YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6646d67d3aeec
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 4
Bugün : 4405
Dün : 26618
Bu ay : 346595
Geçen ay : 737322
Toplam : 23862881
IP'niz : 18.190.207.176

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Bu nasıl sorumlu ve onurlu bir mesajdı!?..

“Irak’taki hatayı, Suriye’de yapmayacağım!..” (Yani Suriye’ye asker sokacağım!?)[1]

En yüksek ve yetkili bir Zat’ın “Irak’taki hatayı Suriye’de tekrarlamayacağım..” sözleri ne anlam taşırdı? Acaba bu çıkışlar ABD derin Lobilerine verilen: “Arzularınızı harfiyen uygulayacağım, Irak tezkeresindeki gibi asla gevşek tutmayacağım ve sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım” mesajı mıydı? Umarız bunlar, bizim de öteden beri savunageldiğimiz, “Irak ve Suriye sınırımız boyunca bir tampon bölge oluşturma” çabasıydı.. Yoksa Güney Amerika’da “Rusya bizim Suriye’ye gireceğimizi iddia edip yalan söylüyor” dedikten sonra, Afrika’ya gelip: “Irak’taki (tezkere olayındaki) hatayı Suriye’de yapmayacağım” demek nasıl bir mantık marazıydı? Bu nasıl bir duyarlılık ve tutarlılıktı? Bütün bunlar stratejik, bilinçli ve projeli milli politikalar icabı mıydı, yoksa günübirlik, kafasının estiği ve birilerinin yönlendirdiği gibi kof palavralar mıydı? Bu tutarsız tavırlar karşısında halkın duyarsızlığı ve feraset fukaralığı; artık bu koyu gaflet ve meskenetten toplumun uyanması, şuurlanması, haklarına sahip çıkması ve sorumluluklarını kuşanması sonucu kutlu bir değişim yaşanacağı ihtimalini de sıfırlamaktaydı. Arap Baharı safsatasının yeni başladığı günlerde defalarca yazmış ve ABD Yahudi Lobilerinin “Suriye’de iç savaş çıkarma ve milyonarca göç dalgasıyla Türkiye’yi bunaltma ve bölgeyi BOP istikametinde parçalama” hesaplarına karşı hükümeti uyarmıştık. Bugün 2,5 milyon Suriyeli mülteciyle uğraşmak zorunda kalınması, AKP iktidarının başarısı değil, gaflet ve dalalet politikalarının acı bir yansımasıydı.

BM’nin Türkiye’ye “sınırları açın” çağrısı, bunların art niyetini açığa vurmaktaydı!

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Türkiye’ye Halep’ten kaçan mültecilere uluslararası yükümlülükler kapsamında sınırlarını açma çağrısı yapmıştı. Suriye’nin Halep kenti yakınlarında artan bombardımanın etkisiyle sınıra dayanan mülteciler için BM Türkiye’ye akıl vermeye başlamıştı. Oysa üç milyon mültecinin ülkemizde barındırılması ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda BM hiçbir ciddi girişimde bulunmamıştı. Üstelik bu BM niye mültecilere sınır kapılarını açmak için AB ülkelerini hiç uyarmamıştı.

Yetmez, Alman Savunma Bakanı, NATO’nun mültecilerin geçişini durdurmak ve insan kaçakçılığını engellemek için Ege Denizi’nde göreve başlayacağını açıklamıştı. Yani Tüm mülteciler Türkiye’ye doldurulacaktı. ABD Savunma Bakanı Ash Carter, Ege’de yasadışı göç ve insan kaçakçılığını engellemek için NATO askeri yetkililerine görev verildiğini doğrulamıştı. Amerikalı bakan, Türkiye ve Almanya’nın yanı sıra Yunanistan’ın da talebi üzerine NATO savunma bakanlarının konuyu ele aldığını ve talebin nasıl yerine getirileceği konusunda planlama yapmaları için askeri yetkililerin görevlendirildiğini vurgulamıştı.

Hem NATO’yu “mültecileri Avrupa’ya sokma” diye Akdeniz’e çağıran, hem de “mültecileri içeri alın” diyen BM’yi eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bizim alnımızda enayi yazmıyor. Bir yere kadar sabır ederiz sonra gereğini yaparız” demesi ise tam bir tezattı.

İngiltere’nin saygın gazetelerinden Financial Times, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le ilgili çarpıcı iddialar ortaya atmıştı.

İngiliz gazeteleri Suriyeli sığınmacı krizini görüşmek için Ankara’ya gelen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ziyaretine geniş yer ayırmıştı. Financial Times, Angela Merkel’in ziyaretiyle ilgili detaylara değinerek, “Göçmen krizinin çözümü için, AB liderlerinin, özellikle Türkiye’yi, sığınmacıları kendi topraklarında tutmaları konusunda ikna etmek gerektiğinin önemini anladıklarını” yazmış ve “Türkiye’nin başını daha çok ağrıtmak ve işini zorlaştırmak için yeni mülteci krizini Putin’in kasıtlı kışkırttığını” vurgulamıştı.

 

                                    Şiir

Beklenen dindar kahraman, işte geldi; bu sandık

Meğer halka tuzak imiş, demokratur o sandık

Medet Ya Rab, bu zilletten, esaretten usandık

Doğur hakikat güneşin, zulmet hüküm sürmesin!

  

BOP yolundaki gafiller, ülkemizi bölecek

Türkiyem parçalanırsa, hep gâvurlar gülecek

Ya İslam dirilecektir, ya insanlık ölecek

Telef olur namus onur, kuduz soysuz ürmesin!..

 

Sn. Cumhurbaşkanı’nın:

“Suriye’de bir fiili durum oluşturulur mu? Olursa Türkiye ne yapabilir?” Yakın mesai arkadaşlarıma da söyledim. Döner dönmez, dar kapsamlı bir güvenlik toplantısı yapılmalı. Hassas konularımızı orada değerlendireceğiz. Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyordum. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu söylemediler. Birileri de gizli kulisler yaptılar. O insanların kimler olduğunu sizler araştırır bulursunuz. 1 Mart tezkeresinde Türkiye Irak’ta olsaydı Irak’ın durumu böyle olmazdı. Çıkacak netice Türkiye’yi masaya getirecekti. O zaman Bush, benle yaptığı görüşmelerde bir ricada bulundu. Ama maalesef biz kendi arkadaşlarımızın yanlışıyla baş başa kaldık. Sonra başbakan oldum, tekrar ricada bulundu ve tezkere geçti. O zaman da Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimiz oraya girmemizi istemediler. Biz de dedik ki istenmediğimiz yere girmeyiz. Ufku görmek çok önemli. Şimdi Suriye’de de, bu iş ancak bir yere kadar böyle gider. Hassasiyetlerimizi Türkiye olarak korumak zorundayız. Bu hava sahası, aynı zamanda NATO hava sahasıdır. Onlar da gerekli adımları atmak durumundadır. Bunlar aynı zamanda herkes için bir test niteliği taşıyor… “Türkiye ani bir hareketle karşı karşıya kalabilir mi; böyle bir fiili duruma karşı neler yapılabilir?” Bu tür şeyler konuşulmaz, gerektiğinde gereken neyse yapılır. Şu anda biz bütün güvenlik güçlerimizle, her şeyimizle tüm ihtimallere karşı hazır durumdayız. Kimsenin endişesi olmasın… “Bir Suriye tezkeresi gündeme gelir mi?” Ülkemize yönelik tehditlere karşı Silahlı Kuvvetlerimiz her türlü yetkiye zaten sahip durumda. Ulusal güvenliğimiz açısından bir sıkıntı yok. “Suriye’de çözüm için tarih vermek mümkün mü?” Bu işlerin tarihi olmaz. Nitekim Suriye krizinde de çok farklı şeyler düşünülüyordu, ama olay hâlihazırda beş yılı aşmış vaziyette…”Türkiye bu konuda tek başına bir şey yapmayı da düşünebilir mi?” Meseleyi uluslararası toplumla birlikte, ittifaklar ile götürme gayretindeyiz. Ulusal güvenliğimize yönelik tüm tehditlere karşı teyakkuz halinde olmak, gerekeni yapmak durumundayız. Gelişmeleri yakinen takip ediyoruz” ifadeleri neyin itirafıydı?[2]

Peki bu itiraflardan sonra “Ben miyim ortağın, Kobani’deki teröristler mi?” sorusu şaşkınlık mıydı, hedef şaşırtma mıydı?

“PYD, YPG terör örgütüdür. PKK ne ise PYD odur. Bunu bütün uluslararası örgütlere taşıyacağız. Taşımadığımız her an bizim için kayıptır. Terör örgütü olarak ilan edilmesi için adımlar atılmazsa, geç kalırız. Ve bakın, Biden yanında bir yardımcısı ile geldi. Obama’nın yanında da adı geçen bir ulusal güvenlik temsilcisi. Cenevre temsilcilerinin olduğu dönemde PYD gelemiyor, o kalkıyor Kobani’ye gidiyor. Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz bunlara nasıl güveneceğiz. Ben miyim senin ortağın yoksa Kobani’deki teröristler mi? diye soran Cumhurbaşkanına ABD hemen ve küstahça bir yanıt yollamıştı:

İşte ABD’den Erdoğan’ın çıkışlarına inat YPG açıklaması!

ABD’nin Sn. Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışlarının hemen ardından; “PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin askeri kanadı YPG’yi terörist örgüt olarak görmediklerini ve YPG’yi desteklemeyi sürdüreceğini” açıklaması tam bir küstahlıktı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, başkent Washington’da düzenlediği basın toplantısında, YPG ile ilgili kendisine yöneltilen soruları yanıtlarken, “Türkiye’nin YPG’yi terörist olarak gördüğünü bildiklerini, ancak ABD’nin YPG’yi terörist olarak görmediğini” açıklaması, Sn. Erdoğan’ın çıkışlarını ciddiye almadıklarının ispatıydı. Yoksa Sn. Erdoğan’ın bu kurusıkı çıkışları, İsrail’le olan yakınlaşmayı meşrulaştırma ve masumlaştırma kılıfı mıydı?

Çünkü Türkiye ile İsrail arasında Mavi Marmara saldırısı ile başlayan krizde çözüm için flaş gelişmeler yaşanmaktaydı. Haaretz gazetesi, Türkiye ile İsrail arasında İsviçre’de yeni bir görüşmenin planlandığını ve yapıldığını yazmıştı. Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun daha önceden planlanan şekilde Cenevre’ye gittiği anlaşılmıştı.

Şimdi herkes biliyor ki derin ABD Yahudi Lobilerinin kontrolü altındaydı. Öyle ise bir yandan İsrail’le sıkı fıkı ilişkiler kurarken, öte tarafta ABD’ye atıp tutmak, halkımızı kandırmaktan başka ne anlam taşırdı?

Tam bu sırada Suriye ordusunun Nusaybin’in karşısındaki Kamışlı’da bulunan PYD’nin askeri kanadı YPG’ye dört uçak dolusu silah ve mühimmat gönderdiği de ortaya çıkmıştı.

İran’ın yarı resmi Fars Haber Ajansı, Suriye ordusunun Nusaybin’in karşısındaki Kamışlı’da bulunan YPG birliklerine dört uçak dolusu silah ve mühimmat yardımı gönderdiğini açıklamıştı. Haberini YPG’nin başını çektiği Suriye Kürt Muhalif Gruplar Koordinasyon Konseyi’ne dayandıran ajans, “YPG’ye silah ve mühimmat taşıyan Suriye ordusuna ait dört askeri uçak Haseke eyaletindeki Kamışlı Havaalanı’na indi” diye yazmıştı. Yani hem Amerika, hem Avrupa, hem Rusya, hem İran, hem de Suriye rejimi Türkiye’ye karşı PYD’nin arkasındaydı.

Sn. Bila şu sonuca varmıştı:

“Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’la altı gün süren Latin Amerika ziyareti boyunca yaptığımız konuşmalardan çıkardığım sonucu şöyle özetleyebilirim: “Türkiye, Kuzey Irak gibi bir ‘Kuzey Suriye’ oluşturulmasına engel olmaya kararlı. Böyle bir gelişmeye seyirci kalmayacak. Askeri seçenek de dahil her türlü önlemi alacaktı.” Erdoğan seyahatin sonunda 1 Mart tezkeresine atıf yaparak Türkiye’nin alacağı tutumu daha da netleştirmeye çalışmıştı. Türkiye’nin ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle birlikte kuzeyden Irak’a girmesini öngören 1 Mart tezkeresinin Meclis’te reddedilmesiyle büyük hata yapıldığını vurguladı. “1 Mart tezkeresi geçseydi ve Türkiye Irak’ta olsaydı, Irak böyle olmazdı” yorumunu yaptıktan sonra, “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyorum” diyerek, tehdidin büyümesi halinde Ankara’nın alacağı tutumla ilgili çok önemli bir mesaj aktarmıştı.”

Sn. Erdoğan da, Obama’ya şakadan tokat atacak mıydı?

Hatırlarsanız Amerika’nın Karaoğlan’ı Obama, Erdoğan’la görüşürken masa altından beyzbol sopası sallamıştı. Clinton’un resmi karısı Hillary, Davutoğlu’na çak-çak yapmıştı. Sonra Obama gel-gel işaretiyle ayağına çağırmış sırtını sıvazlamıştı. En sonunda da Siyonist John Kerry, Dışişleri’nin gizli mimarı Sinirlioğlu’nun suratına şakadan yumruk atmıştı. Bizimki de hiç sinirlenmeyip gayet memnun kalmıştı. Yandaş manda basınına göre bu “Amerikan usulü şakaymış!” Hadi ordan (omurgasızlar, mayasızlar!). Hani şu NATO solcusu – ulusalcısı – milliyetçisi – Kemalist’i “Bunlar Amerikancı” deyip dururlar ya! Bunların ulusal kahramanı Karaoğlan Ecevit’in, Clinton’a karşı “suçlu öğrenci” görüntüsünü de hatırlatmak lazımdı. Bunların hepsi TBMM kürsüsünden, “Bana ne Amerika’dan” diye Cumhuriyetimizin şerefini kurtaran Erbakan’a hıyanet ve hakaretleri ölçüsünde Amerika’dan aferin almış, iktidarı dört gözle bekliyor, Sn. Erdoğan da Obama’ya böyle şakadan tokat atıp bu sahtekârlıklarını hatırlatacak mıydı? diye soran Milli Gazete’den Ahmet Yavuz 10 sayfalık bir makale konusunu birkaç satıra ve soruya sığdırmayı başarmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Irak’taki hataya Suriye’de düşmek istemiyorum” diyerek herhalde 1 Mart tezkeresi kabul edilip Meclis’ten geçseydi ve Türkiye Irak’a girseydi Irak’taki durumun bugün çok daha farklı olacağını söylemeye çalışmıştı. Peki, Suriye olayında işin tam göbeğinde olmamızın bize bir şey kazandırdığı var mıydı? Suriye konusunda vakti zamanında bize gaz veren çevrelerin tamamına yakını bugün Esad ile açık veya dolaylı işbirliği içinde olmalarını bu muhteremler nasıl yorumlayacaktı? Oysa dış politika konusunda bir karar alınırken kılı kırk yarmak ve bin bir türlü ihtimali akıldan çıkarmamak lazımdı. Yıllar önce 1 Mart tezkeresi kabul edilmiş olsa ve Türkiye Irak’a girmiş olsaydı bugün durum sanıldığı gibi çok mu farklı olacaktı, yoksa başımız daha mı çok ağrıyacaktı?

Bu sıralar şu ayeti kerimenin sıkça okunması zamanıydı: “(Allah’ım) İçimizdeki beyinsiz (sefih)lerin yaptıkları yüzünden (topyekûn) bizi helak edecek misin?” (Araf: 155)

Siyonist patronların “Büyük Savaş!” hazırlığına, hangi piyonlar taşeronluk yapmaktaydı?

Yahudi asıllı Tümgeneral Anders Brannstrom İsveç Kara Kuvvetleri’nin başındaki komutandı. 1957 yılında din adamı olan babasının görevi nedeniyle ABD’nin Michigan eyaletinde doğmuş, askeri eğitimini ağırlıklı olarak Almanya’da almış, Avrupa’nın yaşadığı Bosna-Hersek ve Kosova savaşlarında İsveç Barış Gücü birliklerinin komutanlığını yapmış, nice mel’anet ve mezalimlere imza atmıştı. İsveç, 200 yıldır savaşmamıştı, ama silah sanayisi en gelişmiş ülkelerin başında yer almaktaydı. General Brannstrom’u, şaşırtıcı iddiaları bir askeri tatbikat öncesinde kendi kurmaylarına yazdığı bir “iç talimat”tan kaynaklanmıştı. Yahudi asıllı İsveçli General’in broşür olarak hazırladığı bu iç yazışmayı, İsveç devletinin tüm sivil birimlerine ve ülkenin önde gelen akademisyenleri ile siyasetçilerine ulaştırması da işin enteresan yanıydı.

‘Birkaç yıl içinde savaşa hazır olun!..’ uyarısı…

Brannstrom yazısında, İsveç’in şu anda yaşamakta olduğu sıkıntıları ve genel olarak Avrupa’da tırmanan siyasi/askeri istikrarsızlığı değerlendirdikten sonra şunları hatırlatmıştı: “Yaşanılan küresel sorunlar ve siyasetçilerin almakta oldukları kararlar, bizim, önümüzdeki birkaç yıl içinde bir savaşa mecbur kalacağımızın kanıtıdır! Tüm değerlendirmeler güçlü bir düşmana karşı savaş kabiliyetimizi en yüksek düzeye çekmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu yeni stratejik değerlendirme çerçevesinde savaş hatlarımızı çizmek ve İsveç’i düşmana karşı korumak gerektiği açıktır.” General, herkesin eline geçmesini sağladığı bu broşürle de yetinmeyip İsveç’in en büyük gazetesi Aftonbladet’in de uyarısıyla ilgili sorularını yanıtlamıştı. “Savaş uyarısı ihtiyacının, DAEŞ’in Avrupa’da artan İslamcı terör saldırılarının ve Ukrayna’da yaşanılan istikrarsızlığın Avrupa’yı ‘geniş çaplı ve yıkıcı gücü çok yüksek’ bir hesaplaşmaya yol açacağını” vurgulamıştı. “Bu gelişmeleri, 1930’ların dünyasına benzetmek uygun bir yaklaşımdır. Büyük belirsizliklerin yol açtığı sorunlar ve bunlara bağlı siyasi kararlar, büyük bir savaşın tetikçisi olacaktır. 2’nci Dünya Savaşı’na girmemeyi başardık ama bu kez yaşanacak savaşa girmeyeceğimizin hiçbir garantisi bulunmamaktadır” diyen İsveç KK Komutanı’nın açıklamaları ile Suriye krizini birlikte değerlendirmek lazımdır.

Suriyeli Ortadoğu Uzmanı’nın: “Rusya ve Türkiye’yi ABD kışkırttı” açıklaması!

Suriyeli uzman Hasan el Huri, Rusya ve Türkiye arasında yaşanan diplomatik ve ticari kriz hakkında önemli açıklamalar yapmıştı. Huri, Rusya ve Türkiye’nin arasının açılmasının nedeni olarak ABD’yi suçlamıştı. Suriyeli stratejist Hasan el Huri, Rossiya-1 kanalında katıldığı canlı yayın programında ABD’nin Rusya ve Türkiye’yi kafa kafaya getirmeye çalıştığını belirterek, Moskova ve Ankara’yı ittifak kurmaya çağırmıştı.

Milliyet yazarı Nihat Ali Özcan, Vladimir Putin’in intikam planını ve PKK’nın bu oyundaki rolünü şöyle yazmıştı:

“Rusya’nın düşürülen uçağının intikamını almak ve Türkiye’yi Suriye topraklarına çekmek için elinden geleni yapmaktadır. Rusya Türkiye’yi tek başına Suriye’de askeri harekâta mecbur bıraktığında amacına yaklaşmış olacaktır. Nitekim Rus Hava Kuvvetleri Suriye’deki harekâtını yoğunlaştırarak binlerce mülteciyi Türkiye sınırına doğru sürerken bunu hesaplamıştır. Öte yandan, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupları yok olmanın eşiğine getirerek, Türkiye’yi fiili müdahaleye mecbur edebileceğini hesaplamaktadır.

Oysa Türkiye’nin Suriye’ye asker sokması İran ve Rusya’ya da savaş ilanıydı. Hükümete yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün: “Suriye’deki örgütler üzerinden taşeron savaşı biterken devletler savaşına yayılıyor, Türkiye, Suriye’de savaşan Rusya ve İran’ı kızdıracak bir hamleye hazırlanıyor” algısı oluşturan yazısı kafaları karıştırmıştı.

Erbakan Hoca Putin’i hayra ve barışa yönlendirirken, bunlar savaşa zorlayacak kadar akıl fukarasıdır!

Bütün Partileri kapattırılan Rahmetli Erbakan Hoca, Rusya’da bile parti kurdurmuş, kapatılan Refah Partisi ile aynı adı taşıyan Refah Hareketi, seçimlerde Putin’in partisi ile ittifak yapmıştı. 14 Ağustos 2000 tarihli Hürriyet’in haberine göre RP kapatılmadan önce kurulan Rusya’nın Refah Hareketi, Erbakan Hoca’yla yakın bir ilişki halinde bulunmaktaydı. 26 bin üyesi bulunan ve ağırlıkla Rusya’daki Türklerden oluşan partinin başkanlığını, Abdülvahit Niyazov yapmaktaydı. Partinin yetkililerinin sık sık yaptıkları ziyaretlerin yanı sıra, Başkan Niyazov da Türkiye’ye gelerek Erbakan’la irtibat kurmaktaydı. Niyazov, başta Erbakan olmak üzere FP Genel Başkanı Recai Kutan, İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan ve FP’nin önde gelen isimleriyle görüşmelerde bulunmuşlardı. Niyazov’a Türkiye ziyareti sırasında İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın eşlik ettiği anlaşılmıştı.

Refah Hareketi, Rusya Parlamentosu Duma’ya milletvekili sokabilmek amacıyla izleyeceği stratejiyi kararlaştırmak için, Rusya’da son yapılan seçimler öncesinde yetkilileri aracılığıyla Erbakan’dan görüş almıştı. Erbakan, Refah Hareketi’ne, ‘‘Komünistlerle ve faşistlerle işbirliği yapmayın. Komünist Partiden ve Jirinovski’nin partisinde hayır aramayın. Ya Putin’in partisi ile ya da merkezdeki partilerle işbirliği yapın. Öncelikle Putin’in partisiyle ittifakı zorlayın’’ mesajını yollamıştı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in partisi ile seçime giren Refah Hareketi, Duma’da temsil fırsatı yakalamış Putin ve partisi ile yakın işbirliğine başlamıştı.[3]

Abdülvahit Niyazov Tatar asıllı alim bir Zattı…

Rusya Müftüler Konseyi’nin sosyal kanadının Başkanı olan Niyazov, Rusya İslam Kültür Merkezi Başkanıdır. Abdülvahit Niyazov, 23 Nisan 1969’da Omsk şehrinde dünyaya gelmiştir ve Tatar asıllıdır. Rusya Devlet Sosyal Bilimler Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olmuştur. RF Cumhurbaşkanı’na bağlı Rusya Kamu Hizmeti Akademisi’nden ikinci lisans diplomasını almıştır. 1991 yılından itibaren Rusya Müftüler Konseyi’nin sosyal kanadının Başkanı ve Rusya İslam Kültür Merkezi Başkanı olarak görev yapmıştır. 1994 yılının Şubat ayından itibaren Rusya Müslümanlarının Dinî İdaresi Yüksek Koordinasyon Merkezi Yönetim Kurulu Başkan Vekilliğine atanmıştır. 1995 yılının Mayıs ayından itibaren Rusya Müslümanlar Konseyi Eşbaşkanıdır. 1998 yılının sonbaharında Refah adlı siyasî ve sosyal hareketin Başkanı olmuşlardır. 19 Aralık 1999’da Birlik (Ayı) blokundan RF Federal Meclisi Devlet Duması milletvekili seçilmiş ve Duma İşlerini Düzenleme Kurulu Başkan Vekilliği yapmıştır. 2001 yılının Mayıs ayından beri Avrasya Partisi – Rusya Vatanseverler İttifakı”nın Siyasi Konseyi Başkanlığına taşınmıştır. 2005 yılının Ağustosundan beri Avrupa Müslümanları Konseyi Başkan Vekilliği görevinde bulunmaktadır.

Türkiye’nin içişlerine karışmak istemediklerini söyleyen Refah Partisi lideri Abdülvahit Niyazov, “Türk demokrasisinde anlayamadığımız şeyler var. Türk geleneklerine uygun giyinen bir Hanım parlamentoya alınmıyor. Ama, Antalya’daki plajlarda Türk kadınları yarı çıplak güneşleniyor. Demokrasi bu mu?” diye uyarmıştı.

Rusya Parlamentosu Duma’da 12 üyeyle temsil edilen Refah Partisi, bazı haberlere göre, Milli Güvenlik Kurulu’nun son toplantısında gündeme taşınmış ve Türkiye’deki radikal dincilere yardım veren yabancı örgütler arasında sayılmaya kalkışılmıştı. “Türkiye’de bizi iyi tanımıyorlar” diyen Niyazov, bu suçlamayı reddederken kendilerini şöyle tanımlamıştı: “Partimizle ilgili söylentiler herhâlde geçmişte Refah, şimdi de Fazilet’le olan ilişkilerimizden kaynaklanıyor. Amerika ve NATO yanlısı lobinin Türkiye’de İslam’ın yeniden doğuşuna nasıl baktığını biliyoruz. Ancak bu böyle sürmeyecek, Türk halkı kendi önceliklerini belirleyecek olgunlukta ve duyarlılıktadır.” Niyazov, kendisiyle bir kaç kez görüştüklerini belirttiği Necmettin Erbakan’dan da övgüyle söz ederken, “Sayın Erbakan Rusya’daki Refah hareketine, bir öğretmenin öğrencilerine davrandığı gibi yaklaşmış ve bizi eğitip hazırlamıştır. Kanımızca Necmettin Bey, İslam dünyasının gelecekteki imajını bugünden oluşturan yüksek ve örnek şahsiyettir.”[4]

İşte Erbakan Irkçı emperyalizme (Siyonizm’e) karşı böylesine akılcı ve sonuç alıcı girişimlerde bulunurken, Milli Görüş gömleğini (kimliğini) çıkaranlar ise dış güçlerin kışkırtmasıyla Rusya ve Putin’i karşılarına almışlardı. İşte Ergün Diler’in itirafları:

“Kaç zamandır kayıp olan Amerikalı dostumla nihayet iletişim kurabildik. Her taşın altında eli var gibi. Türkiye ve bölge karışık… Yani içeride ve dışarıda bazı eller devrede. Durum böyle olunca “Beyaz Saray, Pentagon ve CIA ne düşünüyor?” diye merak edilmekteydi” dediği ve “Beyaz Saray’ı avucunda tutan dostum” diye nitelediği Siyonist Stratejist, yalaka ve kiralık yazar Ergün Diler’e neler aktarmıştı:

“Rus uçağı düşürdüğünüzü duyduğumda “Aman tanrım!” dedim. “Türkler çıldırdı!” diye aklımdan geçirdim. Rus uçağı ancak Hollywood filmlerinde düşürülürdü. Yanlışlıkla düşürdüğünüzü açıklayan bir diplomatik mesaj bekledim. Hayır, tam tersine gerekirse bir daha düşüreceğinizi belirten açıklamalar geldi…. Başkan Erdoğan, hem Başkan Putin’le hem de Başkan Obama ile çok iyiydi. Bu olay Erdoğan-Putin dostluğunu bitirdi. Bence çok ama çok önemli bir gelişmeydi, çünkü uçak Amerika’nın yani bizimkilerin baskısıyla düşürülmüştü! Amerika, Putin’i uluslararası arenada test etti. Düşürdüğünüz uçak, bunun ilk aşamadaki testiydi. Gerçekten de beni bile şaşırtan neticeler gözlemlendi. Putin, bu duruma karşılık veremedi. Oysa büyük devletler gücünün test edilmesinden hazzetmezdi. Putin halâ çok büyük bir lider, kabul ediyorum ama Türkiye’ye gösterişli bir cevap vermesi gerekirdi, veremedi…. Putin, Esad üzerinden Türkiye’ye hamle yapmayı seçti. Rus uçağını düşürdüğünüze en çok sevinen Esad idi. Yeni yılını kutladığım Esad, açık açık “Türkiye beni kurtardı” dedi. Daha önce de söyledim, Esad aslında bitmişti, şimdi tekrar ona bir can verdiniz.”[5]

Milli Çözüm Dergisi olarak “Sürekli kışkırtılan Rusya’nın Suriye hedefinin ortaya çıktığını, 11 Şubat’ta Almanya Münih’te yapılması planlanan Suriye toplantısına kadar Rusya’nın Halep’i kuşatacağının anlaşıldığını” yazmış, ama komplo teorisi üretmekle suçlanmıştık.

Suriye’deki mülteci dalgasını önlemek için kapalı danışma toplantısı gerçekleştiren BM Güvenlik Konseyi sonuç alınamadan dağılmıştı. Çünkü asıl hedef yeni mülteci akınıyla Türkiye’yi sıkıntıya sokmaktı. Rusya lideri Vladimir Putin’in hedefi ise Esad güçlerine gönderdiği son model T-90 tanklarıyla 11 Şubat tarihinde Münih’te yapılacak Suriye görüşmelerine kadar bir kısmı muhaliflerin elinde olan Halep’in düşmesini sağlamaktı.

Tam da bu sırada terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD Rusya’nın başkenti Moskova’da temsilcilik açmıştı. Temsilcilikte bulunan bir harita bunların niyetini ortaya koymaktaydı.

Moskova’da PYD’nin açtığı temsilcilikte bulunan bu haritada Türkiye’nin doğu kısmını da içine alarak işaretlenen bölge Kürt bölgesi olarak yansıtılmıştı. “Batı Kürdistan Temsilciliği” adıyla tanıtılan ofisin, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye sınır olan ve PYD tarafından “Cezire”, “Kobani” ve “Afrin” “kantonları” olarak adlandırılan bölgeleri temsil ettiği açıklanmıştı. Açılışa, HDP Diyarbakır Milletvekili Feleknas Uca, PYD’nin Rusya temsilcisi Abdussalam Ali ve “Suriye Kürtleri Avrupa ve ABD Temsilcisi” olarak tanıtılan Senam Muhammed katılmıştı.

“PYD’nin, PKK’nın Suriye kolu olduğunu halâ bilmeyen var mıydı? Bu konudaki tartışmanın ne kadar abes olduğunu anlamayan kalmış mıydı? Hangi zeminde tartışırsanız tartışın, bu iki örgütün aynı merkezden yönetildiğini, silahlı unsurlarının aynı olduğunu, Kobani’de savaşanlarla Cizre’de savaşanların aynı insanlar olduklarını, aynı hıyanetin parçası olduklarını kavrayamayan var mıydı? Kuzey Suriye koridoru projesiyle Türkiye’nin güneydoğu bölgelerindeki işgal girişiminin tek merkezden yönetildiğini, bu koridor haritasının bir süre sonra sınırın Türkiye tarafında da oluşturulacağını hâlâ fark etmeyen çıkar mıydı? Ne yani, biz aptal mıyız! Bir sahtekârlık üzerinden, bir riyakârlık üzerinden, bir kirli kampanya üzerinden zihinleri bulandırıp Türkiye’yi oyalamak, milletin kafasını karıştırmak, bir belirsizlik ortamı üretip puslu havada harita çalışması yapmak ve hepimizi aptal yerine koymak nasıl da küçültücü, aşağılayıcı bir tavırdı!”[6] diye soran AKP yalakası ve Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül’e sormak lazımdı: PKK ve PYD’nin Türkiye temsilcisi olan HDP’yi halâ meşru ve demokratik muhatap kabul eden AKP iktidarı ve yandaşları akıl fukarası mıydı, yoksa milleti mi aldatmaktaydı?

“Türkiye Suriye’ye askeri müdahale etmeli” diyen Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, bu girişimin kime yarayacağının veya kimlerin tezgâhladığının farkında mıydı?

Oysa, Davutoğlu’nun 10 maddelik Mardin Eylem Planı; Oslo’da, İmralı’da ve Dolmabahçe Mutabakatı’nda Siyonist odaklara verilen tavizlerin jelatinlenmiş özeti konumundaydı. Bu jelatinli kılıflar soyulduğunda geriye PKK’yla müzakere hazırlığının aslında eşkıya ile mütareke şartları olduğu anlaşılacaktır. Davutoğlu PKK’ya “Hendek kazacağına gelin Anayasa Komisyonu’na destek çıkın ve önerilerinizi aktarın” diyerek, ülkemizi silahla değil yeni anayasayla parçalama teklif ve talihsizliğinde bulunmuşlardır.

Numan Kurtulmuş’un çözüm süreci açıklamasını Yahudi Lobileri mi hazırlamıştı?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, CNN Türk’te Hakan Çelik’in canlı sunduğu programa katılmış; “Güneydoğu’daki operasyonlarla ilgili devletin İmralı ile görüşmeye devam edebileceğini” açıklamıştı. “HDP’nin siyasi varlığı Türkiye demokrasisi için önemlidir, şanstır” diyen Numan Kurtulmuş: “Sayın Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi devletin güvenlik birimleri, gerekirse İmralı ile görüşmeye başlayacaktır. Ama asıl olan, toplumun bütün kesimlerinin sürece dahil olmasıdır” sözleriyle PKK’nın sözcüsü gibi davranmıştı. Oysa Kurtulmuş’un “Türk demokrasisinin şansı” saydığı BDP’nin yuları PKK’nın elinde bulunmaktaydı. Evet Bingöl’de, PKK’dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan örgütün bombacısı ‘Şiwan’ kod adlı M.S.’nin verdiği bilgiler doğrultusunda, PKK/KCK’ya kuryelik yapan ve işbirliği içinde olan, aralarında HDP ve DBP’li ilçe eş başkanlarının da bulunduğu 5 kişi tutuklanmıştı.

Mardin’in Nusaybin ilçesinde konuşan Demirtaş, “Hendek ve barikatların kaldırılması için operasyonlara gerek olmadığını, Öcalan’ın tek bir mesajının PKK’yı durduracağını” açıklamıştı. Öyle ise İmralı’ya bel bağlayan AKP iktidarı neden Öcalan’ı devreye sokmayıp bunca katliam ve tahribata yol açmıştı?

“Çözüm Süreci” boyunca İmralı’da Abdullah Öcalan ile BDP’li ve HDP’lilerin gerçekleştirdikleri görüşme zabıtları, Almanya’da Mezopotamya Yayınları tarafından “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı notları)” adıyla kitaplaştırılmıştı. Kitabın 88. ve 89. sayfalarından. İmralı’da 24 Haziran 2013 tarihli görüşmenin zaptı vardı.

Öcalan kızgın bir üslûpla, Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’a hitaben şunları konuşmaktaydı:

“… Yüzyıllık sorunu çözmek kolay mı? Bakan’la görüşüp söyleyin, gerekirse elli yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun. Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşır deniliyor; evet, tabii ki öyle olacak. Amacımız bu yasadışılığı bitirmek değil midir? Bizi herhalde çocuk yerine koyuyorlar. Böyle yürümez, kör dövüş devam eder, yazık olur. Anlamıyorlar bunlar…. Geçmişten beri devlet bize yasallık için söz veriyordu. Ama yasa olmaz diyorlarsa aldatmaca vardır. Bu son tavrım da bundan dolayıdır. Kandil’dekiler aya mı gidecek, Endonezya’ya mı, Finlandiya’ya mı? Nereye gidecek? Böyle olursa tek biri bile silah bırakmaz… Ne yani, bizi Kandil’e toplayıp bir günde 300 uçak kaldırarak bir kerede yok mu edecekler? Örgütün dörtte üçü böyle gider mi diyorlar?.. Zaten yüzde 50 almışsın, daha ne istiyorsun? Bana da fazla yüklenmeyin. Doğru bir iş yaptım, ölümleri durdurduk. Daha ne yapalım? Kimsiniz, haşa Allah mısınız? Saygısızlık yapmasınlar, tahrik etmesinler…”

Kiralık yalaka Hüseyin Gülerce, sadece güce tapınmaktaydı!

“Aylardır, kahraman askerlerimiz ve güvenlik güçlerimiz Diyarbakır Sur’da ve Cizre’de ABD, AB ve Rusya destekli PKK’lı teröristlerle sokak sokak, ev ev çarpışmaktaydı. Türkiye, kendi vatandaşları olan Kürt halkının, ‘öz yönetim’ talebi için başlattığı direnişe, katliamla karşılık veren bir ülke’ konumuna düşürülmeye çalışılmış ve “Kürt halkı direniyor, Türkiye bu direnişi silahla, tankla, füze ile bastırıyor…” yaygarası koparılmıştı. 1128 akademisyenin bildirisini hatırlayınız, işte tuzağın şifreleri, bu müstemleke aydınlarının bildirisinde vardı. Türkiye’nin, kendi vatandaşlarına kıyım ve katliam yaptığı iddiasını vicdansızca, haince, yurt dışından bazı destekçileri ile dünyaya duyurmuşlar ve Türkiye’nin uluslararası sözleşmeleri çiğnediğini vurgulamışlardı. Türkiye’nin terör örgütü ile müzakere masasına oturmasını, Kürt siyasi hareketinin taleplerini yerine getirmek üzere bir yol haritası hazırlamasını ve müzakere masasında uluslararası gözlemcilerin bulunmasını şart koşmuşlardı. PKK teröründen, şehit asker ve polislerden, yakılan yıkılan okullardan ve camilerden hiç söz açmamış, “Barış istiyoruz” yalanı ile terörü ve teröristleri meşrulaştırmaya çalışmışlardı. Sur’u ve Cizre’yi doğru anlayabilmek için evvela, devlet ve millet olarak neyle karşı karşıya olduğumuzu iyi bilmeliyiz. Bölgemizde dost bildiklerimizin, başta İsrail, ABD’de ve AB gibi müttefik dediklerimizin, İran ve Suriye gibi komşularımızın da içinde olduğu örtülü bir savaşla karşı karşıyayız. Türkiye, oynanan oyunu, işin içine Birleşmiş Milletleri de sokarak vatan topraklarımızın bölünmesi planını Sur’da bozmak zorundaydı. Bu oyunun içinde Paralel Devlet yapılanması da vardı” diyen eski Fetullahçı Yeni Erdoğancı Hüseyin Gülerce, Sn. Davutoğlu’nun 10 maddelik planının tam da gavurların amacına hizmet edecek şartları hazırladığını niye hiç gündeme taşımamıştı.

Irak, Afganistan ve Suriye’de milyonlarca Müslüman’ı öldüren veya öldürten işgalci ABD, kendi katliam karnesi çok temizmiş gibi şimdi suç ortağı Rusya’ya çatmaktaydı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Rusya ile Esed rejiminin, Suriye’deki sivilleri bombalamayı derhâl durdurması gerektiğini açıklamıştı.

Rusya’nın oy kullandığı bu karara uygun hareket etmediğini vurgulamıştı. Kerry, “Şu açık ki Rusya, benim ‘öylesine, her yere bırakılan kör bomba’ diye nitelediğim bombaları kullanıyor. Bunlar hedefi belli bombalar değil ve sonuçta çok sayıda kadın ve çocuğun da aralarında yer aldığı siviller hayatlarını kaybediyorlar” şeklinde çıkışmıştı.

Doğru, ama İsrail’in BM’nin Filistin’le ilgili hiçbir kararına uyulmadığını bu Kerry’e (Kürtçe eşek demektir) kim hatırlatacaktı.

Oysa Amerika’nın, Rusya ve Batı’nın PYD’ye gönderdiği silahlar Sur’dan çıkmıştı. Yani teröristler emniyet güçlerimizi ABD ve Rus silahları ile vurmaktaydı. İstihbarat raporlarına yansıyan bilgi: PKK insansız hava araçları ile eylem hazırlığındaydı. En çok şehit vermemize yol açan silah ise ABD’nin PKK’ya hediyesi Zagros’lardı. Başta ABD olmak üzere Haçlı ittifakının Türkiye’ye dün olduğu gibi bugün de dost olmadığı sadece AKP gibi işbirlikçi iktidarların ısrarlı bir şekilde bunları dost saydığını artık anlamamız lazımdı.

PKK’nın kullandığı Zagros keskin nişancı tüfeğinin ABD yapımı olduğunu yazmamız bile yandaş münafıklara batmaktaydı!

Oysa, Zagros diye anılan ve PKK tarafından kullanılan keskin nişancı tüfeğinin Amerikan Ordusu tarafından PYD ve YPG güçlerine Suriye’de kullanmak için verildiği ortaya çıkmıştı. Yani Türk askerleri müttefikinin silahı ile vurulmaktaydı. E. Terörle Mücadele Koordinatörü Orgeneral Edip Başer’in: “PKK’ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD’nin… ABD’yle dokuz defa toplantı yaptık. En son, Beyaz Saray’da Başkanın Güvenlik Başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik… PKK’ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim. Biz halâ ‘Amerika bizim dostumuz’ diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye’ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD’deki muhatabım Orgeneral Ralston’a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!” itiraflarını hatırlatmak lazımdı!

Murat Karayılan’la röportaj yapmak üzere Kandil’e gelen İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy’un “Kandil Dağında spotlarla aydınlatması olan bir helikopter pisti var. Irak’ta görev yapan bazı Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil’e gelerek, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor. ABD hükümetinin Irak’ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de, Kandil’deki kamplarda park halinde duruyor” sözlerini bu yandaş ve yalaka yazarlar hiç okumamışlar mıydı?

Sokağa çıkma yasağının devam ettiği Cizre’ye girmek isterken engellenen HDP milletvekili Ferhat Encü, aracını askerlerin üzerine sürecek kadar azgınlaşmıştı. Cenevre toplantısının başladığı gün, PYD Eş Bakanı Salih Müslim’in, BM temsilcisi Mistura’nın özel ekibiyle gizlice bir araya geldikleri ortaya çıkmıştı. PYD heyeti, BM temsilcisi Mistura’ya Türkiye’nin kendilerinin davetine nasıl engel olabildiğini sormuş ve “Türkiye bu kadar güçlü bir ülke mi?” diyerek küstahlaşmıştı.

İstihbarat birimleri, eylemlerini yoğunlaştıran terör örgütü PKK’nın önümüzdeki dönemde Drone’ları kullanarak eylem yapmayı hedeflediğini saptamıştı. Bu gelişmiş teknolojileri PKK’ya sağlayan ise ABD; İsrail, AB ülkeleri ve Rusya’ydı.

Devletin üst yönetimi için hazırlanan istihbarat raporlarında, PKK’nın havadan görüntü almak amacıyla geliştirilen ve son dönemde büyük rağbet gören Drone’ları kullanmayı hedeflediği bilgisi aktarılmıştı.

“Bugün Cizre’de, Silopi’de, Sur’da PKK’nın uyguladığı bütün yöntemler İsrail planıdır. İsrail’in onları bu hendek savaşına hazırladığı apaçık ortaya çıkmıştır. PKK’nın Cizre’de bir mahalledeki özel karargâh eve girilmesin diye çok büyük hassasiyeti olduğu anlaşılmıştır. Orada Amerikalı ve İsrailli özel kuvvet komutanlarının olduğu konuşulmaktadır. Dolayısıyla Türkiye bugün dolaylı da olsa Amerika ve İsrail’le büyük bir mücadele içine girmiş durumdadır. Bu savaşın boyutunu basit bir PKK terör örgütüyle sınırlamak yanlıştır. Türkiye artık emperyalizmle ve Siyonizm’le çarpışmaktadır. Bunu görmemiz ve ona göre hareket etmemiz lazımdır” iddiaları üzerinde niye ciddiyetle durulmamıştır.

Joe Biden, Türkiye’den ayrıldıktan sonra İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’yu arayarak Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşma süreci hakkında bilgi almış, kendisi de Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret ile ilgili bilgi aktarmıştı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre Biden, Güney Kıbrıs lideri Nicos Anastasiades’i de arayarak İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de hayata geçirmek istediği doğalgaz ve elektrik hattı projelerini anlatmıştı. Biden’e göre PYD Amerika’nın karadaki silahlı kanadıydı, IŞİD’e karşı kullandıkları yeni kuklalardı. Kimi konularda yüksek sesli olarak Türkiye’yi uyardığı da açıktı. Barak Obama özel temsilcisi Bret McGurk’u Suriye’ye yollamış, Kobani’de temaslarda bulunmuşlardı. Ajansın bilgisine göre PKK’nın kontrolündeki PYD ile görüşmeler yapmıştı. Artık Suriye’de Beşar Esad’ın yerinde kalacağı, ülkedeki bir bölgenin kendisine bırakılacağı anlaşılmış bulunmaktaydı. İsrail’in bölgeye ilişkin yeni bir sürece girildiğini açıklaması da anlamlıydı.

Siyonist güçler Şii-Sünni diye Müslümanları çarpıştıracaktı!

Suudi Arabistan IŞİD’e karşı kurulan koalisyona kara kuvvetleriyle katılmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Yemen’deki Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Koalisyonu sözcüsü Tuğgeneral Ahmed Asseri, Al-Arabiya kanalına verdiği röportajda: “Krallık (Suudi Arabistan) Koalisyon’un Suriye’de (IŞİD’e karşı) düzenleyeceği her türlü kara operasyonuna katılmaya hazırdır” diye horozlanmıştı.

İran ise şu açıklamayı yapmıştı: Fars Haber Ajansına göre, İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi Tahran’da İslami Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen bir programda konuşarak: 5 ülkede İran’la ortak hedeflere sahip 200 bine yakın silahlı gencin hazır olduğunu ve bölgede yaşananların Mehdi’nin gelişine zemin hazırladığını açıklamıştı.

Şimdi Allah rızası için söyleyin; Türkiye’nin asıl talihsizliği (veya tehlikesi) iktidardaki akılsızlar mıydı, yoksa malum ve açık düşmanlar ve dış odaklar mıydı?

 


[1] 7 Şubat 2016, Milliyet Manşeti

[2] Bak: Fikret Bila, Milliyet, 7 Şubat 2016

[3] 14 Ağustos 2000, Hürriyet

[4] Bak: Cenk Başlamış Moskova, 16.09.2000, Milliyet

[5] 09 Şubat 2016, Takvim, Kaos planı

[6] 10.02.2016, Yeni Şafak

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx