Recep Bey, ABD umresinden yurda dönüşte yaptığı basın toplantısında:
“Nükleer silahlar konusunda hep İran İran deyip duruluyor. Ama İsrail hiç gündeme getirilmiyor!? diye hava atıyordu.
Oysa, daha birkaç gün önce, Amerika’da yapılan toplantıda, “İsrail’in nükleer tesislerinin denetime alınması” konusundaki oylamada AKP bürokratları, başbakanın talimatıyla önce salondan çıkıyor, sonra çekimser kalıyordu.
Yetmez, Yahudi Lobileri güdümlü Alman Marshal Fonu’nun resmen açıkladığına göre; “Özellikle İran’a yönelik füze kalkanı sistemleri”nin Türkiye’ye konuçlanmasına da, Recep Bey evet diyerek ülkeye dönüyordu. Bu arada Konya da ki askeri tatbikata yabancı katılımcıların iptali ise, İsrail’e yönelik ciddi ve etkili bir tedbir olmayıp, halkın tepkilerini törpülemek için kof bir kahramanlık gösterisi ve özellikle Suriye’yi İran’ı desteklemekten vazgeçirme girişimi olduğu anlaşılıyordu.
Dışişleri Bakanı, Kırım kökenli Karaimlerden Ahmet Davutoğlu’nun basın toplantısında (İran’ı kastederek):
“Çevremizde hiçbir nükleer silahlanmaya izin vermeyiz” sözleri de; “O halde İsrail’e niye gıkınız çıkmıyor?” sorusuna haklılık kazandıran bir samimiyetsizlik ve sinsilik taşıyordu.
Çifte standartlığı, sahte kahramanlığı, münafıklığı ve Recep Beyin kendi ifadesiyle “utanmazlık ve sıkılmazlığı” bu kadar pişkince ve profesyonelce oynayan aktörler zor bulunurdu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Recep Erdoğan’ın İsrail’e çıkışlarını değerlendirirken: “Türkiye yanlışlıklara sessiz kalmaz. Ama bunlar İsrail’le ilişkilerimizin temeline zarar verecek şeyler olmaz!?” açıklaması da bizim tespit ve tahminlerimizi doğruluyordu. Yani özde “İsrail’e sadakat temeline” bağlı kalınıyor, ama sözde ucuz ve uyuz kahramanlık sergileniyordu.
ABD, İstanbul’da İran’ı karıştırma bürosu açmıştı
İran’da seçimler sonrasında ortaya çıkan olaylarda ABD’nin uzun süredir yürüttüğü gizli ve açık faaliyetlerin de önemli rol oynadığı kesinlik kazanıyordu. Bush yönetiminin Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın bizzat başlattığı proje çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde İran işleri Dairesi (OIA) kurulmuştu. foreignpolicyjournal.com sitesinin haberine göre OIA, aynı zamanda İstanbul’da ‘Türkiye ve İsrail’de yasayan göçmen İran’lılar üzerindeki Amerikan çıkarlarını geliştirmek amaçlı bir Uluslararası İlişkiler Genel Bürosu (IROG) oluşturulmuştu. Haberin devamında, Birleşmiş Milletler Amerikan Büyükelçisi John Bolton, Ekim 2006’da “İran’da rejim değişikliğinin” ABD yaptırım politikalarının “nihai amacı” olduğunu açıklıyordu. Bu politikaların içte baskı oluşturarak, “demokratik(!) kesimleri güçlendirdiği” ve İran diasporasına karşı yardım ettiği vurgulanıyordu.
CNN’e konuşan bir Amerikan dışişleri yetkilisine göre, OIA’ya bağlı olarak çalışan IROG’un faaliyet alanı “İran’daki politikaları ve muhalif odakları yönlendirmek” olarak tanımlanıyordu. Ancak aynı yetkili, büronun bir başka amacının da “İran’da halkın istekleri doğrultusunda bir hükümet kurulmasını kolaylaştırmak olduğunu” söylüyordu.
Foreign Policy Journal editörü Jeremy R. Hammond daha önce de İsrail’in Gazze operasyonu hakkında çarpıcı bir makale yayınlayarak, İsrail’in operasyon sırasında kullandığı propaganda yalanlarını ortaya koymuştu.
Şimdi Recep Başbakan bu gelişmelerden habersiz ise, cahil ve gafildi. Yok, eğer haberi varsa fesatçı ve kiralık fırsatçı konumuna düşüyordu.
ABD savaş için dev ek bütçe çıkarmıştı
ABD Temsilciler Meclisi, Afganistan ve Irak’taki savaşların yanı sıra İran’a müdahale olasılığı ve ABD’nin IMF’ye katkı payının finansmanı için 106 milyar dolarlık ek bütçeyi onaylamıştı.
Onaylanan ek bütçenin, ABD Başkanı Barack Obama’nın Nisan ayında talep ettiğinden 15 milyar dolar daha fazla bir harcamayı öngördüğü belirtilirken, 79,9 milyar dolarlık bölümünün askeri harcamalar için, 7,7 milyar dolarının domuz gribiyle mücadele için, yaklaşık 8 milyar dolarlık bölümünün de IMF’ye katkı payına aktarılacağı açıklanmıştı. Parlamenterlerin 202 aleyhte oya karşı 226 oyla 2009 ek bütçesini onayladığı vurgulanmıştı.
IMF’ye ayrılan para konusunda Cumhuriyetçilerin çekincelerinin bulunduğu, bu paranın teröristler ya da teröre destek veren ülkelerin eline geçmesinden endişe ettikleri hatırlatılmıştı.
Batı’nın müdahaleleri İran’ı karıştırmıştı
İran’da Şah’ı iktidara getiren Batı destekli 1953 darbesinin İran’da seçim sonrası yaşanan kanlı gösterilerin asıl nedeni olduğu kesindi. Bugün İran’da ne görüyorsak, nedeni dış güçlerdi. Batı medyasının ‘Olanı değil, olmasını istediklerini yansıttığı’ da bir gerçekti.
Eğer Batılı güçler 1953’te İran’a karışmasalardı, İran’daki kargaşalar oluşmaz, bu günkü sorunlar meydana gelmezdi. Batılı güçler, İran’daki demokrasinin gelişimini durdurdukları için sorumlulukları büyüktür. Bugün İran’daki sorunların temel nedeni dış güçlerdir. İsrail, ABD ve özellikle İngiltere’dir.
Nükleer silah sahibi bir İran’ın, ne komşuları ne de sistemin büyük güçleri tarafından kabul edilemeyeceği söylenmektedir. Üstelik nükleer programın barışçıl amaçlı olup olmadığıyla kimse ilgilenmemektedir. İran, eğer yarı Müslüman (en azından İslam dünyası böyle algılıyor) bir ABD başkanının liderliğinde vurulursa, Bush dönemindekinden daha az tepki alacağı da hesap edilmektedir. Peki, öyleyse neden? Niçin bu ısrar?
İranlı bir fikir adamının, “nükleer silah geliştirme programı” hakkındaki toplantıda Batılı katılımcılara söylediği şu cümleler önemlidir: ‘Nükleer silah bir dildir. O dil ki, bize onların (Batı’nın) anlayacağı biçimde konuşma imkânını verecektir. Nükleer silah bir iletişim aracı, bir söyleme biçimidir; bugüne kadar biz Doğuluların bilmediği, öğrenmeye gayret etmediği bir söyleme biçimini, yani atom bombasıyla tehdit ve tecavüz değneğini, şimdiye kadar bize göstermişlerdi, ama bundan sonra onlara bizi dinlemeyi öğreteceğiz’. …
Esasen İsrail ile İran’ın psikolojik açıdan birbirine benzer durumları göz ardı edilmektedir. Her ikisi de bu tip silahları kendilerini dinletebilmek adına bir dil olarak kullanma eğilimindedir. Her ikisi de yok olma korkusu yaşıyor ve agresif tutumları da belki bu nedenledir. Biz yine de uyarmayı ihmal etmeyelim. Maalesef bu dille konuşulmuyor dostlar; zira bu, istismar ettiğiniz sevginin değil sövgünün dilidir” diyenler haklıydı.
İran’dan Batı’ya uyarı: Tepkiniz kasıtlı ve kışkırtıcı!
İran, yeni nükleer tesisleriyle ilgili Batılı ülkelerin tepkilerinin müzakereleri olumsuz etkileyeceği yolunda uyarmıştı. İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndaki (IAEA) Daimi Temsilcisi Ali Asker Sultaniye, devlet televizyonuna verdiği demeçte, “Batılı ülkelerin, nükleer enerji programımız aleyhindeki tutumu 5 artı 1 ülkeleriyle yakında yapılacak müzakereleri olumsuz etkileyecek” ifadesini kullanmıştı.
Sultaniye, yeni nükleer tesislerle ilgili tepkide Batı’nın “aceleci” davrandığını belirtmiş ve “boşuna gürültü koparıldığını” vurgulamıştı.
İran’ın yeni tesislerin varlığıyla ilgili IAEA’ya 21 Eylül’de bilgi verdiğini hatırlatan Sultaniye, Batılı ülkelerin bunu önceden bildikleri yönündeki haberlerin asılsız olduğunu açıklamıştı.
Cenevre’de maskaralık!
İran, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’den müteşekkil BM Güvenlik Konseyinin daimi beş üyesi ve kendisinin de daimi üye olma hakkına sahip olduğunu ısrarla söyleyen Almanya ile müzakereler yapıldı. Hüseyin Altınalan’ın deyimiyle “İsviçre’nin Cenevre kentinde büyük bir maskaralık yaşandı.”
Maskaralık diyoruz, çünkü İran’ı nükleer silah sahibi olmaya çalışmakla suçlayan ülkelerin hepsi sicili bozuk, saldırganlardı. Bu konuda Amerika baş canavardı.
ABD resmi olarak belirtilen rakamlara göre dahi sahip olduğu 10 bin 600 nükleer silahla dünyanın en çok nükleer silah üreten ülkesi durumundaydı.
Ve aynı ABD, yeryüzünde atom bombasını kullanan tek ülke konumundaydı.
Yüz binlerce Japon’u katlederek Nagazaki ve Hiroşima kentlerinde canlı bırakmayan bir Amerika’ydı!.
Peki diğerleri çok mu farklıydı?
Rusya: Rusya’nın 14 bin civarında nükleer silahı olduğu tahmin ediliyor, ancak toplam silah deposu, taktik nükleer silahların tam sayısı hesaplanmadığı için kesin olarak bilinmiyordu.
Start 1 koşulları uyarınca, Rusya’nın nükleer savaş başlıklarını Temmuz 2008’e kadar 4138’e indirmesi gerekiyordu.
Fransa: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasına (NPT) 1992’den bu yana taraftı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, denizaltı füzelerini bırakacağını ve havadan fırlatılan silahları üçte bir oranında azaltarak 290 savaş başlığına indireceklerini açıklamıştı.
İngiltere: Nükleer silah deposunun, stratejik ve stratejik olmayan savaş başlıkları şeklinde 200’ü geçtiği tahmin ediliyordu.
Çin: Nükleer silah programına 1955’te başlayan Çin, 1964’teki başarılı nükleer denemesinden sonra 45 nükleer deneme daha yapmıştı.
Çin’in yaklaşık 400 stratejik ve taktik nükleer silahı olduğu, daha fazlasını üretmek için de malzemesi bulunduğu biliniyordu.
Almanya: İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı yerle bir eden Almanya’nın anlaşma gereği önemli bir ordusu olmadığı için nükleer gücü olmadığı belirtiliyordu. Fakat NATO tarafından Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı Almanya’ya çok sayıda nükleer silah yerleştirildiği yazılıp konuşuluyordu.
Kısacası, nükleer silah sahibi olduğu bilinen İsrail’e bugüne kadar hiçbir baskı yapmayan, insanlığı binlerce kez yok edecek nükleer silahlara sahip ülkelerin kalkıp ta İran’a tavsiye ve tehditlerde bulunmaları soytarılıktan başka ne anlam taşırdı.
Evet, akıl ve vicdan sahibi hiçbir kimse nükleer silahı savunmamaktadır.
Çünkü nükleer silah, insanlığın ortak düşmanıdır.
Nükleer silahın hedefinde, yeryüzünde yaşayan insan türünün tümü vardır.
Ve nükleer silah, tüm hayvan ve bitkileri imha eden korkunç bir felaket aracıdır.
Ancak Batı, çifte standardı bırakıp önce adam gibi kendi “cici nükleerlerini” imha ettikten sonra konuşmalıdır!
“Ahmedinecad Yahudi!” iddialarını kimler gündeme taşımaktaydı?
İngiliz Daily Telegraph gazetesi, İran Cumhurbaşkanı’nın kimliğinde: Mahmut Ahmedinecad’ın daha önceden soyadının “Saburjian” olduğunu açıkladı. Saburjian, dokumacı anlamına gelen bir İbranice isimdi ve İran Yahudileri arasında yaygındı. Biraz daha araştırıldığında Saburjianların Ahmedinecad’ın doğduğu yer olan Aradan’dan yayıldığı anlaşıldı.
Ayrıca İran liderinin kimliğindeki, küçük bir notta; ailenin soyadını İslamiyet’e geçtikten sonra Ahmedinecad’a çevirdiği yazılıydı.
İngiliz Daily Telegraph gazetesi, “şaşırtıcı bir sırrı ortaya çıkardığını” iddia ederek, Ahmedinejad’ın Mart 2008’deki seçimler sırasında kimlik kartını yukarı kaldırarak poz verdiği fotoğrafın bu sırrın belgesi olduğunu öne sürüyordu. İddiaya göre, kimlik kartı Ahmedinejad’ın ailesinin Yahudi kökeni olduğunu gösteriyordu. Kimlik kartı yakından incelendiğinde Ahmedinejad’ın önceden ‘Sabourjian’ olarak bilindiğini belirten gazete, bunun bir Yahudi ismi olduğunu ve ‘kumaş dokuyan’ anlamına geldiğini yazıyordu. Kimlik kartında kargacık burgacık yazılmış olan kısa notun, ailenin Ahmedinejad soyadını, İran liderinin doğumundan sonra, İslam dinine geçmeleriyle değiştirdiğini gösterdiği belirtiliyordu. Sabourjianlar geleneksel olarak Aradan’dan (Ahmedinejad’ın doğum yeri) geliyor ve isim ‘Sabourcu, Sabour dokuyan’ yani Yahudilerdeki Tallit şalının İran’daki isminden geliyordu. İsim, İran İçişleri Bakanlığı tarafından derlenmiş İranlı Yahudilerin kullandığı isimler listesinde bile bulunuyordu. Gazeteye göre, uzmanlar da Ahmedinejad’ın İsrail’e yönelik saldırgan söyleminin geçmişi gizlemeye çalışmaktan kaynaklanıyor olabileceğini söylüyordu. Arap ve İran Çalışmaları Merkezi’nden Ali Nurizade, “Ahmedinejad’ın geçmişine dair bu durum onun hakkında çok şeyi açıklıyor. Farklı bir dine dönen her aile eski inançlarını kınayarak yeni bir kimlik edinir. İsrail karşıtı açıklamalar yaparak Yahudi bağlarıyla ilgili tüm şüpheleri tamamen ortadan kaldırmaya çabalıyor olabilir” diye konuşuyordu. Londra’dan İranlı Yahudiler konusunda uzman olan bir araştırmacı da “jian” son ekinin ailenin Yahudi kökenini gösterdiğini söyleyip, kendisi de İran doğumlu bir Yahudi olan uzman, “Adını dini nedenlerden dolayı değiştirmiş ya da en azından ailesi öyle yapmış. Sabourjian İran’da çok iyi bilinen bir Yahudi adıdır” diyordu. Londra’da İran elçiliğinden bir sözcü ise, konuyla ilgili yorum yapamayacağını belirtiyordu. Ahmedinejad, ailesi 1950’lerde Tahran’a yerleştiğinde soyadının değiştiğini inkâr etmiyordu. Ama bunun din değişikliğinden Kaynaklandığını asla dile getirmiyordu. Yakınları daha önceden, dini ve ekonomik nedenlerin İran liderinin bir nalbant olan babası Ahmed’i Ahmedinejad dört yaşındayken isim değiştirmeye zorladığından bahsediyordu. Bu yılki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi televizyonda yapılan tartışmada Anmedinejad soyadı değişikliğini söylemek zorunda bırakılmış ve bundan rahatsız olduğu gözden kaçmamıştı. Öte yandan bu yaz Ahmedinejad’ın kökenlerinin araştırılmasını talep eden internet yazarı Mehdi Hazali, tutuklanmıştı.[1]
Şimdi asıl cevap aranması gereken soru şuydu: Bazı Yahudilerin ve onların güdümündeki gazetelerin, Ahmedinejad’ın kökenini açıklamalarının ve ısrarla Yahudi olduğunu hatırlatmalarının altında ne yatmaktaydı. Bunlar İsrail’den mi, yoksa İran’dan mı taraftı?
İran’ın: “Tüm tehditlere karşı hazırız” mesajı
İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Hüseyin Selami, ”bütün tehditlere karşı hazır ve kararlı olduklarını” açıklamıştı.
Tuğgeneral Selami, Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri tarafından devam eden füze savunma tatbikatının savunma gücünü ve ülkenin caydırıcı gücünü artırmaya yönelik olduğunu hatırlatmıştı. İranlı komutan, ABD ve İsrail tehditleriyle ilgili olarak, ”Varlığımızı, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü ve değerlerimizi tehdit edenlere karşı kesin, hızlı, yıkıcı ve pişman edici cevap vereceğiz” ifadesini kullanmıştı. Tatbikatların mevcut düşman tehditleriyle ilgili olduğunu kaydeden Selami, ”Bütün tehditlere karşı hazır ve kararlıyız” diye vurgulamıştı.
Uzun menzilli “Siccil-1” füzesi fırlatılacaktı!
İran’ın önceki gün başlattığı füze savunma tatbikatının yeni aşamasında uzun menzilli füzelerin yeni versiyonlarının deneneceği yazılmıştı. Yeni “füze savunma sistemlerinin” de test edildiği tatbikatın son merhalesinde, iki bin kilometre menzilli ”Şahap-
İran füze teknolojisinin son ürünü olan iki bin kilometre menzilli, karadan karaya ve katı yakıtla çalışan ”Siccil-
”Kutsal Savunma Haftası” etkinlikleri kapsamındaki yıllık planlı tatbikatın ilk aşamasında kısa menzilli ”Fatih-
Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nda geçen yıl yapılan tatbikatlarda, karadan karaya, karadan denize, denizden havaya orta, kısa ve uzun menzilli füzeler atılmıştı.
AKP’nin Ermenistan işbirliği İran’a karşı mı?
13 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması, Ermenistan’ın sadece Türkiye ile sınırlarını belirlemiyor. Gürcistan ve Azerbaycan sınırlarını da kapsıyor.
Bu antlaşmayı Ermenistan’ın tek taraflı sona erdirmesi uluslararası hukuka da uygun değildir. (Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne göre, devletlerarası sınırı düzenleyen bir antlaşmanın tek taraflı sona erdirilmesi mümkün değil.) Madem, Türkiye ile Ermenistan arasındaki protokolde bu antlaşmaya atıf var, neden bu açıkça yapılmıyor?
Bize göre bu Ermenistan Hükümeti’nin işini kolaylaştırıyor. Çünkü Kars Antlaşması aynı zamanda Azerbaycan ile sınırı belirlediğine göre Karabağ konusunda Ermenistan Hükümeti’ne taviz verildiği anlaşılıyor. Eğer böyle değilse “Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan ile sınırların açılmayacağını” yetkililer niye kayıt altına almıyor?
Bu gelişmede, Türkiye ile Ermenistan arasında iki yıl önce gizli görüşmelerle başlayan yakınlaşma sürecinin hiç etkisi olmadığını söylemekle toplum aldatılıyor. Ve bu girişimlerin Ermenistan’ı İran karşıtı cepheye çekmek ve yaklaşan saldırı sürecinde İran’ı yalnızlığa itmek projesinin bir parçası olduğu özellikle saklanıyor.
Kukla Talabani bile Recep Bey’den tutarlıydı: “Hava sahamızı kullandırtmayız!”
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, İran’a yönelik olarak “İsrail veya başka bir devletten” gelebilecek herhangi bir saldırıda Irak hava sahasının kullanılmasına izin vermeyeceklerini açıklamıştı. Talabani, düzenlediği basın toplantısında, İran’a karşı kararlaştırılabilecek yeni BM yaptırımlarının da işe yaramayacağını, İran’ın politikasında herhangi bir değişikliğe gitmesini sağlayamayacağını vurgulamıştı. İran nükleer sorunuyla ilgili 6 büyük gücün Tahran yönetimiyle “gerçek bir müzakere süreci izlemesi gerektiğini” belirten Talabani, bu ülkelerin, İran’ın, “nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanma hakkını” da garanti altına almaları gerektiğini hatırlatmıştı.
Talabani bile böylesine duyarlı ve tutarlı bir tavır sergilerken Recep Erdoğan’ın ikiyüzlü yaklaşımı mide bulandırıyordu.
Prof. Dr. Hasan Ünal’ın, maalesef veda yazısında belirttiği gibi:
“Başbakan Erdoğan’ın Amerika dönüşü yaptığı açıklamalar, iki tehlikeye işaret ediyordu. Birincisi İran’ın bombalanması senaryolarına galiba iyice yaklaşıldı ki, Amerikalılar da bu konuyu bizim Başbakana açmışlardı… Diğeri ise IMF anlaşmasıydı… Erdoğan’ın, yapılacak anlaşmaya “IMF’nin siyasi içerikli şartlar dayatmaması gerektiğini” söylemesini iyi okumak lazımdı…
İran işinin iyice ısındığı ve bombalama senaryosunun hızlandığı açıktı. Çünkü bölgede siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığı bulunan İran’ın bir de nükleer silah elde etmeye kalkışması ABD-İsrail ve yandaşlarının uykusunu kaçırmaktaydı.
İran’ın nükleer hazırlık dışındaki askeri gücü de önemli ve etkili sayılırdı. 2003 yılındaki Irak ile mukayese edilmesi yanlıştı. Bir tarafta düzenli ordu öte yanda Devrim Muhafızları Ordusu (Pasdaran Ordusu) olmak üzere oldukça güçlü bir askeri yapısı vardı. Özellikle Devrim Muhafızları Ordusu emrindeki özel kuvvetler ve Besiç birlikleriyle birlikte sayıları belki de milyonlara varan devasa bir güç, malum merkezleri korkutmaktaydı.
İran’ın silah ve teknoloji alt yapısı da dikkate alınmalıydı. Örneğin Rusya’dan alınan son model tanklar, kısmen veya tamamen kendi teknolojileri ile üretilmiş karadan karaya füze sistemleri ve klasik kara savaşlarında epeyce işe yarayan çoklu fırlatıcı düzeneklere sahip kısa menzilli füzeler hesaba katılmak zorundaydı. Ayrıca kimyasal silah teknolojisi ve fırlatma mekanizmaları ile diğer silah sistemlerini yan yana koyup, bir de bunlara nükleer silah ihtimalini eklediğimiz zaman, Tahran yönetiminin Amerika ve İsrail’in Orta Doğu hesap ve planlarının önünde ciddi bir engel oluşturmaktaydı. Daha doğrusu ABD ve İsrail’in analizi ve endişeleri bunlardı.
Nükleer silah üretiminin son aşamasına gelindiğine göre, İran’ın bombalanmasında, bu denklemi değiştirecek bir gelişme yaşanmadığı takdirde adeta matematiksel bir kesinlik gözüyle bakılmaktaydı. Öyle görünüyor ki, ABD yönetimi yılsonuna kadar bu işin psikolojik alt yapısını oluşturacak ve saldıracaktı. Başbakan Erdoğan’ın ‘Irak’ta ne yapıldı ki, İran’a karşı nasıl harekete geçilecek’ anlamına gelen sözleri kendisinden ne gibi taleplerde bulunulduğunu anlatan itiraflardı. Meselenin bir AKP tarafı var bir de Türkiye… ABD ve İsrail yıllardır Türkiye ile İran’ı savaştırmak için gayret ediyordu. İslam Devrimi’nin başlangıç zamanlarında Tahran yönetiminin sergilediği tavırlar da bu ikilinin işine yarıyordu.
Ancak bugün Türkiye ile İran arasında artan bir çıkar ortaklığı söz konusuydu. ABD’nin Irak ve Ortadoğu politikaları Türkiye’nin milli güvenliği ve ulusal bütünlüğü için tehlike oluşturuyordu. İran da gelişmelerden epeyce rahatsız görünüyordu. Son yıllarda başta PKK olmak üzere Tahran ile Ankara arasında belirli düzeylerde işbirliği yapılmakta olması da bunu gösteriyordu.
Kısacası ABD ve İsrail’in İran’ı vurma senaryolarında Türkiye asla olmamalıydı. Bu ikiliye askeri, siyasi veya diplomatik açılardan yardım etmek AKP’nin intiharıydı. Ederse bunun vebali büyük olacaktı. İki halk arasında onlarca yıl sürecek bir düşmanlık yaratılacak ve bundan sadece söz konusu ikili kârlı çıkacaktı. Böyle bir akıl tutulması AKP’nin de sonu olacaktı. Çünkü bırakın diğer seçmen gruplarını, AKP’nin kendi seçmeni bile bu durumu kabule asla yanaşmazdı. Bombardımanda hayatını kaybedecek binlerce sivilin masum görüntülerini Türk halkına izah etmek o kadar kolay olmayacaktı.
Öte yandan IMF antlaşması ile siyasi dayatma konusunun da üzerinde durmak lazımdı. Acaba Başbakan Erdoğan’ın siyasi dayatma dediği konu İran ile mi sınırlıydı? Yoksa ‘Kürt Açılımı’ndan, anayasanın bütünüyle değiştirilmesine, Ermenistan sınır kapısının kayıtsız şartsız açılmasından, Kıbrıs meselesine ve Irak’ın kuzeyindeki kukla devletin korunma altına alınabilmesi için federasyona dönüştürülecek bir Türkiye ile konfederasyon yapmasına kadar bir dizi meseleyi mi kapsamaktaydı? Ve bütün Türkiye’ye hangi kaynaktan geldiği bilinmeyen 18.5 milyar dolarla mı alakalıydı? Önümüzdeki günlerde bunları da göreceğiz. Ama görünen o ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana yaşadığımız en tehlikeli dönemdeyiz.”
Psikolojik hazırlıklar yapılmaktaydı!
İngilizce’de bir deyim kullanılıyor: “Trial balloon”, yani; halkın tepkisini öğrenmek ve planlanan gelişmelere psikolojikmen hazır hale getirmek için, kamuoyuna servis edilen “Ön Haber” anlamına geliyor. Şu anda İran’a saldırı konusunda, bu tür ön haberler ya da dünyayı oyalama taktikleri sayesinde, zaman kazanılıyor. Bir yandan da taraftar toplamaya çalışılıyor ve bölge ülkelerinin olası durum karşısında ne yapacakları hakkında nabız yoklanıyor.
17 Eylül 2009 akşamı Hürriyet’in internet sitesinde, “İsrail Yıl Sonuna Kadar İran’a Saldıracak” başlıklı bir haber yayınlandı. İngiliz “Daily Telegraph” gazetesinde İsrail eski savunma Bakan yardımcısı “Efraim Sneh”nin açıklamaları yer aldı. Yukarıda da görüldüğü gibi, her ülkenin belli gazetelerinde benzer açıklamalar yayımlandı. İşte bunlar, nabız yoklaması yapılmak için hazırlanan “ön haberler” sayılırdı..
İsrail yıllardan beri bu türden tehditler savurmaktadır. 19. yy’da İngiltere’yi arkasına alan Yahudiler, İsrail devletini kurmuşlardı. 20.yy’da da Amerika’ya sırtını yaslayarak, dünya devletlerini hizaya getirmeye çalışmıştır. 21.yy’da yeni planlar peşinde koşmaktadır. Büyük İsrail’i ve Dünya hakimiyetini amaçlamış İsrail’in tek başına bu işlere girişemeyeceği, en azından Amerika’nın üstü örtülü desteği olmadan İran’a müdahale edemeyeceği açık olarak görülmektedir.
Fakat son günlerde Amerika kamuoyunda oluşan “Tepkiler”den, ABD halkının, İsrail lobilerine karşı uyanışa geçtiği sezilmektedir.
Diğer taraftan, Rusya, Çin ve bir kısım Arap devletleri, İsrail’in İran’a saldırmasını, üçüncü dünya savaşının başlaması olarak yorumlamaktadır. Bu da gösteriyor ki, bir saldırı durumunda, saldıranın da başı yanacaktır. Recep Erdoğan’ın Amerika dönüşü açıklamaları da bu endişeleri yansıtmaktadır.
Ayrıca, Amerika Irak’tan çekilirken arkada, düşman Araplar bırakmak istemediğinden dolayı, bölge üzerinde çok hassas davranmaktadır. Ve Suriye, Lübnan ve Irak’ın İran’la bir blok oluşturacağı korkusu pompalayıp komşu ülkeleri kışkırtmaktadır, oysa buda kendi planlarıdır.
Suriye’nin Türkiye’ye yakınlaştırılmasının da bu planın bir parçası olduğu sırıtmaktadır. İsrail ve Amerika’da çok iyi bilmektedir ki, İran saldırısı asla Irak gibi olmayacaktır. Hamas’ı içerisine almayan bir; Filistin- İsrail görüşmesi de bu stratejinin bir parçasıdır ve zaman kazanma amaçlıdır” tespitleri de dikkate alınmalıydı.
HASAN ÜNAL, MİLLİ GAZETE’DEN NİYE AYRILDI?
Prof. Dr. Hasan ÜNAL Bey’in;
Onuru:
1- Haysiyetli; dik ve dürüst bir duruşu vardı.
2- Hamiyetli; gayreti ve gayesi olan bir insandı.
3- Hakikatli ve donanımı olan bir bilim adamıydı.
Olgunluğu:
1- Milli tavırlı ve Türkiye sevdalısıydı.
2- Militarist (Asker yanlısı) olmakla itham edilirdi, ama net ve mert davranırdı.
3- Milli Görüş Lideri Erbakan Hocamızın özel tavsiyesiyle Milli Gazetede yazmaya başlamıştı.
Konumu:
1- İsrail’in Siyonist hesaplarını ve Türkiye taşeronlarını anlatırdı
2- İran’a yönelik emperyalist sindirme ve baskıları gündeme taşırdı.
3- İslami kesimleri ılımlaştırılıp uysallaştırma planlarına karşı toplumu uyarırdı.
Suçu:
1- AKP’nin gaflet ve dalaletine ve art niyetine parmak basardı.
2- ABD’nin akrepliklerini ve ebleh işbirlikçilerini gündeme taşırdı.
3- AB’nin hile ve hıyanetlerini ortaya çıkarırdı.
Yani Hasan Ünal Bey, “ayrıntılarda gizlenen virüs şeytanları” açıklardı.
Ve işte bu Zat; elbette Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Numan Kurtulmuş gibilerinin güdümündeki, Milli Gazete yöneticisi sanılan kuklaların ve bunların AKP’li dost ve üstatlarının baskısıyla, Milli Gazete’den ayrılmıştı.
Gerekçe olarak gösterilen “yeniden yapılandırma çalışmaları”nın ise; Milli Görüş çizgisinden ve Erbakan’ın prensip ve projelerinden kopma kurnazlığı olduğu ise açıktı.
Artık siz, bunların ayarını, ahlakını, amacını ve Milli Görüşü hangi marazlıların kuşattığını anlamaya çalışın.
Bütün bunlar haliyle canımızı sıkıyor, kanımıza dokunuyor ve vicdanımız kabul etmiyor.
En başından beri samimi, sürekli ve seçici Milli Gazete okurları olarak bunları kınıyor, Sn. Hasan Ünal’a zorlu ve onurlu mücadelesinde gayret, metanet ve başarılar diliyor; dışımızdaki zalimlere ve içimizdeki hainlere haykırıyoruz…..
Yakındır!… Yakındır!… Ve yakındır!?
Şiir:
Milli Gazetemiz
Fikri ve siyasi eğitim mektebimiz
Kimi mayasız ve manasız
Kimi de çapsız ve çabasız bazı zavallılar
Hocalarını dışlayarak
Okurlarını dağıtarak
Sınıflarını boşaltarak, bu mektebi
Maaşlı yöneticilere ve hademelere bırakmak istiyorlar…
Ama başaramayacaklar
Çünkü Milli Gazetemiz
Derin ve engin deryalar misalidir
Onu bulandıramayacaklar
Zehirli haşereler ve hayat süren lâşeler
Kıyıya vuracak
O yine tertemiz kalacak!…
[1] www.haberturk.com.tr
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Allah'ım ne olursun sen den başka bu dualara icabet eden yok, yardımını yağdır, merhametini gönder…
Haddim midir hâşâ, Dost’a nazlanmak Benim görevimdir, dua sızlanmak Va’dine inanmak, O’na yaslanmak Derdimi Rabbime,…
Zafer umudumuz, kor olmuş yanar Kadayıf üstü hazır, altı ise takırdar Patates dinli, durmaz hainlik…
Erbakan hoca mükemmel bir insandı. Tüm ve tek derdi insanlığın kurtuluşuydu. Bu manevi rüyanın görülmesi…
İSRAİL HER TÜRLÜ ZÜLMÜ YAPARKEN NE YAZIK Kİ İSLAM DÜNYASI DİYE BİLİNENLER SADECE İZLEMEKLEYETİNİYORLARDI. KOLTUKLARINI…
Sabır ister, cefakârlık Sadakattir, vefakârlık Hak yolunda, fedakârlık Milli Çözüm, soran azdır… Sabrın,cefanın, dirilişin ve…
“Gazze ve Hamas 57’den büyükmüş!..” Bedel ödeyerek hak edilmiş, ne kadar anlamlı bir söz …!…
YÜCE KİTABINI "RAHMAN ve RAHİM İSMİYLE BAŞLAYAN, MERHAMETLİLERİN EN MERHAMETLİSİ RABBİMİZ! BİZLERİ AFFET... Yarabbi! İşittik…
"Kan İle kurulan kan ile yıkılacaktır." İşte bu adalettir!
Mus’ab Eryıldız’ın “VARAN AZDIR!” şiirine yorumu / Tarih:4.04.2024 “Dervişlik olaydı, sarıkla hırka Biz de alırdık,…