacağını anladığı bu iş için, NATO müttefiklerini ve bizzat NATO’yu işe koşmaya çalışıyor. İŞİN ESASI BUDUR!

Büyük Ortadoğu Projesi’nin-gecikmiş-“Yığınaklanması” olan, “ABD’nin Yeni Küresel Savunma Stratejisi’ni ele alalım. -Bilindiği gibi-ABD, 1945 ile 1990 arasındaki “Soğuk Savaş” dönemini, dünyanın pek çok yerinde mevcut olan, sayısı tam olarak bilinmeyen fakat 200 kadar olduğu hesaplanan, üsleriyle yönetti. Bu üsler, o zamanki hedeflere, -Sovyetlere ve müttefiklerine-yönelik bir konuşlanma/yığınaklanma idi. Şimdi ise, hedefler değişti. Öyle olunca da, konuşlanma/yığınaklanmanın da değişmesi gerekiyor. İşte şimdi, ABD bunu yapmak istiyor. Bu işin hazırlıkları, yaklaşık bir yıldır, sürdürülmekte idi. Son olarak bir buçuk ay önce Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlarından Lincoln Bloomfield, ilgililerle bu konuyu konuşmuştu. Şimdi, bu konudaki istişareler/ön yoklamalar bitmiş olmalı ki, uygulamanın prensiplerinin müzakeresine başlanmış. İlk olarak, 23 Haziran’da Washington’da ilgililerce, bir grup Kongre Üyesi’ne bir brifing verilmiş. Bu brifingte: önce, bu çalışmaya neden ihtiyaç duyulduğu şöyle izah edilmiş: ‘Soğuk Savaş döneminde, okyanus ötesinde oluşturduğumuz askeri güç yapısında, değişikliğe gidilmeye ve daha büyük esnekliğe ve dünyanın ihtiyaç duyulan (yeni) bölgelerinde çok hızlı konuşlandırabilmeye ihtiyacımız var. “Sonra, bu yeni ihtiyacın nereden kaynaklandığını izah etmek üzere, hedeflerin/tehdit kaynaklarının değiştiğini anlatmışlar ve onları şöyle sıralamışlar: a-‘Terör örgütlerinin işbirliği yapması, b- bunları destekleyen devletlerin artması, c- kitle imha silahlarının yayılması, d- devletler içinde yönetim dışı alanların çoğalması, e- ABD’nin geleneksel askeri üstünlüğe karşı asimetrik savaş yöntemlerini kullanacak düşmanların güç kazanması.”[2]

İşte bütün bunlar Amerika’nın ciddi olarak korktuğunu… Korkulacak karşı güçlerin bulunduğunu, Ancak ABD’nin bu korkusunu yenmek için, NATO’yu kullanma yolu tuttuğunu göstermektedir. 

Bu gerçeğe rağmen İsrail’i sevenler ve Türkiye’nin İsrail’e muhtaç olduğunu söyleyenler, hep Yahudi lobilerinin ve ABD’nin gücünden söz ederler. Bu çevrelere göre bu lobiler sihirli bir şekilde tüm kapıları Türkiye için açabilir ve Ankara’yı rahatsız edecek tüm tehlikeleri önleyebilirler! Örneğin bu lobiler, Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili olarak hep Türkiye’nin yanında duruyorlar! Aynı lobiler Türkiye’nin AB çabalarına destek veriyor ve Ankara’nın tüm kredi ihtiyaçlarını karşılattırıyorlar! Biz ise tüm yazı ve konuşmalarımda bunun palavra olduğunu Türkiye gibi bir ülkenin ne İsrail’e ne de Yahudi lobilerine ihtiyacı olmadığını söylüyoruz… Türkiye’nin Yahudi lobilerine ihtiyacı olduğu yönündeki söylemler tümüyle palavradır. Bu iddiaları ortaya atanların bu lobilere ihtiyacı olabilir, ama Türkiye gibi bölgenin en güçlü ve en önemli ülkesinin asla Yahudi lobilerine ihtiyacı yoktur. Kaldı ki, bu lobiler Türkiye’nin lehine değil, aleyhine çalışmaktadır. Örneğin Ermeni meselesinde; Yahudi lobileri bu konuda eğer Türkiye’yi destekler gibi gözüküyorlar ise bunun iki nedeni vardır: 1- Yahudiler, dünyada kendilerinden başkalarının soykırıma uğradığı iddialarına tahammül edemezler. Bunun gündeme gelmesi bile onları rahatsız eder. 2- Yahudi lobisi Ermeni iddialarını bir kart olarak kullanmakta ve bu kart ile sürekli olarak Ankara’yı baskı altında tutmaktadır. Nitekim birçok Avrupa ülkesinin yanı sıra Amerika’da da 27 eyalet parlamentosu bu soykırım iddialarını kabul etmiş durumda. 3- Türkiye’nin, İsrail’in sahip olduğu silah teknolojilerine de ihtiyacı yoktur. Müslüman bir ülke olan Türkiye, Filistin halkını öldürmek için İsrail’in sürekli geliştirdiği ölüm makinelerini asla almamalıdır…[3]

Düşman İçeride, Dost Dışarıda mı?

İsrail gazetesi Haaretz’de yayınlanan ‘haber’e göre AB Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatırsa Türk Silahlı Kuvvetleri Erdoğan hükümetine darbe yapabilirmiş!.. Kehanetin kaynağı da İsrail Savunma Bakanlığı’nın bir raporu… Bu bir “haber mi, uyarı” mı, yoksa bazı üst düzey İsraillilerin gönlünde yatan aslan mı? Ya da bir projenin kapağı mı? Raporun söz konusu gazete tarafından sızdırılan-ya duyurulması amaçlanan kısımları “çok özel” çelişkiler içeriyor: AB’nin Türkiye ile aralık ayında müzakerelere başlama kararı alması halinde Erdoğan güçlenecek, buna karşılık Türk ordusu zayıflayacak… AB üyeliği durumunda Türk Hükümeti silahlarını İsrail yerine AB ülkelerinden alacak…”

İyi güzel de, Türk ordusu ‘zayıfladığı’ için mi darbe yapacak, yoksa AB’den değil de İsrail’den silah alabilmek için mi? Bu kadar kaba mantıksızlığın bir mantığı olsa gerek… Kaldı ki saçmalıklar bununla bitmiyor: “İki ülke arasında stratejik ilişkilerin başladığı 1996’dan bu yana Türkiye kendisine üyelik vermeyen AB’yi cezalandırmak için İsrail silah sanayi ile anlaşmalar yaptı…”

Allah Allah… Türkiye bu anlaşmaları, AB üyeliğini istemeyen (!?) ordusuna rağmen mi yapmıştı? Yok, eğer askeri anlaşmalar ordunun da arzu ve onayı ile olduysa -ki öyle olduğunu dünya alem bilir- ‘AB’yi cezalandırmak’ nerede kaldı? Madem ordu AB’ye karşı, öyleyse Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek istemeyenleri silah almamak suretiyle niye cezalandırsın?

Aksine, ‘Aman aman, siz yeter ki Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeyin, biz bütün silahlarımızı sizden tedarik ederiz’ demez mi?(…) Bir kere İsrail’in bu bağlamda sadece ‘silah satamama’ endişesini öne çıkarması kısa vadedeki acil projesini maskelemek için olsa gerektir. O acil proje de Kuzey Irak’ı kendi istediği gibi şekillendirmektir.[4]

Anlaşılan İsrail, son dönemde Türkiye ile gerilen ilişkileri yüzünden tedirgindir. İsrail Başbakanı Ariel Şaron bu amaçla sanayi, ticaret ve istihdamdan sorumlu Bakan ve Başbakan Yardımcısı Ehut Olmert’i Türkiye’ye gönderdi. Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’ın son dönemde, İsrail’in son dönemdeki faaliyetlerini “devlet terörü ” olarak nitelendirmesi Ortadoğu’da şiddet rüzgârları estiren Şaron’u rahatsız etmişti.

Başbakan Erdoğan’ın İsrail Başbakan Yardımcısı Olmert’e randevu vermemesi de uluslararası ilişkiler çevrelerinde değerlendirildi. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, İsrail ile Türkiye arasında uzun vadeli uluslararası ve askeri anlaşmalar olduğunu ifade ederek, “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler kolay kolay bozulmaz. Başbakan Erdoğan’ın randevu vermemesi ise tamamen iç politikaya yönelik bir mesajdır. Türkiye ile İsrail ilişkileri önümüzdeki yıllarda da devam edecektir” dedi.

İsrail’in son yıllarda ABD’nin tek müttefiki olduğuna dikkat çeken Arıboğan, “ABD’de politika değişiklikleri gözleniyor. Washington yönetimi artık İsrail’i tek müttefik olarak görmüyor. Bu da İsrail’i ciddi anlamda rahatsız ediyor. Çünkü İsrail yalnız kalmaktan korkuyor. Bu nedenle de bölgenin hem toprak, hem politik, hem de askeri açıdan en önemli ülkesi olan Türkiye ile iyi ilişkilerini sürdürmek istiyor. Türkiye’nin önemi her geçen gün artıyor.” Diyerek çok önemli bir gelişmeye dikkat çekti.

İsrail tedirgin

Yüksek Strateji Merkezi Başkanı Dr. Can Fuat Gürlesel ise: İsrail’in bölgeye yönelik politikalarını Türkiye’nin tutumuna göre belirlediğini söyleyerek, “İsrail Türkiye’ye ve yapılan anlaşmalara güveniyor. Ama son dönemde Türkiye’nin İsrail’i uyaran açıklamaları onları rahatsız etmişe benziyor. Bu T.Erdoğan’ın tabanını ve teşkilatını rahatlandırmaya yönelik bir çıkışı olduğu bilinse de… Başbakan Ariel Şaron Türkiye’nin tutum değiştirmesinden korkuyor. Ama Türkiye yaptığı uyarılarda haklıdır. Ankara İsrail’i uyararak, yola getirmeye ve Şaron’un son zamanlarda gütmeye başladığı sertlik politikasını yumuşatmaya çalışıyor. Bu bir nevi İsrail’i yola getirme politikasıdır” görüşlerini dile getirdi.

Türkiye’nin tepkisinin sonuçlarının alınmaya başladığına da dikkat çeken Gürlesel, “İsrail Başbakanı Ariel Şaron sertlik yanlısı politikalarını yumuşatmak için ilk adımı attı. İşçi Partisi Lideri Şimon Peres ile ortaklık kurmak için görüşmelere başladı. Bu İsrail’in politikalarının önümüzdeki gönlerde yumuşayacağının ilk işaretleridir” sözleri ise, siyonist İsrail’in taktiklerini bilmediğini göstermektedir.

Haaretz: Türkiye test edilecek!?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Olmert’e randevu vermemesi İsrail’de de tartışmalara neden olurken, Haaretz gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın tatilde olacağı için İsrail Başbakan Yardımcısı Olmert ile görüşmeyeceğine, ancak aynı gün Suriye Başbakanı ile olan görüşmesini iptal etmediğine dikkat çekti. Gazete’de konuyla ilgili yayınlanan başyazıda ikili ilişkilerin sürdürülmesinin her zamankinden büyük önem taşıdığının altı çizildi ve Olmert’in ziyaretinin “bir test” olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtildi. Yazıda, “Türkiye ile İsrail arasında tam diplomatik ilişkiler kurulur kurulmaz yapılan askeri ve ekonomik anlaşmalar, hızlı bir biçimde ikili ilişkileri o kadar güçlendirdi ki iki ülke, Ortadoğu’da “kardeş devletler” olarak değerlendirildi. Türkiye’nin, İsrail hükümetinin politikalarını sorgulama hakkı var. Buna karşın eleştiri tarzı, Erdoğan hükümetinin niyetleri konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor” ifadelerine yer verildi.

Hâlbuki bütün bunlar, danışıklı bir döğüşün gereği idi. Ve R. Tayip Erdoğan Bey’in bir iç politikasıydı. Ayarlamak ve toplumu avutmak için böyle davrandığını onlarda bilmekteydi.

Ehut Olmert kimdir?

İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un en yakın adamı olan Olmert, uzun süre Kudüs Belediye Başkanlığı yapmıştır. Uluslararası alanda derin bağlantıları olduğu belirtilen Olmert’in Büyük Ortadoğu Projesi’nin(BOP) arkasındaki finansör şirket olan İSCAR’ın ortağıdır. İSCAR, ABD kongresi için finanse ettiği BOP toplantıları ile öne çıkmıştır. Ehud Olmert, İSCAR’ın Eylül 2003’de düzenlediği İsrail-Alman Endüstri ve Ticaret Odası’nın Kudüs gezisinde de ev sahipliği yapmıştır.[5]

Peki, İsrail’i böylesine basit blöfleri yapmaya mecbur eden çaresizlik nedir?

Cevap: Türkiye’de artık kontrol edemediği ve engelleyemediği milli bir “diriliş ve derleniş” cephesinin, İsrail’i ıskartaya çıkartacak devrim ve değişimine karşı…

Eski tüfek tetikçilerini devreye sokma şantajıyla zaman kazanma girişimidir.

Ama bütün bunların sonuçsuz kalacağı ve barbarlığın yıkılacağı kesindir.

Çünkü sadece yeryüzündeki bütün ezilenler değil, İsrail’de ki samimi ve iyi niyetli yahudiler’de, siyonizmin elinden kurtulmayı beklemektedir.

Yahudiler de İsrail’in Elinden Kurtarılmalı

Lahey’de kurulu Uluslararası Adalet Divanı‘nın aldığı son karar işgalci İsrail tarafından reddedildi. Kabinesini toplayan Şaron, hemen açıklamayı yetiştirdi: “Reddediyoruz.”

Yeryüzünde şunun ikinci bir örneği yoktur. Son yüz yıl içerisinde dünyayı iki kez ateşe verdiler. Bununla hem Yahudilerin rahatlarını kaçırarak Filistin‘e göçlerini hızlandırdılar, hem çeşitli devletleri piyon olarak kullanmayı başardılar. Filistin‘e adım attıklarında önce çiftlikler kurdular. Sonra kanlı terör eylemleriyle bu çiftlikleri genişletip gettolar oluşturdular. Sonra güçlerinin yettiği her tarafı işgal ederek devlet kurdular. Ve bütün bunları terörle yaptılar.

Ve şimdi, bütün ulusların beyinlerini yıkadılar. Bunun içindir ki, işgal edilmiş topraklarını kurtarmak için çırpınan Filistinlilerin öldürdüğü her işgalci “Terör saldırılarıyla öldürülmüş” oluyor. İşgalini biraz daha genişletip pekiştirmek için Filistinli gençlerin, çocukların ve kadınların üzerine kurşun yağdıran İsrail’in bu yaptıkları “Güvenliğini sağlamak” için yapılmış oluyor. Ve siyonistlerin öldürdüğü her Filistinli çocuk “terörist” olarak ilan ediliyor.

Çocuk katliamcısı olduğu bütün dünya tarafından bilinen Şaron, Lahey‘de alınan kararı “Tamamen reddediyoruz” derken şüphe yok ki arkasındaki BM‘ye ve burnundan tutarak istediği yana çekebildiği devletlere güveniyor. Ne anlamı var Adalet Divanı‘nın aldığı kararın? Onlar için Adalet Divanı merkezi Kudüs’e taşınınca saygı duyulması gereken bir kurum olacak. Şimdi Lahey‘de alınan karar BM‘ye gelecek de ne olacak? Daha evvel BM‘ye gelen kararlar ne oldu?

ABD bir yandan İran‘a, bir yandan Suriye ve diğerlerine “Nükleer gücünüzü denetimimize açmazsanız sonunuz yakın” gözdağları verirken, Şaron, nükleer tesislerini denetleyecek olan uluslararası kurumun başkanını ülkesinden kovuyor. “Her türlü nükleer silaha sahibiz. Bunları ne bugün, ne yarın, hiç kimseye açıklamayacağız” diyerek açıkça meydan okuyor.

Sadece bizler değil, yeryüzünün her noktasında binlerce insan, her gün, yazıp çizdikleriyle bu siyonistlerin “tanrıyı kıyamete zorlamaya” kararlı olduklarını, bütün insanlığı helak edecek nükleer bir güce ulaştıklarını anlatmaya çalışıyoruz.

Son yüz yıl içerisinde gerçekleştirilmiş örgütlenmelerin büyük bir bölümü siyonistlerin emelleri için oluşturulmuştur. BM gibi bir örgütün başkanı bile bugün, Lahey‘de alınan kararı yorumlarken, “İsrail hükümetinin vatandaşlarını koruma sorumluluğu ve görevi olduğunu kabul etmekle beraber..” diye başlıyor sözlerine.

Bütün uluslar kafalarını kumdan çıkartıp şu gerçeği görmek zorundalar: Birinci ve ikinci dünya savaşlarının ortaya çıkarttığı örgütlenmelerle bir dünya barışına kavuşmak mümkün değildir.

Geriye bir tek yol kalıyor: İsrail güdümünün dışında yeni bir düzen kurmak. Bu, insanlığın siyonizmin şerrinden kurtulması için değil, bütün insanlarla beraber Yahudilerin de insanca yaşamalarını sağlamak için tek çıkar yoldur.[6]

AKP’nin İsrail Muhabbeti

Recep T. Erdoğan’ın, Türkiye-Suriye ilişkilerini sabote etmek üzere ülkemize gelen, İsrail Başbakan Yardımcısı Olmer ile görüşmemesi sadece iç politikaya yönelik bir mesajdır ve İsrail’e verilen tavizleri gizleyen bir kamuflajdır.

Türkiye-İsrail arasında Ankara’da estirilmeye çalışılan kriz havasına rağmen Tarım Bakanı Sami Güçlü İsrail Başbakan Yardımcısı Sanayi ve Ticaret Bakanı Ehud Olmert’le yaptığı görüşmesinde sıcak mesajlar verdi.

İsrail’in GAP merakı, Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon (KEK) toplantısında bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye’de bulunan İsrail Başbakan Yardımcısı Sanayi ve Ticaret Bakanı Ehud Olmert, GAP’ın iki ülke arasındaki ilişkilerin zeminini oluşturduğuna dikkat çekti. KEK toplantısında çarpıcı mesajlar veren Olmert, Türkiye ile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesinin verilen sözlerin yerine getirilmesine bağlı olduğuna vurgu yaptı. Olmert’in tehdit vari bu sözleri kafaları karıştırırken, AKP Hükümeti’nin İsrail’e ne sözü verdiği sorularını da akla getirdi.

Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon toplantısı dün Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda yapıldı. Toplantının ana gündem maddesini GAP ve Manavgat suyu oluştururken ayrıca özelleştirme kapsamında bulunan TEKEL, PETKİM, Türk Telekom ve Türk Hava Yolları başta olmak üzere büyük kamu kuruluşlarının ihalelerine İsrailli firmaların katılması istendi. Toplantıda Türk heyetine Tarım ve Köy işleri Bakanı Sami Güçlü, İsrail heyetine de Başbakan Yardımcısı Sanayi ve Ticaret Bakanı Ehud Olmert başkanlık etti.

Türkiye’de Çok Az İsrailli Firma Varmış!

Toplantının açılışında bir konuşma yapan Tarım Bakanı Sami Güçlü, İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, özellikle son dönemde başta siyasi, ticari, ekonomik, teknolojik ve bilimsel alanlar olmak üzere her alanda çok yönlü bir gelişme gösterdiğini kaydetti. İki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet eden bu çok yönlü ilişkilerin daha da geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesinin bölge istikrarına da önemli katkı sağlayacağından kuşku duymadığına vurgu yapan Güçlü, “Hükümetimizin Türkiye-İsrail ilişkilerini, bölge ülkelerine örnek teşkil edecek bir seviyeye ulaştırmak için gerekli her türlü tedbiri almak ve uygulamak kararlılığında olduğunu belirtmek istiyorum. Gerçekleştirmekte olduğumuz Karma Ekonomik Komisyon toplantısı, bu amaca yönelik önemli bir adımdır” dedi.

İki ülke arasındaki ticaret hacmini artırabilmek için öncelikle Serbest Ticaret Anlaşması’nın kapsamının genişletilmesini ve tarımsal üründe daha fazla tavizli ticaret imkânı sağlanması gerektiğini dile getiren Güçlü, Türkiye’de faaliyet gösteren İsrail firmasının azlığından da yakındı.

GAP Projelerine Açık Davet

İsrail firmalarının yakından ilgilendiği GAP kapsamındaki toplam altı adet sulama projesi ile ilgili çalışmaların hükümetin uyguladığı ekonomik istikrar programı nedeniyle askıya alındığını hatırlatan Güçlü, ancak ileride GAP çerçevesinde ihale edecekleri projelerde İsrail firmalarının şansının yüksek olduğunu söyledi. Yaylak Ovası Sulama projesinin bir İsrail firması liderliğindeki konsorsiyum tarafındın gerçekleştirildiği hatırlatan Güçlü, bir anlamda önümüzdeki aylarda açılması beklenen söz konusu ihalelerde İsrailli firmalara yeşil ışık yakmış oldu. Güçlü, sığır ve koyun ıslahı, sebze tohumculuğu, hayvan hastalıkları ve zararlıları ile mücadele başta olmak üzere tarım sektöründe de İsrail ile ortak çalışmalar yapılabileceklerini söyledi.

“Gap Bizim İçin Çok Önemli”

İsrail heyeti adına konuşan Başbakan Yardımcısı Sanayi ve Ticaret Bakanı Ehud Olmert, Türkiye’nin bölgede önemli bir güç olduğunu savunarak, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin Ortadoğu barışına doğrudan etkisi olacağını iddia etti. Türkiye’nin ulusal politikalarına çok hassasiyet gösterdiklerini ileri süren Olmert, Türkiye ile ticaret hacimlerini 5 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini dile getirdi.

Konuşmasında çarpıcı mesajlar veren Ehud Olmert, iki ülke arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devam etmesinin verilen sözlerin yerine getirilmesine bağlı olduğunu kaydetti. GAP’ın kendileri için önem taşıdığını ancak asıl önemli olanın verilen sözlerin yerine getirilmesi olduğuna dikkat çeken Olmert, GAP’ı kastederek, “Bu konu gelecekteki ilişkilerimizin de zeminini oluşturacaktır” dedi.

Özelleştirmelere Katılım Çağrısı

Büyük kamu kuruluşlarının özelleştirilmesine ilişkin çalışmaların son dönemde ivme kazandığına dikkat çeken Tarım Bakanı Güçlü, bu çerçevede TEKEL, PETKİM, Türk Telekom ve Türk Hava Yolları başta olmak üzere çok sayıdaki büyük kamu kuruluşlarının önümüzdeki dönemde satışa sunulacağını belirterek, “Bu kuruluşlarımızın İsrail firmalarının ilgisini çekeceğini umut ediyoruz” diye konuştu. Geçtiğimiz mart ayında Manavgat suyunun İsrail’e satılmasına ilişkin hükümetler arası anlaşmanın imzalandığını hatırlatan Güçlü, bu anlaşmanın süratle yürürlüğe girmesi için üçlü taşıma anlaşmasının da önümüzdeki aylarda tamamlanacağından kuşku duymadığını söyledi.

Telekom’da Özelleştirme Süreci Uzadı

Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili bilgilendirme süreci, ay sonuna kadar uzatıldı. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, 15 Temmuz’da sona erecek olan Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili bilgilendirme sürecini, bazı yabancı firmaların ek süre istemesi nedeniyle, ay sonuna kadar uzattıklarını söyledi.

“Posta Tekeli, Sorunları ve Çözüm Arayışları” sempozyumuna gelişinde gazetecilerin, Türk Telekom’un ihale sürecinin aksayıp aksamayacağını sormaları üzerine Yıldırım, “Bilgilendirme süreci 15 Temmuz diye planlanmıştı ama bazı ilgilenen yurtdışı firmalar ek süre istediler, ay sonuna kadar uzattık” dedi.

Yıldırım, ihale sürecinin ne zaman başlayacağının sorulması üzerine, “Çok fazla sapma yok. Ay sonunda durumu değerlendirip, takvimi açıklayacağız” dedi. Bakan Yıldırım ayrıca, Türk Hava Yolları’nın verilen süre içerisinde özelleştirilmediği takdirde, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlanmasının Özelleştirme Üst Kurulu’nca değerlendirileceğini sözlerine ekledi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, THY’yi New York borsasına kota edeceği sözlerinin ardından bu konuda bir gelişme olup olmadığı sorusuna karşılık Yıldırım, “Onunla Maliye Bakanı ilgileniyor, ben THY’nin dertleriyle ilgileniyorum” cevabını verdi. Yıldırım ayrıca, havaalanı terminallerindeki VİP salonlarının adına uygun haline getirilmesi için çalışmalar başlatıldığını da belirterek, “VİP adeta VİP terminali haline gelmiş, yılda 60,000’in üzerinde insan girip çıkıyor, güvenliği zaafa uğratıyor. Bir düzen getirmek gerekiyordu. Kapsamı oldukça dar olacak. Çalışmaları yaptıktan sonra Başbakan’ın onayına sunacağız” dedi.

Sonuç: Türkiye, kendilerini iktidara taşıyan Siyonistlere diyet borcunu ödeyen AKP iktidarıyla, hızla İsrail’in bir eyaleti olmaya doğru sürükleniyor, Ama recep T. Erdoğan’ın şantaj şovlarıyla toplum oyalanıyor.


[1] Milli Gazete / 12 07 2004 / R. Nuri Erol

[2] AKŞAM / 11.7.2004 / Kemal Yavuz

[3] Milli Gazete / 12 07 2004 / Medya

[4] Sabah / 12.7.2004 / Ömer Lütfi Mete/

[5] Milli Gazete / 14 07 2004 / Haber

[6] Milli Gazete / 12 07 2004 / Başyazı

0 0 oy
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abone Ol
Bildir
0 Yorum
En Yeni
En Eski En Çok Oylanan
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Picture of Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...