YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664962513a7db
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 4443
Dün : 23538
Bu ay : 389880
Geçen ay : 737322
Toplam : 23906166
IP'niz : 13.59.154.143

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Yüksek hedefleri doğrultusunda, başkalarını da kurgulayıp hizmete koşanlar lider; ama kendisini başkalarına kiralayıp kullandıranlar ise heder olmaktadır.

Her şeyden önce olgunlaşmanın ve vicdani bağımsızlığa ulaşmanın ilk şartı; insanın yetenek ve dürtülerini kontrol altına alıp; kendi kendisini kullanmayı başarmasıdır.

 

Çünkü insanlar:

1- Nefsine esir olanlar

2- Nefsine hakim olanlar, diye iki sınıfa ayrılır.

Halk kesimleri: kabile şefleri, şeyhleri, şereflileri eliyle yönetilen topluluklardır. Yakın tarihimizde böylesine üstün yetenekli yöneticilere örnek şunlardır:

Sultan Abdulhamit: Farklı dengeleri ve dinamikleri çok iyi gözetip, milli menfaatler doğrultusunda değerlendirmiş; ama maalesef sonunu getirememiş ve Siyonist merkezlere yenilmiştir.

Mustafa Kemal: Başından beri çevresini ve etkili isimleri çok iyi idare etmiş, yüksek gayeleri için yönlendirip yararlanmak üzere yetkilendirmiş, büyük ölçüde hedeflerine erişmiş; ama kendisinden sonraki muhtemel saptırma ve çaptırmalara karşı, gerekli ve etkili tedbirler geliştiremeden, masonik şebekenin ve sabataist çetenin hıyanetiyle, ne yazık ki şaibeli ölümüne sürüklenmiştir.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Dünya çapında zor işlere girişmiş, büyük ve evrensel projeler geliştirmiş, çok farklı ve aykırı isim ve kesimleri, kendi ayarında ve diyarında mükemmel yönetmiş; küresel dengeleri değiştirip düzeltecek stratejiler üretip tatbik ve takip etmiştir. Hainlerinin ve gizli husumet ehlinin, en yakın çevresine girmeleri bile onu paniğe sevk etmemiş, tam aksine; safiyet görüntüsüyle, ya onları dava hizmetinde değerlendirmiş, veya en azından tahribatlarını frenlemiş ve asgariye indirmiştir.

Ama mutlu ve kutlu son nasıl tecelli edecektir? Kendisinden sonra lokomotifin raydan çıkmaması, veya makas değiştirilip hedef sapmaması için hangi sigortalar temellendirmiştir? Bu soruların cevapları yaklaşan zaman içinde ve hep birlikte görülecektir.

Evet liderlik, insanları:

a) Yararlı ve başarılı olacakları alanları doğru tespit edip, o yönde kullanma

b) Onların can sıkıcı yanlarına katlanma

c) Haklı ve hayırlı hedefler için, başkalarını kurgulama ve kontrol altında tutma sanatıdır.

Ancak bu kullanma:

Etkili ve yetenekli kimselerden yararlanma, yardımlaşma, onları atıl ve batıl kalmaktan kurtarma anlamındadır.

Elbette; şerli maksatlarla ve şeytanlıkla başkalarını kullanmaya kalkışmak; insanların iyi niyetini istismar ve suistimal için onlara yaklaşmak, bencillik ve bayağılıktır.

Bizim kastettiğimiz kullanma; bir nevi ham demiri işleyip paslanmaz çelik haline sokmak veya çelikleşmiş olanları, bağ bahçe çiti veya ağıl çerçevesi gibi sıradan işlerde harcanmasına engel olmaktır.

Tarihi bir hakikattir ve Sünnetullahtır: Toplumları düştükleri gaflet ve sefaletten, ya büyük felaketler veya büyük liderler çekip çıkarmaktadır. Türkiye'nin de yeniden kendini bulması böyle olacaktır.

Peki kaybolan Türkiye nasıl bulunacaktır?

İbrahim Veli'nin dediği gibi:

"Bir Türkiye var Türkiye'den içeri!" Hayali kurulan, özü korunan, ama bir türlü bulunamayan… Ve çok şanslıyız ki her alanda kayıplara oynadığımız halde kaybetmeyen bir tarafımız var. Üstat Bediüzzaman'ın deyimiyle "gücümüz zaafımızda saklı" sanki.

Peki, kimler ulaşır bu güce ve güvenceye? Elbette inananlar… Çünkü bulanlar inanıp arayanlardır; şükür ki artık aramaya başlamış bulunmaktayız..

Başta değerlerimiz ve dengelerimiz olmak üzere, kaybettiğimiz ve bu yüzden kayıp gittiğimiz birçok şeyden bahsedebiliriz. Ama kayıplardan bahsetmek bize ne kazandırır ki? Bulmamız lazım! Çünkü içimizdeki Türkiye bulunmak istiyor artık. Gelinen nokta bize "kimiz?" sorusunu sorduruyor. Herkesin aradığı işte bu sorunun cevabıdır. Bulunacak cevap, hem ülkenin hem de insanlığın yaşadığı sorunların da cevabı olacaktır.

Soruyu bulduk: Biz kimiz? Sorunu da bulduk: Bugünkü biz, gerçekten biz miyiz? Hayır. Çünkü biz, Fatih'lerin nesliyiz. Asırlarca insanlığa saadet rehberliği yapmış, üç kıtada at koşturmuş erleriz. Bugün bu erlikten, bu rehberlikten ne kadar da uzaklaşmış ve kendimize yabancı hale gelmişiz! Adeta kaybolmuş yitip gitmişiz. Ama gerçekte kaybolan biz değiliz, bizi biz yapan değerlerden koparılıp uzaklaştığımız için öyle zannetmekteyiz!

Bunu bir hikâye ile süsleyelim: Amerikalı bir grup, bir yerli ile ormanda dolaşırken, Amerikalılar panik içinde "eyvah, kaybolduk" demiş. Bunu duyan yerli kendinden emin bir şekilde: İşte buradayız ya!" yanıtını vermiş.. Amerikalılar devamla: "Baksana, yön işaret levhası kaybolmuş" deyince yerli cevabı yetiştirmiş: "Yahu "biz" yerine, yön işaret levhası kayboldu" desenize!…

Kaybolduğunu zannedenlere yerli bir cevap lazım: Bizim, kaybolma gibi bir derdimiz olamaz. Çünkü kaybolmayan ve asla kaybolmayacak "yön işaret levhalarına" sahibiz. Böyle durumlarda: "Ne büyük belamız var!" yerine; "Ne büyük Mevla'mız var!" demeliyiz. Yani kendimize gelmeli, özümüze dönmeliyiz.

Bunu bilenler biliyor, bulanlar buluyor. Bilenler bilmeyenlere bildirmek, bulanlar bulmayanlara buldurmak için çabalıyor. Ama ille de bulmak istemeyen elbette bulamıyor. O, kendini kaybetmenin rüzgârında savruluyor. Belki hoşuna da gidiyor ama, duvara çarpınca aklı başına geliyor, ama iş işten geçmiş oluyor!

Bul artık Türkiyem, bul artık memleketim! Doğrul ve durul ey aziz milletim! Çünkü geriye sadece bulacak kadar gücün kaldı. Bu güç de elinden alınmadan, bul ve buluştur. Kırk yıldır bu ülkede bulunan ve insanımızı değerleriyle buluşturan bu güç: Milli Görüş; görevde buluşuyor, güzelde buluşuyor. Temelde buluşturuyor, evrenselde buluşturuyor.. Yeni bir dünya oluşturuyor.. Adil bir düzen ve asil bir dönem yaklaşıyor. Ve sürekli buluşturuyor. 17. Müslüman Topluluklar Birliği kongresi bunu anlatmaya yetiyor. Amerika'yı da Avrupa'yı da, Hakta ve hayırda yarıştırmak ve buluşturmak için; çare var! Bu ülke kaybolmayacağı gibi, görevinin başında bulunduğun sürece de kaybetmeyecek ve kaybolmayacaksın.. Eğer inanıyorsan?" Ümitsizlik kendine güvensizliğe ve gayretsizliğe yol açar. Evet ya ümitsizsiniz, veya ümit, sizsiniz!…

Sürekli kullanılan, makam ve menfaat karşılığı karizmasını başkalarına kiralayan adamlardan ise; lider kişilik değil, "vitrin mankenliği" beklenir. Bu tiyniyetteki tiplerden, başkan görünümlü uşaklar üretilir.

İstanbul'da Türkiye Yahudi cemaatinin çıkardığı haftalık Şalom gazetesindeki şu tespitler, ülkemiz ve milletimiz adına, yüz kızartıcıdır!.[1]

Ankara – Kudüs – Şam hattı

"İsrail ile Suriye arasındaki gizli temaslar Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aracılığı ile 2007 yılı Şubat ayında karşılıklı mesajlarla başladı. Her iki ülkeden temsilciler, İstanbul'da Madrid Barış Anlaşması'nın ilkeleri ve Birleşmiş Milletlerin 242 ve 338 sayılı kararları doğrultusunda barışa ulaşmak için görüşmeleri sürdürme kararı aldılar.

Türkiye'nin bir yıldan beri sürdürdüğü bu gizli temaslardan üç farklı beklentisi var; Suriye'nin elini güçlendirmek, Ortadoğu'da İran'ın etkisini frenlemek ve bu yoldan İsrail-Filistin barışına katkıda bulunmak.

Türkiye'nin bu girişimini ABD ile uyum içinde gerçekleştirdiği söylenemez, bu adımlar atılırken Türkiye, ABD'nin karşı çıkmasına rağmen hem Suriye, hem de Hamas ile görüştü. Ancak Türk yetkililer; "ABD'nin menfaatleri ile Türkiye'ninkiler her zaman örtüşmeyebilir" demek suretiyle bağımsız bir dış politik çizgi izlediğinin altını çizmekteler.

İlginç olan: İsrail-Suriye barış görüşmelerinde üç kilit ismin sıkıntılı günler geçirmekte oldukları; Olmert yolsuzlukla suçlanırken, Esad, Refik Harriri cinayetinden sorumlu tutulma baskısından, Tayyip Erdoğan ise açılan parti kapatma davasından tedirgin.

Başlatılacak görüşmeler her üç lidere de rahat bir nefes aldırabilir; Olmert, belli bir süre soruşturmaların ağırdan alınmasını sağlayabilir, Esad uluslararası alandaki baskıyı azaltabilir, Erdoğan ise bölgede Türkiye'yi yeniden lider durumuna getirerek konumunu güçlendirebilir.

Gerçek şu ki, Olmert de, Esad da çok cesur kararlar alabilecek niteliklere sahip devlet adamlarıdır. Olmert 2. Lübnan Savaşı'na girişerek ve Suriye'deki nükleer santrali imha ederek bu yetisini kanıtladı, Esad da Hizbullah ile işbirliğine girişirken gözü kara olduğunu ortaya çıkardı" deniliyor, Ama Recep T. Erdoğan'dan "cesur ve nitelikli devlet adamı" olarak hiç bahsedilmiyordu. Oysa Erdoğan'a "cesaret ödülünü" kendileri takmıştı… Demek ki, sadece pohpohlamak ve kullanmak amaçlıydı.!? Ve üzüntülü bir tavırla şu haberi aktarmıştı:

"İsrail'e karşın, Suriye-İran anlaşması imzalandı"

Tahran'ı ziyaret eden Suriye Savunma Bakanı Hasan Türkmeni ile İran Savunma Bakanı Mustafa Muhammed Neccar, Ortadoğu'daki güvenliği sağlamak üzere bir protokol imzaladı. İki ülke arasındaki işbirliğinin vurgulandığı protokolde, "yabancı işgalcilerin bölgeden çekilmesi"ne yönelik maddelerin yer aldığı açıklandı. İran ve Suriye arasında stratejik ilişkilerin bulunduğunu söyleyen yetkililer, teknik ve eğitime yönelik çalışmaların da yapılacağını vurguladı."

Daha önce Türkiye aracılığıyla bir araya gelen İsrail ve Suriyeli yetkililer, barışa yönelik resmi bir adım atmıştı. Suriye'den İran'a verdiği desteği çekmesini isteyen İsrail'in bu protokol karşısında şaşırdığı anlaşılmaktaydı. Sn. Erdoğan ise, kapatma telaşından, sadece İsrail değil, Beşşar Esat tarafından bile atlatıldığının farkında bile olmamıştı.

Aynı tarihli Şalom gazetesinde yer alan: "ABD ve İsrail'de lider bunalımı" başlıklı yazıda;

Suriye'nin totaliter bir rejim olmakla beraber gerçek anlamda ideolojik olarak radikal bir rejimle yönetildiği söylenemez. Suriye daha çok pragmatik yaklaşımlarda bulunan ve aslında kolaylıkla taraf değiştirebilecek bir ülke. Menfaatlerinin İsrail ve ABD'den yana olduğunu anladığı anda Başer Esad'ın bu konuda fazla tereddüt etmeyeceği kesin. Bu noktada güçlü bir ABD ve İsrail yönetimi yeterli olacaktır.

ABD yönetimine gelince, son sekiz yıldır pek de güçlü bir şekilde yönetildiği söylenemez. ABD Başkanından çok ABD Merkez Bankası Başkanının sözünün ve söylediklerinin önemli olduğu ABD'de önümüzdeki dört senede de durumun pek değişeceği söylenemez.

Daha geçen seneye kadar Demokratların kimi çıkarırsa çıkarsın başkan seçileceğini düşünürken Başkan adayı seçmekteki gecikmeleri "tarihi eser" Mc Caine'i güçlendiriyor. Daha şimdiden seçmenler Mc Caine'i daha dürüst olarak görüyor.

Aslına bakılırsa bu üç adayın da ABD'yi güçlendirecek ve Bush'un kaybettirdiği prestiji kazandıracak lider olacağı söylenemez.  Önümüzdeki dört sene AB'nin özellikle Sarkozy'nin, perde arkasından da olsa Rusya'dan Putin'in kişilikleriyle ön plana çıkararak dünyada daha fazla söz sahibi olacağı söylenebilir" denilerek;

a) Bush ve ekibinin Siyonist İsrail'in ve Yahudi lobilerinin güdümünden çıktığını ve bağımsız politikalar uyguladığını…

b) ABD başkan seçimlerini, Şalom'un "tarihi eser" diye dalga geçtiği ve hiç istemediği, Cumhuriyetçi aday Mc Caine'nin kazanacağından korktuklarını

c) Amerika'da merkez bankasını ellerinde tutan Yahudi sermaye saltanatının, Bush'un başkanlığından daha etkili ve yetkili olduğu kanaatiyle avunduklarını

d) Önümüzdeki süreçte aslında Bush'la aynı kampta olan ve Siyonist sermayeye kafa tutan Sarkozy ve Puti'nin daha da güçlenip, ırkçı emperyalizme karşı yeni yapılanmaların yaşanacağından kuşkulandıklarını açığa vurmuşlardır

Aşırı sağcı "Neo-con" Daniel Pipes: Bush giderayak İran'a saldıracaktır!

ABD'de yeni muhafazakâr grubun önemli ismi Ortadoğu Forumu adlı düşünce kuruluşunun yöneticisi Daniel Pipes, yayımlanan makalesinde, Obama'nın seçilmesi durumunda, Bush'un görevi devretmeden önce İran'a saldırabileceğini ve bu konuda hazırlık yapılması gerektiğini söylemişti.

Ortadoğu Forumu adlı düşünce kuruluşunun direktörü Pipes, ABD'nin ikinci en yüksek tirajlı gazetesi USA Today'de yayımlanan makalesinde, İran'a, "hiçbir zaman nükleer silah sahibi olmasına izin verilmeyeceği" yönünde inanılır ve sert mesaj (!) verilmesi gerektiğini kaydetti. Daniel Pipes, bu çerçevede Bush yönetimine, İran'ın nükleer altyapısını hedef alacak olası saldırılar için askeri hazırlık yapılması, bunun kamuoyuna duyurulması ve dünyadan karşı yönde gelecek baskılara dayanılması çağrısında bulundu. Bu çağrıyı İsrail'e de yönelten Pipes, "Bu yaklaşım başarılı olursa kriz çözülür. Olmazsa bu defa gündeme ABD başkanlık seçimi gelecek" demişti.

İlle de saldırmak istiyorlar

Pipes, Cumhuriyetçi başkan adayı John McCain'in, "dünyada ABD'nin İran'a karşı askeri seçeneğe başvurmasından daha kötü sadece bir tek şey var, o da İran'ın nükleer silah sahibi olması" dediğini hatırlatarak, McCain'in başkan seçilmesi durumunda Bush'un, İran konusundaki kararı muhtemelen ona bırakacağını yazdı. Daniel Pipes, Demokrat Barack Obama'nın ise, "başarı şansı olmayan diplomasi ve yaptırımlar" yaklaşımına bağlı olduğunu kaydederek, Obama'nın başkan seçilmesi durumunda, "Bush'un İran'a karşı askeri eylemi başlatabileceğini" dile getirdi. Pipes, bununla, ABD başkanlık seçimin yapılacağı 4 Kasım ile yeni başkanın göreve başlayacağı 20 Ocak 2009 arasındaki zamana işaret etti. Halen Avrupa gezisini sürdüren Başkan Bush, önceki gün, krizin güya diplomasi yoluyla çözülmesini tercih ettiğini, ancak "bütün seçeneklerin masada olduğunu" belirtmişti.

Sedat Sertoğlu "İsrailli dostlarının" söylediklerini niçin yazmıştı?

İsrail çakmaya hazır!

İsrail'de devlet katında olup bitenleri yakından izleyen bazı arkadaşlarım bana dediler ki: "İsrail, İran'daki nükleer silah yapımı için kullanılan hedeflere çakmaya hazır. Bütün planlar yapıldı. ABD ile veya ABD'siz…"

Sordum: "Böyle bir yeteneği var mı?"

"Teknik olarak var… Uçak bile kaldıramaz İran."

"Böyle bir saldırının dünya üzerindeki olumsuz etkilerini görmüyorlar mı?"

"Görüyorlar… Ama İran lideri bizi haritadan sileceğini söylüyor. Oturup bunu yapmasını mı bekleyelim? Bir ülke sizi haritadan sileceğini söyleyip nükleer silah yapma girişimine başlasa, Türkiye ne yapar? Oturup bekler mi, yoksa o ülkedeki tesisleri ortadan mı kaldırır?"

"Zamanlaması belli mi saldırının?"

"Ben ancak tahmin edebilirim. Bush'un dönemi bitmeden olacak gibime geliyor…"

"Petrolün varilini 250 dolardan almaya hazırsınız yani.?"

"Sadece Batı dünyası değil, ama Arap ülkeleri de akıllarını başlarına toplayıp İran'ı bu işten vazgeçirmezlerse olacağı budur…"

"Ama Hizbullah ve Hamas size hemen saldırır.!."

"Biz Irak ve Suriye'deki nükleer tesislere saldırırken, Arap ülkelerine uzak durmalarını, kendilerine hiçbir şey yapmayacağımızı söyledik. Hizbullah için de aynı durum söz konusu. Akılları varsa karışmazlar…"

Bunları duyduktan sonra bilgilerine güvendiğim bazı başka isimleri de aradım. Amerikalılar böyle sorularla karşılaşınca heyecanlanıp, susmayı tercih ediyor veya kaçamak cevap veriyorlar."[2] Sonuç: İsrail ve ABD, kesinlikle İran'a saldıracaktır!

Ve maalesef, Recep T. Erdoğan, bu Siyonist ve emperyalist kafaların kuklasıdır, figüranıdır, asistanı (pardon "eşbaşkanı")dır.. İşte: "Böyleleri Lider olmaz, heder olur!" dememiz bundandır…


[1] 28.05.2008

[2] Sedat Sertoğlu / Akşam

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Necmeddin E. BİŞKİN

Necmeddin E. BİŞKİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx