YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664998e267a5e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 5529
Dün : 23538
Bu ay : 390966
Geçen ay : 737322
Toplam : 23907252
IP'niz : 3.144.150.112

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

İktidar Afrin’deki askeri zaferi, diplomatik hezimete çevirirse bunun altından kalkamazdı!

ABD’li tümgeneral, bir sürü medya mensubuyla, TSK’nın harekât başlattığı Afrin’e çok yakın Münbiç’teki PYD eşkıyalarını ziyarete gidip, terörist elebaşlarıyla kucaklaşmış, onlarla birlikte nöbete katılmış ve bu küstah pozları dünya televizyonlarında yayınlamıştı. Tam bu sırada Deyrizor’daki Suriye’nin petrol kuyuları civarındaki PYD kamplarını bombalayan Esad güçlerini ilk defa doğrudan hedef alan ABD uçakları, yaptıkları saldırılarda onlarca masum insanın katledilmesine yol açmışlardı. Bu sırada IŞİD’le mücadele koalisyonunun en üst düzey ABD’li komutanı Korgeneral Paul E. Funk, ABD birliklerinin Türkiye’nin itirazlarına rağmen Münbiç’te kalacağını açıklamıştı. ‘Türkiye’nin tehditlerinden çekinip çekinmediğine’ yönelik soruya “Endişelenmiyorum.” yanıtını veren Funk, Türkiye’ye yönelik olarak “Bizi vurursanız agresif karşılık veririz.” tehdidini savurmuşlardı.

Associated Press’in (AP) haberine göre, Münbiç’teki ABD askerlerini ve Kürt ve Arap savaşçılardan oluşan Münbiç Askeri Konseyi’ni ziyareti sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Korgeneral Funk, “Biz IŞİD’in kalıcı yenilgisinin sürmesini sağlama alma amacıyla bu bölgedeyiz.” yalanına sığınmıştı. Türkiye’nin terör örgütü olarak saydığı YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Menbiç’i IŞİD’den 2016 yılında kurtarmıştı. Sınır kasabasının örgütten alınmasından sonra bölgeye askerlerini konuşlandıran ABD, sıklıkla bölgede devriye görevi yapmaktaydı. Ancak Afrin’e yönelik askeri harekât başlatan ve sırada Münbiç’in olduğunu belirten Türkiye ile DSG’yi destekleyen NATO müttefiki ABD arasındaki gerginlik giderek yükselmeye başlamıştı. Daha önce ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel de ABD askerlerinin Suriye’nin kuzeyindeki stratejik öneme sahip Münbiç bölgesinden çekilmeyeceklerini açıklamıştı.

ABD’li Generalin küstahlığı!

Suriye, Münbiç ilçesinin kırsalına doğru yola çıkan, Amerikan Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı bir askeri konvoy, PKK’nın Suriye kolu YPG’lilerin mevzilerine ulaşmıştı. General Paul Funk, IŞİD Karşıtı Koalisyonun komutanıydı. Arkasında sadece asker değil, Irak savaşı sonrasında gazetecilik literatürüne “embedded/iliştirilmiş gazeteci” olarak giren bir grup basın mensubu da vardı. Geldikleri üs bölgesinin bir kilometre kuzeyinde de Özgür Suriye Ordusu’nun siperleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri vardı. Amerikalı bir gazeteci, cephe kıyafetiyle, kaskıyla karşısında duran General Funk’a: “Sizi kaygılandıran şey nedir?” diye sormuşlardı. Generalden tek kelimelik bir cevap çıkmıştı: Miscalculation (Yanlış hesap. Yani Türkiye belasını arıyor!..) Gazeteci: “Haftanın üç-dört günü, bir NATO müttefikinin (Türkiye’yi kastediyor) desteklediği bir grup size ateş ediyor. Bu bizarre (tuhaf) değil mi?” diye sorunca, bu sefer General Funk, “Evet siz söylediniz, tuhaf.” diyerek Amerikalı gazeteciyi onaylamıştı… Zaten haberi yapan muhabir de General Funk’ın bu ziyaretini “Bir yere gitmiyoruz, Menbiç’teyiz” mesajı diye yorumlamıştı. Ancak, ziyaretin zamanlamasında ve General Funk’ın cümlelerinin satır aralarında da başka detaylar vardı. Zamanlama açısından, ziyaretin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye yaptığı “Münbiç’i boşaltın” çağrısının hemen ardından yapıldığı dikkatlerden kaçmamıştı. Aynı zamanda da ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile Başkan Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster’ın Ankara ziyareti öncesinde bunlar yaşanmıştı.

ABD Savunma Bakanı Mattis, Türkiye’ye gelmeden önce Münbiç konusunda Türkiye’nin baskılarının devam ettiğini ancak şu anda herhangi bir durum değişikliği olmadığını hatırlatmıştı. Mattis ayrıca, Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile görüşeceğini de açıklamıştı. İsimlerinin gizli kalması şartıyla konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Tillerson’ın Türkiye ziyaretinde Afrin’e yönelik harekât için itidal çağrısı yapacağını, harekâtın sınırlandırılmasını isteyeceğini açıklamıştı. ABD’li yetkililer, “Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin zor bir dönemden geçtiğini, Tillerson’ın temaslarının zor geçeceği” değerlendirmesini yapmışlardı. ”Ortağımız Türkiye ile iş yapmak için zor bir dönem. Türkiye’nin ateşli bir söylemi var ve Tillerson’ın temasları zor geçecek.” diyen ABD’li yetkililer, ”Afrin operasyonu ne kadar çabuk biterse o kadar iyi” tehdidinde bulunmuşlardı.

ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, ABD destekli SDG adını kullanan PYD/PKK unsurlarının bir bölümünün diğer bölgelerden Afrin’e kaydığını ağzından kaçırmıştı. Mattis, Avrupa seyahati sırasında gazetecilere DEAŞ’la mücadele konusunda açıklama yapmış ve soruları yanıtlamıştı. DEAŞ’a karşı mücadelenin Suriye’de devam ettiğini söyleyen Mattis, PYD/PKK’nın öncülüğünü yaptığı SDG içerisindeki bazı Kürtlerin Afrin’deki operasyonlar sebebiyle “dikkatlerinin dağıldığını” ve Afrin’e kaydığını söyleyecek kadar küstahlaşmıştı.Mattis şunları anlatmıştı: “Ayrıca şu anda Afrin’de devam etmekte olan dikkati dağıtan bir durum var. Bu durum SDG içerisinde yüzdesi net olmamakla birlikte yüzde 50 veya daha azı ya da çoğunun dikkatini dağıtıyor, Kürt arkadaşlarının Afrin’de saldırı altında olduğunu görüyorlar ve bu da onların dikkatinin oraya kaymasına sebep oluyor. Bazı durumlarda ise bazı birlikler oraya (Afrin’e) kaydı.”

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Edelman’ın: “Türkiye’ye karşı sert bir tutum alınmalı!” uyarısı

ABD’nin eski Ankara büyükelçisi Eric Edelman, başkent Washington’un etkili yayınlarından Politico’ya bir yazı kaleme almıştı. Edelman yazısında: “Türkiye kontrolden çıktı. Artık sert ve net bir tutum alınmalı.” küstahlığına kalkışmıştı.

BBC Türkçe’nin aktardığına göre, ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapmış Jake Sullivan ile Politico’ya ‘Türkiye kontrolden çıktı ve ABD’nin bunu söyleme zamanı geldi’ başlıklı yazı kaleme alan Edelman: “Erdoğan’ın büyüyen otoriterliği, Rusya’yla flörtü ve Suriye’de çatışan çıkarlar nedeniyle baskı altında olan onlarca yıllık ABD-Türkiye ittifakına geri dönüşü olmayacak şekilde zarar verebilir” uyarısında bulunmuşlardı. ABD’nin, bu durumu hoş görmeyeceğini net bir şekilde söylemesi ve bunu caydırıcı bir duruşla desteklemesi gerektiğini belirten Edelman: “ABD-Türkiye arasında doğrudan çatışmayı önlemek ve gelecekte işlevsel bir ilişki umudunu korumak için gerekli. Ancak şimdiye dek karışık Amerikan mesajlarının kakafonisi ve uzun süredir devam eden Türkiye’ye yumuşak davranma eğilimi Erdoğan’ı Washington’un bu ilişkiyi kaybetmek için çok önemli diye gördüğü konusunda ikna etti. Bu durum sadece onun risk alma iştahını ve dolayısıyla çatışma potansiyelini arttırır. Ankara’ya, Münbiç’e saldırmanın çok ağır sonuçları olacağı ve Washington’un gerekeni yapmaya hazır olduğu anlatılmalı” şeklinde çıkışmıştı.

Edelman ayrıca geçen bahar aylarında Erdoğan’ın korumalarının Washington’da protestoculara saldırdığını, Türkiye’nin NATO sistemleriyle uyumsuz son teknoloji bir hava ve füze savunma sistemi aldığını ve ABD’nin Suriye’deki ortaklarına saldırdığını da hatırlatıp ambargo uygulanmasını yazmıştı.

Türkiye Afrin ve sonrası konusunda asla geri adım atmamalıydı!

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Türkiye ziyareti öncesi flaş açıklamalarda bulunmuş ve ‘ilişkiler ya düzelecek ya tamamen bozulacak’ uyarısı yapmıştı. “ABD’den beklentilerimiz açık ve nettir. Artık biz vaat istemiyoruz, somut adımlar istiyoruz. Belli konuları konuşabilmemiz için kaybolan güvenin tesis edilmesi gerekiyor. Türkiye hiçbir dostuna yanlış yapmaz. Ama ABD’den çok ciddi yanlışlar gördük. ABD bize verdiği sözleri tutmamıştır. Halkımızın da biz yöneticilerin de güveninin kaybolması doğaldır. Artık söz ve vaat değil, somut adımlar istiyoruz. Tillerson’dan bunu isteyeceğiz. İlişkilerimiz çok kritik bir noktada. Ya ilişkileri düzelteceğiz ya bu ilişkiler tamamen bozulacak.” sözleri üzerinde durulmalıydı.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da; “Artık Türkiye’yi sınamaktan ve sabrını test etmekten vazgeçin. Türkiye’yi iknaya gelmeyin. Gidin eğittiğiniz donattığınız silah verdiğiniz lojistik destek sağladığınız terör örgütleri ile ilgilenin onlara verdiğiniz silahları toplayın bir daha vermeyin, ‘Türkiye’ye karşı terörist eylem yapmayın’ deyin!” diye çıkışmıştı. PYD/YPG Terör örgütlerinin tabelasını değiştirip onlara SDG deyip milletin aklı ile alay edilmemesini isteyen Bozdağ, şunları hatırlatmıştı:

“Âlem kör, herkes sersem değil. Biz her şeyi biliyoruz. Türkiye’ye verdiğiniz sözleri tutmadınız. Artık verdiğiniz sözleri yerine getirin. Fırat’ın batısına geçmeyecekti, Münbiç’te olmayacaktınız, silah vermeyecektiniz, vermeye devam ettiniz. 5 bin tır silah verdiniz. DEAŞ terör örgütüne kullanmadınız, Türkiye’ye karşı kullandınız, defalarca uyardık. Bu terör örgütünü koruma ve kollama içinde olunmamalıdır. Artık biz Türkiye olarak söze değil yansımalarına bakıyoruz. Artık terör örgütlerinin bölgemizde güçlenmesi ve desteklenmesi uygulamasına son verilmelidir. Silahlar derhal toplanmalı ve yeni silahlar verilmemelidir. Müttefikimiz olan ABD, askerli foto çektirip teröristleri sıvazlayan görüntülerden vazgeçmelidir.”

Asıl kuşkumuz; hem Mevlüt Çavuşoğlu’nun, hem Bekir Bozdağ’ın bu çıkışlarının hatta Binali Yıldırım’ın: “Ya tamam, ya devam” açıklamalarının Siyonist baskılara dayanamayıp ABD ile ve çıkarlarımız aleyhine bir uzlaşma öncesi yapılan kuru sıkı palavralar ve halkımızı avutup oyalama sözleri olmasındı!?

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Türkiye ziyareti öncesinde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster ile buluşmuşlardı. Bu görüşmede “Türkiye ve ABD’nin uzun vadeli stratejik ortaklık ilişkileri teyit edilerek”, iki ülkenin öncelik ve hassasiyetleri ele alınmıştı. Ayrıca, “Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler, ortak stratejik sınamalar ve bölgesel gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu” da vurgulanmıştı. Son dönemde NATO müttefikleri Türkiye ve ABD arasında; Suriye’de izlenen tavırları ve özellikle de YPG konusundaki görüş farklılıkları nedeniyle gerginlik başlamıştı. Türkiye, YPG’yi terör örgütü olarak gördüğü halde, Washington’un IŞİD’le mücadele adına YPG’yi silahlandırması Ankara’nın haklı tepkisine yol açmıştı. YPG’nin kontrolünde olan Afrin’e 20 Ocak’ta askerî harekât başlatan Türkiye, ABD’nin bölgeye verdiği silah desteğini kesmesi gerektiğini defalarca hatırlatmıştı. Bunun yanı sıra Suriye’nin kuzeybatısındaki Afrin’in ardından ABD askerlerinin de bulunduğu Münbiç’e operasyon düzenlemeyi planladığını açıklayan Türkiye, Washington’u buradaki birliklerini çekmesi konusunda uyarmıştı. Ancak Beyaz Saray yönetimi bu talebe olumsuz yaklaşmıştı. İki ülke arasında gerginliğe yol açan bu konuların ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara’da yapacağı temaslarda gündeme geleceği konuşulmaktaydı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ankara ziyareti sırasında Tillerson’a Türkiye’nin duyduğu rahatsızlıkların açıkça anlatılacağını ve YPG’ye yardımı kesmeleri gerektiğini vurgulayacaklarını açıklamıştı.

İşte bütün bunlar bizde: “Türkiye, Afrin harekâtından ve Fırat’ın doğusundaki PYD-PKK yapılanmasına yönelik müdahale kararlılığından taviz vermeye ve ABD çizgisine gelmeye mi hazırlanıyor?” kuşkularımızı arttırmaktaydı…

TSK Afrin’de destanlar yazmaktaydı!

TSK’nın Afrin Harekâtı dostlarda hayranlık, düşmanlarda şaşkınlık uyandırmıştı. TSK, tarihe geçecek operasyonlar başlatmış, ilk 15 günde PKK’nın yüzde 10’unu yok etmeyi başarmıştı. Zeytin Dalı Harekâtı’nın 17’nci gününe kadar Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO, Afrin bölgesini hızla terör örgütünden arındırmıştı. Bu operasyonun en kritik safhası 7 farklı noktadan girerek harekâtın direnç noktalarının ele geçirilmiş olmasıydı. Bu yapılırken pek çok hassasiyetimiz vardı. Çünkü bu aşama en çok zayiatın verilmesi muhtemel olan safhaydı. Ordumuz bununla ilgili çok ciddi anlamda bir hazırlık yapmıştı. Soçi ve Astana zirvelerindeki siyasi hamlelerle İdlib ile Afrin arasındaki bağlantıyı koparmıştı. Bununla beraber harekâtın tertiplenme, kuşatma ve yığınaklanma aşamaları bittikten sonra topçu atışlarıyla yani yumuşatma atışlarıyla PKK şaşırtılmıştı. 72 uçak dalışıyla üretilmiş olunan şok etkisiyle 7 farklı noktadan Afrin’e hücuma kalkışılmıştı. Dünyada 7 farklı noktadan köprübaşı oluşturacak şekilde bir harekât başlatıp büyük başarı ile ve en az zayiatla ilerlemek destansı bir başarıdır. Zorlu kış, doğa ve arazi koşullarına karşı kazanılan Afrin harekâtı Harp okulları literatürüne girecek bir başarıdır. ABD, Rusya ve Kıta Avrupa’sı Türkiye’nin Afrin operasyonunun sonuçlarına bakarak yeni stratejiler belirlemeye mecbur bırakılmıştı. Afrin’de TSK’nın azmini ve gücünü test eden Batı dünyası şaşkındı. Afrin harekâtının Münbiç’i de etkileyeceği açıktı. Pragmatist olan ABD buna göre tavır takınacaktı. Evet Afrin Cumhuriyet tarihinin en önemli atılımıydı. Bu nedenle AKP iktidarı asla geri adım atmamalı ve tavize yanaşmamalıydı.

Yaklaşık 4 milyon kilometrekarelik bir alanda 250 bin nüfuslu bir bölgede, ABD, AB ve İsrail destekli terör örgütü PYD-PKK ile mücadele yapılmaktaydı. 9-11 bin arasında sayısı olduğu ifade edilen bir terörist grup var karşımızda. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana karşı karşıya kalınmadık bir tahkimat vardı. Adeta yerin altına metro tünelleri kazmışlardı. Bir de sivillerin zarar görmemesi için hassasiyetlerimiz vardı. Ama her şeye rağmen hayret ve hayranlık verici başarılara imza atılmaktaydı. Nizami harp diye tabir edilen bildiğimiz klasik muharebelerde taarruz eden taraf ile savunan taraf arasındaki güç/denge oranı 3’e karşı 1’dir. Yani taarruz eden savunan tarafın en az 3 katı olmalıdır. Diğer bir bakış açısı ile, zayiat bakımından da; taarruz edenin her 3 askeri zayiata karşılık savunan taraftan 1 zayiat normal karşılanır ve beklenen normal bir kayıp oranı olarak hesaplanırdı. Fakat “Gayri Nizami Harp” diye nitelendirilen ve halk arasında gerilla harbi olarak da bilinen ve günümüz ordularında artık nizami orduların da bir parçası haline gelen ve “düşük yoğunluklu çatışma” olarak da bilinen bu harpte ise güç/denge oranları çok farklılık kazanır. 20’ye bir ile 10’a bir arasında bir oran kabul edilebilir oranlardır. Yani 10 askere karşılık 1 terör veya gayri nizami harp elemanı kaybı başarı olarak sayılırdı. Bu oranlar dünya orduları genelinde kabul görmüş oranlardır. Arazi, düşman ve düzenli ordu elemanlarının maharetlerine göre bu oranlar değişip artmaktadır. Hatta Amerikan ordusunun ilk ve en büyük mağlubiyeti tattığı Vietnam’da bu oranın 40’a 1’e kadar yükseldiği konuşulmaktadır. 40 Amerikan ve müttefik askerine karşılık 1 Kuzey Vietnam ve müttefik askeri kaybı doğal karşılanmıştır. Vietnam’da topyekûn rezil olup telef olma riskinin doğurduğu korku ve hezeyan ile Amerika tarihte görülmedik katliam, tecavüz ve hiçbir harp ahlakına sığmayacak katliamlarla bu güç-kayıp dengesini bozmaya çalışmış ve taşlarla, sopalarla kendi topraklarını korumaya çalışan Vietnam halkına napalm bombaları, (napalm bombasını bir anda 800 ila 1200 derecelik sıcaklık yaratan dev bir molotof bombası gibi düşünün), kimyasal silahları da kapsayan ve toplamda 6,727,084 ton bombayı asker sivil ayırmaksızın fütursuzca atmıştır… (2’nci Dünya savaşında müttefiklerin attığı toplam bomba 2,700 tonu aşmıştır.) Savaşın sonunda ise 1963’ten 1973 yılına kadar 10 yıllık süre zarfında 60,000 Amerikan askeri ölmüş 300,000’den fazla Amerikan askeri ise ülkesine yaralı olarak dönmüş ve her iki taraftan olmak üzere 1,5 milyon civarı asker ölü, 2 milyona yakın asker yaralı ve 3 milyondan fazla sivil ise katledilmiş olarak kayıtlara geçmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri ise 1984 yılından günümüze kadar olan süre zarfında PKK ve destekçisi olan belli başlı dünya ülkeleri ile yaptığı bu çatışmaların en başından beri 10’a 1 olan bu oranı en kısa sürede 1’e 1 ile yakalamış ve daha o tarihlerde bile tüm dünya ordularına parmak ısıttıracak kadar büyük bir başarı ile cevap vermeye başlamıştır. Süreç içerisinde Asker, Polis ve korucular da dahil olmak ve başta ölü olmak üzere etkisiz hale getirilen terör örgütü mensubu sayısına göre bu oranı 1’e 10 oranına (1 güvenlik mensubuna karşılık 10 terör örgütü) taşıyarak savaş tarihinde emsali görülmemiş bir başarıya imza atmış ve başta Bordo bereliler olmak üzere bu gelişen yeni Gayri Nizami Harp konseptinde de tüm dünyada ne kadar mahir ve yetenekli olduğunu kanıtlamıştır.

Özellikle en son Afrin operasyonunda ise kahraman Ordumuz destanlar yazmaya başlamış, PKK-PYD güçlerine karşı (ki içlerinde ABD ve İsrail ajanları olmakla beraber) şu ana kadar 40 şehit vermesine karşılık ele geçirilen ve ancak sayılabilen (4000) dört bin kadar PKK-PYD eşkıyası saf dışı bırakılmıştır. Ve bu durum 1’e 10 olan bu güç-zayiat dengesini 1’e 100 olarak değiştirmiş ve zaten tarihte emsali görülmemiş olan bu güç denge oranını, TSK yine kendisi egale etmiş ve başta PKK-PYD unsurları olmak üzere hepsinin destekçisi olan ABD ve İsrail ajanlarını ve askeri komuta kademesini şaşkınlığa uğratmıştır. Ve bundan daha mükemmel ve parmak ısırtacak kadar insancıl olan bir diğer istatistiksel rakam ise nerede ise yok denilecek kadar sivil kayıp ve yerleşim merkezine zarar vermeden yapılmasıdır. Amerikan ordusunun DEAŞ’ı bahane ederek girdiği ve bombaladığı sivil yerleşim merkezlerinde ise on binlerce sivil hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan zorunlu göçe mecbur bırakılmış, ve binlerce yerleşim merkezi ise bir daha kullanılamayacak şekilde tahribata uğramıştır. Oysa Türk Ordusunun PKK-PYD terör örgütü mensuplarından temizlediği yerlere ise hemen arkasından o bölgeleri can korkusu ile terk etmiş sakinleri geri gelip yerleşmeye ve köylerini, evlerini yeniden kullanmaya başlamıştı. Bir tarafta elinde askeri gücü, bir balta gibi kullanan ve sağa sola gözü dönmüş şekilde saldıran bir Amerikan ordusu, diğer tarafta ise elindeki gücü adeta bir cerrahın neşteri kadar hassas ve keskin bir şekilde kullanarak habis urları temizleyerek ilerleyen Türk Ordusu! İşte bu da tarihe, adını Peygamberinden (SAV) alan Türk Askeri Mehmetçik ile, Muhterem Erbakan Hocamızın tabiri ile, vahşi ve terbiye edilmemiş bir medeniyetin mensubu vahşi Amerikan aygırının farkıydı.

Afrin’in önemi ve anlamı!

Tarihi Hititlere, M.Ö. 1000’lere kadar uzanan ve önemli tarihsel kalıntıları barındıran Afrin çok erken dönemde, Kudüs’ün de fethedildiği 637 yılında Müslümanların hâkimiyetine alınmıştı. Osmanlı döneminde Afrin Kilis’e bağlı bir kaza konumundaydı. Haritaya bakıldığında Afrin, Türkiye içlerine bir koçbaşı gibi uzanan coğrafi bir mevkiye sahip konumdaydı. Şayet Afrin bölgesi de teröristlerden temizlenirse, Türkiye’nin güney sınırında yaklaşık 10 bin kilometre karelik bir alan huzura kavuşacaktı. Suriye savaşının ilk dönemlerini hatırlarsak, Türkiye’nin tampon bölge kurmayı planladığı alanlar 5 bin kilometre kare civarındaydı. Fırat Kalkanı Harekâtının icra bölgesi ve İdlib’in ardından Afrin’de yapılacak bir harekâtla, Doğu Akdeniz’e ulaşmayı hedefleyen PKK kuşağı tamamen engellenmiş olacaktı. Böylece ABD’nin desteğiyle Rakka ve Deyr ez-Zor gibi Suriye’nin kuzeydoğusu ve doğusundaki Arap bölgelerinde de nüfuz kurmuş olan PYD/YPG’nin Doğu Akdeniz’le ilgili emelleri sona erdirileceği gibi, Türkiye ile nüfuz bölgeleri arasında neredeyse bir ada gibi kalmış olan Afrin tehdidi bertaraf edilerek diğer iki kanton için de önemli bir uyarı yapılmış olacaktı. Sonuçta Türkiye (Rusya ve ABD’den sonra) Suriye topraklarında en büyük nüfuz alanı oluşturan üçüncü ülke olarak daha sonra yapılacak anlaşmalarda da elini kuvvetlendirmiş olacaktı.

Muhtemelen hem Türkiye hududundan kuzeyden hem de Azez, Mari ve İdlib’den Afrin’e bir harekât yapılması ve bu harekâtta Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin kullanılması doğaldı. Türkiye’nin Afrin’in hemen güneyindeki Şeyh Berakat tepesinde bir üs oluşturduğu konuşulmaktaydı. Güneyde Tel Rıfat-Cenderis hattının alınması, Afrin’i tam manasıyla Türkiye ve ÖSO tarafından muhasara edilmiş bir adaya dönüştürmüş olacaktı. Özellikle bu bölgede bulunan Minniğ askeri havalimanının kurtarılması sevkiyat açısından önemli sayılmaktaydı. Halep’ten Minniğ ve Azez’e uzanan 214 numaralı karayolu ve yine Halep’ten Afrin’e uzanan 62 numaralı karayolları ise ele geçirilmesi gerekli stratejik noktalardı. Türkiye’nin güvenliği açısından son derece önemli bu operasyonla ilgili olarak Rusya ile taktik bir anlaşma yapıldığı ortadaydı. Tabiatıyla Suriye’de yapılacak her operasyonun muhtemel riskleri barındırdığını da unutmamak lazımdı. ABD Suriye’deki en önemli müttefiki olan PYD/YPG’nin üçüncü kantonuna Türkiye’nin yapacağı operasyondan rahatsız olmakla birlikte, yapacağı fazla bir şey de kalmamıştı. Bu süreçte Türkiye ile çatışmayı göze alamazdı. Çünkü bu 3. Dünya savaşını başlatırdı ve İsrail’in aleyhine sonuçlanırdı. Dünya kamuoyuna “Kürtlere karşı bir operasyon” olarak yansıtılarak Türkiye’nin sıkıştırılmaya çalışılması çabaları da tutmayacaktı. ABD’nin yardımıyla PYD/YPG’nin “Kuzey Ordusu” veya 30 bin kişilik “Suriye Sınır Güvenliği Gücü” oluşturma çabaları, rejim ordusunun İdlib’de ilerleme kaydederek Ebu’z-Zuhûr havalimanını ele geçirmiş olması ve Soçi’de yapılacak Ulusal Diyalog Toplantısı’na SDG’nin Rusya tarafından çağrılma olasılığı, Türkiye’yi Afrin harekâtına mecbur bırakmıştı.

Türkiye Fırat Kalkanı harekâtı ile yapmış olduğu başarılı ön alıcı ve oyun bozucu hamlenin ardından, Astana’da Rusya ve İran’la yaptığı çatışmasızlık anlaşmasıyla, Akdeniz’e çıkış noktasındaki İdlib’de de varlık göstererek önemli bir kazanım elde etmiş ve ABD’nin Suriye’deki planları açısından ikinci oyun bozucu hamleyi yapmıştı. İdlib’de bu anlaşmanın hilafına meydana gelen bazı olumsuz gelişmeler maalesef Rusya’nın yanlışıydı, ama üzerinde durmamak lazımdı. Böylece PYD/YPG terör örgütünün Akdeniz’e uzanan koridor hayalleri yerle yeksan olacaktı. En etkili ağızların açıklamalarıyla bundan sonraki ilk hedefin (Suriye’deki üçüncü ve dördüncü oyun bozucu hamleler olarak) Afrin ve ardından Menbiç olduğu vurgulanmıştı. Ancak daha da önemlisi Afrin’in de ötesinin olduğu ve zaman içerisinde diğer iki PYD/YPG terör kantonunun da (Kobani ve Cezire) Türkiye’nin hedefleri arasında olduğu tekrarlanmıştı. Türkiye’nin Irak’taki tecrübesinden de faydalanmak suretiyle, Suriye’de hemen sınırında bir PYD/YPG kuşağını şimdiden önlemeye çalıştığı gibi, kendisine alan açarak Suriyeli mültecilerin en azından bir kısmını bu kurtarılan bölgelere yerleştirme çabası haklıydı. Bunun pilot uygulamaları daha önce Fırat Kalkanı Harekâtında DEAŞ’tan temizlenen bölgede yaşanmıştı. Tek kuşkumuz bu kararlı ve vakarlı tavırlardan geri adım atılmasıydı.

Rusya’dan şok Suriye açıklaması: “ABD Suriye’yi bölecek, bunu biliyoruz”

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’yi, Suriye’yi bölme planları yapmakla suçlayıp Moskova’nın, bu planların içeriğinin tam olarak ne olduğunu Washington’a soracağını vurgulamıştı. Rusya’da ‘yeni neslin yöneticilerini belirlemek için’ düzenlenen bir yarışma olan Rusya’nın Liderleri’nin finalistleri için Soçi’de gerçekleştirilen bir etkinlikte konuşan Lavrov, “Amerikalılar bu ülkenin (Suriye) bölünmesi yolunu tuttu gibi duruyor. Suriye’nin fiilen bölünmesine ilişkin planlar var, bunu biliyoruz. Amerikalı meslektaşlarımıza bu planlarının içeriğinin tam olarak ne olduğunu soracağız” diyerek Siyonizm’in planlarını açığa vurmuşlardı.

Rusya’dan flaş iddia: 120 DEAŞ’lı PYD/PKK’ya katılmıştı!?

Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Vassily Nebenzia, PYD/PKK’nın Suriye’de 400 DEAŞ’lıyı serbest bıraktığını ve 120 DEAŞ’lının Suriye Demokratik Güçleri (SDG) saflarına katıldığını belirterek, görmezden gelinen bu sorunla teröristlere karşı çifte standart uygulandığını açıklamıştı. TSK’nın Zeytin Dalı Harekâtı ile Afrin’de büyük darbe yiyen PKK/PYD, Kuzey Irak başta olmak üzere diğer bölgelerdeki teröristlerini Afrin’e kaydırmıştı. Kuzey Irak ile Kuzey Suriye’deki YPG’nin kontrolünde olan bölgeden çıkan aralarında 1.500 silahlı teröristin olduğu 5 bin kişilik konvoy, Esad’ın izni ve ABD askerlerinin gözetiminde Afrin’e sızmıştı. Teröristler aralarına kadın ve çocukları da canlı kalkan olarak almıştı. Terör konvoyundan gelen görüntüler ve izledikleri güzergâh hem Esed’in “PYD terör örgütü” açıklamalarını hem de ABD’nin “Afrin’deki PYD’lilere destek vermiyoruz” yalanını ortaya çıkarmıştı. Kuzey Irak’ta Sincar kenti ile Kuzey Suriye’de PKK/YPG’nin kontrolünde olan Fırat Nehri’nin doğusunda kalan Kamışlı, Haseke, Ayn El Arap ve Rakka gibi kentlerden yola çıkan terör konvoyunun büyük kısmı, ilk olarak Tel Abyad’da toplanmıştı. Konvoy buradan M4 otoyolunu kullanarak Fırat Nehri’ni aşmıştı. Fırat’ı geçen diğer konvoylar ise Münbiç’in merkezinde buluşmuşlardı. Münbiç’te Esad’tan gelecek izni bekleyen konvoy, burada da diğer bölgelerde olduğu gibi Öcalan’ın resimlerinin olduğu posterler ve flamalarla kısa süreli gösteri yapmıştı.

ABD Kandil’e komşu olacaktı!

ABD’nin terör örgütleri ile işbirliği tüm hızıyla sürerken, Orta Doğu’da elini güçlendirmek için Kuzey Irak’ta PKK’nın ana merkezi olan Kandil Dağı’na komşu yeni bir askeri üs kurmaya başlamıştı. Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü PKK/PYD’yi kullanarak kukla bir devlet kurup Suriye’nin petrol yataklarını elinin altında tutmak isteyen ABD, terör örgütlerini silah ve mühimmata boğmaya devam ediyor. Terör örgütlerine silah desteği sağlayan ABD bir yandan da Türkiye’nin terörü yok etmesini engellemek için de her yola başvurmaktaydı. Türkiye ile Kandil arasında yer alan Duhok’ta askeri üs noktası belirleyen ABD, bölgeye sevkiyatlara başlamıştı. Stratejik olarak önemli bir konuma sahip olan Duhok’tan, Kandil’e doğrudan silah ve mühimmat yollanacaktı. Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında Minnak Havaalanı çevresi bombardıman altına alınınca, terör örgütü YPG’ye gönderilen silahlar Kuzey Irak üzerinden taşınmaktaydı. Bir diğer dikkat çekici nokta ise ABD’nin bu yeni askeri üs ile PKK’yı ve örgütün en önemli lojistik geçiş hattını koruma altına almaya çalışmasıydı. ABD üssü sayesinde PKK’lıların rahatlıkla operasyon alanlarından kaçmalarına olanak sağlanacaktı.

Buna rağmen Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Türkiye’nin terör örgütü YPG ve DEAŞ’a karşı başlattığı Zeytin Dalı operasyonunu eleştiren açıklamalarda bulunmaktaydı. Drian Afrin operasyonuyla ilgili “Ankara savaşa, savaş eklememeli” ifadelerini kullanmıştı.

Le Drian, ‘Suriye’de uluslararası hukukun Türkiye, Şam yönetimi, İran, Doğu Guta (Şam’ın banliyösü) ve İdlib’e saldıranlar tarafından ihlal edildiğini’ söylemekten sakınmamıştı. Fransız Bakan, ‘Türkiye’nin Suriye’den asker çekmesini isteyip istemediğine’ dair soruya “Suriye’de olmaması gereken herkesin, buna İranlı milisler ve Hizbullah da dahil, çekilmesi gerekir.” şeklinde yanıtlamıştı.

İran devlet televizyonundan çirkin Türkiye yalanı

İran devlet televizyonunda ‘Türk ordusunun Afrin’de terör örgütü PYD/PKK’ya karşı kimyasal silah kullandığı’ şeklinde skandal bir yalan yayınlaması da kafaları karıştırmıştı. İran devlet televizyonunun internet sitesi IRIB, iddiayı yine devlete bağlı Arapça yayın yapan El Âlem’e dayandırarak yayınlamış, ancak söz konusu kanalda böyle bir iddiaya yer verilmediği ortaya çıkmıştı.

Abdullah Ağar Afrin’deki ‘YRK’ Şİİ PKK’lılar gerçeğini açıklamıştı!

Bu arada güvenlik uzmanı Abdullah Ağar çok çarpıcı bir iddiada bulunmuşlardı. Ağar, Afrin’de PKK’nın İran kolu olan PJAK teröristlerinin de olduğunu söyleyip: “Afrin’de YPG/PKK içindeki Şİİ/Nusayri unsurlar “Ya Zehra(!)”, “Lebbeyk ya Huseyn(!)” gibi nidalarla Mehmetçik’e kurşun sıkıyor…” açıklamasını yapmıştı. Eski bordo bereli ve güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, Afrin harekâtı ile ilgili çok çapıcı bir iddiayı gündeme taşımıştı. Ağar, Afrin’de PKK’nın İran kolu olan PJAK teröristlerinin de olduğunu hatırlatmıştı. Afrin’de öldürülen bazı teröristlerin fotoğraflarını yayınlayan Abdullah Ağar, “Afrin’de YPG/PKK içinde Mehmetçik’e kurşun sıkarken imha edilen PJAK’ın (yani İRAN PKK’sının) silahlı kanadı YRK’lı teröristler” bulunduğunu vurgulamıştı. İran’ın: “Türkiye, operasyonu durdurmalı ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duymalı.” açıklaması da ne dostluğa ne komşuluğa sığmazdı. Oysa, Türkiye teröre karşı başlattığı haklı operasyonla: “Suriye’de, hem PKK-PYD ile hem de arkasındaki ABD ile savaşmaktaydı”.

TSK’nın başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı’yla Afrin’i elinde tutamayacağını anlayan terör örgütü PYD, şehri Esad’a devretmek için 7 şart koşmuşlardı.

PYD-YPG terör örgütünün, Suriye istihbaratı ile 9 kez doğrudan, 1 kez de bölgedeki Arap aşiretleri aracılığıyla görüştüğü saptanmıştı. Afrin kent yönetimini 7 şartla devretmek isteyen terör örgütü, merkeze bağlı güçlendirilmiş yerel yönetim modeli talebinde bulunmuşlardı. HaberTürk’ün haberine göre; Suriye rejiminin ise hiçbir şartı kabul etmediği, tam tersine terör örgütünün sıkışmışlığını fırsata çevirerek Deyrizor ile Rakka’yı da Afrin ile birlikte devretmesini istediği anlaşılmıştı.

Esad PYD’yi, ABD Esad’ı vurmaktaydı!

Suriye’de rejim yanlısı güçlerin PYD/PKK terör örgütüne yönelik saldırısına anında cevap veren işgalci ABD’nin bombardımanında en az 100 kişinin öldüğü anlaşılmıştı. Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi Suriye’yi de bölerek bölgede kaos ve terörü besleyen ABD, resmi ve fiili olarak terör örgütlerinin arkasında olduğunu ispatlamıştı. ABD, Deyrizor’un güneyindeki SDG karargâhını kuşatmak isteyen Esad yanlısı milisleri vurduğunu açıklamıştı. Koalisyon olayın “müdafaa” olduğunu ifade ederken düzenlenen top ve hava saldırılarında 100’den fazla rejim yanlısı milisin öldüğü anlaşılmıştı. Deyrizor’un güneyindeki güya “çatışmasızlık” bölgesi Khusham’da meydana gelen olayın sorumlusu olarak herhangi bir kışkırtma olmadan saldırı düzenleyen Esad yanlısı milisler gösterilmeye çalışılmıştı. Koalisyonun Suriye’deki ortağı Suriye Demokratik Güçleri’nin karargâhının yaklaşık 500 kişilik Esad yanlısı milis grubu tarafından kuşatılmaya çalışıldığı konuşulmaktaydı. Koalisyon açıklamasında milislerin SDG karargâhına havan topu, ağır silahlar ve Rus yapımı tanklarla saldırı düzenlediği ortaya çıkmıştı. Tam bu sırada İsrail’in Suriye ve İran mevzilerine saldırması ve Suriye’nin bir İsrail uçağını düşürmüş olması, Suriye’deki Arap Baharını İsrail’in tetiklediğinin kanıtıydı.

İsrail, Lübnan sınırında fiili işgale başlamıştı!

Suriye’deki iç savaş nedeniyle sürekli olarak bu ülkeye düzenlediği hava saldırıları ve Golan ile gündeme gelen İsrail, nedense hiç gündeme gelmeyen bir işgale başlamıştı. Lübnan sınırını kara ve denizden fiili olarak ihlal eden İsrail saldırılarını arttırmıştı. İsrail Lübnan topraklarına duvar inşası başlatmıştı! İsrail ordusu 2017 yılında, Lübnan’daki “Hizbullah tehdidine!” karşı kuzey sınırına birkaç kilometre uzunluğunda yeni bir güvenlik duvarı inşa edeceğini açıklamıştı. İsrail basını da duvarın tıpkı Mısır-İsrail sınırında inşa edilen güvenlik duvarına benzer bir şekilde inşa edileceğini yazmıştı. İşgale meşruiyet kazandırmaya çalışan İsrail’in duvar inşası için çalışmaları ortaya çıkmıştı. Oysa sınır duvarı sınırın İsrail tarafında değil, Lübnan topraklarında inşa edilmeye başlanmıştı. Durumu da resmen ilan eden de BM Barış gücü Sözcüsü Andrea Tenenti olmuştu. Henüz Ortadoğu basını gündeme pek eğilmese de Lübnan alarm düzeyine geçmiş durumdaydı.

Lübnan, İsrail’e karşı Rusya’yı çağırmıştı!

İsrail’in güney sınırına duvar inşa etmesine karşı olduklarını belirten Lübnanlı General Hişam Caber, İsrail’in eylemine direnmek için askeri ve diplomatik yöntemleri kullanabileceklerini açıklamıştı. Caber, Lübnan limanlarını Rus gemilerine açabileceklerini de hatırlatmıştı. Öte yandan Caber, askeri alanda uzun süredir yardım önerisinde bulunan Rusya ile işbirliğini genişletebileceklerini vurgulamıştı. Lübnan’ın havalimanlarını ve deniz limanlarını Rusya’ya açabileceğine işaret eden General, Rusya ile askeri işbirliğini genişletmenin son derece yararlı olduğunu aktarmıştı. Lübnan ile İsrail arasında, yaklaşık 860 kilometrekarelik deniz sahası anlaşmazlığı vardı. Bu bölgenin kıta sahanlığında her iki ülke de hak iddiasında bulunmaktaydı. İsrail, Lübnan hükümetinin lisanslama sürecine başladığı beş bloktan üçünün, İsrail kıta sahanlığı sınır bölgesinde yer aldığı iddiasındaydı.

Bu arada Suriye kendi hava sahasına dalan İsrail’e ait bir savaş uçağının düşürüldüğünü açıklamıştı. Suriye ordu kaynakları hava savunma sistemlerinin jeti düşürdüğünü vurgulamıştı. Pilotlardan biri ölmüş diğeri yaralı olarak kurtarılmıştı. İsrail bunun üzerine Esad’ın sarayının yakını da dahil Suriye’de 12 hedefi vurmaya başlamıştı.

Bütün bunlar BOP’un sonuçlarıydı

İsrail’in terörist adımları bölgeyi ateş topuna çevirmiş durumdaydı. Siyonist askerlerinin Suriye’de İran’a ait insansız hava aracı düşürmesinin ardından Suriye tarafından fırlatılan bir füze İsrail F-16’sını düşürmeyi başarmıştı. İsrail tarafına düşen uçağın pilotu ağır yaralı olarak kurtulurken kısa süre sonra Şam’da bomba sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bölgenin en büyük askeri üssü olan Katar Al Hudedi Hava Üssü’nde yıllar sonra ilk kez alarm verildiği ortaya çıkmıştı. Bütün bu saldırılar, katliamlar ve yıkımlar BOP’un sonuçlarıydı ve Türkiye’yi de içine alacak şekilde Büyük İsrail’i kurma planlarının bir parçasıydı. Şimdi maalesef hem ülkemiz hem de bölgemiz, AKP iktidarının uzun yıllar eşbaşkanlığını yapma gafletinde bulunduğu Siyonist projelerinin acı ve feci sonuçlarını yaşamakta ve önceki zararlarını telafi etmeye çalışmaktaydı.

Bu arada; Pentagon’un emirlerini Trump’a enjekte eden Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster, ilginç bir adım atmış. Önce Savunma Bakanı Mattis’i arayarak, “Bunu söylemek benim için ne kadar zor olsa da Trump, Türkiye konusunda haklı çıkıyor. Biz YPG’nin gücünü görmek istedik. Onlara silah desteğinin dışında taktik ve alt yapı desteği verdik. Sonuç YPG’nin Afrin’den yok oluşuna doğru ilerliyor. Artık en kısa sürede Türkiye ile masaya oturmalıyız. YPG’ye verdiğimiz silah desteğini bitirdiğimizi ilan etmeliyiz ve buna Türkiye’yi inandırmalıyız. Ardından da verilen silahların bir bölümünü geri almalıyız. Son olarak ise Münbiç’ten çekilmeliyiz. Bunları yapmadığımız takdirde, 20 Ocak 2018’deki gücümüzü bir daha yakalayamayız.” uyarısında bulunmuşlardı. Bunun üzerine televizyonlar alt yazı geçmeye başlamıştı. Ardından ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster’ın ve ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Türkiye’ye geleceği anlaşılmıştı.

İngiltere, Çin üzerinde hep etkin bir güç konumundaydı. ABD, İngiltere’nin Çin üzerindeki gücünü kırmak için Pekin’in ticaretini binlerce kilometre uzağa yapmasına sessiz kaldı. Çünkü Çin güçlenirse İngiltere’den kopardı. Çünkü Çin’i büyüten güç, aslında Amerika’ydı. Elbette işadamlarının içinde İngiliz de vardı ama merkez güç Washington’du. İlk önce plan başarılı bir şekilde uygulandı. Çin güçlendikçe, İngiltere’den uzaklaşmaya başladı. Ancak Çin’in daha da büyümesi için gereken tek hedef, İpek Yolu’nun sağlıklı bir şekilde 65 ülkeyi birbirine bağlamasıydı. Asıl bu tamamlandıktan sonra ÇİN daha büyük bir güç olacaktı! Bu süreçte Pekin bir şeyin farkına vardı. İngiltere’nin olmadığı bir İpek Yolu‘nun hayata geçmesi imkânsızdı. Bu nedenle Pekin-Londra arasında yakınlaşma başladı. Bu sıcaklık Washington’u rahatsız etmeye başladı. Çin İngiltere’ye doğru adım attığı an ABD’nin radarına yakalandı. ABD, İpek Yolu’nu kendi çizgisine çekmek için Afrika, Asya ve özellikle Ortadoğu’da güç gösterisi yapmaya başladı.

İşte bu iklimde “Theresa May” kalkıp Çin’e gitme kararı aldı. Çünkü İpek Yolu’nun gerçekleşmesi için enerji şarttı!

Çin’in enerjisinin kesilmesi halinde, İpek Yolu masada bir proje olarak kalacaktı. İpek Yolu için planlanan raylar da paslanır. Bu denklemde masaya gelen ilk önemli hamle ARAMCO (Suudi Arabistan’ın Yahudi sermayeli petrol şirketi) olmaktaydı. İngiltere ARAMCO’yu ABD’den koparmak için çok önemli adımlar atmaya başlamıştı. Bu amaçla May, Çin’e şok bir teklif yapmıştı! May, Çin’den ABD’de bulunan 1 trilyon 200 milyar dolarlık tahvil silahını kullanmasını hatırlatmıştı. Eğer Çin, ABD’deki tahvillerini bozdurma kararı alırsa, bu Amerika için yıkım olacaktı. Çünkü Çin’in ardından en az 4-5 ülke daha sıradaydı. Brezilya, Cayman Adaları, İsviçre hatta Rusya ve Hindistan da İngiltere’nin tavsiyesiyle tahvillerini ABD’den çekmeye başlayacaktı. Toplam rakam bir anda 5 trilyon doları aşacaktı. Zaten 19 trilyon dolar borcu olan ABD, bu riski atlatamazdı. Bu nedenle Suudi ARAMCO, Çin’in hatta ABD’nin geleceği konumundaydı. Eğer ABD, ARAMCO’yu New York Borsası’nda halka arz ederse, İngiltere için tehlike çanları çalacaktı. Dünyanın en büyük petrol firması ARAMCO’nun CEO’su Amin H. Nasır, ARAMCO’nun New York’ta olacağını ve 2018 Temmuz itibariyle halka arzının gerçekleşeceğini açıklamıştı. Bu İngiltere’ye bir nevi meydan okumaydı. Arabistan’da kararlar, uzun zamana kadar Londra’da alınırdı. Artık bu güç dengesinin Pentagon’a geçtiği açıktı. Arabistan’da yeni bir projenin onaylanması için ilk ve son kararı Pentagon alırdı. Arabistan’ı ABD’ye kaptıran İngiltere, şimdi Çin’i kaybetmeyi göze alamazdı. Çin’i kaybeden bir İngiltere, sadece küçük bir ada parçası olarak yaşamak zorunda kalacaktı.

Şimdi asıl Suriye’ye gelmemiz lazımdı!

ABD askeriyle kullandığı terör örgütleriyle Ortadoğu’da belirleyici güç olmayı amaçlamıştı. Petrole hâkim olarak Çin’i kontrol altına almaya çalışmaktaydı. Ama bu kolay olmayacaktı. Rusya Suriye’ye girince dengeler değişmeye başlamıştı. ABD, YPG ile yürümek zorunda kalmıştı. Ancak gideceği mesafe çok kısaydı. Ve hele Türkiye ve TSK devreye girince Beyaz Saray, Suriye’de sıkışmış, çaresiz kalmıştı. Haliyle sürpriz hamleler yapmak için sürpriz adımlar atmak zorundaydı. 30 yılın en tehlikeli planını yapan ABD Suriye’nin bölünmesi için bölgeye DEAŞ’ı yollamıştı. PKK-PYD ile ittifaka başlamıştı.”[1]

Oysa, görünürde Rusya’nın Suriye’de etkin rol almaya başlaması, ama gerçekte ise TSK’nın beklenmeyen Afrin operasyonları ABD’nin ve İsrail’in bütün hesaplarını bozmaya başlamıştı. Çin, Dolar yerine kendi para birimi “YUAN” ile petrol almaya ve ABD’nin sömürü saltanatını sarsmaya hazırlanmaktaydı. İngiltere de bu girişime cesaret kazandırmakta ve destek çıkmaktaydı. Üstelik Çin, Suudi Arabistan’a ve ARAMCO’ya, petrol karşılığı aldığı “YUAN”ları, hemen PEKİN borsasında altına çevirebilme garantisi sağlayacağını açıklamıştı. Oysa hem yandaş yazarlar hem de ekonomi ve siyaset yorumcuları, ya bilmediklerinden veya gerçekleri gizlediklerinden, şu hususu atlamaktaydı. Çin “YUAN”ını Dolar yerine geçerli kılmaya çalışan, ABD derin devleti sayılan Siyonist Yahudi sermayedarlardı. Yani ABD yerine, süper kabadayı olarak Çin’i kullanma hesapları yapılmaktaydı. Çünkü artık ABD iyice yıpranmış ve dünyada nefret kazanmıştı. Zahirde Çin üzerinden bir İngiltere-ABD kapışması gibi görünen veya böyle gösterilen olay, aslında Rothschildlerle, Rockefellerlerin gizli ittifakıydı. Erbakan Hocamızın tarihi tespitiyle: Siyonizm Timsahının alt çenesi kapitalist ABD ve AB ise, üst çenesi komünist Çin yapılmaya çalışılmaktaydı.

 


[1] 07.022018 – Esad kartı – Ergün Diler – Takvim

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx