YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66491f21c6f45
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 1162
Dün : 23538
Bu ay : 386599
Geçen ay : 737322
Toplam : 23902885
IP'niz : 3.133.139.105

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Mücahit ve müstakim şeyhler ve dervişler ahlaki düzen ve disiplin önderleri konumundadır:

Tasavvuf ve tarikat düşmanları, sûfîleri pasif olmakla, miskinlikle, zulme rıza ile suçlanmaktadır. Bunlar büyük yalan ve iftiradır.

Tarikatı istismar eden birtakım bozuk kişiler tasavvufa hücuma bahane yapılmaktadır. Gerçek sûfîler Kur’ân ve Sünnet yolundadır. Tevhid’i en iyi anlayan onlardır. Onlar büyük ve küçük cihadı birlikte başarmaya çalışanlardır.

İslâm tarihi sûfîlerin cihat ve kahramanlıklarına tanıktır. Nice sûfîler bu yolda şehadete ulaşmıştır. Bu konuda Umdetü’s-Sâlik kitabında izahat vardır, örnekler sayılmaktadır.

B.G. Martin bile; “Muslim Brotherhoods in Nineteenth Century Africa” adlı kitabında şunları aktarmaktadır:

Kafkasya’da Şeyh/İmam Şamil, Rus istilâsına karşı Nakşî ve Kadirî dervişlerini askerî bir düzene sokmuş ve uzun yıllar boyunca, akıl almaz zorluklar içinde cihad etmiştir. Şeyh Şamil hem icazetli bir Şeriat alimi, hem icazetli bir Nakşî şeyhi, hem de Emîrülmü’minîn idi. Zamanın kutbu Halidi Bağdadî hazretlerinden icazetli ve hilafetli idi.

Seyyid Muhammed Abdullah Somali’de Müslümanları İngilizlere ve İtalyanlara karşı direnişe geçirmiş, 1899’dan 1920’ye kadar cihad fi sebilillah yapmıştır. Bu zat Salihiyye tarikatına mensup bir şahsiyettir.

Nijerya’nın kuzeyinde Kadirî şeyhi Osman ibn Fodio 1804 ile 1809 yılları arasında sömürgeci  emperyalistlere cihad etmiştir.

Şeyh Abdülkadir Cezairî 1832 ile 1847 yılları arasında Haçlı Fransızlara karşı cihad etmiştir. Bu zat da hem din alimi, hem tarikat şeyhi hem de Müslümanların İmamı ve Emîri idi ve Mevlana Halidi Bağdadî’den icazetli birisiydi.

Mısır’da Şazelîliğin bir kolu olan Darkavîliğe mensup el-Hac Muhammed el-Eşrak Fransız saldırganlara karşı 1799’da örnek bir mücadele vermiştir.

Ticanî şeyhi el-Hac Ömer Tal, 1852 ile 1864 yılları arasında Gine’de, Senegal’de ve Mali’de cihad bayrağını yükseltmiştir.

Kadirî şeyhi Ma’al-‘ayneyn el-Qalkamî 1905 ile 1909 yılları arasında Kuzey Moritanya ile Güney Fas’ta Fransızlarla cihada girişmiştir.

Gerçek Nakşîler, gerçek Kadirîler, diğer tarikatlara mensup gerçek şeyhler ve dervişler, gerektiğinde silaha sarılmışlar; izzet-i islâmiyeyi, Din-i Mübin-i İslâm’ı, vatanlarını, mukaddesatı, hürriyet ve haysiyetlerini korumak aşkına direnmişlerdir.

Bizim uzak ve yakın tarihimizde de şuurlu şeyhler ve dervişler, çok büyük hizmetler etmiştir.

Her şeyin gerçeği olduğu gibi sahtesi de bulunabilir. Sahtelerin örnek kabul edilmesi, onlardaki noksanlar yüzünden gerçek ve doğrulara çamur atılması, art niyettir.

Küfre rıza küfür, zulme rıza zulümdür. Hiçbir gerçek şeyh küfre ve zulme rıza göstermeyecektir.

Gerçek şeyhler ve dervişler dünyaya ve dünya nimetlerine dönük değildir.

Türk Kurtuluş Savaşında ve Cumhuriyetin oluşumunda şeyhlerin, dervişlerin, tasavvuf ve tarikat ehlinin büyük rolü ve hizmeti geçmiştir.

İnşaallahu Teâlâ bundan sonra da bu hizmetler, bu cihadlar devam edecektir.

Anadolu evliyalar ülkesidir. Onlar bu ülkenin, bu ümmetin veliyyinimetleridir. Onlar büyük bir bereket vesilesi, hidayet ve istikamet rehberleridir.

16- 20 Eylül 1995 tarihleri arasında Libya’da 57 ülkeden 500 civarında mürşidin, tarikat temsilcisinin ve alimin katılımıyla gerçekleştirilen “Dünya Tasavvuf ve Tarikatlar Toplantısına” teşrif eden ilim ve irfan ehli zevatın çok önemli konuşmalarını dinledik. Bunların bir kısmını okurlarımızın ifadesine sunmak istedik. Aleyhissalatüvesselam Efendimizin Veda Hutbesinde buyurduğu “Bu sözlerimi iyi dinleyiniz ve doğru muhafaza edip burada bulunmayanlara iletiniz, olur ki bunları sizden dinleyenler daha iyi anlamış (ve uygulamış) olabilirler.” Mealindeki hadisinin emrine uyarak, bu hikmet ve ibret dolu sözleri size aktarmayı görev bildik.

Şeyh Ahmet Güftaru (o dönemin Suriye baş müftüsü):

“Abbasilere yönelik Moğol istilasıyla İslam devletinin zahiri hakimiyeti yıkılınca, bu sefer sofilerin (tarikat ehlinin) manevi devleti ve disiplini devreye girmiş ve Müslümanların dirliğini ve değerlerini muhafaza etmiştir.

Efendimiz (sav) “toprağın en çabuk harp olan (önce ) soludur, (sonra) sağıdır” buyurmuştur. Bu hadisi şerif; önce solcu Rusya’nın ve Komünizmin arkasından da  Amerika’nın ve kapitalizmin yıkılacağına bir işaret olarak değerlendirilmelidir.”

Şeyh Mülteka Ticani (Senegal):

Hz. Cebrail’in insan suretine girip Aleyhissalatü vesselam Efendimizin huzuruna gelerek “İman nedir? İslam nedir? İhsan nedir?” diye sorması gösteriyor ki;

1- Görünen İslam vardır. Onun ölçüleri Şeriattır.

2- Bir de görünmeyen manevi İslam vardır. Onun da mektebi tarikattır.

Şeriat ceset, tarikat ruh gibidir. Bunların biribirinden ayrılması imkânsızdır.

3- İhsan ise; kulluk görevlerini en halis gayeler ve en titiz gayretle yerine getirme, en güzele ve mükemmele erişme duyarlılığıdır.

Şeyh Ömer El-Fevti (Suriye-Halep):

Biz tasavvufla ilgili sözleri konuşmak için toplanmadık. Zira bu zaten en güzel şekliyle asırlar boyu yaşanmış ve yazılmıştır. Şimdi bize düşen “bu dersleri ve düsturları hayata nasıl geçireceğiz?” sorusuna cevap bulmak olmalıdır.

Şeyh Abdullah (Srilanka):

“Türkiye’de hilafet kaldırıldıktan sonra, bir nevi başsız ve sahipsiz kalan Müslümanların, önce birlik ve beraberliğe ihtiyaçları vardır. Tasavvuf ve tarikatlar ise bu yoldaki girişim ve gayretlere hazırlık kışlaları olmalıdır.”

Azmiye tarikatı şeyhi (Libya):

“Geçmişten ve dünden değil, yarından ve gelecekten konuşalım. Geçmişi ecdadımız yeterince konuşmuş ve yazmıştır. Bize gereken bu günün problemlerini çözmek ve geleceğe zemin hazırlamaktır.

Allah (cc) Amerika’dan güçlü olduğuna, bizler de Allah’ın yolunda bulunduğumuza göre, artık korkmak boşunadır. Bizim en büyük düşmanımız; tembellik; bilgisizlik ve nemelazımcılıktır.”

Şeyh Ahmedi Nakşibendi (Suriye):

Tasavvufun gerçek anlamını ve amacını genç nesillerimize aktaracak ve karanlık çağımızı aydınlatacak yeni ve yeterli eserlere, sohbet ve derslere ihtiyaç vardır.

Tasavvuf ve tarikat tekkeleri, ilim ve irfan mektepleri ve cihat merkezleri olmalıdır.

Ahmet Zeki Banun (Trablus İseviye Zaviyesi Şeyhi): 

Tasavvuf insana kulluk şuurunu ve İslâm onurunu öğretmek içindir.

Bu amaca ulaştırmayan tarikat sadece şekilciliktir. Ve özellikle cihat ve devlet gayreti vermeyen tarikat bir nevi barikattır (engeldir). Mensuplarına ve müritlerine İslâmi onur ve özgürlük ruhu kazandıracak mürşitlere ihtiyaç vardır.

Üstaz Ahmet Mübarek (Şezali Şeyhi Endonezya):

Endonezya’da 180 milyon Müslüman yaşamaktadır ve bunların önemli bölümü tarikat ehli bulunmaktadır.

Endonezya’da tarikatlar genellikle şu üç sahada hizmet vermekte ve manevi cihadını sürdürmektedir.

1- Bir kısmı, müritlerin nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesiyle uğraşmakta, topluma dürüst ve değerli insan kazandırmaya gayret etmektir.

2- Bir Nakşi şeyhi ise, insanları ve özellikle gençleri içki ve uyuşturucudan ve zararlı alışkanlıklardan kurtarmak üzere psikolojik ve ruhi usullerle ve zikir bereketiyle hizmet vermektedir. Bu maksatla özel doktorlar yetiştirilmiş ve muayene merkezleri geliştirilmiştir.

Bazı devlet büyüklerini ve zenginleri, çocukları vesilesiyle bünyesine çekmektedir.

3- “Aktariye” tarikatı ise; yüksek bürokrat, sanatçı, sosyete takımı ve iş adamları gibi kimseler arasında yaygınlaşmış olup, onları ruhi boşluk ve bunalımdan kurtarmak için faaliyetler yürütmektedir.

“Aktariye” özel bir tarikat usulü ortaya çıkarmıştır, Peygamber Efendimizin: “Zorlaştırmayın, kolaylık gösterin; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” emrine uygun hizmetler vermektedir.

Bu tarikatın esasları:

1- Kazancının yüzde iki buçuğunu (zekat miktarı olan kırkta bir) hayır yolunda harcamak üzere ayrılacaktır.

2- Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutulacaktır.

3- Her gece teheccüt namazı kılınacaktır.

4- Bıktırıcı olmayacak sayıda istiğfar ve zikir yapılacaktır.

Arnavutluk Baş Müftüsü:

“Komünist idare döneminde yıllarca hasretini çektiğim İslami izzet ve lezzetin bu gün tadına varmış bulunuyorum.

O zalim düzende alimlerimiz ve hanımlarımız sokaklara bile çıkamıyorlardı. Zira çok çirkin hareketler ve çekilmez hakaretler yapıyorlardı. Bu baskı ve barbarlık neticesinde 50 yılda din alimlerimiz yok denecek kadar azaldı. Ve ümmet Osmanlı’nın kadrü kıymetini bilmemenin cezasına çarptırıldı.

Bugün Arnavutlukta yavrularımız dedelerinden ve ninelerinden duydukları sözleri taklit ederek “Ben Nakşiyim, Ben Kadiriyim” diye tasavvuf ve tarikata özeniyor ve özlem duyuyorlar. Ama ne olduğunu bilmiyorlar, öğretecek kimseleri de bulamıyorlar. İslam aleminin hizmetini ve himmetini bekliyoruz.”

Şeyh Muhammed Susî (Mali Cumhuriyetinden):

“İslâmi davet, insanları Allah’ın ve peygamberin yoluna yönlendirmektir. Sofilerin mesleği ise hem diliyle hem de özellikle haliyle Allah’ın kullarını İslam’a davettir.

Tarikatların bereket ve başarılarının ispatı, Afrika’nın önemli bir kesiminin dervişler vasıtasıyla İslam’a girmesidir.

İnsanları böylesine ulvi ve önemli bir meslekten geri koymak çok büyük bir vebaldir.

Libya halkı da göstermiştir ki biraz olsun sıkıntı ve zahmete katlanmasını bilirsek Batının ve Amerika’nın ambargoları tesirsiz hale gelecektir.

Zilletle tok yaşamaktansa izzetle aç dolaşmak tercih edilmelidir.

İşte bu şuur ve huzuru ise ancak tasavvuf zaviyeleri verebilecektir.

Şeyh Muhammed Nuril Alem (Afganistan):

Tarikat şeyhleri uzlaştırıcı ve uyum sağlayıcı bir rol oynamalı, herhalde Hakkın ve haklının tarafını tutmalı, meskenet ve teslimiyetçiliğe razı olmamalıdır. Afgan halkının, Rus canavarlarına karşı başarılarının sırrı, tasavvufun cihat ruhunda aranmalıdır.

Şeyh Abdulcebbar Sabit (Afganistan):

İngilizler Afganistan’ı üç sefer işgal etmişler ve ayrılıp gitmeden önce zehirli fikirlerini ve çirkin fiillerini yerleştirmişler, çeşitli okullar ve programlarla İslâmi ruhu çürütmüşlerdir.

Ama çok şükür ki tarikatlar, Afgan halkının önemli bölümünün dini değerlerini ve ibadet disiplinini diri tutmayı başarabilmiştir. Rusya’ya karşı verilen şanlı cihadın temel dinamiğini tasavvuf teşkil etmiştir.

Libya Tasavvuf ve Zaviyeler Müdürü:

Gerçek tarikat Ömer Muhtarın yaptığı gibi, işgal güçlerine karşı bir eline kılıç ve silahı bir eline de Kitabullahı alıp Allah yolunda cihat etmektir. “İşgalcilerle, fikri ve fiili sömürü güçleriyle işbirliği yapanlar ise mürşit değil müfsittir (Fesat çıkaran kimsedir). Zalim işgalcilere ve işbirlikçi hainlere alkış tutan tarikatçılar, şeyhlik değil şahlık peşindedir.

Şeyh Ahmedi Kürdi (Lübnan- Şeyh Osman Siraceddin’in temsilcisi):  

“Bir kavim nefislerinin (kötü halini düzeltip) değiştirmedikçe, Allah (cc) onların (zulüm ve zillet) halini değiştirmez”[1] mealindeki ayet gösteriyor ki, bir toplumun ıslahı önce fertlerin nefislerinin ıslahına bağlıdır. Nefislerinin ıslahı ise, tarikat ve tasavvuf hizmetleriyle alakalıdır. Yani, yeni bir İslami medeniyetin temelini tarikatlar atmalıdır ve atmıştır. Sizlere sesleniyorum; Haçlı ve Siyonist emperyalistler, Kürtleri İslamiyet’ten ve tarikat terbiyesinden koparıp, ırkçılık damarlarını kabartıp, Irak’ı parçalayıp, İsrail’e hizmetkâr yapma hazırlığındadır!..

Şeyh Ahmedi Barzenci (Irak Kürdistanı):

Kürdistan tasavvuf ülkesidir ve Kürtlerin can damarı tarikat terbiyesidir. Siyonist ve Haçlı saldırılarına karşı bu ümmeti İslam çatısı altında barıştıracak ve şuurlandıracak en önemli etkenlerin başında tarikatlar gelmektedir.

Maalesef pek çok İslâm ülkesi yöneticileri de, kendi halkına karşı düşmanlarla iş birliği içindedir. Bu noktada halkı uyandırmak ve siyasi şuura kavuşturmak ise şeyhlere düşmektedir.

“Bizim siyasetle, devletle, cihatla işimiz yok” deyip de, öte taraftan “Bizim tarikatımız Hz. Ebu Bekir’e ve Hz. Ali’ye dayanıyor” diyenlerin bu tavrı açık bir çelişki değil midir? Zira onların her birisi devlet, siyaset ve cihat ehlidir.

Hz. Ömer’in Medine’de, minberde iken, İran’daki ordu komutanına emir ve talimat vermesi ve “Ya sariye, el cebel, el cebel!” demesi ise keramet ve marifete açık bir delildir.

Şeyh… (adını anlayamadım ve öğrenemedim Senegal Cumhurbaşkanı danışmanı):

Toplumun talim ve terbiyesinde ve devletin adalet üzere gitmesinde, şeyhlerin ve dervişlerin görevini ve gereğini dile getirdi.

Ülkesinin Fransız sömürgesinden kurtuluşunda, sofilerin katkısını ve kabiliyetini belirtti. Tasavvufu, Kur’an ve Sünnet dışına itmek ve toplumu pasifize etmek niyetinde olanlara dikkat çekti.

Muhammed Ebu Sitte (Libya Evkaf bakanı):

“Ey muhterem ve mübarek misafirler, bu katılımınızla düşmanlarımızın ambargosunu fiilen deldiniz, İslâm kardeşliğinin ve cihat cesaretinin canlı bir örneğini gösterdiniz. Bu davetimizde bizleri yalnız bırakmayarak ziyadesiyle sevindirdiniz. Bu tarihi toplantının fikir banisi ve destekleyicisi Erbakan Hazretlerini de, ev sahibi olarak bizleri de memnun ettiniz.

Allame Şeyh Muhammed Sabunci (Lübnan):

“Allah (cc) her 100 yılın başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir” hadisinden anlaşılıyor ki hem fıkhi, hem fikri, hem siyasi ve hem de tasavvufi konularda bir yenilik gerekmektedir.

Öyle ise bugün özünden uzaklaşmış bulunan tasavvuf anlayışının yerine, fert-cemiyet ve devlet hayatında çok etkili bir rol oynayacak, yeni ve yeterli tarikat kurumlarına ve kurallarına ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir.

İşte bu gün bizlerin ilim ve fikir ehli olarak yaptığımız Libya çıkarmamız, zalim düşmanların ambargolarını fiilen delmek ve reddetmek manasına önemli bir girişimdir.

Ve bana göre bizim asıl sorunumuz dış düşmanlarla değil ümmetin kendi arasındadır. Yöneticilerle halk arasında, inancımızla yaşayışımız arasında, tarikatlar ve meşrepler arasında maalesef hala çelişki ve çatışmalar görülmektedir. Çözüm için ise iki önerim vardır:

1- Fıkıhta, fikirde, siyasette ve tarikatta, İslâmi esaslara ve Kur’ani kurallara bağlı kalarak yenileşmek ve kabuk değiştirmek,

2- İmani ve insani bir ciddiyetle, yeni girişimlere yönelmek; cesaret, metanet, gayret ve ferasetle büyük medeniyet devrimine destek vermektir.

Derviş Ahmedi Bedevi (Mısır):

“Dünya tarihinde belki ilk defa düzenlenen bu tasavvuf toplantısında, buyurunuz, şu soruların cevabını ve çözüm yollarını birlikte bulmaya çalışalım:

Kanları, malları ve namusları telef ve talan edilen mazlum Müslümanların, iman ve ahlakları çalınan genç kız ve oğullarımızın geleceği için neler yapabiliriz?

Şimdi ibretle dinleyiniz! Telaviv Üniversitesinde Yahudi araştırmacıların Selahattini Eyyubi’nin hayatını özel bir incelemeye aldılar.

Çocukluğu nasıl geçtiği? Nasıl bir ortamda yetiştiği? Kimler tarafından ne şekilde eğitildiği? Günlük hayatını nasıl disiplinize ettiği? Üzerinde dikkatle durdular.

Ve gördülerdi ki, Selahattini Eyyubi’nin o yüksek karakter ve kabiliyetinin oluşmasında en önemli etken tarikat terbiyesidir.

Bunun üzerine Siyonist Yahudiler yeni Selahattinler yetişmesin diye, tasavvufun yıkılmasına, hiç olmazsa yozlaşmasına karar aldılar.

Şimdi Ey Sofiler! Devlet ve hükümetler üzerindeki direk veya dolaylı etkilerinizi kullanarak, işte Bosnalı Müslümanları ve diğer mazlum insanları katleden Sırplara ve onları şımartan Birleşik düşmanlara karşı siyasi ve ekonomik tavırlar konulmasına çalışın. Mikrobu tanımadan ve doğru teşhis koymadan, uygun bir tedavi imkânsızdır, hatta hastalığı artırır. Bu nedenle Yahudi siyonizmini ve Haçlı emperyalizmini tanımadan, ciddi ve etkili tedbirler alınamayacaktır. İşte, Milli Görüşün prensip ve projeleri ufuk açıcı ve umutlandırıcıdır.

Dr. İbrahim Beşir Huveyli (Libya, Daimi Divan Başkanı):

Kırk yılı aşan dini hizmet hayatımda en verimli ve en şerefli bir görevi bugün ifa ettiğim için mutluluk duyuyorum.

Kardeş Libya devrimin ilk yıllarında “İslâmi davet ve cihat” amacıyla özel bir fon oluşturdu. Ve her Libyalı işçi, memur ve esnaftan bu fona, belirli oranlarla katkı sağladı. Tasavvufun gelişmesi ve güçlenmesi için de, böyle fon oluşturma imkânları ve şartları üzerinde durulmasında fayda görüyorum. Hem dünya Müslümanlarının yeniden diriliş ve doğrulmasında, hem de başka insanların İslam’la tanışmasında tarikatların çok önemli ve tarihi bir rol oynayacağına inanıyorum.

Sofi İbrahim Düssuki (Mısır):

Hz. Peygamberimiz (sav) “Bir elime güneşi, bir elime de ayı verseniz (yani hem yüksek makamları hem de dünyalık malları önüme serseniz) yine de dinimden ve davamdan vazgeçmem” diyordu.

Ey sofiler! Öyle ise bizler de hiçbir makam ve menfaat karşılığı İslâm şeriatından ve tasavvuf hakikatinden asla taviz vermemeliyiz. Ama çağımızın şartlarını ve insanlığın ihtiyaçlarını da hesaba katıp yeni sistem ve projeler geliştirmeliyiz.

Burnumuzun dibinde İsrail, Filistinli kardeşlerimizi mahvederken, Hatta Mescidi Aksa’yı yıkmaya çalışırken, fazilet ve keramet yarışı yapmakla hiçbir şey elde edemeyiz!..

Şeyh Haldun Hüreyni (Lübnan):

Birleşmiş Milletlerin Libya’da, Irak’ta, Filistin’de, Sudan’da, Keşmir’de fiili ve fikri işgalleri ve zulümleri sürerken, bizlere düşen tarikat terbiyesi ve teslimiyetiyle cihat etmek ve İslâmi haysiyet ve hürriyetimize yeniden erişmektir.

Hz. Resûlullah’ın müjdelediği gibi “birinci Kostantin, yani İstanbul fethedilmiştir. İkinci Kostantin yani Roma ve Batı dünyası da İslâm’ın kurtarıcı medeniyetini beklemektedir.” Ümit var olunuz ve sağlam durunuz! Yarınlar bizimdir!

Şeyh Muhammed Emin Ticani (Senegal):

Tasavvufun 3 merhalesi vardır:

1- Tesir (Nefis terbiyesiyle örnek ve etkileyici bir insan olmak)

2- Telkin (Tatlı ve gerçekçi sözlerle, insanları hakka davet ve zikir alışkanlığı kazandırmak)

3- Tedbir (Adaletli bir hükümet bünyesinde yeni, yeterli ve de yetkili tasavvuf kurumlarına sahip olmak)

Evet sevinerek ve övünerek söylüyorum ki, Senegal Hz. Muhammed’in gölgesi ve sünneti altındadır ve böyle kalacaktır.

Şeyh Muhammet Alaaddin Mazi Ebû’l Azaim (Azmiye tarikatı Mısır):

“Dünyanın zalim güçlerini adalet ve insaniyete çağırmaktan usandık. Hem onlar yaptıklarının haksız ve ahlaksız olduklarını zaten biliyorlar.

Öyle ise zalimlerden merhamet dileyeceğimize, onları hizaya getirecek siyasi, iktisadi ve askeri gücümüzü hazırlayacak oluşumlar için çalışalım.

Bütün İslâm ülkelerinde Kur’an ve ilim dili olarak Arapça öğretimini yaygılaştıralım ve son olarak teklifim önce biz şeyhler ve dervişler şu çirkin sigarayı bırakalım ve sigara için bir yılda harcadığımız parayı Bosnalı ve Filistinli mazlum ve muhtaç Müslümanlara ulaştıralım. Çok konuşmaktansa az da olsa bir iş başarmanın sevincine ve sevabına kavuşalım.”

Ahmet Akgül (Türkiye)

Biz ise bu toplantıya katılan Türk ilim ve irfan heyeti adına yaptığımız konuşmada, hemen tamamı sonuç bildirisine yansıyan şu tekliflerde bulunduk:

A- İslâm ülkelerinin hepsinde; her türlü bağnazlık ve yobazlıktan arınmış, taklitçilik ve şekilcilikten uzaklaşmış bilge ve simge şahsiyetlerce “TASAVVUF KONSEYLERİ” oluşturulmalıdır. Tarikatlar, gizli ve illegal değil, açık ve şeffaf kurumlar olarak yapılanmalıdır.

1- Tarikat mürşitleri ve mümessillerinin katılımıyla oluşacak bu konsey, tasavvufi, ahlaki ve ilmi konularda imkân ve eleman yönünden ortak yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamalıdır.

2- Her türlü zulüm yöntemlerine ve batıl yönetimlere karşı ortak ve caydırıcı baskı unsurları hazırlanmalıdır.

3- Genel ahlakı ve tasavvufi hayatı geliştirici cazip metotlar bulunmalı ve uygulanmalıdır.

4- Her ildeki tekke ve zaviyeler, ticaret ve ziyaret maksadıyla dışarıdan misafir olarak gelen dervişleri ağırlayacak, yardımcı olacak, zikir ve sohbet zevkine vardıracak merkezler ve sosyal hizmet veren külliyeler halinde yeniden yapılanmalıdır.

5- Tarikat ve dini hizmet büyükleri ortak toplantılara ve ilmi tartışmalara katılmalı, biribirilerini yekinen tanıma ve yararlanma fırsatları araştırılmalı, müritler arasında gayret şuuru ve sorumluluk duygusu yaygınlaştırılmalıdır.

B- Dünya çapında ise bir “TASAVVUF KOMİTESİ” kurulmalıdır.

1- Bu komite öncülüğünde bir “Tasavvuf Enstitüsü” kurulması amaçlanmalıdır.

2- Tasavvufa yapılan her türlü saldırılara ve tarikat adına işlenen sapıklıklara ilmi cevaplar verecek eserler hazırlanmalıdır.

3- Her hangi bir ülkedeki Müslümanlara ve gayri Müslim mazlumlara karşı yapılan haksız tecavüzlere karşı ortak ve etkili eylemler planlanmalıdır.

4- Fakirliğinden ve bilgisizliğinden yararlanarak misyonerlerce Hıristiyanlaştırılmaya çalışılan çaresiz Müslümanlara çok yönlü sahip çıkılmalıdır.

C- İnşallah pek yakında gerçekleşecek Adil Düzen projelerinin araştırılması, olgunlaştırılması ve uygulanma imkânlarının hazırlanması konusu üzerinde ciddiyetle durulmalıdır:

Adil Düzende bütün dini-ahlaki kurumlar şu esaslara göre çalışacak ve yeni bir yapılanmaya tabi tutulacaktır:

1- “Yasama, yürütme ve yargı” gücü yanında, ahlaki kurumlar da; “denetleme” işlevini üstlenen dördüncü bir güç konumunda olacaklardır.

2- Lider ve temsilci seviyesindeki ahlaki ve dini hizmet yetkilileri; devlet, il ve bucak şuralarının tabii üyeleri sayılacaklardır.

3- Ahlaki hizmetler ve dini meşrepler, hukukçu, doktor, mühendis, gibi yeterli ve yetenekli elemanları özel bir ahlaki disiplin altında yetiştirecek.

a- Soruşturma- Araştırma hizmetleri

b- Teftiş ve murakabe işleri

c- Bilirkişilik ve şahitlik görevleri

d- Ekspertiz, malların kalite kontrol işleri gibi konularda hizmet vererek, hırsızlık ve haksızlıklar önleyici bir mekanizma oluşturulacaktır.

4- Şimdi savcıların verdiği “iyi hal” kâğıdı yerine, “Adil Düzende ahlaki ve dini kuruluşlar kendi mensuplarına “bu kişi emin ve ehildir” belgesini veren ve aynı zamanda o kişinin devlete ve cemiyete vereceği zararı tekeffül eden birer “Tezkiye ve teminat” merkezleri gibi çalışacaklardır.

5- Ahlaki ve dini kuruluşlar bu hizmetlerindeki başarı ve bereketleri nispetinde genel bütçeden pay alacaklar ve hizmet sahasını geliştirme imkânına kavuşturacaklardır.

6- Hastaneler gibi özel bir şefkat ve merhamet gerektiren sağlık hizmetleri, huzurevleri ve benzerleri, dini ve ahlaki kurumların idaresinde olacaktır.

7- Her seviyede dini eğitim okulları

8- Sadaka, fitre, kurban gibi sosyal yardımlaşma ve hayır kurumları

9- Dini amaçlı vakıf çalışmaları da bu ahlaki düzenin hizmet sahasına alınacaktır.

Kapitalist ve Muhafazakâr tarikatçılar!

Muhafazakârlık Batılı bir kavramdır. Muhafazakârlığın özelliği devrimciliğin, eskilerin tabiri ile ‘mefhum-u muhalifi’ yani ‘karşı görüş’ü olmasıdır. Muhafazakârlık, sıklıkla zannedildiği gibi toplumsal, siyasal, tarihsel değişime karşı bir siyasal tutum değildir, sadece değişimin devrim ve benzeri radikal yollarla değil, ‘uhulet ve suhulet’ ile sarsıcı olmayan yollarla gerçekleşmesi gerektiğine inanır. Muhafazakârlığın kurucu babası sayılan Edmund Burke, Fransız Devrimi’ne karşı ünlü çıkışını bu temele dayandırmıştır.

AK Muhafazakârlık tezi münafık bir muhafazakârlık tezi. AKP’nin siyasal sahtekârlığını, ‘hayırda yarışanlar’ kılıfıyla, şerde birleşip barışanlar eksenine, yani ucuz bir İslami popülizme dayandırmaya çalışan sıradan bir slogandır. Kapitalist barbarlığı dindarlık kılığına sokmaktır.

Sevgili Aydın Başar’ın “Kapitalist tarikatçılar” yakıştırması ne kadar anlamlıydı.

Kapitalizm; içerisinde ahlakın olmadığı, maddenin ilahlaştırıldığı, maddeciliğin ve menfaatperestliğin kutsallaştırıldığı, ama insanlığın ve insafın yerin dibine batırıldığı acımasız, dinsiz, imansız bir sistemdir. Faiz ekonomisine dayandığı için zalim bir düzendir. Kapitalizm eşittir paraya tapıcılık, o da eşittir putperestliktir.

Kapitalizm; faiz düzeninden rantı olan sermaye ve banka sahiplerinin felsefesidir. Bu bir avuç mutlu azınlığın dinidir. Kapitalizm; dünya siyonizminin ve zorba devletlerin insanlığı sömürmek için icat ettikleri bir sistemdir. Ki onlar bu sistemi yaşatmak ve çarklarını döndürmek için işbirlikçi yöneticileri tercih etmektedir. Kapitalizm; ülkelerin içini boşaltmak, halkını muhtaç bırakmak, devletini bağımlı kılmak için kurulan IMF’nin ve onunla işbirliği yapan işbirlikçi iktidarların ve dünyada savaşların çıkmasından memnun olan silah tüccarlarının, yani kan emicilerin ideolojisidir.

Bugün maalesef bazı tarikat ve cemaatler kapitalizmin tuzağı ve kuklası haline getirilmiştir.

Turgut Özal’ın Nakşibendi tarikatına müntesip olması, onu kapitalizme teslim olmaktan alıkoymamıştı. Dindar birisi olarak tanınırdı, ama kapitalizmin ekonomi anlayışına bağlıydı. Bu dönemde liberalizmin tohumları Müslümanların zihinlerine saçılmaya başlandı.

Özellikle AKP döneminde; “takva”lar uyduruk “fetva”lara, tarikat kuralları parti ve teşkilat çıkarlarına feda edilmeye başlandı. Şimdi Nurcular, Süleymancılar ve diğer tarikatlara mensup bazı insanlar çeşitli şirketler kuruyor ve çeşitli ortaklıklar yapıyorlar. Gidip bakın; bu şirketlerde hangi mantık hakim durumdadır? Bu insanlar birisini işe alırken onun sigortasını zamanında yaptırıyorlar mı? Veya onu işten çıkartırken hak ettiği tazminatı ona veriyorlar mı? Yoksa vermemek için kırk türlü takla mı atıyorlar? İnsanların mağduriyetini hesaba katıyorlar mı? Kimsenin gözünün yaşına bakıyorlar mı? Faize hangi cevazlar veriyorlar?

Hayır, hiç de insanî ve İslami düşünmüyorlar ve bunlar namazlı abdestli olsalar da bunların yaklaşımları maddeye ve menfaate endeksli bulunmaktadır. Solcudur, ateisttir dediğimiz adamlardan farkları belki sadece bu zulümlerini güler yüzle ve tatlı tatlı yapmalarıdır.

 

 

 



[1] Rad: 11

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Orhangazi YILMAYAN

Orhangazi YILMAYAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx