YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6621df3143905
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 2172
Dün : 26845
Bu ay : 454052
Geçen ay : 453014
Toplam : 23233016
IP'niz : 3.149.26.246

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

ABD Başkanı George Bush, Avrupa’nın Nazi işgalinden kurtuluşunun 60’ıncı yıl dönümü törenlerine katılmak üzere İtalya ve Fransa’ya gerçekleştirdiği ziyaretin ilk gününde Papa II. Jean Paul ile bir araya geldi. Görüşmelerde Bush’a Irak konusunda uyarılarda bulunan Papa, “Irak’ta egemenliğin hızla Irak halkına bırakılmasının… Uluslar arası toplumun, özellikle de Birleşmiş Milletler’in aktif katılımıyla ve mümkün olduğu kadar en kısa zamanda sağlanmasının herkesin isteği olduğunu” söyledi. Papa böylece dolaylı biçimde, Bush’un yanlış bir yola girdiğini ve felakete doğru sürüklendiğini ima etti.

 

Papa, Filistinliler ve İsrail arasında görüşmelerin yeniden başlatılmasıyla kutsal topraklarda da barış için aynı umudun doğması temennisini dile getirdi. 11 Eylül’ü “insanlık tarihinin kara günü” olarak nitelendiren Papa, uluslar arası terörizm tehdidinin ” kaygı kaynağı olmaya devam ettiğini” de belirtti.

Bush İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile birlikte Roma’nın kurtuluşu törenlerine de katıldı.

İtalya’da yoğun protestolarla karşılanan Bush’un geçtiği Fransa’da da hakaretlere uğradı. Her iki ülkede de gösterilerin yasaklanmasına rağmen, Roma’da sokakları dolduran eylemciler, ABD’nin Irak işgalini kınayan sloganlar attılar. Fransa’da ise Sosyalist Parti genel merkez binasına asılan ve Genel Sekreter François Hollande’ın imzası bulunan dev afişte, Bush’dan, “Haklı gerekçelere dayanmadan, Irak’ta olduğu gibi tek taraflı müdahalelere son vermesi ve 6 Haziran 1944 ruhuna geri dönmesi” istendi.

Halbuki Bush, ne Katolik ne de Ortadoks değildi. O Protestanlığın Kabbala Siyonizm’ine yatkın New Age tarikatının üyesiydi. Hatta beklenen Mesihe zemin hazırlamak üzere Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanmış birisiydi.

Bush, Protestan Avenjeliklerin dünya hâkimiyetini sağlayacak olan Mesihin gelmesi için Siyonist Yahudileri kullandığını…

Siyonist Yahudiler ise, Büyük İsrail ve Arzı Mev’ud hayali için, Protestan Nev Age’lardan ve Başkan Bush’dan yararlandıklarını zannetmektedir.

Hatta: Bush’un Amerika’yı Siyonist Yahudi hâkimiyetinden kurtarmaya çalıştığı… Bazı etkin Siyonistlerin ise Bush’u devre dışı bırakmağa ve Bush’dan kurtulmaya uğraştığı sezilmektedir.

Richard Perle, Madlin Albıraght, George Soroz gibi Siyonistlerin ve ABD eski Genel Kurmay ve CIA Başkanı gibi etkili isimlerin seslendirdiği: “Irak işgalinin ve işkence türü vahşetlerin, ABD’nin (yani İsrail’in) başını büyük bir belaya sokacak tarihi tersliklerin kasıtlı olarak yapıldığı ve bunların suçunun ve sorumluluğunun Bush’a ve O’nu yönlendiren takımına ait olduğu” şeklinde muhalefet giderek kızışmaktadır…

New York Times gazetesinin, Siyonist Yahudilerin etkin bulunduğu ABD Senatosunun Irak raporunda CIA Başkanı George Tenet’in “Saddam’ın kitle imha silahları” konusunda yönetime yanlış bilgi sunduğu ve George Tenet’in, yoğun baskılar sonucu Bush’un isteğiyle istifaya zorlandığını…

Ardından CIA operasyonlar Dairesi Başkan Yardımcısı James Pavitt’in de bu yüzden ayrılacağını yazması Amerika’da da bir iç hesaplaşmanın başladığını açığa vurmaktadır.

Amerika şu anda, karşılıksız bastığı dolar sayesinde ve sahip olduğu büyük askeri güç desteğinde ayakta durmaktadır.Yoksa her bakımdan çürümüştür ve çökecek noktaya çoktan ulaşmıştır.

Karşılıksız bastıkları doları ABD’ye satan ve doları “dünya parası” haline getirip, bütün insanlığın alın teri ve emeğini sömürerek “Süper Güç” saltanatı kuran Siyonist Yahudilerin ve Emperyalist Avenjeliklerin, artık sonu yaklaşmaktadır.

Bir avuç Siyonist Yahudi’nin bütün Amerika’yı ele geçirmesine ve ABD’yi kullanarak bütün dünyayı sömürmesine ve sindirmesine karşı çıkan Abraham Lincoln ve Cohn f.Kennedy gibi devlet başkanlarını öldürten ve şimdi bütün dünyaya savaş ilan eden bu Siyonist sistem artık çatırdamaktadır.

Siyonizm’in sömürü çarkının beyin merkezi Amerika’daki Federal Reserve Bank’tır. Federal Reserve Bank, çoğu kişinin zannettiğinin aksine bağımsız ülkelerdeki Merkez Bankası’nın karşılığı bir banka değildir. Hatta çoğu Amerikan vatandaşının zannettiği gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin bir kurumu da değildir. Federal Reserve Bank (FRB), aralarında kan bağı olan, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç ailenin ve şirketin sahip olduğu özel bir bankadır.

Bank Of England’ın sahibi Rothschild ailesi FRB’nin gerçek sahibidir dersek çok yanlış olmaz. Rosthchild ailesinin Amerika’daki temsilcileri olan Morgan gibi Amerika’nın bilinen dev firmaları FRB’nin yönetimini elinde tutmaktadır. Bunlara ilave olarak Chase Manhattan’ın sahibi Rockfeller ailesi gibi birkaç zengin aile, Texaco gibi petrol şirketleri de FRB’nin sahipleri arasındadır.

 

Sistemin çalışmasına gelince: ABD’nin piyasaya süreceği para Federal Reserve Bank’ın matbaalarında basılıyor. FRB, bu banknotları ABD’ye borç olarak veriyor. Yanlış okumadınız. ABD, FRB’den aldığı kâğıtlar karşılığında FRB’ye faiz ödüyor. Piyasaya sürülen banknotların karşılığının olup olmadığına bakılmıyor. Nasıl olsa kimse karşılığını sormuyor, karşılığını soran çıkarsa defteri dürülüyor, tıpkı Fransa’nın 1969’da başına gelenler gibi.

Doların dünya hâkimiyeti, sokaktaki Amerikan vatandaşından çok, Federel Reserve Bank için önemlidir. Piyasaya sürülen her dolar, FRB’nin kasasına girecek faiz gelirinin artması demektir. Doların hâkimiyetinin sona ermesi ise; FRB’nin kolaydan kazandığı faizlerin buharlaşması anlamına gelir. Dünyadaki resmi rezervlerin %60’ı Amerikan Doları cinsinden kasalarda tutulduğu bilinmektedir.

50 yıldan bu yana, dünya piyasalarında referans döviz birimi Amerikan doları olduğu biliniyor ve Dolar sadece bir yerde basılıyor.

 Federal Reserve, USA. Burasını Özel sektör (Yahudi bankacılardan oluşan konsorsiyum) temsil ediyor. Fransa, Almanya veya herhangi bir ülke 50 milyon dolarlık bir şey satın almak istediğinde, matbaayı çalıştırıp parayı çıkartıyor..

Bunu Amerika son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yapmıştır. Hazinesinde altın karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyaya dolar pompalamıştır… Bunun sonucunda, Amerikan ekonomisi şu anda 2500 milyar dolar bütçe açığıyla karşı karşıyadır. Açık gittikçe ve hızla artmaktadır… Bush’un ekonomistlerinin yaptığı hesapla gelecek 3 yılda açık 3500 milyar dolara yaklaşacaktır. Amerikan para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece sorun olmayacaktır, istedikleri zaman para basıp borçları kapatılır. Yani dünyanın diğer ülkelerine göre; Amerika veresiye yaşıyor. Ve işte burada sorun başlıyor: Ya dolara alternatif ve gerçek bir para birimine geçilirse?

Siz doların ön yüzündeki FEDERAL RESERVE NOTE yazısına dikkat edin… İşte Kennedy bunu silmeye çalıştı ve bu yüzden harcandı. Halbuki O, vatansever ve zeki bir başkandı. Eğer Amerika şu anda teknolojide süper güç konumunda ise bunu Kenneyd’nin kısa sürede başlattığı bazı projelere borçludur. Bu akıllı ve hayırlı  insan, 4 Haziran 1963 tarihli bir emirle Amerikan banknotlarında gördüğünüz FEDERAL RESERVE NOTE yazısını sildirmek istemiştir.

Böylece Kennedy bu “borç para vererek devletten faiz toplama gücünü” Siyonistlerin elinden almayı hedeflemiştir. Kennedy’nin 04-Haziran-1963 tarihli ve 11110 sayılı emri ile Amerikan hükümetine kendi parasını kendi basması imkânı verilmişti. Amerikan Hazinesi, kasasında tuttuğu gümüş karşılığında basacağı banknotları piyasaya sürebilecekti.

Böylece, ABD, artık Siyonist sermayenin elindeki Federal Reserve faiz ödemek zorunda kalmayacaktı. Kennedy’nin bu emri aynı zamanda FRB’nin iflası anlamına geliyordu. Kağıt basıp yüklü miktarda faiz geliri almak gibi tatlı bir ticaret sona ermek üzereydi.

Ancak; 22 Kasım 1963 tarihinde Kennedy suikaste uğradı ve öldü. Kennedy öldürüldükten 5 ay sonra Amerika yine eskiden olduğu gibi FRB’den aldığı kağıtları (dolarları) piyasaya sürüp, FRB’ye faiz ödemeye devam etti. Ne büyük tesadüftür ki, Abraham Lincoln de ulusal para politikasını düzenleyen bir yasa çıkarttıktan sonra böyle bir suikaste kurban gitmişti.

Madalyonun nasıl iki yüzü varsa, doların da bir de uluslar arası “yüzü” vardır.

Euro henüz piyasaya çıkmadan önce Alman Markı dünya piyasasında sadece %13 gibi düşük bir paya sahipti. Japon Yen’i ise %5 düzeyindeydi. Avrupa Birliği (AB) 1999 senesinden itibaren Euro kullanacağını ilan ettiği zaman bu para biriminin pek tutmayacağı yönündeki görüşler ağırlık kazanıyordu. Federal Reserve Bank için tehlike çanları henüz çalmıyordu, hatta tam tersine doların hakimiyeti daha da kökleşiyordu. Gelin görün ki Saddam gibi bazı Amerikan düşmanları doları tahtından indirip Euro’yu birinci sınıf para koltuğuna oturtmaya kalkıştı.

Hem de bu durum düşünüldüğünden daha hızlı gelişmeye başladı. İran ve Venezüella gibi petrol zengini diğer ülkeler de “petrolü dolarla satmam, euro ile satarım” diyen Saddam’ı kendilerine örnek alınca doların “rengi” aniden değişti; yeşilliğini kaybedip morarmaya başladı, iki Amerikan Başkanı, kağıt basıp faiz toplayanların dümenine çomak sokunca suikaste uğramıştı. Saddam’da aynı dümene çomak sokunca bazılarının aklına “Irak halkına demokrasi getirmek” geldi. Ve vahşet operasyonu başlatıldı.

Savaş nedeni olarak şimdiye kadar bahsedilenlerin hepsi birer bahanedir ve gerçekleri gizlemeye yöneliktir. Gerçek sebep “usd’den euro’ya yolculuk”tur, yani doların haksız hâkimiyetini yıkma girişimidir, denebilir. Aslında bütün bunlar Siyonist sermayenin satranç oyunundan başka bir şey değildir. Savaş nedenlerini asıl ve daha geniş boyutu ile okumak ve anlamak istiyorsanız, Irak işgalini bir daha hatırlayalım:

Saddam 6-Kasım-2000’den itibaren OPEC (petrol ihraç eden ülkeler birliği) üyesi olarak Irak petrollerini Euro referans alınarak satacağını açıkladı. Bu, cesur bir karardı, o zamana kadar Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ve Irak çok zarara uğramaktaydı, ama petrolü Euro ile satmaya başlayınca oldukça kârlı çıkmaktaydı, zira dolar değer kaybedip euronun çok gerisinde kalmıştı. İşte bu Saddam’ın en büyük hatasıydı ve Siyonist Amerika tarafından affedilmez bir çıkıştı. OPEC’e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) de Euro’ya geçmek hazırlığındaydı ve bunu diğer üyeler de takip etmekte ve örnek almaktaydı. Venezüella da; (dünya petrol rezervlerinin %17 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değiştirmeye başladı. Rusların Merkez Bankası da rezervlerin yarısını Euro’ya çevirdi. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonuncun da dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu.

Bunları, herkesin bildiği gibi; doların Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu Amerikan ekonomisi için resmen bir çöküşün başlangıcıydı. Çünkü Euro dünyanın dövizi olacaksa; dolar müthiş bir değer kaybına uğrayacaktı.

Amerika, artık karşılığı olmadan keyfince dolar basamayacaktı..Bütün dünya ülkeleri dolardan kurtulmaya bakacaktı..Yerine Euro’yu koyabilmek üzere, OPEC’ten petrol satın alabilmek için, tüm büyük yatırımcılar Amerikan pazarından çekilip Avrupa pazarına kayacaktı. Bu Siyonist sömürü saltanatını yıkacaktı. Aslında Amerika Asya ülkeleriyle yaptığı politik anlaşmalarla Doların suni şekilde değerini korumaya çalışıyordu… Şöyle ki Amerikan pazarının hemen hemen tüm ihtiyaçları bu ülkeler tarafından karşılanıyordu. Şöyle ki :

Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç dolar veriyor, onlar da ürünlerini Amerika’ya satıp borçlarını ödüyordu. Böylece Amerika karşılıksız kağıtla dünyanın üretimini ve alın terini sömürüyordu..Bu şekilde bir kısır döngü oluşarak ; dolar gidip geliyordu. Eğer, Asya Dolar’dan vazgeçip Euro’ya geçerse Amerikan ekonomisi kendiliğinden çökecek, dolar efsanesi bitecekti. Zira onların da petrole ihtiyaçları vardı. OPEC’ten petrol alabilmek için onlar da Euro’ya geçmeye hazırdı. Ama işte bilindiği gibi; Siyonizm’in kovboyu Bush bir “kara liste” hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro’ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti ve savaş açtı.

Amerika zamanla bu ülkelerde de (Irak, İran, Suriye, Venezüella, vs) huzursuzluk çıkartıp, oradaki yönetimleri kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele etmeye kararlıdır. Yoksa yıkılacaktır… İşte bu savaşın asıl nedeni de budur. Ortada çok büyük bir “pasta” vardır (dünya ekonomisi), bunu Amerika kendisi kapmak ve bu savaşı kazanmak için çırpınmaktadır. Yoksa dünyada süper gücünü EURO’ya kaptıracaktır. Fransa ve Almanya’nın aslında Irak işgaline karşı gelmelerinin nedeni de budur. Bildiğiniz gibi İngiltere, doların hatırına Euro’ya geçmedi. Saddam bahanedir… Savaş kısa olmayacak gibi gözükmektedir. Ama, bu çılgınlık ABD’nin ve Siyonizm’in sonunu getirecektir.

Petrol, Barbar Batı Medeniyetinin kanıdır… Petrolü olanlar onu bir nimet saysalar da, başları beladan kurtulamamıştır. Petrol çıkaran ülkelerin başına bela saranlar, sonuçta kendileri de çeşitli belalara maruz kalmaktadır. Zihinlerde ABD’yi dünyanın tek hakim gücü gösterip ilahlaştıran, onun ülkesi dışında operasyonlar yapabilme, yönetimleri belirleme ve değiştirebilme gücüne olan inançtır… ABD bunu bazen içerden müdahalelerle bazen de doğrudan askeri işgallerle yapmaktadır. ABD bu tür değişikliklere enerji kaynaklarını kontrol edebilmek amacıyla kalkışır… Enerji kaynağı denince de akla ilk gelen petrol olduğu açıktır. ABD köleleştirilmiş insan yığınlarının zihinlerinde giderek tanrılaşmaktadır. Aynen Firavun gibi, ‘İnsanlara ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dese onlar da sanki “bela” demeye hazırdır. Ne yazık ki aydın ve dindar geçinenler bile: “ABD’yi hesaba katmaksızın hiçbir şey yapılamayacağına, ABD’nin (çeşitli cihazları vasıtası ile) her şeyi duyup gördüğüne iman ettiler. Eski söylemlerini bıraktıklarını övünerek haykırdılar. Geçmişteki milli ve haysiyetli tavırlarından tövbe edip hatalarından mahcubiyetle bahseder oldular. Onlar yalnız bir partinin ya da bir ülkenin mensupları değillerdir. Bu tiplerden yeryüzünün her yerinde vardır ve hepsi birbirine benzer. Bunlar Amerikan Tanrısının, aciz kullarıdır.

Habeşli Necaşi’nin ibretli hikâyesini İslam tarihinde okuyoruz. Necaşi için Efendimizin gıyabi cenaze namazı kıldırdığını da gene Buhari’den öğreniyoruz. Burada çağdaşımız olan bir başka iyi adamdan, haysiyetli ve cesaretli bir kahramandan söz etmek istiyoruz. Hugo Chavez.O öldüğünde biz sağ kalır mıyız, gıyabında cenaze namazı kılar mıyız ? Bunları bilmiyoruz. Ama Chacez ABD’nin “Ben sizin büyük Tanrınız değilmiyim?” sorusuna “la” diyebilmeyi becermiş, Siyonist tağutu reddetmiş günümüzdeki ender yöneticilerden birisidir. Böyle diyebilen ve ABD-İsrail’i eleştiren çok kişinin olduğu söylenebilir. Doğru, ama dünyanın beşinci büyük petrol üreticisi ülkesinin başında olup, hem de böyle diyebilmek zor iştir. Böyle demekle kalmayıp şeytanın pek çok hilesini de boşa çıkarmayı bilmiştir Chavez. ABD bildik yöntemlerini denemiş ama başarılı olamamıştır Venezüella’da. Chavez direnmeye devam etmektedir. Kör dünya ise hala onun sesine kulak vermemektedir. ABD’yi hesaba katmaksızın da bir şeyler yapılabileceği gerçeği göz ardı edilmektedir.

Beklenen Saadet güneşi giderek yaklaşırken böyle garip şeylerin olacağından ve Deccalizmin yıkılacağından ayetler ve hadisler haber vermiştir.[1] 

 

HUGO CHAVEZ KİMDİR?

Hugo Chavez, 1954 doğumlu ve subay kökenlidir. 1982’de solcu-ulusalcı bir hareket olan devrimci Bolivar Örgütü’nü kurdu. Amerikancı Carlos Andres Peres iktidarına karşı 4-Şubat-1992’de başarısız bir darbe girişiminde bulundu, tutuklandı. Çıktıktan sonra sol grup ve partilerinin ittifakı olan Vatansever Kutup’un başına geçti. Yolsuzluklara ve küreselleşmeye karşı mücadelesiyle yoksul Venezüellalıların desteğini aldı (%57) ve 1998’de Cumhurbaşkanı seçildi. Yoksul halk içinde desteği giderek arttı. Ve 1999 Nisan’ındaki referandumda %90’dan fazla oy aldı ve bu referandumla birlikte köklü reformlar yapma yetkisi kazandı. Petrol tekellerine ve Amerika’ya karşı politikalara ağırlık veren Chavez, ülkenin adını da “Bolivar Venezüella Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. (Simon Bolivar, Latin Amerikan halklarının ulusal kahramanı ve Latin Ülkelerinin birliğini savunan bir devrimcidir.) Temmuz 2000’deki seçimlerde Chavez, “güzel günlerin yaklaştığı”… Ülkenin petrol zenginliğini çar çur eden oligarşik düzeni değiştireceği ve hükümetin sosyal harcamalarını destekleyeceği sözü vererek ikinci kez seçildi. Dış politikada da Amerika’nın yenidünya düzenine karşı bir politika izledi. Üçü kız beş çocuk babasıdır. Saddam’ın ardından O’da petrolü euro ile satmaya kalkışınca kendisine savaş açılmıştır.

 

BOB’ da, Doların saltanatını koruma ve büyük İsrail’i kurma projesidir.

Türkiye’nin demokratik ortak olarak katıldığı ve sırtının sıvazlandığı G-8 zirvesinde “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) ele alındı. BOP nedir? Mimarlığını ABD’nin yaptığı bu projenin ana fikri şöyle özetlenebilir:

  • 1- Projenin öncülüğünü yapan ABD’nin Ortadoğu’daki inandırıcılığı dibe vurmuş durumdadır. Irak’ı işgal eden ABD ve İngiltere’nin savaş gerekçeleri (kitle imha silahları gibi) doğru çıkmamıştır. İşgalden sonra ABD’nin Irak halkına karşı tutumu Ebu Gureyb Cezaevi’ndeki İnsanlık dışı muameleler, bölge halklarında bu ülkeye karşı beslenen olumsuz duyguları daha keskinleştirmiştir. Bu bakımdan ABD’nin bölge ülkelerine barış, demokrasi, özgürlük getireceği yolundaki söyleminin inandırıcı ve yapıcı bulunması zordur.
  • 2- İsrail-Filistin barışı sağlanmadan ve İsrail vahşeti durdurulmadan böyle bir projenin hiç şansı yoktur.
  • 3- Yıllardır totaliter rejimlerle yaşamış ülkeleri, dış müdahaleyle demokrasiye geçirmek ve bunu sağlıklı biçimde yerleştirip yaşatmak imkansızdır..Rejim değişiklikleri o ülke halkının kendi dinamikleriyle gelişirse sağlıklı olur.
  • 4- ABD ve İngiltere başta olmak üzere Ortadoğu’da nüfuzu olan ülkelerin enerji kaynaklarını kontrol etmek istedikleri bir gerçektir. Zaten bölge ülkelerinde bugüne kadar demokrasiden söz etmeyip totaliter rejimlerin yine bu ülkeler tarafından desteklenip ayakta tutulduğu da bilinmektedir. Bu da tabii bir güvensizlik konusudur.
  • 5- Bugün yıkılmak istenen totaliter rejimlerin hepsi, ABD yanlısı rejimlerdir. Bu rejimlerin yöneticilerinin ABD istiyor diye rejim değişikliğine kendiliğinden yönelmelerini beklemekte gerçekçi değildir. Direnç gösterecekleri veya göstermelik demokrasiyle yine iktidarda kalmaya çalışacakları bilinen bir durumdur.
  • 6- ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batının, Ortadoğu Ülkelerinde demokratik yöntemlerle oluşacak yönetimlerin tercihleri kendi çıkarlarına aykırı olduğu zaman demokrasiye ne kadar saygı gösterecekleri kuşkuludur.
  • 7- Bütün bu gerçekler ışığında artık kesinlikle diyebiliyoruz ki: BOP Ortadoğu İslam ülkelerini İsrail’in güdümüne sokma oyunudur.
  • 8-Bu arada, BOP kapsamında Adana İncirlik üssü de genişletiliyor. New York Times, ABD’nin Almanya’daki F-16 filosunu İncirlik’e kaydırmayı planladığını yazıyor. Bu Plan, Rumsfeld’in vurgu yaptığı yeni saldırı stratejisinde İncirlik’in rolünü de gündeme getiriyor.

 

İncirlik büyütülüyor!

Kimsenin haberi yok ama şu günlerde İncirlik’te üç yeni dev hangar inşa ediliyor.

Irak Savaşı ABD tarafından kazanılınca Türkiye’de ve ABD’deki bazı çevrelerde ‘incirlik üssüne gerek kalmadı’ havası yayıldı. Hatta üssün ‘kapatılacağı’, en azından ‘küçültüleceği’ konuşulmaya başlandı. Ancak gelişmeler bunun tam tersini ortaya koyuyor. ‘Kapanacak’ denilen İncirlik şimdi ‘büyütülüyor’. Henüz daha kimsenin haberi yok ama şu günlerde İncirlik’te üç yeni dev hangar inşa ediliyor. 76 savaş uçağının daha İncirlik’e getirileceği söyleniyor, hatta bununla ilgili olarak hükümete talep iletildiği iddiaları dolaşıyor. O kadarla kalsa iyi. Şu sıralarda İncirlik’te müthiş hummalı bir inşaat faaliyeti sürüyor. 1500 personel barındıran ve kapasitesi 5 bin kişiyi bulan İncirlik’te şimdi ‘kalıcı personel’ için lojmanlar inşa ediliyor. İçerden gelen bilgilere göre İncirlik’te yeni yapılan lojmanlar kapasiteyi en az birkaç bin artıracak nitelikte. Başta Büyük Ortadoğu, şimdi ise ‘Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ projesi olarak bilinen plan İncirlik’te uygulanmaya başlıyor.

Abdi İpekçi ölmeden önce: Yahudi asıllı bir Amerikan Generaline: “Sizin için İncirlik ne anlama gelir?” sorusuna, şu cevabı almıştı:

“İncirlik bizim Ortadoğu’daki en hayati ve stratejik noktamızdır. İncirlik’in elimizden çıkması tek kelime ile felaketimiz olacaktır.

Şimdi AKP hükümetinin himmetiyle (Daha doğrusu iktidara taşınma diyetiyle), etrafı tel örgü ve mayınlarla çevrili bir site-şehir konumundaki İncirlik’e yeni asker, uçak ve mühimmat yığmaya çalışılıyor.

İncirlik’te aynı zamanda ABD’li sivil ajanlar, tüccarlar barınıyor, terör örgütleriyle münasebetler sağlanıyor.

25 Haziran 2004 Tarihli Milli Gazetenin haberinde; Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgeyi dizayn etme çabası içerisine giren ABD, Türkiye’yi de taşeron olarak kullanmak istiyor. ABD Başkanı George Bush’un NATO Zirvesi öncesinde Ankara’ya yapacağı kısa ziyarette, daha önce de gündeme getirilen Washington’un üs taleplerinin kapsamlı bir şekilde ele alınacağı belirtiliyor.

Bush ve kendisine eşlik edecek olan Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice ile Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın, ABD’nin Küresel Savunma Stratejisi çerçevesinde Türkiye’den bazı taleplerde bulunmaları bekleniyor.

1 Mart 2003’te TBMM’de reddedilen tezkerede Irak işgalinde Türkiye’nin bütün deniz ve hava ulaşım imkanlarından yararlanmak isteyen, ancak başarıya ulaşamayan ABD’nin, ‘artık Türkiye’de kalıcı olmak istiyoruz’ mesajını vereceği talepleri arasında ilk sırayı Güneydoğu’da 6 yerde 18 bin Amerikan askerinin bulundurulması, Trakya’da kara, İskenderun, Trabzon ve Samsun’da deniz üssü kurulması alıyor.

Bush’un pazarlık konusu yapmadan masaya getireceği geniş kapsamlı istekler arasında Sabiha Gökçen Havaalanı ve Boğazlar’ın bildirimsiz kullanılması, İncirlik’in genişletilmesi ya da Batman Havaalanı’nın üs olarak kullanılması da bulunuyor.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre, Başbakan Tayyip Erdoğan’la biraya gelecek olan ABD Başkanı Bush’un, 1 Mart tezkeresindeki akıbeti tekrar yaşamamak için her şeyi iki ülke arasındaki ikili anlaşmalara göre tanzim etmek istediği ifade ediliyor. Bu konudaki en kapsamlı anlaşma 1980’deki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması. ABD’nin bu anlaşma ile Türkiye’den askeri amaçlı pek çok ayrıcalık elde ettiği biliniyor.

Üs dosyasında neler var?

  • İncirlik ve Konya Karapınar’a konuşlanacak uçakların sayısı artsın.
  • Üslerin kullanımı için geniş yetkiler tanınsın.
  • Eğitim uçuşlarının bildirimi azaltılsın.
  • Karapınar’daki uçuşlarda havada ikmal yapılsın.
  • Gece uçuşuna izin çıkarılsın.
  • Trakya’da yeni bir üs kurulsun.
  • Mardin-Batman-Silopi üçgeninde 18 bin asker bulundurulsun. Bu askerler Türkiye dışındaki operasyonlar için bildirimsiz girip çıkabilme imkanı tanınsın
  • Sabiha Gökçen Havaalanı kullanıma açılsın.
  • Trabzon ve Samsun limanları deniz üssü olarak kullanılsın
  • Boğazlar’dan gemilerimize bildirimsiz geçiş hakkı tanınsın
  • İskenderun Körfezi’nde bir deniz üssü kuralım ya da İskenderun Limanı’nın bir bölümünü bize bırakın.

Türkiye’de 32 milyon m² vatan toprağı üs adı altında tamamen ABD işgali ve kontrolü altındadır. Ve İncirlik gibi üslerin ABD için asıl önemi Türkiye’yi kontrol etme ve istemediği yönetimleri değiştirme merkezi olarak kullanmalarıdır.

Hatta öyle ki, bu maksatlar için CIA ve FBI gibi Siyonist güdümlü ABD istihbarat örgütleri Türkiye’de resmen ve bağımsız bürolar açmıştır. Bu bizim egemenlik haklarımıza da açıkça aykırıdır. Ve hatta Masonlardan madalyalı Çevik Bir Amerikan-Türkiye iş konseyi toplantısında: “Türk Ordusu Kafkasya ve Ortadoğu’da, demokratik değerlerin ve büyük medeniyet projelerinin hizmetçisi olmaya hazırdır”  anlamında sözler sarf ederek, Ordumuzun bile Siyonist Emperyalizmin paralı ve kiralık kışlası konumuna sokulmasından onur duyduğunu söyleyecek kadar bağımsızlık ruhundan ve milli şuurdan mahrum olduğunu ortaya koymuşlardır. Ve zaten Çevik Bir gibi, Yahudi’den cesaret madalyalı şahsiyet ve hükümetler; Somali, Irak ve Afganistan’a “ucuz ve uzun vadeli kredi” koparabilmek için asker göndermeye can atmaktadır.

Türkiye’ye hakim zihniyet ve şahsiyetler hala bir medeniyet tercihi bile yapamamıştır. Bunlara göre; Türkiye Doğulu değildir, Batılı değildir, Müslüman değildir, Hristiyan değildir, komünist değildir, kapitalist değildir..!? Kendi çıkarlarının ve sömürü çarklarının gereği bazen hepsidir, bazen bunlardan birisidir.

Yalancı ve kasıtlı bir tarihle kendi geçmişimize ve Müslüman kardeşlerimize düşman hale getirildik.

Resmi kayıtların da ortaya koyduğu gibi; Çanakkale’de ve İstiklal Mücadelesindeki askerlerimizin ve zabitlerimizin çok önemli bir kısmı Arab kökenli olmasına ve tüm Arab-İslam dünyası hatta Hindistan-Pakistan ve Afganistan Müslümanları Kurtuluş Savaşımızda bizim yanımızda ve yardımımızda olmalarına rağmen, İngilizler tarafından aldatılan bir-iki Arap Şeyhini ve kabilesini bahane ederek, yıllarca “Bütün Araplar, bizi arkadan vurdular!” iftirasıyla milletimizi aldattılar.

Asıl amaç, Milletimizi İslam’dan soğutmak ve İslam Dünyasından soyutlamaktır.

Oysa Çanakkale destanımızın da, Kurtuluş Savaşımızın da en etkili ve birleştirici dinamiği İslamdı… Ve Atatürk dahil bütün kurtuluş kurmayları İslam dinamizminden özellikle ve olabildiğince yararlanmışlardı.

Hatta, Rusya’daki komünist devrimi bile, İslam dinamiğini kullanmamış ve Müslümanları aldatıp arkasına almamış olsaydı başarıya ulaşamayacaktı.

İncirlik gibi üsler, daha doğrusu gayri resmi işgal edilmiş şehir-siteler; aynı zamanda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi altında Siyonizm’in dünya hakimiyeti için, gerektiğinde asimetrik şehir ve sokak savaşlarında kullanılacak özel gerillaların eğitim ve destek karargahı olarak ta kullanılmaya hazırlanmaktadır..

1995’te Japonya’daki Okinava Üssündeki üç asker 12 yaşındaki bir kız çocuğuna zorla tecavüz edince, O zaman ki üs komutanı ABD Generali: ” Askerlerimiz böylesine girişimlere tevessül etmemelidir. Çünkü o kız çocuğunu kaçırmak için kiraladıkları arabaya verdikleri parayla on tane Japon kız kiralaya bilirlerdi” demişti.

Bu açıklamalar üzerine Okinava da halk ayaklanmış ve büyük çatışmalar yaşanmıştı. Ama her şeye rağmen, Okinava hala ABD üssü olmaya devam etmektedir. Zaten ABD’nin girdiği yerden çıktığı görülmemiştir.

Oysa 1974-1995 yılları arasında ABD askerlerinin Japonya’da mahkemeye intikal eden ama hiç birinin cezası verilmeyen tecavüz olayı 4716’dır.

Tarihte Kartaca, Roma, Bizans ve Sovyet Rusya gibi İmparatorluklar gücünün tam zirvesinde zannedilirken, birden bire yıkılmış ve dağılmıştır. Amerika şu anda her gün 1 milyar dolar borç ödemek zorundadır.

Siyonizm’in en büyük sömürgesi Amerika’dır.

Siyonist Amerikan yönetimi kendi halkını giderek artan sefalet ve sıkıntı içine atarak bütün gelirini askeri harcamalara ve onu destekleyen teknolojik alanlara harcamaktadır.

Siyonist ABD’nin gizli ve gerçek sahipleri Amerika’daki yerlilerden 75 milyonunu yok etmiştir. Ve işte zülüm ve katliam üzerine kurulan Amerika yıkılmak üzere çatırdamaktadır.

 

CIA kimleri finanse edecek?

NATO için ikinci bir merkez olarak önerilen Türkiye BOP için, operasyon merkezi olarak hazırlanıyor. Türkiye’de bir Marshall üssü için hazırlık yapılıyor. Bu amaçla 500 milyon dolar ayrıldı. Rakam milyarlara çıkacak. Türkçe’ye çevrilen “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” adıyla yayınlanan Frances Stonor Saunders’ın “Who Paid The Piper: The CIA an d the Cultural Cold War” adlı çalışması, bu sefer İslam Dünyasına yönelen kültürel savaşın boyutları konusunda bizi ciddi biçimde düşünmeye sevk ediyor. Daha önce Arapça’ya çevrilen kitapta CIA’in; aydınları, yazarları, akademisyenleri, sanatçıları, şairleri ve müzisyenleri, din adamlarını ve kanaat önderlerini nasıl kullandığına dair önemli bilgiler ve belgeler yer alıyor..

Kitabın içerdiği bilgilerden ziyade bundan sonra olabilecekler hakkında verdiği ipuçları bizi ilgilendiriyor. Soğuk savaş bitti. Sovyet tehdidi yok. Yeni sistemin ağırlık merkezini İslam coğrafyası üzerindeki paylaşım mücadelesi oluşturuyor. Kültürel ve dini dönüşüm amacıyla kapsamlı projeler uygulanıyor. BOP ve Yeni NATO burada devreye giriyor. Şimdi can alıcı ve “rahatsız edici” sorular sorma zamanı. “Yeni kültürel savaşı İslam dünyasına ve ‘İslam tehdidine’ karşı başlatan ABD, ne tür projeler geliştiriyor? Bölgenin İslam algısını dönüştürmek için neler yapılıyor? Kimlerden hangi çevrelerden yararlanıyor? Layt ve Ilımlı İslam parolası ve hoşgörü palavrasıyla kimleri kullanıyor? Daha önce Komünizme karşı ‘demokratik sol’u kullanan ABD, İslam’a karşı hangi muhafazakâr kanadı kullanıyor / kullanmayı düşünüyor? Bu amaçla hangi vakıf ve derneklere ve hangi meşhur ve malum kişilere destek veriliyor? Ne tür “işbirliği” yöntemleri deneniyor? Ortadoğu’ya yönelik seferberlikte kullanılması planlanan sivil toplum örgütlerine, nasıl bir rol biçiliyor? Hangi aydınlara, yazarlara, kanaat önderlerine, sanatçılara finansal yardım sağlanıyor? Yeni Osmanlıcılık ya da Osmanlı mirası çalışmalarıyla bu kültürel savaş arasında ne gibi bir ilişki yatıyor? ABD’nin “Demokratik İslam”, “Ilımlı İslam” çalışmalarının yeni kültürel savaşta yeri ne oluyor? Hangi projelere, hangi partilere, hangi liderlere ve ne türlü destekler veriliyor?

Rahatsız edici soruların sayısı artırılabilir. Sonradan hayal kırıklığına uğramaktansa bazı şeyleri şimdiden sorgulamaya başlamak gerekir… Aksi takdirde bu topraklarda yaşayan insanlar, gelecekte Washington’da çerçevesi belirlenen bir İslam anlayışına mahkum edilecektir. Ve patronu Siyonistler olan bir sistemin sadece demokrat piyonları ve Amerikan tanrısının kulları olarak, zelil ve rezil bir ömür süreceklerdir.

    

 


[1] Milli Gazete 2-Haziran-2004 Sh:8

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Selman YÜCEL

Selman YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx