YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66323cb4591fe
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 9
Bugün : 13105
Dün : 23368
Bu ay : 13105
Geçen ay : 737322
Toplam : 23529391
IP'niz : 18.220.59.69

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Başörtüsü herhangi bir partinin, mezhebin veya kesimin değil, bizzat Kur'anın ayetidir, Hz. Resulullah'ın emri ve İslam'ın kutsal simgesidir. Başörtüsüne karşı bütün hezeyan ve hırçınlıklar, aslında İslam düşmanlığından ileri gelmektedir.

Ve hele, ülkemizde başını örtenlerle örtünmeyenleri karşıt kamplara ayırıp birbirine karşı kışkırtmak, sadece şeytani bir girişimdir.

Kırmızı görmüş boğa gibi, başörtüsü görünce sinirleri gerginleşen geni bozuklar kadar, başörtüsü meselesini sürekli istismar eden, ama eline imkân ve iktidar verilse bile çözmeye cesaret ve gayret göstermeyen kansızlar ve gamsızlar da, bu ülke için talihsizliktir ve tehlikedir.

 

Yıllar önce, Bingöl'de ve bir kış gününde başındaki külahı alıp yere atan bir komiserin;

"El âlem aya gidiyor, siz hala külahla dolaşıyorsunuz. Bu yüzden geri kalıyoruz" çıkışmasına karşı, bir Hoca Efendi şu cevabı vermişti:

"Hayır Beyim, bu anarşi, ahlaksızlık ve geri kalmışlığımızın asıl sebebi, el âlem ayın ve diğer gezegenlerin çevresinden dolaşırken, sizin gibi yöneticilerimizin hala külahımızın ve türbanımızın etrafında tepinmenizdir!"

Evet ey yöneticiler ve yetkililer!..

Türkiye'den giden, Diyarbakır veya İzmir doğumlu Kürt ve Türk Yahudiler, Tevrat şeriatının ve Osmanlı kanunlarının uygulandığı İsrail'de, Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olup Türkiye'yi yıkmak için hazırlık yaparken, sizin hala başörtüsüyle uğraşmanız neyin nesidir?

İşte 8-2-2005 tarihli Tercüman'daki şu yazı, önemli bir belgedir:

"İsrail'in Genelkurmay Başkanı, Türkiye'de asker kaçağı." Türkiye'de yaşadığı yıllarda hangi adı kullanıyordu, bilemiyoruz. Ancak, İsrail'in Genelkurmay Başkanı Moshe Yalon, aslen Türk vatandaşıydı. Türkiye'de askeri gitmediği için uzun süre "asker kaçağı" olarak arandı. Bulunamayınca da vatandaşlıktan çıkarıldı. Ardından, karşımıza İsrail Genelkurmay Başkanı sıfatıyla çıktı. Moshe Yalon, aslında bir Kürt. Bunu ben söylemiyorum. İddianın sahibi, 500. Yıl Vakfı'nın Sanat Jüri Başkanlığı'nı yapan Mustafa Erdoğan Sürat. Annesi Arap, babası Yahudi olan Sürat'ın bir başka iddiası daha var:

-İsrail Ordusu'nun bel kemiğini Kürt ve Türk Yahudileri oluşturuyor.

Biliyorum, "Türk ve Kürt Yahudi'si) ifadeleri, konuyu iyi bilmeyen pek çok kişinin kafasını karıştırıyor. Genel olarak şu soru soruluyor: "- Musevilik, İsrailoğulları'na indirilmiş bir din. Musevilik ya da Yahudilik ırka dayanan bir din olduğuna göre, Türkler ve Kürtler nasıl Yahudi, ya da Musevi olabiliyorlar?"

Bu, iki şekilde oluyor:

  • 1- Hazreti Musa döneminde "Ben bu dini kabul ettim" diyenler, Musevi kabul ediliyor. Hazar Türkleri'nin bir kısmı bu şekilde Yahudi oldular.
  • 2- Bizimkilerin aksine, Musevilik sadece babadan değil, anadan da geçiyor. Annesi Yahudi olan kişi, otomatik olarak Yahudi sayılıyor. Mesela Mustafa Erdoğan Sürat'ın annesi Arap, babası Yahudi. Bu yüzden de Musevi olarak kabul edilmiyor. (Öyle ise 500. Yıl Vakfında ne arıyor?) Ama bugün İsrail'de Yahudi zenciler var. Çünkü "Falaşa" adı verilen bu zenciler, zamanında Habeşistan'da Museviliği kabul ettiler. Toplu olarak İsrail'e göç ettiler.

Şimdi gelelim, bir Kürt Yahudisi'nin Genelkurmay Başkanlığı'na kadar nasıl yükseldiği sorusuna… Çünkü İsrail'de Osmanlı sistemi geçerli! Eğitim şart değil. Orduya er olarak giren, Genelkurmay Başkanlığı'na kadar yükselebiliyor. Bugün İsrail ordusu'nda "mektepli" subay sayısı yüzde 10'nun altında. Ordunun büyük bölümünü "alaylılar" oluşturuyor. İlginçtir, İsrail Ordusu'nda okuma yazmayı orduda öğrenip paşalığa kadar yükselen isimler var.

Şöyle diyor Mustafa Sürat:

-Bugün, Türkiye ve Kafkaslar'da çok sayıda gizli Yahudi var.

Hemen ardından ekliyor:

-Siz, Türk, Çeçen, Abaza, Gürcü ya da Kürt sanıyorsunuz. Ancak, onlar gizli Yahudi. Ayrıca, Bulgarlar, Çekler ve Slovaklar arasında da gizli Yahudi var.

Unutmadan ekleyelim: İsrail'in eski Savunma Bakanı Yitsak Mordehay da bir Kürt Yahudimsiydi. İsrail, 1952 yılında Kuzey Irak'a bir operasyon düzenledi. Erza ve Nehemya operasyonları ile 100 ile 150 bin arasındaki insanı İsrail'e götürdü. Bunlar, Kürt Yahudileriydiler.

İşte bu yüzden İsrail'in, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt Devleti'ne sıcak bakması ve O'nu desteklemesi çok doğal. Böyle bir devletin içinde İsrail'in etkili olması kaçınılmaz. Kuzey Irak'ta Türkiye ve İsrail'in çıkarları çatışıyor.[1]

AKP'li Altıkulaç, affın başörtülüleri kapsamayacağını bildirdi.

Neden başörtülüye af yok?

Öğrenci affının türban sorununu çözecek bir düzenleme olmayacağına işaret eden TBMM Milli Eğitim Kültür ve Spor Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç, çeşitli nedenlerle üniversitelerden ilişiği kesilen öğrencilere yeni bir hak verilmesini içereceğini söyledi.

Erdoğan "başörtüsü sorununu çözeceğiz" beyanatını inkâr etti

Alman Welt am Sonnntag gazetesine yaptığı açıklamalarda "Üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmak için çalışmalar yapıyoruz" dediği ileri sürülen Başbakan Erdoğan, "Böyle bir gazeteciyi de tanımıyorum, demeç de vermedim" dedi.

Oysa Hürriyet haberi sürmanşetten vermişti…

Emin şirin'in öğrenci affı önergesi Meclis'te reddedildi!

İstanbul Bağımsız Milletvekili Emin Şirin'in öğrenci affı ile ilgili yasa teklifinin doğrudan Genel Kurul gündemine alınması önergesi, kabul edilmedi.

TBMM Genel Kurulu'nda önergesi üzerinde konuşan Şirin, konuyu insani açıdan ele almak gerektiğini belirterek, CHP ve AKP'den destek istedi. Şirin, konunu "türban affı" olarak değerlendirilemeyeceğimi söyledi.

Ama CHP'liler ideolojilerin, AKP'liler ise "cüzdaniye"lerin esiriydi! Teklif Meclis'ten geri çevrildi.

AKP Genel Başkanı Erdoğan durduk yerde türban tartışmasının yeniden gündeme getirmedi.

Bir yabancı gazeteye eşinin ve kızlarının başörtülü olduğunu ve bunu hem inançları gereği hem de moda olduğu için yaptıklarını söyleyen Erdoğan bu açıklaması ile başörtüsü sorununun çözülmesini dört gözle bekleyenlerin yarasını kaşımış oldu.

Ama O'nun asıl amacı, seçmene selam göndermek ve başörtüsü mağdurlarının ağzına bir parmak bal sürmekti. Bu sözler sorunu çözmek üzere söylenmemişti. Çünkü bu konuda tek başına iktidar avantajı da, milletvekili sayısı da yeterliydi.. Ama samimiyet, ciddiyet ve cesaret eskitti… Çünkü iktidar, çoluk çocuk işi değildi.

Sanıldığı ve sunulduğu gibi, anayasa da bu konuda engel değil tam aksine, dayanak ve destekti. İşte ilgili anayasa maddeleri:

Madde 6= Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır (…) Hiçbir kimse veya organ Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz.

Madde7= Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet meclisindedir. Bu yetki devredilemez.

Madde 10= Herkes (….) kanun önünde eşittir.(….)

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Madde 13= (…) Yükseköğretim Kurulu(nun) (….) teşkilatı, görev, yetki ve sorumluluğu ve çalışma esasları; kanunla düzenlenir.

Madde 153= (…) Anayasa Mahkemesi (….) kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez. (….)

Sayın Sezer'in eleştirileri de yetersiz ve isabetsizdir:

 Yargıtay, Millî Gazete Yazarı Selahaddin Aydar lehinde önemli bir karar vermiştir. Aydar'a verilmiş olan ceza mahkemesi kararını bozarak, lâiklik yorumunda hukuk dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Sayın Prof. Dr. Mustafa Kamalak'ın deyimiyle bu karar bir milad niteliğindedir.

Ancak Sayın Sezer verdiği demeçte bu kararı eleştiriyor. Bu eleştiriler yetersiz ve isabetsizdir.

Sözlerime Atatürk zamanında İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş ayrıca o tarihlerde bir müddet Atatürk'ün açtığı İlâhiyat Fakültesi'nde Psikoloji hocalığı yapmış, Emin Erişirgil'in, Türk Ocağı'nda yaptığı bir konuşma ile başlıyorum;

 – "Kişilerin ahlâkını iki faktör düzenler, Din ve felsefe. Her insan bir ahlâk sistemi tesis edecek derecede filozof olamayacağı için ve olabilse de, bu zümreler toplum hayatında çok küçük bir azınlık teşkil edeceği için, din insanlar için, din toplum ahlâkını yüceltmek konusunda vazgeçilmez, olmazsa olmaz niteliğinde bir realitedir. Bu sebepten din ve ahlâk eğitimi mutlaka, eksiksiz olarak yapılmalıdır. Ben bu sebepten okullara din ve ahlâk dersleri konulmasına, bir ateist olduğum halde taraftarım."

Erişilgil'in ahlâk ve din konusuna yaklaşımı böyle.

Din, ahlâk ve kültür hakkında Atatürk'ün temel görüşleri ise şöyledir:

 "Milletimiz din ve dil gibi iki kuvvetli fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır, alamaz."

"Hepimiz müsaviyiz (eşitiz) ve dinimizin ahkâmını mütesaviyen (çeşitli biçimde ve gerektiği şekilde) öğrenmeye mecburuz, her fert, dinini, diyânetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir."

"Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken… bil'umum efkarı milliyeyi… mukabil her fikre karşı, şiddetle fedakarane müdafaa zarureti telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvvayı rûhiyyesine bu evsaf ve kabiliyetin zerki mühimdir." Yani çocuklarımızın kafasına ve kalbine, milli ve manevi değerlerin şırınga edilmesi, devletin en önemli görevidir.

Görülüyor ki Sayın Sezer'in din, ahlâk ve kültür eğitimi konusundaki beyanları, çağımızın ve çağımızdaki toplumumuzun ihtiyaçlarına asla cevap verecek mahiyette değildir. Atatürkçülükle de çelişmektedir.

Bir taraftan, genel ahlâk korkunç bir hızla bozuluyor, kapkaççılık, hırsızlık, cinâyetler, intiharlar, almış başını gidiyor. Aileler çöküyor. Bu krizler, sosyal patlamaya doğru gidiyor. Zabıtamızın ve adliyemizin kapasitesini çoktan aşmış bulunuyor…

Diğer taraftan resmi ve gayri resmi kuruluşlarda yolsuzluklar trilyonlara varıyor, bankalar hortumlanıyor, suiistimallerin önü alınamıyor.

Ama bütün bunların hiçbiri ilkokul, ortaokul lise veya yüksek tahsil eksikliğinden, yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Öyleyse ihmal edilmiş olan toplumun ihtiyacı olan başka bir noksanlık var. Bu noksanlık, çağın ve çocuklarımızın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek durumda olan din, ahlâk ve kültür eğitimi eksikliğidir. Bunun çaresi de, ihtiyaca hakkiyle cevap verecek manevi ve milli eğitim seferberliğine gidilmesidir.

Hal böyle iken, Sayın Cumhurbaşkanımız, "Din uygulamaları, bireyin vicdanında kalmalıdır, dünya hayatını yönlendirmeye ve şekillendirmeye kalkışılmamalıdır. Dinin ve millî ahlâkın fonksiyonunu tamamen yitirecek, insan ve toplum hayatında bu değerleri silip süpürecek yanlış bir yol gösteriyor.

Halbuki ateist olduğu halde Emin Erişirgil böyle düşünmüyor, ayrıca devrimlerin kurucusu olan Atatürk böyle düşünmüyor. Bu faziletleri hiç kimse milletimizin, kalb ve vicdanından söküp atamaz, diyor.

Öte yandan çağdaş denilen batı toplumlarında tahrif edilmiş olmasına rağmen, kendi kırık dökük millî ve manevî değerlerine insanlarını adapte etme becerisini gösterdikleri için, bizdeki kadar suç ve suçlu patlaması mevcud değildir.

Dinin istismarına engel olunmasını, sayın Sezer önemsiyor ve doğru söylüyor. Ancak "din istismarını önlemek, din eğitimini kısıtlamakla olmuyor. Eğer Atatürk'ün beyan ettiği gibi bir milli, kültürel ve manevi eğitim verilseydi, dinin istismarı endişesi de tamamen sıfıra inerdi. Çünkü istismar etmek de, istismar edilecek duruma gelmiş olmak da, maalesef din eğitiminin eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Yargıtayımızın kararı da toplumumuza bu ufku açmış olması bakımından tebrike şayandır.

Tekrar ediyoruz, Laiklik bir yaşam biçimidir diyerek, bu kavramı dinimizin ve İslâm ahlâkımızın yerini dolduracak bir protez organ olarak kullanmaya kalkışmak milletimizi ve devletimizi her bakımdan bir boşluğa düşürür.

Görüldüğü gibi bu boşluğu da gelip elin misyonerleri doldurmuştur. Din, dil, kültür gibi milletin kalbinden ve vicdanından asla sökülemeyeceği ifade edilen, teminat sayılan haslet ve değerlerimizi eğer bu ihmallerimiz sürerse kaybetmeye başlarız ve bu da sonumuzun başlangıcı olur.

Bu ihtiyacı ve bu boşluğu önlemek için Mustafa Kemal Paşa, bu görevi bizzat devlete vermiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nü ve Din Eğitimi Genel Müdürlüğü'nü kurmuştur.

Bununla da kalmamış, bulunduğu çağın ihtiyaçlarına cevap vermek için büyük müfessirlerimizden Elmalılı Hamdi Yazır efendiye yeniden Kur'ân tefsir ve meâli yazılması işini havale etmiş, aynı derecede ilmi hüviyeti olan Ali Kâmil Miras hocaya da hadisleri tercüme ettirmiştir. Çağlar değiştiği için bu günün devlet başkanlarımızın da ihtiyacı karşılayacak adımlar atması vazgeçilmez vazifesi cümlesindendir. Halkımızın ihtiyaçlarını görmezlikten gelmek ise bizi zamanla tamamen çağımızın dışına düşürecek buhranlara sürükler.[2]

Sağcı ve milliyetçi kafası!

En dindar ve muhafazakâr gazete Türkiye'nin en sağcı ve milliyetçi bie yazarı, 02 Nisan 1996, tarihli köşesinde "kendi ordumuzdan korkmak" başlıklı yazısına bakınız, hangi talimat ve tavsiyelerde bulunuyordu:

"Cami duvarını pisletmek ne kadar günahsa, kışla kapısından içeriye ülkemizde bugün maalesef yaygınlaşan yozlaşmaları, nifakları sokmak da-yani-kışla duvarına defi hacet etmek de o derece büyük günahtır" Bunun üzerine cezaevinde şu cevabı yazmıştık:

Şimdi bay yazara göre acaba,

  • Başörtüsü konusunda askerlerin, tarafsız önyargısız ve milletin inançlarına saygılı davranmasını istemek mi yanlıştır?
  • Kışlaya cami yaptırmak mı yozlaşmadır?
  • Veya o camilere minare dikmek mi nifaktır?
  • Ya da askeri birliklerde namaz kılmak mı ordunun şerefine aykırıdır?
  • Yoksa minarelerden 5 vakit ezan okunması mı son derece ayıptır?

Acaba; tan sağcı ve çok milliyetçi bu yazara göre "asker ve subaylarımızın ibadet hürriyetini kısıtlamaya ve başörtüsü konusunda halkın antipatisini kazanmaya yönelik bazı yanlış ve yararsız tavırları kınamak ve ilgilileri uyarmak "kışla duvarına defi hacet etmekle" aynı mıdır?

Bu yazara göre "Jandarma Genel Komutanlığının genelgesi tartışmak bile caiz değildir..!?

Allah emirlerini hiçe saymak, Peygamber'in sünnetini ve sistemini tanımak, milletimizin din ve vicdan hürriyetini kısıtlamak caiz; ama "komutanlık genelgesini tartışmak" yersiz ve yasak!?

Tam milliyetçi muhafazakar mantığı…!

Bay yazar, korkutmaktan da geri durmuyor:

"Bilinsin ki Türkiye de bir ordu realitesi vardır?"

Ancak bir şeyi unutuyor…

Çünkü, ondan önce millet realitesi vardır..! Bu milleti millet yapan kutsal değerler realitesi vardır. Ve ordumuz da bunların sayesinde vardır ve herhalde varlık sebebinin farkındadır.

Ordumuz elbette milletimizin bir parçasıdır ve milletimizi kandi ordusuyla korkutmak boşunadır.

Aynı zamanda dindar ve demokrat geçinen yazarımız, şunu da arzuluyormuş.

"Gönül istedi ki devletin ve hükümetin en başındakiler, yumruğu vurup bu teşebbüs ve tartışmaları kessinler. Sağdaki ve soldaki ordu düşmanlarına kin kusmak fırsatı versinler!..

Bay kahraman; "Gönül isterdi ki yüce milletimizin peygamber ocağı bildiği ve askerine ‘Mehmetçik' diyerek peygamberinin adını verdiği ordumuzda, minare yıkmak, cami kapatmak, namaz kılanı, hanımı türban takanı görevden atmak gibi talihsiz davranışlar olmasındı" diyeceğine bu haksız ve hayırsız girişimleri dile getirenleri başlarının ezilmesini istiyor!..

Sağ-sol diye de hedef saptırıyor. Zira bu yazar-bozar kafalar da çok iyi biliyor ki; ordumuzun tarihine ve tabiatına yakışmayan bazı talihsiz tavırlarına karşı çıkan, milletin kendisidir.

Yoksa diğer sahte sağcılarda solcularda inancımıza yönelik baskı ve barbarlıklara ilgisizdir. Hatta desteklemektedir. İşte en sağcı geçinen Zat-ı âlinizin ayarı görülmektedir.

Ve sadece Milli Görüşçüler bu dertleri samimiyetli ve seviyeli biçimde dile getirmektedir. Aslında ordumuzun saygın bir duruma gelemsini, güçlü ve güvenilir bir konuma yükselmesini de en çok isteyen ve gayret gösteren de Milli Görüşçülerdir.

Şehitler Otağı ve kahramanlar karargâhı Şanlı ordumuzun, namaz kılan ve dinin yaşayan kendi milletinin ve mensuplarının önünü tıkayacağına, Bosna'daki, Çeçenistan'daki, Azerbeycan'daki, Kıbrıs ve Ege sularındaki ve şimdi Kuzey Irak'taki haklarımızı koruyacak ha Amerikan desteğindeki PKK belasını kurtaracak ekin bir yapıta kavuşmasını ve bunun için ülkemizin biran evvel ekonomik kalkınmasını ve ahlaki olgunluğa ulaşmasını istemek "Kışla duvarına pislemek"le eşdeğerde midir?

Sizler aslında ordumuzu sevmiyorsunuz. Bu batıl ve bataklık düzene bakçilik yapsın istiyorsunuz! Ve aldanıyorsunuz..

Bilesiniz ki ordumuz başkasının değil, milletimizin emrinde ve hizmetindedir. Ve bundan daha tabi ne olabilir?

Ve ordumuzun moral gücü herhalde, dansözlerle, dinsizlerle değil; ezanla, kur'anla ve imanla yükselecektir. Ve bu şehitler ocağı, Mehmetçikler otağı herhalde NATO kafalıların Mason maşalıların güdümünden kurtulup, Türkiye merkezli ve Atatürk'ün hedeflediği yeni bir medeniyet değişimine öncülük edecektir.

Başörtüsü Yasağı Hukuki değil!

Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku yüksek lisans öğrencisi Murat Aksoy, başör­tüsü konulu kitabında, Türkiye'de aslında başörtüsünün kanunen yasak olmadığını hukuksal olarak ispatladı. "Dini Bir Vecibe Olarak Başörtüsü-Siyasal Bir Simge Olarak Türban" adını verdiği çalışmasında Aksoy konuyu hukukî, tarihî, sosyal, siyasal ve psi­kolojik açılardan ayrıntılı olarak incelediği­ni, mevcut yasağın yorumdan kaynaklandı­ğını, bu konuda yasal bir düzenlemenin bu­lunmadığını söylüyor. Kendisi Alevi kökenli olan Aksoy, yaklaşık bir buçuk yıllık çalışma­sı sonunda bu konuda tespit ettiği kritik noktayı ise şöyle ifade ediyor: "Son olarak yasalaşan 2547 sayılı Yüksek Öğrenim Kanunu'na 3670 sayılı kanun ile eklenen Ek Madde 17 halen yürürlüktedir. Bu da 'yü­rürlükteki yasalara aykırı olmamak koşuluy­la yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir' hükmüdür. Bu maddenin iptal edilmesi için dönemin muhalefet partisi ta­rafından açılan iptal davası Anayasa Mah­kemesi tarafından reddedilmiştir. Bu konu­da Anayasa'nın 153/2 maddesi açıkça; Ana­yasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez! der. Yani Ana­yasa Mahkemesi'nin bu konuda bir hüküm ihdas etmesi mümkün değildir."

Vah vah vah!

İşte Siyonist ABD'nin Deniz Baykal'ın karşısına CHP liderliğine aday olan Hurşit Güneş'in türban takıntısı:

Ben şahsen türbanı şık bulmuyorum. Şimdiye kadar ne güzel bir türban dediğim hiç olmadı. Diyene de rastlamadım. Türbanı daha çağdaş bulan bazı aklı evvellere de tavsiyem; bir an önce ayrılmalarıdır. Devekuşu olmaya gerek yok. Radikal İslamcı kesimlerin kadın ve çocuklarının türbanlı olduğunu hepimiz biliyoruz… Avrupa'nın aldığı kararlar ortada. Nihayeti laikliğe yürekten inanan birinin dinsel anlam yüklü bir kıyafetin kamusal alanda bulunmasına hoşgörü göstermesi beklenemez[3]


[1] TERCÜMAN / 08.02.2005 / Emin Pazarcı

[2] Milli Gazete / 09 02 2005 /  S. Arif Emre

[3] Milliyet / 15 02 2005 / Hurşit Güneş

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx