HÜRRİYET’İN KÖLELERİ!
Hürriyet; nefsani ve şeytani dürtülere ve insanın kendi iradesine hâkim olarak, her türlü zillet ve esaretten ve başkaları tarafından güdülmekten bağımsız ve özgür kalma halidir. Hürriyet, insana şahsiyet ve haysiyet kazandıran en önemli özelliktir. Fıtri (doğal ve sosyal) bir gerçek olarak, her insanın birincil gereksinimi EKMEK, ikincisi HÜRRİYET’tir. Batı’nın geliştirdiği ve bizden bazılarının da heveslendiği hürriyet anlayışı ise; her türlü sorumluluktan kaçmayı, tamamen başıboş davranmayı ve bütünüyle hayvani ve nefsani duyguların esiri olmayı ifade etmektedir. Giderek batmakta olan Batı’nın hukuk ve ahlâk sistemine şekil veren zalim Roma kültürüyle yozlaşmış Hristiyanlık düşüncesi, bugünkü batılı insan tipini oluşturmuştur. Zaten temelde insanları “Hür ve Köle” diye ikiye ayıran bir Firavunluk düşüncesinden kaynaklanan Roma hukuku ile; insanın en tabii zevk ve ihtiyaçlarını bile yasaklayan ve her türlü düşünceye ve ilmi faaliyete pranga vuran yozlaşmış Hristiyanlık olgusuna karşı, tabii bir tepki olarak asırlar boyu Avrupalıların şuuraltında yerleşen ve kökleşen müthiş bir kin ve nefret birikimi, sonunda her türlü dini disiplin ve düzene karşı inkâr ve isyana dönüşmüş ve bu sefer batılı insan, hürriyet adına başıbozukluğun ve sapıklığın esaretine düşmüştür.
Bir başka deyişle, bugün insanlık maalesef “hürriyetin kölesi” durumuna gelmiş veya getirilmiştir.
Her türlü fuhuş ve cinsel sapıklık serbestisi… Faiz ve sömürü ticareti ve israf ekonomisi… Uyuşturucu ve AİDS felaketi… Ve bütünüyle hazır küfür ve kötülük medeniyeti, işte bu hürriyetin acı alçaltıcı meyveleridir. Sokakta herkesin önünde sevişme… Canı çektiği erkek ve kadınla birleşme… Kafasının estiği gibi hareket etme… Türkçesi; insanlık onurunu bırakıp, hayvan gibi hareket etme hürriyeti… Faiz, kumar ve rüşvet gibi haksız ve hileli kazanç yollarıyla başkalarını sömürme ve şeytani bir saltanat sürme hürriyeti!?
Oysa gerçek hürriyet ancak Hakka teslimiyettir; manevi doyum ve haysiyettir.
İnsanlık, zahiri planda, tüm zulüm ve sömürü sistemlerinin sebeplerini kurutmadan… Herkesin can, mal ve namus emniyetine, din ve düşünce hürriyetine sahip olacağı Evrensel ve Adil bir Düzeni kurmadan… Kültürde, ekonomide, teknolojide Avrupa ve Amerika’nın tesirinden ve taklitçiliğinden kurtulmadan… Ahlâki sahada ise nefsinin enaniyet ve şehvet zincirlerini kırmadan, kısaca tam anlamıyla yaratılış gayesini kavramadan hürriyeti tanıyamaz ve özgürlüğü tadamaz. Bunun içindir ki Müslüman; kendisini İslam’ca ve insanca yaşamaktan ve Rabbinin rızasına yaklaşmaktan geri koyan her şeyi bir engel ve esaret kabul eder. Öz benliğini körelten ve gönül evini kirleten zulüm ve kötülüklerden vazgeçer…
İnsanlık için korkaklık bir esarettir. İkiyüzlülük ve riyakârlık bir esarettir… Cimrilik ve savurganlık bir esarettir. Rahatına ve menfaatine düşkünlük ve kötü alışkanlıklara bağımlılık bir esarettir… Bu şeytani duyguların ve dünyevi kaygıların esaretinden ancak imani bir tevekkül ve vicdani kurallara teslimiyetle, zalimlere kölelikten ise cesaret ve gayretle kurtulabileceğini… Ve ancak bu sayede huzura ve hürriyete kavuşabileceğini bir türlü anlamayan insanlar, hiçbir zaman gerçek hürriyetle tanışamayacaklar ve insanlığın tadına varamayacaklardır.
Kutsal kavramlar kafalarda, Kur’an, kılıfında mahkûm!… Evrensel hukuk kuralları kitaplarda mahpus… Müslümanlar öz vatanında mağdur ve temel insan haklarından mahrum bulunurken… Yeryüzünde mazlumların feryadı arşa çıkarken… Toplumlar mafyanın, masonların, medyanın ve sömürücü sermaye baronlarının elinde kıvranırken… İnsanlar işsiz, güvencesiz ve ümitsiz dolaşırken, kendini hür zanneden köleler!.. Bazıları da Karun gibi servetin… Lut kavmi gibi şehvetin… Şeytan gibi enaniyetin… Nemrut gibi nefsaniyetin köleleri!.. Açık saçık dizilerin ve porno filmlerin… Genelev bülteni gazete ve dergilerin… Gösterişli elbiselerin esirleri!.. Haram ve hileli kazançların… Lüks arabaların, konforlu apartmanların, gece hayatının ve kirli paraların hizmetçileri!… Ve ey hayvani Hürriyetin köleleri!.. Artık anlayınız ki gerçek hürriyet, vicdan huzuruna ve insani olgunluğa erişmektir. Bu da İslamiyet demektir. İşte bu onur ve şuur Adil bir Düzeni, İslam’dan ve ilimden kaynaklanan yeni bir hürriyet, haysiyet ve hakkaniyet sistemini geliştirecek ve insanlık gerçek ve örnek bir hürriyetin tadına erişecektir.
Fikirde Darwinist ve materyalist; ekonomide kapitalist ve komünist; kültürde zevkçi, beleşçi ve pragmatist kafalarla onurlu ve huzurlu bir dünya düzeni kurmak mümkün değildir.
En tatlı lezzet olan balı, arı denilen sarı sinekler üretiyor… En şifalı içecek olan sütü, zavallı inekler yapıyor… En gıdalı yiyecek olan yumurtayı, tavuklar ve ördekler hazırlıyor… En pahalı giyecek olan ipeği, tırtıl böcekler dokuyor… En göz alıcı bezek olan inciyi, semekler (balıklar) çıkarıyor… En okşayıcı kokuları, çiçekler yayıyor… En iştahlı ekmeklerin, böreklerin aslı olan buğdayı, ruhsuz ve şuursuz kara toprak yetiştiriyor… Ve insanoğlu bu mükemmel ve muhteşem beynine rağmen hâlâ balın, sütün ve ipeğin içeriğine, bileşimine hayran olup ama formülüne ve şifresine akıl erdiremiyorsa; sadece baldan şerbet, yumurtadan omlet ve ipekten gömlek yapıp rahatına bakmasını ve hava atmasını biliyorsa, şu iki gerçekten birini kabul etmek bir mecburiyettir:
1. Ya inekler, sinekler ve böcekler insanlardan çok daha ileri bir akıl ve teknolojiye sahiptir!..
2. Veya, o harika yiyecek, içecek ve giyecekleri onlara ürettirip; biz kullarına lütfeden Yüce Rabbimizdir!..
Şimdi; 16 milyonluk İstanbul’umuzda yaşayan, herkesin ve her saniyede birbiriyle iletişimini sağlayan, bu görüşme ve görüntülerin bir nüshasını da sürekli kopyalayıp depolayan devasa bir bilgisayar hard diski düşünelim. İşte insan beyni, bu üstün teknolojinin tam 62 bin katı daha fazla gelişmiş harika bir Sanat-ı İlahi’dir. O halde bu muazzam ve muntazam beynine ve sinir sistemine rağmen insanın beceremediği süt, bal ve ipek gibi harika nimetlerin ve her biri yüksek sanat eseri olan canlı ve cansız bütün türlerin, ya sinekler ve inekler marifetiyle, ya da tesadüfen ve kendiliğinden meydana geldiğini iddia edecek kadar iz’an, irfan ve insafını yitiren Darwinist densizlerin de…
Soma’da yaşanan ve 300’den fazla cana mal olan kömür madeni felaketini, “İlahi kader” deyip geçiştirmek isteyen firma yetkililerinin ve Hükümetin de ortak yönleri, dünyaperestlik ve manevi basiretsizliktir. Oysa yanlış bir “kadercilik” anlayışıyla halkı narkozlamak büyük vebaldir; çünkü İslam mazlumları ve mağdurları uyuşturup uyutmak için değil, onların haklarını korumak için gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim: “İnsanların kendi elleriyle (yaptıkları tahrip ve ihmallerin sonucu) kesbettikleri (meydana getirdikleri) nedeniyle, yeryüzünde ve denizlerde fesat (bozulma ve felaketler) yaşandığını” (Rum: 41) haber vermekte, ilgili ve yetkilileri tedbirli ve dikkatli olmaya davet etmektedir. Bu konuda “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (Bakara: 195) “Size dokunan her musibet, kendi ellerinizle (işlediğiniz yanlışlık ve haksızlıklar neticesi) kesbedilen şeyler yüzündendir” (Şura: 30) ayetleri üzerinde durmak ve sorumluluklarımızı kuşanmak gerekir.
İslam; herkesten önce mağdurların ve mazlumların hakkını savunan, ezilen ve sömürülen topluluklara sahip çıkan bir dindir. Yoksa “Kader” kavramını istismar ederek, zavallı halkı uyuşturup avutmak, susturup pusturmak için bu din gelmemiştir. Bu felaketleri “kader” deyip geçiştirmek, Hükümetin ve işverenin, kendi suçlarını ve sorumluluklarını, hâşâ Allah’a yükleme gayretidir. Özel eğitimli, deneyimli ve kadrolu işçilerin yapması gereken, derin maden mağaralarında kömür çıkarma işini, siz tutar da taşeron olarak bilinen ve sadece yardımcı hizmetlerde çalıştırılması gereken “ucuz emekçi”lere yaptırırsanız… Sahici ve etkili sendikacılığı köreltip göstermelik delegeler atar da, uyarı ve kontrol mekanizmasını tıkarsanız… Herhangi bir patlama, yıkılma ve yangın çıkma ihtimaline karşı sığınanları bir ay barındıracak ve hayatta tutacak 40-50 kişilik özel donanımlı “yaşam odaları” kurmayı kanunen zorunlu bile tutmazsanız… Olaydan 3 gün öncesinden itibaren kömür ocaklarındaki karbon monoksit seviyesinin çok yükseldiğinin ve elektrik kablolarının yıpranıp tehlike arz ettiğinin, yetkililere defalarca hatırlatılmasına rağmen bunları dikkate almaz ve gerekli tedbirlere başvurmazsanız… “4 ay sonra bu kaza olsaydı (yani ihmaller ve tehlikeler bilindiği halde gerekli tedbirler vaktinde alınsaydı) bu 300 insanımız hâlâ yaşıyor olacaktı!” itirafıyla vicdanınızı bastırmaya ve kabaran öfkeleri yatıştırmaya çalışırsanız… Ve bunların sonucu, Avrupa ve Amerika’daki benzer durumların tam 20 katı fazla ölümlere sebep olursanız; yasalardan yakanızı sıyırsanız bile, bir ömür boyu sizi kıvrandıracak vicdan azabından, Allah’ın gazabından ve mazlumların bedduasından kurtulmanız mümkün değildir.
Bir Başbakanın kalkıp 152 sene önce (1862’de) İngiltere’deki bir maden kazasını örnek vererek, kendi aklınca ve ayarınca bu felakete meşruiyet üretmeye yeltenmesi, hatta ilgisiz ve yetersiz tavırlarını tenkit eden işçi yakınlarına fiilen hakarete yönelmesi, şımarık bir Milletvekilinin: “Muhalefet Partisi Soma’daki madenlerde iş güvenliği riskine karşı Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge verdi, ama bu teklifi Meclis’ten geçirmek için olağanüstü bir gayret göstermedi, AKP grubu da reddetti” şeklindeki tutarsız ve küstahça mazeretleri, bunların tıynet ve zihniyetini göstermektedir.
Soma’daki elim kazadan 4 gün sonra basın karşısına çıkan Maden Ocağı sahibi ve TÜSİAD üyesi iş adamının basın toplantısında gazetecilere sataşan kadının, iktidar partisinin resmi PR Ajansının patroniçesi olduklarını ve bu Accord PR Ajansı’nın Soma Holding’le de sıkı fıkı çalıştıklarını hatırlarsak, halkımızı ezmek üzere, kapitalist sistem gereği; hükümet, muhalefet ve iş çevrelerinin nasıl bir menfaat ilişkisi içinde olduğu daha iyi idrak edilecektir. Asla unutmayınız ki; insani ve vicdani gayretlerini körleştiren, nefsi dürtülerinin ve dünyevi beklentilerinin peşine düşen kimseler, zalim düzenlerin ve hain yöneticilerin güdümüne girip güdükleşecektir. İşte bu durum; kalbî kirlenişin ve köleleşmenin en çirkin şeklidir. Bu tiplere verilecek demokrasi ve hürriyet, onların kötülüklerini katmerleştirmekten ve şeytanileşmeye meşruiyet kılıfı geçirmekten başka netice vermeyecektir.
Keşke!
Bu “Keşke!”ler, acizlik ve çaresizlik durumlarımızın bir neticesi; kalbî temenni ve teselli duygularımızın bir ifadesi olarak yazılmıştır. Yoksa, “kırk tane ‘keşke’nin bir akçe etmeyeceği” ve kuru ‘keşke’lerle keşkek pilavı pişmeyeceği hatırımızdadır. Ancak “dindar kahraman!” geçinen işbirlikçi şarlatanların… Haçlı-Siyonist odaklarla uzlaşma ve ılımlı İslam safsatasıyla yüce dinimizi yozlaştırma hıyanetine girişen Sahabe edebiyatlı kahpe “Müseylemet-ül Kezzab”ların; ve bunların mel’anetine keramet uyduran yandaş fetvacıların fasıklığını ilan ve insanımızı ikaz etmek de vicdani ve imani sorumluluklarımız arasındadır.
İşte bu yüzden çevremizdeki, ülkemizdeki ve bölgemizdeki olaylara ve sebep olanlara bakıyor da hayıflanıyorum; keşke o safiyet günlerim devam edip dursaydı da; insanları iç dünyalarıyla ve gerçek ayarlarıyla olduğu gibi tanımasaydım, eski hulusiyet ve samimiyetimi koruyarak huzur bulsaydım. Her şeyi dış yüzünden seyredip, jelatinli görüntüsüyle yetinebilseydim de, keşke; olanla, olması gerekeni aynı sanıp, aldansaydım!..
Bir zatın: “Ya hamiyetsiz (yani gayretsiz ve merhametsiz) olaydım, ya da param olsa idi” dediğine eş, ya anlamaz olaydım her işin ve herkesin iç yüzünü, ya da her şeyin hikmet ve hakikatine ulaşıp rahatlasaydım… Heyhat!…
Yine bir merhumun temennisince; “kocakarı imanındaki safiyetle kalsaydım” da, güzel görünümlü yüzlerin perdelediği çirkef kuyusu kalplere nüfuz etmesem; herkes gibi ben de; sahte tavırları gerçek zannederek, mü’minlerin mert ve net olduğu kanaatiyle teselli bulup lezzet alsam ve mutluluk duysaydım!..
Evet sadece, sokaklarda organ teşhiri yapan kadın ve erkekler bana bed görünüp gözüme takılsaydı!.. Sadece kazınık suratlı, fötr şapkalı ve smokin kravatlı mason tiplerin soysuzlaştığı kanaatiyle kalsaydım!.. Uzun tırnaklı, kot kıvırmalı, göbeği hızmalı ve boyalı bayanların yozlaşmışlığı yetseydi canımı sıkmaya… Namazın erdirici ve kurtarıcı, orucun eğitici ve kutsayıcı, zekâtın düzenleyici ve kucaklayıcı, haccın nefsaniyetten uzaklaştırıcı ve âlemi kuşatıcı hikmetini bir türlü kavramaz ve gereğini yapmazların yavan ve yakışıksız haline hayıflansaydım… Onlara, sabrın ve sadakatin, cennetin anahtarı olduğunu anlatmaya sabrım olsa, nasıl anlatacağımı araştırıp uğraşsaydım.
Ve önüne geçip, sormaya vaktim ve şevkim olsaydı, sabrın sırrına ve zaferin anahtarı olduğuna inanmayanlara;
• Sen evinde mes’ut musun? -“Evet”
• Evin sana cennet mi? -“Elbet”
• Bu cenneti neye borçlusun?
Hanımının ve çocuklarının aksiliklerine katlanmana, onların da senin bazı tersliklerine dayanmasına değil mi? İşte bu davranışınız “sabır”dır. Yani eşinin ve senin dayanma gücünüz ve tahammülünüz bir nevi sabır, o da senin dünya cennetinin ve aile saadetinin anahtarıdır, öyle mi? Ahiret cenneti de, işte bunun gibi, sıkıntı ve sarsıntılara dayanmanın, İlahi emir ve yasaklara katlanmanın, yani imtihanı kazanmanın arkasından gelir ve sabrın zaferidir. Daha buna benzer neler ve neler anlatsaydım; bilgiden, görgüden ve hikmet gözünden yoksun insanlara. Ve hep bir şeyler başardığımı ve bir işe yaradığımı sanarak, sevinip dursaydım!..
Ah keşke, zaman zaman Müslümanlığını tam sandığım insanları yakından tanıyıp da, hayal kırıklığının çukuruna düşüp şaşırmasaydım!.. “Büyük adam” saydığım kişilerin, takma boylu cüceler olduğunu ayan beyan görme gücünden mahrum olup, hayranlığımdan ve hayal dünyamdan uyanmasaydım!.. Çünkü insanı insana bağlayan hayranlık, insanı Rabbine bağlayan ise hayrettir sanırım… Hayran olmayan ve hakikate hasret duymayan, rehbersiz kalır… Hayreti ve teslimiyeti olmayan ise, ucbunun (yani nefsini beğenmenin) kulu olup sahipsiz bırakılır… Keşke, ihlas ehli bildiklerimi öyle bilegelsem, feragat (yani hakkını bağışlama ve fedakârlık) ehli gördüklerimi öyle göregelsem, ferasetli saydıklarımı hâlâ öyle bulagelsem… Şecaatlı ve sebatlı (yani kahraman, kararlı ve dayanıklı) sandıklarımı hâlâ öyle tanıyabilsem!.. İhlas sıfatı altındaki riyakârlığın dişleri sırıtmasa; fedakârlığın arkasındaki bencillik ve yumurta verip tavuk bekleyicilik kırıtmasa; feraset ve gözü açıklık yaftalı ahmaklık renk atmasa; cesaret rozetinin altındaki ödlek yüreklerin, “höt!” demeden üç adım geriye sıçraması göze batmasaydı!.. Ve böylece, çevremde hâlâ onurlu ve şuurlu insanların çok bulunduğu zannını taşısaydım da, yalnızlığımızı ve zavallılığımızı anlamasaydım!..
Biraz daha derinden bir hasretle, gizli ve ezici gerçekleri gün yüzüne döken bir hikmetle: Keşke mabetleri dolduran yığınları hâlâ Müslim sanıp arkalansam; mektebimden çıkanları okuryazar mü’min sanıp halkalansam da; deniz dibinden inci çıkarma şevkiyle çalkalansaydım!..
“Dava!” diye nutuk atarak, hak etmediği makam ve menfaatlere bedava konmak isteyen… Ganimet devşirmek için sürekli “hizmet!” lafını gevelemekten vazgeçmeyen… İki öğün nafile namaz kılmak, üç gün fazla oruç tutmak ve sarık cübbe kuşanmakla edindiği ruhsuz taklitçiliği “takva” diye gösteren… “Diyalog ve değişim” palavrasıyla nefislerine ve beşeriyetin nefs-i emmaresi olan Siyonizm’e köleliğe fetva veren… “Rıza-i Bari” gibi, cihan çapındaki iddiayı dilinden düşürmeyen; ama mukaddeslerini kendi işkembesi ve tenasül aleti namına ucuz harcamaktan da çekinmeyenleri, sahte örtülerinin ve sinsi maskelerinin içinde tanımasaydım!.. Keşke bütün bu mübarek sloganlardan tüttürdükleri necaset kokularını hiç duymasaydım ve hoş sözlerin içindeki “boş öz”lerin farkına varmasaydım da, yaldızlı lafların heyecanına kapılıp koşuştursaydım!.. Ne olurdu, bunca zihin yorarak “Hak” ölçüsüne ermekle tatmin olsaydım da, olanları ve yapılanları bu mihenkte (yani gerçeğin şaşmaz terazisinde) tartmaya kalkıp, şaşkınlıktan cereyana çarpılmış gibi yerlere yıkılmasaydım!.. Hiç değilse, camiye girmeye razı olmuşlardaki tuzsuzluğu ve tatsızlığı “itaat ve irtibat halinde bir cemaatız” iddiasındaki tutarsızlığı ve duyarsızlığı… Nefsi ve keyfi için yaşayan hodbinleri (yani sadece kendisini düşünen bencilleri), derviş kılığındaki bedbinleri (yani bereketsiz ve beceriksiz kimseleri), gerçek halleriyle yakalamasam da, “dünyada neler de varmış!?” diye hayranlık duyup manevi bir hazla hızlanadursaydım. Ve keşke, yobazlardaki yabaniliğin, devrimbazlardaki dinsizliğin, fikren ve fiilen zaten gâvurlaşmış insanları hâlâ Hristiyan yapacağız diye çırpınan papazlardaki densizliğin farkına varmasaydım!
Kürsülerde bas bas bağırmayı tebliğ sanan, sözde ilim meclislerinde “sünnete uymaktan” dem vurup insanları bozuk sisteme yamayan Çingene bozmalarını… Cami cemaatine “arkadaşlar!” diye hitap edecek kadar eblehleşen ve kürsüye vurup hakarete yeltenecek kadar edepsizleşen marifet ve hitabet yobazlarını… Ya da zillet içindeki cemaate “aziz mü’minler!” diye söze giren düzen madrabazlarını… Ve hele; sistemin kıskacında çırpınırken, kendisini mecbur hissederek, düzenbazlara hülus çıkarmaya (yani yağcılık yapmaya) yeltenen aciz ve zavallı maaş mahkûmlarını ve İlahi mesaj mahrumlarını tanımasam da… Buraya kadar ciğerine kalem dürtüp ufunetini (yani kokuşmuş içini) deştiğim Müslim görüntüleriyle birlik, ben de camiye koşarken, büyük sevap kazanacağımı sanadurup cemaatten kopmasam; o kutsal mekânların, nasıl esirlerin teselli ve teslim mahalline dönüştüğünü kavramasam; ve onlarla aynı safta durmaktan sıkılmasaydım!?.. Bir baldır bacak gazetesinin, beleşten gösterip, dağıttığı Kur’an mealini almak için, kuyrukta bekleyen nadanlar (yani şaşkınlar) topluluğuna bile pes dedirtecek kadar alçalmış ve İslam’ı geçim vasıtası yapmış “din öğreticileri“ni, ve hatta yarım yamalak ezberledikleri birkaç ayet hadis mealiyle ve çevresine topladığı üç beş safdille “kurtarıcı geçinen züppeleri”, Hak cephede vuruşan gaziler sanma ahmaklığıyla, bunların arkalarına takılanların, “tamtakır paslı bakır” kafalı olduklarını anlayıp hayıflanmasaydım!..
Dünyası için davasını ve dinini gömlek değiştirir gibi kolayca çıkarıp atan; siyaset ve riyaset sevdası için milli ve manevi değerlerini satan döneklerle… Miting meydanlarında ve TV ekranlarında horozlanıp mangalda kül bırakmayan; ama Yahudi Lobileri ve Siyon elçileri karşısında kuyruk sallayan ödleklerle… “İslamcı yazar” yaftasıyla, sırtlanlarla birlik olup arslan avına çıkan bazı ineklerle… Bal arısı gibi, hep güzellikleri arayıp çiçeklere konmak yerine, bozuk fıtratı gereği, sürekli kusur arayıp pisliklere konan ve tenkit perdesi altında tahribe çalışan karasineklerle… Kartallar için uçuş dersi ve ehliyet belgesi düzenlemeye kalkışan acemi ördeklerle… Şeytanlık ve kıskançlık damarıyla “ekreb”lerini (yani kendisine en yakın kimseleri) bile kalleşçe ısırıp zehirleyen akreplerle... Ve en muhteşem hareketin en mahrem noktalarına yerleşen münafıkları, hâlâ mücahit ve muhterem zanneden keleklerle, keşke hiç karşılaşmasaydım!…
Ve keşke: sarih ayetlerin ve sahih hadislerin emrettiği konularda mecburen ve aynen iman ve ittibada bulunmaları; farklı yorumlara müsait durumlarda birbirlerine müsamahakâr yaklaşmaları; ortak düşmanlarımız olan kâfir ve müşrik zalimlere karşı ittihat ve ittifak halinde davranmaları gereken Ehli Sünnet ve Şia’yı, bunları bırakıp 1400 sene önceki tarihi hadiseler bahanesiyle birbirleriyle uğraşmak, hatta şeytanileri sevindirecek şekilde boğuşmak gaflet, cehalet ve delaletinde görüp de kahrolmasaydım!
Aydın geçinen karanlık ve kiralık kafalıların ve kendilerini saygın zanneden şu çağdaş paganların, inancımızın emri ve insanlığımızın gereği olarak takılan başörtüsüne karşı:
“Türbanlı öğrenciye ders vermekten sıkılıyorum.”
“Başörtülü kızlara, hak ettikleri notu vermeyip sınıfta bırakmayı öneriyorum.”
“İmam Hatip mezunlarının bilimsel düşünebileceğine inanmıyorum.”
“Başörtüsü serbest bırakılırsa, Üniversite kapısına kilit vurmayı düşünüyorum.”
“İslam dininde kaza uygulaması var. Türbanlıların okulda başlarını açmalarını, sonra kaza yapmalarını tavsiye ediyorum.”
“Başörtüsünde inat edenleri, İran’a ve Arabistan’a gitmeye çağırıyorum.”
“İstiklal Marşı’ndaki Ezan, Kur’an, İman, İslam kelimelerinden gıcık alıyorum” diyecek kadar bu aziz millete yabancılaşan ve yobazlaşan… Ve tapındıkları Batı’dan bin beter barbarlaşan tıynetsiz tiplere katlanmak zorunda kalmasaydım!..
Ve keşke; dinsizleşmeyi aydınlanmacılık, ahlâksız Avrupa gâvuruna benzemeyi çağdaşlık, Amerika’ya boyun eğmeyi gözü açıklık, Müslümanlığı Protestanlaştırmayı Ilımlı İslamcılık sayan sahtekârları ve bunların safsatalarını armut gibi yutan salakları, topluma tanıtmayı başarsaydım!
Keşke, kökü dışarıda hıyanet odakları oldukları için Atatürk tarafından kapatılan mel’un mason localarının ve bunların Lions ve Rotary gibi alt ocaklarının üyesi ve küresel odakların kölesi oldukları halde, Kemalist geçinmekten utanmayan arsızların; milliyetçilik kisvesiyle Milletin manevi değerleriyle savaşan ayarsızların zırvalarını duymak yerine, dağdaki çobanların doğal yırlamalarını dinleyip huzur bulsaydım!..
Ve bunlar öyle, onlar da böyle, yani herkes göründüğü haliyle olsaydı keşke!.. Küfrü ve küflü görüşünü, ilim diye satan, “zamane fetvacısı, Prof. yaftacısı, yarım doçentlik hastası” saman çuvallarıyla uğraşmak zilleti yerine; keşke kaya gibi katı, fakat kişilikli ve kabiliyetli kâfirler, meseleli ve seviyeli müşrikler, iddialı ve ciddiyetli komünistler, mert ve cesaretli rakiplerle boğuşmak fırsatına kavuşturulsam ve şanla, şerefle ölüp bu dünyadan ayrılsaydım!..
O, ne mübarek ölüm olacaktı!.. Çünkü ebedi dirilik ve efendilik yolunu açacaktı!.. Bu sahtelerle ve canlı cenazelerle yaşamak, insana ne çirkin bir çaresizlik aşılamaktaydı!.. Ve ne çetin bir gariplik hissi yaşatmaktaydı!..
Ya Rabbi!.. Hâşâ, haddime mi düşmüş, Sana isyan ve itiraz kastımdan değil; ama bunca ihsan ve ikramına karşı yapılan nankörlük ve namertliklere… Muhterem ve muttaki kılıklı münafıkların işledikleri küfür ve kötülüklere dayanamadığımdan ve battığım günahlardan ve bulaştığım ahlâki hastalıklardan utandığımdan dolayı, bazen içimden geçiriyorum:
Ah, keşke doğmasaydım!… Madem doğdum, hiç değilse doğru ve dolgun bir insan seviyesini, onurlu ve sorumlu bir Müslüman şerefini kazansaydım!.. Firavunlara, Nemrutlara ve Şeddatlara kılıç sallayamadım, en azından Şaronlara, Masonlara ve işbirlikçi sahte kahramanlara karşı, şu kalemimi yeterince ve gereğince kullansaydım!.. Zulüm ve kötülükle mücadele gayretinin sorumluluğuna, kadere teslimiyetin huzuruna, ibadet görevinin ve kulluk gereğinin şuuruna varıp da, sadıkların ve sağlam imanlıların arasına katılsaydım!.. Ah keşke, sonunda bin pişman ve perişan olacağım bayağı ve aşağı davranışlardan uzak kalsaydım!..
Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:
{mp3}hurriyetinkoleleri{/mp3}
Hürriyet
Hürriyet; dinin gercekten yaşanılarak kavusulan bir durumdur. Bir insan ne kadar dininde ve davasında samimi ve içten ise o derece özgürleşir, Rabbimiz o yüzden bu dinin insanlar üzerindeki zincirleri kırmak için gönderildiğini belirtiyor ve bizlere kitabında şöyle bir örnek veriyor “bir sahibi olan köle ile birden fazla sahibi olan köle bir olur mu” diye soruyor tabiki her seyin sahibi ve yaratıcısına kul olursa insan rahat eder, Ona itaat etmez isek iş yerinde patrona veya amirine, evde karısına-kocasina, okulda hocasına, yani Allah başka herkese kul köle olarak onları razı edecem diye, servet ve şehvet peşinde koşarak bu hayatı kendine zindan edecektir.
Önemli Kelime ve Kavramları Kullanarak; Şeytaniler İnsanları Köleleştirmek, Mümin Kullar ise İnsanları Özgürleştirmek İçin Kullanmışlardır.
“Kutsal kelimeleri kavramları kullanarak” insanları hakikatten uzaklaştırmak şeytanın en çok kullandığı yollardan biri olsa gerek. “Sizi köleleştireyim, cehennem davet ediyorum, izzet-şeref yoksunu yapacağım” gibi sözlerle şeytanlar ve iki ayaklı şeytanlar insana yaklaşmıyor. Haliyle özgürlük, hürriyet, adalet, insan hakları gibi yaldızlı kelimelerle insanı ağlarına düşürüyorlar. Yerli şeytanilerde İslam, Kur’an, Sünnet vb. diyerek Müslümanları kandırıyor.
Erbakan Hocamızın en sadık takipçisi ve talebesi olan Üstad Ahmet Akgül Hocamız hem hürriyeti hem de şeytanilerin en çok istismar ettikleri demokrasi, laiklik gibi kavramaları, insanlığa faydalı olacak şekilde izah etmiştir. Aklıselim olan, ülkesinin ve kendisinin menfaatini düşünen bir kişinin itiraz edemeyeceği ilmi bir yaklaşımla, istismar aracı olan kavramları izah etmiş gerçek manasına kavuşturmuştur.
Kur’an ve Sünnetten Mülhem Aklın Rehberliği!..
Her bir cümlesi bir vecize gibi insana rehberlik edecek…Hayatlara yön verecek kilometre taşı değerinde içeriğe sahip bu makale;Kur’an’dan ve Rasulullah (AS)’dan mülhem bir aklın, ne yüksek hikmetler ortaya koyabileceğinin apaçık bir göstergesidir!..
Asıl maksadının, “İNSANLIĞIN DÜNYA-AHİRET SAADETİ”nin temini… Ve bu vesile ile “Allah’ın Rızası”nı kazanmak olan bu hikmetli çalışmalar, çürümemiş ruhlar-vicdanlar için hayat iksiri mahiyetinde bir işleve sahiptir!..
Geçenlerde kendisine Üstad Ahmet AKGÜL’Hocamızın “İNSANIN YOZLAŞMASI”eseri hediye edilen bir şahsın bir görüşmede :”…Bu kitap nasıl bir şey…Bu nasıl bir ilim ki;sosyolojiden-psikolojiye,ekonomiden-eğitime,hukuktan-sanata…vb…pek çok farklı alanda derin bir malumata sahip olabiliyor…”demişlerdi!..
Demek ki sağlam bir inanç ,içli samimiyet ve üstün bir gayret ve azimetle, “HAK DAVA”ya kim sahiplik eder,inancına adanır sa,Cenab-ı Hak,o kimseyi hikmet sahibi ve hakikat yolcularına rehber kılıyor!..İnşallah bu yüksek hidayet ve birikim,ülkemiz ve insanlığın yaşadığı büyük buhran ve kaostan kurtuluşunun da önderliğini yapacaktır-yapmaktadır!…
“Nefsini bilen Rabbini de bilecektir”
Allah c.c insanı, sosyal bir düzen içinde, birlikte yaşayacak ve birbirilerinin marifetlerinden faydalanacak şekilde yaratmıştır. İmtihan aracı olarak da nefislerimizi var etmiştir. Nefsin mertebeleri vardır:
-Emmare : Hep kötülükleri emreden ve küfre sürükleyen nefis!
-Levvame : Kötü yönlerini gören ve eksiklikleri ile yüzleşen nefis!
-Mülhime : İyilik ve istikamete yönlendirilen nefis!
-Mutmaine : Müm’in, müstakim ve tatmin olan nefis!
-Raziyye : Yüksek şuura ve manevi huzura ermiş nefis!
-Marziyye : Hakkın rızasını ve halkın duasını hak etmiş nefis!
-Kamile : Akli dolgunluğa ve ahlaki olgunluğa yetişmiş nefis!
Nefis Rabbimizin esirgemesi dışında bize kötülüğü emredendir. Nefsinin emirlerine boyun eğenler hayvandan aşağı bir dereceye düşecek ,karşı gelip Kur-an’a yönelenler olgun ve onurlu insan mertebesine yükselecektir inşallah. Hürriyetin asıl manası , nefsin pençesinden kurtulmak yani geçici dünya tutkularını bir kenara bırakmaktır.
Özgürlük
20. ve 21. yüzyılın en yaygın tanıtım sloganı olan “özgürlük-hürriyet” kavramı ne demekmiş gayet net bir şekilde anlamış olduk. Hürriyet ve Özgürlük türküsü çığırıp, insanları köle ve zelil kılmak için mücadele eden, yetmez sonunda da yine insanları sorumlu tutup “sen seçtin, sen kabul ettin” deyiverip sıyrılan bayağı tipleri tekrar hatırladık. İnsanları işsiz bırakıp, aç bırakıp; ardından kötü koşullarda çalışmaya ikna edip, sonra da ortaya çıkan can yakıcı durumlarda yine insanları sorumlu tutup, itiraz eden olursa da sn. Erdoğan’ın danışmanı genç gibi mağdurları tekmelemekten geri kalmamanın adı maalesef hürriyet düzeni diye yutturulmaya çalışılsa da köle düzeni olmaktan öte geçememektedir.
Bu karanlık düzeni delen bir yıldız gibi Aziz Erbakan Hocamızın başlattığı meydan okumayı, Üstad Ahmet Akgül hocamız devam ettirmekte ve sırtımızdan aldığı sorumluluklarla bizlere örnek olmaktadır. İnşallah, karanlığı delen yıldızın ışığı çok yakın zamanda parlayacak ve mesajı net bir şekilde tüm insanlığa Milli Çözüm eliyle iletilecektir.
Adil Düzen yerine Kölelik düzenine tabi olanlar…
Öyle anlaşılıyor ve seziliyor ki gerçek hürriyete kavuşmuş ruhlar özgürlüğün hakikatini tadınca farklı frekansa geçmektedir. Yani kesret içinde vahdete erişenler, gerçek hürriyeti tadanlar, fani dünya hayatında bu arayışta olduğunu iddia edenleri hayretle izlemektedir. Uçuruma yürüyen sağır bir kalabalığa düşeceksiniz diye feryat ederler lakin duyan olmaz. Oysa kulakları vardır, gözleri vardır, belki de arayışları haklarıdır ancak güzergah yanlıştır, vasıta yanlıştır, yürünen yol yanlıştır. Işte insanlığın nefsi emmaresi siyonizmin kullandığı en önemli metodlardan birisi bu. Yani herkes tarafından kabul edilen ve itiraz edilmeyecek hedeflere ikna edip; yol, vasıta ve yöntemleri nefislerin kolayına gelecek şekilde, fakat şeytani amaçlar için belirleyip insanlığa kabul ettirir. Sonra insanlara bir gözlük ve bir kulaklık takar. Bunlarla ilerlerseniz kolayca hedefinize varabilirsiniz diye. O gözlük uçuruma giden yolu gül bahçesi, rotayı izah eden kulaklığı bülbül namesi gibi kabul ettirir. Bu şartlanmışlık hissi ile nice kalabalıklar uçuruma sürüklenirken onları feryat figan ikaz eden gerçek hürriyeti tadanlara aldırış etmez aksine alay ederler. Işte şaşılacak asıl durum budur.
Rabbimiz Kuran’da Rad Suresi 3. Ayette herşeyi çift yarattığını buyurduğuna ve dünya hayatı hak-batıl mücadelesi üzerine bir sınav olduğuna göre; her sözün de iki yüzü, iki bakış açısı olsa gerek. Fakat insan cennetin tadını aldığı ve dünya hayatında onu aradığı için ve insan kolaylığa meyilli olduğu için şeytaniler bu iki özelliği yani fıtratı çözmüş bir şekilde planlarını hazırlamaktadır. Yani, makalenin konusu örneğinde olduğu gibi hürriyeti hedef gösterip ona ulaşacak sözde kolay yollar göstermektedir. Oysa o kolay yollar aslında insanın arayışındaki hedefe değil siyonizmin-deccalizmin hedefine götürmekte fakat insan takdığı gözlük ve kulaklıklarla hedefine gittiğini sanmakta ve modern köle halini almaktadır.
Işte tuhaf olan şey ise sözün Rahmani yönünden seslenenlerin sesinin işitilmemesidir. Aslında insan bu yöntemi kolay bulmadığından, işine gelmediğinden, veya menfaate varamadığından kaynaklanmaktadır. Çünkü sözün bu yüzünden bakanlar için adalet esastır. Ancak adalet aramak da, tesis etmek de, yaşatmak da çetin iştir. Şeriatın temelinde hak, hakkın temelinde ise adalet vardır. Aslında şeriata karşı çıkanlar aslında bu zorlu adalet mücadelesine girmek istememektedirler. Ve bu zor geldiği için modern köle olmayı tercih etmekte ve adalet mücadelesi yani adil düzen mücadelesine direnmektedirler. Bu sebeple hak medeniyetler; Rabbimiz tarafından, hep sağlam kalan, sadakatını ispat etmiş bir avuç azınlığa stratejik bir zafer verilerek kurulur ve tüm insanlık da buna itaat eder.
Teşekkür
Muhterem Hocam, Üstadım.
Bu muhteşem satırları yazan ellerinizden öpüyorum..
İyi ki varsınız..
Huzur İslamdadır.
Sağlam bir inanç ve tam bir teslimiyet huzurun temel şartıdır. İnançsızlık ve teslimiyetsizlik en büyük huzursuzluk kaynağıdır. İslama teslim olmayan O’nu yaşamayan insan ne yaparsa yapsın asla aradığı huzura ulaşamayacaktır.
Çünkü nasıl denizde yaşayan bir balığın karada yaşaması mümkün değilse, insanın da fıtratına uygun olmayan yaşam tarzında yaşayarak mutlu ve huzurlu olması asla mümkün olmaz.
İslamın getirdiği hükümlerin ve koyduğu prensiplerin amacı; insanı ahlaken olgunlaştırarak dünyada huzur ve mutluluğa ölümden sonrada devam edecek olan ahirette ebedi saadete kavuşturmaktır.
Bu prensipler ise her çağ zamanda ve mekanda insanların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde mükemmel olup, daima geçerliliğini koruyacak ve değişmeyecektir.
Günümüzde hem müslüman olup hemde Avrupa ve Amerika’nın kokuşmuş sistemlerine aşık olup ona tabi olanlar asla huzur bulamayacaktır.
Gerçek hürriyete ulaşan, gerçek hürriyeti hakkıyla yaşayan TEK BİR KİŞİ tanıyorum: Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamız!…
Gerçek hürriyete ulaşan, gerçek hürriyeti hakkıyla yaşayan TEK BİR KİŞİ tanıyorum: Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamız!…
Ahmet hocamızın hayatını incelediğimizde göreceğiz ki, Allah’tan gayrı hiç bir varlıktan korkmayan , Allah’tan başka varlıktan ümit ve yardım beklemeyen, Allah’tan başka bir varlığa tapmayan bir kişiliği görmemek elde değil. İnsan bu hal üzere bir yaşam sürerse elbette GERÇEK HÜRRİYETE erişmiş demektir.
Makalede geçen şu paragrafı tekrar okumakta fayda var:
[b]Kutsal kavramlar kafalarda, Kur’an, kılıfında mahkûm!… Evrensel hukuk kuralları kitaplarda mahpus… Müslümanlar öz vatanında mağdur ve temel insan haklarından mahrum bulunurken… Yeryüzünde mazlumların feryadı arşa çıkarken… Toplumlar mafyanın, masonların, medyanın ve sömürücü sermaye baronlarının elinde kıvranırken… İnsanlar işsiz, güvencesiz ve ümitsiz dolaşırken, kendini hür zanneden köleler!.. Bazıları da Karun gibi servetin… Lut kavmi gibi şehvetin… Şeytan gibi enaniyetin… Nemrut gibi nefsaniyetin köleleri!.. Açık saçık dizilerin ve porno filmlerin… Genelev bülteni gazete ve dergilerin… Gösterişli elbiselerin esirleri!.. Haram ve hileli kazançların… Lüks arabaların, konforlu apartmanların, gece hayatının ve kirli paraların hizmetçileri!… Ve ey hayvani Hürriyetin köleleri!.. Artık anlayınız ki gerçek hürriyet, vicdan huzuruna ve insani olgunluğa erişmektir. Bu da İslamiyet demektir. İşte bu onur ve şuur Adil bir Düzeni, İslam’dan ve ilimden kaynaklanan yeni bir hürriyet, haysiyet ve hakkaniyet sistemini geliştirecek ve insanlık gerçek ve örnek bir hürriyetin tadına erişecektir[/b]
Saygılarımla
İnsanlığın Kurtuluşu İçin Gece Demeden Gündüz Demeden Hastalık demeden Mahkeme demeden Hiç Bir Mazeretin Altına Sığınmadan Her Şart ve Durumda GAYE İNSANLIĞIN SAADETİ İSE GERİSİ Teferruattır Dediniz ve Bu Gayeye Kitlendiniz Şahidiz Ahmet AKGÜL Hocam!..İnsanlığın Kurtuluşu İçin Gece Demeden Gündüz Demeden Hastalık demeden Mahkeme demeden Hiç Bir Mazeretin Altına Sığınmadan Her Şart ve Durumda GAYE İNSANLIĞIN SAADETİ İSE GERİSİ Teferruattır Dediniz ve Bu Gayeye Kitlendiniz Şahidiz Ahmet AKGÜL Hocam!.. Çok Aziz ve Muhterem Hocam , Şahidiz Hocam :Siz kaleminizin hakkını sonuna kadar verdinizSiz insanlığın saadetine engel olan zulmü hat safhada uygulama yolunda çalışan Siyonist zalimlerin bu hedefini etkisiz kılacak çaresiz kılacak KALEM GÜCÜNÜZÜ ve ÇÖZÜMÜNÜ sonuna kadar kullandınız..Sizin sayenizde hemde tek başınıza ;– FETÖ’ yü hem deşifre ettiniz hem etkisiz kıldınız hem itibarsızlaştırdınız,– Ülkemizin tek ve sağlam kalmış kurumu olan TSK’mızın ülkemizin sahibi olduğunu , dışlanmasının yanlış olduğunu ve Ordumuza sahip çıkılması gerektiğini her daim yazdınız anlattınız ve ülke insanlığına TSK’ YA sahip çıkmasını ve sevmesini sağladınız, – İnsanları sen şucusun o şucu diye kutuplaştırma yoluyla ve Milli olan ülkenin bağımsızlığından başka hedef ve gayreti olmayan ATATÜRK olgusunu siyonist güçlerin hedefinden çıkarıp insanlığın hizmetine yararına olacak şekliyle Gerçek Atatürkçülüğü öğreterek insanlığın hizmetine sunmayı başaran Bilge Bir Şahsiyetsiniz, – Siyonist zalimlerin LAİKLİK ifadesi ile kendi zulümlerine alet ettikleri bu ifadeyi onların elinden alıp insanlığın yararına kullanılır hale ve gerçekte de doğrusunun bu olduğuna inandırmayı ve insanlığın hizmetine sunmayı başardınız, – Piyasadaki entel görünümlü aydın görünümlü ve siyonizmin kemalist oyunuyla din düşmanlığı vazifesi yapan ve şeyh alim hoca kılıklı ve hakkın tarafındaymış gibi davranıp MARAZLI işbirlikçi din istismarcısı münafıkları deşifre ettiniz ve onlara karşı koyun gibi olmamızı, onlara yaranmamıza , onlara kullanılmamıza , haksızlıklarına karşı susan dilsiz şeytan olmamızı engellediniz, bizlere de onurlu ve sorumlu bir Müslüman olma şerefini kazandırdınız, İslam’ın Kur’anın şekilde ibaret olmadığını şuurdan ibaret olduğunu nakış nakış gönüllerimize nakşettiniz, böylelikke din istismarcılarının içlerini ortaya döktünüz deşifre ettiniz…– Ruhsal ve sosyal sorunların aşılması, çeşitli sıkıntı ve zorluklardan çıkış yollarının bulunması… Ve özellikle inançlı insanlara umut, heyecan ve kararlılık aşılanması konusunda Rahmani rüyalar, çok önemli ve etkili bir şuur ve huzur kaynağıdır. İnşaallah RUYA konusunun gerekliliği önem verilmesi gerektiği konusunda da büyük bir devrim gerçekleştirdiniz. – TEK BAŞINIZA günümüzdeki karunlara ( sermaye sahipleri holding patronlarına), karunların yönetici kadrosu olan işbirlikçi, firavunlara diktatörlere, onların bürokrasi takımı olan hamanlara , bunların eylemlerine icraatlarına kılıf uyduran dini alet ederek bozarak onay verilmesini sağlayan belamlara ve bu sistemin çarkının dönmesi için gazete – kitap – tv proğramları ile destek çıkan yazar çizer takımına ( yani sihirbazlara) KALEMİNİZLE ETKİSİZ KILDINIZ , SESLERİNİ KISTINIZ, SİZİN BU HİZMETİNİZDEN DOLAYI ne İslam’a ne Kur’an’a ne de insanlığı daha fazla ezme güçleri varken bu güçlerini hafifletmelerine TEK BAŞINIZA vesile oldunuz. Onca karakol mahkeme ve yıldırma çalışmalarına rağmen bunlar sizi bir adım geri attıramadılar Elhamdülillah … – İnsanlığın kurtuluşu için tek çare olan Aziz Erbakan hocamızın hazırladığı ADİL DÜZEN PROJELERİNİ kitap haline getirip insanlığa deklare ettiniz ülke ülke, il il , ilçe ilçe , kasaba kasaba, köy köy , mahalle mahalle, sokak sokak bu ilmi ve evrensel projenin tanıtılmasını kavranmasını sağlayıcı… Devamını oku
kalemine sağlık
hocam kalemine, yüreğine sağlık.bukadar güzel anlatılırdı milli çözüm;ün başta sizin yazılarınız olmak üzere yazılarınızı takip ediyorum atlamadan okuyorum akşam eve gekirken içimde bir sıkıntı vardı milli çözüm sayfasına girip yazıyı okuyuncahem rahatladım hem,de şuur,lu bir müslüman olup sorumluluklarımızın ne kadar ağır olduğunu gördüm mevlam inşaallah başta rahmetli erbakan hocamın ve sizlerin gittiği yoldan ayırmasın yüreğinize ve kaleminize tekrar sağlık versin
BAY DİLİPAK’A!..
Dilipak: Oğlu, kızı, damadı fark etmiyor; hepsi pisliğin içinde
Akit yazarı ve Akp’ye yakınlığıyla bilinen Abdurrahman Dilipak bugünkü köşesinde, “Siyasetçilerin, oğlu, kızı, damadı fark etmiyor; hepsi pisliğin içinde” diye yazdı.
Şimdi bay Dilipak’a soralım;
1-Akp kurulduğu günden bugüne geçen 17 yıllık sürede, en üst kademeden alt takıma kadar tüm kadroları her türlü haksızlık, ahlaksızlık, çirkef ve geri dönüşü olmayan ihanet girişimlerine imza atıp, onaylayıp destek olurken sen ve senin gibi kiralık ve satılık yazar geçinenler, tüm bu olumsuzluklara kılıf uydurarak yaşanan ve yapılan tüm ihanet girişimlerini yok gibi gösterip, herşeyi toz pembe göstererek bu ihanetlere ortak olduğunuzu unutturmak için mi şimdi böyle günah çıkarma cinsinden yazmaya ve içinizdekileri dışa vurmaya çalışıyorsunuz?
2-Zinayı resmen serbest eden, faizi dünya gerçeği görüp yaygınlaştıran, domuz etini kasaplık et sınıfına koyan, eşcinsellere dernek kurma hakkını vererek resmiyet kazandıran, İstanbul sözleşmesini onaylayarak toplum ve aile yapısını yıkan, televizyon programlarının önü açılarak her türlü ahlaksız ve edepsiz dizi, yarışma, film, magazinsel yayınlarla ahlak ve maneviyatın bitme noktasına gelmesinde, yolsuzlukta zirveye ulaşıp, ekonomik çöküntüyle yoksulluğun ve işsizliğin artmasında büyük payı olan Akp’yi bu güne kadar bu hususlarda ciddi bir şekilde tenkit edip eleştirmediğiniz gibi ve bir anda ne oldu ne değişti ki, bugün 360 derece U dönüşüne yönelip eteklerinizdekini dökmeye başladınız?
3-Dilipak bey sen kendi itirafınla Akp bir Amerikan projesidir dediğin halde, yıllarca kendi ifadenle Amerikan projesi olan Akp’ye yandaş yazarlık ve gece gündüz savunuculuk yapman, acaba seninde yularının Amerika yahudi lobilerinin elinde olduğunun ve onların talimatı doğrultusunda yazdığının bir kanıtımıydı?
4-Ve bay Dilipak şunu çok iyi bilmen gerekir ki, bu gerçekleri yıllarca dile getiren, yazan, konuşan ve ortaya koyan Milli, şuurlu ve cesur insanlara kin tutup, engel olma adına her türlü baskı ve engellemelere yönelen, mahkeme ve tehtitlerle sindirmeye çalışan, fitne ve iftiralarla karalama kampanyaları yapan ama tüm bu şeytani planlara rağmen başarılı olamayan zavallı Siyon piyonları ve uşakları başta olmak üzere ve sizin gibi güçlünün yanında ve her dönemin ayakçısı olanlar artık sona gelindiğini ve acı akıbetin yaklaştığını görsünler. Göremiyorlarsa son kez hatırlatmış olalım. Bu arada Dilipak beye şunuda sormak gerekir; Bu kadar hararetle iktidarı eleştirmeye başladıysanız demekki yeni bir siyasi oluşuma kapağı atmaya hazırlanıyorsunuz. O zaman kimin tarafında olacağınızı ve renginizi artık ortaya koyun. Bari yeni yamanacağınız oluşumu bu şekilde deşifre etmiş olun!.. Ve iddia ettiğiniz ve kesin bilgilerle ortaya koyduğunuz gibi iktidara mensup siyasilerin oğulları, kızları, damatları, kardesleri, eşleri topyekün pisliğin içerisindeler de, peki ya sen, bunların dışındamısın ve bunlardan farklımısın. Yoksa hepiniz topyekün aynı pisliğin ve yolun yolcularımıydınız!..
Gerçek Özgürlük
Batının özgürlük anlayışı nefsî ve hayvanî duyguların esiri olmayı ifade eder. Oysa gerçek özgürlük, tüm hazinelerin anahtarları kudret elinde bulunan Allah’a teslim olmak, onu razı etmekle mümkün olabilir.