YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66493ee2e13ed
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 3589
Dün : 23538
Bu ay : 389026
Geçen ay : 737322
Toplam : 23905312
IP'niz : 3.142.171.90

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Kemalizm, Atatürk'ün şüpheli ölümünden sonra, sabataist şebeke ve masonik çete tarafından uydurulan ve İsmet İnönü eliyle dayatılıp uygulanan, despotik ve dengesiz bir sistemdir. Atatürk ve Atatürkçülük sadece istismar edilmiş, hatta bir nevi Mustafa Kemal'den intikam alma yoluna gidilmiştir. Atatürk'ün aziz hatırası ve Müslüman Türk Milleti yanındaki rağbet ve saygısı körletilmek ve kirletilmek istenmiş, maalesef Gazi Mustafa Kemal'e alakasız ve ahlaksız bir uyduruk tip meydana getirilerek, Türkiye'deki zulüm ve sömürü düzenlerine kılıf geçirilmiştir.

 

Yayınladığımız "Bizim Atatürk" kitabımızdan sonra, Mustafa Kemal'in gerçek kimliğini, inançlı kişiliğini, milli ve manevi karakterini konu alan onlarca eserin hazırlanıp yayınlanması ve bunların halkımızın birçoğunun kitabımızdan yararlanması ve dolayısı ile aydınlatması, sevindirici ve ümit verici bir gelişmeydi.

Atatürk'ün Kur'an Tefsiri ve amacı

"Türk Kur'an'ın arkasından koşuyor. Fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden ibadet ediyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın."[1] diyen Atatürk Kutsal Kitabımızı Türkçe'ye çevirdi.

Günümüzde de önde gelen İslam alimleri tarafından en güvenilir tefsir olarak kabul edilen Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili tefsiri Atatürk'ün Diyanet İşleri Bakanlığına talimatı üzerine yazdırıldı. 1926'da Diyanet İşleri Riyaseti "Kur'an'ı çağın icaplarına göre yeniden tefsir edilebilecek" bir din alimi aradı. Sonunda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a verildi.

Devlet eliyle yazdırılacak tefsirle Atatürk bizzat ilgileniyordu. Atatürk Şeyh Sait ayaklanmasının bastırdığı, çağdaşlaşma ve modernleşme adına yapılan devrimlere yönelik itirazların arttığı bir dönemde İslamiyet'in temel kaynağı olan Kur'an'ın yeniden yorumlanmasını istiyordu. Nasıl bir tefsir istediğini yedi maddede ortaya koydu. Bu yedi madde daha sonra Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Muhammed Hamdi arasında imzalanan protokole de kondu. Atatürk Diyanet'e gönderdiği yazıda özellikle iki maddenin üzerinde duruyordu. Yeni tefsir Ehli Sünnet itikadına ve Hanefi mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktı. Diğer bir isteği de "ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetlerin izah edilmesi" idi.  Atatürk hüküm içeren ayetlerinde Türk İslam geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını arz ediyordu.

Diyanet'le Hamdi Yazır arasında imzalanan protokol şu maddelerden oluşmaktaydı:

1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.

2- Ayetlerin nüzul (iniş) sebepleri kaydedilecek.

3- Kıraat-i Âşereyi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.

4-  Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplere dil izahı getirilecek

5-  İtikatta ehlisünnet ve amelde Hanefî mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer'i, hukuki, içtimai ve ahlâki hükümler açıklanacak. Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularda okuyucu bilgilendirilecek.

Özellikle tevhit konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan âyetler genişçe izah edilecek.

Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslâm tarihi olayları nakledilecek

6-  Batılı müelliflerin yanlış yaptıkları hususlarda okuyucunun dikkatini çeken noktalar konularak gerçekler belirtilecek

Eserin başına Kur'an hakikatini açıklayan ve Kur'an'la ilgili bazı önemli konuları izah eden bir mukaddime (önsöz) yazılacaktır, Hak dinî Kur'an Dili 1926-1938 arasında tamamlandı. 1935-1939 arasında dokuz cilt olarak 10 bin takım bastırıldı. İki bin takımı yazara verilirken geri kalan 8 bin takım başta din adamları olmak üzere İslami kamuoyunun önde gelen isimlerine ücretsiz olarak dağıtıldı."[2]

Gazi Mustafa Kemal'in arzuladığı din adamı

Kur'an insanlar arasında dinî konuları başkalarına oranla daha iyi anlayan ve anlatabilir kimselerin bulunduğunu açıklamaktadır. (Bak. Mücadele suresi 11. ayet) Atatürk, dinî konulardaki bilgi ihtiyacının karşılanması için gerçek din bilginlerine başvurulmasını ve onlara güvenilmesini tavsiye etmiştir:

Memleketimiz içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar.[3]

Seyahatimde birçok hakiki münevver ulemamızla temas ettim. Onları en yeni terbiye-i ilmiye almış, sanki Avrupa'da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. Ruh ve hakikat-i İslâmiye'ye vakıf ulemamızın hepsi bu mertebe-i kemaldedir. Atatürk'ün en büyük isteği, din adamlarının yalnız kulaktan dolma bilgilerle değil, müspet bilimsel bilgilerle de insanlara din hizmeti vermelerini temin etmektir.[4]

Atatürk, dinî gerçekleri araştıran, öğrenen ve bu alanda uzmanlaşan bilginlerin yetiştirilmesine büyük önem vermiştir. Din alanında uzman kişilerin yetiştirildiği kurumlara sahip olmayı gerekli görmüştür:

Nasıl ki her konuda yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekliyse, dinimizin felsefi hakikatlerini inceleyecek, anlayacak, öğrenecek; ilim ve fennine sahip olacak, seçkin ve hakiki yüce bilginleri yetiştirecek kurumlara sahip olmalıyız. Çünkü İslâm dini insan tabiatına uygun ilkeleri içermektedir. Onun muhtevasında yer alan doğal kuralların keşfi için gerçek din bilginlerine ihtiyaç vardır.[5]

Atatürk, din görevlilerinin müspet ilim esasına dayalı yüksek okullarda yetiştirilmesini öğütlemiştir. İslâm dininin ilmî kriterler doğrultusunda incelenip araştırılması amacıyla ilahiyat fakültesi, İslâm enstitüsü gibi kurumlar oluşturmuş, aydın din adamlarının yetiştirilmesine çalışmıştır. Atatürk, bilgisizliğin yol açacağı, dinî taassup ve istismarın önüne geçebilmek için alanında uzman din bilginlerinin yetiştirilmesini zorunlu görmektedir.

Atatürk, din eğitimini takviye edecek kurum olarak ilahiyat fakültesi açılması gereği duymuştur. Mekteplerimizde ve bütün kültür kurumlarımızda milli eğitim esas kabul edilmiştir. Tuttuğumuz yol budur. Çocuk din eğitimini ailesinden alacaktır. Bu arada ilahiyat fakültesi gibi dinî eğitimi takviye edecek kurumlar da kurmak üzereyiz" demiştir

Tevhid-i Tedrisat kanununun 4. maddesi hükmünce yüksek din uzmanı, din eğitimi ve öğretimi öğretmeni yetiştirmek üzere İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Böylece 1924 yılında, Cumhuriyet eğitim sistemi içerisinde modern anlamda yeni bir kuram doğmuştur.

Atatürk, "insanlıkta; dinî ihtisas ve derin dinî bilgilere sahip olup, her türlü boş inanışlardan sıyrılarak gerçek ilim ve fennin nurları ile temiz ve mükemmel oluncaya kadar,.." halkın gerçek din bilginleri aracılığıyla aydınlatılmasını istemiştir.[6] Din işlerinin bilgisiz kimselerin kontrolünden alınıp, bu alanda uzman kimselere verilmesi gerektiğini söylemiştir: Mukaddes mihrabı cahillerin elinden, alıp ehlinin eline vermek zamanı çoktan gelmiştir" sözleri ona aittir.

Atatürk, İslâm düşünce tarihinde, dinî tefekkürün gelişmesine katkıda bulunan önemli İslâm bilginlerinin isimlerini hatırlatarak; günümüzde de onların yolundan gidecek, aynı başarıyı gösterebilecek din bilginlerinin yetişeceğini ümit etmiştir:

Bütün İslâm âleminin medarı iftiharı olan İbni Rüşd'ler, İbni Sina'lar, İmamı Gazali'ler, Fârâbî'ler gibi yüksek düşünceli simaların milletimizin sınıfı uleması içinde nurlu dimağlarıyla arzı mevcudiyet edeceklerine eminim.[7]

Atatürk, gerçek din adamlarına önem verip saygı göstermiştir. Bununla birlikte bazı din adamlarının tanıttığı ve savunduğu İslâm ile gerçek İslâm arasında büyük farklar olduğunu görmüştür. Din adamlarının cehaletinden endişe etmiş ve bu tür kimselerin ülkeye zarar verebileceklerini düşünmüştür. Bu sebeplerden dolayı, milletin güvendiği ve övündüğü, çağın ihtiyaçlarına göre eğitim almış, İslâm dininin gerçeklerini kavramış, yüksek bir olgunluk ve ciddiyet kazanmış din bilginlerinin yetiştirilmesini istemiştir. Tarihe yön veren büyük İslâm bilginlerinin benzerlerinin Türk milletinin atasından yeniden yetişmesini temenni etmiştir. Dinî gerçekleri derinlemesine kavrayabilen ve bunları öğretebilen seçkin din bilginlerinin yetiştirildiği kurumlara sahip olmayı önemli bir ihtiyaç olarak, görmüştür.

Rıfat Börekçi, Atatürk'ün saygı duyduğu din büyüklerinden birisidir. Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Börekçi, Atatürk'ün kendisine duyduğu saygıdan şöyle söz eder:

Atanın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanıp, ezilir, büzülür,

"Paşam beni mahcup ediyorsunuz" dediğim zaman,

"Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır" buyururlardı,

Atatürk, din bilginlerini özel bir sınıf olarak değerlendirmez, daha doğrusu din bilginlerinden oluşan bir ruhban sınıfının varlığını doğru bulmaz. Halkın böyle bir sınıf tarafından yönlendirilmesine karşı çıkar. Halkın sadece belli bir sınıf tarafından aydınlatılamayacağına dinî açıdan aydınlatmanın birey olarak herkese düşen bir görev olduğunu savunur. Bu düşüncesini İslâm dininin kaynaklarına dayandırır. İslâm'ın, herkese dinî öğrenmeyi zorunlu kıldığını ve her Müslüman'ı, diğer Müslümanları aydınlatmakla yükümlü tuttuğunu açıklar:

Her şeyden evvel şunu en basit bir dinî hakikat olarak bilelim ki, bizim dinîmizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbaniyetî reddeden bir dîn inhisarı kabul etmez. Meselâ, dîn âlimleri, halkı aydınlatmak ve uyarmak vazifesi sadece bu bilginlere ait olmadıktan başka dinîmiz de bunu katiyetle men eder. O halde biz diyemeyiz ki bizde özel bir sınıf vardır; diğerleri dinen aydınlatmak hakkından mahrumdur. Böyle düşünürsek kabahat bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için yani dinî gerçekleri halka öğretmek için, mutlaka, ilmî kıyafet şart değildir. Bizim yüce dînîmiz her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla vazifelidir. (Konya Gençleriyle Konuşmasından)

Kur'an, her Müslüman'ı dinî erdemler açısından diğer Müslümanları aydınlatan kimse olarak tanımlar. Atatürk, bu gerçeğe vurgu yapmıştır. Söz konusu gerçek Kur'an'da şu şekilde açıklanır:

Siz insanların iyiliği, faydalanması için ortaya çıkarılmış, seçilmiş en hayırlı milletsiniz, en hayırlı kadrolarsınız, hayır toplumusunuz. Kur'an'ın ve sünnetin hükümlerini, meşru olanı, İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri, müminlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü planları, programları, adaleti uygulayarak, kamu düzenini sağlar, iyiliği emreder, şeriatın suç saydığı ve haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip' etmediği, müminlerin icrasında hayır görmediği şeyleri yasaklayarak, önleyici tedbirler alıp kamu güvenliğini temin edersiniz. Allah'a iman edersiniz. Ehl-i kitap da iman etmiş olsaydı, kendileri için daha hayırlı olurdu, içlerinden ehl-i tevhid olanlar da var. Fakat onların çoğu, fasıktır, doğru ve mantıklı düşünmenin, hak dinin dışına çıkmış, âsi ve bozguncudur.[8] İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, "en hayırlı" diye nitelenen toplumun belirgin özelliğidir. Nitekim. İslâm'ın ilk evresinde Hz. Peygamber ve ona uyan Müslümanlar, Allah'a inanıp, iyiliği emrettikleri ve kötülükten alıkoydukları için insanların en hayırlısı olmuşlardır.

Atatürk, son Osmanlı Şeyhu'l-İslâmlarından Hayâtizâde Mustafa Feyzi Efendi'nin Torunu Mehmet Emin Efendimin Menşe'li olduğunu bildiği için:

"Din adamlarımızın şeceresi (soyu) belli olacak, yedi kat Müslüman olacak tamusıhha (vücudu Kusursuz ve sıhhatli) olacak, İlahiyat Fakültesi mezunu olacak, derecelerine göre layık oldukları yerlere verilecek demiştir.[9]

Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.

"… Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise, dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak seçkin, ve gerçek din ilim adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.[10]

27.10.1922 Bursa, Öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmadan;

"… Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir."

Atatürk'ün Başörtüsüne Bakışı

22 09 1924, Samsun'da Öğretmenlerle Konuşma; Din icabı olan tesettür, kısaca ifade etmek lazım gelirse denebilir ki kadınları sıkıntıya sokmayacak ve adaba aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır. Tesettür, kadını hayatından, mevcudiyetinden soyutlayacak bir şekilde olmamalıdır.

"… Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibinde tesettür etselerdi ne o kadara kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Tesettürü şer'î, kadınlar için mucibi müşkülat olmayacak, kadınların hayatı içtimaiyede (sosyal hayatta), hayatı iktisadiyede, hayatı maişette ve hayatı ilimde erkeklerle teşriki faaliyet etmesine (birlikte çalışmasına) mâni bulunmayacak bir şekli basittedir. Bu şekli basit heyeti içtimaiyemizin ahlak ve adabına mugayir (aykırı) değildir."

Atatürk hakkında İslam dünyasındaki aydınların kanaati:

Muhammed İkbal'den:

İkbal son eseri Artnağan-ı Hicaz'da şunları söylüyor, "Türklere, kapalı kapılar açıldı. Sen de öz benliğinin eteğine yapış. Benliksiz kimseye ne mülk ne de din verdiler.

Bu kapıları açan da M. Kemal Atatürk'tür" demektedir.

İkbal eserinde Türk kavminin tevhit gerçeğinin korunmasındaki yerine ve değerine dikkat çekerek Türkleri İslâm alemine ve kendi halkına örnek ve önder göstermiştir. "İkbal Trablus Harbi hakkındaki manzumesinde kendisinin Peygamber Efendimizin huzuruna çıktığını ve Hazreti Peygamberin kendisine ümmetinden ne gibi müjdeler getirdiğini sorması üzerine elinde bulundurduğu şişeyi göstererek sualine şu cevabı verdiğini belirtmiştir.

"Ben, efendimize ancak bu şişeyi getirdim, fakat bu şişenin içinde bulunan şey cennette dahi yoktur. Bu şişenin içinde ümmetinin şeref ve haysiyeti bulunmaktadır. Zira burada, Trablus'taki Türk ve Müslüman şehitlerinin vatanları uğrana döktükleri kandan birkaç damla var"

Türk milletine çok güvenen İkbal bu güvenim şöyle dile getirmiştir:

"En sıkıntılı zamanımızda Bizans'ı yıkmış olan Türk aslanları yine uyanacak, yine kükreyecek ve düşmanlarını titretecektir."

İslâm dünyasının büyük düşünce adamlarından biri olan İkbal ömrünü Müslüman Hindistan'ın bağımsızlığına adamış (Bugünkü Pakistan da dahil) Türk kurtuluş savaşını başlatan Mustafa Kemal Atatürk'e bütün mazlum ve esir Müslümanların bağımsızlığının yolunu açtığını söylemiş ve Atatürk'e şöyle hitap etmiştir.

Muhammet İkbal Atatürk'e seslendiği bu şiiri 1922 Temmuzunda kaleme almıştı.

"O göstermelik değil, gerçek bir Müslüman'dır. İslâm dininin kan rengindeki bayrağını eline alandır.

İslâm sadece sakal, sarık, oruç namazla sınırlanmaz. Vatanı, namusu korumak için bunlar yeterli olmaz.

Atatürk gördü ki, bazı dindarlar cihat etmez, dua ederdi.

Bu gibi davranışa Allah hiç cevap verir mi? Din adına yapılan yanlışlar hiçbir yarar getirir mi?

Atatürk dosdoğru bir anlayışla saldırgan zalimlerle mücadele etmişti.

Allah' onu desteklemişti. Soysuzlar ve soyguncular defolup gitmişlerdi."

Şeyh Ahmet Senüsi'nin Rüyası ve Mustafa Kemal

(Muhammed bin Ali es senusi el-muhaciri el-hasan el-idrisi Peygamber soyundan gelen Şeyh)

İslâm dünyasının tamamını dolaşan bütün mezhep ve tarikatları izleyen ve onların tüm özelliklerini inceleyen Senusi; Ümmeti çobansız bir sürüye, benzetmiş sürünün çobanını aramış ama Müslümanların birleşmesini sağlayamamıştır.

"Mescitler ve Camilerde ilmiyle amel etmeyen ulama var iken biz her tarafta mağlup oluyoruz. İslâm dini bir uçuruma doğru gidiyor: bunu gören ve düşünen yok" diyerek zamanının İslâm ülkelerinin durumunu tespit ederek arayışını sürdürmüş İslâm ülkeleri bu çıkmazdan kurtarılmalıdır. İslâm dünyası geçirilen bu boyunduruktan mutlaka kurtarılmalıdır demiştir.

Şeyh Senusi 1859 yılında vefat etmiştir. Şeyh Senusi'nin yeğeni Ahmet eş-şerif senusi Tarikatının vasiyeti olan İslâm ülkelerini birleştirme projesini hayata geçirmek için 1918 yılında Sultan Vahdettin'in daveti üzerine bir denizaltıyla İstanbul'a gelmiştir.

Bir müddet sonra, böyle sarayda oturmanın ne manevi sorumluluğa, ne de senusi adabına yaraşmayacağını anlayarak bir yolunu bulup Anadolu'ya Mustafa Kemal Paşa'nın yanına geçmiştir. Son İslâm toprağının düşman çizmesiyle çiğnenmemesi için tebliğ cihadına girişmiştir. Hatta bunu Sultan Vahdettin'in teklif ve tavsiye ettiği de söylenmektedir.

Mehmet Akif Ersoy'u yanına alıp Cami Cami dolaşarak halkı aydınlatmış Mustafa Kemal Paşa'ya ve Milli Mücadeleye katılmış bir tarikat şeyhidir.

Mustafa Kemal Paşa Trablusgarp cephesinden tanıdığı bu. değerli din adamını Heyeti Temsiliye Başkanı seçtirmiştir.

İstiklal savaşının kazanılmasında gerçek âlimlerle birlikte çok çaba sarf eden Senusi bir gün rüyasında "Peygamberimizin Mustafa Kemal'e sağ elini vererek destek olduğunu görmüş bu rüyayı gittiği her yerde anlatarak M. Kemal Paşa'ya manevi destek vermiştir.[11]

İşte o rüya;

"Şeyh Senusi Hazretleri bir gece Peygamber Efendimizi rü­yasında görmüş ve koşup elini öpmek istiyor. Peygamberimiz ise kendine sol elini uzatıyor. Buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh Senusi Hz. Peygamber'e hitaben;

– Ya Resullullah Niçin Sağ Elinizi Vermediniz? diye yakınıyor ve

– Sağ Elimi Ankara'da Mustafa Kemal'e Uzattım" cevabını alıyor!"[12]

Kuvayi Milliye hareketine de destek veren Şeyh Ahmet Senusi 15 Kasım 1920'de Ankara'ya gelerek Anadolu'da vereceği vaazlara başladı. Tüm İslâm ülkelerini Anadolu hareketini destek­lemeye çağırdı.

Mustafa Kemal Atatürk meclisin açılışında Senusi'nin onu­runa bir davet verdi ve onu şöyle takdim edip tanıttı.

"Bütün Alem-i İslâm'ın hürmet ve muhabbetini hakkıyla ka­zanmış olan bu tarikatı onun mümtaz mümessilini, riyasetinde bu­lunduğum TBMM namına hürmetle selamlar ve kendisine davamı­za gösterdikleri necip alaka ve bizi bu yolda mücadeleye devam hususunda teşviklerinden dolayı minnetle anarız."

Ahmet eş-Şerif Senusi 1920'de bir beyanname yayınladı.

Bu beyanname çok önemlidir, işte beyanname;

"İslâmî farzların" namazdan sonra en önemlisi cihat görevidir. Hüküm-kuvvet sahibi TBMM çeşitli, düşmanlara karşı müdafaada bu­lunup İslâm mülkünü istiladan kurtardığından meşruiyeti her türlü şüphenin üstündedir. Bütün hukuk ve görevler Meclis'indir. Millet Meclisinin başkanlığında bulunan Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin bu millî ve dinî mücadelelerini İslâmî ölçü ile destekleyip adı geçen kişinin ve meclisin oluşturduğu Kur'an'a ve dayanışmaya uygun olan bu usûl dışında bir görüş yürütülmesi İslâm'a aykırıdır ve büyük bir vebaldir.[13]

 


[1] Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi sh: 41

[2] Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik sh: 384

[3] Bak. Fatır Suresi 28. ayet

[4] Age. Sh. 66

[5] M. Emin Bayar. Atatürk ve Din

[6] Genelkurmay Başkanlığı Atatürkçülük III. 236

[7] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II-159

[8] Ali İmran: 110

[9] Nazmi Kal. sh:146 Atatürk'le yaşadıkları

[10] SDV c:2 sh:59

[11] bak. Hayrettin Yücesoy Senusilik- Sufi bir ihya hareketi

[12] Bak. Avni Altıner Her Yönüyle Atatürk sh:154

[13] Hilafet ve milli Hakimiyet ts. 240

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx