SABIR VE METANET
Hayatını; İslam’ın uygun gördüğü şekilde düzenlemek ve bu yaşam tarzına uygun olmayan davranışlardan kendini uzak tutmak, mü’minin yaşamı süresince gerçekleştireceği bir ibadettir. Bu konuda kararlı olmak, taviz vermemek ve zamanın yıpratıcı etkisinden korunmak, sabır göstermektir. Bu yüzden sabır ve tahammül farklı kavramlardır. Tahammül, bir sıkıntı ve acıya karşı bu durumdan memnun olmadan direnmektir. Oysa mü’minin sahip olduğu sabır farklıdır: Sabreden mü’min, başına gelen sıkıntılardan dolayı bir acı duymaz, aksine Allah’a olan yakınlığı daha da artar ve dolayısıyla neşesi, heyecanı ve şevki daha da yükselir. Kur’an’ın pek çok ayetinde sabır emredilmektedir:
“(Ey Nebim!) Bu nedenle Sen sabret; şüphesiz Allah’ın va’adi Hakk’tır; kesin bilgiyle ve vicdani kanaatle (yakinen) inanmayanlar(ın itiraz ve inkârları ve ahireti değil dünyayı öne alanların sapkınlıkları) sakın Seni (telaşa kaptırıp) hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesin (çünkü intikam vakti yakındır).” (Rum: 60)
“Ey iman edenler! (Din ve dava uğrundaki zorluklara, hayatın ve cihadın sıkıntılarına) Sabredin ve sabır üzerinde yarışın, (Allah’la, peygamberlerle, cihad emirinizle, Hakk yoldaki cemaatinizle) irtibatınızı koparmayın, kararlı ve sebatlı davranın (ve nöbet ve hizmet yerlerinizi terk edip ayrılmayın. Bu emirlere karşı gelmek hususunda) Allah’tan korkun. (Bu sayede) Umulur ki kurtuluşa ve başarıya (felaha) ulaşırsınız!..” (Âl-i İmrân: 200)
“(Ey Nebim, Sen Hakk ve hayır üzerinde) Sabret! Senin sabrın da yine ancak Allah(ın desteği) iledir. (Senden yüz çeviren ve hakarete yönelenler için) Sakın üzülme ve kurdukları hileli tuzak ve planlardan dolayı telaşlanıp sıkıntıya düşme (ki bu tevekkül ve teslimiyete uygun değildir).” (Nahl: 127)
Allah, mü’minlerin sabır yoluyla deneneceklerini de şöyle bildirir:
“Andolsun, Biz içinizden (gerçek) mücahit olanlarla (davasında) sabredip (dik duranları) bilip, (onları kaypaklardan) ayırıncaya (ve sadıkları belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, sizi imtihana tâbi tutacağız ve (İslam davası ve Allah rızası konusunda iddia edip) haber verdiklerinizin (doğruluk derecesini) sınayıp (herkesin ayarını ve amacını ortaya koyacağız).” (Muhammed: 31)
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak bu “azmi’l-umur”dan (değerli ve şerefli işlerden)dir. (Zalimlerin ve hainlerin asılsız ithamlarına ve kasıtlı ezalarına; Allah için sabretmek ve Hakk yolda cihadını sürdürmek, kararlılık ve kahramanlık gerektirir.)” (Âl-i İmrân: 186)
Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan başarının da anahtarıdır. Sabredildiğinde, Allah mü’minlerin gücünü artırır:
“…Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratabilir; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl: 66)
“(Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, havanız söner; kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz.) Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl: 46)
Sabır, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için gösterilecek en önemli vasıflardan biridir. Kur’an’da mü’minlerin tarifi yapılırken, “Onlar; sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir“ (Nahl: 42) denmektedir. Konunun önemi başka ayetlerde de şöyle vurgulanır:
“…Sabreden (sadıkların) mükâfatını Biz, yaptıklarının en güzeliyle, muhakkak vereceğiz.” (Nahl: 96)
Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. (Bak. Beled: 17)
Mü’minler dualarında da Allah’tan sabır talep ederler:
“…Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…” (Bakara: 250)
Salih Amel
Salih amel, Kur’an’da çok sık geçen terimlerden bir tanesidir. Salih kelimesi; güzel, doğru, hayırlı anlamlarına gelir. “Islah etmek” fiili de aynı kökten türemiştir ve “salih hale getirmek” demektir. Amel kelimesinin Türkçedeki en yakın karşılığı ise “iş”tir. Dolayısıyla salih amel, iyi ve hayırlı iş anlamına gelir ki, bu da Kur’an’da Allah’ın rızasına ve indirdiği dine uygun her türlü fiil ve hareketi ifade eder. Bir insanın ahiretini kurtaran şey ise, yalnızca iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir. Çünkü salih amel, samimi imanın da bir göstergesidir. Buna karşın, yalnızca “iman ettim” deyip, bu imanın gereklerini yerine getirmemek, insanı kurtarmaz. Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“(Yoksa) İnsanlar; sadece “iman ettik” demekle, (öyle) imtihana tâbi tutulmadan (ve sonunda yeterli ve geçerli puan almadan) bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını) mı (zann ve) hesap etmektedirler? Yemin olsun (Biz) onlardan önceki (kavim)leri de (çeşitli) imtihan (kasıtlı, fitne ve belalar)dan geçirdik. (Böylece) Allah, kesinlikle (dininde ve davasında) sadıkları da bilecektir (bilmektedir) ve gerçekten yalancı sahtekârları da bilip (belirleyecektir.)” (Ankebut: 2-3)
Allah’ın “iman ettik” diyenleri sınamasının önemli bir kısmı, salih amellerle olur. Çünkü bu ameller, onları yerine getirmekle yükümlü olan Müslümanların sabırlarını, kararlılıklarını, sadakatlerini, kısacası imanlarındaki dirayetlerini ortaya çıkarır. Kur’an’da, salih amellerin farklı şekilleri bildirilir. Dinin diğer insanlara tebliğ edilmesi, Kur’an ahlâkının yaşanması için çalışılması, dine karşı yapılan fiili ve sözlü saldırıların bertaraf edilmesi, Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için gayret gösterilmesi, Müslümanların her türlü kişisel ve sosyal probleminin çözümü gibi konuların hepsi son derece önemli salih amellerdir. Namaz, oruç, infak (zekât), hac gibi temel İslami ibadetler de salih amellerdendir.
Bir ayette, salih amellerin bu geniş çerçevesi şöyle çizilir:
“(Ey Müslümanlar!) Yüzlerinizi (namazda şuursuz ve huzursuz biçimde) Doğu’ya veya Batı’ya çevirmeniz (ve ibadette şekilcilikle yetinmeniz) iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah’a, (ve O’na inancın gereği olarak) Ahirete, Meleklere, Kitaba ve Peygamberlere (ve onların getirdikleri dine ve düzene samimiyet ve teslimiyetle) iman etmeniz… Sevdiğiniz malınızı yakınlara, yetimlere (korumasız ve bakımsız olanlara), yoksullara, yolda kalmışlara, isteyen muhtaçlara ve borç altında esir olanlara vermeniz… Namazınızı kılmanız, zekât (vergisini) ödemeniz… Anlaşma ve sözleşmelerinizi yerine getirmeniz, (maddi ve manevi) darlık, hastalık ve cihadın kızışması zamanında sıkıntılara sabretmenizdir… İşte (iman davasında) sadık (ve samimi) olanlar ancak bunlardır… Ve gerçek müttakiler de onlardır.” (Bakara: 177)
Ancak dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır; bir ameli salih kılan şey, yalnızca onun sonucu değildir, onun arkasındaki “niyet”tir. Bu nedenle de, bir amelin salih olması, yalnızca ve yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılmış olmasına bağlıdır. Bu gerçek, “salih amel” kavramını, cahiliye toplumundaki “hayırseverlik” kavramından ayırır. Salih amel Allah rızası için yapılır; hayırseverliğin arkasında ise sosyal bir dayanışma hissi ve özellikle de “hayırsever” olarak tanınma isteği vardır.
Aşağıdaki ayetler, mü’minlerin üstteki tarifteki “hayırseverlik” kavramından neden uzak olduklarını ortaya koymaktadır:
“(İşte bu nimet ve faziletlere erişecek mü’minler) Adaklarını (ve her türlü anlaşmalarını) yerine getirenler ve şerri yaygın olan bir günden korkup (kötülükten çekinenlerdir).
Kendileri, ona duydukları sevgiye (ihtiyaç ve ilgiye) rağmen yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirenler (onların ihtiyaçlarını giderenlerdir).
(Samimi ve seviyeli mü’minler, iyilik ettikleri kimselere:) ‘Biz sizin (midenizi, beyninizi ve kalbinizi) sadece ve yalnız Allah’ın vechi (Cemâline ve rızasına erişmek) için doyuruyoruz. Sizden (bu iyilik ve ilgimiz sebebiyle) bir karşılık da, (hatta) bir teşekkür bile istemiyoruz. (Gayemiz Rabbimiz ve ahirettir’ diyenlerdir).
Çünkü Biz, (herkesin kendi başının çaresine bakacağı ve korkudan dehşete kapılacağı) o asık suratlı zorlu bir gün (ahiret ve hesap) nedeniyle Rabbimizden korkan (kimseleriz).” (İnsan: 7-10)
Eğer “salih amel” tanımına uygun olan işler, üstteki ayetlerde tarif edilen amaçtan, yani katıksız Allah rızasından uzaklaşırsa, o zaman salih amel olma özelliklerini yitirirler. Bu durum, aksine, insanın başka insanların rızasını araması anlamına gelir ki, bunun Kur’an’daki tanımı “şirk”tir ve şirk büyük bir günahtır.
Mâ’ûn Suresi’ndeki ayetlerde, Allah’ın değil, insanların rızası için namaz kılan ve bu nedenle ibadetlerinin salih amel olma niteliğini kaybettiği kişiler şöyle haber verilir:
“İşte yazıklar olsun (bu duyarsızlıklarına rağmen) şu namaz kılanlara (şuursuz, huzursuz ve sorumsuz şekilde dua ve ibadet yapanlara) ki!
Onlar kıldıkları namazlarının ve dualarının (manasından ve maksadından) gafil ve habersiz (bulunmaktadırlar).
Onlar (ibadetlerinde ve dini hizmetlerinde riyakârdırlar), sadece gösteriş yapmaktadırlar.” (Mâ’ûn: 4-6)
Aynı namaz gibi salih bir amel olan infak -malın Allah yolunda harcanması- da, eğer Allah’ın değil de insanların rızası için yapılırsa tüm değerini yitirir. Kur’an’da, gerçek infakla gösteriş için yapılan infak arasındaki fark şöyle açıklanır:
“Ey iman edenler! -İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve incitip eziyette bulunmak suretiyle sadaka ve hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin misali, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur (düşünce veya hafif bir rüzgâr) isabet edince, üzerindeki toprağı silip süpürüp kendisini katı bir taş halinde bırakır. Onlar (gösteriş için hayır ve hizmet yapanlar, işte böyle riyakârlıkla) emek harcayıp kazandıkları hiçbir şeyi elde tutmaya kâdir olamazlar. Allah kâfirler topluluğunu hidayete ulaştırmayacaktır.
Sadece Allah’ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı (imanı) kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin misali ise; verimli bir tepede bulunan, bolca düşen yağmur aldığında ürünlerini iki kat sunan bir bahçenin örneğine benzer ki; ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (bile yeterli sayılır, sahiplerini ferahlatır ve meyveleri toplanır). Allah, yaptıklarınızı Görendir.” (Bakara: 264-265)
Aynı konu, bir başka surede şöyle vurgulanır:
“Onlar öyle kimselerdir ki, (hayırdan hoşlanmazlar ama) mallarını, insanlara gösteriş olsun diye harcarlar, Allah’a ve ahiret gününe (de gerçekten) inanmazlar, (inanmış rolü yaparlar. Böylece) şeytan, kime yakın-yoldaş olursa, artık o ne kötü bir arkadaş (edinmiştir). Şayet bunlar, Allah’a ve ahiret gününe inanarak, Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları (niyetleri ve mahiyetleriyle çok) iyi Bilendir.” (Nisa: 38-39)
Kısacası, bir ameli salih kılan, onun ardındaki niyettir. Eğer o amelle istenen maddi sonuç elde edilememiş dahi olsa, eğer niyet salihse, amel de salih olur. Örneğin; bir insan Allah rızası için bir işe el atıp uzun süre çabalayabilir. Fakat sonuç istediği gibi olamayabilir. Ancak fark etmez; o yine de kazanacağı sevabı kazanmış olur. Hem Müslüman bilmelidir ki; Allah’ın, kendisini başta hedeflediği sonuca ulaştırmamasının büyük bir sırrı ve hikmeti vardır. Çünkü ayetteki, “…Aslında hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır; sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de, olur ki sizin için şerli ve zararlıdır. (Her şeyin doğrusunu ve hayırlısını) Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara: 216) hükmüne göre, ulaşılmak istenen sonucun gerçekten hayırlı olup olmadığını bilen ancak Allah’tır.
Müslüman, her işe Allah rızası için girişmeli, ancak sonucunu da Allah’a bırakmalıdır.
Salih amelin üstte değindiğimiz bu temel özelliği, yani her şeyden önce niyete bağlı oluşu, Allah’ın müstağniyetinin ve insanın Rabbimize karşı olan aczinin bir sonucudur. Allah müstağnidir; yani her türlü kusur ve eksiklikten uzaktır, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Dolayısıyla, Allah’ın Müslümanların yapacakları salih amellere de ihtiyacı yoktur. Kur’an’da şöyle hükmedilir:
“Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamîd (övülmeye layık)tır. (İnsanların, Allah’ın halifesi ve temsilcisi olacak adil bir devlet himayesine ihtiyaçları vardır, aksi halde ezilmekten ve esaretten kurtulamayacaklardır.)
(Allah) Dileyecek olsa, sizi giderir (devirir) ve yepyeni bir halk getirip (konuşlandırır ve onları iktidara taşır).
Bu da, Allah’a göre hiç de güç değildir. (O dilediğini “Kün” emriyle yapandır.)” (Fâtır: 15-17)
Rabbimiz; dilediği anda, dilediği şeyi yapabilir. Allah’ın, hiçbir şeye ihtiyacının olmadığı Kur’an’da şöyle haber verilmektedir:
“…İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu…” (Ra’d: 31)
Dolayısıyla, bir insan salih amel işlemekle, gerçekte ancak kendisine yarar sağlamakta, kendi ahiretini kurtarmaktadır. Kur’an’da ifade edildiği üzere, “(Hakk hâkim olsun, ülkemizde ve yeryüzünde Adalet Nizamı kurulsun diye) Kim cihad ederse, o ancak kendi nefsinin faydası için çaba göstermiştir. (Cihadın, adil devlet, izzet ve emniyet gibi dünyevi menfaatleri de; ebedi saadet ve cennet gibi uhrevi mükâfatları da kişinin kendi çıkarı gereğidir.) Allah âlemlerden Müstağnidir (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir).” (Ankebut: 6)
Aynı şekilde, namaz kılan kişi kendisi için kılmış olur, oruç tutan, Allah yolunda harcama yapan ya da İslam’ı savunan da tüm bunları kendisi için yapmış olur. Bunları yapmaya ihtiyacı olan kendisidir. Allah Kur’an’da; fiillerin kendisinin ya da sonuçlarının değil, bu ameller yapılırken kişinin niyetinin önemli olduğunu bize haber verir. Hacc Suresi’nde, bu gerçek şöyle bir örnekle açıklanır:
“(Elbette) Onların (kestiğiniz kurbanların) etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşacak değildir; lâkin O’na sizden takva(nız, halis dualarınız ve salih davranışlarınız) ulaşabilir. İşte böyle, (Allah) onları (kocaman hayvanları) size boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için (Rabbiniz bunları hizmetinize ve istifadenize vermiştir). Artık ihsan sahiplerine (görevini iyilik ve güzellikle yerine getirenlere) müjde ver…” (Hacc: 37)
Bu nedenle, salih amel yapılırken, niyetin sürekli sağlam tutulması, yani yapılan işin sadece Allah rızası için yapıldığının akılda tutulması son derece önemlidir. Bu amaçla da, Allah’la manevi bir bağlantı içinde olmak, bir iş yaparken O’nu tesbih etmek ve işin kabulü için Allah’a dua etmek gereklidir.
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in Kâbe’yi inşa ederken ettikleri dua, tüm mü’minler için örnektir:
“Vaktâki İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Kâbe’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): ‘Rabbimiz bizden (bu hayırlı girişim ve gayretimizi) kabul et. Şüphesiz, Sen her şeyi İşiten ve hakkıyla Bilensin. Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yerlerini, şekillerini ve ilkelerini öğretip) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve Esirgeyensin.’” (Bakara: 127-128)
Allah’ın Hz. Davud ve ashabına verdiği ‘“…Ey Davud ailesi, artık şükrederek çalışın!’ Zira kullarımdan şükredenler (nimet ve fırsatlarımın gereğini yerine getirenler) pek azdır.” (Sebe’: 13) emri de, salih amel işlenirken Allah’la olan bağlantının kesilmemesi, dua ve şükür kanalıyla ayakta tutulması gerektiğini göstermektedir. Bu tür bir amel, salih bir ameldir ve insanın Allah’a olan yakınlığını ve ahiretteki derecesini artırır. İnsanın “iman ettim” demekle söylediği söz, bu amelle birlikte sağlamlaşır. Allah Fâtır Suresi’ndeki bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“…O (Rabbimize) ancak (tevazu ve teslimiyetle yapılan övgüler ve şükürler gibi) güzel sözler yükselir. (Bu güzel dua ve zikirleri de sadece) Salih ameller (ve halis niyetler) yukarı kaldırıp (Allah’a eriştirir)…” (Fâtır: 10)
İman edip hayatı boyunca salih ameller işleyen bir mü’minin kavuşacağı kurtuluş ise Allah’ın rızası ve cennetidir. Kur’an’da şöyle hükmedilmektedir:
“(Buna karşılık) İman edenler ve (hayırlı, yararlı) salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Orada sonsuz olarak kalacaklar (ve kusursuz mutluluğa ulaşacaklar)dır.
(Cennetteki Müslümanların) Biz onların göğüslerinde kinden ve hasetten ne varsa çekip almışızdır. (Konaklarının) Altlarından (ve etrafından sürekli ve ferahlık verici) ırmaklar akacaktır. (Sevinçle) Derler ki: “Bizi buna (cennet huzuruna) ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ulaşamazdık. Andolsun, Rabbimizin elçileri Hakk ile geldiler (ve bizi hayra ve huzura ilettiler.)” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye nida edilip duyurulacaktır.” (A’raf: 42-43)
Atatürk bir toplantıda: “Biz, milletimiz padişahlara, şahlara, şıhlara değil, yalnız Allah’a kul olsunlar istedik. İşte Cumhuriyet’in yegâne manası budur. Meleklerin kıblesi, Allah’ın halifesi olan insan, asla kula kul olamaz. Bize softalar, ‘dinsiz’ demişler. Hamdolsun, kula kul olanların dininden değiliz! Biz Allah’ın dinindeniz. Her Allah’ın kulu gibi de hesabımızı yalnızca âlemlerin Rabbine vereceğiz!” diyerek gerçeklere tercümanlık yapmıştır.
Aynı Atatürk: “Bize ‘yanlış yolda yürüyor’ diyen alçaklar, biliriz ki din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve dürüst halkımızı şeriat sözleri ile aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; göreceksiniz ki milletimizi mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her türlü yanlışı maalesef ki din adı altında yürütmüşlerdir!” diyerek dinle, imanla aslında hiç alâkası olmayan bu sözüm ona din istismarcılarının ayarlarını ortaya koymuşlardır! Bir devlet adamı, kerameti kendinde görmeye başladı mı devlet adamlığını yitirmiş demektir!” diyecek kadar bilinçli birisidir!
Sabır; inanan insanların huzur kaynağıdır, karşılarına çıkan zorluklar Allah’ın onlara bir imtihanı olduğunu bildikleri için aslında onlar için bir avantajdır. Bu yaşadığı zorluklara Rabbimizin istediği gibi bir duruş sergiler ise O’nun rızasını kazanmış olurki zaten mümin bir kulun hayatının amacı budur. Sabırsız ve tevekkülsüz bir insan içinde maalesef bu dünya ona zindan olmaktadır. Yani bu dünya hayatını kendimiz için cennet de cehennemede çevirmek aslında bizim elimizdedir.
Salih amel içinde sadece Rabbimizin rızası olan başka hiçbir şey bulundurmayan ameldir. Salih amelde aslolan niyettir, içerisinde kimin rızası var, bu güzel ameli işlerken birazda bana şöyle desinler varmı, hayırsever birisi olarak bilineyim var mı, bu en önemli olan şeydir. İkisinde de aslında bir alış veriş vardır, birinde sadece Allah’ın rızası gözetildiği için karşılığı sadece Ondan beklemek, diğerinde ise karşılığını Allah’tan gayrısından beklemek.
Müslüman, her işe Allah rızası için girişmeli, ancak sonucunu da Allah’a bırakmalıdır.Bu şekilde davranarak Allah ‘a tam teslimiyet göstermiş oluruz.Müslümana yakışan da budur.Bir işi yapıp gerisini düşünmeden sonucunu Allah ‘a havale etmek gercek müminin samimi hareketidir.
Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan başarının da anahtarıdır. Sabredildiğinde, Allah mü’minlerin gücünü artırır:
“…Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratabilir; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl: 66)
“(Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, havanız söner; kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz.) Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl: 46)
Sabır, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için gösterilecek en önemli vasıflardan biridir. Kur’an’da mü’minlerin tarifi yapılırken, “Onlar; sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir“ (Nahl: 42) denmektedir. Konunun önemi başka ayetlerde de şöyle vurgulanır:
“…Sabreden (sadıkların) mükâfatını Biz, yaptıklarının en güzeliyle, muhakkak vereceğiz.” (Nahl: 96)
Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. (Bak. Beled: 17)
İman edip hayatı boyunca salih ameller işleyen bir mü’minin kavuşacağı kurtuluş ise Allah’ın rızası ve cennetidir. Kur’an’da şöyle hükmedilmektedir:
“(Buna karşılık) İman edenler ve (hayırlı, yararlı) salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Orada sonsuz olarak kalacaklar (ve kusursuz mutluluğa ulaşacaklar)dır.
(Cennetteki Müslümanların) Biz onların göğüslerinde kinden ve hasetten ne varsa çekip almışızdır. (Konaklarının) Altlarından (ve etrafından sürekli ve ferahlık verici) ırmaklar akacaktır. (Sevinçle) Derler ki: “Bizi buna (cennet huzuruna) ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ulaşamazdık. Andolsun, Rabbimizin elçileri Hakk ile geldiler (ve bizi hayra ve huzura ilettiler.)” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye nida edilip duyurulacaktır.” (A’raf: 42-43)
Erbakan Hocamızın; “ameller niyetlere göre tartılır.” sözünü Ahmet Hocamız çok güzel tefsir etmiş.
Yine bu muhteşem makaleyi okuduktan sonra Ahmet Hocamızın “bir işin %99 unu Allah rızası için %1 ini nefis için yapsak, o işi Allah rızası için yapmamış oluruz.” sözü geliyor aklımıza..
Rabbim, kalbimizde ki hastalıkları temizlememize ve niyetlerimizi düzeltmemize yardım etsin İnşallah.
Kardeşlik Bağları ve Sorumlulukları
Birlik ve Beraberlik Şartları
Sadakat ve ihlâs kadar önemli bir diğer mü’min vasfı da, tesanüttür (kardeşlik, dayanışma, birliktelik). Kur’an’da bildirilen hükme göre, tüm mü’minler birbirlerinin kardeşidirler. Onlar; aynı yola uymuş, aynı kitaba tâbi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu şöyle tarif etmektedir:
“Doğrusu Allah, Kendi yolunda (tuğlaları ve bütün parçaları) sanki birbirine (kurşunla) kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak (irtibatlı, intizamlı ve itaatli bir teşkilat şuuruna ve ordu disiplini sorumluluğuna sahip olarak cihad edip) çarpışanları seven (ve destekleyen)dir. (Ferdi ve fevri hareket edenleri değil.)” (Saff: 4)
Üstteki ayette tarif edildiği gibi bir tesanüt içinde, Allah yolunda cehdetmek (çaba harcamak) kesin bir emirdir. Âl-i İmrân Suresi’nde Allah şöyle hükmetmektedir:
“(Eğer gerçekten iman ediyorsanız) Allah’ın ipine (Kur’an hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resulüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân: 103)Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz). Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl: 46)
Bu nedenle mü’min, kesinlikle kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel olmalıdır.
Sabır Mı Tahammül Mü?
Dünya hayatı en müreffeh haliyle bile içinde zahmet olan, her seviyede belli sınama noktalarına sahip olan bir yer. Herkesin bu yaşam içerisinde mutlaka yüzleşeceği bazı can sıkan durumlar var. Öyle ki kiminin psikolojisi bozulmuş, kiminin ise yiyecek ekmeği yok. Kimi iş ortamında haksızlıklarla uğraşıyor kimi ise yük altında akşamı zor ediyor. İşte bu sınama ve denemelerden geçerken tahammül ettiğimiz, her seferinde yüzümüzü ekşitip şikayetimizi ifade ettiğimiz halde; yaşanan süreci “sabrettik” diye anlatmaktan çekinmiyoruz. Halbuki ifade edildiği üzere mesele sabır değil bilakis zorunlu tahammül oluyor. Oysa mümine yakışan onca nimete karşılık hüsnü kabul ile sabırdır. Başa gelen o sıkıntıdan çıkış yollarını dua ve namaz ile aramaktır. Ne kadar zahmet içinde olursa olsun, bugün siyonizm zulmü altında bombaları gülümseyerek karşılayan, evi yıkılmadığı için, hayatta kaldığı için şükreden ve gülenlerden utanmalı ve kendi dertlerini bir yana bırakıp onları ve tüm mazlumları kurtarmak için çalışmalıdır. Yoksa yalandan surat asmak, dönüp yine derdim çok deyip bencillik yapmak ancak şeytana uşaklık olmaktadır. Tahammül edip durumdan şikayetçi olarak, “nerede çıktı bu iş” deyip düzeni bozuldu diye bugünki iktidar gibi Rabbimize nankörlük etmek yerine aynı Milli Çözüm gibi Adil bir Düzen kurmak için gayret çekmek, bu gayreti dua ile desteklemek ve umduğuna nail olmayı bir tek Rabbimizden beklemek gerekir. Yok eğer öyle olmazsa üç günlük menfaat ve iktidar için dindar-hayırsever görünüp, mazlumların kanına girilirken kuyruğunu kısıp oturanlardan olunur.
Makaleden anlayabildiğim kadarı ile;Allah’ın dinine gerçekten inanan bir insan tüm hayatını,islam’ın uygun gördüğü şekilde düzenlemek ve Allah’ın kurallarına tam bir teslimiyetle uymak, Allah’ın kurallarına uygun olmayan irili ufaklı tüm davranışlardan kendini uzak tutmakla yükümlüdür.
İnanmış ve kendisini Allah’ın dinine adamış bir kişi için bu teslimiyet,yaşamı süresince gerçekleştirmek zorunda olduğu bir ibadettir.
Kişi bu konuda kararlı olmalı, taviz vermemeli ve zamanın şartların ve etrafın yıpratıcı etkisinden kendisini korumalı ve bu süreçte sabrı kuşanmalıdır..
Yine anladığım kadarı ile sabır ve tahammül yıllardır bir birine karıştırdığımız iki kavramdır.
Sabır ve tahammül birbirinden farklı kavramlardır. Tahammül;bir sıkıntı ve acı karşısında bu durumdan memnun olmamak fakat direnmektir.
Oysa sabır farklıdır:mü’min, başına gelen sıkıntıya sabrederken bir acı duymaz,vaz geçmeyi düşünmez,etrafına saldırmaz,dava arkadaşlarının çalışma azmini enerjisini düşürmez,yapılabilecek hizmetleri baltalamaz,ne yapayım bende böyleyim çekerseniz bu şekilde” demez,diyemez..
Aksine sabır gostermesi gereken anda Allah’a olan yakınlığı daha da artar ve dolayısıyla neşesi, heyecanı ve şevki daha da yükselir.
Sabır;sıkıntıyı/imtihanı yaşayıverdiği anda kişinin göstermesi gereken bir özelliktir.İsyan edip,kırıp döktükten,etrafındaki herkesi kendinden soğutup davaya çalışmalara küstürdükten sonra gösterilen tavır SABIR değildir.
Sabredebilmesi için kişide; af, hilim, tevâzû, iffet, kanâat, şefkat, merhamet, nezâket ve müsâmaha gibi ahlâkî meziyetlerin olması lâzımdır.
Sabır;Hakka teslim olmaktır..
Sabretmek gereken bir durum bir sıkıntı karşısında isyan ettiğimiz karşı çıktığımız mercii başımıza sabretmemiz gereken imtihanı veren Rabbimizdir..O halde isyan ettiğimiz mercii Rabbimizdir..
Aziz Erbakan Hocamızdan bir eğitimde dinlemek nasip olmuştu.
Şöyle buyurmuşlardı;
Sabır üç adettir:
/Musîbetlere karşı gösterilmesi gereken sabır, /Kullukta gösterilmesi gereken sabır,
/Günah işlememekte gösterilmesi gereken sabırdır.
Allâh’ın emir ve yasaklarındaki;
nîmeti,,hikmeti ve sonunda alacağımız ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır. Bâzen sırtımızdan atamadığımız bir takim sıkıntı ve felâketleri taşımaktan başka çâremiz yoktur. Her çâresizliğin yegâne çâresi, Allâh’tır.O halde şikâyetler,feryâd-ü figânlar, sızlanmalar,kayıptan başka birşey değildir.
O zaman;başımıza gelen hâdiselere sabredip Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, her şeyin O’ndan geldiğini bilmek ve bir imtihân olduğunu idrâk edip mükâfâtını düşünmek,ardından Rabbimizin kuralları çerçevesinde bu sıkıntıları bertaraf etmek için canla başla gayret etmek en akıllıca iştir.
Bize yakışan;zalimin zulmü ayyuka çıkmışken bu zulmü yer yüzünden kaldırmak,Hakkı yer yüzüne hakim kılmaktır.Bu minvalde bütün insanlığın maddi manevi refahı huzuru niyetiyle canla başla mücadele ederken,kardeşlerimizle aramızda geçiverebilecek olan bir takım sıkıntılar karşısında parlayıp patlamadan,bir birimizi kırıp dökmeden göstermemiz gereken gereken şeydir SABIR..
“Asra yemin ederim ki insanlar hüsrandadır.
Ancak;
İman edenler,
Salih amel işleyenler Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna!”
2:250
Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…” (diye dua etmişlerdi.)
(Bakara Suresi 250)
3:200
Ey iman edenler! (Din ve dava uğrundaki zorluklara, hayatın ve cihadın sıkıntılarına) Sabredin ve sabır üzerinde yarışın, (Allah’la, peygamberlerle, cihad emirinizle, Hakk yoldaki cemaatinizle) irtibatınızı koparmayın, kararlı ve sebatlı davranın (ve nöbet ve hizmet yerlerinizi terk edip ayrılmayın. Bu emirlere karşı gelmek hususunda) Allah’tan korkun. (Bu sayede) Umulur ki kurtuluşa ve başarıya (felaha) ulaşırsınız!..
(A’li İmran Suresi 200)
Sabır be yiğidim, az kaldı
Zalimin sonu, artık yaklaştı
Haine cehennem, mazluma bayramdı
Her gecenin sonu, aydınlık sabahdı
Dünyaya aldanma, bak ömür tükendi
Haramla kazandığın, ateşini çoğalttı
Sen halâ akıllanmadın, bırak inadı
Günaha daldın, bıraktın, zikri namazı
Pire için yorgan yakma
Fani olana aldanma
Düşme aynı hataya
Yanaş tevbe kapısına
Filistin Kudüs, bizim canımız
Oluk oluk kan aksa da, bırakmayız
Siyon itlerini, akıttıkları kanda boğarız
Ha sabah, ha akşam, zafere koşarız..
Samimi Temiz Niyet Sahibi Olmanın Önemi – Akabinde bu temiz samimi niyetin gereği Salih Amel İşlemenin önemini anladık. Yani her türlü eylemlerimizde düşüncelerimizde KATIKSIZ ŞEKİLDE Allah’ın rızasını öncelediğimizi net ve mert şekilde ispat etmemiz tescillememiz gerektiği ya değilse ŞİRKE düşmemizin süpriz olmayacağı ve tüm gayretlerimizde yorgunluktan başka bişey elde edemeyeceğimizi anlatan HAKKA VE KUR’AN’A TERCÜMAN olan bir makale ile karşı karşıyayız … Rabbim istifade edebilmeyi cümlemize lütfeylesin. Amin.
Günümüzde artık öyle hadiselerle karşılaşıyoruz ki insanın imanı sabrı metaneti olmasa müslüman olmasa, ahiret olmasa kan gövdeyi götürürdü… Zaten götürüyor da … Özellikle de güncel konu olan İSRAİL ZULMÜ… Bu zalimlerin dini; samimi yahudiler hariç , bu katliamı yapanlar Siyonist olduğu için , öldürmek onlar için ibadet olmakta… Kanla beslenen bu zalimler, sadece savaşla insanlığı yok etmiyorlar, gıdalarla gdo lu , tarımda kullandığımız zirai ilaçlarla , insan ve hayvan hastalıklarında kullanılan ilaçlarla bedenlerimiz zehirlenerek , okullarda , sosyal medya ortamlarında, görsel ve yazılı medyayla gazetelerle zarar aşılayan kitaplarla vb. materyallerle şuuraltımızı beyinlerimizi gönüllerimizi zehirleyerek yozlaştırılmaktayız… Bir Milli Çözüm okuyucusu olarak ; Milli Çözüm sayesinde DUYARLI SORUMLU BİR VATANDAŞ OLMAYI KAZANDIĞINIZDAN ÖTÜRÜ bu sistemden bu düzenden bu haksızlık ve adaletsizlikten, İslam ülkelerinin ve tüm mazlumların 8 milyarlık insanlık aleminin maddi ve manevi çilesinin hat safhada olduğu şu günlerde son derece muzdarib olduğumuz ve sabrımızın dayanacak gücümüzün kalmadığı , böylesi bir anda SABIR VE METANET makalesi ile yeniden ümidimiz heyecanımız gayret ve çabamız ateşlendi… Dünyaya geliş gayemizi ve bu gayeye ıygun tercihlerde bulunmamızı yerine getirdiğimizde SABRIMIZ METANETİMİZ manen artacak ve dünyamız cennete dönüşecek olduğunu perçinleyen böylesi muhteşem bir makale için üstad Ahmet Akgül Hocaya şükranlarımı arzederim…
ASR SURESİ 3. AYET DE ŞÖYLE BUYURULUR:
Ancak (samimiyetle) iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı (doğru ve hayırlı olanı) tavsiye (yani Kur’an nizamının kurulmasını temenni, teşvik ve tebliğ) edenler ve (bu yolda uğradıkları sıkıntı ve saldırılara kendileri katlandığı gibi) çevresine de sabrı (Allah için dayanmayı) telkin ve tavsiye edenler bunun dışındadır. (Bu dört vasfı birlikte üzerinde taşıyan mü’min, müstakim ve mücahit kimseler, dünya ve ahirette kurtulacak ve sonsuz mutluluğa ulaşacaklardır.)
Kaynak: http://www.mealikerim.com/103/asr/3
Sadece Allah’ın rızasını gozetenlerden olabilmeyi nasip eyle Allah’ım
Mâide 16
Böylece Allah, (İslam’a uyanları ve) rızasını arayanları (Kur’an’a ve Resulüllah’a tâbi olanları) Onunla selamet yollarına (ve kurtuluş kapılarına) eriştirir ve Kendi izniyle ve iradesiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp sırat-ı müstakime (dosdoğru bir hayat sistemine, iman, ahlâk ve şeriat prensiplerine) iletir.
https://www.mealikerim.com/5/maide/16
Fatiha 5
(Bu nedenlerle Ey Rabbimiz!) Biz (bütün mü’minler) ancak ve yalnız Sana ibadet eder (Senin buyruklarını uygular ve Yüce rızanı ararız) ve (her konuda) sadece Senden yardım diler (ve Senin avn-ü inâyetine sığınırız).
https://www.mealikerim.com/1/fatiha/5
Müminler için tam zamanında ne mühim bir nasihat!
Daraldığımız, bunaldığımız… bir zamanda “can simidi” gibi imdada yetişen, şeytanın zehrine panzehir olan muhteşem bir makale.
Üstadımızın, Kur’an’ı Kerim ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)in Ruhuna tam intibaklı olarak yazmış olduğu bu muhteşem makaleden; İnsanlığın istifade edeceği ve insanlığın içerisinde en çok Müslümanların, Müslümanların içerisinden ise sadık Milli Çözüm ekibinin daha çok istifade edecekleri, şifaları alacağı görülmekte.
Böylesine (sabır, metanet, halis niyet, salih amel gibi) hakikatlerin anlaşılmasına tercüman olunduğu ve bizlerin istifade edeceği dilde sunulduğu için Rabbimiz sonsuz şükürler edip tüm emeği geçenlere de teşekkürü bir borç biliyoruz.
Biz sizlerden razıyız Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc)de başta Üstadımız Ahmet Akgül Hocamızdan ve tüm emeği geçenlerden razı olsun.
“Sabır, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için gösterilecek en önemli vasıflardan biridir. Kur’an’da mü’minlerin tarifi yapılırken, “Onlar; sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir“ (Nahl: 42) denmektedir. Konunun önemi başka ayetlerde de şöyle vurgulanır:
“…Sabreden (sadıkların) mükâfatını Biz, yaptıklarının en güzeliyle, muhakkak vereceğiz.” (Nahl: 96)
“(Ey Nebim, Sen Hakk ve hayır üzerinde) Sabret! Senin sabrın da yine ancak Allah(ın desteği) iledir. (Senden yüz çeviren ve hakarete yönelenler için) Sakın üzülme ve kurdukları hileli tuzak ve planlardan dolayı telaşlanıp sıkıntıya düşme (ki bu tevekkül ve teslimiyete uygun değildir).” (Nahl: 127)
“(Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, havanız söner; kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz.) Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl: 46)”
Bir insanın ahiretini kurtaran şey ise, yalnızca iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir.
“(Yoksa) İnsanlar; sadece “iman ettik” demekle, (öyle) imtihana tâbi tutulmadan (ve sonunda yeterli ve geçerli puan almadan) bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını) mı (zann ve) hesap etmektedirler? Yemin olsun (Biz) onlardan önceki (kavim)leri de (çeşitli) imtihan (kasıtlı, fitne ve belalar)dan geçirdik. (Böylece) Allah, kesinlikle (dininde ve davasında) sadıkları da bilecektir (bilmektedir) ve gerçekten yalancı sahtekârları da bilip (belirleyecektir.)” (Ankebut: 2-3)
Allâh Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hayâtı, baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, çocukluğundan vefâtına kadar, hep büyük sınavlarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve çileyi tatmıştır. Dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde kendisini muhâfaza eden amcası Ebû Tâlib’i, bundan üç gün sonra da dâvâsındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatîce’yi, Uhud’da Şehîdlerin Efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Çok sevdiği ashâbından birçoğunu kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakâretlere, iftirâlara, açlığa ve yokluğa mâruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi O’nun metânetini bozmadı. O her hâlükârda sabır ve rızâ hâline örnek oldu.
Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan başarının da anahtarıdır. Sabredildiğinde, Allah mü’minlerin gücünü artırır:
“(Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, havanız söner; kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz.) Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl: 46)
Kısacası, bir ameli salih kılan, onun ardındaki niyettir. Eğer o amelle istenen maddi sonuç elde edilememiş dahi olsa, eğer niyet salihse, amel de salih olur. Örneğin; bir insan Allah rızası için bir işe el atıp uzun süre çabalayabilir. Fakat sonuç istediği gibi olamayabilir. Ancak fark etmez; o yine de kazanacağı sevabı kazanmış olur. Hem Müslüman bilmelidir ki; Allah’ın, kendisini başta hedeflediği sonuca ulaştırmamasının büyük bir sırrı ve hikmeti vardır. Çünkü ayetteki, “…Aslında hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır; sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de, olur ki sizin için şerli ve zararlıdır. (Her şeyin doğrusunu ve hayırlısını) Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara: 216) hükmüne göre, ulaşılmak istenen sonucun gerçekten hayırlı olup olmadığını bilen ancak Allah’tır.
Sabır ve tahammül farklı kavramlardır.
Tahammül, bir sıkıntı ve acıya karşı bu durumdan memnun olmadan direnmektir.
Sabreden mü’min, başına gelen sıkıntılardan dolayı bir acı duymaz, aksine Allah’a olan yakınlığı daha da artar ve dolayısıyla neşesi, heyecanı ve şevki daha da yükselir.
Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan başarının da anahtarıdır. Sabredildiğinde, Allah mü’minlerin gücünü artırır.
Salih amel, Kur’an’da Allah’ın rızasına ve indirdiği dine uygun her türlü fiil ve hareketi ifade eder.
Bir ameli salih kılan şey, yalnızca onun sonucu değildir, onun arkasındaki “niyet”tir.
Bu nedenle de, bir amelin salih olması, yalnızca ve yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılmış olmasına bağlıdır.
Eğer “salih amel” tanımına uygun olan işler, Allah rızasından uzaklaşır ve insanların rızası için yapılırsa, o zaman salih amel olma özelliklerini yitirirler.
İnsanın başka insanların rızasını aramasının Kur’an’daki tanımı “şirk”tir ve şirk büyük bir günahtır.
Bir insanın ahiretini kurtaran şey ise, yalnızca iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir.
Yalnızca “iman ettim” deyip, bu imanın gereklerini yerine getirmemek, insanı kurtarmaz.
Bu nedenle, salih amel yapılırken, niyetin sürekli sağlam tutulması, yani yapılan işin sadece Allah rızası için yapıldığının akılda tutulması son derece önemlidir.
Bu amaçla da, Allah’la manevi bir bağlantı içinde olmak, bir iş yaparken O’nu tesbih etmek ve işin kabulü için Allah’a dua etmek gereklidir.
Rabbimiz; dilediği anda, dilediği şeyi yapabilir. Allah’ın, hiçbir şeye ihtiyacının olmadığı Kur’an’da şöyle haber verilmektedir:
“…İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu…” (Ra’d: 31)
Sabır ile tahammül arasındaki fark ne güzel anlatılmış.
*”Tahammül, bir sıkıntı ve acıya karşı bu durumdan memnun olmadan direnmektir.”
“Oysa mü’minin sahip olduğu sabır farklıdır” demiş ve eklemiş çok değerli Üstadımız;
*”Sabreden mü’min, başına gelen sıkıntılardan dolayı bir acı duymaz, aksine Allah’a olan yakınlığı daha da artar ve dolayısıyla neşesi, heyecanı ve şevki daha da yükselir. ”
Mümin Allah’tan gelen herşeye razı olur. Allah’ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetini denediği olaylar vardır. Mümin bu olaylara imtihan gözüyle bakmalı memnuniyetsizlikle direnmek yerine, mükafatını Allahdan umarak neşesini, heycanını ve şevkini her zaman diri tutmalıdır.
Ve yine çok dikkat etmemiz gereken bir konu, Allah’ın rızasını kazanmak için niyet, gayret ve ibadetlerimizin salih olması gerekliliği konusudur. Niyeti Allah rızası olan, kaybetse de galip, niyeti başka olan kazansa da mağlup olur. Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve üzüntü yoktur.Fakat insanlar razı olsun diye yaptığımız işlerimiz ise her zaman daha zorlu ve memnuniyetsizlikle sonuçlanır.
Hz. Ömer (r.a.): “Ölçünüz daima Allah rızası olsun.” buyurmuştur.
Önceliğimizin ve ölçümüzün daima Allah rızası için olması temennisiyle. Allah razı olsun çok değerli bir makale.