YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663335de09d61
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 0
Bugün : 6108
Dün : 24601
Bu ay : 30709
Geçen ay : 737322
Toplam : 23546995
IP'niz : 3.139.62.103

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Rahmetli Erbakan Hocamız yıllar önce Balgat’taki bir özel sohbet toplantısında (Genel Merkez binasında değil) bazı endişelerini ve öngörülerini şu mealdeki sözleriyle paylaşmıştı:

“Büyük İsrail’i kurmak maksadıyla ve BOP kapsamında uydurma bahanelerle Irak’ı işgal eden, resmen olmasa da fiilen üçe bölen ABD ve yandaşı Haçlı orduları, korkarım ileride Suriye’yi de karıştıracak ve hepsi birden Akdeniz’e doluşacaklardır. Kuzey Irak’tan sonra, Kuzey Suriye’de de İsrail kuklası yeni bir Kürdistan oluşturma ve asıl Türkiye’yi kuşatıp karıştırma planları maalesef belki de 3. Dünya Savaşı’nı başlatacak ve başımızı büyük bir belaya sokacaktır. Mecburen kendi milli çıkarlarımızı korumak, tarihi ve tabii sorumluluklarımızı kuşanmak zorunda kalan Ordumuz, Allah’ın izniyle inşallah yeni destanlar yazacak, zalim güçlerin hesaplarını Cenabı Hak boşa çıkaracaktır.”

Bu konuşmalara, Elazığ Evrensel Hafızlar Derneği Başkanı Muhterem Abdurrahman Gül Hocamız da şahit olmuşlardır. Zaten bu konu kendilerine sorulduğunda şunları anlatmıştır: “2001 yılı tahminen Nisan ayında Ankara Balgat’ta Cuma namazından sonra Erbakan Hoca’nın özel bir sohbetine katıldım. Sohbette Erbakan Hoca: “Düşman Suriye’ye girerse, biliniz ki 3. Cihan Harbi’nin başlangıcının işaretidir. 3. Cihan Harbi başlarsa merkezi de Türkiye olacaktır” buyurmuşlardı.

Erbakan Hocamızın bu tahmin ve tespitleri aynen çıkmıştır ve asıl Türkiye’mizin başını belaya sokmak amacıyla, Suriye üzerinden 3. Dünya Savaşı’na doğru hızla kayılmaktadır. Amerika’sından Avrupa’sına, İran’ından Rusya’sına, Çin’inden Hindistan’ına bunca ülkenin uçak gemileriyle, jetleriyle, füzeleriyle ve son teknoloji silah sistemleriyle Doğu Akdeniz’de ve Suriye çevresine herhalde barışı sağlamak için konuşlanmamışlardır. Peki bölgemizde ve çevremizde bunlar yaşanırken AKP hangi havalardaydı!

Bülent Arınç Ankara saldırısı üzerine “İSTİFA” çağrısı yapmıştı!

Türkiye can derdinde Bülent Bey yağ peşinde koşmaktaydı.

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Ankara’daki terör saldırısı ile ilgili olarak, bu olaydaki istihbarat ve güvenlik zafiyeti iddialarının ciddiye alınmasını istedi. “Başta Sayın Başbakanımızın ve hükümetimizin olanca gayretlerine, hassas idarelerine rağmen görevlerinin ifasında zaaf gösteren makamlar varsa şayet mutlaka gereği yapılmalıdır” diye çıkışmıştı.

Sosyal medya hesabından Ankara’daki terör saldırısı için taziye mesajı yayımlayan Bülent Arınç, ”Görevlerinin ifasında zaaf gösteren makamlar varsa şayet, mutlaka gereği yapılmalıdır” derken aslında Davutoğlu iktidarını ve fiilen yetkili ve sorumlu başkan gibi davranan Sn. Erdoğan’ı hedef aldığı sırıtmaktaydı. Ama aşırı tepkileri törpülemek için istifa çağrısının başına onları ayırdığını yazmıştı. Bu istifa çağrısı yerden göğe haklıydı, sorumlu ve onurlu bir iktidarın bütün bu tahribatlar karşısında takınması gereken tavır hatırlatılmaktaydı. Daha önce AKP’li E. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de “Çözüm Süreci’nin yanlışlığını ve PKK’ya alan açıp zaman kazandıracağını Sn. Erdoğan’a ve diğer AKP kurmaylarına defalarca söylemelerine rağmen dikkate alınmadığını” açıklamıştı. Oysa böyle bir itham karşısında hiçbir iktidar yerinde oturamazdı.

Anımsanacaktır, aynı Bülent Arınç PKK ile Dolmabahçe Mutabakatından da Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın haberleri olduğunu açıklamıştı.

Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CNN Türk canlı yayınında gazeteci Taha Akyol’un sorularını yanıtlamış, PKK ile varılan Dolmabahçe Mutabakatı ile ilgili “Dolmabahçe Mutabakatı’nda okunan metin hükümetin önüne gelmişti, haberleri vardı. Oturma düzenine kadar her şey kararlaştırılmıştı. Cumhurbaşkanı’nın haberi olduğunu da biliyorum… Çünkü Yalçın Akdoğan (Cumhurbaşkanı’nın) anında haberi olduğunu aktarmıştı” açıklamasını yapmış, 1 Kasım seçimlerinden sonra ilk kez CNN Türk’te Taha Akyol’un sorularını yanıtlamıştı.[1]

Çalışmalarını, TBMM’de kendisi gibi eski Meclis Başkanları’na tahsis edilen büroda zaman zaman orada zaman zaman da Ankara’daki bürosunda sürdürdüğünü anlatan Arınç, vakit buldukça da ihmal ettiği eski arkadaşlarını ziyaret ettiğini vurgulayıp şunları aktarmıştı:

“(Davutoğlu ve Erdoğan) Aralarında çift başlılık var mıdır bilemem ya da bilirim konuşamam. Biz şunu hatırlarız. Refah Partisi kapatılmıştı, Fazilet Partisi’nde toplandık; ancak kapanma durumu vardı. Parti kurulurken ‘bir köyde iki muhtar olmaz’ dedik, laf arasında.” (Yani Erbakan’ı resmen ve fiilen devre dışı bırakacak tedbirleri almıştık.)

Ankara’da 28 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıyla ilgili açıklama yapan Bülent Arınç’ın “Zaaf gösteren makamlar varsa şayet, mutlaka gereği yapılmalıdır” diyerek istifa çağrısında bulunmasının ardından, Arınç’ın hükümete ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a yönelik eleştirilerine üstü kapalı destek veren AKP’li Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin, resmi Twitter hesabından dikkat çekici tweetler atmış “Çıkar konuşunca vicdanlar susar” diyerek, haksızlık ve yanlışlıklarında inat eden Başbakan ve Cumhurbaşkanı yalakalarını suçlamıştı.

Abdullah Gül’ün açıklamaları AKP’ye dolaylı uyarı mesajı mıydı?

Abdullah Gül, Ankara’da gerçekleşen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeline yönelik terör saldırısı ve Güneydoğu’da yaşanan terör olaylarıyla açıklamalarda bulunmuşlardı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Cuma namazını Ayazağa’daki Evyap Hamidiye Camii’nde kılmış, cami çıkışında basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtlamıştı. Türkiye’nin çok büyük tehditlerle karşı karşıya olduğunu belirten Gül “Yakın tarihimizin hatta cumhuriyet tarihimizin en zor günlerinden geçiyoruz. Birçok tehditler içeride ve dışarıda böyle bir dönemde Türkiye içerisinde birlik, beraberlik ve dayanışma çok önemlidir. Bu dayanışmayı gerçekleştirmek için siyasi görüşleri ne olursa olsun herkesin bir araya gelmesi için, önce siyasi iç barışın sağlanması çok önemlidir. Dayanışma ancak böyle olabilir. Türkiye çok büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Tüm bunların üstesinden gelebilmek ve sağduyulu hareket edebilmek, rasyonel politikalar geliştirebilmek için hep böyle istişare, diyalog ve dayanışmanın şart olduğunu görüyorum” ifadelerini kullanmış ve dolaylı biçimde AKP’nin iç barışı sağlamada gevşek davrandığını imaya çalışmıştı. Bir gazetecinin TSK’nın Suriye’de YPG hedeflerini vurmasıyla ilgili olarak bir soruya ise Abdullah Gül’ün, “Devleti yönetenlerin, istihbaratı olanların en doğru kararı verdikleri kanaatindeyim. Çünkü bu konularda ayaküstü bir şeyler söyleyemem” şeklinde yanıt vermesi ise, mevcut iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın istihbarat bilgilerini ve istişareyi dikkate almadığı şeklinde yorumlanmıştı.

Bülent Arınç’ın ve takımının bu çıkışları haklıydı, gerçeği yansıtmaktaydı, evet ülkenin ve milletin geleceği hatırına bu iktidarın ve sorumlu makamlarda oturanların İSTİFA etmesi lazımdı ve kendileri için de hayırlı bir adım olacaktı. Ancak fıtratını ve vicdan ayarını çok iyi bildiğimiz Bülent Arınç ve takımı, bu çıkışları, Türkiye’nin huzuru hatırına değil, şahsi fesatlık ve fırsatçılık damarlarıyla yapmaktalardı. Acaba bir iktidar boşluğu oluşur da bize (Abdullah Gül ve ekibine) yeni bir fırsat doğar mı hesabıyla böyle konuşulmakta, yani bazı doğrular kendi yanlışlarına kılıf yapılmaktaydı.

Zaten Bülent Arınç’a sahip çıkan Abdullah Gül’ün eniştesi bu yüzden STAR’dan atılmıştı.

Star gazetesi yazarı Ahmet Tekelioğlu’nun, Bülent Arınç konulu yazısı gazete tarafından yayınlanmayınca görevinden istifa edip ayrılmıştı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hem eniştesi hem de halasının oğlu olan Prof. Mehmet Tekelioğlu’nun Star Gazetesi’ndeki Bülent Arınç konulu “Her Sözü Dinlemek, En Güzeli Bulmak” başlıklı yazısına sansür uygulandığı ve bu nedenle yandaş gazeteden ayrıldığı anlaşılmıştı.

Sn. Erdoğan’ın 1 Mart tezkeresini bahane ederek hem Bülent Arınç takımına hem de Sn. Davutoğlu’na ağır yüklenmesi doğru okunmalıydı. Zira Saray ve AKP kulislerinden edinilen izlenimlere göre ABD/Biden, Sn. R. Erdoğan’ı kötü sıkıştırmıştı!?

Erdoğan’ın saray kurmayları, Latin Amerika seyahati sırasında Ahmet Davutoğlu’yla ilgili kendisine “8 can sıkıcı konu” hakkında bilgilendirme yapmıştı. Analiz/rapor mahiyetinde bilgilendirme şu içerikleri barındırmaktaydı.

1- Davutoğlu’nun Beytullah’ta yaptığı şov:

“Efendim, siz yokken Beytullah’a götürdüğü milletvekilleri, yakınları, teşkilat mensupları ile kurgulanmış bir Kâbe şovu gerçekleştirildi. Ümmetin yeni lideri benim mesajı verildi.”

2- Genelkurmay Başkanını yanına alarak Suudi Kralının yanında verdiği poz:

“Genelkurmay Başkanını yanından ayırmayarak Suudi Arabistan seyahatinde Ümmetin yardımına koşacak Şii cepheyle savaşacak Türk ordusu benim yanımda mesajı verdi.”

3- Davutoğlu’ndan İngiltere ve Davos ziyaretlerinde Batı’yla çalışmak istiyorum mesajı:

“Özellikle İngiltere’ye yaptığı seyahatler sonrası Batılı iş adamlarına ve yöneticilerine yönelik sizinle iş yaparız, Ali Babacan ekolünü tekrar inşa edeceğiz mesajı verildi.”

4- Bülent Arınç’ın başlattığı “öze dönüş” hareketine Davutoğlu’nun gerekli tepkiyi koymaması:

“Olaylara bir nevi sessiz kaldı. Arınç’ın öze dönüş hareketi daha sonra Davutoğlu ile eklemleneceği konuşulmakta. Size muhalefet yapamıyor… Siyasi bomba olarak Arınç’ı kullanıyor… Arınç’ın Dolmabahçe üzerinden yüklenmesi manidar bu da danışıklı dövüşü akla getiriyor…”

5- Partideki bazı önemli ve etkili isimleri yanına çekme çabası:

“Davutoğlu, Taner Yıldız gibi bazı isimlere sahip çıkarak bu partinin geleceği benim mesajı veriyor, kendisini vefanın bir adresi olarak gösteriyor.”

6- Davutoğlu’nun Biden ile yaptığı görüşmenin içeriğini Cumhurbaşkanı ile paylaşmaması;

“Danışmanları halâ Biden görüşmesini rapor etmedi, Davutoğlu ile Biden görüşmesinin detayları Külliye’ye ulaşmadı. Bizden habersiz neler konuşuldu ne sözü verdi bilmiyoruz.”

7- Başbakan sıfatıyla ve Saray’la mutabakata varmadan yeni bir çözüm süreci başlatması;

“Siz Dolmabahçe’yi tanımadınız, çözümü buzdolabına kaldırdınız ancak terör operasyonları sürerken size inat Mardin’de kamu düzeni makyajı altında yeni bir açılım başlattı… Kandil için yeni heyet kuruyor.”

8- “Kahraman Erdoğan”a karşı “Vatandaş Ahmet” imajı oluşturması:

“El altından teşkilatlara sürekli olarak ümmetin dertleriyle biz dertleniyoruz onların derdi ihaleler para pul mesajı veriliyor… Ben vatandaş Ahmet’im mesajının altında bu yatıyor.” Şimdii!.. Erdoğan’ın “Irak’taki hataya bir daha düşmem” sözlerinin altında, işte bu endişeler bulunmaktadır.[2]

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bizim aramızda ihtilaf bekleyenler çok beklerler. Çünkü bizim aramızda şahsi meseleler yok, ulvi meseleler var” diye çıkışmıştı. AKP’ye karşı birçok kumpas kurulduğunu ama hiçbirinde hedeflerine ulaşamadıklarını kaydeden Başbakan Davutoğlu, “AKP’yi bir araya getiren vicdandır” diyerek AKP’nin milletle bütünleşerek kendi beraberliğini sağladığını savunmaktaydı. Oysa Başbakan Davutoğlu üst düzeyden bu tür konuşmalar yaparak AKP’yi yüceltmeye çabalarken alt düzeyde millet neredeyse birbirini boğazlayacak hale taşınmıştı. Hatta AKP içindeki hiziplerin birbirlerini can evlerinden vurabilmek ve yerin dibine geçirmek için kullanmadıkları çirkin sözcük kalmamıştı. Danışmanlar düzeyinde sürdürülen kavgada insanlar birbirlerini sözüm ona “mizah yapıyoruz” diyerek “uygunsuz ilişkiler” ile suçlayacak kadar ipin ucunu kaçırmışlardı..

Melih Gökçek’ten Cemaat itirafı ve pişmanlığı

Cemaate hayır için verdiği parseller nedeniyle pişman olduğunu söyleyen Gökçek, bazı Fetullahçıların parselleri şahıslarına tapuladığını açıklamıştı. Ahmet Hakan’ın: “Ankara’yı parsel parsel peşkeş çekti” diyen Bülent Arınç hakkında neden konuşmuyordu? Cemaat’e yaptığı iyilikler nedeniyle pişmanlık mı duyuyordu? sorularını yanıtlayan Melih Gökçek Bülent Arınç’ı doğrularcasına bu itirafları yapmıştı.

“MİT bir ay önce Emniyet’i uyarmış!”sa İçişleri Bakanlığı nasıl uyuyakalmıştı?

Türkiye’yi yasa boğan Ankara’daki saldırıyla ilgili güvenlik zafiyeti tartışmaları sürerken MİT’in 7 Ocak’ta gönderdiği bir yazıda güvenlik birimlerini bombalı saldırılara karşı uyardığı ortaya çıkmıştı. Bu haber MİT’i aklamak amaçlı mıydı, yoksa Emniyet’i suçlamak kasıtlı mıydı?

Ankara patlamasında ortaya atılan bir iddia, kulisleri karıştırmıştı. MİT’in 7 Ocak’ta olası terör saldırılarına karşı güvenlik birimlerini uyardığı ortaya atılmıştı. İşin ilginç tarafı ise MİT’in dikkatli olunması gereken yerler listesinde servis araçlarının toplanma bölgeleri de vardı. Ankara’daki terör saldırısının ardından istihbarat zafiyeti olduğu tartışması başlatılmıştı.

Efkan Ala’nın attığı “Bu akşam Ankara’da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum” tweetine karşı: “Anneannem de şiddetle kınıyor saldırıyı, İçişleri Bakanı da… Ne yani? Koca İçişleri Bakanı’nın, anneannemden bir farkı olmayacak mı?” diye sormak herkesin hakkıydı.

“Terörün belinin kırılacağını ve yaptıklarının yanlarına kalmayacağını” haykıran Sn. Davutoğlu’na sormak lazımdı:

Madem sorun, bu şekilde çözülebiliyordu ve PKK ancak böyle hizaya sokuluyordu, o halde, siz niye Oslo’da çok tehlikeli ve riskli masalar kurmaya kalktınız? Siz niye Habur şenliklerine zemin hazırladınız? Siz niye “baldıran zehri” edebiyatıyla Çözüm Süreci’yle halkı umutlandırıp oyaladınız? Siz niye sivil PKK BDP’li dostlarınızla Kandil arasında postacılığa kalkıştınız? Siz niye “Öcalan şöyle büyük adam, böyle büyük adam” diye yandaşlarınıza yalakalık yaptırdınız? Siz niye Diyarbakır meydanlarında Öcalan bildirileri okuyup halkı avutmaktan utanmadınız? Siz niye “Çözüm Süreci” ninnileriyle halkı uyutup PKK’nın Güneydoğu’ya sokak sokak çöreklenip ayaklanma hazırlığına kolaylık sağladınız? soruları haksız mıydı? Kahraman askerlerimizin ve güvenlik güçlerimizin, Diyarbakır Sur’u, Cizre’yi, Silopi’yi, Şırnak’ı, İdil’i tanklarla toplarla harap etmeye mecbur kalmalarının asıl vebali günahı kimlerin sırtındaydı?

Doğru laf edip, yanlış safta durmak sahtekârlıktır!

Ankara’daki patlama olayının hemen ardından yetkililerin yaptıkları açıklamalar ile televizyonlarda bir takım uzmanların yorumlarında olayın arkasında terör örgütleri ile bu örgütleri kullanan ülkelerin olduğu hususunda görüş birliği vardı. Türkiye’nin terör yoluyla köşeye sıkıştırılmaya uğraşıldığı, bir diğer ifade ile Suriye’de devre dışı bırakılmaya çalışıldığı konusunda ittifak sağlanmıştı. Kısacası, Batılı sömürgeci ülkelerin samimiyetsizliği bir kez daha vurgulanmıştı. Ancak, özellikle yetkililerin olaya doğru teşhis koymasına rağmen hâlâ eski klasik dış politika çizgisini sürdürmüş olmaları tam bir tezattı. Çünkü doğruyu söylemekten çok daha önemli olan doğru tarafta yer almaktı, söylediklerine uygun bir hareket tarzı ortaya koymaktı. Batı’nın sadece Türkiye’ye değil tüm İslam ülkelerine karşı samimiyetten uzak bir tavır sergilediği artık kesinlik kazanmıştı. Buna rağmen, ülkeyi yönetenlerin yıllardan beri saflarını Batı’nın yanında ve AB tarafında belirlemiş olmaları korkaklık mıydı, münafıklık mıydı?[3]

Irak-Suriye Ekseninde Türkiye ABD Çatışması!

Tarafların birbirlerini “Model ortak”, “stratejik ortak” ve “dost” olarak kamuoyuna takdim etmiş olmalarına rağmen Türkiye’nin menfaatleri ile ABD’nin menfaatleri, özellikle, İslam Coğrafyasının her yerinde çatışmaktaydı. Bu durum Türkiye’nin kullandığı diplomasi diline yansımakta; ABD ise daha itidalli bir dil kullanmaktaydı. Bununla birlikte Irak-Suriye özeline gelindiğinde tarafların kullandığı dilin birbirine benzeşmesi hatta örtüşmesi kafaları karıştırmaktaydı.

Irak-Suriye hattında Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya geldiği konular şunlardı:

• Başika Kampındaki Türk Askerleri rahatsızlığı,

• PKK-PYD İlişkisini anlamaz tavrı,

• Bu coğrafyada asıl savaşılması gereken düşman tanımındaki tutarsızlığı,

• Bu coğrafyada terörist olan olmayan örgütler ayrımı,

• Bölünmüş Suriye mi, tek Suriye mi? sorusunun yanıtsızlığı,

• Esed’li geçiş mi, Esed’siz geçiş mi? çıkmazı,

• Göçmenler için Güvenli Bölge oluşturulmaya karşı çıkılması.

Türkiye, güneyinde Suriye’de PYD’nin Kantonal bölgeler kurmasına karşı çıkarken; ABD, sadece İŞİD’in Türkiye’nin güneyinde devlet kurmasına karşı çıkmaktadır. Türkiye PYD’yi, PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlarken; ABD, PYD’yi İŞİD’e karşı savaşan bir “karasal güç” ve “stratejik ortak” olarak arka çıkmaktadır. Nitekim Biden, yaptığı açıklamalarla ”PYD’yi PKK’nın uzantısı olarak görmediklerini” vurgulamıştır. Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, Washington’da 08.02.2016 tarihinde düzenlediği basın toplantısında, “Ancak YPG, İŞİD ile mücadelede en başarılı güçlerden birisi konumundadır. Biz onları terörist örgüt olarak görmüyoruz ve kendilerini desteklemeyi sürdüreceğiz” açıklamasını yapmıştır. ABD’nin bu noktadaki kararlılığı ve küstahlığı açıktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin PYD ile ilişkisine değinerek, “Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?” sorusuna Kirby, “Cumhurbaşkanı Erdoğan açık açık söyledi. Ya biz ya onlar dedi… Burada yapılacak seçim, koalisyon üyesi olarak bizlerin IŞİD’e karşı çabamızı artırmak ve örgütü Irak ve Suriye’de zayıflatıp, bütünüyle ortadan kaldırmak… PYD ile ilgili dillendirdikleri kaygılar yeni değildir..” şeklinde yanıtlayıp ciddiye almadıklarını ortaya koymuşlardır.[4]

Aydın yaftalı 200 karanlık kafalının TSK düşmanlığı ve YPG yandaşlığı!

Güya hükümeti uyarma kılıfıyla yapılan ‘Acil Çağrı’ başlıklı açıklamada, Türkiye’de hukuk ve yargı bağımsızlığının kalmadığı, yeni bir vesayet rejimi oluşturulmaya çalışıldığı gibi bazı doğrular bahanesiyle TSK düşmanlığı ve açıkça Amerika-Rusya yandaşlığı yapılmaktaydı.

Cumhurbaşkanı T. Erdoğan’ın “tarafsızlığını yitirerek Anayasa ve yasaları çiğnediği” suçlamasıyla ilgili 200 karanlık kafalı, hükümeti uyarma bahanesiyle terör örgütü YPG’yi bombalayan Silahlı Kuvvetlerimize sataşmaktaydı. “Acil Çağrı” başlıklı açıklamada, “Ülkemiz bir süreden beri temel hukuk sınırlarını çiğneyen olağan dışı bir rejimle idare olunmaktadır. Hukuk sistemine ‘paralel yapı’ ile mücadele gerekçesiyle yapılan müdahalelerle yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmış, iktidarın denetlenmesi imkânsızlaştırılmış, hukuk kurallarını hiçe sayan Saray’ın yönlendirdiği yeni bir vesayet rejimi ortaya çıkmıştır” tespitleri yapılan bildiride Erdoğan’ın inatla seçim faaliyeti yürüttüğü hatırlatılmış, “Yüzde 10 barajı ve diğer anti demokratik mevzuatla adil ve özgür bir seçimin engellenmiş olması yetmezmiş gibi, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya rağmen inatla seçim faaliyeti yürütmesi, durumu daha da sorunlu hale getirmektedir. Ne yapıp edip seçimden başkanlık sistemi çıkartma kararlılığı ile insanların kutsalları siyasete malzeme yapılmakta, toplumu zıtlaştırıcı dil yaygınlaştırılmaktadır” denildikten sonra “Bu ortamda HDP’nin barajı geçmemesi için yürütülen kampanya ile eşzamanlı olarak peş peşe fiziki saldırılara uğraması ve son olarak öldürme amacıyla yollanan bombalar endişelerimizi daha da artırmaktadır” ifadeleriyle sivil PKK olan HDP ve Suriye PKK’sı YPG’ye sahip çıkılması ve dolaylı biçimde TSK’nın suçlanması bunların ayarını ve amacını ortaya koymaktaydı.

İşte bildiriye imza atan 200 kiralık karanlıktan bazıları:

Prof. Ahmet İnsel, Akın Birdal, Prof. Ali Nesin, Aydın Engin, Ayşe Hür, Hasan Cemal, Prof. Baskın Oran, Cafer Solgun, Celal Başlangıç, Celalettin Can, Cengiz Aktar, Cevat Öneş, Cezmi Ersöz, Eşber Yağmurdereli, Prof. Ferhat Kentel, Ferhat Tunç, Fethiye Çetin, Doç. Fikret Başkaya, Prof. Gencay Gürsoy, Prof. İbrahim Kaboğlu, İbrahim Betil, İsmail Beşikçi, Prof. Jale Parla, Kadir İnanır, Doç. Koray Çalışkan, Doç. Nuray Mert, Orhan Alkaya, Osman Kavala, Oya Baydar, Pelin Batu, Prof. Raşit Tükel, Prof. Seyfettin Gürsel, Prof. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Tahsin Yeşildere, Av. Turgut Kazan, Ufuk Uras, Vedat Türkali, Prof. Yücel Sayman, Zülfü Livaneli,

Bu zavallılar, böylesi çıkışların Sn. Erdoğan’a ve iktidarına yarayacağını anlamayacak kadar kalın kafalı olsalar da, bu senaryoda kendilerine figüranlık yaptıran odaklar her şeyin farkındaydı ve AKP’ye dolaylı destek sağlanmaktaydı.

NATO ve BM taktik dost, ama stratejik düşmandı!

Ankara patlamasında YPG parmağı çıkarken ABD’den gelen açıklamalar soğuk duş etkisi yapmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, YPG’ye desteklerinin süreceğini vurgulamıştı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Rusya’nın isteği üzerine yapılan oturumda, Türkiye’nin PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin askeri kanadı YPG’ye karşı başlattığı top atışı konusunu gündeme almış, Konsey üyeleri, “Türkiye’nin Suriye’ye yönelik top atışına son vermesi lüzumu devamından endişe duyulduğu konusunda ortak görüşe varıldığı” açıklanmıştı. Ardından TSK’nın kararlılığı üzerine BMGK Başkanı Venezuela Temsilcisi Rafael Ramirez Carreno, “Konsey üyelerinin Türkiye’nin eylemlerinden endişe ettiği” yönündeki açıklamasını düzeltmek zorunda kalmıştı.

Daha sonra, Ankara saldırısı üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde, Suriye rejiminin ve YPG’nin son dönemde Suriye’nin kuzeybatısındaki ilerlemesine ilişkin kaygılarını dile getirmeye mecbur edilen Obama, bölgede Türkiye ve ılımlı Suriye muhalefeti ile gerilimlere neden olan IŞİD’le ortak mücadele çabalarına darbe vuran eylemlere derhal son verilmesi çağrısı yapmıştı. Obama, görüşme sırasında, ABD’nin bir NATO müttefiki olarak, Türkiye’nin ulusal güvenliğini destekleme konusundaki mutlak kararlılığını ifade ederek, Türkiye’nin meşru müdafaa hakkının altını çizmek zorunda kalmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “ABD’nin YPG’ye silah desteğinde bulunmadığı” yalanına sığınmıştı.

Tampon Bölge kaçınılmazdı!

TSK’nın isteği ve inisiyatifiyle Türkiye’nin öteden beri istediği, fakat dış güçlerin bir türlü destek vermediği “güvenli alan” veya “tampon bölge” nihayet fiilen gerçekleşmeye başlanacaktır. Türkiye’ye sığınmak isteyen göçmenleri sınırın öbür tarafında kurulmakta olan kamplarda barındırmanın, biri insani, diğeri siyasi olmak üzere, iki amacı vardır. Türkiye Suriye’de kızışan iç savaşın bir sonucu olarak yeni kitlesel bir göç tehdidiyle karşı karşıyadır. Öteden beri en ağır sığınmacı yükünü taşıyan Türkiye’nin bu konuda yapabileceklerinin de bir sınırı vardır. Ankara yeni göç dalgasına kapılarını açmak yerine, aynı insani yardımı sınırın öbür tarafında gerçekleştirmeye çalışmaktadır, haklıdır, hatta çok geç kalınmıştır. Bu “Tampon Bölge’nin” siyasi amacına gelince: Fiilen oluşmakta olan tampon bölge, Türkiye’nin güvenliği açısından önem taşımaktadır. Böylece PYD/YPG ile IŞİD tehditleri Türk sınır bölgesinden uzak tutulacak ve Suriye’nin parçalanması engellenmiş olacaktır.

TSK’nın ABD, Rusya destekli PYD’yi bombalayıp durması Kuzey Irak’taki Kandil bölgesi, Avaşin-Basyan, Hakurk ve Gara’da PKK’ya ait tespit edilen sığınak ve barınakları yerin dibine batırması, ayrıca akıllı mühimmat ile PKK’ya ait yüklü miktardaki cephaneliklerin ortadan kaldırılması ve düzenlenen hava harekâtında çok sayıda PKK’lının etkisiz bırakılması, bunların hepsi ülke ve bölge güvenliğimizin sağlanması amaçlıdır. Ama Irak ve Suriye sınırımızda bir Güvenli Tampon Bölge oluşturmak yerine, ABD ve İsrail destekli Suudi Arabistan’la birlikte, İran ve Rusya’yı da karşımıza alarak Suriye’ye bir kara harekâtına girişmek ise bir felakete yol açacaktır. Çünkü böylece Türk askeri Suriye batağına saplanıp kalacaktır.

Fransa: “Türkiye ile Rusya arasında savaş riski artmaktadır” derken Lüksemburg: “Bu durumda NATO Türkiye’ye arka çıkmayacaktır” demektedir.

Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande: “Ankara’nın Suriye krizinde dahlini artırmasının Türkiye ve Rusya arasında savaş riski yarattığını” vurgulamıştı. Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn ise Türkiye’yi “Rusya’yı askeri bir gerginliğe kışkırtması halinde NATO’nun desteğine güvenmemesi gerektiği” konusunda uyarmıştı. Spiegel Online’a konuşan Asselborn, Lüksemburg’un da üyesi olduğu NATO’nun, her halükârda Türkiye’yi desteklemeyeceğini açıklamıştı.

Esad’ın danışmanından Rus televizyonunda PYD itirafı!

Ankara saldırısından sonra Türkiye PYD’nin gerçek yüzünü dünyaya göstermeye çalışırken, Rus televizyonunda Esad’ın başdanışmanı tarihi bir itirafta bulunmuşlardı. Rus televizyonuna konuşan Esad’ın başdanışmanı Şaban bir kez daha ülkesinin PYD’ye destek verdiklerini açıklamıştı.

Rusya’dan Suriye için çılgın uyarı: 3. Dünya savaşı ve siyasilerimizin tutarsızlığı!

Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev, Suriye konusunda uzlaşı sağlanamazsa yeni bir dünya savaşı çıkabileceği uyarısında bulunmuşlardı. Suriye’deki istikrarsızlıktan ABD, Suudi Arabistan ve bazı Avrupa ülkelerini sorumlu tutan Medvedev, Rusya’nın fesatçı ve fırsatçı tavrını unutturmaya çalışmıştı.

Basiretsiz ve beceriksiz günübirlik politikalar yüzünden, maalesef Suriye konusunda herkesle kavgalıyız. Irak’ta her kesimle kapışmaktayız. Hayret ABD ile Rusya’yı aynı safta buluşturmayı başarmışız.. İslam dünyasının en etkili ülkesi Mısır’la arayı açmışız. Ve yıllarca ülkemizi ve bölgemizi karıştıracak projelere figüranlık yapmışız! Oysa hem milyonlarca mültecinin yükünü sırtlamak, hem Rusya’yı, hem ABD’yi ve sonunda Birleşmiş Milletleri bile karşımıza almak pahasına Suriye batağına saplanmak akıl dışıdır.

Ama elbette Türkiye, dış güçlerin ve işbirlikçilerin bütün şeytani hazırlık ve tuzaklarına rağmen, gerektiğinde kendi milli çıkarlarını ve bölge barışını korumak üzere her türlü müdahaleye de hazırdır ve bundan asla sakınmayacaktır. TSK’nın kararlı ve cesur tavrı, yeterli donanıma sahip olmasındandır.

Sivil PKK olan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 2016 Şubat ayı başında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde belediye ziyaretinde düzenlediği basın toplantısında; Güvenlik bürokrasisi ve ordunun ülkede, bölgede inisiyatifi ele geçirdiğini belirterek, “Hükümet bir darbeyle devrilmiş haberleri yok. Ordu inisiyatifi ele almış durumda. ‘Çık’ dese de çıkmıyor, ‘Dur’ dese de durmuyor. ‘Başbakan Mardin’e geldiğinde mutlaka sokağa çıkma yasağının kalkması gerekir’ denildi, kalkmıyor. Onu takan yok. Biz uyarı yaptığımızda anlamıyorlardı”[5] sözleri hem Devletimizi dış güçlere gammazlamaktı, hem de milli ve haysiyetli olan fiili durumdan rahatsızlığını yansıtmaktaydı!

“Rusya ile kapışmamızdan, en azından sürgit soğuk savaş yaşamamızdan çıkarı olan hangi odaklardır? Rus uçaklarının 1 Kasım seçim zaferinin ardından, tam da hükümetin açıklanacağı sırada düşürülmesinin Erdoğan ve Putin’e operasyon olduğunu ilk günden yazdım. Ve ben halâ ordayım. Çünkü… Ne Rusya’nın Türkiye ile ne de Türkiye’nin Rusya ile “çatışmasından” hiçbir çıkarları bulunmamaktadır. ABD ile “İsrail terör devleti” Suriye konusunda görev dağılımı yapmışlar. İşin aslı bu! Baksanıza, Şii-Sünni dünyayla adeta oynuyorlar” diyen AKP’li yazar Salih Tuna çok ciddi ve gerçekçi bir tespit yapmakta ve devamında şunları aktarmaktadır: Rahmetli Erbakan Hocamız, daha 1992’de, dinleyicilerin arasında Sayın Abdullah Gül’ün de bulunduğu partisinin grup toplantısında, bugün yaşadığımız sürece 24 yıl öncesinden işaret buyurmuşlardır.

“Riyad’da bizim bir gazetecimize; Amerikalı Yarbay şunları söylüyor ve eliyle harita üzerinde işaret ederek, ‘Kürt devleti burada kurulacaktır. Savaş bitecek, Saddam çökmüş olacak’ diyor. (Diyarbakır’dan başlayarak çizilen malum haritadan bahsediyor- S.T.) Yani Saddam çökmüş olacak, bu yörede devlet kalmayacak, devlet otoritesinden yoksun bir boşluk doğacak, Kürtler bir devlet kurarak buradaki boşluğu dolduracak, hatta belki de Türkiye’den toprak talebine kalkışılacak.. Gazetecimiz: “Türkiye bunu kabul etmeyeceğini açıklamış bulunuyor” dediğinde ise Amerikalı Yarbay ‘O zaman çarpışacaksınız’ yanıtını veriyor. Şimdi tekrar kendisine Gazetecimiz: ‘Türkiye’nin düzenli orduları, silahları, topları, zırhları, tankları, uçakları, füzeleri var. Böyle bir büyük güce nasıl karşı koyabilirler? Hem gerek İran gerek Suriye, Irak’ın toprak bütünlüğü için açık tavır koymuş bulunuyorlar. Onların da bölgede bir Kürt devleti kurulmasına göz yumacaklarına nasıl ihtimal veriyorsunuz?’ diye sorduğu zaman, Amerikalı yarbayın söylediği sözler şunlar oluyor: “Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerin de yakında çok silahları olacak (…) Belki Türkiye’de sizinkilerden bile ileri silahları olacak, uçakları, tankları, füzeleri, zırhları, helikopterleri, havalimanları vs.” Şimdi, muhterem milletvekilleri, aziz milletimizin evlatları, bu okuduğum vesika ne gösteriyor? ABD, dış güçler ve İsrail bütün bu olayların hepsini planlı olarak yapıyor (…) Peki onların uzun vadeli planları var da bizim kısa, orta ve uzun vadeli milli planlarımız nerede? Kim yapacak bunu? Yapması icap edenler bir plan sahibi olmadıkları gibi sadece onların planına alet oluyor. Bakınız onlar Ortadoğu’da Müslüman ülkeler arasında işbirliği olmasın, Türkiye Suriye’yle, Türkiye Irak’la, Türkiye İran’la çatışsın istiyorlar ve bunu gerçekleştiriyorlar. Öyleyse bu emperyalizmin ve Siyonizm’in planını mutlaka bozmamız lazımdır.”

Merhum Erbakan Hocamızın 24 yıl öncesinden söyledikleri üzerinde düşünmenin hâlâ vakti gelmedi mi?[6] diyerek, bir vefa ve vicdan tavrı sergileyen Sn. Salih Tuna’ya sormak lazımdı: Şu anda AKP kafası ve kadroları Erbakan’ın İslam Birliği Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Paktı gibi tarihi projelerin yolunda mıydı, yoksa ABD ve Haçlı projelerine taşeronluk mu yapmaktaydı? Ve halâ, Irak’la ilgili tezkere hatasının Suriye konusunda tekrarlanmayacağını söyleyen Sn. Cumhurbaşkanı’nın bu talihsiz beyanları nasıl yorumlanacaktı?

Allah Peygamber aşkına, kaosun bölgedeki merkez üssü İncirlik “tam kapasiteyle”, belki de tarihinin en yoğun trafiği ile ve AKP eliyle ABD’nin hizmetine verilmişken terör nasıl son bulacaktı?

Hem ABD’nin PYD ile ilişkisinden rahatsızlık duyup hem de ABD’nin PYD’ye İncirlik’ten açık desteğine göz yummak nasıl izah olunacaktı? Bataklığı kurutmadan terörden kurtulmak imkânsızdı. PYD bitirilmek isteniyorsa… Terörden kurtulmak isteniyorsa… Bölgeye huzur getirilmek isteniyorsa, önce şu kaos üssü haline getirilen İncirlik’i zalimlere kapatmak lazımdı!

Ankara ve Diyarbakır’da birbiri ardına patlayan bombalar hep aynı noktayı çağrıştırmaktaydı. PYD/PKK! Türkiye her ne kadar ABD’ye PYD hususunda sert(!) uyarılarda bulunsa da, hava üslerini ABD’ye açarak terör örgütüne hava ve mühimmat desteğine bizzat katkı sağlamaktaydı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby geçtiğimiz Temmuz ayında yaptığı açıklamada Türkiye’nin üslerini ABD’ye açmasından duyduğu memnuniyeti dile getirirken, “Türkiye’de bulunan üslerimiz (Başta İncirlik) sayesinde YPG’ye en hızlı şekilde havadan destek vereceğiz” açıklamasını yapmıştı.

ABD’den aldığı desteklerle Ankara’yı kana bulayan PYD’ye ABD tarafından göz yumulmaya devam edilirken, AKP Türkiyesi bu hususta üstlendiği rolü sürdürerek büyük bir gaflete imza atmaktaydı. ABD’ye açılan üslerle PYD’ye gönderilen yardımlara olanak tanınırken, gelinen noktada bu politikanın sürdürülemez olduğu aşikâr olmasına rağmen Hükümet tarafından herhangi bir geri adım halâ atılmamıştı.

Hatırlayalım AKP PYD’ye neler sağlamıştı?

10 EKİM 2014: Kobani’ye Türkiye tarafından tıbbi malzeme, çadır, giyim eşyası ve hijyen malzemesi içeren 634 araç dolusu insani yardım malzemesi ulaştırılmıştı.

12 EKİM 2014: Suruç Devlet Hastanesi kayıtlarına göre, Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye 554 yaralı YPG militanı taşınmıştı. İlk tedaviler Suruç’ta yapıldı, ağır yaralı olanlar çevre illere sevki yapılmıştı.

19 EKİM 2014: Türkiye topraklarından PYD’ye silah geçişi başlamıştı.

1 KASIM 2014: 150 Peşmerge YPG’ye yardım etmek için Türkiye üzerinden Kobani’ye geçiş yapmış, Peşmerge’yi Türkiye’den geçişi esnasında Türk askerleri korumuştu.

3 KASIM 2014: Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi, IŞİD’in 16 Eylül’den itibaren başlayan Kobani kuşatmasının ardından 3 Kasım’a kadar 974 YPG militanının Türkiye’de tedavi edildiğini açıklamıştı.

25 OCAK 2015: Başbakan Davutoğlu Diyarbakır’da partisinin il kongresinde, “Kobani’ye buradan selam ediyorum. Kobani’deki her kardeşlerimin (Savaşanların tamamı PKK/YPG) alnından öpüyorum. Kobani bize tarihin emanetidir” şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardı.

20 ŞUBAT 2015: YPG’nin medya sorumlusu Polat Can, Twitter adresinden Türkiye’nin Süleyman Şah’taki Türk askerlerinin kurtarılması ve Türkiye’ye ulaştırılması için YPG’den yardım istediğini yazmıştı.

25 HAZİRAN 2015: Türk istihbaratının raporuna göre Türkiye’den 4 bin 500 kişi YPG’ye katılmış, PKK dağ kadrolarında ise 4 bine yakın militan Suriye’de YPG saflarında savaşa başlamıştı.

28 HAZİRAN 2015: IŞİD’in Kobani’nin güneyinde bir köye saldırmasından sonra YPG militanlarının silah deposunda YURTKUR’a ait battaniyeler ortaya çıkmıştı.

27 TEMMUZ 2015: ABD Sözcüsü John Kirby: “Türkiye’de bulunan üslerimiz (Başta İncirlik) sayesinde YPG’ye en hızlı şekilde havadan destek vereceğiz” açıklamasında bulunmuşlardı.

14 EKİM 2015: PYD lideri Salih Müslim PKK’ya yakın ANF sitesine verdiği demeçte, “Bize ve müttefik olduğumuz gruplara ABD tarafından 50 ton silah gönderildi. Bu başlangıç, silahların devamı da gelecek” itiraflarını yapmışlardı.[7]

 

 


[1] http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-bulent-arinctan-aciklama-40047349

[2] 09.02.2016, Ahmet Takan

[3] akozkan1942@gmail.com

[4] burhanettincan@gmail.com

[5] www.haberturk.com

[6] 20.02.2016, Yeni Şafak

[7] Bak: Rahmi Yolcu, Milli Gazete, 20.02.2016

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx