ARKADAŞLIK HUKUKUNU GÖZETMEK
İslam tasavvufunun en önemli yararlarından birisi de samimi ve seviyeli tanışıklıklara ve çok değerli dostluklara vesile olmasıdır.
Arkadaşlık, genel islam kardeşliği içinde, yakın sevgi ve saygı bağları ile kurulan özel bir samimiyet ve dostluk halidir. Bu özel arkadaşlıkların oluşmasında, ortak kaderler, ortak hevesler ve ortak hedefler gibi müşterek duygu ve düşünceler önemli rol oynar.
İnsan ve toplum hayatında bu özel dostlukların çok önemli bir yer tuttuğu inkar edilmez.,
Hz. Peygamber efendimiz: "Allah kime hayır murad ederse, ona salih ve sadık bir dost bahşeder ki, Allah'ı unuttuğunda ona hatırlatır, hayırlı hizmet ve ibadetlerinde ise ona yardımcı olur." buyurmakla bu gerçeği ifade etmektedir.
Başka bir hadisi şerifte ise "Allah'u taalanın yeryüzünde bir kısım nazargahları vardır ki, bunlar gönüllerdir. Allahın en sevdiği gönüller ise, günahlardan en temiz bulunanı, dininde çok dikkatli ve gayretli, dostlarına karşı ise en merhametli ve en şefkatli olanıdır." buyrulmuştur.
Böylesi gerçek dostlar pek az bulunabilmekte ve bu tür dostluklar çok zor kurulabilmekte olduğu için dostlarımızın kıymetini bilmeli, onların varlığını büyük bir nimet ve ganimet olarak görmeliyiz.
İbn-ül Mübarek: "Lezzetlerin en güzeli dostlarla oturmak, onlarla sohbet ve muhabbet etmektir. Dünyada Allah için kurulan ve devamlı korunan böyle bir dostluktan daha büyük bir saadet düşünemiyorum." demiştir.
Yüzlerini görünce ferahlayacağımız, bilgi ve becerilerinden yararlanacağımız böyle dostlarınız bulunmuyorsa, dünyada sizden daha talihsiz kimse yoktur.
Sırlarınızı açacağınız, her türlü sıkıntıda kendileriyle konuşacağınız, mutluluklarınızı paylaşacağınız, salih ve samimi dostlarınızdan mahrum kalmak, hayat boyu hücre hapsine mahkum olmaktan farksızdır.
Bir ayeti kerimede "...Evinin anahtarlarını aldığınız arkadaşlarınızın ve sadık dostlarınızın (evlerinde rahatlıkla yiyebilirsiniz)."[1] Buyurmakla kişinin "evinin anahtarlarını teslim edebileceği", yani evini ve evinde sakladığı her şeyini güvenebileceği kimselerin ancak gerçek dostları olabileceği vurgulanmıştır. Tabi bu durum nikahımız düşen bir hanımın, beyi bulunmadığı halde o eve girebileceğimiz şeklinde anlaşılması yanlıştır.
Bu arada dostlarımızın da nihayet bir insan olduğunu onların da nefis taşıdığını ve herkes gibi devamlı şeytanın hile ve vesveselerine maruz kaldığını tabiatıyla bir takım zaafları ve kusurları bulunacağını unutulmamalı ve "dostumuzun bir gün hasım olacağını düşünerek sev. (sevgide aşırı gitme) düşmanınızın da bir gün dost olabileceğini hesaba katarak buğz et." hadisinin ihtarı da dikkate alınmalıdır.
Hem "kusursuz dost arayan, asla dost bulamaz" Atalarımız "Kıyas'ı nefs mizanı adalettir" yani arkadaşlarımızı kendimizin yerine koyarak, hoşgörü ile hareket edilmeli sözü ne kadar yerindedir. Kusurlarından dolayı dostlarını tepeleyenler, bir gün kendilerinin de terk edileceğini düşünmelidir.
Çok uzun yıllar sonucu çeşitli tecrübelerle zar zor tanıdığımız ve bir kısım zaaflarına ve kusurlarına vakıf olduğumuz eski dostlarımız, şimdilik yüzümüze gülen ve hoş görünen yeni tanıdıklarımıza tercih edilmelidir. Şayet bunları da aynı dönemlerden ve denemelerden geçirdiğimizde, boyalarının dökülüp foyalarının sırıtacağı görülecektir.
Şeytanların ve münafıkların en çok uğraştığı şeylerden birisi de, Allah için kurulan bu tür dostlukları bozmak ve yıkmaktır. Bu konuda gayet uyanık bulunmalı, dostlarımıza ve arkadaşlarımıza karşı daima hoşgörü ve hüsnüniyet içinde olmalıyız. Kızgınlıkların kırgınlıklara, kırgınlıkların dargınlıklara, dargınlıkların ise düşmanlıklara dönüşmesine fırsat vermemeliyiz. "Gidilmeyen yoların dikenlerle kaplanacağı" unutulmamalıdır. Bu gibi durumlarda feragat ve fedakârlığı karşı taraftan beklemek yerine, kendimiz yapmalıyız. Efendimizin buyurduğu gibi "Gerçek iyilik ve insanlık, seni mahrum edene vermen, sana gelmeyene gitmen, senden kaçanı arayıp sormandır."
Hz. Ali "Dostlarıma bir dirhem iyilik etmeyi, başkalarına bin dirhem sadaka vermekten daha üstün tutarım" buyurmuştur.
Dostlarımıza yaptığımız herhangi bir iyiliği ise, hemen unutmalı, ama bize yapılanları asla hatırdan çıkarmamalıyız. "Ey iman edenler, hayır ve iyiliklerinizi başa kalkmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayınız."[2]
Zira "Gerçek müminler, Allah için kardeşlerine verdikleri şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı ve pişmanlık duymazlar (severek ve isteyerek iyilik ederler) ve kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler."[3]
Dostlarından birisi İbn-i Şirme'ye bir şeyler getirdi. Üstad: -bu nedir? Diye sorunca, dostu: "-bana yaptığın iyiliğe karşı bir hediyedir deyince, İbn-i Şirme çok üzüldü ve "malını geri al, o dostun üzerine dört adet Tekbir getir (cenaze namazı kıl) ve artık onu ölülerden say.) dedi.
"Biz size sadece Allah rızası için yedirip içirdik. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür istemiyoruz."[4] ayeti bize salih ve halis dostların halini haber vermektedir.
Dostlar en çok gereken vefa duygusudur. Caferi Sadık Hz. Leri "Bir günün samimiyeti ahbaplık, bir aylık ahbaplık ise arkadaşlıktır. Bir yıllık samimi arkadaşlık ise samimi akrabalık gibidir. Kim onlardan yardımı ve alakayı keserse, Allah da onlardan rahmet ve nusretini keser." buyurmaktadır. Defalarca affedildikleri halde, yine hıyanet ve hakarete kalkışanlar ise ayrıdır. Bu gibilerden uzak durmalıdır.
Ancak uzun yıllar yoldaş ve sırdaş olduğu arkadaşlarını, arabası düze çıkınca terk edip yarı yolda bırakmak ise vefasızlık ve vicdansızlıktır.
"Demek siz iş başına gelecek (imkan ve iktidar sahibi) olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak, ahbap ve arkadaşlarınızla alakayı keseceksiniz öylemi?"[5] ayeti böyle vefasızları ve fesatçıları şiddetle kınamaktadır.
Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, huzurlarına gelen ihtiyar bir kadına iltifat ve ikramda bulundular bu davranışlarının hikmetlerini ise : "O kadın bize Haticenin sağlığında gelir giderdi." Şekline de açıklamışlar ve mübarek zevceleri Hz.Haticenin hatırına onun dostlarına iyilik etmenin bir vefa borcu olduğunu göstermişlerdir.
Dostlarımıza karşı bilerek veya bilmeyerek yapacağımız haksızlık ve hakaretlerden sonra, mutlaka özür dilemesini, gönül almasını bilmek, onların özürlerini kabul edip bağışlamak insanlık icabıdır. Cenabı Hakkın Hz. Yusuf'a: "Sen kardeşlerini bağışladığın için sana peygamberlik rütbesini verdim." Dediği eski kitaplarda kaydedilmektedir. Efendimiz (SAV): "Arkadaşlarının özürlerini kabul etmeyenlerinin Allah katında mazeretleri kabul edilmeyecektir." buyurmaktadır.
Samimi arkadaşlar arasında haset ve kıskançlık olmamalı, dostlarımızın gıpta damarını tahrik edecek gösteriş ve övünmelerden şiddetle sakınmalıdır.
"Halbuki ilim ve hikmet verilmiş (nice kimseler) kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan dolayı anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine girdiler."[6] ayeti bu gerçeğe dikkatimiz çekmektedir.
Büyüklerimizden birisi: "Kim kendisini dostlarından üstün tutarsa, hem ona hem dostlarına yazık olmuştur. Kim ki kendisini dostları ayarında görür ve bu dostluğu küçümser ise, her iki tarafta boşuna yorulmuştur. Her kim de nefsini kardeşlerinden aşağı bilir ve bu beraberliğe önem verirse, işte bu dostlukta hayır ve huzur bulunur" demiştir.
Birisi gelip Cüneydi Bağdadiye: "Zamanımızda gerçek dostlar azaldı" diye sızlandı. Hz. Cüneyd: "Eğer dost diye yükünü taşıyacak ve senin sıkıntılarına katlanacak birini arıyorsan, böyle ahmak zor bulursun. Bulsan da tez kaçırırsın. Ancak kendisine Allah için hizmet ve hürmet edeceğin ve derdine ortak olabileceğin birilerini arıyorsan, herkes senin dostundur." Karşılığını verdi.
Dostluğumuza zarar verecek lüzumsuz mücadele ve münakaşalardan da şiddetle sakınmalı, bizim yüzümüzden külfete ve zahmete girmelerine de sebep olmalıdır. Allah korusun, dostlarımızdan birinin ayağı kayarda günaha batar ve haktan saparsa, bu durumda bile arkadaşımızı terk etmemeli, onun islahına çalışmalı ve devamlı dua etmelidir. Zira müminin mümin kardeşi için, onun gıyabında yaptığı dua kabuldür. Ashaptan Ebu Derda (ra) : "Bazen 70 kişinin ismini sayarak kardeşlerime dua ettiğim olur." buyurmuşladır.
Dostlarımızın günahlarını ve hatalarını en münasip bir şekilde hatırlatmalı, onların yanlışlarına göz yumarak hadiste buyrulduğu gibi "kardeşlerimiz aleyhine şeytana yardımcı olmamalıyız."
Efendimiz : " Mümin müminin aynasıdır." buyurdular. Çünkü insan aynaya, ancak yüzündeki ayıpları görmek ve düzeltmek için bakar. Kişi dostunun dini ve huyu üzeredir." Arkadaşlarımızın, bazı beğenmediğimiz hallerinin bir nevi kendi kusurlarımızdan kaynaklandığını düşünmekte bir fazilettir.
Bir Allah dostu şöyle nasihat ediyor: "Arkadaşının verdiği sıkıntıya katlanmak, ona çıkışmaktan hayırlıdır. Ona bağırıp çağırmak ise, alakayı kesmekten hayırlıdır. Alakayı kesmek ve küsmek ise, hadise çıkarmaktan ve kavga etmekten daha hayırlıdır." Konumuzu iki hadisi şerif mealinde kapatalım.
"Mümin ülfet eden (başkaları ile hoş geçinen) ve ülfet edilen, (kendisi de sevilen) kimsedir. Kendisi ile uyuşulmayan, başkalarıyla da anlaşamayacaktır. Ve dostları bulunmayan sevimsiz ve geçimsiz kimselerden hayır yoktur."
"Sırf Allah rızası için buluşan Allah için birbirlerini arayıp soran ve hiçbir karşılık beklemeden birbirlerinin derdine ve neşesine ortak olan sadık dostlar, Allahın sevgisini ve esirgemesini hak etmişlerdir."
Bu tür dostlukların ve samimi arkadaşlıklarının kazanıldığı en verimli ortamlardan birisi de, şüphesiz tarikat bağı ve tekke ortaklığıdır. İnsanlarımız arasında samimi ve daimi bir sevgi ve saygının yeniden kurulması için, bu muhabbet ocaklarının atalet ve istismardan kurtarılıp İslami ve insani ölçülere göre yeniden canlandırılması ve yaygınlaştırılması, insanımıza en hayırlı hizmet olacaktır.
[1] Nur: 61
[2] Bakara:246
[3] Haşr:9
[4] İnsan:9
[5] Muhammed:22
[6] Bakara:213
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|