YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663277b7a3463
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 9
Bugün : 19664
Dün : 23368
Bu ay : 19664
Geçen ay : 737322
Toplam : 23535950
IP'niz : 3.149.251.154

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Önemli bir ABD'li önemli açıklamalarda bulunuyor!

ABD Ankara Büyükelçiliği'nde uzun yıllar ‘siyasi müsteşar' olarak görev yapan ve eylülde görevini bırakan, Ankara'da ve Washington'da gündem belirleyenleri yakından tanıyan, dolayısıyla da bu nedenle analizleri son derece önem arzeden John W. Kunstadter, diyor ki; "BOP sadece bir plan değildir,  kutsal bir projedir" böyle bilmelisiniz!

Çin'in gelişmesini engellemeliyiz..

 

Biz PKK'ya doğrudan yardım yapmıyoruz, ama Rusya ve AB ülkeleri için bir şey diyemeyiz.

 Şemdinli olayları neden çıktı arka planına çok i iyi bakmak lazım. Kesinlikle biz sebep değiliz

ABD, Washington, Türkiye'yi iyi tanımıyor, çünkü istihbaratçıları yetersiz.

AKP'de de yolsuzluk iddiaları çok fazla.

Fethullah Gülen'in bize ve size zararı yok!

Türban meselesi için; sizinkilerin de bu dayatmayı yapanların düşünce temellerini kullanarak türbana dair görüşleri çürütmeniz gerekir.

PKK uyuşturucu ve kaçakçılık ticaretinden zengin.

Ekümeniklik tanınmalı ve Ruhban Okulu açılmalıdır. Bu Rusya'da Ortodoks merkezi oluşmasını engeller. (Rusya'nın, eski SSCB'deki Ortodoks halkları-devletleri kontrol etmesini engellemek için)

Kürtler sadece kimliklerinin tanınmasını istiyorlar. TC'den ayrılmak istemiyorlar.

Devletinizle hükümetiniz dayanışma içinde değil. Devlet sizde MİT ve askerdir. Askerinizi takdir ediyoruz, ama…

Ermeni meselesi için cesur olup ABD Senatosu'nda size ters düşenlere kendinizi anlatın.

Tezkere döneminde biz de siz de çok kazık yedik. Siz sadece 5-10 km içeri girecektiniz. Kürtler devletleşemeyeceklerdi. PKK kontrol altında olacaktı. 

Biz sizin AB'ye girmenizi her zaman destekledik. Halkınızı tanıyın. Halk Çankaya ve Teşvikiye değildir. Halk Mamak, Pursaklar'dır. Biz oralara gidiyoruz… Washington'daki Türk uzmanları Türkiye'yi anlıyamıyor artık. Çoğu Türkiye'yi sadece Yahudi prizmasından görüyor!…"[1]

"Bir Amerikalı sadece gerçekleri saptırmak ve hıyanetlerine gerekçe sağlamak için bilgi aktarır." Formülüne göre bu itirafları tekrar okuyunuz.

Tepemizde CIA uçakları geziyor ve esir ticareti yapılıyor!

Afganistan'daki toplu mezarları yalanladılar, doğrulandı. Irak'taki işkence ve tecavüzleri yalanladılar, doğrulandı. Felluce'deki kimyasal saldırıları ve katliamı yalanladılar, doğrulandı. CIA uçaklarını yalanladılar, doğrulandı. Gizli işkence merkezlerini yalanladılar, doğrulandı…

Gizli cezaevleri ve CIA uçaklarıyla ilgili skandal derinleşecek. ABD müttefikleri ve işgal koalisyonunda yer alan ülkelerin ayıpları bir bir ortaya dökülecek. 21. yüzyılın insan hakları ve refah yüzyılı olacağı propagandası yapanların nasıl bir suça karıştıkları ortaya çıkacak.

Yalanlamak için çaba harcayanlar dikkatli olmalı. "CIA uçağı olduğunu bilmiyorduk, yakıt ikmali yapmak için indi" gibi açıklamalar, kamuoyunu hafife almaktan başka anlam taşımıyor. İnandırıcılıktan uzak bir tavır. Çünkü bu skandal, onu savunan, örtbas etmeye çalışan herkesi altında ezecek kadar büyük!..

AB yolundaki Türkiye, CIA uçuşlarını nasıl açıklayacak? Sabiha Gökçen uzun süredir bu trafikte kullanılıyor. İskenderun Körfezi, Irak işgalinde en önemli sevkıyat merkezlerinden. İncirlik Üssü esir ticaretinin merkezi oldu. Bu kadar mı? Değil tabi…  21. yüzyılın mimarlarının kirli dünyaları perde perde aralanıyor. Tekrar soralım: 80 bin kişi sorgulandı. Kaybolan binlerce insan nerede? Bu insanların aileleri, eşleri, çocukları, ana babaları nasıl bir dram yaşıyor? Bu insanlar ne ile suçlanıyor? Neden hiçbir şekilde haklarında yargı süreci başlatılmıyor? Neden hiç biri hakkında resmi suçlama yapılmıyor? Bunların bazıları dükkanından, bazıları caddede yürürken kaçırıldı.[2]

Fırtına yaklaşıyor!

Türkiye'nin coğrafi konumu nedeniyle, CIA'nın gizli cezaevleri operasyonuna adının karış(tırıl)maması imkânsızdı… İşte kokusu çıktı: Bakü'den İzlanda'ya uçan CIA uçağının İstanbul'a uğradığı anlaşıldı… Gerisi gelecek… Hem de sadece mürettebatın değil, "yolcular"ın da bulunduğu uçaklarla…

Türkiye'ye uğrayan "hayalet uçaklar" ortalığı karıştıracak.. O nedenle biraz gerilere giderek anlatalım.

Herşey 11 Eylül 2001 saldırılarıyla başladı. Bush yönetimi, El Kaide militanlarının kolayca ABD'ye girip İkiz Kuleler'i ve Pentagon'u vurmalarını, "insan haklarına saygılı istihbaratın yanlışlığına bağladı. Çözüm? Clinton döneminde gıyaben yargılanıp mahkum edilmiş teröristleri ele geçirmek için tasarlanmış "Extraordinary Renditions", yani "Sıradışı teslimat" operasyonu kapsamını genişletmek.

Önce 20 kadar ülkenin istihbarat servisleriyle işbirliği anlaşması imzalandı. Bunların kaçından hükümetlerin haberi vardı, belli değil.

Sonra gizli cezaevlerinin yerleri belirlendi: Tayland, Afganistan, Diego Garcia, Irak, Romanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Ürdün, Kosova, Küba, Özbekistan, Azerbaycan.

Ve düğmeye basıldı. Terörist, işbirlikçi ya da sempatizan olduğundan kuşkulanılanlar her yerde "avlanıyor" ve CIA uçaklarıyla gizli cezaevlerine, yani işkence merkezlerine götürülüyordu. Bir bölümü de "ilgili" adrese teslim ediliyordu. Ürdün, Suriye, Mısır, Cezayir gibi işkencenin normal kabul edildiği, sorguya alınanın sağ çıkma olasılığının az olduğu ülkelere veriliyordu..

Adrese teslim 200 "paket"

4 yılda 200'ü aşkın kişi toplandı. 70'i eski Stasi, yani Doğu Alman istihbarat örgütü elemanlarının da sorgucu olarak görevlendirildiği işkence merkezlerine kapatıldı. Gerisi saydığımız ülkelere dağıtıldı.

Adı El-Kaide kurmaylarından Halid El-Masri ile karıştırılıp avlanan Lübnan kökenli Alman yurttaşı Halid Masri'nin trajedisi uzun listeden sadece bir örnek. Ama en ünlüleri Milano'da kaçırılan imam Ebu Ömer oldu. CIA suçüstü yakalandığı ve İtalya Başbakanı Berlusconi ört-bas etmeye çalıştığı için.

Operasyonun kıyamet koparmasının epey haklı nedeni var:

Haklarında suçlama ve delil olmadan, sadece işkence altında alınmış ifadelerde adları geçtiği ya da Arap oldukları için birçok insanın hayatı karardı.

Bu kişiler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, işkencenin önlenmesiyle ilgili Cenevre Sözleşmesi ve daha nice yasa ve anlaşma yok sayılıp insanlık dışı sorgulardan geçirildi, özgürlükleri ve hakları gasp edildi. Avrupa'da devletlerin egemenlik hakları ve yasaları çiğnenerek, topraklarında gizli cezaevleri oluşturuldu.

CIA uçaklarının gelip geçtiği, inip ikmal yaptığı ülkeler de yine bu nedenlerle okkanın altına girecek. Ya da zor günler yaşayacak.

Bakü'den havalanan bir CIA uçağının 15 Kasım'da İstanbul'da ikmal yaptığı kesinleşti. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, "İzin vermeme şansımız yoktu. Zaten içinde yolcu da bulunmuyordu" dedi. Rahatlatmak için.

Ancak Kanada gazetesi "Ottawa Citizen", geçen Mart'ta da bir CIA uçağının İstanbul'dan havalanıp Stephenville'e (Kanada) indiğini açıkladı. O kadar yolu boş uçacak değil ya. Etti iki.

Uluslararası Af Örgütü iki yıl gizli cezaevleri arasında dolaştırılan 3 Yemenli'yi buldu. Biri Ürdün'den 3-4 saatlik uçuşla bir ülkeye götürülüp 6 ay sorgulandıklarını anlattı, "Sudan veya Türkiye olabilir" dedi. Etti galiba üç.

Hele bu sonuncu iddia doğruysa, iş daha da vahimleşiyor.

Avrupa Konseyi tüm üye ülkelere en geç 21 Şubat 2006 tarihine kadar yanıtlamaları isteğiyle bir yazı gönderdi: "Herhangi bir kişinin yasadışı olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılmasında veya nakledilmesinde ülkenizin sorumluluğu var mı? Varsa bu tür olaylardan bilgi sahibi miydiniz?"

Ankara'nın cevabını çok merak ediyoruz…[3]

Akdeniz Elimizden Çıkıyor!

Dünyada hızla yaşanan gelişmeler, eski jeo-stratejik teorilerin yeniden yorumlanmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü 2000'li yıllarla birlikte dünya yeniden şekillenmektedir. Bu yeniden şekillenme, aynı zamanda bir küresel güç ya da hakimiyet mücadelesini de ortaya çıkarmaktadır. Bu mücadelede üç unsuru kontrol eden güç, küresel güç olur. Bu üç unsur; kaynaklar, pazarlar ve ticaret hatlarıdır.

Dünyadaki bazı bölgeler, bünyelerinde değişik oranlarda bu üç unsuru birlikte içerirler. Dolayısıyla, böyle bir bölgede gerçekleştirilecek hakimiyet, küresel hakimiyeti getirir. Bu nedenle, bu tür bölgeler ile alakalı olarak atılan jeo-stratejik adımlar iyi takip edilmelidir.

Bu tür jeo-stratejik önemi haiz bölgelerden biri ve belki de en önemlisi, Akdeniz Havzasıdır.

Orta Çağ'dan bu yana, dünya ticaretinin en temel dinamiğini Akdeniz Havzası stratejileri oluşturmuştur. Söz konusu dinamik genel olarak şöyle özetlenebilir;

– Akdeniz'e ticari, siyasi ve askeri olarak hakim olan güç, küresel güç olarak dünyaya hakim olur.

– Akdeniz'e hakim olmak için mutlaka başta İstanbul boğazı olmak üzere Türk boğazları, Ege adaları, Ege kıyıları ve Kıbrıs ile İskenderun limanlarına hakim olmak gerekir.

– Batı dünyası, onaltıncı yüzyıldan bu yana temel hedef olarak Türkleri Akdeniz'den uzaklaştırma peşindedir. İnebahtı deniz yenilgisi ile başlayan bu süreç, zamanla (kesintili de olsa) Osmanlı'nın Balkanlardan atılması, Anadolu'nun işgali, Ege adalarının kaybı ile sürdürülmüştür. Günümüzde de Kıbrıs sorununu, Ege kıta sahanlığı meselesini ve limanların özelleştirilmesini bu temel hedefe doğru attırılan adımlar olarak değerlendirebiliriz.

– Bu çerçevede, Türkiye'nin son üç asırlık dış politikasının temel dinamiğini, Akdeniz'de var olma mücadelesi oluşturur. Dolayısıyla Türkiye'nin en önemli dış politik ekseni Akdeniz Stratejisidir. Ege ve Kıbrıs sorunlarını bu çerçevede ele almamız gerekir.

– Türkiye'nin içine düştüğü/düşürüldüğü ekonomik açmazlar (özellikle dış ticaret açıkları ve döviz krizleri) son iki asırdır sürekli Akdeniz'de mevzi kaybetmemize neden olmaktadır. Dolayısıyla iç ve dış dinamik olarak Akdeniz Havzası ile dış açık veya döviz krizleri arasında stratejik bir bağ kurabilmemiz mümkün gözükmektedir.

Yine bu çerçevede, Akdeniz'e kıyısı olan tüm ülkelerin fiber-optik iletişim hatlarının termine edildiği ana operatör olan Türk Telekom'un, Lübnan sermayesi adı altında yabancı servisler ile bağlantısı olduğu iddia edilen bir gruba peşkeş çekilmesi önemli bir mevzi kaybıdır. Aynı şekilde, yabancı sermaye adı altında mahiyeti meşkuk grupların İstanbul'a yerleşmelerinin önünü açmak da önemli bir geri adımdır. Akdeniz'in en önemli limanlarından olan Galata limanının bir Yahudi sermayedara 49 yıllığına kiralanması, İskenderun ve Üsküdar limanlarının da pazarlanması dikkat edilmesi gereken adımlardır.

Türkiye Kıbrıs'ta giderek mevzi kaybederken, Kıbrıs Rumları'na limanların açılması ile halen Yunan gemilerinin egemenliğinde olan limanlar zamanla Rumların egemenliğine geçecek ve Kıbrıs Rum Yönetimi bu işten yılda 5 ila 10 milyar dolar arasında kâr elde edecektir. Ülkemizin kayda değer bir deniz filosu yoktur. On yıllar geçmesine rağmen, bırakın böyle bir filo oluşturma çabalarını bir kenara, Yunanistan'a ödenen yüksek navlun ücretleri bile idarecilerin uyanmasına vesile olamadı. Şimdi ise, özelleştirme ile Türk deniz filosu ve Türk limanları tamamen yabancılaştırılmaya çalışılmaktadır.[4]

Otelleri İsrail bombalıyor!

Saldırıda ölenlerin tamamı, İsrail'in sevmediği isimler. Saldırıdan önce oteldeki İsrailliler tahliye edildi. Saldırıyı, İsrail ve Ürdün gizli servisi birlikte mi planladı?

Ürdün'ün başkenti Amman'daki otelleri El Kaide mi bombaladı?.. Sacide Rişavi saldırıdan bir saat sonra yakalandı. Adı biliniyorsa neden saldırıdan önce yakalanmadı?

Kocasının üzerindeki bombayı patlattıktan sonra kendi üzerindeki bombayı patlatmaya çalıştığını söyledi. Bu nasıl olabilir?

Ürdün Başbakan Yardımcısı Mervan Muaşir'in eline tutuşturulan el yazması metinle, Sacide'nin eline verilen metin neden farklı?

Saldırganların üzerindeki bombalar nasıl bu kadar büyük hasar verebiliyor?

Ölenler neden çok önemli ve neden hepsi İsrail'in sevmediği isimler?

Mustafa Akkad; Çağrı ve Çöl Arslanı filmleriyle Müslüman dünyada yeri doldurulamayacak bir isim. Ürdün'de Kudüs'ün fethini işleyen "Selahaddin" filminin hazırlıklarını yapıyordu.

Ağır kayıplar veren düğün sahipleri. Biri Çerkes diğeri Arap. Filistin direnişinde şehitler veren bir ailenin düğününe saldırı yapıldı.

Ya ölen Filistinli üst düzey yetkililer? Batı Şeria İstihbarat Şefi Beşir Nafi, Yardımcısı Abid Alluni, Filistin'in Kahire Büyükelçilik Ataşesi Cihad Fettoh, Filistin Yasama Meclisi Sözcüsü Ravhi Fettoh'un kardeşi ve Kahire-Amman Bank'ın Filistin sorumlusu Musab Kaharma. Devam edelim: Çinli üç Savunma Koleji "öğrenci"si öldü. Nedense hepsi 40 yaşın üstünde. Bu yaşta "öğrenci" olur mu? Ve gerçekler:

Filistin lideri Mahmut Abbas ilk ziyaretlerinden birini Çin'e yaptı. Filistin'in BM'deki en güçlü destekçisi de Çin. Buluşma önemliydi. Filistin savunması için görüşmeler, silah anlaşmaları yapılacaktı. Suriye'nin Rusya'dan hava savunma sistemleri almasını engellemek için İsrail'in dünyayı ayağa kaldırdığını hatırlatmaya gerek yok.

İsrail'in Haaretz gazetesi, saldırıdan bir saat önce İsraillilerin Radisson SAS Oteli'nden tahliye edildiğini yazdı.

Ürdün ABD/İsrail istihbaratı tarafından yönetilen bir ülke. ABD birçok yerde Mossad yerine Ürdün istihbaratı ile çalışıyor. Olaydan sonra Ürdün'ün İsrail Büyükelçisi Maruf El-Bahit güvenliğin başına getirildi.  Kim yaptı saldırıları? İsrail olamaz mı? Kimin yardımıyla? Ürdün istihbaratının… Ya Zerkavi? ABD/İsrail istihbaratının elinde oyuncak olan ne kadar Müslüman var, biliyor musunuz?[5]

  Milli Görüş için "Bunlarım kökünü kurutmalıyız!" diyen Bilderberg Masonu Bülent Ecevit, Acaba Fetullahçılara niye böyle sahip çıkıyor?!

Yurtdışında açılan Türk okullarını övdüğü için kendisine çeşitli çevrelerin kızdığını; ancak buna hiç aldırmadığını söyleyen eski Başbakan Bülent Ecevit, "Ama artık daha fazla yüklenmiyorlar. Kabullenmiş gözüküyorlar. Sanıyorum alıştılar. Türk okullarına destek vermeye devam edeceğim." dedi.

Editörlüğünü Toktamış Ateş, Eser Karakaş ve İlber Ortaylı'nın yaptığı ve dünyanın farklı coğrafyalarında açılan 500'e yakın Türk okulunun öyküsünün yer aldığı kitaba duygularını anlatan Ecevit, bu okulları gördükçe büyük mutluluk yaşadığını söyledi. Yurtdışındaki okulların açılmasında Fethullah Gülen'in teşviklerinin çok önemli katkısının bulunduğu belirten Ecevit, "Kendisiyle tanışıklığım var. Okullara büyük önem veriyorum. 15 yıldır bu insanların dışarıda yaptığı eğitim faaliyetlerini izliyorum. Gördüklerimden büyük mutluluk duydum. Çünkü bu insanlar hangi ülkede olursa olsun çağdaş eğitim yapıyorlar. Bütün öğrencilerine Türkçe öğretiyorlar. Bu çok büyük bir hizmettir. Önce ulusal bir hizmet, sonra insani bir hizmettir." şeklinde konuştu.[6]

28 Şubat Dış destekli yapılıyor!

Eski İçişleri Bakanı Meral Akşener'e göre 28 Şubat'ın arkasında Anadolu sermayesini engellemek isteyen İstanbul burjuvazisi var. Akşener 'Bugün aynı şeyi yapamazlar çünkü Uzan örneği korkutucu" diyor. Akşener, İstanbul burjuvazisi için şöyle konuşuyor. "Refahyol Hükümeti döneminde ortada bir pasta vardı. İyi ya da kötü bu pasta bir şekilde paylaşılmıştı. Anadolu'dan gelen Anadolu Kaplanları diye adlandırdığımız bir başka sermaye daha vardı. O da elini uzattı bu pastadan kapmak için. İstanbul Anadolu'dan gelen bu aktörlere kırmızı kart çıkardı. İstanbul medyayı tetikledi. Medya askeri, asker yargıyı…"

"O dönemin aktörleri açısından bakıldığı zaman bir iktidar gitti. İrticayı yok edelim derken, Türkiye'nin 40 -50 milyon doları çalındı. Birileri durumdan vazife çıkardı, hırsızlık yaptı" diyen Akşener şöyle devam ediyor: "28 Şubat'ın Türkiye'den kaçırılan paralar anlamında daha önemli olduğunu düşünüyorum… Elinde silahı olmayan başörtülü kızları, İmam Hatip Lisesi öğrencilerini birinci tehdit olarak kabul ettiniz. Bugün Başbakan ile samimisiniz. O gün siz paranoyak mıydınız yoksa görüşleriniz mi değişti? 28 Şubat hakkında tek öngöremediğim konu vardı o da ben bunun hep iç kaynaklı olduğunu düşünmüştüm, meğer dış destekliymiş. ABD olabilir, İsrail olabilir. O konu biraz flu. Şöyle bir tabloya baktığınız zaman zaten görebilirsiniz…"

Fehmi Koruya Göre, AKP'yi Çevik Bir Pazarlıyor!

"Çorbadaki tuz"

Devir nasıl ve ne çabuk değişiyor… Geçenlerde, 28 Şubat sürecinin 'kudretli' kişisi, emekli Org. Çevik Bir'le karşılaştım. Düzenlediği önemli bir stratejik toplantıya katılmaya söz vermiştim; gidebilseydim, kendisiyle daha önce biraraya gelmiş olacaktım. İlk sözü, "Toplantıya bekledik, gelmediniz" oldu Çevik Bir'in… Mâzeretimi aktardım.

Org. Bir emekli olduktan sonra bazı kurumlara danışmanlık yapıyor, stratejik ağırlıklı bir derginin de yöneticisi. Ayaküstü görüşürken yanımızda beliriveren Rusya'nın Ankara büyükelçisi Lebedev, "İlginç konular görüşüldü" dedi katılamadığım toplantı için, Çevik Bir'den konuşma metinlerini talep etti. İçimden "Keşke gidebilseydim" düşüncesinin geçtiğini tahmin edebilirsiniz.

"Rusya NATO'ya katılacak. İlk yapması gereken, ordusunun silâh ve gereçlerini NATO standartlarına yükseltmek. Bunun için 100 milyar dolarlık bir fon kullanacak. Bu furyadan Türkiye de yararlanabilir. Komşu olduğumuzu düşünürseniz, 'yenilenme' kapsamında yapacakları harcamaların üçte biri bize gelebilir. Bunları biliyor muydunuz?" Bu tespit ve soru Org. Bir'e ait; benim yutkunduğumu görünce, "Belki biliyorsunuz, ama yazılarınızda pek değinmiyorsunuz" deyiverdi…

Yutkunmamın bilmekle, ya da yazmadığım için tedirginlik duymakla bir ilgisi yoktu. Benim zihnim, o tespitin kafama üşüştürdüğü bir konudaydı. Dayanamayıp ağzımdan çıkardım: "İyi de…" dedim "Kendi gerçekleştirebileceği tank modernizasyonunu, bir milyar dolara yakın bir meblâğ mukabilinde İsrail'e devreden Türkiye'ye, silâh ve gereçlerinin modernleşmesi işini Rusya neden versin?" Sanırım benim sorum da Çevik Bir'i düşündürttü…

En az bir ay eski bu olayı neden şimdi hatırladığımı merak ediyorsunuzdur. Ben merak ederim çünkü. Sebebi basit: İşittiğim yeni bir olay Çevik Bir'i gündemimin birinci sırasına oturttu da ondan…

Dün de değinmiştim. Bizim gazetelerin Ak Parti zaferinden duydukları dehşeti manşetlerine taşıdıkları güne, piyasalar, oldukça tedirgin başladılar. Dolar 1.725 bin liradan işlem gördü ilk saat. Borsa açılınca spekülatörler 'satış' eğilimlerini dışa vurdular. Faizlerin tavana vuracağı hissi yayıldı… Ancak, bu ilk saatin şaşkınlığı, Londra, Brüksel ve Frankfurt'ta mesainin başlamasıyla geçiverdi. Yabancı finans kurumları yeni hükümete şans tanıyacaklarını açık bir dille ifade ettiler. Ak Parti'nin korkulacak bir yönü bulunmadığını bizim yatırımcılar bile yabancı mukabillerinden öğrendiler. Piyasanın şişi indi. Dolar sâkinleşti, borsa çıktı, faiz düştü…

Bu gelişmede, Ak Parti'nin ekonomik kurmaylarının bazı Batılı başkentlere yaptıkları çıkartmanın payı elbette var. Ali Babacan ile Prof. Nazım Ekren'in başını çektiği kurmaylar, Amerikalıların 'road-show´dedikleri turda, partilerini ve izleyecekleri ekonomik programı yabancı uzmanlara anlattılar… Muhataplarını etkilediklerini biliyorum… 'Davos Toplantıları' diye de anılan 'World Economic Forum' toplantısı için gittiği New York'ta, ABD'nin önde gelen finans kuruluşlarıyla Tayyip Erdoğan da bizzat karşı karşıya gelmişti. Muhataplarını etkilediğinin yakın tanığıyım.

Türkiye'yi önemli bir pazar olarak gören yabancı yatırımcıların, yalnızca parti yetkililerin anlattıklarıyla güven hissine kapılacaklarını herhalde sanmazsınız. Ağızlarından 'farklı' görüş duyabilecekleri kişileri de dâvet edip konuşturdu yabancı firmalar. Türkiye'ye para yatıranların gerçek durumu 'farklı' uzmanların ağzından öğrenmek istemelerini anlayışla karşılamalısınız. Hiç değilse ben bunu anlayabiliyorum.

Ancak, bir ad var ki, onun bu çorbada tuzu bulunduğunu öğrenmek beni müthiş şaşırttı: Org. Çevik Bir… Yanlış anlamamanız için hemen kaydedeyim: Bir ay önceki Rusya büyükelçisinin de bulunduğu o tesadüfi görüşmeden sonra Çevik Bir'i görmüş veya kendisiyle görüşmüş değilim. Şimdi size aktaracağım bilgiyi onun ağzından duymadım. O bakımdan müsterih olabilirsiniz.

Dünyanın birçok başkentinde büroları bulunan Deutsche Bank'ın Türkiye'ye ilgisi biliniyor. Bilmeyenler, bizdeki seçimle ilgili Konda'ya anket yaptırmasından öğrenmişlerdir. İşte o Deutsche Bank ve Morgan Stanley, Chase Manhattan, Moore Capital, American Express gibi finans kurumlarının Türkiye'ye ilgi duyan uzmanları, başka tanıklıklar yanında Org. Çevik Bir'in görüşlerine de başvurdular… Çevik Bir, bazen tek başına bazen ortak yapılan toplantılarda, uzmanlara, Türkiye'deki siyasi durumu anlattı, onların sorularını cevapladı. Birer gün kaldığı Londra'da 18, New York'ta 10 önemli kurumun etkili ve yetkili ismi karşısında konuştu Çevik Bir…

"Ne dedi?" mi dediniz?.. Ak Parti'nin tek başına iktidar olma ihtimalinin büyüklüğünden söz etti. Bunun korkulacak bir şey olmadığını da söyledi. Bana aktaran şu cümlenin onun ağzından çıktığına emindi: "Geçmişte onlar da biz de hata yaptık…"

Mesut Yılmaz'ın kuzeni Mehmet Kutman'ın desteklediği Çevik Bir'li 'yabancıları aydınlatma' gezisine, Verso araştırma şirketinin başkanı Dr. Erhan Göksel'in de katıldığını öğrendim…

Seçim sonuçlarını yansıtmak için "Merak etmeyin, ordu var" manşeti atmayı düşünen 'eşek şakası' meraklıları, umdukları gelişmelerin yaşanmamasında Çevik Bir'in de rolü olduğunu öğrenince bakalım ne diyecekler?[7]

Paşalar da şaşırtıyor!

Atatürk de Askerdi!..

Kurtuluş savaşı öncesinde gerçekleştiği anlatılan bir olayı sizlerle paylaşarak konuya başlamak istiyorum:

Birinci Dünya Savaşı kaybedilmiş, düşman yavaş yavaş vatanı işgale başlamış. Bu arada Mustafa Kemal, geniş yetkilerle Ordu müfettişi olarak Samsun'a gönderilmiş, yurt içince dolaşıp teşkilatlanmaya ve mücadeleye başlamaya çalışıyor. Sene 1919.

Bir gün yolda giderken, arabasını durdurup yolun kenarında karasaban'la tarlasını süren bir genç ile konuşmaya başlıyor. (Özellikle bazı isimleri vermeyeceğim. Maksat, kimseyi üzmek değil, olaylardan ders çıkartmaktır). Atatürk, o sıralarda henüz Mustafa Kemal, genç köylüye diyor ki, "bak vatan işgal altına giriyor, sen burada ne yapıyorsun?" Genç de, "Vallah bey, benim için vatan işte şu tarla. Onu sürer, verim alır, bir şeyler kazanırsam, benim derdim yok, işim halledildi demektir" diye cevap veriyor. Ata birşey demiyor, yola devam ediyor, ama canı çok sıkılmış, derin düşüncelere dalmış gidiyor.

Saatler sonra yol dönüyor. Güneye inerken, yolda başka bir genç görüyorlar. Adamcağız, sağa-sola koşturup, her geçen vasıtayı durdurmaya çalışıyor. Mustafa Kemal şoföre durmasını söylüyor, "hayrola delikanlı, bir sıkıntın mı var? Niye böyle telaşlısın, niye tüm vasıtalara koşturuyorsun?" diye soruyor. Genç heyecanla cevap veriyor: "Bey, ben Erzurumluyum. Duydum ki birileri bizim oraları birilerine vermiş, ben de oraya yetişip, ‘kimin malını, kime veriyorsunuz?' demek için vasıta arıyorum" demiş. O zaman, derin bir nefes alan Mustafa Kemal, "bu insanlar var oldukça, bu vatanı henüz mahvedemezler" diyerek, azimle bir sonraki toplantıya gitmiş. (Bu olay gerçekleşmiş ve doğrulanmış anılar arasında yer almıştır).

Emekli Orgeneral Necati Özgen Paşa bizim de yıllardır karşı çıktığımız başörtüsü yasağı konusunda çok önemli bir açıklamada bulundu. Öncelikle kendisinin Müslüman olduğunu, dininin birçok emrini itinayla yerine getirdiğini belirtti. Bizim ihtiyacımız olmasa da Türkiye'de büyük bir kesimin bunu bilmesinde fayda gördüğümüz için bu sözler önemliydi. Özellikle sol aydınların Türk ordusunu Müslüman değilmiş gibi göstermeye çalıştığı ve maalesef birçok insanın da bu yaygaraya kurban olduğu bir ülkede bunun bilinmesinde fayda var.

Orgeneral Özgen, başörtüsü konusunda açık ve net bir ifadeyle, "Asker asla başörtüsüne karşı değil. Bizim karşı olduğumuz onun türban şeklinde bağlanmasıdır" dedi. Programı yapan kendilerine, "Sizin bu açıklamalarınızı dinleyen kızlar yarın başörtüsü ile üniversitelerin kapısına dayansa girebilecekler mi" diye sorunca, önemli bir açıklamada bulunarak, "Başörtüsüyle değil üniversite, askeri alanların tamamına çok rahat girip çıkabilirler" dedi. Özgen bu açıklamaları yaparken samimi olduğuna inandığımız bir şekilde görüşünü Kur'an-ı Kerim'e dayandırmaktan çekinmedi. İşte sözleri: "Açın Kur'an'a bakın. Onda türban diye bir ifadeye rastlayamazsınız. Müslüman kadından istenen şey, göğüslerini örtecek şekilde başörtüsü kullanmasıdır!"

Şu Sözler de: Antalya'da bir açık oturuma katılan 1. Ordu eski Komutanı Emekli Orgeneral Hurşit Tolon'a ait. E. Org. Tolon'un konuşmasının önemli bölümleri şöyle devam ediyor: "Türkiye bu dönemde çok büyük bir borç sarmalının da içine sürüklendi ve bu borç sarmalı bugün Türkiye'yi ipotek altında bıraktı.  İç ve dış gelişmeler Türkiye'nin varlığını ve bütünlüğünü yakın gelecekte sıkıntıya sokacak tarzda cereyan etmektedir.

Zaman, Türkiye'nin aleyhine işlemektedir. Eğer Türkiye gerekli tedbirleri almaz, olayları seyreder ve olayların gelişmesinde inisiyatifi Türkiye düşmanlarına bırakırsa, onlar son hamlelerini yapmaya başladıklarında vakit çok geç olur.

Türkiye – AB ilişkilerinde yaşanan belirsizlikler bir an önce giderilmeli, Türkiye azınlıklar, federal yapı, Kıbrıs ve buna benzer konularda olmazsa olmazlarını ortaya koymalı ve bu konular AB tarafından kabul edildikten sonra yola devam edilmeli. Bu durumda  müzakereler olumsuz sonuçlansa bile kaybedilen kol değil, sakal olacaktır.

Tedbir alınmazsa Kuzey Irak, Kuzey Vietnam'ın rolünü oynayabilir. (…) Kuzey Irak'ta Çekiç Güç himayesinde 10 yılda nereden nereye gelindiği unutulmamıştır. Etnik ayrımcılık sorunu önümüzdeki 10-20 yılın en önemli sorunu olarak tarafımdan değerlendirilmektedir: Türkiye çok akılcı yeni politikalar ve projeler geliştirmek zorundadır."

Ankara'nın "Kürt kartı" kararıyor!…

Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda şöyle diyordu: "1997 sonbaharında onu Celal Talabani ve PKK'nın elinden kurtaran bizdik. Yoksa Barzani kaçmak üzereydi. Şimdi çıkmış, ‘terör için demokratik ve siyasi çözüm bulun' diyor. Barzani'yi tanıyamıyorum doğrusu."

Ancak aynı ortamdaki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün değerlendirmeleri, Büyükanıt'a Barzani'yi gayet açık biçimde tanıtıyordu: "Barzani bir aşiret lideriydi; biz öyle görüyorduk. Ama durum değişti. Bu değişikliği kabul etmemiz gerekiyor. Talabani'yi de öyle görüyorduk, şimdi Irak Cumhurbaşkanı. Yarın Irak Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'yi ziyaret etmek isteyecek. O gün nasıl davranacağız? Irak'ı tanıyorsak, bu değişen koşullara göre hareket edeceğiz."

Farklı gibi görünen bu iki demecin aslında birbirini tamamladığı söylenebilir. Birinde serzeniş, ötekinde "reel politik" var.

Peki bu konuda "reel politik" nedir, diye soranların artık yorulmasına gerek kalmadı. MİT Müsteşarı Emre Taner başkanlığındaki bir heyetin, uluslar arası temasları öncesinde Mesud Barzani'yle yaptığı görüşme, ayrıntılarına bakılmaksızın bize önemli ipuçları veriyor. Bu görüşmenin bir ilk olmadığını aslında herkes biliyor. Bundan sonra daha sıklıkla ve sonuncusunda olduğu gibi "üst düzeyde" devam edeceğini de.

Başbakan'ın "Kürt sorunu" açıklaması, ardından Özkök'ün yukarıdaki sözleri. Barzani'nin Bush, Blair ve Papa temasları için İncirlik'ten uçmasına izin verilmesi ve şimdi de MİT Müsteşarı'nın yaptığı görüşme. Bunlar, artık herkesin ifade ettiği üzere, Ankara'nın yeni Irak politikasının görünen uçları. Görünmeyen kısmını da abartmayalım. Sadece söylenmeye cesaret edilemeyenlerden oluşuyor ve onlar da çok yakında dile getirilmeye başlanacak. Yine de ilk söyleyen biz olmayalım.

Burada dikkatimizi çeken bazı gariplikler de var. Birincisi bu politika belirlenirken, PKK ile mücadelenin resmi düzeyde bir hayli öne çıkarılmış olması. Sanki Barzani ile yakınlaşmanın "PKK ile mücadele şartına bağlandığı" ve yapılan görüşmelerin bu temel üzerine kurulu olduğu aktarılıyor.

Bunun doğru olması iki bakımdan mümkün değil. Birincisi Barzani'nin kendi bölgesinde bile olsa Kürt orijinli bir başka harekete karşı aktif tavır alabilmesi imkansız. İkincisi ve daha da önemlisi, Türkiye'nin Kuzey Irak ve daha genelde Irak politikasında "PKK ile mücadele" sanıldığı kadar önemli bir unsur değil. PKK'nın Irak'taki önemi kendisiyle mücadele edilmesiyle değil, oynayacağı rolle ilgili. Şimdilik, örgütün bu yeni dönemde "yeni bir ihale" aldığını söylemekle yetinelim.

"Yeni Irak" politikasında Kerkük'ün ve Türkmenlerin belirleyici olduğu ve Ankara'nın malum çizgilerini başka bir yolla korumak için böyle bir işbirliğine girdiği iddiaları da, aynı ölçüde cılız ve yetersiz.

Peki nedir bu yakınlaşmanın gerekçeleri? Daha öncesi de var, ancak Türkiye'nin bu konuda resmi açıdan rota değiştirmesinin başlangıcı, Celal Talabani'nin Irak Devlet Başkanı seçilmesi oldu. Bu süreçte Barzani ve Talabani karşıtı görüş ve değerlendirmeler, belirgin ölçüde yumuşatıldı. Türkiye'nin Irak politikasının Kürtler olmadan düşünülemeyeceği mesajları verildi. Ekonomik akışın hızlandırılması için çalışmalar yapıldı. Çok sayıda üst düzeyde görüşme gerçekleşti ve şimdi bu noktaya gelindi.

Kuzey Irak bölgesinde sadece siyasi olarak değil, ekonomik anlamda da büyük bir hareketlilik var. Yeni yatırımlar için kaynak aranıyor, altyapı çalışmaları hızlandırılıyor. Telaffuz etmeye bile korkulan "bağımsız yapı"nın unsurları, her geçen gün daha belirgin hale geliyor.

Tek başına ne PKK, ne Kerkük, ne de Türkmenler. Hatta ne de Şemdinli olayları. Giderek artan bu hareketlilik, Ankara'nın "Kürt Kartı"nı yeniden eline alma telaşını ortaya çıkardı. Kartları kimin dağıttığını düşünürsek, şansımızın ne olduğunu da anlayabiliriz.

Bu arada bir mesele daha var ki, nedense artık kimse üzerinde durmuyor. Bir dönem saatlerini Türkiye'ye bakarak ayarlayanlar, şimdi aynı masada ve "denk" olarak muhatap alınıyor.

"Barzani, kendi bölgesindeki üniversiteye Türkiye'den öğrenci alıyor" diye kıyamet koparmak yerine, asıl bu "denklik" meselesi üzerinde kafa yormak gerekmez mi?

Galiba "mağdur" olmaktan "mağrur" olmaya fırsat bulamıyoruz artık.[8]


[1] 29.11.2005 / Akşam / Güler Kömürcü

[2] 29.11.2005 / Yeni Şafak / İbrahim Karagül

[3]  27.11.2005 / Sabah / Erdal Şafak

[4]  27.11.2005 / Milli Gazete / Mete Gündoğan

[5] 17.11.2005 / Yeni Şafak / İbrahim Karagül

[6] 29.11.2005 / Abdullah Kılıç / Zaman

[7] 6.11.2005 / Yenişafak / Taha Kıvanç

[8] 28.11.2005 / Milli Gazete / Nasuhi Güngör

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Okan EKİNCİ

Okan EKİNCİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx