YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663262be2340e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 9
Bugün : 18212
Dün : 23368
Bu ay : 18212
Geçen ay : 737322
Toplam : 23534498
IP'niz : 3.15.171.202

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Bay Dilipak, Sen Söyle!

ERBAKAN’IN ATATÜRK’Ü MÜ, ERDOĞAN’IN ATATÜRK’Ü MÜ?

Abdurrahman Dilipak 10 Kasım 2019 tarihli Yeni Akit Gazetesi’nde, Atatürk’ü kastederek: “Sevgi ve saygı, zorla mı?” başlıklı bir yazı yayınlamıştı. Kendi aklınca; 10 Kasım münasebetiyle Anıtkabir’e çıkıp saygı duruşunda bulunan ve Atatürk’e övgüler sıralayan, O’nun izinde ve hedeflerini gerçekleştirme üzerinde olduklarını vurgulayan Erdoğan’ın ve diğer AKP kurmaylarının bu “Müslüman’ı dinden çıkarıcı(!)” tavırları karşısında, kafaları karışan ve itiraza başlayan tabanlarını yatıştırmaya ve uyuşturmaya çalışmıştı… Ama bu tür cıvık ve gıcık tavırlar artık ters tepki yapmaya başlamıştı ve inandırıcı bulunmayacaktı.

Şimdi Bay Dilipak ve onun gibi yandaş kaypaklara soralım:

Sizlerin açığa vurmadığınız, ama gizli buluşmalarınızda sürekli tekrarladığınız temelsiz iddialara göre, Atatürk kâfir ise, aynı ölçütlere göre Sn. Erdoğan da MÜNAFIK olmaz mıydı? Ve bizzat Kur’an’ın açık beyanına göre “münafıklar kâfirlerden daha aşağı ve bayağı” sayılmaz mıydı? Yoksa Dilipak, bilerek ve kasıt gözeterek, Sn. Erdoğan’ın başını belaya sokmaya ve ayağını kaydırmaya mı çalışmaktaydı?

Sağa-sola kıvırmadan söyleyin bakalım; Atatürk şu anda Cumhurbaşkanı olsaydı; Türkiye dâhil 25 İslam ülkesinin parçalanmasını amaçlayan BOP’un eşbaşkanlığına yanaşır mıydı?

Atatürk, kendisiyle dalga geçen hatta hakaretler içeren… Daha beteri, PKK/PYD teröristi Mazlum Kobani ile oturup anlaşmayı teklif eden Trump’ın bu küstah mektubuna rağmen, hâlâ kalkıp ayağına koşar mıydı? Sn. Cumhurbaşkanı, hem de vereceği vaatler; azil süreci nedeniyle ne askeri ne de sivil bürokraside asla hesaba katılmayacak olan Trump’tan boş ve kof iltifatlar dışında hiçbir şey alamayacaktı… Daha da yüz kızartıcı olan; Sn. Erdoğan, Siyonist kuklası ve deli dana akıl hastası Trump’la görüşürken, ABD askerleriyle PKK/PYD teröristleri, sınırımızdan 40 km. uzaklıktaki Haseke’de ve daha aşağıdaki Deyrizor ve Rakka yöresinde (Özel Kürdistan Bölgesi’nde) ortak devriye geziyorlardı! Bu Amerika’dan ülkemiz hakkında hayırlı ve yararlı sonuçlar alınacağını düşünmek, hangi akıl ve vicdanla bağdaşırdı?

Atatürk olsa, NATO ve Haçlı ordularına İzmir’i saldırı üssü yapıp kardeş Libya’ya saldırır ve on binlerce masum Müslüman’ın katledilmesine ve Libya’nın baştan başa yıkılıp yakılmasına göz yumar mıydı?

Atatürk bugün Cumhurbaşkanı olsaydı, zinayı suç olmaktan çıkarır mıydı?

Atatürk, AB’ye gireceğiz hayaliyle Avrupa’nın bunca aşağılamasına ve ağırdan almasına katlanır mıydı?

Atatürk olsaydı; “Kadına Şiddeti Önleme” kılıfı altında, her türlü cinsel rezaletin ve eşcinselliğin meşrulaştırıldığı ve aile yuvamızın temelinden yıkılmaya çalışıldığı İstanbul Sözleşmesi’ni imzalar mıydı?

Atatürk şu anda Cumhurbaşkanı olsaydı, bunca işgal ve saldırganlığına rağmen terör şebekesi İsrail’le oturup “Normalleşme Anlaşması” yapar mıydı? Üstelik bu İsrail, güya sınırımızdan 30 km. içeriye kaçırılan(!) PKK/YPG militanlarının bekçiliğine bırakılan, bize 40 km. uzaklıktaki Haseke, Deyrizor ve Rakka’daki Suriye petrollerini dünyaya pazarlama anlaşmasını yapmıştı.

Atatürk olsaydı; Arap Baharı safsatasıyla Suriye’nin tahribatına, Amerika ve İsrail projelerine taşeronluk yapılarak orada bir iç savaş çıkarılmasına ortaklığa yanaşır mıydı?

Atatürk, kendi partisinden milletvekili adayı yaptığı, sonra İzmir Demokrasi Üniversitesi’ne rektör atadığı AP’li Senatör Mehmet Kılıç’ın kızı ve koyu Atatürkçü takılan Prof. Bedriye Tunçsiper’in, 7-8-9 Kasım 2019 tarihlerinde “Uluslararası Yahudi Konferansına” ve İsrail’in meşrulaştırılmasına Erdoğan gibi tepkisiz kalır mıydı?

Evet; askerlerimizi şehit eden PKK/YPG’ye açıktan destek veren katil İsrail, İzmir’de düzenlenen 3’üncü Uluslararası İsrail ve Yahudi çalışmaları Konferansı’yla adeta meşrulaştırılmaya çalışılmıştı.

Tam da 10 Kasım öncesi, 7-8-9 Kasım tarihlerinde İzmir’de sessiz sedasız ‘Yahudi Konferansı’ yapılmıştı. Yerli ve yabancı yüze yakın üniversiteden akademisyenlerin katıldığı “3’üncü Uluslararası İsrail ve Yahudi Çalışmaları Konferansı”, İzmir Demokrasi Üniversitesi’nde tamamlanmıştı. Bu konferansla İslam coğrafyası ve Ortadoğu’da kirli emelleri uğruna Müslümanları katleden ve terör örgütlerini açıkça destekleyen Siyonist İsrail için adeta meşrulaştırma çalışmalarının yürütüldüğü anlaşılmıştı. Konferansın son gününde ise ‘İzmir’deki Yahudi Mirasının Keşfi’ adlı bir kültür turunun planlanması ise küstahlığın son aşamasıydı.

Bu sinsi ve Siyonist konferans İzmir’de ve Erdoğan iktidarının bilgisi dâhilinde yapılmıştı. İlki Belde-i Muhayyere Konya’da, ikincisi ise Balıkesir Bandırma’da ve Erdoğan iktidarı ortamında gerçekleştirilen Uluslararası İsrail ve Yahudi Çalışmaları Konferansı’nın 3’üncüsü İzmir’de yapılmıştı. 8 Kasım Cuma günü İzmir Demokrasi Üniversitesi’nde başlayan konferans, 10 Kasım’da tamamlanmıştı. Yerli ve yabancı üniversitelerden 100’e yakın akademisyenin katıldığı konferansa, 10’a yakın devlet üniversitesinden onlarca akademisyen katılmıştı.

Bu Siyonist konferansın oturum konuları her şeyi anlatmaktaydı:

İzmir’de düzenlenen Uluslararası İsrail ve Yahudi Çalışmaları Konferansı’nın oturum konuları da İsrail’i ve Siyonistleri sempatik gösterme çabasıydı. ‘Yahudiler ve Yahudilik’, ‘Siyonizm, Öncüler ve İsrail’, ‘Dünya Tarihinde Yahudi İzleri’, ‘Yahudi Kültüründe Sanat ve Edebiyat’, ‘İslam ve Yahudilik: Karşılaşmalar, Geçişler, Karşılaştırmalar’, ‘İsrail’in Uluslararası Sistemdeki Yeri ve Küresel İlişkileri’ ile ‘Bir Dönüşüm Yolculuğu Olarak Yahudilik’ konu başlıkları, masaya yatırılan sadece birkaç başlıktı. Yüzlerce akademisyenin katıldığı konferansta, her bir katılımcı İsrail’in ve Yahudilerin farklı taraflarını ön plana çıkaran konuları aktarmışlardı.

Uluslararasıydı, ama nedense 3 konferans da Türkiye’de yapılmıştı.

Uluslararası İsrail ve Yahudi Çalışmaları Konferansı olmasına rağmen, düzenlenen 3 konferansın da Türkiye’de olması akıllardaki şüpheleri kuvvetlendirirken, programın gizli saklı yapılması ise soru işaretlerini artırmıştı. ‘Yahudi Konferansı’na ilişkin hiçbir kurum, kuruluş ve gazeteye bilgi verilmemesi dikkat çekerken, birçok ülkeden akademisyenin katıldığı konferansta, İsrail’in imajının düzeltilmesinin amaçlandığı sırıtmaktaydı. Onlarca oturumun gerçekleştirildiği konferansın açılış konuşmalarını ise Recep T. Erdoğan’ın bizzat atadığı ve AKP milletvekili adayı yaptığı İzmir Demokrasi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper ile İsrail Ankara Büyükelçiliği’nden Roey Gilad yapmıştı. Öte yandan konferansın son gününde ise İzmir’de kültür turu düzenleyecek olan katılımcıların, kültür turunun ismini ise ‘İzmir’deki Yahudi Mirasının Keşfi’ olarak belirlemesi tam bir küstahlıktı.

Bay Dilipak o yazısında:

“Hz. Muhammed devrinde Mekke’de yaşıyorsam, putlara saygı duymam mı gerekecekti! Ya da Hz. İbrahim, Nemrud’a, put yapan babasının yaptığı putlara saygı mı duyması gerekiyordu?” sözleriyle dolaylı biçimde Atatürk’ü puta, Anıtkabir’i ise puthaneye benzetiyordu. Oysa bu soruyu Sn. Erdoğan’a sorması gerekiyordu. 17 yıldır en az 47 kere o puthaneye gönüllü mü çıkıp saygı duruşunda bulunuyordu, yoksa “O etkili ve yetkili bir Başkan sanılsa da mecbur ve mahkûm bir kukla konumundadır” demeye mi getiriyordu?

“Mustafa Kemal’in soy kütüğünü de araştırmayın! Şimdi yeni bir iddia var: Mustafa Kemal’in çocukluk yıllarında Selanik’e gittiği, hatta bu konuda Zübeyde Hanım da tartışmalı, bu iddiaya göre o Mustafa Kemal’in teyzesi oluyor. Bu konuda da o öldü, onun kimliğini Zübeyde hanıma verdiler de derler. Çünkü bir de İbrahim İhsan muamması var.diyen Bay Dilipak’a soralım: Bir insanın hangi ana babadan, hangi sınıf ve sıfatlarla dünyaya geleceği kendi elinde olmadığından bu nedenle suçlanması zulümdür. Kaldı ki birileri çıkıp Sn. Erdoğan’ın da diğer Cumhurbaşkanlarının da soy kütüğünü ve anne babasının nasıl görüştüğünü de araştıralım” demesi uygun ve lüzumlu muydu?

Rıza Nur gibi, 3 ciltlik Hayat ve Hatıratım kitabında; karısının kahpeliklerini ve kendisinin rezaletlerini teşhir edecek kadar basit ve fasit bir insanın; Bakan yapılınca Atatürk’e övgüler dizen, görevden alınınca sövgüler yönelten bayağı ve aşağı bir şahsın, Atatürk’ün anası babasıyla ilgili tamamı kulaktan dolma ve uydurma ithamlarını “tarihi bilgi ve belge” diye okurlarına yutturmaya çalışanlar, Rıza Nur onursuzundan daha rezil ve kepaze konumuna düşüyordu.

“Gerçek Atatürk hangisi, Vahdeddin’e ‘Halife ve Hakan efendimiz’ diye Heyet-i Temsiliye adına mektup yazan Mustafa Kemal mi, Evren’in anlattığı mı, Erbakan’ın anlattığı mı? Doğu Perinçek’in anlattığı mı, Nejla Çarpan’ın anlattığı mı? Frunze’nin dostu olan TKP’yi kurduran Mustafa Kemal mi gerçek, antikomünist olan mı? Mustafa Kemal Mason mu, Mason locasını kapatan mı? Sahi Meşriki Azam M. Kemal Öke’yi niye kendine müşavir yapmıştı!? ‘Aynı davaya hizmet eden iki cemiyet olmasın’ diye mi? Mustafa Kemal’in doğum gününü tam olarak bilmediğimiz gibi, ölümü de tartışmalı. Son dakika yanı başındaki kişi M. Kemal Öke idi. Öke’nin derin sırrı, Locanın ‘emanet sandığı’nda. Öke yanı başındaydı da İnönü neredeydi? Küçük Hüseyin Efendi’nin müridi, TKP’nin kurucusu Mareşal Fevzi Çakmak neredeydi?” diyen Bay Dilipak’ın bütün bunları Sn. Erdoğan’a ve iktidarına sorması gerekmiyor muydu?

Yahu, bütün arşivler, belgeler, üniversiteler, resmi ve yetkili araştırma ve öğretim görevlileri, AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın emrinde olduğuna göre, tam 18 senedir bu konuda ciddi ve cesaretli bir adım niye atılmıyordu? Gerçek Atatürk ortaya çıkarılıp niye toplum bu tartışmalardan kurtarılmıyordu? Bizim aklımıza bu konuda üç sebep geliyordu:

1- Ya Atatürk’le ilgili gerçekleri araştırıp yazacak cesaret ve dirayetiniz bulunmuyordu. Korkaklık ve kaypaklığınıza mazeret uyduruluyordu!

2- Ya her tarafı idare ve istismar eden marazlı bir münafıklık ve riyakârlık sergileniyordu!

3- Ya da; tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasından en fazla iktidar ve yandaşları gocunuyor, “bulanık suda daha rahat balık avlayacakları” ve oy toplayacakları için böyle davranılıyordu!

Ve hele Bay Dilipak’ın, Doğu Perinçek’le, Kenan Evren’le, Mim Kemal Öke’yle aynı safta ve sınıfta gösterme kastı ve küstahlığıyla “Erbakan’ın Atatürk’ü!..” diyerek konuyu çarpıtmaya ve saptırmaya çalışması tek kelime ile mide bulandırıyordu! Bu nedenle soruyoruz: Peki Erdoğan’ın Atatürk’ünden niye hiç bahsedilmiyordu? Erbakan Anıtkabir’i ziyaret ederse “siyaset = şahsını ve makamını koruma”, Erdoğan ziyaret eder ve övgüler dizerse “mazeret” ve “siyanet = korunma” mı oluyordu?

Bu ucuz ve uyuz kahramanlar acaba, “Necip Fazıl’ın Atatürk’ünü” niye hiç gündeme taşımıyordu?

Çünkü Necip Fazıl, Atatürk’ün vefatından 15 gün sonra 26 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Mustafa Kemal’le ilgili çok çarpıcı tespitler ve ufuk açıcı tahliller içeren bir yazı yayınlıyordu. Üstelik Mürşidi Abdülhakim Arvasi ile tanışıp İslami istikamet bulmasından dört sene sonra bunları yazıyordu ve ölünceye kadar bu düşüncelerini değiştirdiğini gösteren hiçbir yazısına rastlanmıyordu.

Bay Dilipak’ın:

“Kemalizm Türkiye’nin en oportünist gündem konusu. Şimdi bir de “Yeşil Kemalistler”imiz çıktı. Kemalizme en büyük zararı anti Kemalistler değil bu “Yeşil Kemalistler” veriyor aslında. İşi daha da sulandırıyorlar. Ama tabi bu oportünizmin kimseye bir faydası yok! Müslümanlara da zarar veriyorlar. Keşke herkes kendisi olsa.” tespit ve temennilerinde de sahtekârlık sırıtıyordu. Çünkü Kemalizm’in dine düşmanlık için uydurulan ve Atatürk’le ilgisi bulunmayan bir Masonik ve Sabataist kılıf olduğunu her mü’min biliyordu. Ama böylesi ithamlarla kendi kaypaklık ve kolaycılığına “Dilipak’lık” kılıfı sarıyordu.

Akit Gazetesi yazarı olan, AKP’ye yakınlığıyla ve akıl hocalığıyla tanınan Abdurrahman Dilipak, daha önce köşesinde “AKP’den 40 kadar milletvekilinin seks kaseti olduğunu” yazan insandı. İşte Dilipak o yazısında şunları aktarmıştı:

“(AKP) Kendi içindeki birtakım yiyici (vurgunculara) ve ahlâksızlara karşı da bir arınma hamlesi yapması gerekir… Bana kalırsa bir musibet, bin nasihatten daha iyidir… (AKP) Belirledikleri adayları bile, bu olaydan sonra bir daha gözden geçirip, uçkuruna, kesesine düşkün, makam hırsı ile çevresini kırıp geçiren birtakım adamları aday listesinden ayıklasa ne iyi edecektir… Koca bir dava, üç beş geri zekâlının para, makam ve kadın ihtirasına kurban edilmemelidir!.. Unutmamak gerekir ki, koca çınar ağacının işini bitiren birtakım yumuşakça kurtçuklar ekibidir… Bu köşenin okurları, bu senaryoları 6 ay önce, 2 ay önce de bizden okuyuvermişlerdi…” diyen, daha önce de AKP’nin bir dış proje olduğunu deşifre eden Bay Dilipak, bu dış projeli partinin, içerisinde en az 40 tane seks kasetli milletvekili barındıran partinin reklâmını ve temize çıkarma yazılarını herhalde bedava yapmıyordu? “Allah rızası için Siyonist projelere ve seks kasetli rezil pespayelere sahip çıkıyorum” diyemeyeceğine göre, yoksa kendisi de mi bu Siyonist oyunun bir piyonu oluyordu?

Oysa Atatürk’ün söylemlerinden… Veya O’nun hakkında söylenenlerden yola çıkarak; yaşadığı olayları, sorunları ve çözüm arama metotlarını anlamaya çalışmak yanlıştır ve yanıltıcı sonuçlara ulaştırır. Doğrusu; O’nun yaşadığı dönemin şartlarını, ihtiyaçlarını, iç ve dış dayatmaları ve Atatürk’ün mevcut imkân ve fırsatlarını hesaba katarak, hangi çaba ve çırpınışların hangi kararlara ve sonuçlara yol açtığını doğru anlamak daha da kolaylaşır. Atatürk’ün Milli Mücadele sırasında ve sonrasında; gerekli desteği sağlamak, en az zayiatla ve en az masrafla zafere ulaşmak için; Lenin Rusya’sından Hindistan Müslümanlarına… İslam Birliği kurma çabalarından İngiltere ve Fransa ile ittifak arayışlarına… 1927’de okuduğu NUTUK’ta hain ilan ettiği Kâzım Karabekir gibi paşaları ve Mason Localarının arkasındaki Sabataist cuntayı ayrı ayrı idare etmek ve dengeleri gözetmek zorunluluklarına ve içinde bulunduğu diğer koşulların ve kuşkuların baskısına bakmadan ve bütün bunları hesaba katmadan… Ve yine Atatürk’ün Millî Mücadele ve Cumhuriyet döneminin, hangi senelerinde ve hangi sebeplerle hangi adımları attığı ve hangi konuşmaları yaptığı dikkate alınmadan, doğru ve uygun bir yorum yapma imkânı da oluşmayacaktır.

“Atatürk bu duygusal ortamda rasyonel kişiliğinden sıyrılıp masal kahramanına dönüşüyor!.. Atatürk’ün bir deha olduğu kesin: Büyük riskler aldığı ve büyük çabalar harcadığı da… Rasyonel bir çizgi üstünde yürüyüp ülkeyi aklın, mantığın ve bilimin ışığında yeni bir yapılanmaya götürmeye çalıştığı ise inkâr edilemez gerçek… Yine de kafalar oldukça karışık ve çelişkiler yumağı! Çünkü bu konuda ‘tarafsızlık’ söz konusu değil. ‘Tarafsızlık’ olmayınca, analitik çalışmalar yapılamıyor. Dolayısıyla her şey, ‘Cumhuriyet / Hürriyet’ nutuklarıyla, ‘En büyük Türk Atatürk’ övgüsünde kalakalıyor… Çocukluğumdan bu yana, o çok önemsediğimiz Atatürk’le ilgili olarak aynı kalıpsal yaklaşımların sergilenmesi, aradan onlarca yıl geçmesine rağmen, O’nun evrensel boyuta taşınması konusunda bir çaba gösterilememesi, kendilerini ‘Atatürkçü’ sayan kesimlerin ya kabiliyet yahut samimiyet derecesini gösteriyor… Öte yandan, Atatürk’e ‘muarız’ unsurların (yani O’na karşı olanların), yeni deliller ortaya çıkarma konusunda, ‘Atatürkçüler’den daha çalışkan (daha duyarlı ve tutarlı) olduklarını söylemeye de imkân yok: Ya ‘şartlar’ elvermiyor buna ya da alışkanlıklar!”[1] diyen, Yavuz Bahadıroğlu ise insaflı ve yapıcı bir tavır takınıyordu.

“Nasıl ki her bitki her iklimde yetişemezse, demokrasinin oluşabilmesi ve yaşayabilmesinin de belirli koşulları vardır. Sanayileşme, kentleşme, yoksulluktan kurtulma, belirli bir eğitim düzeyine ulaşma şarttır. Çoğulcu, tek bir gücün egemen olmasına izin vermeyecek ölçüde güçlerin paylaşıldığı, gücün gücü dengelemeyi başardığı, örgütlü bir toplum lazımdır. Ve tabi yaygın ve etkili bir kitle iletişim ağı da kurulmuş olmalıdır… Bunlar bir anlamda demokrasinin nesnel koşullarıdır. Ama bu koşulların büyük ölçüde var olması, demokrasinin de kendiliğinden var olacağı anlamını taşımamaktadır. Çünkü demokrasinin bir de öznel koşulu vardır: Demokratik kültür bunların başındadır. Hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı olan demokratik kültür ise, ancak demokrasinin bir yaşam biçimine dönüşmesiyle ve uzun zamanda oluşacaktır. Hoşgörüsüz tavırların, uzlaşmazlıkların yarattığı sıkıntılar aşılarak, demokrasinin bilincine varılarak, ağır ağır bu sonuca varılacaktır… 1920’lerin Türkiye’sinde, bu koşulların hemen hiçbirisinin bulunmadığını bilerek yorum yapılmalıdır. Batılı güçlerin yüzyıllar boyu saldırıları ve savaşları sonucu yoksul ve eğitimsiz bir tarım toplumu konumundayız. Batı’da demokrasiyi destekleyen iki temel sınıftan da yoksun durumdayız. Ne gerçek anlamıyla bir burjuvazi ne de gerçek anlamıyla bir işçi sınıfı var… Radyo yok. En büyük gazeteler, ancak 3-4 bin basabiliyorlar… Toplum asırların ihmaliyle ve mecburi sıkıntılar nedeniyle hem fakir hem cahil bırakılıyorlar…

Atatürk’e saldıranların ve O’nu despotlukla suçlayanların “o dönemde demokrasi yoktur” itirazını doğru tartmak için, sadece 1920’lerin 1930’ların Anadolu’sunun koşullarını hatırlatmak yeterli olmayacaktır. O dönemin Batı’sına, bugünkü demokratik ülkelerin o dönemdeki durumlarına da bakmak lazımdır. 1930’larda, bugünkü anlamda katılımcı bir demokrasi, Avrupa’nın hiçbir yerinde bulunmamaktaydı. İtalya 1922, Portekiz 1927, Japonya 1930, Almanya 1933, İspanya 1938 yılında faşist yönetimlere taşınmıştı. Merkezi bir yönetim biçimi olan Fransa da giderek faşizme teslim olacaktır.

Üstelik ünlü sosyolog Max Weber bile, demokrasiyi şöyle tanımlamaktadır: “Demokraside, halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, ‘Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti onun emrine girmişlerdir.” Yani artık demokrasi ve seçim, dolaylı despotizmin kılıfıdır. Almanya, İtalya ve Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerin bile, demokrasiye kendi iç dinamikleri ile değil, savaş yenilgisiyle birlikte dayatılan koşullar nedeniyle geçtiklerini unutmayalım. Ki Atatürk dönemini ve İsmet İnönü’nün demokrasi deneyimini daha doğru anlama imkânı bulalım.” saptamaları haklıydı.

Asıl ve doğru soru şudur:

Demokrasinin ne “nesnel” ne de “öznel” koşullarının bulunduğu bir toplumda; demokrasinin gerileyip faşizmin yükseldiği bir dünyada; acaba Mustafa Kemal ne düşünüyordu? Toplumunu nasıl bir yönetim biçimine hazırlamak istiyordu?

Atatürk için, cumhuriyetçilik ilkesi ile demokrasi aynı anlamı taşımaktaydı:

“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Milli egemenlik esasına dayalı memleketlerde siyasi partilerin var olması tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.” diyen Atatürk’ü anlamaya çalışmalıdır.

Atatürk için, demokrasi her şeyden önce bir özgürlük amacıydı:

“İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi, sosyal yardım veya iktisadi teşkilat sistemi değildir. Demokrasi, maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir görüş, vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyaçlarını uyutmayı amaçlar. Bir ulusu oluşturan bireylerin o ulus içinde, her çeşit özgürlüğü, yaşamak özgürlüğü, çalışmak özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmalıdır.” diyen ve bunun için gayret gösteren bir Atatürk esas alınmalıdır.

Kendi el yazısı ile kaleme aldığı Medeni Bilgiler Kitabı, halka özgürlük ve demokrasiyi öğretmek için hazırlanmış bir el kitabı gibiydi. Daha sonra okullarda ders kitabı olarak okutuluverdi. Kitaptaki basın özgürlüğü ile ilgili düşünceleri, Atatürk’ün ne ölçüde içten bir özgürlükçü olduğunun da kanıtıydı:

“Basın yayın özgürlüğünden doğacak olumsuzlukları ortadan kaldıracak etkin yol, kesinlikle geçmişte olduğu gibi basın yayın özgürlüğünü kısıtlama yolu değildir. Basın yayın özgürlüğünden doğacak sakıncaların ortadan kaldırılması yolu, yine doğrudan basın yayın özgürlüğüdür.” sözleriyle O’nu yorumlamak lazımdı.

Zamanın Fransa Büyükelçisi’ne söyledikleri ise, hiçbir yanlış anlamaya meydan bırakmayacak kadar açıktır:

“Kişisel iktidar (diktatörlük) gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Bu sebeple parlamenter bir cumhuriyet kuracağım.” hedeflerine yoğunlaşmalıydı.

Mustafa Kemal, Samsun’a ayak bastığı andan gözlerini yaşama kapadığı ana kadar, kişisel bir yönetim (despotizm) yerine, halkın irade ve tercihine dayanan demokratik bir rejimin altyapısını oluşturmaya çalışmıştı. Baskı ve tehditle değil, insanları inandırarak adımlarını atmaya başlamıştı.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bile, oldukça demokratik bir mecliste tartışılarak, zaman zaman sert bir biçimde eleştirilere uğrayarak, sürekli denetlenmiş olarak yürütülmüş olması, son derece önemli ve anlamlıdır. Kurtuluş Savaşı sırasında görev yapan ilk TBMM’de bile, sayıları 120’yi bulan milletvekilinden oluşmuş bir muhalefet grubu vardı. Mustafa Kemal sadece özgürlüklerden ve demokratik muhalefetten yana değildi; aynı zamanda yargı bağımsızlığını da savunmaktaydı. “Yargısı bağımsız olmayan bir devletin, kendi bağımsızlığı tartışılır” diyordu. Böyle bir düşüncenin, bir diktatör tarafından savunulmasına olanak var mıdır?

Ünlü Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger’in, Atatürk’ün Tek Parti yönetimini özenle incelediği anlaşılmaktadır. Duverger, “bu yönetim biçiminin, mutlak baskı rejiminin geçerli olduğu toplumlarda demokrasinin gerektirdiği ortam ve koşulları hazırlamak ve sonunda tam bir demokrasiyi gerçekleştirmek amacına yönelik olduğunu” vurgulamaktadır. Evet, Atatürk’ün tek partisinin görevi, toplumu çoğulcu bir demokrasiye hazırlamaktı.

Maurice Duverger, kendi sosyalist ve Darwinist düşüncelerine “Kemalizm’i” kılıf yapma çabası dışında, bu tespit ve tahlillerinin doğruluk payı vardı.

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}baydilipak{/mp3}

 

 

 


[1]10.11.2019, https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/mustafa-kemal-ataturk-

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ali ÇAĞIL - İHL ve Kamu Yönetimi Mezunu

Ali ÇAĞIL - İHL ve Kamu Yönetimi Mezunu

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
18 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Nuh

Milli Çözüm hakkı söyler..
DİN TACİRLERİ!

Kimisine dünya; hayvan misali

Çifte atıp dolaştığı tavladır!

Mü’minler hasretle bekler visali

O’nun derdi ve davası Mevlâ’dır!..

Kuruda kalmaktan korkar kurbağa

Bazı böcek kendin sanıyor boğa

Kargalar da uğrar sümbüllü bağa

Alçağın kıblesi şehvet, malıdır!..

Münafık tavırlı, kirli kuruşçu

Makam çıkar için, Milli Görüşçü

Kutsalını satan, sahte gülüşlü

Merkepten marifet çıkmaz, muhaldır!..

Tanrı diye tağutlara tapılmış

Amerka’nın havasına kapılmış

Gayret ölmüş, gavatlığa sapılmış

Yalan çiğner, sanılır ki, helvadır!..

Irak’taki zulme ortak vicdansız

Fetva verir Firavun’a, Kur’an’sız

Bak Şeytan’dan şefkat umar, iz’ansız

Münafıklar başımıza beladır!..

“Ilımlı İslam”la, Dini bozarlar

Şöhret için, Kutsalını pazarlar

Sözde Mehdiyete zemin hazırlar

Gâvur kucağında boşa hülyadır!..

Tarikat, hakikat; ayağa düştü

Sinek tipler, hep pekmeze üşüştü

Pasta payı için; dostlar küsüştü

Utanmak gerekir, nasıl bir haldır?

Kemal Serkan

Bu makaleyi örnek kabul ederek anlıyoruz ki Milli Çözüm ve tabi ki Üstad Ahmet AKGÜL ‘ün Atatürk konusundaki zaferi de netlik kazanmış olması….
Bu makaleyi örnek kabul ederek anlıyoruz ki Milli Çözüm ve tabi ki Üstad Ahmet AKGÜL ‘ün Atatürk konusundaki zaferi de netlik kazanmış olması….

Son yıllarda görüyor ve anlıyoruz ki sahte ve din istismarcılarının gayretlerinden ve devrim simsarı sahte kemalistlerin yoğun çabalarundan anlıyoruz ki Siyonistlerin kendi hedefleri uğrunda kullanmak için SAHTE ATATÜRK tanımlamaları tariflerini çöpe attırıp GERÇEK ATATÜRK’Ü deşifre eden Milli Çözüm ve Üstad Ahmet AKGÜL TEK BAŞINA BU ZAFERİ KAZANDIĞINI ANLIYORUZ…
Çok söze ihtiyaç olmadığını asrımız nice böylesi zaferler yazan Milli Görüş’ün Aziz Erbakanın Sadık Takipçisi Üstad Ahmet AKGÜL Hocamıza daha ne zaferler yazdırtacak hep beraber göreceğiz inşaallah. Tuzun suda eridiği gibi siyonizmi eritecek ve 8 milyar insanlık alemi koca bir NEFES alacak inşaallah.. Rabbim o günlerin gelişini hızlandırsın ADİL DÜZENİ İKTİDAR EYLESİN MİLLİ ÇÖZÜMÜ AHMET AKGÜL HOCAMI HİZMETKAR EYLESİN İNŞAALLAH.

Not: Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın kendi kaleminden hazırlanan BİZİM ATATÜRK isimli Buğra Yayınlarından son baskısı yapılan eseri acizane tavsiye ediyorum.

SAYGILARIMLA

saffet

Atatürk olsa şimdi sizin gibi kiralık beyinleri asdırırdı.
Sayın Dilipak olmayan kişi:Tarihe bağımsızlığımızın simgesi olmuş bir lideri acaba ikide bir tartışma konusu yaparak Atatürk’ün çıkarılacak kanunlarla tartışılabilir bir konuma sokma gayreti acaba kendi İslami hassasiyetindenmi kaynaklanmaktaydı.Yoksa kendini partiler üstü göstererek kirli ve işbirlikci odakların taşeronluğunumu yapmaktaydı. Herne hikmetse 2-3 yılda bir Atatürk ile ilgili bir açıklama yapar tartışma veya kaos oluşturmaya çalışırsınız. Ya sizin desteklediğiniz mevcut hükümet in kirli işleri ayyuka çıkınca şimdi çok bilmişlik partiler üstü edasıyla gerçekleri neden gizlemektesiniz. ?Siz kim ? Atatürk kim ? Atatürk yaşasaydı herhalde şimdi sizin gibi satılık beyinleri asmak için emir verirdi.

Veysel

Oportünizm ve Akp
Dilipak’ın aşağılayarak ve biraz da kıskançlıkla Atatürk’e sahip çıkanların üstüne attığı bir çamur olarak oportünizm kavramı gerçekten manidar bir kavram. Oportünizm sözlükte “güç durumlar karşısında, davranışlarını ahlak ilkelerine ya da düzenli bir düşünceye göre değil, kişisel çıkarlarına en uygun düşecek biçimde ayarlayan tutum” olarak ifade edilmekte. Şöyle üstün körü okuyup kimdir ülkemizde bu kavrama en çok uyanlar diye sorulsa herhalde AKP’den ve onun zihniyetinden önce akıla gelecek olan yoktur diye düşünüyorum. Hal böyleyken neden her sene aynı muhabbetle mide bulandırmaya ve nefret körüklenmeye çalışılıyor. Yoksa Dilipak gibilerin menfaat musluklarının vanaları bu konuların işlenmesine mi bağlı?! Bu durumda millete oportünizm yaftası yapıştıracağına kendi alnına asılı olanla ilgilenmesi daha doğru olmaz mı?

Hüseyin Selman

TEZAT
Hayatını, Anadoluyu parçalayıp sora işgal edip ondan sonra da İslamı ortadan kaldırmak isteyen Emperyalist batı ve siyonistlerle mücadeleyle geçiren Mustafa Kemal Paşa yı anlayamamış DİLİBOZUK gibilerinin ; tam aksi bir şekilde iktidara geldiği 18 yıldan beri AB ye girmek için vermediği taviz kalmayan toplumun ahlak ve aile yapısını bozan (zina, eşcinsellik, İstanbul sözleşmesi vb gibi) kanunları çıkaran ; ABD ile dost ve müttefik olup ortadoğuyu kan gölüne çevirmesine destek olan; terörist şimon peres i mecliste konuşturup alkışlayan, yakın zamanda cemaati devletin bütün kadrolarına alıp feto yu darbeye yeltenecek kadar güçlendiren, çözüm süreci diyerek ülkeyi bölünmenin ve iç savaşın eşiğine getiren ve daha birçok ihanet ve yanlışı yapan AKP nin macunculuğunu yapmaları çok açık bir TEZAT örneğidir. Tıpkı MİLLİ ÇÖZÜM DERGİMİZİN ifadesiyle ERBAKANIN ATATÜRK’Ü ile Erdoğan’ın Atatürk’ü arasındaki dağlar kadar farkı gibi…

R YÜCEL

AYNIDIR BUNLAR
Kışın diskotekte, yazın plajda

Oğlun adı Coni, kızınki Ajda

Torun meyhanede, dedesi Hac’da

Mason’u solcusu, birdir bunların

Akıl hocaları, kimdir bunların?

Bilderberg salonda, bir otururlar

Hem aynı viskiyle, kafa bulurlar

Mason Locasında sık buluşurlar

Üstü de, altı da, birdir bunların

Bu sefer haddini bildir bunların!

Rotary biraderler, Amerikancı

Sermaye uşağı, IMF kancığı

Faizci olur mu, hiç Erbakancı

Sağı da solu da, birdir bunların

Artık havasını, indir bunların!

Hırsızdan soysuzdan, bıktık usandık

Bela oldu başa, bir avuç zındık

Artık mezar olsun, bunlara sandık

Eskisi yenisi, birdir bunların

Kalpleri İslam’a, kindir bunların!

Her gün beş boynuzlu, otel açarlar

Hem Milli Görüş’ten, nasıl kaçarlar?

Hep halkı sömürüp, Hans’a harcarlar

Rantiye şantiye, birdir bunların

Gel artık haddini, bildir bunların!

Yok zerre farkları, biri birinden

Atatürk korkuları, gelir derinden

Geçilmiyor artık, pislik kirinden

Mafyası medyası, birdir bunların

Çare Milli Düzen; sildir bunların!

Kuklalar, locada; hazırlanırlar

Pijamalı patrondan, emir alırlar

El aya giderken, yaya kalırlar

Sağcısı solcusu, birdir bunların

Yeter maskesini, indir bunların!

Millet aç ve sefil; işsiz perişan

Bunlardır baloda, içip oynaşan,

Halktan kaçıp Haçlılara yanaşan

Karısı kocası, birdir bunların

Her işleri pistir, kirdir bunların!

İrtica diyerek, Din’le savaşır

Kur’an’a, türbana, niye sataşır

Müzelik fosil; Ortaçağa yaraşır

Barbarlıkta hepsi, birdir bunların

Bu sefer haddini, bildir bunların!

Demokrat değiller, diktatör bunlar

Frensiz ıskarta, traktör bunlar

Sonları yaklaştı, bak da gör bunlar

Baronu patronu, birdir bunların

Arkası karanlık, sırdır bunların!

Siyona sığınmış, hain Hocası

Madalyalar takmış, Mason locası

Bil, bunlar din-devrim, istismarcısı

Sofusu solcusu, birdir bunların

Haydi, maskesini, indir bunların!

Dejenere etti, demokrasiyi

Körletip kirletti, bürokrasiyi

Mercedes diye satar, Murat taksiyi

Koçları, kovboyları, birdir bunların

Akıl hocaları, kimdir bunların?

IMF rantiye, çalıp dururlar

Bir de dürüstlükten, hep dem vururlar

Putlara dokunma, pek kudururlar

Çünkü tabuları, birdir bunların

Mason locaları, kimdir bunların?

Bak Kıbrıs’ı satar, ibret alsana

Bağdat bombalatır, Haçlıdan yana

Şeytan çocukları, doymuyor kana

Geçmişi geleceği, birdir bunların

Anlayın ki aslı, nedir bunların?

Apo konuşunca, deşilir lağım

Ne acı gerçekler, duyar kulağım

Yakında gelecek, aydınlık çağım

Eskisi yenisi, birdir bunların

Küçücük fareleri, Fil’dir bunların!

Yeter insaf eyle, hayırdan geçme

Sen kendi elinle, belanı seçme

Zalimin verdiği, bal olsa içme

Sağı da solu da, birdir bunların

Seçimde haddini, bildir bunların!

Diriliş kervanına, katıl be kardeş

Hak’tan sonra hepsi, bâtıl be kardeş

Mutlu yarınlara, atıl be kardeş

Niyet, zihniyeti, birdir bunların

Oy, anlayacağı, dildir bunların!

Sağ-sol bitti, artık; Millici misin?

Yoksa işbirlikçi, zillici misin?

Yerlici mi; hain, kirlici misin?

Canı da, kanı da; birdir bunların

Asıl korkuları, Dindir bunların!

Ahmet’im el ele; gönül gönüle

Gel Hak’ka dönelim, bitsin bu çile

Bak muhtaç olmuşuz, düşmana bile

Sağı da solu da, birdir bunların

Dersini verecek, gündür bunların!

Orhan

Dilipak kendisi için ,bir iç sorgulama yapsin.!
Dili(pas)paka hatırlatma.!
Şu Dilipakin dili birde kendi zihniyetindeki
“tek adam” ım ziyaretlerine ve dış ülke yönetici başkanları ile olan kadim dostları için söylensin.!

2005 yılında dönemin başbakanı Sn. RTE ve eşi, İsrail’de
Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl ve soykırım anıtına çelenk koyup saygı duruşunda bulunurken, Türkiye’deki İslami camiayı temsil ederek mi orada bulundular?!

2004 yıllarında Türkiye’nin emellerini ve hayallerini , Avrupa Birliği muktesebatına ,Roma’da haçlı sürüsünün başı papa heykelin altında imzalarken, Atatürk mü oradaydı, yoksa sn.Abdullah Gül ve Sn. R. Tayyib Erdoğan mı oradalardı.?!

Atatürk 1937’de Türkiye mason localarını kapatarak kapısına kilit vurdu fakat 2003-2019 arası Akp iktidarında, kiliseler restore edildi, devletin bütçesinden milyonlarca para harcandı ve ayinlere açıldı, dinler arası diyalog ve dinler bahçesi adı deyip Hatay’da aktif hale getirildi.

Ülkemize bu yıllarda Vatikan ve Papa ziyaretleri yapılırken, Papa’yı saraylarda ağırlarken samimi pozlar verirken ,dilipas ve yandaşları Atatürk’ü ve Anıtkabir’i konuşup hedef saptırın bakalım!…
Dilipaslilara son sözüm şu; önce aynaya bakın.!

Abdussamet Ç

İstismarcı Ve Çiftestandartçı Dilipak
Hak’la batılı harmanlama ve yozlaştırma, istismarcılık, yobazlık, şuursuz taklitçilik-şekilcilik yaparak dili zehir saçan Dilipak gibilerinin ortak karakteristik özellikleri şunlardır:

-Hacca gidip Mekke’de Allah’a, dönüp Türkiye’de Amerika’ya tapınmak.                                                                         
-Beş vakit namaza beş vakitte nafile katmak, ama aç komşusunun, muhtaç dostunun yardımına koşmamak.                                           
-Abdestsiz dolaşmamak, ama yalan konuşmak, iftira atmak ve müşterisini aldatmak.                    
-Sahabenin kahramanlık hikayelerini anlatıp ağlamak, ama Amerika’nın yüzbinlerce Iraklı masum Müslümanı katletmesine ve AKP’nin bu zulme desteğine duyarsız kalmak, hatta hikmet uydurmak.
-Kur’anın; anlamadığı Arapça lafzını ve bantlarını dinleyip duygulanmak; Ama o Kur’anın:”yurdumuza ve namusumuza göz koyan Siyonist Yahudilere ve Haçlı emperyalistlere dost olmayın. Faizci, İMF’ci, rantiyeci sömürü baronlarına destek çıkmayın” mealindeki emirlerini hiçe saymak.
-Bir şişe şarap içen zavallıyı düşman görüp dışlamak, ama içki fabrikalarını kuran hatta uyuşturucu kullanımına zemin hazırlayan iktidarları alkışlamak

Halbuki Peygamber Efendimiz:          
-12 sene Mekke’de önce beyin eğitimi, yani fikri, imani ve ahlaki terbiye;
-Ardından Medine’de ise 11 sene beden eğitimi, yani zahiri toplum düzeni, sosyal disiplin ve ibadet öğretisi yaptırmak suretiyle bizlere örnek oluşturmaktadır.
-Hasan Basri Hz’lerinin “vücudundaki pire pisliğinin” hükmünü soran Kufeli’ye: Ey münafık, Resulullah’ın ehli beytini ve başta Hz. Hüseyin ve ailesinden yüzlerce masum mümini, hem davet edip yüzüstü bırakmanızın, hem de Yezit’le bir olup kanlarını akıtmanızın fetvasını niye sormuyor da, pire pisliği ile riyakarlık yapıyorsun? Cevabı ne kadar anlamlıdır.
Bu arada özellikle vurgulayalım ki:
-Atatürk; İslam’la değil, köhneleşmiş, önemini ve özelliğini yitirmiş kurum ve kavramlarla mücadele etmiştir.
“Zehir yutmak, aç kalmaktan tehlikelidir” gerçeğini iyi bilen Atatürk, yozlaşmış, yobazlaşmış, ruhsuz ve şuursuz bir din anlayışının ve istismarcılığın, toplum için zehir gibi yıkıcı etkileri olacağını düşünerek, yeniden Kur’ana ve sünnete dönmek üzere, İslamın bu iki temel kaynağını, hem de en ehil ve emin âlimlere, Türkçeye tercüme ettirmiştir.
Ancak, şaibeli ölümünden sonra, İnönü ve Menderes eliyle devrimleri dejenere ettiren gizli masonik cunta ile sahte tarikatçılar; Atatürk’ü dinsiz birisi olarak göstermişlerdir.
Atatürk deyince akıllara sadece “karı ve rakı” getiren bir imaj; işte bu din istismarcılarıyla devrim yobazlarının ortak eseridir.

Atatürk yetiştiği ve yaşadığı zor şartlar ve uğraşmak zorunda kaldığı; hem dinsiz masonlar hem dinci münafıklar yüzünden, İslam’ın zahiri kurallarına pek uyamamıştır; ama O samimi ve inançlı bir Müslümandır, isbatı ise İstiklal Marşı olarak Mehmet Akif’in Milli ve manevi duygularımıza tercüman olan şiirini seçmiş olmasıdır.                                

Dilipak gibileri tanımak, tarih boyunca din istismarının ve tahribatının nasıl yapıldığını öğrenmek ve bu istismarcı zümrelerin tahribatlarının neye malolduğunu anlayabilmek için “Tarih Boyunca Din İstismarı” makalesini tekrar tekrar okumak gereklidir.

https://www.millicozum.com/mc/subat-2006/tarih-boyunca-din-istismari

Necmettin

İNSANLIĞIN ISLAHI MI,İFSADI MI?..
Zerre kadar dini bir hassasiyet, Milli gayret taşıyan bir kimsenin Dilipak yaftalı;kirli fikirli,zehir-necaset dilli, kimse veya kimselere yaklaşım göstermesi mümkün değildir!..

Aziz Erbakan Hocamız’ın,Milli Çözümün en temel kaidelerden ,en başta belletilen ilkelerden olan:”Yapılan bir iş ve eylem, sonuçta KİMİN İŞİNE YARAMAKTADIR?..Bu iş,ülkenin,ümmet veya insanlığın ISLAHINA MI…İFSADINA MI hizmet etmektedir?..”ölçüsü rehber edinilmelidir!..
Makaleye bilgelikle atılmış bu başlık bile,aslında bu işin cevabını en güzel şekilde vermektedir.

Milli Çözümün tarihin sayfalarına altın harflerle yazılacak çok sayıdaki tarihi hizmetlerinden biri de,BİZİM ATATÜRK isimli eserle yaptıkları büyük hizmettir!..Siyonist mihraklar ve masonik odakların ısrarla vurgulayıp,dayatmaya çalıştıkları gerçek dışı yaklaşımlarla ortaya koydukları “..din düşmanı,batı hayranı..”bir Atatürk imajına… Din istismarcısı ve hakikat kaçkını bir kısım divanelerin, ısrarla yapışıp kafa bulandırmaya çalışmaları da aslında; aynı karanlık mihraklar ve şeytani fısıltıların tesir sahasında olduklarının göstergesidir!..

ERBAKANCA bir ATATÜRK anlayışıyla, BİZİM ATATÜRK’ün doğru kavranışıyla,Milli Birlik ve Bütünlüğün, daha bir kuvvetle sağlanması!.. Önce Ahlak ve Maneviyat ilkeleriyle ŞUURLU bir neslin yetiştirilmesi!…Milli,güçlü,süratli,yaygın kalkınma hamleleriyle güçlü bir devletin tesis edilmesi!..Ülke,bölge ve dünya çapında…Tüm zalim güçleri bertaraf edecek,başta savunma sanayi alanları olmak üzere, pek çok sahada geliştirilen plan,proje ve hazırlıklarla!..ALLAH’ın inayet ve yardımıyla…HAKKIN HAKİMİYET SABAHI VE TÜM İNSANLIĞIN SALAHI ÇOK YAKINDIR!..

Necati

KAYPAK YAZARLARIN DİLLERİ PAK MI, PİS Mİ?
Kaypak yazarların dilleri çifte standartlı olduğundan pak değildir.
Çünkü, kaypak yazarların dilleri kişiye veya duruma göre tutarlı değildir.
Çünkü, kaypak yazarların dilleri kişiye veya duruma göre aynı değildir.
Atatürk’ü değerlendirirken ayrı ölçü ve farklı bir dil kullanırlar.
İşbirlikçileri değerlendirirken ise, ayrı ölçü ve farklı bir dil kullanırlar.
Kaypak yazarların önüne ADALET ölçüsünü koyduğunuzda ise, yani Atatürk’ü değerlendirme ölçütleriyle işbirlikçileri de değerlendirin dediğinizde; dilleri “dut yemiş bülbül” gibi olur.
Milli olan her kişiye daime DİL uzatır, havlarlar!
İşbirlikçi olan her kişiye ise DİL döker, ayak yalarlar!
Özetle, kaypak yazarların dilleri pak değil, pistir.

A.Hakan

ÖMER Ali Bey e
Kim ne kuyu eştiyse oraya kandi düşmesi Sünnetullah gereğidir.
Kim neyi istismar ettiyse, onun kötü akıbeti onu beklemektedir.
Din istismarcılarını dinin canlı hakikati olan Adil Düzen devrimiyle çarpılacağı.
Devrim ve Atatürk istismarcılarının yine Atatürk hakikatiyle kahrolacağı günler yaklaşmakta..
Nereden mi biliyoruz.
Bu yazılar 10 binlerce paylaşım ve okumadan geçmesine rağmen bir satır cevap verilemiyorsa, hainlerin fikri temelleri yıkılmış, son demleri demekti..

Mus ab

Dilipak, “Şeytanla İş Tuttuğunu” İtiraf Ettiği Yazısında, “Devletin Kendilerini Ne Hale Getirdiği” İle ilgili İlginç Açıklamaları
Abdurrahman Dilipak’ın Akit gazetesi 9 Kasım 2019’da yayınlanan yazısında; Şeytanın her zaman olduğu gibi, yine kendilerine yalan söyleyip kandırdığını, insan bazen(kendisini kast ettiği açık) Şeytanı da kıskandırır durumda olduğunu yazıp; şeytanlıktan öte halini itiraf etmiş oluyordu.
Yazısının içerisinden cümleler:
“Şeytan her zaman olduğu gibi yine bize yalan söylemiş ve bizi kandırmıştı! Hep Şeytanı suçluyoruz da, insan bazan Şeytanı da kıskandırır.”
“Hatta “hükümet”le “devlet”i de birbirine karıştırıyoruz.”
“Metodik Kemalistler devleti ele geçirecek ve toplumu dönüştürecekti. Biz de bu hülyaya daldık!”
““Devleti ele geçirmek” için ne çok çabalamıştık oysa. Biz devleti düzeltelim derken, devlet bizi kendine benzetti.”
“Promete’ye döndük”
Dilipak, şeytanla iş tuttuğunu(şeytan derken acaba hangi şeytani güç odakları kast ediyor sormak lazımdı), bir yanda da şeytana karşı mücadele eden Milli Devletin muhteşem gücünü ve bu güce karşı mücadele içerisinde olmanın sonuçlarını anlatarak kendilerini de Promete’ye benzetiyor.
Promete ise: “Mitolojiye göre, Tanrı Zeus Promete’yi ibret verici bir şekilde cezalandırır. Bunun için de her sabah bir kartal gelerek Kafkas dağlarında bir kayaya bağlanmış olan Promete’nin ciğerlerini söker ve yer; ama Promete ‘ nin ciğerleri her gece yeniden eski hâline gelir.”
Dilipak ülke içerisindeki şeytanla iş tutmayan devlete karşı, şeytanlarla işbirliği içerisinde olduğunu, bazen şeytana bile akıl verecek seviyeye geldiğini, fakat sonunda her zaman olduğu gibi yine iblisin düştüğü rezilliğe, çaresizliğe, yenilmişliğe düştüğünü bu cümleler açık açık itiraf etmiş olmuyor mu?
İşte Müslüman halkımızın algısına; “İslamcı yazar”, “Müslümanlardan taraf yazar” olarak tanıtılan yazarın kafa yapısı ve itirafları. En mühim gerçeklerin bile, bu kafanın şeytani bir zekayla nasıl çarpıtılacağı ortada. En bariz-resmi örneğini Feto ihanetiyle yakın tarihimizde tecrübe etmiştik.
Şükürler olsun ki; ne Feto’suna, ne şeytanlıkta şeytandan daha mahir Dilikara’larına, Milli Çözüm sayesinde aldanmadık ve şeytanilerin çarpıtmaya çalıştıkları sayısız konuyla birlikte, Atatürk gerçeğinin de farkına vardık.
Milletimizin en acil ihtiyacı; Milli Çözüm fikirlerinin en yüksek nida ile milletimize dinletilmesiydi.

Orhan Atay

AKP ve Davası
AKP yi bana sordular fikir babası da benim diyen bay Dilipak, bu kaçıncı direk veya dolaylı Atatürk’e sataşman ve Milli Çözüm dergisinden haddini bildirip paylanman kaçıncı Allah aşkına. AKP yi bir dava partisi olarak anlatman da pek manidar. Davası olarak BOP eşbaşkanlığını görmen ise haklısın, İslam aleminin kan ve göz yaşına sebep olamaksa haklısın, İnsanları, dini, ve insanların gelenek ve göreneklerini yozlaştırmak ise doğru. Bu şerefli milletin vatan ve bayrak gibi değerlerini küreselleşme adına AB’i adına feda etmekse haklısın, bu AKP nin davası Ülkenin milli değerlerini yabancılara peşkeş cekmekse doğru, bu milleti kışın ortasında soğana, patatese muhtaç etmekse doğru, bu milletin evlatlarının namus kavramını, aile gibi kutsal bir kavramını inancını AB’liği sevdasına LGBT sözleşmesini imzalaması ve uyguluyor olması ise doğru davası var AKP’nin. Filistinde kan göz yaşı ve katliamlar sürerken; İsrail le normalleşme protokolü imzalamak ve hala ona sadık kalmaksa davası doğru. Dünya da ve orta doğuda siyaset üretmek yerine, pinpon topu gibi bir ABD,bir Rusya,bir AB bir orta doğu ülkeleri arasında şuursuzca dolaşmak ve İsrail politikalarına çanak tutmaksa dava haklısın. Dava koskoca gerçek bir davaya Milli Görüş Davasına hemde Rahmetli ERBAKAN Hocama ihanet etmekse doğru bir davası var AKP’nin. Elindeki gümüş bir yüzüğü göstererek bu yüzükten başka bir dünya malım yok bir gün zengin olmuş diye duyarsanız bilin ki Tayyip kardeşiniz çalmıştır diyerek milyarlarca dolar servete ulaşmaksa dava varmış bir davası. Milyarlarca Dolar servetini 107 milyar dolar kubul edip savunan köşe yazarları da olsa olsa davama adamlarıdır her halde. Evet bir davaları var sayın Dilipak sizinde defalarca yazdığınız gibi; çalmak, kusana kadar yemek ve yeniden yemek, hayvanlar gibi sex yapmak, hatta sizin bir yazınızda bu AKP lilerin de kasetleri var ama kasette kadın yok diye yazmıştınız evet davaları var, işte bunların davaları bu. Yiğidi kuru soğana muhtaç etmek mecazi manada.
Bu Atatürk takıntısınıda anlamış değiliz bay dilipak’ın. Acaba hangi samanlıkta iğne aradılar sülalecede iğneyi bulan bulduda kaçtı sanki, sürgit bir dava. Tavukmu yumurtadan, Yumurtamı tavuktan, El insaf be amerikan bayrakçısı, dünya kabul etmiş sen kabul etmesen ne olur ATATÜRK’ü çokta tınn yani. Birde kibirle, birde müslüman yeşil ATATÜRK çüler çıktı çığırtkanlığınız var hayırdır. Atatürk müslüman bir devlet ve Millet adamı idi günahıyla sevabıyla ama müslüman dı, müslüman müslümanı sever ve korurda savunurda hoş savunulmaya ihtiyacıda yok ama saffımız belli olsun kabilinde. Amma bunca yozlaşmaya rezilliğe rağmen buna her kim dava derse O asla müslüman değil münafıktır münafığı ise şeytan bile savunmaz günaha sokar,sevmez, ben sizden uzağım der:(Haşır suresi 16) ayet. Münafıklık kafirden de aşağıdır. Birde münafığı rahatsız eden ne bilirmisin bay dilipak gerçeklerin her geçen gün artarak kabul görmesidir ATATÜRK gerçeği de her geçen gün, gerçek yerini ve gerçek kabulünü buluyor, buda bir çok istismarcıyı rahatsız ediyor. Siz belli aynı hamam aynı tas bay dilipak. Yazarımızın ellerine sağlık, Makalesi yine çok güzel olmuş.

Ömer ali

Zor sorular
1- Ya Atatürk’le ilgili gerçekleri araştırıp yazacak cesaret ve dirayetiniz bulunmuyordu. Korkaklık ve kaypaklığınıza mazeret uyduruluyordu!
2- Ya her tarafı idare ve istismar eden marazlı bir münafıklık ve riyakârlık sergileniyordu!
3- Ya da; tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasından en fazla iktidar ve yandaşları gocunuyor, “bulanık suda daha rahat balık avlayacakları” ve oy toplayacakları için böyle davranılıyordu!

A.Hakan

KUKLALAR BAŞLARINI KAŞIMAZLARMI!?
Sağcısı-solcusu, dinci, kindarı hepsinin besi kaynağı geçmişte Atataürk ve din üzerinden olduğu için dini ve Atatürk’ü ticari metaya benzetmektelerdi. Yani ne zaman para ederse o zaman kullanırlar ve bir daha lazım olana kadar umurlarında bile olmazdı. Ne oldu solcu Kemalist nostrolara? Neden yıllardır adını alet ettikleri Atatürkten vaz geçtiler.. Nasıl da Atatürk’ü dinsiz göstermek için bunca bilgi ve belgeye rağmen dinci masonlarla aynı yalanı aynı anda söylerler?
Elbette Kur an ve sünnet Mihenk, milli kahraman ve önderler örnek alınırlardı. Bizlerin görüş ayrımı yapmadan bir arada örnek alacağımız, milli birlik ve dirliğimizi korumak için bir arada olacağımız, fedakarlıkta bulunacağımız kritik dönemler vardır. Bulunduğumuz süreç belkide tarihinte karşılaşmadığımız büyüklükte, düşmanın en etkin olduğu, dolayısıyla fırsatların heba edilemeyeceği ince bir süreçten geçmekteyiz. Bu geleceğin Dünyasını kurarken herkesin ayarına göre seviye kazanacağı ve eleneceği tarihi bir süreç yaşanmaktadır. Dost zannedilen hainler, vatan sever görünen işbirlikçiler, dindar görünen münafıkların sayılıp seçileceği bir süreç yaşanmakta. Ve bu sürecin Hak ve Batıl tarafında yöneticileri tarihin seyri içinde pişmiş, her iki cephe adam deneme ve seçme sürecinde en ehil oldukları dönemlerler yaşanmakta. Elbette Atatürk’le ilgili görüşlerimiz gündelik değil tarihi gerçeklere dayanmakta. Şimdi Dilipak gibi dinciler kendi şan ve şöhretleri için zamanında çok uzak kutuplar olan Şanar Yurdatapan larla bir araya gelecek kadar gönül zengini, hoş görü kaynağı idiler..!? Peki vatanın bütünlüğü söz konusuyken şimdi bu hırçınlığınız neden..
Soruyoruz ey tarihin kara sayfalarına ÇİFTE STANDARTÇI yazılacak içi suratına yansımış işbirlikçiler.. Sizler zannediyorsunuz ki köpeklğini yaptığınız kapı sizlere ilelebed sahip çıkacak öylemi!? Hakka teslimiyeti biatı ve itaatı şirk saydığınız hatta yıkılması için aracılık yaptığınız Milli Yerli Merkez sizin umduğumuz gibi bitip tükenmedi. Bilakis dimdik, HZ İbrahim kararlığında, milli yerli imkanlarla putlarınızı kırıyor. Yazık artık tanrılarınız ve güvenliğiniz masonlar gemiyi terk ediyor. Siz aldanmayın iki Siyonistin “Bizler güçlüyüz bakın Türkiye’de Toplantılar yapıyoruz” polümlerine.. Onlar büyük göçü başlatmak için Yahudileri bile Almanya’da yakacak kadar gaddarlaştılar. Ve faturayı Hitler’e kesip kendi projelerine bu güne kadar aptalları ağlattılar. Şimdi aynı Yahudi, kullanmak ve hedefine varmak için acaba hangi işbirlikçileri, yada vitrin mankenleri için neler düşünmekteler. . Yani işbirlikçi dinciler onlara göre Yahudilerden daha mı kıymetliler!? Elbette süreci Milli yerli güçler de takip etmekte, dost düşman ayrımını bilmekteler di. İsrail’le büyük hesaplaşmaya giderken birlik dirlik kaynaklarımızı kurutmaya çalışanlar hak ettikleri akıbetle karşılaşcaklardı. “KUKLALAR BAŞLARINI HİÇ KAŞIMAZLARMIY DI !?”

N.Gündüz

Bizim Atatürk
Bu Dilipak gibiler her zaman fitne tohumlarını ekip halkı birbirine düşman edip kirli emellerine ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Canları pahasına mücadele ederek, sınırları belli bir ülkeyi bizlere emanet eden kahramanlara karşı sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız.
Dindar ve Kemalist geçinenleri, yıllardır hep Dipak gibiler, fitne tohumları ekerek bu ayrışımdan nemalandılar. Ama şükürki bir Milli Çözüm var. Bütün sahtekarlıklarını belgeleri ile yüzlerine vurmakta.
Münafıklığın ve yalakalığın hat safhada olduğu bir dönemdeyiz. Akp hükümetinin ve R.T.Erdoğan’nın 17 yıllık kirli icraatlarını kapatmak için M.Kemal Atatürk ‘e saldıranlar, öncelikle Makalede ( Milli Çözüm ) ki Akp ile ve R.T.Erdoğan ile ilgili sorulan sorulara cevap vermeliler.
Böyle Dilipak gibi hatsizlere neden Atatürk ‘ün kurduğu CHP ve Kemalist geçinenlerden bir cevap ve tepki gelmiyor.
Bu ülkede sahte dindar geçinen yalakalar ve sahte Atatürkçüler perde arkasında birlikte olduklarını ortaya çıkaran, Milli Çözüm olduğu için düşmanlıkları devam etmektedir.
Bu kafalar Atatürk zamanındaki o kısıtlı imkanlarla neler yapıldığına bir baksınlar.
Akp Ülkemizi iflas eşiğine getirmiş durumda bunu gizlemek tabiki Dilipak gibi yalakalara düşmekte.. son çırpınışınızda fayda sağlamayacak..

Nurhayat

ZEHİRLİ DİLLİ ŞEYTANDİLLİ
Şu dilipak yıllar önce Elazığ’a gelmişti. Elazığ Harput Battalgazi tesislerinde o zamanın Milli Görüşçü geçinen bugünün gafil Akp’lilerini kandırıyor ve etkilemeye çalışıyordu. Ysni bu münafık o günde dili zehirli ve şeytan dilli bir alçaktı. O nedenle şaşırmamak gerek.

Yakup G.

Yanmış yüreğimize soğuk su serptiniz…
İzan bilmeyen, ölçü bilmeyen, edep ve erdem bilmeyen, yandaş ve zoru görünce gemiyi ilk terkeden fare tiyniyetli Dilipak gibilere ağzının payını verecek sizin gibi kalemlere ihtiyacımız var. Allah razı olsun.

Bu CIA bağlantılı şirketlerden zamanında hangi ad altında maaş aldığını açıklayamayan Dilipak maşasının doğru söylediği bir yer var aslında. O da şudur; Erbakan’ın Atatürk’ü ile Dilipak gibilerin ki bir değildir. Dilipak aslında burda kendisinin milli hassasiyeti olmadığını, içerde Truva atı görevini üslendiğini izhar ediyor. Burdan şu manaya da ulaşabiliriz Erbakan’ın Allah’ı ile Dilipak gibilerinin tapındıpığı da bir değildir, zira değilmi ki hedef ve hassasiyet, aidiyet ve dava bir değil…

Hasılı, her imkan bulduğunda Aziz Erbakan Hocamıza hırlayan bu soysuza çok yerinde bir cevap olmuş makaleniz. Allah razı olsun. Yanmış yüreğimize soğuk su serptiniz…

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
18
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx