Allah’ın Varlığının ve İnsanın Yaratılışının Delillerinden:
RUH’UN HAKİKATİ VE OLGUNLAŞMA SÜRECİ
1- Materyalistler, Ruhun Kaynağını Neden Açıklamaktan Acizdir?
Allah’ın varlığını ve canlıların yaratılışını inkâr eden materyalist felsefe, insanın ruhuna ait özelliklerin kaynağını asla açıklayamaz.
Çünkü, materyalist felsefede sadece maddenin varlığına inanılır. Materyalistler, madde dışındaki tüm varlıkları reddettikleri için ruhun varlığını kabul etmemek konusunda son derece ısrarlıdırlar. Bu nedenle insan bilincini, beyni oluşturan maddelere indirgemeye çalışırlar. Bunun için kullandıkları temel varsayım, “organize olmuş madde” kavramıdır. Yani sözde, insana bilinç kazandıran etken, beynin içindeki nöronların arasında çok iyi bağlantılar olmasıdır. Bu nöronlar arasındaki kimyasal ve elektriksel hareketliliğin, “benlik” dediğimiz şuuru oluşturduğunu iddia ederler. Materyalist bilim adamlarından biri olan Francis Crick, bu mantık dışı materyalist iddiayı şöyle özetlemiştir:
“Sevinçleriniz, üzüntüleriniz, hatıralarınız ve tutkularınız, kişiliğinizle ilgili hisleriniz ve iradeniz, aslında çok sayıda sinir hücresinin ve onlara bağlı moleküllerin bir arada gerçekleştirdiği hareketlerden başka bir şey değildir.”[1]
Oysa bu, ne bilimsel ne de mantıksal açıdan savunulabilecek bir iddia değildir. Materyalistlerin insan ruhuna ait özelliklere böyle bir açıklama getirmelerini zorunlu kılan, onların maddeci önyargılarıdır. Maddenin ötesinde bir varlığın mevcut olduğu gerçeğini kabul etmemek için, insan zihnini maddeye “indirgemeye” çalışmakta ve bu amaçla akıl ve mantıkla bağdaşmayan iddialara yönelmektedirler.
Oysa ki, özellikle 20. yüzyılın sonlarında yaşanan bazı gelişmeler, insan bilincinin asla maddeye indirgenemeyeceğini, maddenin ötesinde bir gerçeğin var olduğunu ortaya koymuştur. Amerikalı felsefe ve matematik doktoru William A. Dembski, Converting Matter into Mind (Maddeyi Zihne Çevirmek) adlı bir makalesinde, insan beynindeki nöronların biyokimyasal işleyişinin anlaşıldığını ve bunun hangi zihinsel faaliyetlerle ilgili olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. Ama buna rağmen; karar vermek, istemek, akıl yürütmek gibi özelliklerin “maddeye indirgenemediğini” ve bilinci araştıran uzmanların bu indirgemeciliğin hatasını gördüklerini açıklamıştır:
“…Bilinç bilimcilerinin, bu olguyu (bilinci) nörolojik düzeyde anlamak ümidinden zaten vazgeçmiş oldukları görülür… Materyalizme olan bağlılık sürse de, insan aklını nöron düzeyinde açıklama ümidi artık ciddi bir düşünce değildir.”[2]
İnsanların düşüncelerinin, muhakeme ve yargı yeteneklerinin, karar alma mekanizmalarının, sevinç, heyecan, hayal kırıklığı gibi duygularının, beyinlerindeki nöronların birbirleriyle etkileşimi olduğunu öne sürmek son derece mantıksız bir iddiadır. Materyalistler, bu konu üzerinde samimi olarak düşünürlerse, kendilerinin de, diğer tüm insanların da nöron yumağından veya atom yığınından çok daha farklı varlıklar olduğunu kavrayacaklardır. Beyin uzmanı Wolf Singer, bir materyalist olmasına rağmen, karşı karşıya kaldığı bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir:
“Evrenin bu en karmaşık maddesinde, kendisini ‘BEN’ olarak algılayan bir ‘ŞEY’ var.”[3]
Allah’ın varlığını inkâr eden materyalist düşünceye en büyük darbeyi vuran, materyalistlerin düşünmekten ve konuşmaktan en çok çekindikleri konu, ruhun varlığıdır. Çünkü ruh, Allah’ın varlığının ve insanın yaratılışının açık delillerinden biridir.
2- Gören, İşiten, Hisseden Kimdir?
Günümüzde bilimsel gelişmeler göstermektedir ki, dışarıda var olan maddesel dünyaya ulaşmamız imkânsızdır. Beynimizde muhatap olduğumuz tüm nesneler, dışarıda var olanların kendisi değil, onların bir yansıması olan gerçekte görme, işitme, dokunma gibi algıların toplamından ibarettir. Algı merkezlerindeki bilgileri değerlendiren beynimiz, yaşamımız boyunca maddenin bizim dışımızdaki “aslı” ile değil, beynimizdeki kopyaları ile muhatap olur. Biz ise bu kopyaları dışımızdaki gerçek madde zannederek yanılırız. Elinizdeki dergi, içinde oturduğunuz oda, önünüzdeki bütün görüntüler gerçekte beyninizin içinde görülmektedir. Peki bu görüntüleri beyninizin içinde gören kimdir? Beyninizin içinde, bir göze ihtiyaç duymadan bu derginin görüntüsünü gören, gördüklerini anlayan, okuduklarından etkilenen, bunlar üzerinde düşünen kimdir? Beyne ulaşan elektrik sinyallerini bir kulağa ihtiyaç duymadan, bir dostunun sesi veya en sevdiği şarkı olarak dinleyen, dinlediklerinden zevk alan kimdir? Bu algıladıkları ile düşünen, sevinen, üzülen, heyecanlanan varlık, protein ve yağlardan oluşan beynin kendisi olabilir mi? Bu sorular üzerinde düşünen bir insan; şuurlu olarak gören, işiten ve hisseden varlığın madde ötesinde bir varlık olduğunu hemen fark edecektir. İşte bu varlık “ruh”tur.
Tek mutlak varlığın madde olduğunu iddia eden, insan bilincinin de yalnızca beyindeki kimyasal olayların bir sonucu olduğunu zanneden materyalist düşünce bu konuda çıkmaz içindedir. Bunu görmek için, herhangi bir materyaliste şu soruları sorabilirsiniz: Görüntü beynimizde oluşuyor, ama bu görüntüyü beynimizde kim seyrediyor? Şu anda yanınızda bulunmayan alt kat komşunuzu gözünüzün önüne getirin. Onu bütün netliği ile görüyorsunuz. Kıyafetinin detayları, yüzündeki çizgiler, saçlarındaki beyazlar, sesinin tonu, konuşma üslubu, yürüyüşü ile hayalinizde çok net olarak canlandırdığınız bu insanı kim izliyor?
İşte bu ve benzeri soruları materyalistlere sorduğunuzda hiçbir cevap alamazsınız. Çünkü bu soruların tek cevabı, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur.
3- Ruhun Gerçek Kaynağı Nedir?
Bu sorunun cevabını bize veren kaynak Kur’an’dır. Allah Kur’an’da insanı önce bedenen yarattığını, sonra da ona “Ruhundan üfürdüğünü” şöyle bildirmiştir:
“Hani Rabbin meleklere (şöyle) demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.’ (İnsanın maddesi çamurdan, manası İlahi ruhtandır.) ‘Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona Ruhumdan (hayat ve şuur sırrımdan) üflediğim zaman, siz hemen onun (halifelik makamına hürmet) için secdeye varın!”’ (Hicr: 28-29)
“Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona (insana, Kendi) Ruhundan (hayat ve şuur sırrından) üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. (Buna rağmen) Pek az şükrediyorsunuz? (Ne nankör insanlarsınız!) [Not: “Ruh” ile “can” farklı kavramlardır. Ruh sadece insanlarda, can ise bitkilerde ve hayvanlarda da vardır.]” (Secde: 9)
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere, ruhun kaynağında Allah’ın Kendi Ruhu vardır. Allah’ın insana vermiş olduğu ruh sayesinde insan, kendi varlığının şuurunda olan ve “ben, benim” diyen bir varlık olabilmiştir. İnsan, bu ruh ile düşünen, konuşan, sevinen, kararlar alan, medeniyetler kuran, ülkeler yöneten bir varlıktır. Akıl ve vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı her olayı beyninin içindeki ekranda izleyen varlığın, ruhu olduğunu hemen anlayacaktır.
4- Görüntüleri Ruhumuza İzlettiren Rabbimizdir!
Bizim “dış dünya” olarak izlediğimiz görüntüler, yalnızca Allah’ın bizim için yarattığı özel görüntülerdir. Gerçekte dış dünyanın aslı ile hiçbir zaman muhatap olamayız. Gördüğü görüntüden dolayı heyecanlanan, sevinen, üzülen, endişelenen ruhtur. Bize her şeyi seyrettiren, üstün ilim sahibi Allah’tır. Ruhumuz, beynimizde oluşan görüntüleri izlemektedir. Allah bu şekilde bizim için bir dünya hayatı yaratmakta ve bizleri imtihan etmektedir.
Allah; dünya olarak algıladığımız görüntülerin, belirli bir hikmet ve ilimle ruh dediğimiz varlık tarafından algılanmasını sağlar. Allah; bize dilediği görüntüleri gösterdiği sürece biz hiç farkına varmadan olaylara tepki veririz, halbuki biz ruh ve ruhun seyrettikleri dışında bir dış dünya ile muhatap değilizdir.
5- Ruhun Varlığı Neyi İspat Etmektedir?
Ruhun varlığı, Yaratılışın kanıtıdır. Ruh ve ruha ait özellikler, evrim teorisinin tesadüf dogmasıyla ya da materyalist felsefenin “organize olmuş madde” iddiasıyla asla açıklanamaz. Nöronlar ve onları oluşturan atomlar düşünemezler, karar veremezler, felsefi fikirler öne süremezler, sevgi, şefkat hislerini bilemezler. Tek mutlak varlık olan Yüce Allah, içinde bulunan tüm canlılarla birlikte kâinatı yaratmıştır ve her an yaratmaya devam etmektedir. İnsanı insan yapan vasıf, Allah’ın insana verdiği ruhtur. Her insan kendisi için önceden tespit edilmiş ecel vakti geldiğinde ruhunu yine Allah’a teslim edecek ve dünya hayatındaki yaşamı son bulacaktır. Ruh ise, ahiretteki sonsuz yaşamında varlığını devam ettirecektir.
Kapkaranlık beynimizin içinde; ışıklı, rengarenk, aydınlık, gölgeli görüntüleri oluşturan elektrik sinyallerinden, küçücük bir mekânda koskoca bir dünyayı meydana getiren beyin olabilir mi? Beyin, proteinlerden ve yağdan oluşan kıvrımlı bir et parçasıdır. Böyle bir et parçası, en ileri teknoloji ile üretilmiş televizyonlardan daha net, renkleri son derece canlı olan kusursuz bir görüntü oluşturabilir mi? Bir et parçasının üzerinde bu kalitede bir görüntü meydana gelebilir mi? Veya bu et parçası, en gelişmiş müzik setinden daha kaliteli, daha net, stereo bir ses meydana getirebilir mi? Yaklaşık 1,5 kilo ağırlığındaki bir et parçasının kendi kendine bu kadar kusursuz algılar oluşturabilmesi elbette imkânsızdır. O zaman ruhumuza bu görüntüleri gösteren, ona gerçeğiyle aynı netlikte görüntü ve algılarla bir hayat yaşatan, üstelik bu görüntüleri kesintisiz olarak devam ettiren kimdir?
Ruhumuza bütün görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tatları ve kokuları yaratan; tüm âlemlerin Rabbi, her şeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah’tır.
6- Materyalistlerin, Ruhun Varlığını İnkâr Etmek İçin Kullandıkları Sözde Deliller Geçersizdir!
Materyalistlerin, ruhun varlığını inkâr etmek için öne sürdükleri sözde destek Evrim Teorisidir. Darwinizm’in sapkın iddialarına göre, insan bir hayvan türüdür. Bu akıl ve bilim dışı iddiaya kananlar da, insanın tüm özelliklerinin sözde “hayvan ataları”ndan miras kaldığını öne sürerler. Bu ise, bir insanın kendisine ve diğer insanlara bakış açısı üzerinde çok tehlikeli etkiler yapar. İnsan, bir hayvan türü olarak gördüğü diğer insanlara değer vermez, onların düşüncelerini önemsemez, hayatlarını değersiz görür. Büyük savaşlara, acımasız eylemlere, kitle katliamlarına, vefasızlık, sevgisizlik ve umursuzluğa sebep olan; Darwinizm’in beraberinde getirdiği işte bu korkunç bakış açısıdır.
Darwinizm; insanı bir hayvan türü olarak gördüğü için, insanlara değer vermeyen korkunç bir bakış açısı oluşturur.
Oysa insan, Allah’ın ruhuna sahiptir. Bu ruh ile akla, iradeye, vicdana, sağduyuya, doğruyu yanlıştan ayırma anlayışına da sahip olur; bu ruh ile düşünebilir, karar verebilir, yargılayabilir, yaşadıklarından ders çıkarabilir. İnsanın ruhu, Allah’ın dünyada yarattığı imtihana tâbidir. Bu özelliklerin hiçbiri diğer canlılarda bulunmamaktadır ve bulunamaz da. Çünkü bunlar insanın fiziksel yapısı ile, genleri ile ilgili özellikleri değildir. Tüm bunlar insanın ruhuna ait özelliklerdir. Dolayısıyla Darwinizm’in iddiası geçersizdir, aldatıcıdır. “Mutlak madde” kavramına inanan Darwinizm, ruhun var olduğu gerçeği karşısında açıklamasızdır. İnkâr edilemeyecek bir gerçek olan, “insana ait benliği” görmekte ancak bunun maddesel karşılığını aramakta ve bulamamaktadır. Kuşkusuz bulması da imkânsızdır, çünkü ruh, tüm maddesel kavramlardan bağımsızdır. Öyleyse, akıl sahibi olan insan bu gerçeği hissetmeli, ona göre onurlu, iradeli ve vicdanına uygun bir yaşam sürmelidir.
7- Ruh Kavramı, Kur’an’da Ne Şekilde Geçmektedir?
“Ruh” kavramı; hayat, idrak ve hareketin kaynağı, manevi varlık, vahiy, Allah kelâmı, Kur’an-ı Kerim, kuvvet, vahiy meleği, Cebrail (AS), his, duygu ve benzeri manalar için kullanılır.[4] Ruh kelimesi Kur’an’da birkaç yerde geçmekte ve değişik manalara gelmektedir.
1- Allah, Hz. Adem’i topraktan şekillendirdikten sonra ona Kendi ruhundan üflemiş ve böylece Hz. Adem hayat kazanmıştır. Yine insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona Kendi ruhundan üflemiş ve onu ruh sahibi bir insan haline getirmiştir. Bu, ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
“Hani Rabbin meleklere şöyle buyurmuşlardı: ‘Gerçekten Ben, (süzme-özeme) çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu tesviye edip düzelttiğimde (insan şekline getirdiğimde) ve Ruhumdan ona üflediğimde (ise); derhal ona secdeye kapanın.”’ (Sâd: 71-72)
2- Ruh kelimesi Kur’an’da, “Ruhu’l-Kudüs” ve “Ruhu’l-Emin” kavramları ile Cebrail (AS) için kullanılmıştır.
Ruhu’l-Kudüs kavramı, Kur’an’da dört yerde geçmektedir:
“Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid ettik (Cebrail’le destekledik).…” (Bakara: 87)
“(İbret ve hikmet dersi olarak anlattığımız) İşte bu elçiler (peygamberler yok mu, onların); bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, (Hz. Musa gibi) Allah’ın kendileriyle kelâm ettiği ve derecelerle yükselttiği (nebiler) vardır. (Örneğin) Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve Onu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik….” (Bakara: 253)
“Allah ise şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs (Hz. Cebrail) ile destekledim…’” (Maide: 110)
“De ki: ‘İman edenleri (Hakk’ta sebatlı kılıp) sağlamlaştırmak, Müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, Onu (Kur’an’ı) Hakk olarak Rabbinden Ruhu’l-Kudüs (Hz. Cebrail) indirmiştir.’” (Nahl: 102)
Ruhu’l-Kudüs, “ruh” ve “kudüs” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. “Kudüs” kelimesinin aslı “kuds”dür ve “mukaddes, mübarek” anlamlarına gelir. Ruhu’l-Kudüs, “herhangi bir şaibe ile lekelenme ihtimali olmayan, mukaddes ve temiz ruh, vahiy meleği, Cebrail” demektir.[5]
Ruhu’l-Emin de, Ruhu’l-Kudüs ile eş anlamlıdır. Kur’an’da yalnız bir ayette geçmektedir:
“Gerçekten O (Kur’an), âlemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. Onu (Kur’an’ı) Ruh-ûl Emin (Hz. Cebrail Resulüllah’a) getirmiştir.” (Şuarâ: 192-193)
3- Ruh kelimesi ile Yüce Allah’ın vahyini bir başka deyişle ayetleri ifade edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
“(Allah elçi seçtiği) Kullarından dilediklerine; melekleri, Kendi emrinden olan ruh (Hz. Cebrail ve vahiy) ile; ‘Benden başka İlah yoktur, şu halde ancak Benden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, şeklinde uyarın’ diye indirir.” (Nahl: 2)
“Ruh“un gerçek manasını ise, Allah’tan başka kimse bilmez. Çünkü bu husus, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:
“(Ey Resulüm!) Sana Ruh’tan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrinden (hikmetli işinden, gizemli takdir ve tecellisinden)dir, size (ruhla ilgili) ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir. (Böyle kapasitenizi aşan konulara dalmayın.)’” (İsra: 85)
8- İnsan Ruhuna İlişkin Kur’an’da Haber Verilen Diğer Konular da Önemlidir!
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanlara ruh hakkında az bir bilgi verildiğini haber vermiştir. Bununla birlikte insan ruhuyla ilişkili bazı konularda da Kendi kanunlarını insanlara bildirmiştir. Örneğin Kur’an’da “… Şunu kesinlikle biliniz ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle (O’nu devamlı hatırlayıverip, emir ve yasak çizgisinde hareket etmekle ve sürekli Kur’an-ı Kerim’i ve mealini okuyup düşünmekle) mutmain olup (huzur iklimine ve Hakke’l-yakin -kesin iman- derecesine yetişir.)” (Ra’d: 28) ayetiyle haber verilen konu, insan ruhuna ilişkin önemli bir sırdır. Ayette bildirildiğine göre, ruhun gerçek sahibi olan ve kalplerin Yaratıcısı Yüce Allah, yarattığı sistemlerin işleyişini de açıkça haber vermektedir. Buna göre insanın yapması gereken, yaratılışına uygun olan yaşam ve davranış şeklini sergilemektir. Bir başka deyişle insan, yaratılışının amacı olan Allah’a kulluk etme görevine uygun şekilde hareket etmelidir.
İnsan, iman ettiğinde, güzel ahlâk sahibi olduğunda, Allah’ı yücelttiğinde, tevekküllü ve şükredici bir tavır sergilediğinde hem ruhen hem bedenen sağlıklı ve huzurlu olacaktır. Allah’a inanan, O’na dua eden, O’na güvenen insanların, diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının nedeni, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir. Allah’ın haber verdiği bu kanuna uyulmadığında mutluluk ve huzur bulmak kesinlikle mümkün değildir.
İnancın, sağlıklı yaşam üzerinde nasıl bir etkisi vardır?
İman ile insan ruhu arasındaki özel ilişki, tıp dünyasında da çeşitli araştırmaların konusu olmuştur.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Herbert Benson’ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah’a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson, “diğer hiçbir inancın, Allah’a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna” vardığını açıklamaktadır.[6]
Seküler bir araştırmacı olan Benson’ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur.[7]
İmanın olgunlaşmasının, insana kazandıracakları nelerdir?
İnsan ruhuna ilişkin Kur’an’da haber verilen bir başka gerçek ise, ruhun dünya nimetlerinden alacağı zevkin değişken olabileceği ve bu zevkin imanın olgunlaşmasına paralel olarak artış göstereceğidir.
Allah; insanın ruhunda, güzelliğe karşı bir duyarlılık hissi yaratmıştır. Ancak, bu estetik anlayışının açığa çıkması ve gelişmesi, insanın imanı sonucunda kazandığı akıl ile doğrudan ilişkilidir. Bir kişinin imanının olgunlaşması ve cennete duyduğu özlem, Allah’ın izniyle güzelliklerden alacağı zevki de artırır.
Allah; Kur’an’da, samimi iman sahibi mü’minlere vadedilen cennet ortamındaki güzellik ve estetik anlayışını detaylı bir şekilde bildirmiştir. Ayetlerde haber verildiği üzere Yüce Allah, cenneti insan ruhunun en hoşlanacağı ve en etkileneceği nimetlerle donatmıştır. İnsanı en güzel surette var eden Allah, onu her türlü güzellikten, estetikten ve sanattan zevk alacak fıtratta yaratmıştır. Mü’min de dünyada, cennetteki ortamların benzerlerini gördüğünde büyük bir zevk alır ve bu nimetler için Allah’a şükreder.
9- İslam Âlimleri, Ruh Hakkında Nasıl Açıklamalar Getirmişlerdir?
İnsanı canlı kılan ruhun mahiyeti, insanın bedeninde gördüğü fonksiyonu, cisimle birleşmesinin şekli ve bağlantısı Allah’tan başka hiçbir kimse tarafından bilinemez. (Kurtubi)
Ruh; yüce, nurani ve hayat sahibi bir varlıktır. Ancak, duyu organlarıyla hissedilebilecek cisimler gibi değildir. Bir anlamda, suyun gül içinde dolaşması gibidir. Bedende dolaştığı müddetçe ona bağlı olarak tüm organlara hayat verir. (Alusi ve İbn Kayyim el-Cevziyye)
Allah Teâlâ, kıyamet gününe kadar Adem (AS)’dan olacakların tamamını huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil vermiş ve de onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. (İbni Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri)
İlim erbabı (bilgili kişiler) ruhların bedenlerden önce olduğu ve Allah’ın onları konuşturup şahit kıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. (Hemfikirdirler) (Ebu Hureyre RA)
Ölüm meleği tarafından ruh kabzolunur (tutulur), bedenden geri alınır, kıyamet gününe kadar geçici olarak kalacağı âlemde (Berzah Âleminde) alıkonulur. Dünya ile ahiret arasında bir geçiş olan Berzah Âlemi’nin mahiyetini ancak Allah Teâlâ bilmektedir. Ancak, Berzah Âlemi’nde ceza veya mükafat ruhlar üzerinde etkili olur. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Tirmizi)
Ruhlar bedenlerden daha net birbirinden ayrılırlar. Bedenlerin birbirine benzemesi, ruhların birbirine benzemesinden daha fazladır. Yüce ruhlar, melekler bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırt edildiğine, cinler de yine birbirinden farklı olduğuna göre; bir beden içinde gelişen insan ruhları da elbette birbirinden farklıdır ve ayırt edici özelliklerini korurlar. (İbn Kayyim el-Cevziyye)
Ruh, kabirde cesede girecektir. Yalnız bu bedene hayat verme şeklinde değildir. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatı gibidir. (El-Cevahir fi Tefsiri’l-Kur’an)
Ruh; zîhayat (hayat sahibi), zîşuur (şuur sahibi), nûrânî, vücud-u harici giydirilmiş (fiziksel olmayan); camî (birçok özelliği olan), hakikatdar (gerçek), külliyet kesbetmeye müstaid (sonsuz olmaya uygun) bir kanun-u emrîdir. (Allah’ın bir kanunudur.) (Bediüzzaman Said Nursi)[8]
RUHİ OLGUNLAŞMA SÜRECİ
Kur’an ayetleri dikkatle ve bir bütün olarak incelendiğinde, “Ülaike hümül müflihun” (İşte kurtuluşa eren onlardır) müjdesine nail olacak kimselerin, merdiven basamakları gibi şu 9 merhale ve mertebeden geçmeleri gerektiği anlaşılmaktadır:
1- İman,
2- İlim,
3- İbadet,
4- İttika,
5- İstikamet,
6- İhsan,
7- İhlâs,
8- Islah (cihad),
9- İflah (kurtuluş).
1- İMAN (Mü’minlik mertebesi): Bir kimse Kelime-i Tevhidi söyleyerek; ne zatında, ne icraatında, ne icadatında ve ne de şeriatında asla ortağı ve benzeri olmadığını bilerek, şeksiz ve şeriksiz Allah’a inanır, Kur’an’ın bütün emir, haber ve hükümlerini olduğu gibi kabul ve tasdik ederse, Hz. Resulüllah’ı da, her konuda kendisine en güzel örnek ve en mükemmel önder edinirse, o kişi mü’min olur.
Artık kulluk imtihanı başlamıştır. Zira, Kelime-i Tevhidi söylemekle her işimiz bitmiyor. Tam aksine İslam imtihanı yeni başlamış oluyor. Yani “Lâ ilahe illâllah Muhammedün Resulüllah” kelimesi kulluk imtihanına giriş belgesi gibidir.
2- İLİM: Yaratılış sırlarını, Hakkı bâtılı, helali haramı, ibadet ve hizmet yollarını bilmeden, okuyup sorup öğrenmeden, olgunlaşma sürecinde ileri gidilemeyecektir. İnsanın önem verdiği şeyleri öğrenmesi gerekir. Merak etmediği ve öğrenme gayreti göstermediği şeylere, önem vermiyor demektir.
3- İBADET: İslam (Müslimlik mertebesi): Gerçek bir imanın tabii neticesi olarak, insan inandığı hakikatlere teslim olur ve İslam’ın hükümlerini uygulamaya koyulur.
İmansız amel kabul edilmediği gibi, amelsiz iman da makbul değildir. İman ve ilim, insanı mutlaka ibadete yöneltir.
“(Yoksa) İnsanlar; sadece ‘iman ettik’ demekle, (öyle) imtihana tâbi tutulmadan (ve sonunda yeterli ve geçerli puan almadan) bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını) mı (zann ve) hesap etmektedirler?” (Ankebut: 2)
“O’nun (Allah’ın ne Zatında, ne icraatında ne de şeriatında asla) şeriki yoktur. Bana böyle (iman etmem) emrolundu. Ve ben Müslümanların ilki (öncüsüyüm).” (En’am: 163)
“…Havariler ise: ‘Allah’ın yardımcıları biziz. Biz Allah’a inandık, (ey İsa!) bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol’ demişlerdi.” (Âl-i İmrân: 52) gibi ayetler Kur’an’a teslim olmadan ve İslam’ı bizzat yaşamadan gerçek Müslüman olunamayacağını açıkça göstermektedir.
4- İTTİKA (Takva mertebesi): Takva; Allah’tan korkmak ve günahtan sakınmak demektir. Çünkü Allah’a iman eden ve İslam şuuruyla ibadete yönelen bir kimse gizli-açık her yerde Allah’tan utanacak ve O’na karşı gelmekten kaçınacaktır. İçini ve dışını her türlü haksızlık ve hayâsızlıktan koruyacaktır.
Muttakileri öven ve müjdeleyen yüzlerce ayet vardır.
“…Allah; ancak (müttaki olanlardan, Rabbinden) korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınanlardan kabul eder.” (Maide: 27)
“…Akıbet (en kârlı ve hayırlı sonuç) muttakilerindir.” (A’raf: 128)
“…Takva sahiplerinin yurdu (olan cennet) ne güzeldir.” (Nahl: 30) Bunlardan bazılarıdır.
5- İSTİKAMET (Doğruluk ve dürüstlük): Müslüman; özünde, sözünde ve takip ettiği “iz”inde (yol ve yönteminde) asla doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmaz. Sırat-ı müstakimden sapmaz. Çünkü iman ve ibadetin meyvesi dürüstlük ve güzel ahlâktır.
6- İHSAN (Muhsinlik mertebesi): İhsan, Allah’ı görüyor ve bizzat huzurunda bulunuyor gibi O’nun şanına ve rızasına uygun bir şekilde ibadet ve hizmet etmek ve kulluk görevini en güzel biçimde yerine getirmektir.
Ayrıca ihsan, Allah’ın verdiği servet ve yetkileri İslam’ın ve insanların hayrına, karşılıksız harcamak demektir.
Böylesi Müslümanlara “Muhsin” denir. Ve Kur’an’da övülmektedir.
“Allah yolunda (adil bir düzen kurulsun, hazırlıklı ve caydırıcı bir savunma gücünüz bulunsun diye) infak (harcama ve fedakârlık) yapın; ve sakın kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. (Cihad yolunda sorumluluktan kaçmak ve maddi fedakârlıktan kaytarmak suretiyle bütün servet, hürriyet ve haysiyetinizi düşmanlara kaptırmayın.) İhsanlı davranın (Hakkı hâkim kılma ve milli savunma konusunda oldukça dikkatli ve gayretli çalışın, görev ve sorumluluklarınızı en iyi şekilde yerine getirmeye bakın). Şüphesiz Allah, ihsan ve iyilik ehlini sever (ve mükâfatlandırıp başarıya eriştirir).” (Bakara: 195)
“…Muhakkak ki Allah’ın rahmeti Muhsinlere pek yakındır.” (A’raf: 56)
“İşte Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.” (Sâffât: 80, 105, 121)
“Doğrusu bu (Kur’an) mü’minlere rahmet ve hidayet (rehberi)dir.” (Neml: 77)
“Bu (Kur’an), kendisinde asla şüphe (çarpıklık, karışıklık ve yanlışlık) bulunmayan, (ahirete inanan, ona hazırlık yapan, her türlü küfür ve kötülükten sakınıp Allah’ın rızasını arayan) müttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır (ki, mü’minlere hayat ve huzur rehberidir ve Allah’la kulları arasında bir sözleşmedir).” (Bakara: 2)
“Bunlar hikmetli Kitabın (hayat ve huzur verici) ayetleridir; Muhsin olanlara (ibadetlerini, işlerini ve hayırlı hizmetlerini en güzel yapanlara) bir hidayet ve bir rahmettir. (Muhsin; emredilen her konuda en güzel gayreti ve en mükemmel dikkati gösteren iyilik ve istikamet ehlidir.)” (Lokman: 2-3)
7- İHLÂS (Samimiyet ve içtenlik): İhlâs, her işi ve ibadetini sadece Allah rızası için yapmak, gösteriş ve riyakârlıktan sakınmaktır. Çünkü riyakârlık, bir nevi insanlara tapmaktır. Bu nedenle gizli şirk sayılmıştır.
“De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm (hepsi ve sadece) âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.’ (Çünkü riyakârlık ve din istismarcılığı şirktir.)” (En’am: 162)
“…Biz Müslümanlarız.” (Bakara: 133)
“…Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz. …Biz, O’na gönülden bağlanmış (gösterişten ve art niyetten uzak, samimi) muhlis kimseleriz.” (Bakara: 138-139)
“De ki: ‘Bana, dini yalnız Allah’a halis kılarak (her konuda Kur’an’ı ve Resulüllah’ı ölçü alarak) O’na (ihlas ile) ibadet etmem emrolunmuş bulunmaktadır.’” (Zümer: 11) gibi ayetler ibadet ve hizmetlerin, ancak ihlâs ile makbul olacağını göstermektedir.
8- ISLAH: Düzeltici ve hayırlı yönde değiştirici olmak ve başkalarının ıslahına çalışmak için cihad yapmak.
Daha önce sayılan 7 mertebeyi aşan insana salih denir. Ancak salih kimse, sadece kendisini düzeltmiş ve ıslah etmiş sayılır. Kurtuluşa ermek ve cenneti hak etmek için başkalarının da ıslahına çalışmak, yani muslih olmak mecburiyeti vardır.
Başta eğitim, televizyon, basın gibi bütün kurumların ıslahı ve hayırda kullanılması için cihad eden muslih (ıslah edici) ve mürşit (irşad edici) Müslümanların derecesi en yüksektir.
“…Elbette Biz (halkı ve nizamı ıslah edici olan) muslihlerin ecrini asla zayi etmeyiz. (Emeklerini boşa vermeyiz.)” (A’raf: 170)
“Şayet ahalisi ıslah edici (muslih) kimseler (gibi, toplumu ve düzeni iyileştirme yolunda çalışsalardı), Rabbin o şehirleri (hâşâ) zulmen=haksız yere helak edecek olmazdı.” (Hud: 117) gibi ayetler ülkelerin ve ümmetlerin ancak irşad ve ıslah edici mü’minlerin sayesinde ayakta kalabileceklerini haber vermektedir.
9- İFLAH (Kurtuluş): “(Allah’tan saygıyla korkan, her türlü küfür ve kötülükten sakınan) Müttakiler ise sonsuz cennetlerde ve pınarların çevresinde (zevk edip sevinmekte)dirler. Doğrusu onlar, Rablerinin kendilerine verdiği mükâfatı almış olarak (sonsuz saadete erişmişlerdir). Çünkü onlar bundan önce (dünyada iken) muhsin kimselerdi. (Allah’ı görür gibi ibadet ve hareket ederlerdi ve cihad görevlerinde oldukça titizlik gösterirlerdi.) Onlar geceleri az uyuyuverir (kalkıp ibadete yönelir)lerdi. Seher vakitlerinde (zikir, dua ve) istiğfar ederlerdi. Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı (ve onu gönül rızasıyla ayırıp verirlerdi. Asla cimrilik ve bencillik etmezlerdi.)” (Zâriyât: 15-19)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (isyan etmekten sakının) ve O’na (yaklaştıracak ve zafere ulaştıracak) vesile (çare ve yöntem) arayın; (bu amaçla) O’nun yolunda cihad edin. (Böylece) Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide: 35)
Özet olarak; müflih olmak ve kurtuluşa ulaşmak için hem mü’min, hem müslim, hem muttaki, hem muhsin, hem muhlis ve de mutlaka muslih ve mücahit olmak gerekmektedir.
Unutulmasın ki; Kur’an’da övülen ve emredilen bu sıfatlar değişik kimselere ait meziyetler olmayıp, dünya ve ahiret saadetine talip her Müslümanda mutlaka bulunması gereken özelliklerdir. Daha doğrusu bir mü’minin değişik cephelerden görüntüleridir.
Ne mutlu dinini ciddiye alan ve cennet için hazırlanan salih ve muslih kullara!..
Ve ne mutlu bir mürşid-i kâmilin terbiyesinde ve tarikat mektebinde ilm-i ledün okuyanlara!..
[1] Kaynak: John Horgan, The Undiscovered Mind: How the Human Brain Defies Replication, Medication, and Explanation, New York:Free Press, 1999, s. 258-259
[2] Kaynak: William A. Dembski, Converting Matter into Mind, 1998, www.arn.org
[3] Kaynak: Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, 7 Temmuz 2001, sayı 746, s. 18; DerSpiegel, 1/2001, Nilgün Özbaşaran Dede
[4] Raşid el-İsfahânî, el-Müfredât) Garibil-Kur’ân, Mısır 1961, “ruh” md.
[5] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3125
[6] M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baskı, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., 1993, s. 205
[7] Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı, Mosby-Year Book Inc., St. Louis, 1996, s. 211; Charles R. Noback, N. L. Strominger, R. J. Demarest, The Human Nervous System, Introduction and Review, 4. baskı, Lea & Febiger, Philadelphia, 1991, ss. 410-411
[8] Kaynak: İlmi Mercek – Şubat 2007
Ledün ilmi
Ne mutlu dinini ciddiye alan ve cennet için hazırlanan salih ve muslih kullara!..
Ve ne mutlu bir mürşid-i kâmilin terbiyesinde ve tarikat mektebinde ilm-i ledün okuyanlara!..
milletleri ifsat çalışmalarının temel argümanı: ruhsuzlaştırmak
Aziz Erbakan Hocamız başta milletimize olmak üzere tüm insanlığa siyonizm denilen insanlığın baş belasını tanıtmıştır. Özellikle siyonizmin 5700 yıldır kendi hedeflerine ulaşmak için çalıştığının üzerinde defeatle durmuştur. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz; siyonizm bir çok konuda insanlığın ve milletlerin ifsadı amacıyla birçok yöntem geliştirmiş ve uygulamıştır. Bu yöntemlerden biri de darvinizmdir. Siyonizmin hedeflerine ulaşması için milletlerin birbirine girmesi yani anarşi çıkması gerekir. İşte ruhu reddeden darvinizmi bilimsel bir çalışma olarak tüm dünyaya kabul ettirmiş bir çok insanı bu yolda kullanmıştır. Bugün de hala bu yolda var güçleriyle çalışmaktadırlar. Bu boyutuyla bakıldığında makale büyük bir boşluğu doldurmakta, darvinizm vb. metafizik boyutu reddeden ifsat çalışmalarına karşı bizlere büyük bir güç sağlamaktadır.
Kurtuluş İçin; İman, İlim, İbadet, İttika, İstikamet, İhsan, İhlas, Islah (Cihad)!
Hakikaten müthiş bir analiz ve ibretlik bir nasihatler manzumesi olmuş. Milli Çözüme ve Ahmet Akgül Hocamıza şükranlarımızı sunuyoruz. Eskilerin deyimiyle; “Ağyarını mani, efradını cami” (Ne eksik ne fazla, tam kararında yeterli) bir yazı olmuş. Rabbimiz bu gerçeklere karşı bizleri şükredici kılsın. Her türlü nankörlükten muhafaza eylesin.
Makalenin en sonunda özet mahiyetindeki şu maddeleri tekrar dikkatlerinize sunuyorum:
RUHİ OLGUNLAŞMA SÜRECİ
1- İman,
2- İlim,
3- İbadet,
4- İttika,
5- İstikamet,
6- İhsan,
7- İhlâs,
8- Islah (cihad),
9- İflah (kurtuluş).
Özet olarak; müflih olmak ve kurtuluşa ulaşmak için hem mü’min, hem müslim, hem muttaki, hem muhsin, hem muhlis ve de mutlaka muslih ve mücahit olmak gerekmektedir.
Unutulmasın ki; Kur’an’da övülen ve emredilen bu sıfatlar değişik kimselere ait meziyetler olmayıp, dünya ve ahiret saadetine talip her Müslümanda mutlaka bulunması gereken özelliklerdir. Daha doğrusu bir mü’minin değişik cephelerden görüntüleridir.
Müflih olmak ve kurtuluşa ulaşmak için hem mü’min, hem müslim, hem muttaki, hem muhsin, hem muhlis ve de mutlaka muslih ve mücahit olmak gerekmektedir.
“(Allah’tan saygıyla korkan, her türlü küfür ve kötülükten sakınan) Müttakiler ise sonsuz cennetlerde ve pınarların çevresinde (zevk edip sevinmekte)dirler. Doğrusu onlar, Rablerinin kendilerine verdiği mükâfatı almış olarak (sonsuz saadete erişmişlerdir). Çünkü onlar bundan önce (dünyada iken) muhsin kimselerdi. (Allah’ı görür gibi ibadet ve hareket ederlerdi ve cihad görevlerinde oldukça titizlik gösterirlerdi.) Onlar geceleri az uyuyuverir (kalkıp ibadete yönelir)lerdi. Seher vakitlerinde (zikir, dua ve) istiğfar ederlerdi. Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı (ve onu gönül rızasıyla ayırıp verirlerdi. Asla cimrilik ve bencillik etmezlerdi.)” (Zâriyât: 15-19)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (isyan etmekten sakının) ve O’na (yaklaştıracak ve zafere ulaştıracak) vesile (çare ve yöntem) arayın; (bu amaçla) O’nun yolunda cihad edin. (Böylece) Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide: 35)
Üstümüzdeki Nimetini Arttır Allah’ım
Ya Rabbi, müflih olmak ve kurtuluşa ulaşmak için hem mü’min, hem müslim, hem muttaki, hem muhsin, hem muhlis ve de mutlaka muslih ve mücahit olmayı bana ve sadık kardeşlerimize nasip eyle. Ve yine Üstadımızdan öğrendiğimiz şu dokuz başlıkta;”İman, İlim, İbadet, İttika, İstikamet, İhsan İhlâs, Islah (cihad), İflah” bizlerin üstündeki nimeti arttır ve bizleri razı olduğun kulların arasına kar. Amin.
Bilgeliğin- Hikmetin -Hidayetin- Ferasetin – Dirayetin Zirvesi ve Ledün İlmi
Günümüzde güncel konulara yetişebilmek gerçekten çok mümkün olmamaya başladı… Güncel konuların , planların projelerin perde gerisindeki yatan gayeleri hedefleri ve elbette Kur’an’ ı Sünnetin esaslarını dünya olaylarını anlayabilmenin kavrayabilmenin kestirme yolu, 20.yılını neredeyse geride bırakmak üzere olan YÜKSEK BİLGELİK HİKMET FERASET HİDAYET DİRAYET EHLİ Milli Çözüm’ü ve Hassaten Ahmet Akgül Hocamızın makalelerini – şiirlerini – konferanslarını – video sohbetlerini – kitaplarını ve kaleme aldıkları Meali Kerim’i takip etmek kafa yormaktan geçtiğini hep birlikte görüyoruz görmekteyiz çok şükür. Şu ana kadar nasıl ki DÜN Aziz Erbakan Hocamızın her hatırlattığı ikaz ettiği konular aynen gerçekleşiyor olduğu gibi, BUGÜN de Milli Çözüm ve Ahmet Hocamızın işaret ettiği gündeme getirdiği uyardığı her konuda isabet ettirdiğini – tam 12’den vurduğunu görmekteyiz.
Dolayısıyla günümüzde sağlam rehber öncülüğünde İLMİ LEDÜN okuyabilmenin yolu Milli Çözüm’ü Ahmet Hocayı takip etmekten geçtiğini artık sağır sultan bilmektedir… Bu hakikatı tercih edenler her daim gerçeğe hakikata ram olmuşlar, tercih etmeyenler malesef aldatılmışlar yanıltılmışlar kandırılmışlar ve EYVAH demekten kendilerini alıkoyamamışlardır… Rabbim bizleri ve cümle vicdan ehlini bu tercihde bulunanlardan olmamızı lütfeylesin ve gereğini yerine getirmede gayret ve çabasını gösterenlerden kılsın. Amin.
sağlık ve huzur
İnsan, iman ettiğinde, güzel ahlâk sahibi olduğunda, Allah’ı yücelttiğinde, tevekküllü ve şükredici bir tavır sergilediğinde hem ruhen hem bedenen sağlıklı ve huzurlu olacaktır. Allah’a inanan, O’na dua eden, O’na güvenen insanların, diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının nedeni, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir
İFLAH (Kurtuluş)
“(Allah’tan saygıyla korkan, her türlü küfür ve kötülükten sakınan) Müttakiler ise sonsuz cennetlerde ve pınarların çevresinde (zevk edip sevinmekte)dirler. Doğrusu onlar, Rablerinin kendilerine verdiği mükâfatı almış olarak (sonsuz saadete erişmişlerdir). Çünkü onlar bundan önce (dünyada iken) muhsin kimselerdi. (Allah’ı görür gibi ibadet ve hareket ederlerdi ve cihad görevlerinde oldukça titizlik gösterirlerdi.) Onlar geceleri az uyuyuverir (kalkıp ibadete yönelir)lerdi. Seher vakitlerinde (zikir, dua ve) istiğfar ederlerdi. Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı (ve onu gönül rızasıyla ayırıp verirlerdi. Asla cimrilik ve bencillik etmezlerdi.)” (Zâriyât: 15-19)
Ruh
“(Ey Resulüm!) Sana Ruh’tan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrinden (hikmetli işinden, gizemli takdir ve tecellisinden)dir, size (ruhla ilgili) ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir. (Böyle kapasitenizi aşan konulara dalmayın.)’” (İsra: 85)
Şunu kesinlikle biliniz ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle (O’nu devamlı hatırlayıverip, emir ve yasak çizgisinde hareket etmekle ve sürekli Kur’an-ı Kerim’i ve mealini okuyup düşünmekle) mutmain olup (huzur iklimine ve Hakke’l-yakin -kesin iman- derecesine yetişir.)” (Ra’d: 28)
Ne mutlu dinini ciddiye alan ve cennet için hazırlanan salih ve muslih kullara!..
“Özet olarak; Müflih olmak ve kurtuluşa ulaşmak için hem mü’min, hem müslim, hem muttaki, hem muhsin, hem muhlis ve de mutlaka muslih ve mücahit olmak gerekmektedir.
Unutulmasın ki; Kur’an’da övülen ve emredilen bu sıfatlar değişik kimselere ait meziyetler olmayıp, dünya ve ahiret saadetine talip her Müslümanda mutlaka bulunması gereken özelliklerdir. Daha doğrusu bir mü’minin değişik cephelerden görüntüleridir.
Ne mutlu dinini ciddiye alan ve cennet için hazırlanan salih ve muslih kullara!..
Ve ne mutlu bir mürşid-i kâmilin terbiyesinde ve tarikat mektebinde ilm-i ledün okuyanlara!..”
Makale mükemmel bir şekilde kaleme alındıktan sonra özet bir paragrafla konu bağlanmaktadır.
Ve ne mutlu bizlere ki böylesine mühim ve özel konuları; Bir başka yerde bulamayacağımız özde, günümüzle bağlantılı, Kur’an’a uygun ve itiraz edilemeyecek nitelikte ve aynı zamanda hiçbir güç odağa yaranma veya korkma kaygısı duyulmadan, özel bir bilgi sayesinde yazıla bilecek bu hikmetlere ulaşabilme bizlere de nasip oluyor.
Anlayanlardan, yaşayanlardan ve anlaşılması ve yaşanması için gayret edenlerde olmayı Cenab-ı Haktan niyaz ediyoruz.
Başta Üstadımız Ahmet Akgül Hocamıza ve tüm emeği geçenlere gönülden teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Sonsuz Şükür
Hani Rabbin meleklere (şöyle) demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.’ (İnsanın maddesi çamurdan, manası İlahi ruhtandır.) ‘Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona Ruhumdan (hayat ve şuur sırrımdan) üflediğim zaman, siz hemen onun (halifelik makamına hürmet) için secdeye varın!”’ (Hicr: 28-29)
“Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona (insana, Kendi) Ruhundan (hayat ve şuur sırrından) üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. (Buna rağmen) Pek az şükrediyorsunuz? (Ne nankör insanlarsınız!) [Not: “Ruh” ile “can” farklı kavramlardır. Ruh sadece insanlarda, can ise bitkilerde ve hayvanlarda vardır.]” (Secde: 9)
Amenna Allah CC vardır ve birdir…Kendisini bizlere bildiren ve Ruhundan bizlere lutfeden Rabbimize sonsuz şükürler olsun…
Amin..
Rabbim verdiğin nimetlere nankörlük etmekten, ilmimizle amel etmemekten ve nefsimize esir olmaktan sana sığınırız.
Bizleri bütün insanlığın dünya ve ahiret saadetlerini kazanabilmeleri için çalışan, hidayet verdiğin iyi insanlar arasından ayırma..
İman huzuru…
İnsan Allah’a iman etmekle, kalbi bütün o nihayetsiz korkulardan, ruhu bütün hüzün ve elemlerden kurtulur, ebedî bir sevinci ve ferahı kazanır. Kalbinde öyle manevî bir kuvvet meydana gelir ki, insan o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı dayanabilir. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da dünyasını cennetin bekleme salonu hükmünde gördüğü için, her türlü sıkıntıyı hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder. Böylece hem dünyasını ve hem de ahiretini cennete çevirebilir.
Eğer iman olmazsa, bu endişeler onun kalbini ve ruhunu daima elem ve ızdırap içinde bırakır. Dünyası görünüşte cennet gibi olsa bile, ölüm ve ebedî ayrılık endişeleri onun kalp ve vicdanını için için yakar. Ona manevî bir cehennem azabı yaşatır.
Acaba, insana imanın dışında bu teselliyi verecek başka bir yol var mıdır? Teknik ve maddî yönden refaha kavuşmuş toplumlarda intihar ve uyuşturucuların yaygınlaşmasının sebeplerinin başında, imanla Allah’a bağlanamama gelmektedir.