Ülkemizdeki, çevremizdeki, Amerika ve Avrupa’daki ve tüm yeryüzündeki gelişmeler, yıllardır beklediğimiz “Kutlu değişimin ayak sesleridir. “Devran Türkiye merkezli yeni bir dünyaya doğru dönmektedir. İşte işaretler:
ÜLKEMİZDE:
- Yaş Kararları:
Tayip ve Abdullah Gül’e yakın çevrelerde ve Amerikancı gazetelerde, günlerce “AKP iktidarının orduyu hizaya sokacağı, Uyumsuz ve Sorumsuz(!) çıkışlar yapan Hurşit Tolun ve Yaşar Büyükanıt paşa gibilerin emekliye ayrılacağı, önceki G.K.B Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ekibinin tasfiyeye tabi tutulacağı” fısıldandı, yazıldı… Ama bunların hiç biri olmadı…
Batı’cı ve NATO’cuların başarısı, sadece “Başbakanın YAŞ kararlarına şerh düşme şovu” ve disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilecek Fetullahcı-Amerikancıların sayısının çok düşük tutulmasıyla sınırlı kaldı…
İşte bu hezimet, Recep T.Erdoğan’ı oldukça hırçınlaştırmıştı ve hıncından gazetecilere sataşmıştı…
- PKK Çıbanı:
Amerikan koruması ve İsrail komutası altındaki PKK, yurt çapında, hatta Kuzey Iraktaki saldırılarını artırmıştı. Açıkça devlete meydan okumaktadır. Irak’a yük taşıyan Türk şoförlerine karşı girişilen cinayetlere karıştıkları da saptanmıştı. AKP’nin öncüsü sayılan Özal döneminde tam on yıl, kasıtlı olarak TSK devreye sokulmayarak büyütülen PKK’nın lideri terörist Abdullah Öcalan “Bizi en iyi anlayan be kollayan devlet adamı” diye, Turgut Özal’a övgüler yağdırmıştı.
Amerikan helikopterlerinin PKK kamplarına silah mühimmat, ilaç ve erzak taşıdığı, Genel Kurmay yetkilileri, hatta ABD çevrelerince bile doğrulanmasına rağmen, maalesef Süleyman Demirel tarafından yalanlanmıştı.
Şimdi Leyla Zana ve arkadaşlarının ABD ve AB baskısıyla ve AKP iktidarınca serbest bırakılmasının ardından, PKK, tekrar “91. ruhunu dirilteceğiz” sloganına başlamıştır.
91. ruhunun ana hatları şunlardır:
* Kuvay-ı Milliyeci generallerin bölgedeki etkinlikleri zayıflatılmalı.
* Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalı.
* Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, gerekirse Meclis tarafından görevden alınmalı.
* Valilik ve Kaymakamlıklar, Merkezi hükümetten çıkarılıp, Bölge Meclislerince atanmalı.
* Genel af çıkarılıp bütün PKK’lılar serbest bırakılmalı.
* Sevr anlaşmasının Kürtlere “Kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyan” kanun maddesi yürürlüğe konulmalı.
* AKP hükümetinin bu maksatla 2003 te onayladığı “İkiz Yasalar” anlaşmasının gereği yapılmalı.
Evet, işte dış güçlerin desteği ve AKP’nin gafletiyle şımaran Diyarbakır’ın PKK’lı Belediye Başkanı, artık açıkça devlet güçleriyle çarpışırken ölen teröristlerin taziyesine resmi törenle katılmakta, ama K.K.K. Yaşar Büyükanıt’ın uyarısı dışında, hükümetten tıs çıkmamaktadır.
Daha da beteri, Van’da polis merkezlerini basıp adam kaçıran Mafya Babalarıyla hükümet erkânı sıkı fıkı bulunmaktadır…
Şu kirli ve çetrefilli ilişkilere bakın: Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’nın Bodrumdaki yazlık villasının müteahhidi Hakkı Süha Şen… Oysa bu adamın müteahhit olduğunu kimse bilmiyor… Tek üstün özelliği meşhur egeli sanayici ve Dönme-Mason Yaşar Holdingin kızları Serra Yaşar’ın damat adayı!.?
Ve Ülkücü Karadeniz Mafyasının kabadayısı Alaattin Çakıcı’yı, Avusturya’da yakalatan şimdiki MİT Müsteşarı değil, kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın ekibi olduğu anlaşıldı.!?
Hanefi Avcı daha önce, Çakıcı’nın yarı resmi sıfatını nasıl şahsi ilişkilerine alet ettiğini açıkladığı ve Susurluk’un puslu perdesini araladığı için hedef tahtası yapılmıştı!..
- Parsel, Parsel Satılan Vatan Toprakları:
Türkiye topraklarında gözü olanlar;
Çanakkale çıkartması ve Anadolu saldırısıyla başaramadıklarını, AB’ye uyum dayatmasıyla AKP’nin 19 Temmuz 2003 te çıkardığı kanunla yapmaktadırlar. Tapu kadastro bilgilerine göre o günden bu güne kadar; yaklaşık 15 bin Yunan 5 bin dekar, 12 bin Alman 7 bin dekar, 32 bin Amerikalı 80 bin dekar, 40 bin İsrailli 120 bin dekar arazi ve emlak satın almıştır. Yunan, Alman, Rus ve Amerikalı diye arazi alanların büyük çoğunluğu da Yahudi asıllı olduğu veya sonradan Yahudilere sattığı anlaşılmıştır.
Uydu fotoğraflarıyla yapılan tespitlerle, özellikle kıymetli madenlerin bulunduğu arazilere ve GAP bölgesine yatırım yapılmaktadır. Güler Kömürcü’nün Akşamdaki 10 Ağustos 2004 tarihli yazısında, Kars ilimizde ve sınır bölgemizde çok ucuza kapatılan büyük arazilerden çıkarılan madenlerin İsrail’e taşındığı açıklanmıştır.
1 Mayıs 2004 te, AB’ye yeni katılan bütün ülkelerde “Yabancılara toprak satışı” yasaklanırken, 19 Temmuz 2003 te AKP’nin çıkardığı 4916 sayılı yasa ile Türkiye toprakları yabancıların mülkiyetine açılmıştır.
Ve “Basra, Bağdat gibi Bursa ve Urfa” da tahrip ve talan edilmeden, elbette bunların hesabı sorulacaktır!..
Irak’ta batağa saplanan ve direnişçiler karşısında şaşkınlığa uğrayan Amerikan askerleri İsrail’e götürülerek, özel kışlalarda “sokak çatışması ve gerilla savaşı” eğitimi aldığını 18 Ağustos 2004 tarihli NTV 20:00 haberlerinde bildirildi. Aynı gün Recep Tayip Erdoğan’ın üç önemli danışmanını “arayı düzeltmek” daha doğrusu özür dilmek ve biatını tazelemek üzere İsrail’e göndereceği söylendi. Bu durum:
“(Münafıklar) İman edenlerle karşı karşıya geldiklerinde: Amenna (sakın şüphe etmeyin, biz iman etmişiz ve tabiî ki sizdeniz) derler. (Ama) kendi şeytanlarıyla (Yani onlara mevki ve emir veren odaklarla) halvet olup gizlice buluştuklarında ise: “Emin olunuz ki, gerçekten biz asıl sizinle beraberiz (her an hizmetinizdeyiz, o müminlerle de sadece) geçmekte (ve onları idare etmekte) yiz.” derler.[1] Ayetini hatırımıza getirmişti. Artık Bush yerine baş Siyonistlerden talimat almaya gidilmişti…
- Şanlıurfa’nın göbeğine “KÜÇÜK İSRAİL”:
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İP İstanbul İl Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenleyerek, AKP hükümetinin ve AKP’li Şanlıurfa Belediye Başkanlığı’nın “Urfa’yı Yahudileştirme Projesi” yürüttüğünü dile getirdi. Projenin belgelerini basına gösteren Perinçek, onaylanmak üzere bulunduğuna dikkat çektiği ve kitap haline getirilmiş projeyi ve krokileri basın mensuplarına gösterdi.
Perinçek projeye göre, Şanlıurfa’nın göbeğinde, 186 bin metrekarelik alanda misyonerlik merkezi kurulacağını ve Dinler ve Kültürler Parkı adı verilen merkezde, bir kilise ile bir de sinagogun yer alacağını söyledi.
AKP’li Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun, 4 yıldır projeyi hayata geçirmek için çalıştığını kaydeden Perinçek, “Şanlıurfa Belediye eski Başkanı Ahmet Bahçıvan tarafından reddedilmiş olan proje, yeni AKP Belediyesi tarafından benimsendi. Projenin ilk gündeme getirildiği tarih, dikkat çekici. İnanç Turizmi yılı ilan edilen 2000 yılı aynı zamanda, Vatikan’ın Avrasya’yı Hıristiyanlaştırma bin yılı ilan ettiği üçüncü bin yılın başlangıcıdır” dedi.
20 Milyon Dolar İsrail’den
“Turizm Bakanı Mumcu, eski Belediye Başkanı Bahçıvan’a, proje için verilecek 20 milyon doların sinagog yapılması şartına bağlı olduğunu itiraf etmiştir. Bu bilgi, Aydınlık dergisinde yer alıyor” diyen Perinçek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Urfa’da Yahudi bulunmamasına rağmen, düzenlenecek alanın merkezine bir sinagog yapılması, projenin kimliğini de açıklamaktadır. Projeye göre, parkın hemen giriş avlusundan sonra karşınıza, 1700 metrekare alana kurulu, Holovizyon gösteri birimi ve peygamberler tabletleri çıkıyor. Burada kurulu 8 ayrı kapalı mekânda, tarih boyunca yaşamış peygamberlerin yaşamları dev ekranlardan Urfalılara görsel olarak sunulacak. Burası, aslında misyonerlerin propaganda alanı olarak planlanıyor. Biraz ilerleyince karşınıza Peygamber tabletleri birimi çıkacak. Burada, bütün peygamberlerin hayatı cam levhalara üç dille yazılıp sergilenecek. Parka girenler ilk olarak bu propagandayla karşılaşacak.”
32 adet tapınak
Parktaki yolun iki tarafının Tanrı’nın evlerine ayrıldığını ve burada, 32 adet taş platform üzerine kurulmuş tapınakların bulunacağını belirten Perinçek, “Tapınaklar arasında, Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya gibi ülkelerden kilise ve katedral örnekleri yer alacak. Proje alanının tam ortasına bir sinagog ve kilise kuruluyor. Bunlar ibadete açık olacak. Kilise ve sinagogun, projede yer alan 615 metre karelik yüzme havuzuyla aynı büyüklükte olduğu görülüyor. Makette, 2495 metrekare alana kurulu Tanrıya Yükseliş Tümülüsü adı verilen büyük bir yapı bulunuyor. Ziyaretçiler, Hıristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık Yolu adı verilen üç ayrı rampadan geçip, kapalı bir avluya ulaşıyor. Rampaların duvarlarında, Tevrat, İncil ve Kur’an ayetlerinden alıntılar yer alıyor. Tümülüsün zemininde ise 300 metrekare alana kurulu ve 235 kişilik, çeşitli etkinliklerin düzenleneceği bir salon bulunuyor” diye konuştu.
Proje maketinin omurgasının Haç şeklinde yapıldığını vurgulayan İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, projenin 28 Mart yerel seçimlerinin ardından yeniden masaya konduğunu ve son yerel seçimde Şanlıurfa Belediye Başkanlığı’na gelen AKP’li Ahmet Eşref Fakıbaba’nın da “Yahudi Urfa Projesi”ni benimsediğine dikkat çekildiğini kaydederek projenin resmen onaylanmasının gündemde olduğunu söyledi.
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında
“İsrail’in Dinler ve Kültürler Parkı Projesi, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında görülmektedir. BOP, özetle Büyük İsrail-Kürdistan ayağına dayanmaktadır” diye konuşan Perinçek sözlerini şöyle sürdürdü:
“İsrail, Fırat’tan Nil’e uzanan topraklar üzerinde etki sahibi olmak için, Kürtlerin yaşadığı topraklarda yoğun bir siyasal ve askeri faaliyet yürütmektedir. Bu çabaların kültürel cephesini ise, Dinler arası Diyalog ve Tevrat ittifakı çerçevesinde yürütülen faaliyet oluşturuyor. Bilindiği gibi, Tayyip Erdoğan, 15 Şubat 2004 akşamı Kanal D’ nin Teke Tek programında, Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı merkez yapacağız demişti. Büyük Ortadoğu Projesi’ne göre Diyarbakır’ın merkez olabilmesi için, bir de çevre gerekiyor. Urfa, ABD ve İsrail planlarında Diyarbakır merkezinden sonraki en önemli merkez olarak düşünülmektedir. Diyarbakır ve Urfa’nın neyin merkezi yapılmak istendiği herkes tarafından bilinmektedir.
AKP hükümetinin Şanlıurfa’yı Yahudi Urfa yapma girişimine izin verilemez. Başta Şanlıurfa halkı olmak üzere bütün halkımızı, Urfa’yı Yahudileştirme planlarına karşı uyanıklığa ve mücadeleye çağırıyoruz.”
- Ekonomide Kriz ve İflas Alarmı:
AKP hükümeti, geçmiş bütün hükümetlerin yaptığı 200 milyar dolarlık borcu, 1,5 yılda 300 milyar dolara çıkarmış.
IMF ile 3 yıllık yeni bir teslimiyet belgesi imzalamış…
Cari açıklar, yılsonu itibariyle öngörülenin neredeyse iki katına fırlamış… 6 milyar dolar hesaplanırken 11 milyar dolara yaklaşmış…
İşsizlik had safhaya ulaşmış…
Kâr eden Kit’ler, arsa fiyatının altında yabancılara satılmış…
Fabrika ve atölyelerin birçoğu kapanmış…
Türkiye büyük bir ekonomik krizin ve iflasın eşiğine taşınmıştır…
Kemal Yavuz’un 1 Ağustos 2004 Akşamdaki tespitlerine göre:
Recep T. Erdoğan’ın bir şirket patronunun parasıyla Amerika’da okuyan kızının 11 Temmuzdaki görkemli düğününe 100 milyarlar harcanmış.
Üç saat süren takı töreninde yüzlerce hediye torbası altınla dolup taşmış.
5500 devlet polisi, özel düğün hizmetinde kullanılmış.
Gelinle damat, kişi başına geceliği 1 milyar olan en lüks otellerde ağırlanmıştır.
Bu arada Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da içinde bulunduğu ve bir kısmı kırmızı bültenle aranan 87 kişi hakkındaki “sahte fatura hazırlama, devleti milyarlarca dolar dolandırma” davası, Maliye Bakanlığı hukuk baş müşavirinin sayesinde Yargıtay’a götürülmekten kurtarılmıştır.
Aynı Bakanın sahte belge düzenlemekten İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde 3 yıla kadar hapsi ön görülen başka bir davası vardır.
Yine bu Maliye Bakanı Recep T. Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde, Beykoz’da 51 dönüm (150 tane müstakil ve bahçeli Villa inşa edilecek büyüklükteki) orman arazisini, yine AKP’li Orman Bakanı Osman Pepe’nin bile şık bulmadığı usullerle, kendi üzerine almıştır.
Ama aynı Türkiye’de, çaresizlikten dolayı Urfa’dan kalkıp İstanbul’a taşınan ve 12 çocuğu ile sokakta ve parklarda yaşamaya mecbur kalan kadıncağız, en küçük kızı için gazeteci kız; “Ne güzel çocuk!” deyince, “İstersen al götür, sizin olsun!” diyecek kadar, canından bezmiş durumdadır.
Elbette Cenab-ı Hak bunları görüyor ve halk bunlardan hesap soracağı günü bekliyor!…
Erbakan Hoca’nın “Bu borç batağından faciasız kurtulmak mümkün değildir. AKP’liler hiç vakit geçirmeden kendilerine gelmeli özlerine dönmelidir” şeklindeki tarihi tavsiyeleri dikkate alınmayınca, 15 Ağustos 2004 te Milli Gazete manşetine taşınan;
“Uyardım, ama dinlemediler. Ecevit’i, Bahçeli’yi bitiren IMF bunları da bitirecek… AKP intihara gidiyor!” uyarısında bulunmaktadır!..
- CHP’yi Baykal ve Ekibinden Kurtarma Operasyonları:
Deniz Baykal ve ekibi, Amerikanın ve Avrupa’nın istekleri konusunda AKP’ye tam destek vermedikleri ve özellikle dış politikada kısmen Milli bir çizgi izledikleri dolayı hedef tahtası yapıldı. Önce Amerika’dan ithal Kemal Derviş ile karıştırıldı… Olmayınca 3 Temmuz 2004 te olağanüstü kurultaya zorlandı yine başarılamadı ve Deniz Baykal güvenoyu aldı… Arkasından 12. olağanüstü kongreyi iptal davası açıldı… İllede CHP, Mustafa Sarıgül misali mason localarının ve Siyonist patronların emireri konumundaki kişilerin güdümüne sokulmalı!?..
Tansu Çiller’de bu maksatla yıpratılıp DYP’nin başından uzaklaştırıldı ve Mafya-Mason kâhyası Mehmet Ağar Genel Başkanlığa taşındı…
Ve bu Milliyetçi Mehmet Ağar; “Irak’ta yük taşıyan şoförlerimizin güvenliğini bizim göndereceğimiz kendi askerlerimiz sağlasın” diyerek Türk askerinin Irak batağına çekilmesi ve Conilerin yerine Müslüman kardeşlerini öldürmesi için can atan AKP hükümetine pas veriyor!..
Ve zaten NATO şemsiyesi ve eğitim bahanesiyle askerimiz ve ülkemiz bir cehenneme doğru sürükleniyor!..
Ama hevesleri kursaklarında kalacak, kahpe ve katil Amerika, Irak’tan kaçamadan, kendi oluşturduğu bataklıkta boğulacaktır!..
DÜNYA GENELİNDE:
- Yahudi yazarının Feryadı; “Amerika Yıkıma Sürükleniyor!..”
09 Ağustos 2004 The New York Times te yazan Paul Krugman;
- § Amerika’nın haksız ve ahlaksız Afganistan saldırısıyla itibar ve otorite kaybına uğratıldığını…
- § Gereksiz ve gerekçesiz Irak işgaliyle de tam bir batağa saplatıldığını…
- § Irak’ın büyük kısmının kontrolden çıktığını ve mecburen direnişçilerin denetimine bırakıldığını…
- § Felluce ve Necef gibi şehirlerin hatta Sadr gibi Bağdat banliyölerinin bile tamamen direnişçilere kaptırıldığını…
- § ABD askerlerinin ve işgal güçlerinin artık devriye bile gezemediğini ve hele geceleri sokaklara çıkamadığını…
- § Huzur ve hürriyet vaadiyle girilen Irak’ta şimdi Saddam dönemimden beter bir Kaos, Kıtlık ve Başıbozukluk yaşandığını…
- § Irak’ta elektrik, su, yiyecek ve ilaç bulunmadığını, lağım sularının içme sularına karıştığını, salgın hastalıklarının yayıldığını, işsizlik ve anarşinin korkunç boyutlara ulaştığını…
- § Kukla hükümetin kendisine bile sahip çıkamadığını ve hiçbir otorite sağlayamadığını…
- § Amerikanın bütün dünyada “saldırgan, sömürgeci, barbar ve şeytan” olarak algılandığını…
- § Çok hızlı ve akıllı davranıp, biran evvel Irak’tan çıkılmazsa, bu gidişin Amerikanın sonunu hazırlayacağını, haykırmaktadır!..
Başka Bir Mason Şunları Yazmaktadır:
“Eğer Ben Amerikalı Olsaydım…”
Ben Amerikalı olsam, ülkemin neden tüm dünyanın gözünde küçüldüğünü merak ederdim. Bu gelişmeyle alakası yokmuş gibi davranan Bush yönetiminden bir açıklama isterdim… ABD geçmişi, siyasi kültürü ve başarıları nedeniyle hak etmiş olduğu takdiri artık kazanamıyor. 11 Eylül 2001 sonrasında topladığı sempati buhar olup uçtu… Tabii bütün dünyanın toptan aklını kaçırmış olması ihtimali de var. Bush yönetiminin başından beri tüm o “Önce sen vur” savaşları, kamu düzeni yasaları, Ebu Garib, Guantanamo, uluslararası mahkemeler, Kızılhaç, BM’ye güvensizliği, Avrupa’yı bölme çabaları, genel güvensizlik ve gizliliklerinde haklı olduğunu, doğru çizgide ilerlediğini, dünya göremiyor olabilir. İtalya’da örneğin, neden ABD La Maddelena’da yaşayanlara donanma üssünün risklerine dair güvence vermiyor? Neden anlaşmaların ve “Yorum yok” ların ardına sığınıyor? Soğuk Savaş bitti artık…[2] Bush, Amerika’yı ve dünyayı yıkıma sürüklüyor!.?
- Petrol Fiyatları, korkunç biçimde yükseliyor:
- a- Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin’in ciddi ve cesaretli girişimleriyle, Siyonist Yahudilerin elindeki büyük petrol şirketlerine soruşturma açması ve Rusya’dan dışarıya petrol sevkiyatını durması.
- b- Devlet Başkanı Hugo Chavez’in dirayetli gayretleriyle Venezüella petrolünün Siyonist tekellere akıtılmasını yasaklaması.
- c- Sünnilere karşı kışkırtılmak ve Irak işgalinde Amerikan hesabına kullanmak istenen Şiilerin bu şeytani oyunu bozması ve işgal güçlerine baş kaldırması sonucu, Güney Irak’taki petrol depolarının ve boru hatlarının havaya uçurulması nedenleriyle, hızla yükselen ve varili 46 doları geçen, 50 doları bulması halinde ise; Amerikan ekonomisini tarihinin en tehlikeli krizlerine sürükleyeceği söylenen petrol fiyatlarındaki önlenemeyen artış, Siyonist Amerikanın ve sömürü canavarının uykusunu kaçırmaktadır.[3]
Venezüella’nın Atatürk’ü: Hugo Chavez!…
Dünyanın beşinci petrol ihracatçısı Venezüella’da Başkan Hugo Chavez’in referandumu kazanarak görevini devam etmesi, geçici olarak rekora koşan fiyatların gerilemesine neden olmuştu.
Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in, görevden alınıp alınmaması için önceki gün yapılan referandumdan galip çıkması, oylamanın petrol ihracatını olumsuz etkileyebileceği endişelerini şimdilik azalttı. New York’ta varil başına 46.91 dolar ile 1983’ten bu yana en yüksek seviyesine ulaşan ABD ham petrolü, Venezüella seçim konseyi yetkililerinin, oyların yüzde 94’ünün sayıldığını ve buna göre Chavez’in referandumu kazandığını açıklamaları üzerine 46.20 seviyesine geriledi. Londra Uluslararası Petrol Borsası’nda işlem görüne Brent tipi ham petrol de cuma gününe oranla 43 sent gerileyerek 43.40 seviyesine düştü. Ancak bu uzun sürmedi. Hugo Chavez’in zaferi kesinleşince, yeniden tırmanışa geçen fiyatlar, 50 doları buldu.
Enerji piyasaları, referandumdan tartışmalı bir sonucun çıkması ve toplumsal bir kargaşa doğması halinde, ülkenin günlük 2.6 milyon varil olan petrol üretimin kesintiye aksayabileceğinden kaygılanıyordu. Özellikle, Chavez’in referandumu kaybetmesi halinde yandaş işçilerin eylemleri neticesinde sevkiyatın kesintiye uğrayacağı korkusu, uzmanlarca petrol fiyatlarında son günlerde yaşanan rekor yükselişlerin nedeni olarak gösteriliyordu. Oysa asıl korkuları Chavez’in başarılı çıkmasıydı ve oldu.
Irak’ın güneyindeki boru hattına düzenlenen sabotaj nedeniyle yaklaşık bir haftadır normal düzeyinin yarısına denk gelen günde 900 bin varil petrol ihracının yapılması ve ABD güçlerinin Şii lider Mukteda el Sadr taraftarıyla girdikleri mücadelenin birkaç kente daha yayılmış olması da piyasalarda endişe yaratıyor. Güney Petrol Şirketi’nden bir yetkili de 1974 krizindeki ortalamalara yakın seyreden fiyatların büyük ekonomilere henüz darbe vurmadığını ancak, yükselen enerji maliyetlerinin zarar vermeye başladığına dair işaretlerin geldiğini ve beklenmedik krizlerden kuşkulandığını vurguluyor!..
Sonuç: Petrol fiyatlarının ve ABD’li Siyonist sermaye patronlarının geleceği Hugo Chavez’in elinde dünyayı dize getiren Siyonist ABD’ye ve işbirlikçilerine kök söktüren Hugo Chavez, Venezüella’nın Atatürk’ü yerinde.
•9. Amerikanın “Kirli Derin Devleti” Olan Yahudi Lobileri Çaresiz Bulunuyor!..
Televizyon ve gazete haberlerinde, “Amerika’daki bazı çevrelerin, yaklaşan Başkanlık seçimlerine gözlemci olarak katılmak üzere Avrupa AGİT’ten temsilci istediği ve bu talebin kabul edildiği” günlerce yer aldı…
Hatırlanacağı üzere, geçen seçimleri, Yahudi Lobisinin adayı Al Gor’a karşı George W. Bush, hile ile kazanmıştı… (Veya rakiplerinin hilelerini boşa çıkarmıştı)
Clinton’un 2. sefer ve Yahudi Lobilerin adayına rağmen kazanması ve ardından Bush’un yine aynı Lobilere karşı başkanlık koltuğuna oturması, “Amerika’daki gizli güç dengelerinin yer değiştirdiğinin ve Yahudi Lobilerinin artık eski etkinliğini yitirdiğinin bir göstergesi” olarak algılanmıştı…
Ve şimdi yaklaşan seçimler için AGİT’ten temsilci, Türkçesi Avrupa’dan destekçi istenmesi; Siyonist mahfillerin ve sermaye diktatörlerinin: Amerika’daki “yeni ve yerli cephe”ye karşı acizlik içinde olduklarının bir kanıtıydı…
Bu durum, dünyadaki büyük değişimin yaklaştığını gösteren çok önemli bir ayrıntıydı…
Artık, Amerika’ya bile hakim ve sahip olamayan Siyonist sermaye Karunları, başka ülkelerdeki amigolarına nasıl sahip çıkacaklardı?..
Tarihi, her zaman kötüler değil, bazen de iyiler yazacaklardı…
Yahudi Lobilerine Rağmen Gerçekleri Yansıtan Film: “Cennet Krallığı’nın” Gölgesindeki Kudüs!…
Başrolünde Orlando Bloom’un oynadığı Ridley Scott’ın son filmi “Kingdom of Heaven/Cennet Krallığı” vizyona girmeden tartışma yarattı. Kimileri senaryonun gerçekleri yansıttığını, kimileri dini duyguları istismar ettiğini savunuyor. Belki de sorulması gereken soru şu: Tarihi gerçekler ne kadar “gerçek” aslında?
Hollywood’da bugünlerde en çok tartışılan konulardan biri Ridley Scott’ın 2005’te vizyona girecek olan yeni filmi “Kingdom of Heaven/Cennet Krallığı”. 130 milyon dolarlık bir bütçeye sahip olan film 1187’de Haçlı Kuvvetleri’nin egemenliğine son vererek Kudüs’ü ele geçiren Müslümanların savaşını anlatıyor. Daha doğrusu Kudüs’ü savunan Haçlı Şövalyesi Ibelin’li Balian ile efsanevi komutan Selahaddin Eyyubi’nin hikâyesini konu ediniyor.
“Gladiator/Gladyatör” filmiyle En İyi Yönetmen Oscar’ını kucaklayan, “Thelma&Louise”, “Alien/Yaratık” ve Hannibal” gibi önemli yapımlara imza atan yönetmen Ridley Scott ise dini duyguları istismar etmek peşinde olmadığını söylüyor. “Elinizi vicdanınıza koyup yüreğinizin ve aklınızın sesini dinlemeniz gerektiğini anlatan bir film. Bunun tartışılacak bir tarafı var mı? Üstelik dini çağrışımlara yol açacak hiçbir şey yok.” diyor.
Gerçekten de tarihin akışını değiştiren, üstelik Doğu ve Batı dünyasının geleceğini belirleyen bir savaşı eksen alan “Cennet Krallığı” dini unsurlardan ziyade, kahramanlık ve aşk teması üzerine kuruldu. Şehri yağmalayan Tapınak Şövalyeleri ile Müslüman savaşçıların dehşet veren sahnelerinin dışında dini bir vurgudan özellikle kaçınıldığını söylüyor yapımcılar.
Yarası olan gocunuyor!..
ABD’li ve İngiliz akademisyenler filmde özellikle Selahaddin Eyyubi’nin adaletli ve duygulu bir komutan olarak çizilmesi noktasında iki ayrı cepheye bölünmüş durumda. Örneğin İngiltere’de Haçlı Seferleri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Cambridge Üniversitesi tarih profesörü Jonathan Riley-Smith “Cennet Krallığı”nın senaryosunu “saçma” ve “tarihi gerçeklerden uzak” olarak nitelendiriyor. “Kocaman bir balon. Saçma sapan ve doğruları yansıtmıyor. Müslümanlar sofistike ve uygar, Haçlılar ise vahşi ve barbar olarak gösteriliyor. Bunun gerçeklerle bir ilgisi yok” diyor. Çünkü işine gelmiyor.
“Arapların gözüyle Haçlı Seferleri” kitabının yazarı Amin Maalouf ise “Tarihi çarpıtmak doğru bir işmiş gibi kabul göremez. Bunu iyi bir amaçla yaptığınızı düşünüyor olsanız da fark etmez. Zulüm bu savaşın yalnızca bir yönü değil, tamamı” görüşünü savunuyor. Yani, yarası olan gocunuyor!
Herkes aynı fikirde değil elbette. Çekimler başlamadan önce senaryosu incelenip son halini veren beş kişiden biri olan Loyola Marymount Üniversitesi tarih profesörü George Dennis filmin küçük ayrıntıları yakalayan incelikli üslubundan çok etkilenmiş. “Fazlasıyla gerçekçi. Ne Hıristiyan ne de Müslüman kesimden bir tepki geleceğini zannetmiyorum. İki kesimi de incitecek bir şey yok çünkü.”
Bizim asıl çektiğimiz nokta: Siyonist Patronlar, artık Hollwood’a bile sahip çıkamıyor!..[4]
•10. Putin, Şeytani Cepheye Karşı İnsani Cephede Yer Alıyor!..
Geçen Temmuz ayında (2004) devletin tepesindeki ve stratejik önemdeki tam 42 makamdan, mason ve hain bürokratları atıp sağlam elemanlar atayan Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin, özellikle “hortumcu”lara savaş açtığını söylüyor… Bunun Yahudi sermayesiyle hesaplaşmak anlamına geldiği, erbabınca biliniyor…
Bizde, uzun yıllar Atatürk’ü istismar eden, işleri bitince şimdi “Kemalizmin” bittiğini söyleyen masonlar gibi; Rusya’da da uzun yıllar Stalin’i ve hatırasını kullanan, ama ihtiyaç kalmayınca heykellerini yıktırıp çöpe atan çevrelere inat, Putin kendi tarihine ve geçmişine sahip çıkıyor… Ayyaş uşak Yeltsin’in Volgagrad diye değiştirdiği şehir ismini, yeniden Stalingrad yapıyor!..
Ve aynı Putin, İslâm Konferansına üye olmak istiyor!..
Dünyanın en büyük ikinci askerine ve 6800 nükleer başlıkla, 7200 nükleer başlığı bulunan Amerika’dan sonra ikinci nükleer güce sahip bulunan Rusya’nın bu değişim ve dönüşümü, Siyonizm’in saltanatını sallıyor!.. Ve insanlığın geleceği açısından hayırlı ve yararlı bir gelişme olarak görülüyor!.. Putin’in Türkiye ziyareti öncesinde; Rusya-Gürcistan gerginliğinin artırılması da dikkat çekiyor!?
•11. Pakistan-Çin İttifakı:
2004 Temmuz’un son haftası, Çin ve Pakistan orduları sınır boylarında, gerçek mermiler ve son sistem silahlarla 3 günlük ortak bir tatbikat gerçekleştirmişlerdir.
Erbakan Hoca’nın Rusya, Brezilya, Venezüella gibi ileride D-8 lere katılacağını söylediği Çin ve Hindistan’ın, Pakistan’la böylesine yakınlaşması, Tarihin akışını değiştirecek önemdeki gelişmelerdir.
Siyonist Amerikanın Çin’e gözdağı vermek ve sindirmek için, Tayvan’a yığdığı silahlarla yaptığı gösterişli askeri tatbikatın ardından Çin ve Pakistan’ın bu ortak tatbikatı dikkate değerdir.
Bu arada D-8 kurucularından, Bangladeş Muhalefet Lideri Bayan Hasina’ya karşı girişilen ve ülkeyi kaosa sürüklemeyi hedefleyen suikast eylemi de dış güçlerin bir tertibidir.
Hindistan’da Milli Güçlerin Başarısı:
Yıllardır, Hindistan’ı Pakistan’a karşı kışkırtan ve bu ülkeyi 2. İsrail olarak kullanan Siyonist güçler beklenmedik bir hezimete uğramış ve son Hindistan seçimlerinde İsrail ve Amerika karşıtı Partiler büyük bir farkla iktidara gelmişlerdir. Yeni Hindistan hükümetinin komşularıyla ve özellikle Pakistan’la barışçı bir tavır içinde olacağını açıklaması oldukça anlamlı ve önemlidir. Hindistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Natwar Singh’in Pakistan’la uzlaşma, hatta dayanışma içinde olmaları gerektiğine ve bu konuda hükümetinin çok kararlı ve tutarlı bir tavır sergilediğini söylemesi, tarihi ve talihli değişimlerin bir sinyalidir.[5]
Şimdi tekrar Türkiye’ye dönelim…
•12. Türkiye’nin Atom Bombası:
Dünyada nükleer silahlara resmen sahip ABD, RUSYA, ÇİN, FRANSA ve İSRAİL bulunuyor. Bunların yanında Pakistan, Hindistan, ve Güney Afrika’nın da bu imkanlara sahip olduğu biliniyor… Daha birçok ülkenin atom bombasına ve nükleer santrallara sahip olduğu ancak bunu açığa vuramadığı ve dolayısıyla caydırıcı bir güç olarak kullanamadığı tahmin ediliyor. Çünkü açığa vurması ABD ve İsrail’e meydan okuması şeklinde algılanıyor ve bir şekilde askeri ve ekonomik hücuma uğrayıp saf dışı bırakılıyor!
Türkiye’mizin de, nükleer füzelere ve teknolojiye sahip bulunduğunu, ancak bunu uzun yıllardır konjüktür gereği gizli tuttuğunu güvenilir şahsiyetlerin ifade ve işaretlerinden ve askerimizin ABD ve İsrail’e rağmen yaptığı bazı girişimlerden fark etmiş ve bu düşüncemizi bazı dostlarımızla paylaşmıştık.
Geçen dostlarım, www.netpano.com sitesinde Türkiye’nin nükleer füzeler ve denemeler yaptığını anlatan “Atom Bombamız Olsaydı Ne Olurdu?” başlıklı bir hikaye-belgesel yazıldığını söyleyince, onlara “Bu demektir ki artık ülkemiz, bu imkanlara sahip olduğunu dolaylı biçimde ortaya koyuyor ve böylece rakiplerine gözdağı, müttefiklerine moral veriyor” diye hatırlatmıştık…
Gerçekten o yazının sonunda bu durumun zaten aynen itiraf edildiğini de okuyunca, ferahlanmıştık…
Hikâye şöyle;
“İsrail’in tehlikeli ve tehdit edici boyutlarda nükleer silahlara sahip olması, Türkiye’yi özellikle askerleri tedirgin etmeye başlamıştı. Askerlerin zorlamasıyla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Tübitak ve Üniversitelerin ilgili bölümlerinden gelen uzmanlardan bir ekip araştırma başlattı. Hazırlanan rapora göre; imkân, eleman ve alt yapı vardı ama mutlaka gerekli olan Uranyum veya Plütonyum nerden bulunacaktı?..
Derken, beklenmedik biçimde Sovyetler dağılınca, o kaos ve kargaşa ortamında, çaresiz ve parasız kalan Rus subay ve generallerin bazıları sadece silahları ve gizli bilimsel sırları değil, Mig uçaklarını bile gizli pazarlıklarla satmaya mecbur kalmıştı… Bunların arasında çantada bile taşınabilen taktik atom bombaları bile vardı…
İşte bu ortamda, birileri Bakü’deki elçiliğimizi arayıp askeri ataşemize ellerindeki 26 kg. Plütonyum’u Türkiye’ye satmak istediklerini duyurmuşlardı. Askeri ataşemiz bütün resmi ve siyasi makamları atlayarak doğrudan Genel Kurmay 2. Başkanına gizli ve şifreli bir mesajla durumu aktarıyor.
Mesaj çözümü hemen Genel Kurmay Başkanına ulaştırılınca derhal Kuvvet Komutanlarını toplayıp konuyu görüşüyor ve acil olarak; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanının toplanmasına karar veriliyor…
Bu toplantı gerçekleşiyor, Genel Kurmay Başkanının ısrarlı taleplerine Cumhurbaşkanı direnemiyor, bayan Başbakan zaten sıcak bakıyor!..
Sadece Başbakanın bu olaya MİT’in de katılması önerisini G.K. Başkanı özellikle münasip görmüyor!..
Ardından, Azeri satıcıların Ruslardan aldığı 26 kg. Plütonyum Oksit’i yerinde görmek ve devir teslim işlemlerini görüşmek üzere, bir Tümgeneral görevlendirilip Bakü’ye gönderiliyor.
İstenen 15 milyon dolar bayan Başbakanın başını ağrıtacak ve bu yüzden Siyonistler tarafından dışlanacak, Örtülü Ödenek’ten karşılanıyor!..
Başka bir Ada ülkede ki kirli işler çeviren güvenilir bir Bankada hesap açılıyor.
Yapılan anlaşmalar gereği, malı taşıyan peynir Tır’ı, Gürbulak sınır kapısından sokulup askeri bir kışlaya götürülüyor. Uzmanlarca “sağlam” raporu verilince parsı ilgili bankaya ve sivil bir şirket adına yatırılıyor!..
Testi yapılıp teslim alınan Plütonyum, getirilip “Ayaş” tünelinde saklanıyor. Çünkü herhangi bir sızıntı tespitinde tünelin iki ucunun da kapatılıp tehlikenin atlatılması düşünülüyor. Ayaş tünelinin açılış gecikmesinde bu olayın da etkisi konuşuluyor!..
Pakistan’dan atom bombası yapmak için gereken teknolojik destek alınıyor! Marmaris’te emekliliğin tadını çıkaran Cumhurpaşanın da yardımı dokunuyor!.. Özel oluşturulan ve sıkı denetim altında çalışan ilmi bir ekip sonunda 5 adet Atom Bombası yapmayı başarıyor. Bu iş için yaklaşık 800 milyon dolar harcanıyor… Bombaların bazı parçaları şeker fabrikalarına makine üreten ve MSP döneminde gerçekleşen tesislerde yapılıyor… Yine bir kısım elektronik aygıtlar Vestel ve Aselsan tarafından üretiliyor. Böylece bu gün NATO’cuların ve AKP’li masonların tasfiye etmeye çalıştığı Kuvay-ı Milliyeci generallerin, gayret ve cesareti ile Müslüman topraklarını işgal edip tanklarla Filistin kasabalarına giren Siyonist askerleri “Sıra Ankara’da! Hedef Türkiye!” diye bağıran İsrail’e karşı çok hayati önem taşıyan her biri 30 kilotonluk bombalara: “Sakarya, Gelibolu, Kocatepe, Malazgirt ve Dumlupınar” isimleri veriliyor. Beşinci Atom Bombamız ise Yozgat’ın 100 km. uzak kırsalında ve kullanılmayan bir maden ocağında deneme amaçlı patlatılıyor ve deprem oldu zannediliyor!..
Ve bu Bombalar ve bilimsel sırlar, sadece Cumhurbaşkanı, Başbakan ve G.K. Başkanından oluşan 3 kişilik bir ekibin elinde bulunuyor ve bu görev değişiminde yeni gelenlere devrediliyor!..”
Hikâye böyle…
Amerika ve İsrail bütün bunlardan habersiz kalabilir mi? Hayır… Mutlaka haberleri vardır… Ama artık Türkiye’ye baskı yapıp: “bunları imha edin veya bize verin” diyecek güçleri bulunmamaktadır. Bu nedenle dünyaya ilan etmeleri de sakıncalıdır. Çünkü o taktirde “Türkiye’ye söz geçiremedikleri” ortaya çıkacaktır.
Türkiye ise, bütün dünyayı değiştirecek kutlu çıkış için şartların olgunlaşmasını amaçlamıştır.
Rusların ise İsrail ve Amerika’ya karşı Türkiye’nin güçlenmesini arzu ettikleri anlaşılmaktadır. Yoksa sadece para için Azeri aracılara Plütonyum verdiklerini düşünmek mantığa aykırıdır.
•13. Hainlerin Devrim Telaşı!..
6 Ağustos 2004, Akşam gazetesinde ki “Ekim Sonrasına Dikkat” yazısında, Güler Kömürcü’nün Bedrettin Dalan’dan naklettiği gibi: Allah’ı tefekkür ama Amerika’ya tevekkül eden.. Siyonist sömürü sistemine razı ve marazlı Müslüman yetiştiren sivil toplum örgütlerine çevrilen Layt İslamcı tarikatlar ve meşrepler eliyle Hem dini, hem siyaseti yozlaştıran…
Ordumuzu; bir akülü telefon piline kadar Amerika’ya bağımlı kılıp zayıflatan…
Milli ekonomiyi ve ağır sanayimizi körletip, ülkemizi Amerika’nın hurda çöplüğüne ve Montaj cennetine çevirmekle şöhret bulan…
Atatürk’ü “Dokunulmazlık zihni altına alıp, Siyonist sömürü sermayesinin istismar aracı yapan, DP ve Menderes iktidarına karşı yapılan ve 235 Amerikancı generali emekliye ayırıp devre dışı bırakan 27 Mayıs devrimi cinsinden bir Milli hareket, bu günlerde hıyanet cephesinin ve dış güçlerin en önemli gizli gündemini ve tedirginlik nedenini oluşturuyor… “Hain kuşkulu olur ve yarası olan gocunur” cinsinden… Masonik mahfillerden manevi (sömürü) merkezlerine… İslamcı (enayi) entellerden Amerikancı gazetelere… 2. Cumhuriyetçilerden, AKP’li dincilere, hepsi: “her an bir darbe olabilir!..” korkusuyla yatıp kalkıyor!.?
Bu arada; Bediüzzaman’ın 1981-1991 yıllarında hazırlıklarını yoğunlaştıracağını… Çıkaracağı ve tüm dünyaya okutacağı imani ve ahlaki eserlerle, 2001 de materyalist ve dinsiz felsefeyi ilmen ve fikren yıkacağını… O güne kadar gizli yürüttüğü hazırlık çalışmalarının başına 2004 yılında bizzat ve izzetle geçip devrimini tamamlayacağını ve 2008 yılında ise, yeni İslam medeniyetinin, deccal düzeni olan siyonizme karşı kesin galibiyet ve hâkimiyet kazanacağını, bildirdiği kutlu şahsiyet ise, müminler ve mazlumlarca zaten bekleniyor!.. (Bak: İlmi Araştırma 1. sayısı ilk konu)
İnkârcılar istemeyip karşı çıksa da dinci münafıklar kıskançlıklarından çatlasa da Allah nurunu tamamlayacak, elçisini ve sadakat erlerini muvaffak ve muzaffer kılacaktır.
“Her kim Allah’ın O’na (davet ve istikamet yolunda sebat ve sadakat ehli kuluna) ne dünyada, ne de ahirette asla yardım etmeyeceğini (ve başarıya eriştirmeyeceğini) sanıyor (ve savunuyorsa, aldanıyor ve şeytani karakterinden böyle söylüyor.) hele göğe (darağacı gibi) bir araç uzatsın (ve ipi boynuna taksın) sonra (ayaklarını yerden) kesiversin de baksın (bakalım, ruhundaki nifaktan dolayı) kurduğu tuzak içindeki öfkesini giderebilecek mi? (hâlbuki hainler ve kâfirler çatlasa da, Allah elçilerini muvaffak, dinini hükümran kılacaktır)”[6]
•14. “Karun”ların Kaçış Hazırlığı:
Serdar Turgut’un 4 Ağustos 2004 Akşamdaki yazısının başlığı: “Yavaştan Tüyüyorlar Galiba”!?..
Daha önce Rahmi Koç’un, muhtemelen eylülden sonraki gelişmelere göre iki yıl sürecek bir uzun dünya devri âlemi için seyahate çıkacağını…
Şimdilerde, İhsan Kalkavan’ın, Cem Boyner’in ve oğul Mustafa Koç’un, yine uzun vadeli seyahat hazırlığı telaşı yaşadığını yazan Serdar Turgut’un ifadesiyle “bu alttan ve yavaştan tüyme.. Yani yıllardır kaymağını yedikleri Türkiye’yi terk etme” niyetleri, bir mecburiyetten doğmuş olmasın!? Sömürü hortumlarını kesecek, karanlık yaşamlarını ve kazançlarını hesaba çekecek bir devrim ve değişimin derin haberleri duyulmuş olmasın!?..
•15. Artık bu sömürü sisteminin çıbanı deşilmelidir. Çünkü geciktikçe güçleşmektedir:
Dağ başı gibi
Hepimiz Doğu ve Güneydoğuda neler olduğunu biliyoruz. Elbette, devletin ilgili birimleri de durumun farkında. Oralarda “Birkaç kilo toz, bir otobos” demek. Hiçbir iş yapmayan, devlete bir lira vergi ödemeyen insanların altında son model Mercedesler var. Değirmenin bu suyu nereden geliyor? Gayri meşru işlerden! Görünen köy kılavuz istemez. Baksanıza, artık uyuşturucu satışı büyük şehirlerde liselerden ortaokullara kadar düşmüş durumda. Bu ülkeye tonlarca uyuşturucu giriyor. Bir kısmı içeride tüketiliyor. Büyük bir bölümü de başka ülkelere gönderiliyor. Gençlerimiz zehirleniyor. Birileri de bu işlerden büyük paralar kazanıyorlar. Yetmiyor, devlete kafa tutuyorlar. Peki, bütün bunlar devlet içinden yardım almadan yapılabilir mi? Yapılamaz elbette. Ortaya çıkan rantı, bazı devlet görevlileri de paylaşıyorlar. Böyle olunca da dev bir menfaat çetesi ortaya çıkıyor. Önce bu çetenin devlet ayağının kırılması gerekli. Bu sistem mutlaka değişmeli.[7]
Patron Çakıcı!
Yolsuz kalan devlet kalkınamaz, kiralanır.
Bir yanda mafya, diğer yanda devlet. Bakmayı bilen ve gören için hangisinin güçten düştüğü, kimin palazlandığı açıktır.
1- Vergisini toplayamayan, bütçesini denk tutamayan devlet, polisine, istihbaratçısına, hakimine, savcısına bakamaz… Onları mafyanın kucağına atmaktadır.
2- Mafya da zaten var olabilmek için kamu görevlisiyle yardımlaşmaya muhtaçtır.
3- Kayıt dışı devlet mafyanın hizmetine girer, kayıt tutamaz hale gelir. Artık mafyanın ve masonların kuklasıdır.
Susurluk sürecini Asala ve PKK ile mücadele bahanesiyle aklama çabasında olanlar yine sahne aldılar. Alaattin Çakıcı’yı devlete hizmeti nedeniyle koruduklarını anlatma gayretindeler. Dinleyip inananlar da, devleti patron, Çakıcı’yı memur sanır… Çakıcı ile MİT arasındaki irtibat 17 yıllık. Bu süreçte Alaattin Çakıcı, MİT’e ne gibi katkıda bulundu? 1994 yılında birkaç ay Hollanda’da Dursun Karataş’ın peşinde dolaşıp sözde istihbarat toplamak dışında ne iş yaptı, hiç! Peki, karşılığında devletten ne aldı? Kırmızı pasaportlar, kaçışına yardım, Yargıtay ricacıları… O halde patron kim, devlet mi, yoksa Çakıcı mı? Ne yazık ki Çakıcı gibi gözüküyor.[8]
Bu fotoğrafa dikkat!
Patrik, Reuters Ajansı’nın sorularına verdiği (Hem de yazılı!) cevapta: ‘Türkiye’de din özgürlüğü kavramının oldukça kısıtlı ve yüzeysel olduğunu, kiliselerin, dini vakıfların, manastırların, mezarlıkların ve okulların idaresiyle ilgili haklarının olmadığını ve maddi ve idari bağımsızlıklarının ve kendi kendilerini yönetme haklarının bulunmadığını’… Söylüyor ve ilave ediyor: ‘Avrupa Birliği baskısının, 1971’de kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılmasını sağlayacağına inanıyorum’… Bu iş, burada mı kalacak zannediyoruz? Ayasofya’nın artık, gerçek (!) hüviyetine kavuşturularak tekrar ‘kilise’ye dönüştürülmesinin zamanının geldiğini yazan ve söyleyenlerin seslerinin giderek yükseldiğinden haberiniz yok mu? Neden böyle oldu? Cevabı çok açık, ‘Bizler fert, toplum ve devlet olarak, Milli kişiliğimizi kaybettik de ondan’…
Lütfen o fotoğrafı hatırlayınız, ABD Başkanı İstanbul’a geldiği zaman çekilmiş şu fotoğraf: ABD Başkanı ortada, altmış dokuz buçuk milyon Müslüman’ın dini temsilcisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı bir yanında, diğer yanında ise, altı bin Rum Ortodoks vatandaşımızın dini temsilcisi Patrik Efendi. Sen, bu resmin çekilip, yayınlanmasının anlamının farkında değilsen, daha çok ‘olmaz’lar ‘olur’ hale gelecektir.’ Ve bu gidişle İstanbul Vatikan’a çevrilecektir![9]
Türkiye’den ne istiyorlar?
Bu arada elbette ki Avrupa Birliği’nin sadece dini amaçlara hizmet eden ve yalnız bu alanda işlev gören bir örgüt olduğunu düşünmüyoruz.
Hayat hiçbir zaman tek nedene indirgenebilecek kadar basit değil. Bireyler gibi örgütler de sadece tek boyutla anlaşılamayacak kadar karmaşıktırlar.
Anlatmak istediğim şudur: Eğer bizler örgütleri ve bireyleri; sadece maddi nedenselliklere bakarak anlamaya çalışırsak, yanlış yaparız.
Örgütleri ve bireyleri hayattaki davranışlarında ateşleyen, onları motive eden inanışlar, semboller ve manevi amaçlar çözümlenmezse, onları doğru anlama ve yorumlamada başarısız kalırız!
Avrupa Birliği gayet tabii ki; siyasi ve ekonomik amaçları da olan bir topluluktur. Ancak AB’yi kuran ve örgütü omuzlayan bireylerin başka boyutları da vardır. (AB’nin arkasındaki Siyonist merkezlerin çok sinsi hesapları da bulunmaktadır.)
O başka boyut: yani dini inanışları, hedefleri ve beklentileri göz ardı edildiği takdirde, AB denilen örgütü tam anlamıyla kavramamız mümkün olmayacaktır.
Bu insanların bayraklarında ve binalarında ortaya koydukları semboller, kullandıkları özel sözcükler ve kurdukları özel ve sinsi ilişkiler aslında o başka boyutlarını bize açıkça göstermektedir, bu bir anlamda kendilerini bilinçli bir şekilde açığa vurma olayıdır!..
Görmek isteyen bunu görür ve olan biteni gerçekten anlama sürecinde daha güçlü ve bilinçli hale gelir.
Maalesef bugün Türkiye’de ‘gerçeği görmek istemeyenler’ hakim durumdadır. Siyasete, medyaya ve iş alemine hakim olan görüş: AB’nin Türkiye’ye demokrasi ve büyük özgürlükler getirme hedefi olduğundan ibarettir.
Bizler görüşümüzü bununla sınırladığımızda; AB ile ilişkilerde sürekli küçümsenen ve kaybeden taraf olmamız kaçınılmazdır.
Ve maalesef Türkiye bu kaybetme sürecine çoktan girmiş durumdadır, bunun işaretleri de zaten görülmektedir.
Aslında, bir ezoterik dini örgüt de olan AB, İslamiyet’e temelde karşı olduğu halde, acaba Türkiye ile neden ilişkisini bir şekilde sürdürmektedir? (Siyonistler, (Yahudiler, Hıristiyan veya Müslüman olmuş Yahudi asıllı dönmeler) niye Türkiye’yi oyalamak istemektedir?)
Bu sorunun cevabının anahtarı Ortadoğu’dadır. Temelleri yüzlerce yıldır atılmış olan manevi ve maddi çekişme ve çelişkilerin çıkış noktası da Ortadoğu’dur, bunların nihai çözümünün de Ortadoğu’da olacağı yolunda inanç da vardır. (Büyük İsrail hayalini hedefleyen Siyonizm’i hesaba katmadan bu denklemi çözmek imkânsızdır.)
İnançları ve insanın manevi yanını göz önüne almadan çözümleme yapmaya çalışan görüşler; Orta Doğu’ya bakınca sadece petrolü görür, suyu görür, bunların emperyalist paylaşımının farkına varır…
Bunlar gayet tabii ki çok önemlidir; ancak insanlar emperyalist hedeflerini gerçekleştirirken kendi davranışlarını manevi boyutla da motive etmek ve desteklemek ihtiyacındadır…
“Mesih beklentisi, kutsal topraklar söylemi, dini savaş hikâyeleri” gibi söylemler: farklı ve çıkara dayalı hedefleri bir arada tutan, onları koordine eden, insanları bir hedefe kilitleyen bir tür zamk rolü oynamaktadır.
Avrupa Birliği: Ortadoğu’da somut ve soyut çıkarlarını Türkiye’nin yardımı olmadan tam anlamıyla kollayamayacağını düşünmektedir. Ve bizi kullanmak sevdasındadır.
AB’nin bizimle ilişkilerini tamamen kopartmamasının ve üyelik sürecimizi aslında olumlu sonuçlandırmak istememesine rağmen bunu bir şekilde oyalamaya bırakmasının tek nedeni bu korkularıdır.
AB; Türkiye kartını elinden kaçırdığında; binlerce yıldır temeli atılmış olan hesaplaşmaların arenası olacak Ortadoğu’da yenileceğinin farkındadır.
‘Türkiye kartının’ önemini Amerika da çok iyi bilmektedir. Irak savaşı öncesinde Türkiye’nin de savaşın içine çekilmesi için bu kadar uğraş verilmesinin sebebi de burada aranmalıdır…
ABD, sadece Irak için Türkiye’yi yanında görmek istememekteydi. Bölgedeki çıkarları ve İsrail’in amaçları açısından ABD, Türkiye’yi mutlaka bu savaşının içine çekmek zorundadır.
Yani anlayacağınız aynı sebeplerle ve aynı hedeflerle bölgeye hükmetmek isteyen AB ve Amerika: Ortadoğu üzerinde hükümranlık çatışması içindedirler ve onlar açısından Türkiye sadece bu boyutuyla önem kazanmaktadır.
Şunu da unutmayın. Önemli kaosların beklendiği maddi ve manevi alt üst oluşların yaşanacağının tahmin edildiği yüzyılımızda; dünyanın dinamiğini kontrol eden güçlerin dikkati Türkiye’ye kilitlenmiş durumdadır.
Bu karar nerede ve nasıl alındı tam bilmiyorum, anlayamıyorum ama; Türkiye’nin kullanılıp yıpratılması ve bölünüp parçalanması kararı, öyle görünüyor ki alınmış durumdadır.
Türkiye üzerindeki operasyon sadece kaba kuvvetle yapılmayacak; inançlar, manevi bağlantılar, semboller de kullanılacak, bizim üzerimizde oynanacak oyunda.
Evet, 21’inci Yüzyıl’ın Büyük Oyunu; Türkiye’de oynanacak ne yazık ki.
Bu büyük güce karşı ne yapılabilir? Açıkça söylemek gerekirse bazı şeyler seziyorum, ama ifade edemiyorum.
Çünkü Türkiye yıllardır kendi içinden güçsüzleştirildi.
Eğitim sistemi, sağlık sistemi, altyapısı çöktü, çöktürüldü, insan kalitesi ve ahlak seviyesi bozuldu, ulus bilinci yok edildi göz göre göre bu ülkenin.
Son tartışmalara bakılırsa devlet sistemi de içinden çürümüş ve çökmeye hazır görülüyor.
Ve maalesef ben, bu ülkenin insanlarının bir bölümünün, “kendi ülkelerinin yok olma sürecine neden bu kadar aktif katılıyorlar?” sorusuna inanın cevap bulmakta zorlanıyorum.
Klasik “hainler, iç düşmanlar” söylemi bu fantastik durumu anlatmaya, anlamaya yetmiyor, bana inanın.
Çok değişik bir ülke durumuyla karşı karşıyayız ve inanın bana: neler olup biteceğini az çok tahmin etmekle birlikte, bunun neden böyle olması gerektiğini ve nasıl gelişeceğini ben de çok merak ediyorum.
Umarım bir gün bu nedenler de netleşir. Ama şunu bilin ki önümüzdeki yıllarda merkezinde Türkiye’nin de bulunacağı bir büyük alt üst oluşun yaşanacağı neredeyse kesindir…[10]
Sular iyice bulanmadan durulmayacaktır. Ve bu karıştırma ve kapışma; Türkiye’nin, kurtuluş savaşı örneği, beklenmedik bir zafer kazanması ve zalim dünya düzeninin yıkılıp, Adil bir medeniyetin kurulmasıyla sonuçlanacaktır.
[1] Bakara:14
[2] 15.8.2004 / Correrradela / Sera Beppesevergnini / Radikal
[3] Bak: 10 Ağustos 2004. Milli Gazete
[4] 17 08 2004 Akşam / Kültür-Sanat
[5] 07 10 2004 / Milli gazete
[6] Hac:15
[7] 15.8.2004 / Emin Pazarcı / Tercüman
[8] 15.8.2004 / Enis Berberoğlu / Hürriyet
[9] 15.8.2004 / Kemal Yavuz / Akşam
[10] 17.08.2004 / Serdar Turgut / Akşam
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Evet doğru tesbitler ama herkes hak ettiği şekilde yönetilir sözü bana ait değil malumunuz. Demirel…
Türkiye'deki MHP, Zafer partisi, İYİ partisi gibi partilerin dimağlarında muhafaza ettikleri milliyetçilik kavramının karşılığı Avrupa'da…
Buna verilecek yanıt çok. 30 yıldır siyaset sahnesinde olması demek onun vatan millet için gerçekten…
Adam 30 yıldır siyaset sahnesinde iktidar. Ha yıkıldı, ha yıkılacak, ha yıkılıyor derken yaşı geldi…
“(Halbuki, gerçekten) İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye)…
Hayal değil, hakikat Nur dalgası, tatbikat Halk çoktur amma, Hak bir!.. " Bütün mes'ele Allah'ın…
İran’ın israil’e saldırısının olduğu günün ertesinde, 15 Nisan 2024’te uzun menzilli Amerikan bombardıman uçakları ve…
Yandaş medyadan asla bulamayacağımız bu haberleri ve işaret ettiği gerçekleri, Milli Savunma Bakanlığının resmi internet…
Tarikat, cemaat vb oluşumlar için ülkemizde oluşturulan alanın (CIA tertipli FETÖ darbe girişimleri gibi) büyük…
Siyonist Yahudiler tarih boyunca bulundukları toplumlarda fesat ve bozgunculuk çıkarmışlar bunun sonucunda içinde bulundukları toplumlardan…