YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
674f9164ce365
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 1 5 6
Bugün : 1909
Dün : 30630
Bu ay : 116724
Geçen ay : 890827
Toplam : 29861290
IP'niz : 18.97.9.175

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Baykal'ın bir sözü; bizim aylar öncesinden somut örnekleri ile açıkladığımız ve ayrıntılı olarak analizimizi yaptığımız, "ABD-NATO ekseninde AKP-TSK İşbirliği" tezini bir kez daha gündeme getirmiştir.

AKP'ye karşı ara sıra kükrüyor görüntüsü veren TSK'nın aslında; NATO-ABD'nin orkestrasyonunda ülkenin küresel plana göre yeniden dizayn edilmesi konusunda tam ABD ve AKP ile bir işbirlikçi tutuma girdiğini Jeo-Kritikler ve özel raporlarımız bünyesinde ortaya koyduk.

 

Baykal'ın; "Özellikle Doğu ve Güneydoğuda komutanlar da AK Parti`nin adaylarını destekliyor. Bizim çok çalışmamız lazım" (Kaynak: http://www.pressturk.com ) sözleri; bazılarının bazen "susarak", bazen "konuşarak" veya "gibi yaparak" söz konusu dönüşümde geldikleri işbirlikçi noktanın boyutunu ortaya koymaktadır.

Neler Unutturuluyor, Kimler Susturuluyor?

Son günlerin en gözde kitaplarından "Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok"'un yazarı emekli General Osman Pamukoğlu; Star'da Hulki Cevizoğlu'nun Ceviz Kabuğu programında, "susmak yalanın bir çeşididir" şeklinde konuştu. Pamukoğlu; "siz bütün bunlar yaşanırken görevdeydiniz, o zaman neden sustunuz?" şeklinde sorulara cevap verirken, "biz komuta kademesi içinde söylenmesi gerekenleri söyledik" diyordu ama vücud dili içindeki sancıyı fazlası ile ortaya koyuyordu. Ve "susmak yalanın bir çeşididir" sözü, Türkiye'nin getirilmek istendiği nokta karşısında artık canı acımaya başlayan Türk subayının en derin çığlıklarından biri olarak tarihe geçmiş bulunuyordu!..

Kaderin cilvesi olsa gerek; bu konuşmadan bir kaç gün sonra, Tayyip Erdoğan'ın yükselişindeki para kaynaklarını ortaya çıkaran operasyonları yapan ve Erdoğan'ın başbakanlığı sonrasında "işkenceci" suçlaması ile görevden alınan Adil Serdar Saçan, objektif programında çarpıcı iddialarda bulundu ve Tayyip Erdoğan'ın belediye döneminde 1 milyar doları nasıl kendi hesaplarına geçirdiğinin belgelerinin elinde olduğunu savundu.

Bu iki alakasız olay; Türkiye'de en çok konuşması gerekenlerin suskunluklarının; Türkiye'yi batağa sürüklemekte olan tarihi bir yalanın zeminini nasıl hazırladığının ipuçlarını bünyesinde barındırıyor.

Önce biraz tarihe geri dönelim.

Hikâyemiz 1878 yılında geçiyor. Osmanlı-Rus savaşı sırasında donanmamıza atılan bir torpido patlamayıp sahile saplanınca, paketlenerek İstanbul'a getiriliyor ve tersanede muhafaza altına alınarak, başına bir nöbetçi dikiliyor.

O zamanların subayları ""acaba uluslararası hukuka aykırı davranır, büyük güçleri kızdırır mıyım" şeklinde günümüzün moda düşünce yapısına ve aşağılık kompleksine sahip değiller.

Zamanın çalışkan ve vatanperver subaylarından Hilmi İdris Üsteğmen, muhafaza altındaki depoya sızarak, torpido üzerinde çalışmayı başarıyor ve torpidonun "beyni"ni deşifre ederek, teknik mekanizmayı çözmeyi başarıyor. Elinde teknik çizimlerle birlikte zamanın Donanma Komutanlığı'nın kapısını çalan İdris Üsteğmen, torpido yapabileceğini bildiriyor. Bu haber Donanmayı harekete geçiriyor ama torpidoyu yapma yönünde değil, torpidoyu keşfeden İngiliz Whitehead'i harekete geçirme yönünde. Haberdar edilen İngilizler anında Türkiye'ye geliyorlar ve Tophane'de üsteğmenimizi bir kahvede otururken buluyorlar. İngiliz Whitehead, İdris Üsteğmen'in torpidonun teknik mekanizmasını nasıl keşfettiğini kendisinden dinledikten sonra; kendisinin bunu yapamayacağını ve patentle ilgili kanunları gündeme getiriyor. İdris Üsteğmen'in ise İngiliz'e cevabı, torpidonun bir savaş ganimeti olduğu ve üstünde her türlü işlemi yapabileceği şeklinde oluyor. Bunun üzerine İngilizler uluslararası hukuka güvenerek dava açıyor fakat mahkeme üsteğmenimizi haklı buluyor. Bu gelişme karşısında İngilizlere tek bir çare kalıyor: Özel izinle üsteğmenimizi İngiltere'ye götürüyorlar ve Türkiye ilk torpidosunu bu olaydan 7 yıl sonra 1885 yılında İngilizlerden alıyor.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nı ilgilendiren bu olaydan 126 sene sonra Deniz Kuvvetleri'nde bir olay daha meydana geldi. Deniz Kuvvetleri, gemi devir teslimlerinde kaptanların ettiği yemine ilk bakışta önemsiz bir ayrıntı gibi gözüken bir ekleme gerçekleştirdi;

"Uluslararası hukuk kurallarına uyacağıma"

Önümüzdeki süreçte; Türk Silahlı Kuvvetleri tarihin kendisine verdiği misyona gittikçe yabancılaşıp, Türk milletinin vicdanı ile birebir zıtlaşacak ve "Cumhuriyetin bekçisi" imajının içini boşaltacak bir dönüşümün sancılarını daha derinden yaşamaya başlarken, bu dönüşümün kılıfı hazırlanmıştır :

"Uluslararası hukuk"

"Uluslararası hukuk" başlığı altında gerçekleşecek dönüşümün kurumsal kılıfı ise "NATO" olacaktır.

"Uluslararası hukuka saygı" yemini eden bir Deniz Kuvvetleri'ne sahip olan Türkiye'nin; Ege'deki Kıta Sahanlığı konusundan, Kıbrıs'a kadar ne Yunanistan, ne de küresel güçler için bir tehdit oluşturmayacağı ortadadır.

Bu çerçeveden bakıldığında, TSK'nın Türkiye'nin bekaasına yönelik temel konularda (kamu yönetimi reformu, Kıbrıs v.s.) derin bir suskunluğa ve hatta aktif desteğe bürünürken; göstermelik konularda (Hüsrev Kutlu krizi, v.s.) "kükreyen aslan" görüntüsü vermesi karşısında şaşkına dönen Türk milletinin, aslında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin söz konusu küresel dönüşüm çerçevesinde kendisine biçilen role uygun hareket ettiğini görmeleri gerekmektedir.

Bir partinin milletvekili Atatürk'ün asker üniformalı resmine laf etti diye ortalığı ayağa kaldırıp, Cumhuriyet havarisi kesilen bir kurumun, aynı partinin en üst düzey kadroların Kıbrıs'tan, kamu yönetimine Türkiye'nin üniter ve bağımsız yapısına dinamit koyan hamleleri karşısında bu kadar uysal ve işbirlikçi durması, ilk bakışta çelişki gibi gözükse de; bu kurumun referansının milli çıkarlar ve politikalar yerine NATO ve "uluslararası hukuk" haline geldiğini gördüğünüz noktada ortada ne kadar tutarlı bir tablo olduğunu göreceklerdir.

Geçen yazılarımızda; AKP'ye karşı "kaygılı" görüntüsü veren TSK'nın aslında "NATO çerçevesi içinde Türkiye'ye çizilen rol" ışığında ne kadar AKP ile uyumlu hareket ettiğini analiz etmiş ve bunu somut bir örnekle pekiştirmiştik. Şimdi; sizlere yeni bir örnek sunuyoruz.

Erdoğan'a En Büyük Destek Konuşanlardan Değil, Susanlardan Geliyor!

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı döneminde hakkında ortaya atılan iddialar ve bu iddiaların ayrıntıları fazlası ile ortaya çıkmıştır. Fakat bu iddiaların kanıtları ve davaları, Tayyip Erdoğan'ın başbakan olması ile gündemden düşürülmüş ve zamanında Tayyip Erdoğan'a neredeyse küfür eden Fatih Altaylı gibi isimlerin yeni Başbakan'a iman etmeye başlaması ile birlikte psikolojik tablo tamamlanmıştır. Bu suskunluk o kadar vahim boyutlara ulaşmıştır ki; bir İtalyan gazetesinde Aycell'in Aria'ya ihalesiz peşkeş çekilmesi (bu operasyonda tahkime gitmekle tehdit eden Aria'ya karşı uluslararası hukuka saygılı olmak bahanesi ile yapıldı) ile ilgili olarak Berlusconi'nin 79 milyon dolar rüşvet aldığı ve bunu Tayyip Erdoğan ile paylaştığı yolundaki iddialar karşısında ülkede tek bir yaprak kımıldamamıştır.

Tayyip Erdoğan'ı iktidara taşıyan servet birikiminin arkasındaki süreci ortaya koymada yaptığı operasyonlarla gündeme gelen ve en son Erdoğan'ın arkasındaki en büyük sermaye gruplarından Albayraklara karşı yaptığı operasyonun kurbanı olan İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan'ın Star'da Objektif programında iddiaları yeniden gündeme getirmesinin ardından Star'a "Uzan Holding Operasyonu" çerçevesinde el konulmuştur.

Bu röportajı sırasında Saçan; Tayyip Erdoğan'ın 1 milyar doları belediye kaynaklarından nasıl kendi hesaplarına geçirdiğine dair belgeli kanıtlardan söz etmiştir.

Kritik soru şudur: Saçan'ın söz ettiği ve Türkiye'nin Başbakan'ın hangi süreçlerden buralara geldiğini ortaya çıkaracak belgeler nerededir?

Bu belgelerin asılları Saçan'ın elinden alınmış ve bir kopyası savcılık bünyesinde bulunmaktadır. Bu belgelerin diğer kopyası ise Genelkurmay'a iletilmiştir.

Kısacası; kullanılmak istense Tayyip Erdoğan'ı, bu kadar "AK Günlerinde" hayli karanlıkta bırakacak binlerce sayfalık somut belge vardır. Bu belgeler arasında; Tayyip Erdoğan'ın bugün örtülü ödeneğin başına getirdiği zamanın Vakıfbank şube müdürünün gerçekleştirdiği para operasyonlarını ayrıntıları ile ortaya koyan kanıtlar da mevcuttur ve bilinmektedir.

Buna rağmen; zamanında Demirel'in "itidalli bir NATO paşasıdır, kırıp dökmez" diye övdüğü, bugünlerde ise Çengiz Çandar'ın Annan Planına desteğinden dolayı "vizyoner bir paşa" olarak göklere çıkardığı Özkök liderliğindeki Genelkurmay kadroları bu belgeleri değerlendirmeme konusunda büyük başarı göstermektedir.

Bu başarı; medyanın "tükürdüğünü yalama" konusundaki omurgasızlığı ile birleşince, Tayyip Erdoğan'a en büyük desteği taraftarlarının seslerinin değil, karşıt görünenlerin suskunluğunun verdiği gün gibi ortaya çıkmaktadır!

Emekli Generallerin Yırtılan Suskunluğu

Böyle bir ortamda; emekli generaller en az muvazzaf generaller kadar önemli bir dinamiğin ortasında kendilerini bulmaktadır. "Kol kırılır, yen içinde kalır" felsefesi ile yetiştikleri kurum bu kadar kritik bir dönüşüm sürecinden geçerken, kendilerini huzursuz bir toplum bünyesinde bulan bu isimlerin içlerindeki sancıyı dile getirme konusunda başlatacakları dinamik; toplumdan çok, içinden çıktıkları kurumu suskunluğundan kurtarma açısından önem taşımaktadır.

Burada en önemli tehlike; Pamukoğlu gibi isimlerin toplumsal ve kurumsal şuur altına hitap eden ve bu yolla Türkiye'nin içine düştüğü girdaba karşı kontra bir dinamik yaratmayı hedefleyen bu girişimlerin; reel bir çaba olmaktan çıkarılıp, toplumun gazını alma seviyesinde tutulmasıdır.

Bu noktada; susmaktan vazgeçenlerin en önemli zaafı, içlerindeki birikmiş enerjiyi dışa boca etmenin reel bir sonuç üreteceği yolundaki yanlış kanıdır. Aksine; bu toplumun kendi suçluluk hissini bu tür kahramanlar üzerinden tatmin etmesini sağlayarak ve toplumun ataletini daha da uzatarak ters yönde sonuçlar doğurabilir.

Susmaktan vazgeçenler; Türk toplumunun içine alındığı psikolojik savaş cenderesinin karmaşıklığı ve derinliğini çok iyi tahlil ederek; enerjilerini çok kapsamlı dinamikler yaratmak yönünde kullanmalıdırlar.

Aksi takdirde; içlerinde yetiştikleri kurum, kendi milletinin hukukunu , NATO gibi "fundamentalist-şeriatçı" (Ayrıntılar NATO'nun sembolünde ve NATO bünyesinde görev yapan misyoner subaylarda gizlidir) yapıların dayattığı küresel güvenlik anlayışlarına ve bunların kılıfını oluşturan
uluslararası hukuka kurban eden süreçlere en anlamlı desteği suskunluğu ile verirken; kendi çığlıkları Türk milletinin vicdanında hoş bir sedadan öteye geçmeyecektir.

Bu noktada tarihi ve ülkenin geleceği:

  • Bir milletvekili Atatürk'ün resmi ile ilgili bir demeç verdi diye ortalığı ayağa kaldırdıktan bir kaç ay sonra; Kıbrıs gezisini "siyasi mesaj" olur kaygısı ile ertelediğini beyan ederek, Türk milletinin zekası ile dalga geçenlerin mi?
  • Türkiye Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı gibi kritik gündemlerle karşı karşıya iken Türk deniz kuvvetlerinin subayına, "uluslararası hukuka saygı duyacağım" yemini ettirecek kadar küresel bürokrata dönüşenlerin mi?
  • "Eğer Süveyş Kanalını işgal etmeyi düşünmüyorsak, Kıbrıs'ın stratejik bir önemi yoktur" diyecek kadar üzerindeki üniformanın ağırlığı altında ezilenlerin mi?
  • ABD'nin PKK'ya destek verdiğini bile bile, Türk milletinden bu gerçeği gizleme suçu ile yetinmeyip, bir de hala ABD ile stratejik ortaklık/müttefiklik masallarını anlatmaya devam edecek kadar kemiksizleşenleri mi?
  • Yoksa; Ülkesi için İngilizlerin torpidosunu gizli gizli deşifre eden ve uluslararası hukuk karşısında kendi hukukuna sığınan İdris Üsteğmenlerin mi?
  • İçlerinde biriken çığlığı kitaplarla ortaya koymaya çalışan emekli generallerin mi
    şekillendireceğini hep beraber göreceğiz.

Önümüzdeki süreçte; egemen güçlerle girdikleri işbirliği çerçevesinde susanların üzerinde, susmayı reddedenlerin baskısı arttıkça; bu baskıyı azaltmak için göstermelik hamleler artarken, bu göstermelik adımların perdelediği bir ortamda arka plandaki satış süreci daha da derinleşecektir.

Susmayı reddedenlerin bu makro tuzağa karşı çok dikkatli ve akıllı olması gerekmektedir.

Büyük İsrail'i "Büyük Ortadoğu" ya Sarıp Pazarlamak

Irak'taki durumun medyaya yansıyanın çok ötesinde karışık ve içinden çıkılmaz bir hal aldığının artık herkes farkındadır.

Okuyucularımız; bir yandan MOSSAD'ın Irak'ta nasıl bir bilim adamı katliamına giriştiğinden, dini ve etnik gruplar arasındaki etkileşimlerin ayrıntılarına, hatta İsrail ve ABD'nin özel birimlerinin nerelerde konuşlandıklarına kadar bir çok enteresan bilgiyi yakalama şansına sahip bulunmaktadır.

"Kontrollü Kaos" projesi her boyutu ile belli bir olgunluğa erişmiş iken, medyadaki yorumcuların hala kamuoyunu salak yerine koyup, sanki, "ABD düzen getirmek istiyor da, getiremiyor; demokrasi ve düzen için çabalıyorlar" ama kolay değil, başaramıyorlar!" tarzı bir hava yaratmaları SESAR'ın sunduğu haber ve analizlerin değerini bir kez daha arttırıyor.

Bu noktada olaya stratejik bir derinlik katması açısından herkesin diline doladığı "Büyük Ortadoğu" kavramının neyin paravanı olabileceğinin sorulması gerektiğini düşünüyoruz.

Ana akbabanın ağızlarına verdiği her çiğnenmiş lokmaya saldıran aç akbaba yavruları gibi, küresel odaklar tarafından ortaya atılan her kavramı ve projeyi sakız gibi çiğneyenlerin prim yaptığı bir ortamda Biz başından beri; "Büyük Ortadoğu" projesinin, "Büyük İsrail" projesinin bir kılıfı olduğunu öne sürüyoruz.

Her makro projenin belli başarı eşiklerini geçebilmesi için, bir sualtı, bir de suüstü motivasyon kaynaklarının olması gerekir.

Bölgede bir "Büyük İsrail" projesi olduğu artık bütün kaynakları ile deşifre edilmişken, bu proje için su üstünde bir toplu kamuoyu dinamiği yaratmanız mümkün değildir.

Daha somut konuşmak gerekirse; ilgili ülkelerde beslediğiniz kalemşör ve yorumcularınızı, medya ve sosyal kanallarınızı toplumu şekillendirmek için "Büyük İsrail" sloganı ile ortaya salamazsınız. Fakat; bu satılık kalem ve kanallar "Büyük Ortadoğu" projesini belli meşruiyet kılıfları içerisinde çok rahat dile getirebilir.

İşte bu nedenledir ki; gaipten bir yerden birilerinin "Büyük Ortadoğu" masalını kulaklara fısıldamasının üzerinden bir hafta geçmeden; Türkiye'nin besleme yorumcuları, kiralık kanallarda, "Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ndeki yerinden" söz etmeye başlamış ve Erdoğan'ın Diyarbakır'ın Ortadoğu projesinde yıldız olacağı yönündeki tarihi incisi (Bir önceki tarihi inci için Mesut Yılmaz'a bakınız) açılan yeni kulvarı bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır.

Bu noktada; çok derin ve kapsamlı bir vizyonmuş havasında sunulan ama aslında coğrafyayı ve tarihi ancak bir ABD'linin anlayabileceği kapasitede anlayabilen bir kaç beynin masa başı hayal ürünü olan bu konsepti, kamuoyuna bir "vizyon"muş gibi sunanlara sormak gerekir :

Söz konusu kendi devletinizin toplumsal projeleri olduğunda, "derin devlet baskısı"ndan, "psikolojik savaşla beynimiz yıkanıyorsa" kadar ortalıkta kül bırakmayan sizler; söz konusu "toplumsal" ve hatta "tarihsel/coğrafi mühendislik" projeleri başkasının devletinden çıkınca bunları neden "vizyoner", "kaçınılmaz", "tarihi" gibi sıfatlarla toplumun önüne kaçınılmaz fırsatlar gibi sunuyorsunuz?

Bu devletin hatası sizin gibileri ABD devleti kadar beslememiş olması mıdır; yoksa bu tarz projeleri üretememiş olması mı?

Belki de ikisi birden.

"Büyük küresel odakların himayesinde", "Büyük İsrail" projesine hizmet etmek için gerekli meşruiyet zemini "Büyük Ortadoğu" kavramı ile masaya servis edilmiştir.

Bunu Türkiye'dekinin kursağından "Osmanlı", Lübnan'dakinin kursağından "Arap Birliği", Türkmen'in kursağından "Türk Birliği" diye geçirmeye çalışacaklardır. Bu noktada; Diyarbakır'ı "Büyük Ortadoğu"'nun yıldızı yapan da, "Büyük Ortadoğu vizyonundan" söz eden de, masaya konulan yemeği servis eden garsondan başka bir şey değildir.

Akaryakıt Çetesi

Son günlerde Türkiye'nin denizlerinde ve özellikle İstanbul'da, sessiz sedasız bir operasyon gerçekleşmekte.

Bu operasyon; denizlere hakim olan akaryakıt çetesinin çökertilmesi ve yerine yenisinin yerleştirilmesi operasyonudur.

Evet yanlış okumadınız. Eski çetenin çökertilmesinin amacı, yerine yenisinin ikame edilmesidir.

Hatırlarsanız; geçen senenin sonlarına doğru Hürriyet gazetesi sürmanşetine, "Denizde Akaryakıt Çetesi Çökertildi" tarzı bir dizi haber çekmiştir. Bu haberlerde; deniz üzerinden akaryakıt kaçakçılığı yapan grup; işbirliği yaptıkları Sahil Güvenlik mensubu bir kaç astsubay ile birlikte görüntülenmiştir.

Bu haberlerin sonrasında bir kaç ay geçmemiştir ki; "denizde devrim" başlığı altında AKP hükümeti bir icraata daha imza atar. Bu icraatla, denizden alınan mazotun ÖTV'si sıfırlanır. Deniz ticareti için devrim olarak nitelenen bu gelişme gözlerden kaçan önemli bir fırsatı bünyesinde barındırmaktadır: Bu da denizden alınan mazot ile karada satılan mazot arasında litre başına yaklaşık 600 bin TL'lik bir fark oluşmasıdır.

Bu fırsatın nasıl değerlendirebileceğini söylememize gerek yok. Tek bildiğimiz bu fırsatın bugün Kumkapı, Haliç gibi kritik ikmal noktalarında fazlası ile değerlendirilmekte olduğudur. AKP hükümetinin ortaya koyduğu icraat ile açılan bu fırsat kapısından sıradan, küçük kaçakçıların yararlandığını zannetmeyin. Bu fırsatı değerlendirmek için üst düzey bir konsey kurulmuştur bile. Bu konseyin üyelerinin kim olduğunu bilemeyiz; bizim tek yapabileceğimiz Türkiye'de sağlıklı bir denizcilik için derin kaygılar taşıdığını bildiğimiz Fuat Miras, Şadan Kalkavan, Cengiz Kaptanoğlu, ve en önemlisi Tayyip Erdoğan'ın bu mega yolsuzluk konseyine el atmaya çağırmaktır!

İlanlar Üzerinden Medyaya Para Akıtan "Terör" cü Odaklar

Bugünlerde, özgürlüğü elinden alınmış basının müstesna örneklerinden biri olan Can Ataklı'yı bulabildiği her köşede, "basın özgürlüğünden" dem vururken görmek mümkün.

"Özgür basın ve Cumhuriyet havarisi" kesilen bu ismin, Star'da "Kıvanç Değirmenli" takma ismi altında yayınlanan "Oyun Bozan" isimli köşeyi hangi nedenle bir gün durup dururken ortada kaldırdığının hikâyesi bilinirse, Can Ataklı ve gibilerinin "demokrasi" konusunda ne kadar samimi olduğu daha bir netlik kazanacaktır. Fakat bizim yorumumuza "Oyun Bozan" köşesi ile başlamamızın nedeni bu medya hikâyesi değil. Amacımız, ilk olarak Oyun Bozan köşesinde Kıvanç Değirmenli'nin gündeme getirdiği bir konuyu daha da derinleştirmek.

Önce elimizdeki bilgiyi ortaya koyalım ve gerisini bırakalım "Oyun Bozan" köşesi dile getirsin.

Güvenilir kaynaklardan edindiğimiz bilgiler, son günlerde gazetelerde "European Security Advocacy Group" (Avrupa Güvenlik Teşvik Grubu) başlığı altında garip ilan metinlerinin altına imza atan ve nedense ilanlarında kendilerine nasıl ulaşılacağına dair en ufak bilgi sunmayan "grubun" bu ilanları aracılığı ile belli medya gruplarına on milyonlarca dolar kaynak aktarıldığı yönündedir. Grupların isimleri ve aktarılan kaynağın miktarı bizde saklı.

Belli medya gruplarına yurtdışından kaynağı belirsiz kaynak aktarımı anlamına gelen bu ilanların ne dediğine gelince…

Bu konuda zamanında Kıvanç Değirmenli'nin sansürlenen Oyun Bozan köşesinde 01 Ekim 2003 tarihinde yazdıkları ek bir yoruma gerek bırakmıyor :

"İlanlar ilk bakışta "terörizme" karşı masum metinler olarak dikkat çekiyor. Fakat incelediğinizde garip bir duyguya kapılıyor ve bu adamlar bu sözleri niye bize söylüyor diyorsunuz. İşte burada çıkan ilanlarından bir cümle :

"Dünya halklarının yoksulluğundan teröristlerin faydalandığı zaten biliniyor. Bu şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, yoksulluğa karşı önerilen çözümün intihar olması ve birilerinin buna inanabilmesi… Ne yazık k, bu genç teröristlere öğretilen, kendilerini havaya uçurarak yol açtıkları kanlı eylemle, en azından aileleri için bir kurtuluş ve daha iyi bir gelecek sağlayabilecekleri"

PKK terörizminin en yoğun olduğu dönemde bile intihar saldırılarını tek tük yaşayan bir topluma; "intihar saldırılarının kötü olduğunu" ve "gençlerin buna itibar etmemesi gerektiğini" belirten cümleler niye?

İlan metinlerinde garip bir "yapmayın" çağrısı var. Her biri potansiyel bir trafik canavarı olan Türk insanına, "hızlı gitme" çağrısı yapılsa yadırgamayacağız, adamlar iyi niyetli olarak uyarıyor diyeceğiz. Ama bu farklı.

Sadece belli gazetelerin sayfalarında ve defalarca yayınlandığını tespit ettiğimiz bu ilan, sanki insanlar intihar saldırısı yapmaya meyilliymiş de, birileri onu vazgeçirmeye çalışıyor havası ile kaleme alınmış.

"Terörizmin" nasıl bir endüstri haline geldiğini ve yoksulların işine de yaramadığını inandırıcı olma yolunda garip örneklerle de desteklemiyor değil.

Bakın ne diyorlar :

"Dünyanın terörist şebekeleri de en büyük para makineleri haline gelmekteler…Ne var ki bu paraların yoksul halklara hiç bir yararı yok. Tam tersine Sudan-Kuzey Hartum'daki marihuana tarlalarında yoksul çocukları köle olarak çalıştırdıkları bilinen bir gerçek"

Ve ilanlar şu çağrı ile son buluyor :

"Terörizmde Gelecek Yok"

Türkiye'de intihar komandosu olmak için sabırsızlanan onlarca gencin bunu öğrendiği iyi oldu. Biz de çocukları vazgeçirmeye çalışıyorduk, ama bir de bu gerçeği "European Security Advocacy Group"'tan duymaları çok iyi oldu.[1]


[1] http://www.sesar.com.tr/ / 05 06 2004 /

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Tevfik BALA

Tevfik BALA

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...