YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66222b2c8162e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 2
Bugün : 4048
Dün : 26845
Bu ay : 455928
Geçen ay : 453014
Toplam : 23234892
IP'niz : 18.116.13.113

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

 

Enerjisiz Türkiye

Türkiye, enerji tercihlerini yaparken dışa bağımlılığı o derecede artırdı ki kendimizi muhtaç duruma düşürme tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. İran ve Rusya'dan gelen doğal gazın hiç hesapta olmayan bir şekilde azalması -ki bunun hesap edilmemiş olması başlı başına bir yanlışlık- zaten petrol dolayısıyla dış kaynaklara burnundan bağlı bir ülke portresi çizen Türkiye'nin manzarasını daha da içler acısı hale getiriyor. Bizzat Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler bile Türkiye'nin enerjideki dışa bağımlılığının hazin tablosunu ortaya koymaya yetecek kadar trajik. Güler, Türkiye'nin 2004 yılında 87.8 milyon ton petrol eşdeğeri olarak gerçekleşen birincil enerji talebinin ancak yüzde 28'inin yerli kaynaklarla karşılandığını kaydetti. Güler, bu oranın, 2010 yılında yüzde 29'a, 2020 yılında ise yüzde 32'ye ulaşmasının beklendiğini ifade etti.

 

Bu da, Türkiye'nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesini zorunlu kılacak. Çünkü elektrik enerjisini de büyük ölçüde doğal gazla üreten -hem de pahalı fiyata aldığı doğal gaz ile- bir ülke olan Türkiye söz konusu çeşitlendirmeyi gerçekleştirmezse temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile zorluk çeken ülkeler ligine düşme "başarısını" gösterebilir. Zira Türkiye doğal gaz tüketiminin yaklaşık yüzde 7'sini kendisi üretmektedir. Son yıllarda Trakya, Mersin ve İskenderun civarlarında yeni doğal gaz yatakları bulunmuş olsa da yeni kaynaklar Türkiye'nin ihtiyacını karşılamaktan uzak.

İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş ise alternatif enerji kaynaklarının öne çıkarılmasının şart olduğunu söylüyor: "Türkiye'nin doğal gazda Rusya'ya bağımlılığı yüzde 66.3 ile yüzde 67 arasındadır. 25 senelik anlaşmalarla kayıt altına alınan bu bağımlılık, önümüzdeki yıllarda yüzde 70'e tırmanacaktır. Biz Türkiye'nin enerji ihtiyacının riskten uzak ve ucuz bir şekilde temin edilmesini arzu ediyoruz. Bu yüzden de ülkemizin hidroelektrik santrallerini tam ve verimli bir şekilde kullanmasının, sayılarını artırmasının gereğine inanıyoruz. Enerji meselesinin iki boyutlu olduğunu düşünüyoruz. Bir bugünü ilgilendiren, iki de yarını ilgilendiren boyutu. Bugün için dışa bağımlılığı, makul seviye olan yüzde 20'lere düşürmeliyiz. Bu hedefi gerçekleştirmek için, hidroelektrik santraller, jeotermal kaynaklar ile ülkemizde bol miktarda bulunan kömür ve yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgâr ve güneşe yönelik yatırımlar yapmalıyız. Bu yatırımlar, gelecekteki enerji ihtiyacımızın karşılanmasına yönelik de çözümler üretecek. Ayrıca, yine bu amaçla hidrojen, bor ve benzeri geleceğin enerji kaynakları hakkında araştırmaları yoğunlaştırmalıyız. Tabii ki, bu arada, nükleer enerji seçeneğini de göz ardı etmemeliyiz."

 

 "Hal gidiş böyle iken Türkiye, enerji politikalarını belirlerken günü birlik ihtiyaçlarını bile hesaplamaktan uzak bir tutum izliyor. Çünkü doğal gaz ihtiyacını karşılaması için kısa vadeli bir çözüm olarak görülmesi gereken yeterli doğal gaz depolama tesislerine bile sahip değiliz. Yani Türkiye'nin doğal gaz ihtiyacını karşılaması Türkiye'ye gelen boru hatlarının bir sebeple devre dışı kalmasıyla anında köşeye sıkışma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Doğalgaz tüketen ülkelerin birçoğunda yüzde on civarında depolama tesisi bulunmasına karşılık bu oranın Türkiye için sıfır olması tehlikenin ve tedbirsizliğin boyutları hakkında yeterince fikir verebilir herhalde."[1]

Orta Asya Gazı

Orta Asya dünya sahnesinde sadece jeopolitik bakımdan değil jeoenerji bakımından da öne çıkmaya, önem kazanmaya başlıyor.

Rusya'nın başta Ukrayna olmak üzere bazı komşuları ile Avrupa arasında son günlerde yaşadığı doğalgaz krizinin sonucu olarak bugün Orta Asya doğalgazı tahmin edilemeyecek bir önem kazanmış bulunuyor; zira Rusya'nın hem Ukrayna ve hem de başkaları ile yaptığı son doğalgaz anlaşmaları Orta Asya doğalgazı sayesinde hayata geçebilecek; başka bir deyişle Rusya, Orta Asya ülkeleri ile ucuz doğalgaz bağlantılarına sahip olmasaydı ne Ukrayna ne de başkaları ile anlaşmalar yapabilirdi ve bu yüzden söz konusu krizlere çözüm de bulunamazdı.

Rusya malum kendi doğalgazını devlet kontrolünde olan dev Gazprom şirketi vasıtasıyla satıyor. Gazprom da sattığı doğalgazın büyük bölümünü Rusya'daki doğalgaz sahalarından elde ediyor; ama bu arada Gazprom kendi üretimini Türkmen doğalgazı ile destekliyor, meydana gelen açıkları bununla kapatıyor ve böylece taahhütlerini hem kendi hem de Türkmen doğalgazıyla yerine getirmiş oluyor.

Rusya'nın kendi doğalgazı artı Türkmen doğalgazından meydana gelen bu toplam sevkıyatı artık değişen şartlar sonucu başka bir mahiyet kazanmak üzere; zira Gazprom hem içte ve hem dışta da giderek artmakta olan ihtiyacı kendi kaynaklarıyla karşılayamama durumuna yavaş yavaş geliyor.

Gazprom, Rusya içinde Rus tüketicisine dış piyasalardan çok ucuza, devlet destekli fiyatlardan büyük miktarda doğalgaz satıyor. Bu miktar 2004 yılında 258 milyar metreküp, 2005 yılında ise 325 milyar metreküp civarındaydı ve Gazprom bu ucuz fiyatlardan dolayı yaklaşık 1 milyar dolarlık bir zararı üstlenmek zorunda kalmıştı. Diğer yandan, Gazprom dış piyasalara bu yıl 151 milyar metreküp doğalgaz satmayı hedefliyor ki bunun 2008 yılında en az 163 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor.

Gazprom'un bu artacak olan miktarları sadece kendi üretimiyle karşılamasının mümkün olmadığı, bu yüzden açığı kapatmak için başta Türkmenistan olmak üzere Özbekistan ve Kazakistan gibi Orta Asya ülkelerine daha çok dayanmak, onlardan daha fazla doğalgaz almak zorunda kalacağı bugünden tahmin ediliyor ve bunun da şüphesiz bu Orta Asya ülkelerinin jeoenerji bakımından yeni bir önem kazanmalarına yol açacağına bugünden muhakkak gözüyle bakılıyor.

Gazprom bu gelişmelerden dolayı son günlerde gözünü Türkmenistan ve Özbekistan'a eskisinden daha çok çevirmiş bulunuyor. Nitekim, bu yüzden Gazprom'un Özbekistan ile 2006 yılında 9 milyar metreküp, Türkmenistan ile ise 30 milyar metreküp doğalgaz alım anlaşması yaptığı bildirilirken Türkmenistan'dan alacağı doğalgazın 2007-2008 yıllarında 70-80 milyar metreküpü bulacağı tahmin ediliyor.

Bu arada, Gazprom'un Orta Asya'dan almayı planladığı bu büyük miktarlardaki doğalgazın daha kolay sevkıyatı bakımından mevcut Orta Asya merkezi doğalgaz hattının kapasitesini yükseltmek için planlama yapmaya başladığı söyleniyor. Buna göre, Gazprom, Türkmenistan doğalgazını Özbekistan ve Kazakistan üzerinden Rusya'ya bağlayan merkezî hattın bugünkü yılda 42 milyar metreküp kapasitesini yılda 55 milyar metreküp kapasiteye yükseltmeye hazırlanıyor. Ayrıca, Gazprom'un bu kapasite yükseltmesine ek olarak Orta Asya'yı Rusya'ya bağlayacak olan yıllık 30 milyar metreküp kapasiteli yeni bir doğalgaz hattını da ciddi şekilde düşündüğü ve Rusya'nın Orta Asya'daki güçlü müttefiki Özbekistan'da önümüzdeki yıllarda 1,5 milyar dolarlık enerji yatırımı planladığı da söyleniyor.

"Kısacası Rusya, kendi doğalgaz sahaları yaşlandığı, ihtiyaca cevap vermemeye başladığı için Orta Asya'ya enerjik bir biçimde yönelmiş bulunuyor. Bazı uzmanlar, Rusya'nın önümüzdeki yıllarda Orta Asya ülkelerinden yılda 100 milyar metreküp doğalgaz almasının söz konusu olduğunu bugünden söylüyorlar.

Orta Asya'nın doğalgazı dünya jeopolitiği ve jeoekonomisi bakımından işte böyle önem kazanıyor."[2]

M. Ali Birand bile insafa gelmiş soruyor:

İran Gaz Anlaşmasını İlk Biz Bozmadık mı?

Bizler, Erbakan'ın tamamen İran rejimine sempatik görünmek için bu anlaşmayı yaptığını ileri sürüp, konuyu çarpıttık. Washington da memnuniyetsizliğini hep belirtti. Zaten bir süre sonra 28 Şubat patladı ve iktidar değişti. Kısacası, doğru dürüst anlaşma yapamayan taraf İran değil, bizleriz.

Gazetelerimizde çıkan haber ve yorumlarda, İran ile yapılan anlaşma tartışılır oldu. Anlaşmada, İran'ın gereken gazı vermemesi durumunda hiçbir yaptırımın bulunmadığı ve işin Allah'a bırakıldığı yazıldı. Ancak, İran gazı konusunda bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum.

Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde, İran Cumhurbaşkanı Rafsancani'nin resmi ziyareti sırasında, İran Gaz projesi büyük ümitlerle imzalanmıştı. İran, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinin ihtiyaçlarını karşılayacak, Ankara'ya kadarki bölgeyi besleyecekti.

İran'ın dev doğal gaz rezervleri vardı ve bundan bizim yararlanmamız da son derece doğaldı. Ekonomik açıdan bakıldığında, akılcı bir projeydi. Kimin nereye kadar boru hattı döşeyeceği dahi belirlendi ve bir anlaşma imzalandı. Boru hatlarının ne zamana yetiştirileceğinden tutun, alınacak gaza kadar her şey saptandı. Ardından sorunlar başladı.

Bizler, Erbakan'ın tamamen İran rejimine sempatik görünmek için bu anlaşmayı yaptığını ileri sürüp, konuyu çarpıttık. Sanki doğalgaz değil, İran rejimini ithal edecektik. Zaten Amerikalılar bizim İran ile böyle bir anlaşma yapmamıza ters bakmışlar, izin bin bir zorluklarla alınabilmişti. Washington da memnuniyetsizliğini hep belirtti. Zaten bir süre sonra 28 Şubat patladı ve iktidar değişti.

 

Ecevit- Yılmaz- Cindoruk iktidarı bu projeye soğuk baktı. Ayrıca, yeterli fon bulunamadığından dolayı, Türkiye içindeki boru hatları gecikti ve anlaşmaya göre gazın akması gereken tarihe yetiştirilemedi. Oysa anlaşmada bir de tazminat maddesi vardı.

Durum böyle olunca, Tahran'ın kapısını çaldık. Sürelerle oynandı, tazminat azaltıldı ve proje küçültüldü. İranlılar bu konuda -enerji bakanlığı eski yetkililerine göre- Türkiye'ye anlayışlı davrandılar. Anlaşmanın bozulmasına göz yumdular.

İşte bugünlere böyle geldik. Kısacası, neyi ne kadar isteyeceğini tam hesaplayamayan, planlaması tutmayan ve doğru dürüst anlaşma yapamayan taraf İran değil, bizleriz.

Birilerini suçlarken madalyonun öbür yüzünü de bilmekte yarar var.

Bu konuda Milli Gazete'de, İslam Arslan'la yapılan Röportaj oldukca önemlidir:

Rusya Doğalgazı Nasıl Kullanıyorsa Biz De Bor'u Öyle Kullanalım…

– Bor Türkiye için neden önemli?

Bor madenleri dünyada birkaç ülkede bulunmaktadır. Bor madenleri ticari olarak üçe ayrılmaktadır. Kolemanit (kalsiyum boratlar) madeninin neredeyse tamamı sadece ülkemizde bulunmaktadır. Çok az bir kolemanit ABD'de var, lakin yeraltı işletmeciliği ile çıkarılması gerektiğinden bizim kolemanitlerle rekabet etmesi mümkün değil. Tinkal, (sodyum boratlar) büyük oranda iki ülkede bulunmaktadır. Türkiye ve Amerika'da. ABD tinkali (bu maden de aslında kernit adlı başka bir bor türünden elde edilerek ticari hale getiriliyor) 125 yıldır işletiliyor ve madenden ürün eldesi artık çok pahalı olmaya başladı. Başka anlatımla 1 ton bor elde edebilmek için 28 – 30 ton toprak örtüsü kaldırmak gerekiyor. Bizde ise bu 1/3 – 1/6 arasında değişiyor. 125 yıldır işletilen ABD tinkalinde rezervlerde oldukça azalmış durumda. Bu madende de Türkiye çok kısa bir süre sonra (10-15 yıl) rakipsiz kalacak. Son yıllarda Çin'in kalkınma hızının artması bor madenlerine olan dış talebini de artırdı ve bildiğim kadarıyla son yıllarda Çin'e Türkiye'den her türlü bor ürünleri ihraç edilmeye başlandı. Dolayısıyla dünyada tartışmasız şekilde net bir rezerv üstünlüğü sağladığımız ikinci bir madenimiz yoktur. Diğer yandan bor madenleri "Sanayinin Tuzu" olarak adlandırılmaktadır. 4.000'e yakın üründe hammadde olarak kullanılmakta ve bunların önemli bir kısmında da ikamesiz özelliğe sahip bulunmaktadır. Son yıllarda alternatif enerji arayışlarında hidrojen enerjisinin kullanım sürecinde önemli bir rol oynayacağının anlaşılması bu madeni daha da önemli hale getirmiştir.

Bor pazarında dev firmalar var

– Borla kim ilgileniyor?

Bor madenleri ile rakip Rio Tinto/US Boraks başta olmak üzere pek çok büyük firma ilgilenmektedir. US Boraks'ın bor madenlerine doğrudan talip olması mümkün değildir. Dünya ölçeğinde büyük bir tekel oluşturulmasına rekabet yasaları ve konjonktür müsaade etmemektedir. Bu nedenle, Rio Tinto eski çalışanlarına İngiltere'de kurdurduğu bir şirket kanalıyla Kazakistan'daki İnderbor bor madenlerini ele geçirmiştir. Şu günlerde Kosova'daki küçük bir bor rezervini benzer bir metod ile kontrol altına almak için görüşmeler yapmaktadır. Türk borları için ise US Boraks/Rio Tinto'nun bilgisi dâhilinde büyük firmaların bor madenleri ile ilgilenmesi beklenilmektedir. Nitekim Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, BHP Billiton isimli firmanın bor madenleri ile ilgilendiğini kendilerinin de buna sıcak baktıkları yönünde açıklamaları olduğu bilinmektedir. BHP Billiton ilginç bir firma. Rio Tinto gibi Avustralya-İngiltere merkezlidir. Şu anda dünyanın en büyük madencilik firması durumundadır. Yıllık cirosu yaklaşık 25 milyar dolardır. 2004 kârı da yaklaşık 6 milyar dolardır. Aynı zamanda hakkında pek çok şikâyetler ve yolsuzluklara karıştığı iddiaları eksik olmayan bir firma. Dünya'nın pek çok yerinde madencilik yapmaktadır. Rio Tinto ile ortaklıkları olduğu gibi birçok organizasyonda da birliktelikleri mevcuttur. Bildiğim kadarıyla bor konusuyla bu güne kadar ilgili değillerdi. Bor konusunda herhangi bir teknolojileri ve bilgileri olmadığı da bilinmektedir. Burada asıl ilginç olan, BHP Billiton-Shell bağlantısı. BHP ve Billiton birleşmeden önce Billiton, Shell'in madencilik grubu ile birleşmiştir. Hidrojen enerjisinin giderek bor bazlı bataryalara yönelmesi ve BHP Billiton firmasının bor ile ilgilenmeye başlaması aynı zaman dilimine denk gelmektedir.

Özelleştirmenin alt yapısı hazırlanıyor

– Türkiye'deki neptünyum, toryum ve bor madenleri konusunda ortaya çok ciddi oranlar ve rakamlar çıkıyor. Bu rakamlar ne derece doğru? Bu madenlerin elimizdeki rezervleriyle mevcut toplam borcumuzun binlerce kez ödenebileceği belirtiliyor? Bu doğru mu?

Bor'un önem ve değeri açıkça ortada, fakat diğer ikisi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Ülkemizde önemli bir varlığının olduğu bilinmektedir. Toryum ruhsatları bor madenini işletmekle görevli Eti Maden'indir. Toryum'da ikinci kuşak, temiz (radyasyonsuz) nükleer enerjinin hammaddesi olarak görülmektedir. Fakat şu anda ticari olarak işletilmemektedir. Bilimsel araştırma seviyesindedir ve gelecekte önemli bir enerji kaynağı olması kuvvetle muhtemeldir. Neptünyum konusunun spekülatif bir konu olduğunu düşünüyorum. Maden sahalarını ya da madenleri ham cevher olarak satarak, borç ödense ve kalkınılabilseydi, dünyanın en zengin ülkeleri Afrika ve Güney Amerika ve ülkeleri olurdu. Bor madenleri dünyanın yüzyıllarca ihtiyacını karşılayacak miktardadır. Fakat rezerv miktarı çarpı fiyat = değer formülü madenlerde geçerli değildir. Hiçbir firma trilyon dolarları madenlere bağlayamaz. Bu şekilde madenlerimizi satalım borçlarımızdan kurtulalım mantığı ile bir takım yalan yanlış bilgilerle özelleştirmenin alt yapısı hazırlanmaya çalışılmaktadır. Abartılı değerlendirmelerle doğru bilgilerden yanlış sonuçlar elde edilmek istenmektedir. Önemli olan sat-kurtul mantığı değil, bu madenlere dayalı sanayilerin geliştirilmesi ve çalışmak, çalışmak, çalışmaktır. Allah vergisi madenleri mirasyedi gibi satıp, harcayarak kalkınmak mümkün değildir.

Pazar ağı oluşturulmazsa Eti Maden yutulacak

– Etibank'ın dünyadaki rakipleri aynı zamanda müşterisi konumunda… Önümüzdeki günlerde Eti Maden'in maden konusundaki faaliyetleri ile ilgili ne gibi düzenlemeler yapılabilir, neler olabilir?

Dünya'da bor konusunda iki kuruluş var Eti Maden ve US Boraks. Bildiğim kadarıyla US Boraks kendi ürünlerini kendisi pazarlıyor. 125 yıldır bu sektörde faaliyet gösteriyor. US Boraks'ın pazarlama sistemi ana kuruluşu Rio Tinto'nun da dışında. Bu da bor madenlerine verdikleri önemi gösteriyor. Eti Maden ise kısmen Avrupa'ya ve Baltık ülkelerine kendi firmaları ile pazarlama yapıyor. Son yıllarda ABD ve Rusya'ya satışlara yönelik firmalar kurduğu bilinmektedir. Uzakdoğu pazarlama ayağı ise halen bahsettiğiniz türden aracılar eliyle yapılıyor. US Boraks'ın pazarlama faaliyetleri oldukça başarılı. Bunun sebebi de pazarlama sistemlerinin yaygınlığıdır. Bor rezervlerimiz dünya ihtiyacını yüzyıllarca karşılayacak büyüklüktedir. Teknolojik gelişmeler daha çok bor madeni tüketileceğini göstermektedir. Bu bağlamda Eti Maden'in tüm dünyaya yayılmış, etkin bir pazarlama ağı oluşturması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu değerli madenler için yabancı madencilik firmalarının büyük bir iştahla saldırması ve Eti Madeni yutması kaçınılmaz olacaktır. Ülkeler artık sadece askeri yöntemlerle sömürülmüyor. Uluslar arası firmalar denilen ve sürekli olarak büyüyen yapılar eliyle sömürülmektedirler. Madenlerin "insanlığın ortak malı" olarak ilan ettirip peşinden serbest ekonomik düzen, gümrük birlikleri, teşvikler vs. şeklinde söylemlerle, kendi ülkenizde, firmasının isminin başına da genellikle TÜRK (diğer ülkelerde o ülkelerin hassas olduğu kelimeleri) kelimesini yerleştirerek sömürmektedirler.

Bor kimyasallarında daha iyi bir yere gelmeliyiz

– Bor, Toryum ve Neptünyum'u Türkiye'de işleyebilecek teknoloji mi yok, yoksa bu teknolojiyi kullanabilecek beyinler mi yetişmedi?

Bor teknolojisinde ülkemiz oldukça iyi bir durumdadır. Bu teknolojiyi de kendisi yeniden üretmiştir. Şöyle ki yabancılara bedeli karşılığı kurdurulan tesisler ya çalışmamış ya da çok düşük kapasitelerde kalmıştır. Bu sektörde teknoloji alabileceğiniz başka bir firma yoktur. Türk mühendislerinin gayretleri ile pek çok makine ekipman değiştirilerek veya yeniden dizayn edilerek verimli çalışır hale getirilmiştir. Şu anda tesisler bildiğim kadarıyla tam kapasite ile çalışmaktadır. Daha da önemlisi, önceki yıllarda ısrarla vurguladığımız rafine ürünlere geçişin % 90 oranında sağlanmasıdır.

Katma değeri daha yüksek olan rafine ürünlere yönelinmesi, Eti Maden'i, ham cevher üretip satan bir madencilik kuruluşu olmaktan çıkarıp kimya tesisine dönüştürmüştür. Rafine ürünlere yönelinmesi ile 180-190 milyon dolar civarında olan ihracat 300 milyon dolar mertebesine çıkmıştır. Bu yeterli mi? Bence bu da yeterli değil. Türkiye bor kimyasallarında daha iyi bir yere gelmelidir. Toryum yukarıda da bahsettiğim gibi şimdilik ciddi projeler kapsamındadır ve nükleer enerji politikaları ile ilgilidir. Türkiye öncelikle nükleer enerjiye sahip olmalıdır ki toryum gündeme gelebilsin.

Bor ve toryum stratejik madenlerdir

– Bu madenlere ‘stratejik madenler' deniyor. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Bor ve toryum madenleri stratejik madenlerdir. Bu sadece rezervlerinin piyasayı tam kontrol edecek oranlarda ülkemizde olmasından kaynaklanmıyor. Stratejik maden olmasının başka sebepleri de var. Bu maden sanayinin birçok alanında kullanılıyor ve alternatifi yok. Birçok ürünün bu maden olmadan üretilmesi mümkün değildir. Bugün Avrupa bor madenlerine bağımlılığı azaltmak için ciddi çalışmalar yürütüyor, önemli miktarda paralar harcıyor. Bunun sebebi yakın bir gelecekte ‘Bora bağımlılık = Türkiye'ye bağımlılık' olacak olmasıdır. Rusya'nın halen yaşanan Ukrayna örneğinde de olduğu gibi doğalgaz politikalarını hatırlarsak. Avrupa'nın Türkiye'ye bakışını göstermesi bakımından bor madenlerine karşı aldığı tavır ilginç bir göstergedir. Bor madenlerinin alternatif enerji kaynaklarında önemli bir ürün olarak ön plana çıkması stratejik olma özelliğini pekiştirmektedir. Hidrojen enerjisinde kullanılan bilgi teknoloji ve bor dışındaki diğer ürünler pek çok kaynaktan temin edilebilirken borun sadece Türkiye'den temin edilebilecek olması bor madenlerini stratejik olmasının da ötesine taşıyacaktır.

Binbir güçlükle kurduğumuz tesisler kapatıldı

– Bu madenler özelleştirmenin kurbanı olacak deniyor. Sizce özelleştirmeden başka çözüm yok mudur? Ne yapılmalıdır?

Bor madenleri 2001 yılında özelleştirmeye hazırlanmak için Özelleştirme İdaresine devredilmişti. Bu konuda DENETDE olarak bizim de katkımızla kamuoyunun haklı ve yoğun baskıları sonucunda bu yanlıştan dönüldü. Ancak bu dönüş samimi bir dönüş olmadığı için bor madenlerine yönelik stratejik görüş ve planlar oluşturulmadı. Örneğin hükümet programına, acil eylem planına almasına rağmen Eti Maden'in özerkleştirilmesi yönünde adım atmadı. Yüzlerce yıl dünyanın temel bir ihtiyacını sağlayacağı tek kaynağı kontrol eden bir firmanın bu şekilde elinin kolunun bağlı bırakılması doğru değildir. Hükümet bürokrasi ile mücadele ettiğini her fırsatta açıklamakta, pek çok olumsuzluğu bürokrasiye yüklemektedir. Eti Maden gibi yatırımcı kuruluşların gelişmesini sağlayacak tedbirleri almakta ise hiç de istekli davranmamaktadır.

Küçük bir tesis yatırımının bile bürokrasi sebebiyle en az 4 yıl sürdüğü düşünülürse ve bürokrasinin bu hükümet döneminde daha da artırıldığı hatırlanırsa hükümetin bor madenleri ile ilgili görüşünün daha çok özelleştirmeye yönelik olduğu ifade edilebilir. Özelleştirme madencilikte hiçbir tesis için çare olmamıştır. Bakır, Çinko-Kurşun, Ferrokrom tesislerinde yapılan özelleştirmeler sonucunda bu madenlerde ham cevher satışına geri dönülmüş, bin bir güçlükle kurulan metalürji tesisleri -hem de fiyatların oldukça yüksek olduğu bir dönemde- kapatılmıştır. Yakın zamanda özelleştirilen alüminyumu da benzer bir akıbet beklemektedir.

Politika belirlenmezse tehdide dönüşür

Hükümetin; acil eylem planında ve hükümet programında bahsettiği gibi, Eti Maden'i, hızlı karar üretecek, uluslar arası pazarda daha etkin olmasını sağlayacak şekilde özerkleştirmesi gerekmektedir. Özerkleştirme yapılırken etkin bir denetim yapısının oluşturulması da gerekmektedir. Bu stratejik madene özel bir yaklaşım kaçınılmazdır. Sonuç olarak Topraklarımızda çıkan bu stratejik madenler bizim için çok büyük bir fırsat olacakken ulusal politikalar belirlenmez ve takip edilmez ise tehdide de dönüşebileceği unutulmamalıdır.

Kamu Yönetim Reformu, ‘Denetim'i kaldıracak

– Bu dönemde özelleştirme çok ciddi bir şekilde yapılıyor. Dolayısıyla pek çok konuda olduğu gibi madenlerimiz konusunda da AKP Hükümeti teslimiyetçi tavrını sürdürüyor. Size göre çare nedir?

Elbette, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikalar neyse bugün de öyle olmalı. Her şey millileşmeli. Milli ekonomi, milli sanayi (Burada millileştirmenin devletleştirme ile eş anlamlı olmadığını belirtmek isterim)… Bakın burada dikkat edilmesi gereken bir şey var. Türkiye'de denetim sistemi milli karakterli, ulusal karakterli olduğu için hedef oluyor. Teftiş kurullarını kapatmak gibi önerilerin sebebi bu. Teftiş ve denetim kurulları milli hafıza niteliğindedir. Bu hafızayı yok etmeden yeni bir şeyleri kurulamayacağı, devletin ve milletin aleyhine işler yürütülemeyeceği için. Bu kurullar direnç noktalarıdır. Bir ülkenin dış tehdide karşı savunma birimi nasıl silahlı kuvvetleri ise iç tehditlere karşı emniyet güçleri ise, bürokrasideki, idaredeki savunma gücü de teftiş ve denetim kurullarıdır. Denetimin kriterleri nedir? Anayasa, yasalar, tüzükler ve yönetmeliklerdir. Dolayısıyla ülkede anayasaya, yasalara ve devlet yapısına aykırı uygulamalar ve getirilmek istenen bir takım değişiklikler bu mekanizma tarafından engelleneceği için, teftiş ve denetim kurulları kaldırtılmak ve kaldırılmak istenmektedir.

Küresel sermaye, hakimiyetini pekiştirmek milli yasalardan bağışık olmak isteklerini yerine getirecek bürokratların çekincelerini ve hesap sorulmasını, yargıya sağlam delillerle intikalini önleyerek takipsiz kalmalarını, bu bürokratların kendi lehlerine daha rahat çalışmalarını temin etmek ve tamamen devletin kontrolü dışında kalmak amacındadır. Yani Türkiye tarlasında da hasadı sorunsuz yapmayı amaçlıyor. Teftişi ve denetimi de bu tarlanın dikeni olarak görüyorlar. Onlara göre de dikenlerin temizlenmesi temizlettirilmesi lazım. Kamu Yönetim Reformu kapsamındaki yapılmaya çalışılanlar kısaca bu şekilde özetlenebilir.


[1] Suavi Kemal / Milli Gazete / 27.01.2006

[2] Fikret Ertan / Zaman / 02.02.2006

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Hakan EKMEKÇİ

Hakan EKMEKÇİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx