YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6649395f17f90
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 3449
Dün : 23538
Bu ay : 388886
Geçen ay : 737322
Toplam : 23905172
IP'niz : 3.135.222.253

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Ahlak; insanın hayvanlardan farkı ve faziletidir. Ahlak; insaniyetin terazisi, İslamiyet'in gayesi, iman ve ibadetin meyvesidir.

"El İslamü hüsnül hulk" (İslam güzel ahlaktan ibarettir) hadisi bu hakikatlerin özetidir.

 

"İnsan" kelimesi; "ünsiyet" (sevgi ve samimiyet), "nisyan" (unutkanlık) köklerinden geldiği gibi, bir anlamı da "göz bebeği"dir. Bu nedenle hakikati görmeyen, tüm yaratılanlarda Yüce Yaratıcıyı sezip fark etmeyen kimseler henüz insanlık mertebesine erişememiştir. Ama şekilperest kimseler hala, Harun'la Karun'un, Mahmut'la Nemrut'un, Ömerül Faruk'la Ebu Cehil Melunun, Mustafa Kemal'le Marx'ın veya Mao'nun farkını bilememiştir.

Ahlak: Hakla batılı, doğru ile yanlışı, faydalıyla zararlıyı, adaletle zulüm ve haksızlığı, güzel ile çirkin ve çirkef olanı ayırt edebilme, şerden uzaklaşıp hayra yönelmedir.

Ahlak, kendisini başkalarının yerine koyabilme, karşısındakinin aynasında kendi özünü görüp okuyabilme, hiçbir karşılık beklemeden sevebilme, verebilme ve sıkıntılarını yüklenebilmedir. Ama bunun, imansız ve Kur'an'sız gerçekleşmesi sadece bir hayaldir.

Çünkü İslamsızlık inkarcılığı, inkarcılık çıkarcılığı, çıkarcılık insafsızlığı, insafsızlık ise insansızlığı, yani ahlaksızlığı netice verecektir.

İnsanların Rablerine karşı ahlaki konumları veya makamları genellik şu dört mertebededir:

1- İsyan ve İtiraz makamı:

Bu Allah'ı tanımama ve emirlerini takmama halidir. Gaflet, cehalet ve dalalet merhalesidir.

2- İtaat ve Namaz makamı:

Bu, ibadet, teslimiyet, hizmet ve istikamet halidir. Bu ahlaka sahip olanlar "iyilik ehlidir. Allah'a, ahiret gününe, Kitabın hükümlerine ve Peygamberin öğüt ve öğretilerine gerçekten inanıp, helalinde kazandıkları ve sevgi duydukları mallarını, ihtiyacı olan yakınlarına, yetim ve sahipsiz olanlara, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyip dilenmek zorunda bulunanlara ve köle yapılmışlara veren, namazı dosdoğru ve şuurla eda eden, zekatını ödeyen, ahitlerine vefa gösteren; zorlukta, hastalıkta ve cihat (savaş ve milli savunma) esnasında sabredip direnen kimselerdir.

Yoksa, bu ahlak ve anlayıştan yoksun kimselerin, namaz kılıyoruz diye, şuursuz ve huzursuzca yüzlerini doğuya veya batıya çevirip (kalıplarını Kabeye) dönmeleri, iyilik ve marifet değildir"[1]

3- Dua ve Niyaz makamı:

 Acizliğini, çaresizliğini ve hiçliğini bilip, arzu ve ihtiyaçlarını Rabbine açma, duygu ve saygıyla yalvarıp yakarma, maddi ve manevi sıkıntılarını O'na sunma halidir. Çünkü;

"Duası ve davası olmayan, İslam ahlakı ve insanlık sevdası taşımayan kimselere Rabbimiz niçin değer verecektir?"[2]

4- Huzur ve Naz Makamı:

İnsanın manevi eğitim ve olgunlukla, kendi nefsini, dünyevi heveslerini ve hayvani hislerini aradan çıkarıp:

"Ben kulumun tutan eli, konuşan dili ve hizmet delili olurum" mealindeki Kutsi Hadisin haber verdiği hikmet makamında, hayır ve şerri sadece O'ndan bilip, O'nun takdir ve taksimine tercümanlık etme halidir.

Bu vahdet iklimine erişemeyenlerin, naz makamındaki şahsiyetlerin sözlerini taklit etmeleri, edepsizliktir.

Hz. Musa (as) naz makamında: "in hiye illa fitnetüke" Yani "Yarabbi, bu ancak Senin fitnendir"[3] dedi. Böylece, her türlü fitne ve felaketin Allah'tan olduğunu söyledi. Ama bunu itiraz ve isyan niyetiyle değil, hakikatin diliyle ifade etti. Bu yüzden zarar görmedi.

Halbuki Şeytan da, Allah'a: "Beni azdırdığından (Nefsime ağır gelen, Hz. Adem'e secde ve itaati emredip, isyan etmem sebep olduğundan) dolayı…"[4] demişti ve aslında doğru söylemişti. Çünkü hidayet de, dalalet de Allah'ın elindeydi. Ama Şeytan bu sözü, hakikati beyan edebiyle değil, itiraz ve isyan kastiyle ve nankörlükle dile getirmişti.

Bu yüzden de lanete uğramayı hak etmişti.

İşte bu Me'lun Şeytan:

·           Enaniyet (Benlik)le: insanın kimyasını bozup dönüştürüyor.

·           Riyaset ve siyaset hevesiyle: riyakarlığa ve sahtekarlığa düşürüyor.

·           Haram yedirmekle; içki ve uyuşturucu ile insanın mayasını çürütüyor.

·           Yalan, alay ve gıybetle: vakar ve şerefini bitirip, manen kör ve kötürüm ediyor.

·           Servet ve devlet hırsıyle: başını döndürüyor ve belalara sürüklüyor.

·           Edep dışı sözler ve nezaketsizlikle: hayasını söndürüp, hayatını kirletiyor.

·           Şımarıklık ve gafletle: sonunu unutturup, çocukça eğlendirip güldürüyor.

·           Hırs, haset ve hıyanetle: insanların vicdanlarını öldürüyor.

·           Acziyet ve meskenet (tembellik ve kendine güvensizlik)le: süründürüp zillete ve sefalete sürüklüyor.

·           Cehalet (bilgisizlik)le; basitleştirip köleleştiriyor.

·           İbadetsizlik ve itaatsizlikle; manevi gıdasından mahrum ve ruhen cılız bırakıyor.

·           Irz düşmanlığı ve şehvetle; rezil edip derisini yüzdürüyor.

·           Dert ve kasavetle ve sürekli vesveseyle; hayattan ve hakikatten küstürüyor ve hatta intihara ve Rabbine isyana götürüyor!..

Şiir:

Her Adem suretli, insan olur mu?

Her Arabça yazı, Kur'an olur mu?

Kimi Musrafa'da, Kemal'i görür

Kimi irtidadı, zevali görür

Kemalsiz Kemalizm; masonik düzen

Demokrat kılıflı, despotik ezen

Hayrihi ve şerrihi, minelallahi Hak

Amerka değl Allah, kadiri mutlak

Zalim zaafından, zorbalaşır, bil

Amerka saldırır, gücünden değil!.

Sen millici misin, işbirlikçi mi?

Fitne fesatçı mı, yok dirlikçi mi?

Örnek bir laiklik; din-devlet ayrı

Düşman değl, barışık; huzur var gayrı!.

Saha, sahne O'nun; sen takımın tut

Kaderdir oynanan; gayrıyı unut!..

Lambadan ne fayda, gece yakmazsan

Soruna temelden, Erce bakmazsan!..

Reha Muhtar makinesinden korkar

Hakka nasıl hesap, verecek murdar?

Olgun ahlakın ve onurlu hayatın bir şartı da, Rabbine ve kendine güven duymaktır.

Özetlersek:

Ahlak; bir insanın niyet ve tiyniyetini, güzel veya çirkin hareketlerini, fazilet veya rezaletlerini, kısaca onun iyi yada kötü olarak nitelenmesine yol açan bütün meziyetlerini, huylarını ve hususiyetlerini ve bunların doğurduğu davranış biçimlerini ifade eden bir kavramdır.

Bize göre dört türlü ahlak vardır:

1- Fıtri (doğal) ahlak 2- Örfi (sosyal ahlak) 3- Kanuni (yasal) ahlak 4- Dini (ruhsal) ahlaktır.

Fıtri (Doğal) ahlak:

Her insanın yapısında ve yaratılışında var olan; utanma, acıma, sahip çıkma, kıskanma, koruma gibi tabii duygulardan kaynaklanan bir ahlaktır. Ancak, dini ve ideolojisi ne olursa olsun, gerçekten uhrevi bir hayata, hesap verme inancına ve vicdani-manevi bir sorumluluk duygusuna sahip bulunmayan insanlardaki bu tabii ahlak kuralları, sürekli yozlaşmaya ve yamultulmaya müsait bulunmaktadır. Çünkü hayatı sadece bu dünyadan ibaret sayanların, daha zevkli ve debdebeli yaşamak; şehvet, şöhret, servet ve etiket sahibi olmak için kolaylıkla hilekar, riyakar, sahtekar, barbar ve gaddar olduklarına sıkça rastlanmaktadır. Bu anlayış ve bakış açısına sahip kimselerden bazılarının sayılan kötülüklere bulaşmamaları ise, sadece fırsat bulamamalarından ve kendi ifadeleriyle, becerikli olamamalarından dolayıdır.

Örfi (sosyal) ahlak:

Bir toplumda gelenek ve görenek halini almış adetlerin benimsenip taklit edilmesi ve toplum baskısı psikolojisiyle insanın kendini çevresine benzetmesidir. Bu bilinçli ve belirleyici bir ahlak değildir. Nefsi arzuları ve şeytani duyguları frenleyip terbiye etmekte yetersizdir.

Kanuni (yasal) ahlak:

Bir ülkedeki mevcut kanun ve kurallara uygun davranma; uyumlu veya uygar vatandaş olma ahlakıdır. Genellikle Batı toplumlarının ve onlara özenti duyanların hayat tarzıdır. Aslında bir ahlak değil, haksızlık ve ahlaksızlıkları kontrol altına alma veya kılıf uydurma anlayışıdır.  Kanuni koruma ve kılıftan mahrum çocukların bir kilo baklava çalıp beş sene ceza aldığı, ama kanuni açıklık ve ayrıcalıklardan yararlananların trilyonları aşırdığı halde serbest dolaştığı, hatta toplumdan bile alkış aldığı, çürüyüp kokuşmuş bir zihniyeti yansıtmaktadır. Dini düşünce ve değerlendirmeden yoksun felsefecilerin, güya insancıl amaçlı öğreti ve önerileri de, sadece görüntüyü kurtarmak ve pasları pislikleri örtüp cilalamaktır.

Örneğin Kant'a göre ahlak: İnsanı mutluluğa götüren yasalar ve töre kuralları şeklinde tanımlanır.

Kant buna: "İyilikleri bir eğilim olarak değil de, bir görev şuuruyla yapmalıdır" biçiminde felsefi bir kılıf geçirme çabasındadır.

Dini (ruhsal) ahlak:

Yüce Yaratıcının, kullarının tabiatına koyduğu duygu ve dürtüleri, disiplin altına almak ve dejenere olmaktan korumak; insanın kendisine, ailesine, milletine, beşeriyete ve hatta doğal çevreye karşı sorumluluk sınırlarını hatırlamak üzere gönderdiği İslam'ın: "Sürekli, Allah'ın huzurunda imtihan veriyor olmanın ve olgunlaşıp sonsuz mutluluğa ulaşmanın" şuurunun kazandırdığı gerçek ve yüksek ahlaktır. Allah utancı ve ahiret inancı bulunmayanlarda, böyle sağlam bir ahlakın oluşması imkansızdır.

İslamiyet'i; ahiretleri ve insaniyetleri için değil, dünya menfaatleri ve nefsaniyetleri için istismar eden mürai ve münafık tipler; zahirde takva ve hoşgörü gibi sözler etseler ve bir takım ibadet ve hizmetleri yerine getirseler de, samimi ve seviyeli bir ahlaktan uzaktır.

İşte Atatürk, İslam'la ve Kur'an ahlakıyla değil, böylesi din istismarcıları ve emperyalist uşağı sahtekarlarla ve artık yozlaşıp koflaşmış kurumlarla uğraşmış; Türkiye merkezli gerçek ve yüksek bir İslam medeniyetine zemin hazırlamıştır.

Bu konuyu, Özkaynak'tan Hikmet Kaymaklarıyla bağlayalım:

Dinle bak kıyametlerin salaları, her dem tüm yaratılanların kulaklarına, "dünya fani, dünya fani" diye ebedî hayatı öğütlüyor.

Ey Allah'ın yolunda yürüyen; bu yolda, kıyametlerin münâdileri: "Nefsinle yok ol ki, Rabbinle var olasın!" diye sesleniyor!

Eğer sende, zerreciklerin zerreciği kadar varlık vehmi kalırsa, sakın ola  vuslattan  bahsetme!, zîrâ,   kendini  görme  illeti, tüm illetlerin anası sayılıyor.

Bil ki; kendini gördüğün sürece, Yar'dan ve didarından mahrumsun. Sen bir yüz örtüsüsün, onun etrafında dolaşmaktan vazgeçmen gerekiyor.

Hikmet ehli anlatıyor:

Zamanın aşk ve neş'e hareminin sahibi, sırrı pek yüce Mevlâna hazretleri'nin âşıklarından, kutlu Gürcü Hatunun eşi, görevle Kayseri iline gideceği için, Konya'dan ayrılması icâp etmekteydi.

Gürcü Hatun, Hazreti Mevlâna'dan ayrılığın acısını kısmen de olsa giderir düşüncesi ile, yanında bir resmini götürmeyi istedi. Bu nedenle, zamanın sayılı ressamlarından ve o sırada Konya'da bulunan Aynuddevle-i Rumî'nin aracılığı vasıtasıyla Hz. Hünkâr'ın müsaadelerini alarak bir resmini yapmasını ve kendisine göndermesini diledi.

Aynuddevle bu kırılmayacak talep üzerine, gerekli hazırlığı yaparak, Hazreti Mevlâna'nın huzuruna çıkarak, Gürcü Hatunun niyazını arz etti.

Bunun üzerine, o yüce âşıklar sultanı, Aynuddevle'ye "yapabilirsen ne âlâ" diye buyurdu. Aynuddevle ise, kendinden emin bir surette hazırlığını yaparak, Hazretimizin resmim çizmeğe başladı. Ancak gel gör ki, Mevlâna Hazretleri'ne her bakışta, o yüce sultanın görünüşü, başka başka görünüşlere bürünmekteydi.

Aynuddevle, defalarca yeni baştan resmetmeye çalıştıysa da, bir türlü Hazretin resmini tamamlamaya güç yitiremedi.

Oysaki; sanatında oldukça mahir birisiydi. Sonunda ise; acz içerisinde feryat edip, kendinden geçti, resim takımını parçalayıp kırarak huzurda özür diledi.

Bunun üzerine Mevlâna Hazretleri onu teskin ederek,  himmetiyle o demin görüntüsünü ihsan buyurdu. Aynuddevle de o lûtfu görüntüleyerek, Gürcü Hatuna gönderdi.

Ey.. Duvarlardaki nakışlar önünde, nurlarından sırlarından habersiz, kafa patlatıp, çene çalmakta olan biçareler.

"Yüce Allah, her an bir şen'dedir" âyetinin sedasını kulaklarınız niçin duymuyor?

Ahiret ve hikmet

Aşağıda yer alan alıntılar, "Ruhsal Âlemin Sonsuz İmkânları" isimli bir kitaptan derlenmiştir. Kitap dünyadaki ömrü boyunca tevhide ve ahirete iman edip maneviyat yönünde çabalayan ve çevresindeki göçmen Müslümanlara yakınlığı ve iyilikleriyle tanınan ve ebediyete intikal etmesinin ardından hâlen hayatta olan kız kardeşinin rüyasına gelerek ona mânâ âleminden haberler veren Katolik bir İsviçreli ile ilgilidir.

"Size dünyayı nasıl terk ettiğimi, anlatmak istiyorum. Ölürken fizikî kılıfımdan uzaklaştığımı fark ediyorum. Bu sıkıntılı ama kısa bir anda cereyan ediyor. Önce yaşam kaynağı olan ruh, yavaş yavaş bedeni terk ediyor. Sonra bütün bedenin ağırlığı kalpte hissediliyor. Küçük bir an, bedeni bir sıkıntı ve darlık yaşanıyor. Peşinden kılıftan çıkış ve sınırsız bir rahatlama başlıyor.

Burada kayda değer olan, zaman kavramının olmayışıdır. Sadece sonsuzluk vardır. Sükûn yerinde aylar geçirdim sanıyorum. Ya da bana öyle geliyor. Ardından sonsuz bir mutluluk ve mutlak  bir rahatlama hissediliyor.

Başlangıçta etrafımda tanıdık ve sevdiğim yüzler görüyordum. Uzun bir yolculuktan sonra, yeniden gerçek aile içerisinde olmanın sevincini duyuyordum.

Sonsuzlukla yalnız kalmak istiyordum. Çiçek açmış bir çimenlik şeklindeydi sonsuzluk. Doğru söylemek gerekirse, gerçekte çayır ve çimenler var mıydı bilemiyorum. Ancak çevre bana geniş, çiçekli ve iç açıcı bir çimenlik havası veriyordu. Altın sarısı bir sisle kuşatılmıştım. Görmekten çok, içime doğuyordu her şey.

Bütün dikkatimle içeriye ruh alemine yöneliyordum. Kendimi görüyordum. Kendimde, gerçekte var olanı görüyordum. Tüm varlığım coşku içindeydi. Gittikçe artan bir zevkle kuşatılıyordum.

Mutlu kurtuluşumun (ölümün) ilk anında geçmişi yeniden ibretle gözden geçirerek, ünlü eşik bekçisiyle karşılaşacağım karanlık bölgeye indim. Bana öyle geldi ki; burada olaylar kişiden kişiye değişerek cereyan ediyor. Benim için tuhaf olan, tek başıma ıssız bir patikada giderken, beni sokacak gibi görünen yaban arılarının saldırısına uğramam oldu. Gök gürültüsünü andıran bir ses, bana: "Pekâla şikâyet etme. Zira seni sokmuş olsalardı, sen, azaplardan azaplara sürüklenir olacaktın" diyordu.

İçime doğan bir kavrayışla bu olayın, dünyada edindiğim öfkeli karakterim ve tenkitçi zihniyetimle ilgili olduğunu anladım. Tevbe edip vazgeçtiğim o huylarımı besleseydim, bu yaban arıları beni sokacaktı. O huylarımı yaşarken hepten öldürebilseydim, bu yaban arıları hiç olmayacaktı. Gök gürültüsünü andıran o ses bana yürümemi emretmişti. Ben de yürüdüm. Zira yürümesem bu büyük üzüntünün altında yığılıp kalacaktım.

Bu sıkıntılı alemden kurtuluncaya kadar, bir takım ızdıraplı deneyimler gerekecektir. Burada dünyada edindiğimiz maddi tortular (beşeri günahlar ve kirli duygular) yakılabilir.  Bulunduğum alemde her şey, şuurdan ibarettir. Bu yeni şuur haline hemen uyum sağlamak herkese nasip değildir. Kendimi, bu aleme geçtikten hemen sonra içinde bulduğum o ıssız patikada, tamamen bir şuur halinde buldum.

Burada öğrenim, dünyadaki gibi yapılmıyor. Gerektiğinde yardımcı bir mürşit bulunuyor. Bilgi ve zevk dışarıdan değil, doğrudan bir ilhamla kula aracı olmadan geliyor. Kendi içimize, kendiliğinden dönmemize benzeyen bir şey bu. Bu aleme yeni geldiğini sanan ve buna kendileri de şaşıran insanlar var. Oysa dünya yılına göre çok uzun zamandır buradalar. Atıl, hareketsiz bilgisiz ve bereketsiz ruhlarda şuur değişiminin kolayca yerleşmesini engelleyen bir durgunluk gözleniyor. Onlar, dünyevi şartlarının ve ortamlarının kopyesinde yaşıyor. Bir başka hayat türü olduğunu anlayacak yetenekleri bulunmuyor. Bunlar zulmet ehli oluyor. Burada herkes, dünyadaki yönelim ve niyetinin, gaye ve gayretinin ve manevi mahiyetinin karşılığını buluyor. İnanmayanlar sonsuz zulmet ve zahmete, inananlar sonsuz rahmet ve nimete kavuşuyor.

Şuna dikkat edin; nasıl ki dünya yaşamımızda kendi şartlarımızı kendimiz hazırlarız. Salyangoz sonradan kabuğu olacak maddeyi kendisi ürettiği gibi.


[1]Bakara:177

[2] Furkan: 77

[3] Araf: 155

[4] Araf: 116

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx