SİYONİZM’İN SAADET PLANI VE PİYONLARI!
Türkiye’de, Siyonist sömürü çarkının dişlilerini ve küresel sermaye baronlarının işbirlikçilerini değiştirme hesapları… İyice yıpranan ve yorulan siyasi aktörlerin ve partilerin tasfiye edilme ve yerlerine yenilerini getirme çabaları gün yüzüne çıkmıştı. Sağcı Milliyetçi ve Liberal kesim için YAVUZ AĞIRALİOĞLU parlatılırken, Milli Görüş’ün ve güya İslamcı kesimin başına da ABDULLAH GÜL ismi yeniden gündeme taşınmıştı. Bu maksatla; SAADET, DEVA ve GELECEK partileri tek çatı altında toplanacak, başına yeni bir UMUT ve kutlu bir UFUK(!) olarak Abdullah Gül oturtulacak… AKP’den ve diğer partilerden ayartılan Milletvekillerinin katılımıyla bu yeni parti, Erdoğan’ın yerini alacaktı… Bu Siyonist planın uygulanması için önce SP’nin başına, bu birleşmeye razı olacak piyonların taşınması lazımdı!?
Abdullah Gül, 3 Partiyi Birleştirip Genel Başkanlık Koltuğuna mı Oturacaktı?
Uzun bir süredir sessizliğini koruyan ve kameralardan uzak yaşayan Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yeniden aktif siyasete döneceği gündeme taşınmıştı. Kulislerde konuşulanlara göre Gül; DEVA, Gelecek ve Saadet partilerini tek çatı altında birleştirerek Genel Başkanlık görevini üstlenmiş olacaktı. Türkiye’nin eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün siyasi arenaya geri dönme planları hakkında ortaya pek çok kez iddialar atılmış, ancak Gül cephesi haberlere karşı sessizliğini bozmamıştı. Ankara kulisleri yeniden Abdullah Gül ismiyle çalkalanmaya başlamıştı. Gül’ün, siyasi sahneye dönüş için hazırlıklara başladığı konuşulmaktaydı.
Milli Görüş sayesinde 1991-2007 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde beş dönem Kayseri Milletvekilliği yapan ve 2001’de AKP’nin kuruluşunda rol alan isimlerden biri olan Abdullah Gül, 2002’de Başbakan olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 58. Hükümeti’ni kurmuşlardı. 28 Ağustos 2007 tarihinde ise Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı seçilmiş insandı. Siyasi kariyerinde pek çok önemli göreve gelen Gül hakkında TV100 köşe yazarı Barış Yarkadaş, önemli bir iddia ortaya atmıştı.
Abdullah Gül’ün 3 partiyi tek çatı altında birleştireceğini ifade eden gazeteci Barış Yarkadaş, “11. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Kurucusu Abdullah Gül’ün yakın çevresi ‘yeni bir parti’ için düğmeye basınca, 75 koruması olduğu ve devletin 17 aracını kullandığı haberi patladı. Gül’ün yakın çevresi, DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi’nin tek çatı altında birleşmesi ve partinin başına da Gül’ün geçmesi için kulis yapıyor. Gül ve çevresi Erdoğan sonrası için pozisyon alıyor. Gül’ün de yeni parti ve siyasete sıcak baktığı konuşuluyor”[1] ifadelerini kullanmıştı.
Diğer partilerin; Saadet çatısı altında, ve MGV’den, Parti birimlerinden yetişmiş, sadakatini ispat etmiş, Milli Görüş’ü ve Adil Düzen’i içselleştirmiş birinin başkanlığında birleşmeleri, elbette hayırlı ve yararlı olacaktı. Ancak SP’nin, Abdullah Gül gibi birinin başındaki karanlık ve kiralık bir oluşuma malzeme yapılması, tamamen Siyonist bir tuzaktı!
a- Oysa; Abdullah Gül başkanlığında herhangi bir parti, AKP’den daha sinsi ve tehlikeli biçimde Siyonist sömürü arabasına katırlık yapacaktır…
b- Erbakan’ın “Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi Saadet Partisi’dir!” vasiyeti ortadan kaldırılacaktır.
c- Böylece Milli Görüş’ün mirasına beton dökülüp, kökü kurutulmuş olacaktır.
ç- Evet; Abdullah Gül’ün güdümündeki bir parti veya oluşum, resmen olmasa da fikren ve fiilen Siyonizm’in Türkiye’deki taşeronluğunu yapacaktır.
d- Bütün bu hile ve hıyanetlere razı olanların, destek çıkanların ve hatta bunlardan rahatsızlık duymayanların ya iz’anı (akıl ve anlayışı) noksandır veya vicdanı sakattır.
Abdullah Gül, İsrail’i Kınamaktan Bile Sakınmıştı!
İsrail, Filistin halkına karşı açıkça ve küstahça bir SOYKIRIM uygulamaktadır. Uluslararası hukuk kurallarına göre, bir katliamın soykırım sayılması için 2 şart aranmaktadır:
1- Bir toplumu tamamen veya kısmen öldürüp yok etmeye çalışmak.
2- Bu katliamları o toplumun kökünü kurutma ve etkisiz bırakma niyet ve gayesiyle yapmak.
1- Sırpların Bosna Hersek’te 8 bin Boşnak Müslümanı katletmeleri bütün dünyada ve uluslararası mahkeme kararlarıyla soykırım sayılmıştı. Şimdi İsrail bundan onlarca kat fazla katliamlar yapmaktadır. Üstelik Gazze’nin tamamının açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan kırılması için ambargolar uygulaması da bu amaçladır.
2- İsrailli bir Bakanın “Biz insansı hayvanları öldürüyoruz!” sözleri de, Filistin halkını insan bile saymadıklarının ve bu şeytani gerekçe ile soykırım uyguladıklarının kanıtıdır.
İşte Sn. Abdullah Gül’ün; insaflı Yahudilerin, vicdanlı Hristiyan kesimlerin ve diğer farklı ve bâtıl din ve mezheplerin bile şiddetle kınadıkları ve soykırım yapmakla suçladıkları Siyonist katillere, bu son 9 aylık vahşi saldırı ve katliamları süresinde, net bir ağızla İsrail’i lanetleyen bir açıklamasına bile rastlanmaması ve Siyonist Yahudi Lobilerini incitmekten sakınması bunların gerçek ayarını ve amacını ortaya koymaktadır. Sadece 28 Nisan 2024 tarihli X sitesinde, artık dikkat çeken bu tavrına mazeret olarak: “Ben 2010 yılında ABD Columbia Üniversitesinde Türk öğrencilere hitap ederken; ‘Gazze ve Filistin toprakları İsrail’in değildir!’ demiştim.” videosunu yayımlayarak, haklı itham ve itirazlardan kurtulmaya çalışmıştır.
“Chatham House”un Siyonist Markası ve Abdullah Gül’e Olan Alâkası!
İngiltere’nin Yahudi Lobisi ve Derin Devleti olarak bilinen “CHATHAM HOUSE”un meşhur ödülüne 2018 yılında Sn. Abdullah Gül’ü layık bulmuşlardı. Siyonizm’in küresel hâkimiyet projesinin ve GİZLİ DÜNYA DEVLETİ’nin, İngiltere’deki bu merkezinin Sn. Abdullah Gül’e olan sıcak alâkası, acaba nereden kaynaklanmaktaydı?
Şu soruların doğru ve doyurucu yanıtını bilmek, bir vatandaş olarak elbette hakkımızdı:
1- Sn. Abdullah Gül; Siyonizm’in ve ırkçı emperyalizmin, tüm dünyayı kontrolü altına almayı amaçlayan, gizli ve kirli bağlantıları saptanan “Chatham House” gibi bir karanlık kuruluşun hoşuna gidecek ve büyük ödülünü hak edecek, hangi özel hizmet ve gayretleri gâvurların işine yaramıştı? Bu verilenlerin “ödül kılıflı rüşvet” anlamına geldiğinin tarihi tecrübelerle kesinlik kazandığını kendileri de takdir buyuracaklardır.
2- “Chatham House” ve CFR gibi Siyonist örgütleri kuran Yahudilerle Sn. Abdullah Gül’ün herhangi bir yakınlık, akrabalık ve gönüldaşlık bağını halkımız bilmediğine göre, bu ilgi nereden kaynaklanmaktadır?
3- Sn. Abdullah Gül’ün 2010 yılı 10 Kasım mesajında vurguladığı: “Türkiye’nin yeni uluslararası düzende, hak ettiği yeri alması için üstün bir gayret gösteriyoruz” sözleri, “Chatham House” yetkililerine bir mesaj mıydı ve Türkiye’nin küresel emperyalizme yamanması mı amaçlanmıştı?
4- Recep T. Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açan CHP ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına taşınmasını kolaylaştıran MHP yetkililerinin ve Milletvekillerinin, şu CHATHAM HOUSE’un Masonik ve Siyonist bağlantılarını ve kimlere ne maksatla ödül dağıttıklarını tartışmak ve araştırmak üzere, TBMM’ye soru önergeleri vermelerinin tam zamanıydı… Ama neden hiçbirisinden tıs çıkmamaktaydı? Yoksa perde arkası küresel patronları aynı mıydı?
5- Şu ZAMAN, YENİ ŞAFAK gibi ılımlı İslamcı, şu YENİ AKİT gibi radikal şeriatçı, şu Fetullahçı TARAF gibi öküz altında buzağı arayıcı… Velhasıl hem AKP’ye yandaş hem de laiklik takıntılı, başörtüsü karşıtı ve ulusalcı bütün medya, şu CHATHAM HOUSE’un perde arkasını ve Abdullah Gül’e özel alâkasını niye hiç yazmaz ve kamuoyunu aydınlatmazlardı? Yoksa dışarıda horoz dövüşü yapıp toplumu avutanların, localardaki akıl hocaları ortak mıydı?
Abdullah Gül’e Ödül Veren Chatham House’un Sinsi ve Siyonist Sicili Karışıktı!
İngiltere’nin CFR’si olarak bilinen ve İngiliz Yahudilerinin güdümünde hareket eden CHATHAM HOUSE adlı Siyonist kuruluşun gizli mahiyetini, kirli ilişkilerini; AKP’ye ve özellikle Sn. Abdullah Gül’e olan sıcak ilgisi daha önce Milli Çözüm Dergimizde birkaç kere dile getirilmişti. İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House, meşhur “Kristal Cam Ödülü”nü dönemin Cumhurbaşkanı Gül’e vermişti. Türkiye, güya Gül’ün liderliği altında sivil demokrasiyi yerleştirmiş, siyasi ve hukuk reformlarını gerçekleştirmiş… Irak’ta arabuluculuk rolü üstlenmiş, Afganistan-Pakistan liderlerini bir araya getirmiş; tabi Kıbrıs sorununa, AB’yle ilişkiler konusuna, Türkiye-Ermenistan barışına önemli, yapıcı emekleri geçmiş olması nedeniyle bu ödüle layık görülmekteydi.
İngiliz Yahudilerinin Gül’e ilgisi kafa karıştırıcıydı!
Hatırlanacaktır, İngiliz Kraliçesi bizzat ülkemize gelip, Gül’e, “Büyük Şövalye Nişanı” takıvermişti. Sn. Gül de hayatının ilk smokinini Kraliçe için giymiş, eşi Hayrünnisa Hanım duygularını, “Kraliçe geldiğinde, aile yakınımız ziyaret etmiş kadar sevindik. Akraba gelmiş gibiydi” sözleriyle ifade etmişti. Halbuki tarihin tanıklığı yeterlidir; bu İngilizlerin (ve özellikle Yahudi kökenlilerin) her hediyesinde, her ödülünde, her sözünde bir “keramet” aramak gerekir. Hele de Jack Straw efendinin!.. O süreçte Adalet Bakanı olan Straw, İngiltere’ye giden Başbakan Erdoğan’a, “Ben evimde, Türk çamaşır makinesi kullanıyorum” demişti… Acaba “Türk çamaşır makinesinde” hangi kirli çamaşırlarını yıkayıp temizlemekteydi?
İngiliz Kraliyeti’nin Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olarak bilinen Chatham House’un 2005’ten beri “Yılın Devlet Adamı”nı seçip, ona “Kristal Cam Ödülü” vermesi bir gelenekti. Mart ayında yapılan seçimlerde 2010 ödülünü Cumhurbaşkanı Gül hak etmişti. Ödülünü 9 Kasım 2010 Salı günü Kraliçe Elizabeth’in elinden alan Gül’e “patron”, yani Kraliçe’nin imzaladığı bir belge de verilmişti. Chatham House’dan 1 yıl sonra ABD’de de ve tabi Yahudi Lobileri güdümünde CFR-Dış İlişkiler Konseyi kurulup faaliyete geçmiştir. CFR için, “Chatham House’ın kız kardeşi” denir. Hatta Yeniçağ gazetesi’nden Arslan Bulut’a göre, AKP’nin programı CFR’den gönderilen memoranduma göre yazılıp kesinleşmiştir. Bulut’un yıllardır neredeyse haftada bir ısrarla gündeme getirdiği bu iddiasına AKP’den hiçbir yalanlama gelmemesi de dikkat çekiciydi.
Sn. Abdullah Gül’ün İsrail Duyarlılığı ve Gerçek Ayarı
Sn. Abdullah Gül niye Siyonistlerin gözüne girmeye çalışıyordu?
ABD Başkanı Obama’nın 1967 sınırlarıyla ilgili açıklamasını geri çektiği AIPAC’in programında bu kez Netanyahu konuşarak: “İsrail’in 1967 sınırlarına dönmeyeceğini” vurgulamıştı. İsrail yönetimi, ABD Başkanı Barack Obama’nın Ortadoğu ve Arap dünyasına hitaben yaptığı konuşma ile yeniden gündeme gelen 1967 sınırları konusunda yine geri adım atmamıştı. Obama malum konuşmada İsrail’in 1967 sınırlarını kabul etmesi gerektiğini söylemiş, ardından Yahudi kuruluşu AIPAC’in toplantısında bu sözünü yalanlamıştı. AIPAC’in bir sonraki konuğu olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da İsrail’in 1967 sınırlarına asla geri dönmeyeceğini açıklamıştı.
İsrail yanlısı etkin lobi grubu Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nin (AIPAC) Washington’da düzenlenen toplantısında konuşan Netanyahu, “Size bir hususta garanti vermek isterim; (Filistin’le bir barış anlaşması) İsrail’in güvenliğini garanti etmek zorundadır ve dolayısıyla İsrail’in, ‘savunulamaz’ 1967 sınırlarına dönmesi imkânsızdır.” ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Siyonist Yahudi John Boehner ise, İsrail’in güvenliğine olan desteğinin “yüzde yüz” olduğunu vurgulamıştı.
Peki bütün bu gerçeklere rağmen, Sn. Abdullah Gül: “Hamas’ın İsrail’in varlığını resmen tanıması” yani; Siyonist ve terörist şebekenin bağımsızlık ve bekasını garantiye alması gerektiği yolundaki açıklamalarıyla, acaba kimlerin gözüne girmeye çalışmaktaydı?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, 20 Nisan 2011 tarihli New York Times gazetesi için kaleme aldığı yazısında, İsrail’e barış önerileri ve strateji taktikleri mide bulandırıcıydı. Sn. Gül’ün: “Bunun İsrail’in geleceği için zorunlu bir adım olduğunu ifade etmesi” ise kafa karıştırıcıydı.
“Devrimin Kayıp Parçası” başlıklı yazıda Abdullah Gül şunları söylüyordu:
“Filistinlilerin içinde bulundukları zorlu şartlar, bölgedeki isyan ve uyuşmazlıkların temel sebebini oluşturmaktadır ve dünyanın diğer bölgelerindeki aşırıcılar için bir bahane olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. İsrail’in, tüm diğer ülkelerden daha çok, bölgedeki bu yeni siyasi ortama uyum sağlaması lazımdır. Ancak İsrail’in bundan korkması yersizdir; İsrail çevresinde demokratik komşu ülkelerin ortaya çıkması, kendi güvenliğinin de nihai bir teminatıdır. İsrailli liderlerin, bu barış sürecini, kısa görüşlü taktiksel manevralar yerine, stratejik bir bakış açısıyla değerlendirmelerini istiyorum. Bu da, Arap Ligi’nin, İsrail sınırlarının 1967 öncesine dönmesi ve Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkilerinin normalleşmesini öngören, 2002’deki barış inisiyatifini ciddi olarak ele almayı gerekli kılmaktadır…”
Şimdi sormamız gerekiyordu:
1- İsrail’in bağımsızlık ve bekası, Sn. Abdullah Gül’ü niye bu denli ilgilendirmekte ve hatta endişeye sevk etmekteydi?
2- Acaba Türkiye’nin birlik ve dirliği konusunda aynı hassasiyetlerin sergilendiği söylenebilir miydi?
3- Şayet İsrail, Siyonist hedeflerinden ve işgal ettiği yerlerden vazgeçmez ve bağımsız Filistin Devletine rıza göstermezse, Sn. Gül ve Erdoğan Türkiye’si bu saldırgan Siyonistlere karşı ciddi ve caydırıcı tedbirlere yönelecek miydi? Bu konuda niye tek bir söz edilmemişti?
4- Bizzat İsrail Cumhurbaşkanı, çok özel ve gizli bir güvenlik toplantısında ve İsrail’in geleceği konusunda stratejik öneriler beyan etseydi, ancak Abdullah Gül’ün teklif ve tavsiyelerini dile getirebilirdi!
Oysa İsrail meşru bir devlet değildi. Bunun ne tarihi bir temeli ne de tabii bir nedeni gösterilemezdi. İsrail, devlet kılıfı geçirilmiş bir terör şebekesiydi. Ne doğal olarak ne de sosyal olarak, İsrail Ortadoğu’ya ait değildi; o bölge bünyesinde dış etkenlerle oluşturulan geçici ve arızi bir çıbanbaşı gibiydi. Şimdi birileri kalkıp, “Orta Asya’daki atalarımız binlerce yıl önce, Bering Boğazı’ndan geçerek Kuzey Amerika’da yaşamışlar ve buraları vatan tutmuşlar” iddiasıyla dünyanın çeşitli yörelerinden bir milyon Türk’ü Kanada’ya taşısa ve oradaki halkı bin türlü zulüm ve zahmetle yurdundan ve yuvasından koparıp atsa ve bölgede sürekli fitne fesat ateşini tutuşturup kudurmuş gibi etrafına saldırsa; bu girişimler ne denli gerçekçi ve geçerli sayılabilirdi ve bu terörizme ne kadar devlet denilebilirdi?
Evet, Türkler de Anadolu’ya sonradan gelip yerleşmiş ve yurt edinmişlerdi. Ama binlerce yıllık tarihin, dost ve düşman bütün insaf ehli araştırmacı tahkikçilerin şahitliği ile, sadece zalim ve barbar krallarla mücadele edilmiş, buralardaki mağdur ve mazlum halkın, temel insan haklarına, inancına ve hayat tarzına asla ilişilmemişti. Yani Müslüman Türkler Anadolu’daki topluluklara tam anlamıyla adalet ve hürriyet getirmiş, örnek bir barış ve bereket medeniyeti tesis etmişlerdi.
Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesi Macerası!
İngiltere’deki Exeter Üniversitesi, Abdullah Gül’ün ve Türkiye’nin siyasi hayatında önemli bir yer tutmaktadır! Türk siyasi hayatında muhafazakâr referanslarla hareket eden birçok politikacı ve bürokratın hayatında bu garip ve Siyonist güdümlü İngiliz üniversitesinin önemli payı bulunmaktadır. Önce bu üniversite hakkında biraz bilgi aktaralım. İngiliz üniversiteleri arasında “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yükseköğretim kurumu burasıdır. Bünyesinde Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüleri’ni de barındırmaktadır. Yani başta Türkiyemizi, bölgemizi ve İslam ülkelerini karıştırma, gâvur güdümüne alma ve yozlaştırılmış İslam’la kısırlaştırma hazırlıkları bu üniversitede yapılmaktadır. İngiliz istihbarat servislerinin yurtdışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü işte bu Exeter Üniversitesi’nde eğitim almaktadır. Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz gizli servis elemanları da bu üniversitede eğitilip donatılmaktadır.
Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapanlar daha sonra, özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başına veya stratejik devlet görevleri koltuklarına taşınmışlardır. Mesela İslam Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmışlardı. Tabii buraya gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki “Batı’yla uyumlu İslami kuruluşlar” ve İslamcı bilinen şahıslar seçmiş olmaktaydı. Örneğin İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştı. Merkez Bankası E. Başkanı Durmuş Yılmaz da Exeter Üniversitesi’nin rahle-i tedrisinden geçenler arasındaydı. Nihayet E. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu üniversitede eğitim görmüş şanslı insanlardandı ve Durmuş Yılmaz’ın bu üniversitedeki sınıf arkadaşıydı!
İngiliz tarihinde kullanılan işkence aletlerinden biri “Exeter Dükünün Kızı” olarak anılırdı. İstanbul E. AKP Milletvekili Nevzat Yalçıntaş seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve Exeter Şatosuna davet buyurduklarını, burada “medyanın demokrasiyi tahrip etmesi” üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştı. E. Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmesi anlamlıydı. Merkez Bankası E. Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversitedeki sınıf arkadaşıydı. Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye yollanmıştı. Gül burada, ileride İslam ülkelerinde görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuşlardı. Dönüşte Sabahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştı. Doktora tezi, “Türkiye ile İslam Ülkeleri Arasındaki Ekonomik İlişkilerin Gelişimi” başlığını taşımaktaydı, tez hocası ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tı! Ama tezinin içeriği; Batı ve Siyonist sermaye güdümlü sözde İslam ekonomisi ve İslam ülkeleri işbirliği konularını barındırmaktaydı. Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp İstanbul’da Metris Askeri Cezaevine kapatılmış ve hayret, hemen çıkarılmıştı! Çıktıktan bir süre sonra 48 İslam ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev almıştı. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştı. Harry Potter serisinin yazarı Joanne Rowling, Exeter Üniversitesi’nde, Fransızca ve klasik edebiyatlar okumuşlardı! Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın “Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve Hoşgörü” başlıklı bir makalesi vardı! Yani bu üniversite “dinlerarası diyalog”un kurgulanmasında da önemli ve etkili bir odaktı. Markham, Exeter’de ilahiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaktaydı.
Sabahattin Önkibar’a göre: Erdoğan ve Gül’ün Yahudi Abraham Foxman ile Buluşmaları
Sekreterim, “Necmettin Erbakan arıyor” deyince “görüştür” dedim. Telefondaki kişi:
-Sabahattin Bey, ben Sayın Erbakan değilim. Kendi ismimle ararsam belki ulaşamam diye çekindim. Ben Fazilet Partisi’ndenim… Adım M. A… Size çok önemli bir bilgi vereceğim.
-Nedir?
-Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül, Dünya Yahudi Konseyi Başkanı ile yarın gizli bir görüşme yapacaklar. Bu bilgi kesin. Abdullah Bey’in en yakınından Sayın Erbakan’a arz edildi… Biz de tarafsız bir gazeteci olarak sizi haberdar ediyoruz. Görüşme İstanbul’da olacak herhalde, çünkü Abdullah Bey yarın çok erken saatte İstanbul’a gidiyor.
Telefonu kapattım. Önce bir düşündüm. Akabinde İstanbul Emniyet istihbaratında çalışan üst düzey bir tanıdığımın telefon numarasını tuşladım: (S. Önkibar MİT’in medyadaki bir maşası olduğunu da böylece ağzından kaçırıyor ve Foxman’la Erdoğanların görüşmesi konusunda bizzat Erbakan tarafından uyarıldığını bile anlamıyor.)
-Senden bir ricam var.
-Buyurun Sabahattin Bey.
-Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan yarın İstanbul’da yabancı biriyle bir görüşme yapacaklar. Bu görüşmenin kiminle olacağı ve nerede olacağını öğrenebilir miyiz? dedim ve akşamın ilerleyen saatlerinde bu bilgi geldi.
-Görüşülecek adamın ismi Abraham Foxman. ABD’li, dünyanın en büyük Yahudi örgütlerinden ADL’nin Başkanı. Buluşmada Abdullah Gül’ün yanı sıra Tayyip Erdoğan da varmış.
Ertesi gün hemen Abdullah Gül’ü aradım:
-Sayın Gül, ben Sabahattin Önkibar’ım. Abraham Foxman ile ne konuştunuz? diye sorunca Abdullah Bey panikledi:
-Ne, kim, anlayamadım?
-ADL Başkanı Abraham Foxman ile ne konuştunuz? diyorum.
-Ne dediğinizi anlayamıyorum?
-Abdullah Bey, kiminle görüştünüz? diye sormuyorum. Çünkü Tayyip Erdoğan ile beraber böyle bir görüşmeyi dün yaptığınızı biliyorum. Sadece ne konuştuğunuzu merak ediyorum, deyince Abdullah Gül direnmedi:
-Kim sızdırdı size bunu? Sabahattin Bey bu konu çok hassas!? diyen ve AKP’li kadroların Erbakan’a hıyanetleri karşılığı, Siyonist merkezlerle parlatılıp iktidara getirildiğine şahitlik eden Sn. Önkibar’ın, ardından kalkıp bunların talan ve tahribatlarının suçunu Erbakan’a yıkmaya çalışması ise tam bir sahtekârlıktı!..[2]
Abdullah Gül’ü Aday Yapma Çabaları Erbakan’dan İntikam Alma Kasıtlı mıydı?
Saadet Partisi’nin Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun önerisiyle Mayıs 2023 seçimlerinde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün muhalefetin ortak adayı yapılmasını, ilk önce Fehmi Koru gündeme taşımıştı. Sonunda Abdullah Gül uluslararası lobilerin de gösterdiği üstün ve özel gayret sonucu bu teklife yanaşmıştı. Karamollaoğlu ile Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları toplantının ardından bu teklifi Gül’e resmen götürmek kalmıştı.
1- Meral Akşener de Abdullah Gül için adaylıktan ayrılmalı mıydı?
2- Her ikisi birden seçime girerse Tayyip Erdoğan’ın ikinci tura kalması ihtimali daha da artar mıydı? konuları aşılırsa Abdullah Gül hazırdı. Biz Milli Çözüm Dergisi olarak bu Siyonist tezgâhı ve bu odakların Türkiye cazgırı Fehmi Koru’nun altyapı hazırlıklarını tam 3 ay öncesinden sezip yazdığımız ve Milli Görüş camiasını uyardığımız zaman da “Hadi canım, nereden çıkarıyorsunuz?” gibi itirazlar yapılmıştı.
Ankara’da bulunan ve Abdullah Gül’ün adaylığıyla ilgili olarak çalışmalara ‘hemşehrisi’ sıfatıyla katılan ancak isminin açıklanmasını istemeyen bir Saadet Partisi yöneticisi, adaylık için tek bir sorun kaldığını vurgulamıştı:
“Abdullah Gül’ün adaylığıyla ilgili olarak, partimiz ve CHP’nin Genel Başkanları düzeyinde yapılan görüşmede sıkıntılar aşılmıştır. CHP ve SP, hemşehrimizi ortak aday çıkarma konusunda hemfikir olmuşlardır. Ancak şu anda Meral Hanım Cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrarlıdır. Kendisi ikna edilmeye çalışılmaktadır. Abdullah Bey’in adaylığı girişimlerimizi Genel Başkanımız Temel Bey’in yanı sıra birebir Genel Başkan Yardımcımız Atik Ağdağ yürütmeye başlamıştır. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Hanım da ‘Evet’ derse, ortak adaylık konusunda Sayın Gül ikna olacaktır!”
Bu süreçte Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ile görüşmesi öncesinde Abdullah Gül’ün, Ahmet Davutoğlu ile görüşmesi Cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul edeceği şeklinde yorumlanmıştı. Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu görüşmesinde; Ali Babacan, Beşir Atalay ve sürpriz bir ismin daha bulunduğu konuşulmaktaydı. Bu arada bazı yazarlar; “Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olmasının, AKP’nin önemli bir ismi, Ali Babacan’ı yanına almasına bağlı olduğunu ve Ali Babacan’ın ‘Başkan Yardımcılığını’ kabul etmesi halinde Abdullah Gül’ün adaylığını açıklayacağını” ortaya atmışlardı.
Evet; Abdullah Gül’ün ortak aday olarak desteklenmesini öneren Cumhuriyet gazetesi ve yazarları, hangi odakların borazanı ise, Abdullah Gül de işte onların adayıydı. Peki, Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu ise, aynı mihrakların Milli Görüş’e soktukları adamları ve elemanları gibi niye davranmışlardı?
Bakınız, Erbakan Hocamız 26.10.2003 tarihli basın toplantısında, o sırada İslam Konferansı’na katılıp “İsrail’e hoşgörüyle bakmalıyız!..” diyen Abdullah Gül’le ilgili şu açık tespitlerde ve acı tenkitlerde bulunmuşlardı:
“İkinci önemli bir konu ise, buna mukabil Sn. Abdullah Gül’ün konferansta yaptığı talihsiz konuşmadır. O (Mahathir Muhammed) bunları söylüyor: ‘Mutlaka İsrail’in bu haksız tecavüzleri önlenmelidir!’ diyor, peki Abdullah Gül Beyefendi çıkıp ne buyuruyor? ‘Efendim, İsrail’in bu yaptıklarına (Filistin’deki işgal ve katliamlarına) hoşgörüyle bakmalıyız.’ Haydaa… Kim bu? Eski Millî Görüşçü Abdullah Gül. Ne hoşgörüsü yav? Adamlar tanklarla 12 yaşındaki çocukları eziyor. Masum insanların evini barkını yıkıyor, yapmadıkları zulüm kalmıyor, her gün katliamlar yapıyor, aklına estiği, istediği yeri bombalıyor. Sen de kalkıp bunlara karşı hoşgörülü davranacaksın!? Bir insanı tutup ameliyat yapsanız, bütün beynindeki her türlü hafızasını alsanız, inanç ve ideallerine ait ne varsa çıkarsanız… O insan ancak böyle bir konuşma yapar. Bazı filmlerde görünen tipler gibi. Şu hale bakın, bunlar İslam Konferansı’na gidecek de o İslam Konferansı’nda bugünkü İslam âlemine yapılmış olan zulümlerin önlenmesi için güya öncülük yapacak!.. Bu sözlerin anlamı; ‘Gelin (İsrail’e) teslim olalım, biz olduk, siz de teslim olun.’ Evet, bunun tercümesi budur. Allah muhafaza buyursun, (bu tavır, kalbi bir marazdır, sapmadır) Allah ıslah etsin, Allah şifa versin!”[3]
Aziz Erbakan Hocamız, Ekim 2003’te, Ramazan ayındaki bir basın toplantısında ise; “Abdullah Gül İsrail Baltasına Sap Olmuştur!” buyurmuşlardı:
“Bunlar Milli Görüş’ten ayrıldılar, illa ‘Bir baltaya sap olacağız’ havasına kapıldılar. Ee, bizden ayrıldılar da ne oldu? Hatırlayınız, meşhur atasözümüz vardır: ‘Bir ağacı, sapı o ağacın dalından yapılan baltayla keserler!’ Bunun manası şudur: Uyansınlar diye söylüyorum. Abdullah (Gül) gitmiş, İsrail baltasına sap olmuş: ‘Ben baltaya sap olmak istiyorum, şimdi muradıma kavuştum!’ diyor. Tayyip gitmiş, dış mihrakların baltasına, Sevr baltasına sap olmuş: ‘İşte bir baltaya sap oldum’ diye övünüyor. Bunun övünülecek nesi var yahu?!’’[4]
Bazı Milli Görüşçü kardeşlerimizin: “Ne var canım, bir insan hatasından dönemez mi? Yanlışını fark edip telafi etmek isteyemez mi?” gibi yaklaşımlarla Abdullah Gül’ün SP’den Cumhurbaşkanlığı adaylığını makul ve meşru gösterme çabaları da temelsiz ve tutarsızdır. Önce bu zevat öyle hata falan değil, açıkça ve küstahça Hak davamıza ve Aziz Hocamıza hakaret ve hıyanet edip ayrılmışlardır. Üstelik Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonraki icraatları ve tahribatları da ortadaydı.
İkincisi; Abdullah Gül’ün çıkıp da; “Ben davama ve Hocama karşı yaptığım büyük yanlışlık ve haksızlıkların farkına vardım, çok pişmanım, Milli Görüş’ten başka huzur ve kurtuluş yolu olmadığının tekrar farkına vardım!” dediğine hiç kimse şahit olmamıştır. Böyle bir itirafta bulunmamıştır ve bulunmayacaktı…
Üçüncüsü: Sn. Abdullah Gül, hiç değilse; “Ben AKP’ye, dinime ve devletime hayırlı hizmetler yapmak niyeti ve hedefiyle katıldım. Umduklarımın çoğunu bulamadım amma değişip düzelirler diye katlandım. Ama ülkeme ve milletime zarar verdikleri konusunda hiç şüphem kalmadığı için ayrıldım.” dediğini de duyan olmamıştı. Ve yine Abdullah Gül, “Ben Cumhurbaşkanı olursam, AKP’nin AB ve ABD politikalarına faizci, ülkeyi dış borca esir edici ekonomik programlarına aykırı olarak, Milli Görüş’ün hazırladığı bütün proje ve planlara sahip çıkıp uygulamaya çalışacağım!” ifade ve iddiasında da bulunmamıştı.
Öyle ise ey Milli Görüşçüler! Ve ey sözde AKP muhalifi bütün partiler! Söyleyin bakalım; Sn. Abdullah Gül’ün Sn. Recep T. Erdoğan’dan farklı ve faziletli taraflarının, AKP zihniyetine aykırı ve ülke için yararlı tavırlarının birkaçını sayın da, biz de anlayalım. Erbakan Hocamız; “AKP Siyonizm’in işbirlikçisi, CHP ise takipçisi ve temsilcisidir.” buyururlardı. Şimdi işbirlikçisinden kurtulmak için, kalkıp takipçisine sığınmak nasıl marazlı bir mantıktı? Sürekli prensip ve kriterlerden bahseden Sn. Temel Karamollaoğlu niye CHP ve İYİ Parti’ye bunları hiç şart koşmamakta, hatta görüşmelerinde gündeme bile taşımamaktaydı? Bunlar Milli Görüşçü bir Cumhurbaşkanı mı, yoksa İsrail’in kahpelik ve katliamlarına karşı “hoşgörülü”, Hak davasına ve Hocasına karşı “nankörlü” bir adam mı ayarlamaktaydı?
Ey Milli Görüşçüler, Artık Uyanın!
2018 Mart’ının ortalarında Saadet Partisi yöneticilerinden Avukat Ali Aktaş’ın, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ayazağa Kasrı’nda sürpriz bir görüşme yaptığı ortaya çıkmıştı. Saadet Partisi Antalya Siyasi İşler Başkanı da olan Aktaş, Gül ile yaptığı görüşmeyi sosyal medya hesabından da paylaşmıştı. Gül ile bir saate yakın sohbet imkânı bulduğunu anlatan Aktaş: “FETÖ soruşturmalarından neşet etmiş tüm meseleler ile adalet sorununa ve tıkanan siyasi iklime değin pek çok intibamı kendisine aktardım. Davetlerinden dolayı çok teşekkür ederim. İntibam şudur: Sayın Abdullah Gül de hurafeci dini geleneğin ürettiği marazlı sonucu görmekte ve eleştirmektedir. Bunun yanında soruşturma sürecindeki aşırılıkları tespit ile sürecin doğru, sağlıklı, ülkemiz ve dindar sosyoloji yararına en sağlıklı usulle yürütülmesini istemektedir.” ifadelerini kullanmıştı. Bu görüşme üzerine Saadet Partisi’nin 2019’da Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ü öne çıkarmak istediği yorumları yoğunlaşmış, Genel Başkan Karamollaoğlu bu iddiayı dolaylı şekilde doğrulamıştı.
SP Lideri Temel Karamollaoğlu’nun Abdullah Gül Yandaşlığı Ne Amaçlıydı?
Cumhurbaşkanlığı 2023 seçimleri öncesinde siyasette ittifak yarışları sürerken bir anda tüm gözlerin Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun üzerine çevrilmesi bir tesadüf sanılmasındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karamollaoğlu’nun Cumhur İttifakı’nda yer almasını istediğini vurgulasa da Karamollaoğlu bunun mümkün olmadığını açıklamış ve şartlarını sıralamıştı: “Her şey bize teslim edilirse biz ‘Evet’ deriz. Bize teslim edeceklerini de zannetmiyorum.” diyerek ittifaka kapıları kapatmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı tavrı bilinen Necmettin Erbakan’ın “Yaşasaydı mevcut şartlarda Erdoğan’la ittifak yapar mıydı?” sorusuna da ilginç bir yanıt veren Karamollaoğlu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün SP’den aday olup olmayacağı sorularına da “Abdullah Bey aday olabilir, bu ihtimal dahilindedir. Abdullah Bey (AKP’den) her türlü (haksız) muameleyi gören birisidir, hatta onlar tarafından ‘hainlik’ damgası bile yemiştir.” ifadelerini kullanmış ve resmen Abdullah Gül’ü aklamaya çalışmıştı!?
Bir ara ABD’deki düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) Türk-Amerikan ilişkilerinin masaya yatırıldığı bir panel hazırlanmıştı. Konuşmacılar, hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Türkiye’deki iç gelişmelerle ilgili mevcut sorunları ve geleceğe yönelik olası senaryoları tartışmışlardı. Dış İlişkiler Konseyi’nden eski CIA uzmanı Henri Barkey, Türkiye’de o dönemin en çok konuşulan konusu, Abdullah Gül’ün 2019 seçimlerinde aday olacağı iddialarıyla ilgili çok tartışılacak saptamalarda bulunmuşlardı. Barkey, Abdullah Gül’ün 2019 seçimlerinde aday olacak cesareti gösteremeyeceğini vurgulamıştı. Yoksa bu çıkışlar Abdullah Gül’ü cesaretlendirip kışkırtma amaçlı “Korkma, biz arkandayız!” mesajı mıydı?
“Erbakan düşüncesinde iki dünya vardı; bunlar İslam ve Hristiyan’dı. Aralarında ilişki, alışveriş, rekabet, çekişme ve çatışma olabilir; bu doğaldı. Ama; ortaklık, ittifak, pakt ve blok oluşturmak gibi köklü iş birlikleri olamazdı. Bu, eşyanın tabiatına aykırıydı. Hâlbuki Erdoğan-Gül ikilisi ta 1994 veya 95’lerden itibaren en büyük Musevi vakfı ve ABD ile ilişki kurmaya başlamışlardı. (Bir TV programında, partinin önde gelen yöneticilerinden Şevket Kazan, bu temasların Erbakan’dan gizli Abdullah Gül tarafından yürütüldüğünü açıklamıştı.) Batılı büyük güçlerle uzlaştıkları, çokça yazılmış, tartışılmış, iktidara geldikleri 2002’den itibaren de bu gerçek su yüzüne çıkmıştı.”
Şimdi soralım, bir zamanlar “Abdullah Gül’ün Erbakan’dan gizli, Yahudi lobileriyle karanlık ilişkilere giriştiğini söyleyen” Şevket Kazanlar, Oğuzhanlar, Karamollaoğlular şimdi hangi yüzle ve hangi mazeretle, o Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapacaklardı? Yoksa o gün de bugün de, bunların arkasında kendileri mi vardı?
Peki, Erbakan Hoca Ne Maksatla ve Hangi Şartlarla Bunları Partiye Sokmuşlardı?
Süleyman Arif Emre Beyler ve Partideki diğer önemli isimler, özel sohbet ve seminerlerde şu olayı defalarca aktarmışlardı ve bunun pek çok canlı şahitleri hâlâ hayattaydı.
Milli Nizam Partisi döneminde, Amerika’da yaşayan Saffet Bayramaşık isimli ve İstanbul kökenli bir Yahudi iş adamı, ABD Siyonist merkezlerinin temsilcisi olarak, Ankara’ya Erbakan Hoca’yı ziyarete gelmiş ve onların adına bazı teklif (ve tehditler) sunmuşlardı. 1- İsrail aleyhtarlığından vazgeçilmesini, 2- MNP tüzüğündeki “Masonlar üye olamaz” kaydının silinmesini, 3- Parti faaliyetlerini sürekli kontrol etmek üzere Müslüman bilinen ama kendi adamları oldukları için güvenilen bazı isimlerin teşkilatta üst görevlere getirilmesini istiyorlardı. Erbakan Hoca bunları kabul etmeyip adamı geri yollamıştı, ama çok geçmeden Milli Nizam Partisi kapatılmıştı. Erbakan Hoca’nın ise; Ülkedeki, Bölgedeki ve İslam Âlemindeki tarihi projelerinin altyapısını hazırlamak için bir parti resmiyetine ihtiyacı vardı ve Milli Selamet Partisi’ni kurmak ve ayakta tutmak için bu tavizleri vermesi lazımdı. (Not: Süleyman Arif Emre, daha sonra “Siyasette 35 Yıl” ismiyle kitaplaştırdığı anılarında, her nedense Saffet Bayramaşık’ın dayattığı 3. maddeyi yazmamıştı. Ama yukarıda da belirttik, bunları aktardığı sohbet ve seminerlerin şahitleri hâlâ hayattaydı.)
Oğuzhan Asiltürk ve Karamollaoğlu ekibini işte bu maksatla partiye alan Erbakan Hoca, onlara şunları hatırlatmış ve anlaşmışlardı: “Sizleri malum odakların istemesi, ayrıca dini ve ırki geçmişiniz bağlayıcı sayılmaz; sizler yıllardır Müslümansınız, İslam’a ve bütün insanlığa hizmet için çıktığımız yolda bize samimiyetle yardımcı olacağınıza inanmaktayız. Zaten bizim gizli saklı planlarımız yoktur, hedeflerimiz ve hizmetlerimiz açıktır.”
Böylece karşılıklı güvene dayanan bir birliktelikle yola çıkılmıştı. Zaman zaman bu ekibin karıştığı yamukluk ve yanlışlıklar, kasten değil hataen yapılmış sayılarak düzeltilmeye çalışılmıştı. Ancak Erbakan Hoca’nın vefatından sonra, bu ekip iyice azıtmış, Partiyi bir tarikat gibi ele geçirip yönetmeye ve Erbakan’ın kutlu hedeflerini güdükleştirmeye başlamışlardı.
Temel Bey’in Abdullah Gül sevdası ve perde arkası!
Temel Karamollaoğlu 31 Mart Yerel Seçimleri’nden bir ay kadar önce, 24 Şubat 2024’te katıldığı bir canlı yayında Abdullah Gül’le alâkalı dikkat çeken açıklamalar yapmıştı. Karamollaoğlu, “2006’da Erdoğan, merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın evini polis ile kuşattırdı ve hapse attırmak istedi ama Abdullah Gül Bey bunu önledi!” ifadelerini kullanmışlardı. Temel Karamollaoğlu, KRT televizyonunun seçim özel programında, 2006 yılında yaşanan bir olayla ilgili olarak bunları aktarmıştı.
Peki, Sn. Temel Bey’in bu Abdullah Gül sevdasının altında neler yatmaktaydı? Sn. Erdoğan’la birlikte Sn. Abdullah Gül’ün Milli Görüş’e hıyanet ortaklığı yaptıklarını unutmuş olamazdı… Hatta Erbakan Hocamızın bu Abdullah Gül’ün “İsrail baltasının içimizdeki sapı!..” uyarısını da hatırlaması lazımdı. Buna rağmen her fırsat buldukça onu öne çıkarması ve Cumhurbaşkanı adaylığına taşıması hangi hesaplaydı?
Daha önce de uyarmıştık; Temel Karamollaoğlu’nun, hem önceki seçimlerde hem 2023 yerel seçim sürecinde, Kılıçdaroğlu’na karşı Abdullah Gül’ü ortaya atması elbette manidardı. Bu Abdullah Gül ki; Tayyip Erdoğan’dan önce, resmen ve alenen Erbakan Hoca’ya başkaldırmış ve Recai Kutan’a karşı SP Genel Başkanlığı’na aday olmuş insandı. Onun için Erbakan Hoca’nın: “Siyonist İsrail baltasına, İslamcı sap olmuş kişi…” dediği henüz unutulmamıştı. Yani Temel Bey’in hâlâ bu Abdullah Gül sevdasını hayra yormak imkânsızdı!..
Akıllı ve vicdanlı geçinen pek çok insan, maalesef Milli Görüş’e sızan marazlı takımı hakkında yanılmışlardı… Çünkü o dönemlerde bile bunların ayarını ve amacını sezen ve söyleyen Milli Çözüm gibi feraset ve cesaret ekibi de vardı, ama birçokları o gerçekleri haykıranlara çamur atmışlardı. Yıllar önce bu döneklerin bozuk niyetini ve tıynetini yazıp uyardığı için sataşıp saldırdığınız Milli Çözüm’ün son dedikleri de çıkmıştı. Oğuzhan ağabeyiniz tüm SP Teşkilatlarını ve yan kuruluşlarımızı bu Siyonist zalimlere aldanan, katliam ve tahribatlarına ortak olan Recep T. Erdoğan’a katmak üzere çabalarken Allah ona fırsat tanımamış ve canını almıştı! Şimdi Temel Karamollaoğlu, Tayyip’ten daha beter olan ve Erbakan Hocamızın tespitiyle: “İsrail baltasına, İslamcı sap yapılan!” Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapmak ve Milli Görüş hainlerini parlatıp pazarlamak için niye çırpınmaktaydı!? Hâlâ anlamak ve mü’mince tavır almak istemeyenlerle uğraşmak boşunaydı. Şu ayetlerin aynasında herkesin kendisine bir bakması lazımdı, belki gerçeği görüp pişman olurlardı. Yoksa Başkanlarının sinsi gayelerine böyle kılıflar uydurup duracaklardı…
“Öyle ise size ne oluyor ki (Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ve şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü) münafıklar konusunda ne diye ikiye ayrılıyor (ve birçoğunuz hâlâ onları sahiplenip savunuyorsunuz?) Allah, kazandıkları (günahları ve sadık mü’minlere kazdıkları tuzakları) yüzünden onları tersine çevirip tepetaklak ettiği halde, siz Allah’ın saptırdığını hâlâ hidayete erdirmek (ve bu marazlı münafıkları masum ve mazur göstermek mi) istiyorsunuz?! (Bu bir nifak hastalığıdır!) Allah kimi saptırırsa, artık Sen kesin olarak (hidayet bulması ve kurtulması için) ona bir yol bulamazsın.” (Nisa Suresi: 88)
Hayret, Temel Karamollaoğlu’nun Gönlündeki Cumhurbaşkanı Adayı Abdullah Gül Olmaktaymış!..
Hatırlayınız; Temel Karamollaoğlu’nun daha önce de: “6’lı Masa’nın ortak Cumhurbaşkanı adayının Abdullah Gül’ün olmasına sıcak baktığını” açıklaması, talihsizlikten de öte bir art niyeti yansıtmaktaydı. Aynı Karamollaoğlu, 2023 genel seçimde de Gül’ün adını masaya taşımıştı. Karamollaoğlu, TV5’te Mustafa Yılmaz’ın sunduğu “Gündem Türkiye”de 11. Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ün adaylığına dair görüşlerini aktarmıştı. Karamollaoğlu, “Geçen sefer Abdullah Bey’in adaylığını ben teklif etmiştim ve kabul görmüştü. Ancak o günkü şartlar altında önceden Cumhurbaşkanı adayı olduğunu ilan edenler olduğu için başta Meral Hanım olmak üzere, bir ittifak sağlanamadı.” ifadelerini kullanmıştı. “Bugün Abdullah Bey’in böyle bir intiba doğuracak adımlar atması, bence menfi değil müspet bir şeydir, düşünülür. Abdullah Bey’in de bir tecrübesi var. Bu konudaki tavrı da net. Geçen sefer ‘İttifak olursa aday olabilirim’ demişti. Adaylığı konusu da gündeme gelebilir, bunu garipsemem” diyenlere sormak lazımdı: “Abdullah Gül’ün adaylığını Yahudi Lobileri istemiş olmasındı!?”
Abdullah Gül’ün Milli Görüş’ün kırılmasındaki aktif hıyanet çabalarından bazıları şunlardır:
1- (Yahudi lobileri güdümündeki) Amerikan Müslim Council (Amerikan Müslüman Konseyi) Genel Sekreteri Abdurrahman Alamond, “Genç, dinamik ve İngilizceye hâkim RP’liler, liderlerinden ayrı olarak ABD’ye sık sık gelmeli. Örneğin bu gezide Erbakan’a eşlik eden Abdullah Gül’le çalışmak istiyoruz…” görüşünü açıklamış, Milli Görüş içinden Abdullah Gül’ü öne çıkarmaya çalışmış; Abdullah Gül de yaptığı konuşmalar ve tavırlarıyla bunlara uygun davranmıştır. Böylece Fazilet Partisi’nin 14 Mayıs 2000 tarihindeki kongresinde Milli Görüş geleneğine karşı çıkarak, Genel Başkan olma yarışına girmiş, böylece Milli Görüş’e ilk darbeyi indirmiş insandır.
2- Abdullah Gül, 27 Ağustos 2001 tarihinde Milliyet gazetesi yazarlarından Derya Sazak’a “Dini ağırlıklı siyaset yapmanın dindar insanlara ve Türkiye’ye bir faydası olmadığını gördük… Doğrusu bir iktisatçı olarak hiçbir zaman ‘Adil Düzen’i işleyebilir ve gerçekçi bir model olarak görmedim” açıklamasında bulunmuşlardır. Böylece Milli Görüş’e inanmadığını ve ayrılmak için fırsat kolladığını kanıtlamıştır.
3- Diğer taraftan Anti-Defamation League (ADL) Yahudi Kuruluşu Başkanı Foxman Türkiye’yi ziyareti esnasında Abdullah Gül ile yaptığı görüşmede, ABD yönetiminin önemli taleplerini kendisine aktarmıştır. Bunun üzerine Abdullah Gül “Türk halkı Yahudi vatandaşlarına karşı hoşgörülü ve dosttur. Antisemitik çalışmalar (ve Siyonizm aleyhtarlığı) kıyıda köşede kalmıştır, halk arasında yankı bulmamaktadır” beyanından sakınmamış, böylece Yahudi kuruluşlarına kendisini kabul ettirmek için selam çakmış, Milli Görüş’ün iç ve dış politikalarına karşı da açıkça tavır almaya başlamıştır.
4- Daha sonra AKP iktidarında ülkemizde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül, eşinin başörtüsü yasağını kaldırmak için müracaat ettiği AİHM’deki davayı, 2 Mart 2004 tarihinde geri çekmiş, böylece başörtüsü meselesindeki samimiyetini(!) ortaya çıkarmıştır.
5- Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk defa ve öncelikle, Milli Görüş’ün parçalanması ile ilgili yazılar yazan Mason Talat Halman’ı ‘Çankaya Sofrası’na davet ederek onurlandırmış, böylece Milli Görüş’ün en büyük hasmı olan adamı bir nevi taltif buyurmuşlardır. Abdullah Gül’ün, sadece bu tutumu bile, kişiliğine ve tabanına verdiği zararı anlatmaya yeterli sayılır.
Zira Talat Halman 30 Nisan 1997 tarihli Milliyet gazetesindeki makalesinde aynen; “Hükümetin akıbeti ne olursa olsun, RP’nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi parçalanması, ülkemizin siyasal geleceği için hayırlı uğurlu olacaktır. Zaten din partilerinde de görüş farkları yüzünden bölünmeler olması doğaldır. RP’de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması olağandır ve olumlu sonuçlar doğuracaktır. Ya da yepyeni bir parti kurulursa… Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın. Demokrasi denememizin hayırlı bir gelişme göstermesi, Refah’ın zayıflamasıyla din partisine giden oyların bölünmesiyle olacaktır” ifadelerini kullanmıştır.
6- 9 Kasım 1997 tarihinde, Londra’nın güneybatısındaki Surrey kentinde yapılan ve katılımcıları, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, ayrıca Ankara eski Büyükelçilerinden Morton Abromowitz, yanı sıra, G. Craig ve P. Carley, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Mark Parris, Londra Büyükelçimiz Özden Sanberk, Dışişleri Bakanlığından bir heyet, gazeteci Sedat Ergin, yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Askerî Danışmanı, MGK Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Nezihi Çakar ile MGK Genel Sekreteri Orgeneral Ergin Celasin, DYP Milletvekili Ayfer Yılmaz, ANAP Milletvekili İlhan Kesici ve Refah Partisi Milletvekili Abdullah Gül olan, bu toplantıda konuşulanlar meçhul olmakla ve bu toplantıda Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı meselesinin gündeme gelip gelmediği net olarak anlaşılmamakla birlikte, bu tür toplantılara katılarak, Fazilet Partisi Genel Başkanlığına hazırlandığı sır olmaktan çıkmıştır.
7- Hatta Prof. Erol Manisalı da, yazdığı bir makalesinde, Abdullah Gül hakkında şu açıklamaları yapmıştır: “ABD’nin güvenini kazanmış bir ılımlı İslam temsilcisidir. Washington’un Ortadoğu politikalarına şov yapmadan en güçlü desteği sessiz ve derinden sağlayan kişidir… Batı’ya güven veren bir kimlik yanında, Sünni Arap dünyasının da bel bağladığı birisidir. İngiltere, ABD, Arap üçgeninde de önemli bir kişiliktir. Rand Corporation 1996’daki Türkiye öngörüsünde… adı geçen şahsiyettir!..” Evet, bu özellikleri taşıyan ve Milli Görüş’ün parçalanmasına taşeronluk yapan Abdullah Gül, üzerine aldığı (sinsi) görevleri ziyadesiyle yerine getirmiş, böylece yılların Milli Görüş birikimlerini berhava etmiş bir insandır. Buna rağmen hâlâ Abdullah Gül’den medet umar bir anlayışı ortaya koymaya çalışanların halis niyetli olmadıkları açıktır!
Abdullah Gül’le ilgili bu gerçekleri saptadıktan sonra, şimdi asıl şu konu üzerinde kafa yorulmalıydı:
Sn. Temel Karamollaoğlu, Abdullah Gül gibi, Milli Görüş’e hıyanet edip parçalayan ve Yahudi Lobilerince alkışlanıp öne çıkarılan bir ismi her fırsatta gündeme taşıyarak, aslında kimlerin adamı olduğunu ispata mı çalışmaktaydı?
Ve yine Sn. Meral Akşener, o süreçte özellikle kurmayları aracılığıyla Mansur Yavaş’ı öne çıkarıp, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını sabote etmeye uğraşarak, yoksa bilinçli ve stratejik bir tavırla, Sn. Erdoğan’ın kazanmasına dolaylı destek mi sağlamaktaydı?!..
Güya HDP’ye şiddetle karşıymış rolü oynayan Sn. Erdoğan ve Sn. Akşener, bu HDP ve PKK’nın asıl patronları olan ABD, AB ve özellikle İsrail’e yaranmak için çırpınmalarını hangi mazeret ve mecburiyetlerle açıklayacaklardı? Üstelik bu PKK’nın siyasi taşeronu HDP, mevcut Anayasa ve kanunlarımıza göre elli kere kapanmayı hak ettiği halde, neden bu yönde hiçbir ciddi adım atmazken, bazı muhaliflerini HDP’ye yanaşmakla suçlayıp dururlardı?
Bu sıkıntıların asıl sebebini ise şu ayet-i kerimeler ışığında anlamaya çalışalım:
“Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Mücâdele: 19)]” “Ta ki ahirete inanmayanların (dini ve davayı bile dünyalarına araç yapanların) kalpleri ona (marazlı münafıklara) meyletsin de, ondan (bu yaldızlı ve saptırıcı iddia ve iftiralardan) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını (suçlarını ve sorumluluklarını) yüklenedursunlar (diye Allah CC bu fırsatı onlara tanır).” (En’am: 112-113)
[1] https://www.tv100.com/abdullah-gul-parti-mi-kuruyor-makale-758082 – 30.05.2024 – Barış Yarkadaş
[2] Takkeli Firavunlar – sh: 140-141
[3] https://www.youtube.com/watch?v=6tNR-blt9eM&feature=youtu.be
Videonun tamamı: https://www.youtube.com/watch?v=1eziXfX_X5Y
[4] https://www.youtube.com/watch?v=ZqEqcp7zkh0
Abdullah Gül’e razı olmak, İsrail’e katılmaya hazır olmak demektir!
“Üç partinin birleştirilip Abdullah Gül’ün başına geçirilmesi” iddiasını biz ortaya atmadık. Bu iddialara SP yetkililerinden bir itiraz çıkmadı. Dava ehli bilinen yazar yorumcu kesiminden karşı çıkan olmadı.
Gerçek mü’min ve metin insan, Üstad Ahmet Akgül, üstün bir feraset ve cesaretle, kendi kuşkularını, Siyonizm’in kurgularını, bu yöndeki yaşanmış şüpheli olguları yazdı ve uyardı. Şimdi “Allah razı olsun!” bile diyemeyenler, hele hakikat aynasına bir bakın, iç yüzünüzü görebilecek misiniz?
MARAZLI TİPLERE!
“Milli Görüş’ü batırma, Erbakan’ı unutturma, bu davayı ve camiayı ayarı ve amacı malum Abdullah Gül gibiler üzerinden Siyonizm’e meze yapma” girişimlerine ve muhtemel tehlikelere karşı yine Üstad Ahmet Akgül tarihi uyarılarda bulunmuşlardır. Böylece hedeflenen fitne ve fesadı, büyümeden etkisiz kılmanın güzel bir örneğini sunmuşlardır.
Bu yazıya ve bu çabaya: “Hay Allah razı olsun, ufkumuzu açtınız, sorumluluklarımızı hatırlattınız!” diye teşekkür bile edemeyen marazlı tipler, yazıklar olsun!..
Ömer Çağıl
Erbakan Hocamız’ın yahudi baltasına sap olmakla hiyanetini tescillediği, 2018 yılında İngiliz yahudi lobisi olan Chatham House’dan ödül aldığı, Exeter yetiştirmesi olduğu tüm kamuoyunca malum olunan Abdullah Gül’ü hala SP başına adaylıkla gündeme getirenlerin hiyanetlerine taraf olmak, tepki duymamak, tepki duyana kalleşçe sırıtmak iman değil insanlık konusudur. Teşkilatlarımız Erbakan Hocamıza ve davamıza karşı örgütlü olan bu hıyanet cephesinin ne zaman farkına varıp bu kanalizasyon zihniyetlilere tepkisini dile getirecektir? Türkiye’miz fiilen işgale uğrayınca mı akıllanacağız?!! Bu duyarsızlık insanı helake götürür. Ne zaman akıllanacağız?!!!
“ABD Baltasına Sap olan” Abdullah Gül den (Prof. Dr N.Erbakan) ülkemize ve İslam alemine hayır gelmeyeceği tescillenmiştir…
Siyonistlerin Hayranları
Siyonizm e yıllardır hizmetkârlık edenler kendi pisliklerini birilerine mâletmek ve Milli Görüş camiâsına zarar vermek için yeni planlarını gerçekleştirmeye çalıştıklarını görmekteyiz…Siyoniz e sadâkatte yarışanlar yakında uğradıkları akibeti görecekler…Yazıklar olsun ki bu kadar masum insanın kanı akmışken hâlâ kan akıtma planlarına piyonluk yapıyorsunuz…
“Erbakan düşüncesinde iki dünya vardı; bunlar İslam ve Hristiyan’dı. Aralarında ilişki, alışveriş, rekabet, çekişme ve çatışma olabilir; bu doğaldı. Ama; ortaklık, ittifak, pakt ve blok oluşturmak gibi köklü iş birlikleri olamazdı. Bu, eşyanın tabiatına aykırıydı. Hâlbuki Erdoğan-Gül ikilisi ta 1994 veya 95’lerden itibaren en büyük Musevi vakfı ve ABD ile ilişki kurmaya başlamışlardı. (Bir TV programında, partinin önde gelen yöneticilerinden Şevket Kazan, bu temasların Erbakan’dan gizli Abdullah Gül tarafından yürütüldüğünü açıklamıştı.) Batılı büyük güçlerle uzlaştıkları, çokça yazılmış, tartışılmış, iktidara geldikleri 2002’den itibaren de bu gerçek su yüzüne çıkmıştı.
Şimdi soralım, bir zamanlar “Abdullah Gül’ün Erbakan’dan gizli, Yahudi lobileriyle karanlık ilişkilere giriştiğini söyleyen” Şevket Kazanlar, Oğuzhanlar, Karamollaoğlular şimdi hangi yüzle ve hangi mazeretle, o Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapacaklardı? Yoksa o gün de bugün de, bunların arkasında kendileri mi vardı?
Akıllı ve vicdanlı geçinen pek çok insan, maalesef Milli Görüş’e sızan marazlı takımı hakkında yanılmışlardı… Çünkü o dönemlerde bile bunların ayarını ve amacını sezen ve söyleyen Milli Çözüm gibi feraset ve cesaret ekibi de vardı, ama birçokları o gerçekleri haykıranlara çamur atmışlardı. Yıllar önce bu döneklerin bozuk niyetini ve tıynetini yazıp uyardığı için sataşıp saldırdığınız Milli Çözüm’ün son dedikleri de çıkmıştı. Oğuzhan ağabeyiniz tüm SP Teşkilatlarını ve yan kuruluşlarımızı bu Siyonist zalimlere aldanan, katliam ve tahribatlarına ortak olan Recep T. Erdoğan’a katmak üzere çabalarken Allah ona fırsat tanımamış ve canını almıştı! Şimdi Temel Karamollaoğlu, Tayyip’ten daha beter olan ve Erbakan Hocamızın tespitiyle: “İsrail baltasına, İslamcı sap yapılan!” Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapmak ve Milli Görüş hainlerini parlatıp pazarlamak için niye çırpınmaktaydı!? Hâlâ anlamak ve mü’mince tavır almak istemeyenlerle uğraşmak boşunaydı.
Bu kadar açık bilgileri ortaya koyan, cesaret li , mert ve net -Milli Çözüm ün Haklılığı yakın zamanda ortaya çıkacaktır İnşallah
Bazı Milli Görüşçü kardeşlerimizin: “Ne var canım, bir insan hatasından dönemez mi? Yanlışını fark edip telafi etmek isteyemez mi?” gibi yaklaşımlarla Abdullah Gül’ün SP’den Cumhurbaşkanlığı adaylığını makul ve meşru gösterme çabaları da temelsiz ve tutarsızdır. Önce bu zevat öyle hata falan değil, açıkça ve küstahça Hak davamıza ve Aziz Hocamıza hakaret ve hıyanet edip ayrılmışlardır. Üstelik Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonraki icraatları ve tahribatları da ortadaydı.
İkincisi; Abdullah Gül’ün çıkıp da; “Ben davama ve Hocama karşı yaptığım büyük yanlışlık ve haksızlıkların farkına vardım, çok pişmanım, Milli Görüş’ten başka huzur ve kurtuluş yolu olmadığının tekrar farkına vardım!” dediğine hiç kimse şahit olmamıştır. Böyle bir itirafta bulunmamıştır ve bulunmayacaktı…
Üçüncüsü: Sn. Abdullah Gül, hiç değilse; “Ben AKP’ye, dinime ve devletime hayırlı hizmetler yapmak niyeti ve hedefiyle katıldım. Umduklarımın çoğunu bulamadım amma değişip düzelirler diye katlandım. Ama ülkeme ve milletime zarar verdikleri konusunda hiç şüphem kalmadığı için ayrıldım.” dediğini de duyan olmamıştı. Ve yine Abdullah Gül, “Ben Cumhurbaşkanı olursam, AKP’nin AB ve ABD politikalarına faizci, ülkeyi dış borca esir edici ekonomik programlarına aykırı olarak, Milli Görüş’ün hazırladığı bütün proje ve planlara sahip çıkıp uygulamaya çalışacağım!” ifade ve iddiasında da bulunmamıştı.
Evet Ahmet Hocamızın yukarıdaki 3 maddesine ve makalenin geneline hangi saadet partili itiraz edebilir hiç kimse o zaman bu Chatham House hayranlarının peşine saadet partisindeki bazı zevat neden gider. Ahmet Hocamızın vurguladıkları bu ayrıntıları saadet yöneticileri acaba bilmemekteler yada başka hesapları mı vardır diye insanın aklına gelen sorular gayet normaldi, ilk akla gelen soru saadet yetkilileri acaba Erbakan Hocamızın üzerine beton dökmeleri yetmez üzerinde çelikle mi kaplama amaçlıdır?
AZİZ ERBAKAN HOCAMIZ ABDULLAH GÜL’Ü TANIMLARKEN NİÇİN “İSRAİL BALTASINA SAP OLMUŞ” ŞEKLİNDE TANIMLADI SORUSUNUN DOÇENT TEZİ STATÜSÜNDE CEVABI OLMUŞ MUHTEŞEM BİR YAZI. BU KONUDA HİÇ KİMSEDE ŞEK ŞÜPHE KALMAYACAK ŞEKİLDE İZAH EDİLMİŞ. UMARIZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERİN UYANIŞINA VESİLE OLUR.
Adil Düzen’i gerçekçi ve işleyebilir bir model olarak görmeyen birisi Milli Görüş’ü nereye götürebilir. Ee neyi gerçekçi bir model olarak görüyordur acaba? sormak lazım ki bu acımasız zalim kapitalist düzeni yani siyonizmin ürettiği sistemlerden başkasını görmediği de açıktır. Ayrıca “dini ağırlıklı siyaset yapmanın dindar insanlara ve Türkiye’ye bir faydasını görmedik” cümlesi nerden bakarsanız bakın inancımıza ters bir durum değil midir? Biz hayatımızı Dinimize göre şekillendirmeyecek miyiz…. Yani Aziz Erbakan Hocamızın Kur’an ahlakı üzere yaşaması, insanlığın sorunlarına Kur’an kaynaklı çare ve çözümler üretmesi kimi ve kimleri rahatsız eder acaba??? Ayrıca bu tür bir anlayış Dinimizi Hiristiyanlık’la aynı düzlemde görmektir. Çünkü çeşitli ezoterik yaklaşımlar ve insanları kategorize edip ruhbanlık aracılığıyla sömürmek, çatışmalar meydana getirmek bozulmuş Hiristiyanlık’ta var ve Batı Rönesans’la bu dini arka plana atmış bir nevi bilimselliği din olarak kabul etmiştir. Onlar açısından bakarsanız bu sözü söyleyebilirsiniz. Fakat bizim Dinimizde böyle bir durum yok. Bizim Dinimizin ön gördüğü değerlerin hangisi insan fıtratına aykırı haşaa. Bizim Dinimiz akılcı ve bilimseldir. Müspet ilime, Aklı selime, vicdani kanaate, tarihi birikim ve tecrübeye, evrensel insan haklarına ve ilahi kaynağa dayalı Adil Düzen çalışmalarının, süreçlerinin ve bu kapsamda üretilen modellerin (ilmi, ekonomik, ahlaki) hangisi bilimsel değil???
Milli Görüş siyaset sahnesine girdiğinden beri, hareketi boşa çıkarmak için sürekli sürekli deformasyon çalışmaları yapılagelmiştir. Milli Görüş mensupları bu ifsat çalışmalarını her defasında deşifre eden muhterem Ahmet Akgül hocamızı hiç değilse bu defa zamanında anlasalar. İş olup bittikten sonra anlamanın bir faydası olmuyor.
Makalede de yazdığı gibi bu durum Milli Görüş’ün mirasına beton dökmektir. Aynı zamanda milletimize bir daha; Allah (c.c.) muhafaza buyursun “İslam” dedirttirmeme çalışmasıdır.
Artık Milli Görüş mensuplarının uyanması gerekiyor
Boşuna çırpınmayın…
Siyonistlerin ve işbirlikçilerinin yaptığı bütün planlar ayaklarına dolaşmakta..
Anayasa Mahkemesinin aldığı yetkiler sonrasında, en yandaş yazarlar bile;
“Anayasa Mahkemesinin olaya müdale edeceğini” söylemekteler.
Milli Çözüm söylemlerine dönmeye çalışsalar bile artık boşuna..
Ülkeyi bir ılımlıdan başka ılımlıya veya kemaliste devretme planlarının hepside boşa çıkacak çok yakında “Milliciler” kazanacak ve Milli Çözüm İktidarı, “Büyük Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Adil Bir Dünya” hedefine ulaşacaktır İnşAllah!
Rabbim bizi bu çetin fitneden muhafaza etsin. Rabbim başta Filistin’de Kudüs’te Gazze’de ve tüm dünyada yaşanan bu zulümlerden bizi mahsum kılsın. Allah’ım bizi senin rızanı kazanacak amellere muvaffak kıl ve bizi salihlerle beraber et. Amin.
Amin inşallah
Şimdi soralım, bir zamanlar “Abdullah Gül’ün Erbakan’dan gizli, Yahudi lobileriyle karanlık ilişkilere giriştiğini söyleyen” Şevket Kazanlar, Oğuzhanlar, Karamollaoğlular şimdi hangi yüzle ve hangi mazeretle, o Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapacaklardı? Yoksa o gün de bugün de, bunların arkasında kendileri mi vardı?
Akıllı ve vicdanlı geçinen pek çok insan, maalesef Milli Görüş’e sızan marazlı takımı hakkında yanılmışlardı… Çünkü o dönemlerde bile bunların ayarını ve amacını sezen ve söyleyen Milli Çözüm gibi feraset ve cesaret ekibi de vardı, ama birçokları o gerçekleri haykıranlara çamur atmışlardı. Yıllar önce bu döneklerin bozuk niyetini ve tıynetini yazıp uyardığı için sataşıp saldırdığınız Milli Çözüm’ün son dedikleri de çıkmıştı. Oğuzhan ağabeyiniz tüm SP Teşkilatlarını ve yan kuruluşlarımızı bu Siyonist zalimlere aldanan, katliam ve tahribatlarına ortak olan Recep T. Erdoğan’a katmak üzere çabalarken Allah ona fırsat tanımamış ve canını almıştı! Şimdi Temel Karamollaoğlu, Tayyip’ten daha beter olan ve Erbakan Hocamızın tespitiyle: “İsrail baltasına, İslamcı sap yapılan!” Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapmak ve Milli Görüş hainlerini parlatıp pazarlamak için niye çırpınmaktaydı!? Hâlâ anlamak ve mü’mince tavır almak istemeyenlerle uğraşmak boşunaydı. Şu ayetlerin aynasında herkesin kendisine bir bakması lazımdı, belki gerçeği görüp pişman olurlardı. Yoksa Başkanlarının sinsi gayelerine böyle kılıflar uydurup duracaklardı…
“Öyle ise size ne oluyor ki (Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ve şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü) münafıklar konusunda ne diye ikiye ayrılıyor (ve birçoğunuz hâlâ onları sahiplenip savunuyorsunuz?) Allah, kazandıkları (günahları ve sadık mü’minlere kazdıkları tuzakları) yüzünden onları tersine çevirip tepetaklak ettiği halde, siz Allah’ın saptırdığını hâlâ hidayete erdirmek (ve bu marazlı münafıkları masum ve mazur göstermek mi) istiyorsunuz?! (Bu bir nifak hastalığıdır!) Allah kimi saptırırsa, artık Sen kesin olarak (hidayet bulması ve kurtulması için) ona bir yol bulamazsın.” (Nisa Suresi: 88)
Aziz Erbakan Hocamızın;”Milli Görüş toplumu bir römorkör gibi aslına, hürriyetine çekiyor“manasındaki sözlerini, bugün Milli Çözümün misyonu açısından değerlendirdiğimizde şöyle söylemek mümkündür:Milli Çözüm de bir römorkör gibi Milli Görüş camiasının, Milli Görüş prensipleri üzerinde kalmalarını sağlamak için en şuurlu çalışmayı yapıyor!..
Tabi öbür yandan Milli Çözüm; Milli Görüşün mesajının aslını farklı hedef kitlelere; “kavramlarını yeniden revize ettiği”ortak bir kısım kelimeler”üzerinde buluşmak suretiyle ulaştıracak ve hakikat zemine taşıyacak bir köprü görevi görüyor!..
Abdullah Gül gibi aslı ve ayarı birazcık akıl yürüten herkesçe malum olan bir kimseyi Milli Görüş camiasının başına bela etmeye çalışmak; şayet yüksek düzeyde bir akıl fukaralığı değilse, çok gizli ve sinsi bir hesabın sonucudur!..
Makalede Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın, pek çok orijinal ve isabetli tespitlerle ve Aziz Hocamızın konuşmalarından alıntılanan bölümlerle A. Gül’ün ciğeri tam ortaya koyulmaktadır!. Birilerinin çıkıp bu karakter ve yapıdaki bir zerzevatı Milli Görüşün siyasi partisinin başkanı olarak sunmaya çalışmaları; inanç, ahlak ve anlayış ayarlarının ve karmaşık damarlarının en açık göstergesi yerindedir!..
Şimdi bu makaleyi okuyan bir kimsenin yapması gereken nedir? bunu Kuran’ın ifadesiyle hatırlayalım;
“Ki onlar (müjdelenmiş mü’min kullar, her konuda yazılan ve konuşulan) sözü (dikkatle) dinleyip duyarlar, (ama bunlardan Kur’an’a ve vicdana en yakın bulduklarına ve) en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.”
ZümerSuresi 18
Eğer hakikaten din, dava, vatan- millet derdi çekiliyorsa T. gibi, belki ondan kaç gömlek daha Milli Görüşten uzak bir kimseyi böyle bir noktada düşünmek davaya, hatta vatan ve insanlığa yapılacak en büyük bir kötülük değil midir?!..
Apaçık bir hıyanet olacak ve Erbakan -Milli Görüş gerçeğinin üzerine beton dökme kepazeliği sayılacak böyle bir işe yeltenenler, millet, tarih önünde ve elbette ebediyet aleminde mutlaka hesap vereceklerdir!..
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki; İlahî inayet ve keremiyle; Milli Çözüm’ün hidayet, basiret ve dirayeti bu tezgahları da boşa çıkaracaktır!..
Sapı işbirlikçi hainlerden yapılmış balta ile kesilmeye razı olanlara hatırlatma!
İyice yıpranan ve yorulan SİYONİST İŞBİRLİKÇİSİ siyasi aktörlerin ve partilerin tasfiye edilmesi ve yerlerine yenilerini getirme çabaları gün yüzüne çıkmıştı.
Siyonist Şeytanlar Türkiye’de, Siyonist sömürü çarkının dişlilerini ve küresel sermaye baronlarının işbirlikçilerini değiştirme hesapları yapmaktalardı.
Daha önce “illa bir baltaya sap olacağız” diyerek Erbakan Hocaya ve Milli Görüş’e hıyanet edenlerin nasıl bir “BALTA SAPI” olduklarını hep beraber görüp yaşadık.
Erbakan Hocamız bu BALTA SAPLARINI şöyle ifade etmişti:
“Bunlar Milli Görüş’ten ayrıldılar, illa ‘Bir baltaya sap olacağız’ havasına kapıldılar. Ee, bizden ayrıldılar da ne oldu? Hatırlayınız, meşhur atasözümüz vardır: ‘Bir ağacı, sapı o ağacın dalından yapılan baltayla keserler!’ Bunun manası şudur: Uyansınlar diye söylüyorum. Abdullah (Gül) gitmiş, İsrail baltasına sap olmuş: ‘Ben baltaya sap olmak istiyorum, şimdi muradıma kavuştum!’ diyor. Tayyip gitmiş, dış mihrakların baltasına, Sevr baltasına sap olmuş: ‘İşte bir baltaya sap oldum’ diye övünüyor. Bunun övünülecek nesi var yahu?!’’
Saadet Partisi’nin Abdullah Gül gibi İsraile BALTA SAPI olmuş birinin başındaki karanlık ve kiralık bir oluşuma malzeme yapılması için yürütülen çabalar, tamamen Siyonist bir tuzaktır!
Saadet Partisini, Abdullah Gül gibi “İsrail baltasının içimizdeki sapı!..” güdümüne sokma faaliyetleri;
Saadet Partisine, resmen olmasa da fikren ve fiilen Siyonizm’in Türkiye’deki taşeronluğunu yaptırmak…
Erbakan Hocamızın, “Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi Saadet Partisi’dir!” vasiyetini ortadan kaldırmak…
Böylece Milli Görüş’ün mirasına beton döküp, kökünü kurutmaktır…
Bütün bu hile ve hıyanetlere razı olanların, destek çıkanların ve hatta bunlardan rahatsızlık duymayanların ya akıl ve anlayışı noksandır veya vicdanı sakattır.
Temel Karamollaoğlu’nun, Abdullah Gül gibi, Milli Görüş’e hıyanet edip parçalayan ve Yahudi Lobilerince alkışlanıp öne çıkarılan bir ismi her fırsatta gündeme taşıması, aslında kimlerin adamı olduğunun ispatıdır!
Ey Milli Görüşçüler, Artık Uyanın!
(Bütün) Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildiler), öyle ki (bu) elçilerden sonra (inkârcı ve isyancı) insanların Allah’a karşı (savunacak) delilleri olmasın (“uyarılmadık, gafil ve cahil bırakıldık” gibi özür olarak ileri sürecekleri bir bahaneleri kalmasın). Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hikmet ve Hüküm sahibidir. Nisâ 165
Elhamdülillah… AHMET AKGÜL ÜSTADIMIZA NEDEN BİLGE DİYORUZ DAHA İYİ ANLAŞILIYOR HER GEÇEN GÜN …Yine Milli Çözüm ve Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız her zaman olduğu gibi BİLGE İNSANLIĞIN gereğini yerine getiren bir davranış ve bilgilendirme ile karşı karşıyayız. Malumunuz Bilgi sahibi insanların özelliği : Herhangi bir problem oluştuğunda , probleme çözüm üretirler… BİLGE İNSANLAR ise : Daha henüz o problem yaşanmadan, hadiselerin gidişatından ve yüksek feraset ve hidayetle olayları kavrarlar ve problem yaşanmadan o konu hakkında ilgili kesimler ilgili kimseler bilgilendirilir ve o problemin yaşanmasını engellenmesine vesile olurlar… İşte ülkemizin hatta dünya insanlığının en büyük kazancı BÖYLESİ BİLGE VE ENDER İNSANA sahip olmasıdır olmamızdır… Bilge ve bir okadar da yiğit şahsiyet ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZA böylesi bir makaleyle duyarlı ve sorumlu kimseler olarak bizleri ve okuyucuları uyandırdıkları için minnettarlığımızı arzediyorum… Milli Çözüm’ün ve Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın her daim onikiden vurması – yanılmaması – kandırılamaması – aldatılamaması ASRIMIZIN TERCÜMANI olduğunun ve elbette bu nimetlere sahip olmamız Milli Çözüm’ün ve Üstadımızın KUR’AN’A TERCÜMAN OLMASIYLA bu hakikatlere sahip olduğumuz gerçeğini de unutmamalıyız…
Aziz Erbakan Hocamızın 1980 de söylediği bir Altın Sözünü hatırlatmak istiyorum:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
(TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980)
Bir zamanlar kendini istişare edilecek biri olarak ilan eden bir zevat vardı. O da diyordu ki “Biz siyaset üstü olmalıyız. Milli Görüş bir cemaat gibi olmalı ve yönetilmelidir.” Bu gayreti kabul görmeyince, başka bir gayrete girmiş Saadet Partisini komple kapatıp Akp’ye dahil etmek için gayret çekmişti. Ancak planların hepsini kontrol eden Cenabı Hak, bu zavallıya fırsat vermemiş ve emeline ulaşamadan ölüm meleği yetişmişti. Bugüne geldiğimizde de kendisinin dünürü olan zat, iki sefer Milli Görüş kaçkını ve ABD duacısı A. Gül’ü cumhurbaşkanı adayı göstermek istemişti. İkisinde de Milli Çözüm’ün gayretleriyle taban uyanmış, Rabbimiz bu hamlelere müsaade etmemişti. Son virajda yine, yeniden aynı isme yönelmeyi iyi niyetli görecek kadar safdil olmadığımızı biliyorlardır inşallah. İnatla sürdürdükleri bu saçmalıktan vazgeçmeli ve yazıda zikredilen özelliklerde bir genel başkan için gayret gösterilmelidir.
Hâlâ anlamak ve mü’mince tavır almak istemeyenlerle uğraşmak boşunaydı. Şu ayetlerin aynasında herkesin kendisine bir bakması lazımdı, belki gerçeği görüp pişman olurlardı. Yoksa Başkanlarının sinsi gayelerine böyle kılıflar uydurup duracaklardı…
“Öyle ise size ne oluyor ki (Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ve şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü) münafıklar konusunda ne diye ikiye ayrılıyor (ve birçoğunuz hâlâ onları sahiplenip savunuyorsunuz?) Allah, kazandıkları (günahları ve sadık mü’minlere kazdıkları tuzakları) yüzünden onları tersine çevirip tepetaklak ettiği halde, siz Allah’ın saptırdığını hâlâ hidayete erdirmek (ve bu marazlı münafıkları masum ve mazur göstermek mi) istiyorsunuz?! (Bu bir nifak hastalığıdır!) Allah kimi saptırırsa, artık Sen kesin olarak (hidayet bulması ve kurtulması için) ona bir yol bulamazsın.” (Nisa Suresi: 88)
Saadet Partisi içinde yine iç ve dış kuşatmayla Abdullah Gül ısıtılıp yeniden Temel Karamollaoğlu tarafından gündeme getirilip durmaktaydı. Bu bağlamda Sn. Temel Karamollaoğlu’nun damadı da ayrıca sorgulanmalıydı. Milli Çözüm yıllar önce Temel Karamollaoğlunun damadı Mehmet Paçacı hakkında yazı yazmış, onun Vatikan ilişkilerini sorgulamıştı. Paçacı’nın ders verdiği okullarda adeta islam coğrafyasında misyoner Hristiyanlar müslümanlara nasıl davranmalı ve müslümanları nasıl tavlamalı… derslerini öğretmekteydi. “Ya daha neler?..” diyenlere Fetö’yü hatırlatmalı… Zaten sizler Fetö için de aynı macunu kullanmamış mıydınız?! İşte meseleye bu gözlükle de bakılabilirse her şey açığa çıkacaktı.
Yine başka bir yerde, larende.com haberde Metin Özer isimli gazetecinin gündeme getirdiği ve alıntı yapıldığı yazıda; “Bizim Paçacı, Vatikan’da Misyonerlerin hocasıymış meğer.
Yazım o tarihte büyük olay oldu.
Cumhurbaşkanı’nın önüne kondu.
Paçacı Büyükelçilik görevinden alındı.
Deşifre ettiğim için Diyanet İşleri Başkanlığı görevi de elinden uçup gitti.
Sessizce ortadan kayboldu.”
Tabi “muhterem” Vatikan Büyükelçiliğiyle de taltif edilmişti…
İşte adeta her yanı zehirli örümcek ağı gibi örülen bir Saadet’e kumpas öyküsüydü…
İşte buradan da anlaşılacağı gibi dış mihraklar gözünde Saadet Partisi Milli Görüş’ün siyasi partisi ve partinin amblem ve söyle mi bile düşük oy oranına rağmen “Sadıklara teslim edilemeyecek kadar önemliydi”!?..
Bak:https://m.ahmetakgul.net/temel-karamollaoglu-nun-karanlik-damadi-ve-siyonist-vatikan-in-islamci-kanadi-541
Bak: larende.com
Akıllı ve vicdanlı geçinen pek çok insan, maalesef devletimize, Milli Görüş’e sızan marazlı takım hakkında yanılmışlardı… Bunların ayarını ve amacını sezen ve söyleyen Milli Çözüm gibi feraset ve cesaret ekibine, her seferinde birçokları o gerçekleri haykırdığı için çamur atmışlardı.
Üstad Ahmet Akgül Hocamız yıllardır döneklerin bozuk niyetini ve tıynetini, Erbakan Hocamıza ve Ülkemize yönelik hıyanetlerini yazıp uyardığı için sataşıp saldıranlar “bu günleri gördüklerinde” Milli Çözüm’ün son dediklerinde de haklı çıktığına şahit oldular.
Özellikle “Oğuzhan Asiltürk’ün, SP Teşkilatlarını ve yan kuruluşlarımızı AKP’ye katma girişimleri, Temel Karamollaoğlu, Tayyip’ten daha beter olan ve Erbakan Hocamızın tespitiyle: “İsrail baltasına, İslamcı sap yapılan!” Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanı adayı yapma davası” Milli Çözüm’ün şaşmaz istikametinin bir kez daha göstergesidir.
Siyonist adamların oyunlarına hiç gelmeyen tek kişi Aziz Erbakan Hocamızdı.
Gerisi “Yahudi’nin ordusunda askerlik ettiğinin fakına bile varamama” gafletinden kurtulamamıştı.
Günümüzde ise Siyonist planın bir parçası olmamanın tek yolu vardı oda; Aziz Erbakan Hocamızın siyaset ve stratejisine hakim en sadık, bilge takipçisi Üstad Ahmet Akgül Hocamızın uyarılarını dikkate anlamak, ve gösterdiği yolda yürümektir.
Katılıyorum tespitlerinize
Abdullah Gül dediğiniz, şikaka4 bir nisaptır5
“O İsrail baltasına, hem İslamcı bir saptır!..”
Bu Erbakan’ın sözleri, sağlam tanım hesaptır
Gemi menzile varır mı, has kaptansız tayfasız…
4- Şikak: Ayrışma, parçalanma.
5- Nisap: Ölçü, derece, gösterge.
Olaylara doğru bir bakış açısı oluşturmamızı sağlayan Milli Çözüm bir ayar aynasıdır.
Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Mücâdele: 19)]” “Ta ki ahirete inanmayanların (dini ve davayı bile dünyalarına araç yapanların) kalpleri ona (marazlı münafıklara) meyletsin de, ondan (bu yaldızlı ve saptırıcı iddia ve iftiralardan) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını (suçlarını ve sorumluluklarını) yüklenedursunlar (diye Allah CC bu fırsatı onlara tanır).” (En’am: 112-113)
İsrail baltasına sap olmuş birisinden hayır umanların tamamı helakete davetiye çıkaran nasipsiz bedbahtlardır artık!
Diğer partilerin; Saadet çatısı altında, ve MGV’den, Parti birimlerinden yetişmiş, sadakatini ispat etmiş, Milli Görüş’ü ve Adil Düzen’i içselleştirmiş birinin başkanlığında birleşmeleri, elbette hayırlı ve yararlı olacaktı. Ancak SP’nin, Abdullah Gül gibi birinin başındaki karanlık ve kiralık bir oluşuma malzeme yapılması, tamamen Siyonist bir tuzaktı!
ilk cümlede ifade edilen Milli Görüşü benimsemiş birinin Saadet partisi çatısı altında diğer partilerin de olacağı bir ittifakın genel başkanı olması gereklidir ve başka bir ihtimal düşünülmemektedir.