YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66472151519da
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 5
Bugün : 6333
Dün : 26618
Bu ay : 348523
Geçen ay : 737322
Toplam : 23864809
IP'niz : 3.147.46.58

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Taraf gazetesinde Emre Uslu’nun 10 Haziran tarihinde kaleme aldığı köşe yazısının başlığı “Güneydoğuda görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu olarak yargılanacak”tı. Emre Uslu, PKK-MİT arasında, “Hakem Devlet”in koordinatörlüğünde yapılan anlaşmanın içeriğiyle ilgili bilgiler aktarmıştı. Ardından da gazeteci-yazar Avni Özgürel’in Murat Karayılan’la yaptığı röportajda dile getirilen bir noktaya parmak basılmıştı. Bu yazıda “Hakem Devlet başkanlığında” MİT-PKK arasındaki sağlanan mutabakat metnine göre “Güneydoğu’da görev yapan askerlerin ve polislerin savaş suçlusu olarak yargılanacakları” konusunda AKP Hükümetinin PKK yetkililerine garanti verdikleri açıklanmıştı. Ve ardından da Belfour Deklarasyonu’nu örnek gösterip, şunları hatırlatmıştı: “Belfour Deklarasyonu 1917 yılında Birleşik Krallık (İngiltere) Dışişleri Bakanı’nın Yahudi Cemaati liderine gönderdiği bir mektupta Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasından yana olduğunu belirtiyordu. Bu mektup daha sonra bir uluslararası hukuk metni olarak kabul edildi ve İsrail’in kurulma sürecinin başlangıcı oldu.”

Şimdi de iddiaya göre “imzalanan bu metin, yarın öbür gün uluslararası hukuk konusu haline gelecek ve metindeki dokuz maddenin hayata geçmesi için Türkiye’ye baskı yapılacaktı. Böylece “Güneydoğu’da bir Kürt devletinin kurulması aşamasının bu metinle resmen başladığı da” vurgulanmış olmaktaydı. Yazar Başbakan Tayyip Erdoğan’a bazı sorular da yöneltip, “Umarım MİT bu bilgiyi bizleri ikna edecek şekilde yalanlar” diyerek de noktalamıştı. “Doğrusu bu ciddi iddianın hem hükümet hem de MİT tarafından yalanlanması için günlerce bekledim. Yalanlanması için de dua ettim.” Diyen yazarın endişeleri haksız mıydı?

TSK’da PKK’ya ve Amerika’ya karşı Milli duyarlı ve tutarlı subaylar ve aynı şuur ve sorumluluktaki emniyet mensupları, uyduruk gerekçelerle, hizaya mı sokulacaktı?

Türkiye, ABD talimatı ve AKP iktidarıyla hangi uçurumların kenarına kaydırılmaktaydı? Sırf bu soruları gündeme taşıyıp toplumu uyardığımız için bizi haftada bir sorguya çeken ve mahkemelerde süründüren Sn. Savcılarımız, bu korkunç iddialar karşısında niye sessiz ve tepkisiz kalmaktaydı?

Neşe Düzel’e konuşan AKP hayranı Avni Özgürel’e göre: “Türkiye Barışa hızla yaklaşıyor”muş!

“Oslo görüşmelerinin tutanakları sadece üç yerde vardır. Bir, bu görüşmeye aracılık eden İngiltere’de bulunmaktadır. Çünkü zaten görüşmeleri İngiliz İstihbaratı organize etmiş, kayıtları onlar yapmıştır. İki, Karayılan’da vardır. ‘Edilen her sözden haberdarım’ sözlerinden bu anlaşılmaktadır. Üç, MİT’te vardır.”

“PKK ile görüşmelerde Talabani devrededir! Kandil, Barzani’yi “fazla Ankara yanlısı” görüyorlar. Ankara’ya fazlasıyla endeksli bir Barzani Türkiye açısından avantaj ama PKK için dezavantaj sayıp, Talabani’ye daha fazla itibar ediyorlar. Talabani’nin telkinlerine daha açık ve hazır görünüyorlar.”

“Karayılan, Silvan olayını örnek veriyor ve PKK içinde kimi unsurların barışı provoke etmiş olabileceği ihtimalini ilk kez söylüyor. Bu çok önemli! 35 yıldır ilk kez PKK’nın bir numarası, barışa çok yaklaşılmışken, PKK’nın barışı sabote ettiğini belirtiyor.”

Karayılan, ‘KCK operasyonları da Oslo görüşmeleriyle birlikte başladı. KCK operasyonu başladığında biz uyanmalıydık. Barışın hançerleneceğini anlamalıydık. Ama anlayamadık’ diyor.”

Şimdi gazete sayfalarında ifşa edilen bu acı ve açık itiraflar:

1-Oslo’daki AKP-PKK görüşmesinin mimarı İngiltere’dir.

2-Türkiye, bir başka ülkenin tertip ve hakemliği altında, yine yabancı bir ülkede PKK ile pazarlık etmektedir.

3-Kandil Cumhuriyetine(!) ve Avni Özgürel beyefendiye göre: “Silvan’da güvenlik güçlerimize yönelik kahbe saldırıları, “terör devam etsin ve barış geciksin” isteyen TSK içindeki bazı birimlerle, PKK’dan kopuk terörist ekiplerin ortaklaşa girişimlerdir.” Anlamı taşımasına rağmen ilgili ve yetkili kurumlar niye hala susmaktadır?

Avni Özgürel’in, Neşe Düzel’in “Kürt sorununun çözümünden neyi kastediyorsunuz?” sorusuna:

“Birincisi, PKK’nın dağdan inmesini ve silahların bırakılmasını kastediyorum. İkincisi, Kürtçenin okullarda eğitim müfredatına dâhil edilmesidir ki seçmeli ders de olsa bu kısmen yapılıyor şimdi. Üç, dağdakiler için kapsamlı bir af projesinin devreye sokulmasıdır. Dört, Öcalan’la ilgili ev hapsine geçilmesidir. İşte çözüm denen, bütün bunların bir takvime bağlanmasıdır. Kandil’e barış işinin yatıp yatmadığını konuşmak için gittim. Toplam dört gün kaldım, iki gün Kandil’de yattım. Bir evde kaldım. Kandil denen yer bin kilometrekarelik bir alan. Orada yerel halkın yaşadığı köyler var. Suriye hududundan başlayıp İran hududuna kadar uzanan ve derinliği 12 kilometre olan bir coğrafya bu. Bu bin kilometrekarelik alanının tamamını PKK kontrol ediyor. Giriş çıkışları o denetliyor. Orada edindiğim izlenim ve bilgiye göre, beş bin civarında silahlı unsur var Kandil’de. Türkiye’de de bu sayı üç bin kadardır. Zaten 13 askerimizin şehit düştüğü Silvan hadisesinin Karayılan’da ne kadar büyük bir sarsıntı meydana getirdiğini gördüm.

Niye sarsılmış Karayılan?

“O kadar kötü bir zamana denk geldi ki” diyor. Bir tarafta Oslo müzakereleri tamamlanmış, bir protokol hazırlanmış. Bunlar “bitti bu iş, artık barış oldu” demişler. Sadece Ankara’dan, protokole “tamam” demesini bekliyorlar. İşte tam o sırada Silvan hadisesi yaşanıyor, 13 askerimiz şehit oluyor ve Türkiye’de yer yerinden oynuyor. BDP ve PKK dâhil herkes, her şey farklı bir yere savruluyor. O gün Başbakan Erdoğan, “barış süreci bitti” diyor ve tamamen güvenlik politikalarına dönüyor. Silvan’ın, Karayılan’ın şahsında ne kadar sert bir etki meydana getirdiğini gördüm ben. Silvan eyleminin, örgütün ve kendisinin bir kararı neticesinde gerçekleşmediğini söyledi Karayılan. “Yerel unsurlar yaptı, kontrol edemedim” dedi. Yerel unsurlar dediği, örgütün o bölgedeki elemanları. (Çaktırmadan Silvan saldırısı gibi Güneydoğudaki terör olaylarının suçu TSK’nın sırtına yüklemeye çalışılıyor)

Aslında ilginç olan şu: Üç buçuk yıl süren Oslo görüşmeleri, PKK’yı barışa kilitlemiş. Örgüt artık barışa endekslemiş vaziyette.[1]

Şeklindeki yanıtları, aynı zamanda, hangi badirelere sürüklendiğimizin de kanıtlarıydı.

Böylesi sahte barış nutukları atıldığı bir süreçte, Hakkâri Dağlıca yöresinde yine hain PKK saldırısı sonucu 8 şehit verdiğimiz haberi ulaşmıştı. Şimdi millet olarak AKP Hükümetine ve kiralık barış havarilerine şunu sormanın tam zamanıydı: “mademki bu saldırıları, PKK içinde, ama Öcalan ve Karayılan’ın kontrolü dışında teröristler yapıyor, yani mademki Öcalan ve Karayılan PKK’ya hâkim bulunmuyor; o halde devlet ve hükümet bu insanları ne diye muhatap almakta ve sözde barış görüşmeleriyle Millet aldatılıp oyalanmakta ve devlet onurumuzu bu kadar ucuza harcamaktaydı?

TSK’ya Tertip Tuzakları!

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in, Amerika Birleşik Devletleri’ne 4 günlük “sürpriz” gezisi ilginç bir döneme denk gelmişti. Sn. Özel, gezide ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ve Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey ile görüşmüşlerdi. Pentagon, Necdet Özel için çok özel bir gezi programı tertiplemişti. Orgeneral Özel’e, Amerikan ordusunun teröre karşı savaş merkezi olarak bilinen Langley’deki istihbarat üssü gezdirilmiş, belki de “Ergenekon” operasyonunun nasıl planladığı hakkında da bilgi verilmişti! Orgeneral Sn. Özel’e, Key West’te Usame Bin Ladin’i öldüren komandoların komuta merkezi de gösterilmiş. Washington’da savunma sektöründe etkin, Türk Amerikan Konseyi (ATC) üyeleri ile kapalı bir öğlen yemeği vermişti. Özel, basındaki haberlere bakılacak olursa, ziyaretin gizli kalmasını istemişti.

Askeri ittifak mı, ailevi irtibat mı?

Pentagon’a göre, ele alınacak konulardan çok, bu gezinin Türkiye ve Amerika arasında askerden askere ilişkiye dönüşün sembolü olması önemliydi. Pentagon ayrıca, Org. Özel’den önce Washington’a Genelkurmay Başkanı sıfatıyla en son 3 yıl önce Orgeneral İlker Başbuğ’un geldiğine ama Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in gelmediğine dikkat çekmişti. Demek bunların da Pentagon açısından sembolik önemleri vardı. Şimdi biri tutuklu, diğeri istifa ederek ayrılmıştı.

Bir hoş bilgi daha; gezinin akşamında Sn. Özel, ABD GKB. Dempsey ve eşi Deanie Dempsey’nin evine konuk olmuş, yemekte ağırlanmıştı. Acaba bunun da özel bir anlamı var mıydı?

Amerika’nın aygırlığı!

Gezinin en sevimsiz yanı ise, Wall Street Journal gazetesinin, Sn. Özel’in gezisinin ardından, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere hava bombardımanı öncesinde, ABD’nin İnsansız Hava Aracı’ndan görüntü alındığını yazmasaydı. Bunun Sn. Özel’i zor duruma düşürdüğü açıktı. Hatırlayacaksınız, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu’na sunulan Milli Savunma Bakanlığı raporunda istihbaratın “milli kaynaklardan alındığı” vurgulanmıştı. Ayrıca, Türk Genelkurmayı’nın sır gibi sakladığı Necdet Özel’in gezisini ABD’liler, önemli ipuçları ve fotoğraflarıyla medyaya sızdırmıştı. Kürt kaçakçıların öldürülmesindeki sırrın münasebetsiz bir zamanda açıklanmasını da bundan bağımsız düşünememek lazımdı. Özeti şudur, ABD misafirinin önce sırtını sıvazlamış, giderken de arkasından kuvvetli bir tekme atmıştı. (ve ABD gavuru bu stratejik dostluğu hep yapmıştı…) Bir hatırlatma daha; Sn. Özel’den önce Nisan ayı sonunda kalabalık bir BDP heyeti de ABD’ye çağrılmış, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon ve Kürdistan Özerk Yönetimi ABD Temsilcisi Kubat Talabani ile görüşmeler yapıp, talimat almışlardı.

TSK’ya Kürdistan dayatması mı?

Bu iki gezi, ilgili çevrelerde ABD’nin Türkiye’yi, Irak’ta Kürtler’le birlikte federasyona zorladığı yönünde yorumlanmıştı. Türkiye Kürdistan’ı zaten tanıyordu, şimdi tanımanın yanına koruma görevini de yüklüyor, bunun karşılığında Türkiye’ye PKK’yı teklif ediyorlardı. Son aylarda sıklaşan KCK operasyonları da bir anlamda bu planın bir parçasıydı. “Barzani’nin merkezinde olduğu PKK’sız bir Kürdistan”: planı uygulanmaktaydı. Bu tablo, hükümetin etkili ortağı (ve ara sıra danışıklı dalaştığı) cemaatin de arzularıydı. Üstelik PKK, muhtemel Suriye operasyonu önünde de bir engel sayılmaktaydı. Necdet Özel’in sürpriz ABD ziyareti ve orada yapılan şaşalı karşılama da bu yoruma haklılık kazandırmaktaydı. Bir dönem Eğitim Doktrin Komutanlığı’nda komutan yardımcısı olarak görev yapan Necdet Özel’in o dönemde söylediği iddia edilen “ABD olmadan PKK sorunu çözülemez”sözleri, belki de bu gezinin gerçek şifrelerini açığa vurmaktaydı. “Peki, ne karşılığında” sorusunun yanıtı ise, henüz yanıtsızdı.

Ne var ki Türkiye’nin Suriye’ye yönelik şahin politikası ABD’den fiili destek bulamamıştı. Hatta bu konuyla ilgili istekleri yüzünden belki de azarlanmıştı. (Çünkü bu fedakârlık ve kahramanlığı tek başına yapmalı, ABD’ye yük olmamalıydı!) Son çare, Araplar’dan oluşan bir birlik oluşturulması ve bu birliğe Türkiye’nin asker katkısı yapmasıydı. Bu da ciddi finansman sorunu ortaya çıkaracaktı. AKP’nin kafasındaki tek çözüm bu operasyonun faturasını Katar şeyhine karşılatmaktı. AKP yetkililerinin son günlerdeki Katar trafiğine bakınca bu anlaşılmaktaydı. “Bölgesel güç olma” hayalinin tek emaresi de işte bu olmaktaydı.

TSK’da ayrışma mı?

Bu arada TSK’da demokratik gelişmeler yaşanmaktaydı. Birincisi, TSK tarihinde ilk kez, Genelkurmay Başkanının sivil danışmanları olacaktı. İkincisi, ordu evlerinin özelleştirilmesi tartışılmaktaydı. Haberlere bakılırsa artık çarşaflı ve takkeliler de ordu evlerine alınacaktı. Fakat bu gelişmeler “demokrasiye alışık olmayan” TSK bünyesinde ciddi sorunlara yol açmıştı. Haberlere göre, bazı orduevlerinde generaller birbirlerine selam vermez olmuşlardı. Subaylar üçe bölünmüş durumdaydı. ‘Atlantikçiler’, ‘ABD ve Batı karşıtı Avrasyacılar’ ve ‘İdare-i maslahatçılar’… Necdet Özel hangisine yakın, siz karar verin.”[2]

Diyen Orhan Gökdemir, “TSK’nın tamamen ABD güdümüne girmesinden ziyade, Müslümanlara yüz vermesinden, sakallı ve türbanlı insanlarımızın orduevlerine kabul edilmesinden rahatsızmış” tavrıyla, doğru saptamalarını yanlış yorumlarla boşa çıkarmaktaydı.

Oysa şimdilik alt yapısı hazırlanan ve kamuoyu oluşturulan “VİCDANİ RET” yasası ve Meclisten geçen yeni “Askerlik Kanunları” ile, TSK’nın kökünü kurutacak girişimler yaşanırken, hala türban ve Kur’an tehlikesini(!) öne çıkarmak, AKP’nin işini kolaylaştırmaktan başka anlam taşımazdı.

5. Madde tezgâhı:

Sn. Başbakan “Sınırda bir daha çatışma olursa Türkiye sessiz kalmaz müdahale ederiz, arkadan da NATO gelir 5. maddesini işletiriz” demektedir. Oysa 5. madde kararı otomatik işlemez. NATO tarihinde bir tek kere işlemiştir. O da 11 Eylül 2001’deki ikiz kulelere saldırı sonrasındadır. 5. madde kararını almak için bütün ülkelerin bu saldırıyı kendilerine yapılmış sayması ve oybirliği ile karar almaları gerekir. Böyle bir sınır çatışmasının işi doğrudan doğruya 5. maddeye götürmesi uygun değildir.

Fakat şu sıralar görüyoruz bir taraftan da Ürdün’de NATO tatbikatı yürütülmektedir. Ürdün’de NATO tatbikatı yapılmasının altında NATO’nun bir şekilde bu bölgeye doğru bazı düşüncelerinin olduğunu göstermektedir ve TSK’da NATO’nun emellerine alet edilmek istenmektedir.

Hani Malatya-Kürecik Kalkanı Rusya’ya Karşı konuşlanmıştı?

2012 Haziran başlarında Oltu ve Gümüşhane civarında görülen ve önceleri UFO zannedilen parlak cismin, sonunda RUS FÜZESİ olduğu anlaşılmış ve Rus askeri yetkililer bunu doğrulamıştı. Kazakistan’daki askeri tatbikatta bir füze yolunu sapıtmıştı. Peki, “Rusya’dan gelecek tehdit ve tehlikelere karşı erken uyarı” görevi yapacağı söylenen Malatya-Kürecik radar üssü niye bu füzenin farkına varamamıştı…

Gerçekten işe yaramaz bakar kör bir “füze kalkanı” mıydı? Yoksa zaten Rusya’ya karşı değil, İran’a karşı, İsrail’i koruma amaçlı ve asıl Türkiye’deki askeri gelişmelere duyarlı(!) bir “teknolojik casusluk radarı” mıydı?

Acaba bütün bu gelişmelerin “İsrail’in su sıkıntısı ve Fırat iştahı” ile bir alakası var mıydı?

“İsrail’in bölgedeki stratejik istikrarı, hiç şüphesiz İran ve Türkiye gibi diğer bölge ülkelerinin askeri silah gücü bakımından zayıflatılması ve güvenliğini zaafa uğratabilecek muhtemel ülkelere karşı ise sert ve caydırıcı tedbirlerin alınması için ABD nezdinde büyük lobi faaliyetlerini sürdürmek şeklindedir. Bugün her halükârda, tüm istekleri ABD tarafından koşulsuz yerine getirilen İsrail Devleti, artık bununla yetinmeyip yavaş yavaş kabuğundan çıkarak Arap ülkeleri dışında bir dizi anlaşmalar yaparak bölgede askeri güç olma yanında, ekonomik bir güç olmak için de büyük bir çaba içerisindedir. Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile yapılan petrol ve doğal gaz anlaşmasından sonra, Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiip’in İsrail’e yaptığı ilk dış geziden sonra, Bentiu, Jonglei, Warab ve Lakes’te bulunan büyük petrol rezervlerinin İsrail ile birlikte işletilmesi konusunda yapılan anlaşmalar, İsrail’in yeni stratejik hamleleri olarak gösterilebilir.

İsrail’in can damarı olan su konusunda da yıllarca bir ütopya gibi görülen “Nil ve Fırat” konusu da artık yavaş yavaş hayata geçirilmeye başlıyor gibi. Mavi ve Beyaz Nil’in iki kolunu da sınırında barındıran yeni ülke konumundaki Güney Sudan, İsrail’in su sorununa çözüm getirebilecek önemli bir ülke haline geleceğe benziyor. İsrail, Taberiye gölünden su elde etmek için metreküp başına 2-3 kilovat saat enerji kullanırken, Nil’den alacağı olası su için harcayacağı enerji ise ancak 0,5 kilovat saat şeklinde olacaktır. İsrail’de şu anda kullanılan tatlı su rezervlerinin büyük bölümü Batı Şeria’da yer almaktadır. İsrail, bu kaynak suların da %80 lik bölümünü kullanmakta ve Filistinliler ise yaşadıkları bölgede çıkan bu tatlı suyun ancak %20 sini kullanabilmektedirler. Burada su konusunda yaşanan adaletsiz paylaşım da Filistin çözümünü engelleyen ve geciktiren sorunların başında gelmektedir. İsrailler günde kişi başına 300 litre su tüketirken, Filistinliler ancak 70 litre su tüketebilmektedirler. Ayrıca tüketilen suyun maliyeti konusundaki dengesizlikler de Filistinlilere fatura edilmektedir. Yıllık su tüketimi 2,2 milyar metreküp olan İsrail, bunun dörtte birini tuzlu, atık ve acı suların arıtılmasından elde etmektedir. Bu nedenle, yıllarca Güney Sudan’ı destekleyen İsrail, bu devletin kurulmasıyla birlikte “Mavi ve Beyaz Nil” projesini hayata geçirme konusunda önemli adımlar atmaya başlamıştır. Bundan sonra, sıra “Fırat Nehri” ne mi geliyor diye insan ister istemez şüphe içinde kalıyor. Bunun için Güneydoğu’da yaşanan olaylar zinciri bu şüphelere yön verecek önemli birer yol haritası niteliğindedir. Hatırlanacağı üzere, 1994’te Sudan Devlet başkanı El Beşir, İsrail’in gözünü Güney Sudan’daki kaynaklara ve Nil Nehri’ne diktiğini ifade ettiği zaman, hiç kimse kulak asma gereği bile duymamıştı. Ama şimdi görüyoruz ki, El Beşir’in tüm söyledikleri birer birer gerçekleşmeye başlıyor. Bizden söylemesi.”[3]

Evet, İsrail’in “Arz-ı Mevud” hayaline kavuşması ve Fırat sularına ulaşması için “Askeri iyice zayıflatılmış ve hükümeti içten kuşatılmış” bir Türkiye lazımdı!…

ABD Başkan adayı Romney’in: “Ben İsrail’e daha iyi uşak olurum” mesajı!

ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olan Mitt Romney, Evanjelik bir kuruluşun toplantısında video konferans yoluyla hitap ederek, Obama’nın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya karşı “saygısızca” davrandığı vurgulamıştı. Romney, başkan seçildiği takdirde, İsrail ile aralarında su sızmayacağını ve tüm dünyaya “kol kola kenetlenmiş” olduklarını ispatlayacağını söyleyerek ABD Başkanlarının aslında Yahudi Lobilerinin ve İsrail’in uşakları olduklarını açığa vurmuşlardı.


[1] Taraf / 18 06 2012

[2] 25 05 2012 / Orhan Gökdemir – Aydınşık

[3][3] Milli Gazete / Doğan Bekin / 16 06 2012

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ömer ÇAĞIL

Ömer ÇAĞIL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx