Bediüzzaman Said Nursi, çağımızın en büyük âlimlerinden ve sağlam hadis ve haberlerle müjdelenen büyük devrim ve değişime alt yapı ve ön hazırlık görenlerden; çok önemli bir şahsiyettir.
Kendisi Kürt kökenlidir. Ancak bütün himmet ve hizmetini Türkiye’ye ve aziz milletimize vermiştir.
“Türk olan bir tek Hulusi’yi, binlerce cahil kürde değişmem… Binlerce gafil kürdü, birer Türk olan Asım, Refet ve Hüsrev’e mukabil görmem” (Barla lahikası sh. 1503) diyecek kadar ırkçılık düşüncesinden uzak bilinmektedir. Türk devletine, milletine ve askerine, aşk derecesinde bağlı birisidir. Ve zaten en birinci ve bahtiyar talebesi olan Elazığlı Hacı Hulusi (Yahyagil) Bey’de, Çanakkale, Kafkas ve Milli Mücadele gazisi olan şerefli bir Albay emeklisidir.
Bizim kanaatimize göre, Atatürk konusunda bir “İltibas-karıştırma” mevzubahistir.
Atatürk, Tanzimattan beri ülkenin hayati kurumlarını ele geçiren ve bütün dünyada hâkimiyetlerini hissettiren Siyonist Yahudiler ve sabataist dönmelere rağmen, artık hiçbir hareketin başarılı olmayacağını sezmiş ve onların yanında ve yolunda görünerek, en azından zahiri ve resmi plan da olsa “Anadolu’yu kurtarmayı ve Türkiye Cumhuriyetini kurmayı” hedeflemiştir. Ve tabi yıllar sonra fark edilen bu çok ince siyaset ve stratejisinde; sabataist dönmeleri ve Siyonist Yahudileri bile uzun zaman inandıracak gerçekçi bir rol üstlenmiştir.
O’nun bu dâhiyane rolünü fark edemeyenlerin: ” Türkiye’mizi siyon ülkesi, milletimizi Yahudi kölesi” yapmaya çalışan hıyanet şebekesine duydukları haklı nefret ve tepkiyi bazen, onların elebaşı görünümündeki Mustafa Kemale yöneltmelerini çok dikkatli tahlil etmelidir.
Bakınız, Bediüzzaman bu konuda şunları söylemektedir:
“Lozan antlaşmasından sonra, İngiltere Avam kamarasında, kendisine yöneltilen “Türklerin istiklalini (bağımsız cumhuriyetlerini) niçin tanıdınız? Eğer, böyle olacaktıysa, bunca savaşı ve zayiatı niçin yaptınız?” Diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon şu cevabı vermiştir:
“Çünkü işte asıl bundan sonra Türkler, bir daha eski satvet (Kuvvet) ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları Kur’an ve İslam yolundan koparmakla, ruh ve maneviyat cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz!”
Demek ki Mustafa Kemal ve İsmet’in razı oldukları durum, Türk milletini manen ve İslamiyet yönünden öldürme ve yok etme planıdır”
“İslam dinine ve ümmetine hıyanet eden o dehşetli şahsın, önemli bir kuvvetinin ve ekibinin Yahudiler olacağı yolundaki hadis ve haberlerin doğruluğunu; Lord Gürzon ve Hayim Nahum gibileri ortaya koymaktadır” (Bak: Emirdağ Lahikası Sh.1820-1821 Risale-i Nur Külliyatı 2. Cilt Nesil Neşriyat)
Bu sözlerden de açıkça anlaşılıyor ki, Bediüzzaman, Yeni Türkiye Cumhuriyetinin perde arkasındaki Yahudi ve dönme hıyanetini herkesten önce sezmiş, ancak Atatürk’ün de onlardan birisi olduğunu zannetmiştir.
Halbuki Atatürk en güçlü bulunduğu, muzaffer bir komutan ve Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde, Bediüzzaman’ı defalarca Ankara’ya davet etmiş, hürmet ve rağbet göstermiş, çok önemli ve yetkili görevler vermek istemiş ve bütün bunlara rağmen Bediüzzaman’ın çok sert ve ters tepkilerinin asıl niyetini bildiği için olacak ki, kendi fıtratına hiç uygun düşmeyecek şekilde, yine de sabır ve sükunetle karşılık vermiştir.
Bakınız, Bediüzzamanın Mısır’daki El-Ezher üniversitesine karşılık, hatta içinde müsbet ilimlerle, dini ilimlerin birlikte okutulacağı ve bütün Asya’daki Müslümanların, ilmi ve İslami yönden bir yüksek öğretim merkezi olacağı; Türk, Kürt, Arap, Acem, Hint, Çin gibi farklı kavimlerin kaynaşacağı, Türkçe, Kürtçe ve Arapça’nın birlikte konuşulup okutulacağı bir “Medresetüz Zehra”yı, Van ilimizde kurmak istediğinde, Ankara Büyük Millet Meclisin deki 200 mebustan, başta Mustafa Kemal’in de bulunduğu 163 mebus, şimdi trilyonlar değerinde olan 150 bin Lira tahsisat vermeyi kabul etmişlerdir.” (Bak: Emirdağ Lahikası 27. Mektup)
Bediüzzaman Osmanlının son dönemlerinde İstanbul’daki Dar’ul-Hikmet azası iken, batılı barbarların Çanakkale’ye hücumu üzerine “Hutuvat-ı Sitte” isimli gaddar zalimlerin yüzüne tüküren risalesi, daha sonra İstanbul’u işgal eden İngiliz başkomutanına okutulunca, oldukça hiddetlenmiş ve Bediüzzaman hakkında idam kararı vermiştir. Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve özellikle Kürtler arasında çok sevilen ve sayılan Bediüzzaman’ın öldürülmesi halinde, “aşiretlerin isyan edeceği ve İngilizlerin Anadolu’yu parçalamak üzere düşündükleri Kürdistan hayalinin suya düşeceği” endişeleri hatırlatılınca bundan vazgeçmiştir. (Tarihçe-i Hayat İlk hayatı Sh.2137)
İşte Bediüzzaman’ın bu kabiliyet ve karakterini iyi bilen Atatürk, O’nun kıymetini ve ehemmiyetini taktir ederek, defalarca Ankara’ya davet eder. Bunların birkaçına olumsuz cevap veren Bediüzzaman, sonunda yakın dostu Van valisi Tahsin Beyin de ısrarıyla Ankara’ya gider ve Mecliste ayakta ve alkışlarla karşılanır. Bir müddet Hacı Bayram civarında ikamet eden Bediüzzaman, pek çok mebusun namaza başlamasına, ve Mecliste daha büyük bir mescit açılmasına öncülük eder.
Ancak bu arada, mebuslar arasında, namaz ve dindarlık konusunda şiddetli münakaşa ve münazaralar da başlamıştır.
Bunun üzerine Atatürk, Bediüzzamana: “Sizin gibi kahraman bir Hoca bize çok lazımdı. Bu yüzden sizin yüksek fikirlerinizden istifade etmek niyetiyle buraya çağırdık… Ama siz, gelir gelmez en önce, namaza yönelik şeyler konuşup yazmakla işe başladınız ve maalesef aramızda ihtilaf çıkardınız…” deyince, üstad hiddetlenerek ve sert cevaplar vererek Ankara’dan ayrılmıştır. (Bak: tarihçei Hayat İlk Hayatı Sh.2138)
Bu tür karşılık ve karışıklıklara hiç tahammülü olmayan Atatürk’ün, yine Bediüzzaman’ı saygı ve sükunetle dinlemesi ve hoş görmesi oldukça dikkat çekicidir ve bu tavır üzerinde durmak ve düşünmek gerekir.
Yine bizim kanaatimize göre Atatürk, Siyonist dönmelerin milleti dinsizleştirme faaliyetlerine karşı, Bediüzzaman’dan yararlanmak istemiştir. Çünkü O’nun geçmişte İttihat Terakkiyle münasebeti ve Abdulhamid’e karşı muhalefeti, böyle bir hizmette, zındıka komitelerine karşı da bir oyalayıcı kılıf olabilecekti…
Ancak Bediüzzaman’ın, “Beyin eğitiminden önce Beden eğitimi” yaptırmak cinsinden bir davranışı ve önce namazla işe başlaması, Atatürkürk’ün bu girişimini başlamadan bitirdi. Ve yine yeri gelmişken bir kanaatimizi daha belirtelim ki: Bediüzzaman’ın Sultan Abdulhamid’i önce müstebid (İstibdatcı ve Zorba) ve baskıcı zannetmesi, Mason cemiyeti olan İttihat Terakkiyi, hürriyet ve adalet fedaileri bilerek içlerine girmesi ne ise; Atatürk’ü devleti ve cumhuriyeti ele geçiren hıyanet ekibinin başı olarak görmesi ve hatta dönmelerin damadı olan ve Anıtkabiri yaparak ve Atatürk’ü koruma kanunu çıkararak, Mustafa Kemalin tabulaştırılıp siyonistler tarafından istismarına ve Türkiye’nin Amerikanın yarı sömürgesi yapılmasına çalışan Adnan Menderesi bir İslam kahramanı ilan etmesi de, aynı “İltibas-özü biri birinden farklı, ama yüzü çok yakın ve benzer şeylerin karıştırılması) hadisesidir.
Ama bazıları, Atatürk’ün Bediüzzaman’a karşı bu ilgisini, “O’na Milletvekilliği, üniversite öğretim görevliliği, Şeyh Sünusi gibi umumi Anadolu vaizliği gibi önemli hizmet tekliflerini “O’nun nüfuzundan, (etkinliğinden) kendi hesabına yararlanmak istiyor. Bediüzzaman’ı susturmak ve kendine bağlamak istiyor.”[1] Şeklinde değerlendirmiştir.
Halbuki tarafsız ve ön yargısız bir şekilde ve dikkatle incelenirse, bu olaya bizim bakış açımızla yaklaşılabileceği de görülecek ve hak verilecektir.
Elazığ Palu kazasındaki Şeyh Sait Efendi’nin, Van’daki Bediüzzaman’dan “sizin nüfuzunuz kuvvetlidir… Yardımınız gereklidir” diyerek yapmayı tasarladığı isyan hareketine katılmasını isteyen mektubuna: ” Türk milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok alimler-veliler yetiştirmiş necip bir millettir. Bunların torunlarına ve ehli imana kılıç çekmek caiz değildir. Siz de sakın böyle bir işe girişmeyiniz ve bu teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Ülke dahilinde silahla değil, İslahla neticeye gidilir. Millet irşat ve tenvir edilmelidir.” (Barla Hayatı Sh. 2140) şeklinde cevap vermesine rağmen, kaderin sevkiyle ve Risale-i Nurun yazılması hikmetiyle, o zaman İsparta’nın ıssız bir kasabası olan Barla’ya sürgün edilmiştir.
BEDİÜZZAMAN VE ORDU:
Kahraman Türk ordusuna çok değer veren ve sürekli övgüyle bahseden Bediüzzaman:
“Ben bu milletin bahadır ordusunun milyonlarca efradını, eratını ve subaylarını samimiyetle seviyorum, hürmet ve haysiyetlerini, elimden geldiği kadar korumaya çalışıyorum.
Ama benim garazkar ve mason muarızlarım ise, bir tek adamı sevmek ve yüceltmek bahanesiyle, Türk ordusunun şehit olan ve hayatta bulunan milyonlarca mensubuna hıyanet ve hakaret ediyor…
Bana hücum edenlerin tek bahanesi “Mustafa Kemal’e itirazım ve dost olmadığım” dır.
Halbuki O, beni taltif etmek (itimat ve itibar göstermek) ve bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya resmi yetkili umumi vaiz olarak göndermek üzere Ankara’ya çağırmıştır” (Emirdağ Lahikası 27. Mektup) sözleriyle bu samimi duygularını açığa vurmaktadır.
Bediüzzaman; geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki milyonlarca mensubuna hayran ve hayırhah olduğum “Bin seneden beri cengaverliğini, gaziliğini ve hak perestliğini dünyada gösteren ve ispatlayan… Kur’anın bayraktarlığını kılıçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan (Emirdağ Lahikası 27. Mektup) bir ordunun bir tek kumandanına, yanlış ve haksız bulduğum bazı davranışları yüzünden karşı çıkmam bahane edilerek, bana bu denli hücum ve hakareti hak ediyor muyum? Diye sormakta ve aslında Atatürk’ün istismar ve suistimal edildiğine parmak basmaktadır.
Bu arada, biz de merak edip soruyoruz: Geçmişte ve günümüzde “Atatürk’e dil uzatıyor. Rejimi tehlikeye atıyor” gibi bahanelerle Müslüman düşünür ve din adamlarına yapmadıklarını bırakmayan asker ve sivil sahte Atatürkcüler, şimdi, ABD’li Siyonist Yahudi Graham Fuller’in “Atatürk’ün düşünceleri kendi çağı için gerekliydi. Bugün artık geçerli değildir. Zaten Türkiye bir ulus ta değildir. Türkiye ulusal kimliğini, yörüngesini ve dünyadaki yerini, yeniden gözden geçirmelidir. Türkiye diniyle barışmalı, ılımlı İslam’la hoş geçinmelidir” (Hulki Cevizoğlu- Bütün kaleler zapt edilmedi Sh:8) şeklindeki hezeyanları karşısında niye susmaktadır? Evet, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin temellerine dinamit koyan Siyonist ve emperyalist kafirlerin önünde secdeye kapananlar, sadece sahtekar değil, aynı zamanda satılıktır!…
Ve zaten Atatürk’ün asıl niyetini ve hedefini sezen dış güçler ve sabataist dönmeler, O’nu mason doktorları eliyle zehirleyerek, genç yaşta ölüme yollamış ve bunu bilen Atatürk “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!…” diye feryat etmeye mecbur kalmıştır. (Bak. Dünyanın gizli yöneticileri. Mehmet Öksüz. Maviay yayınları.)
Aziz Türk milletinin ve Devletinin: maddi ve manevi iki güçle ayakta kalacağına inanan Bediüzzaman:
“İşte; 1- Haysiyet-i askeriye (yani ordunun onuru, değeri, gücü ve kuvveti)
2- Hamiyet-i İslamiye (İslam ve iman gayreti) ve Şeriat-ı Muhammediye (Kur’anın bütün insanlığa getirdiği adaleti) bir terazinin iki kefesindeki Ağrı dağı ile Sübhan dağı gibi iki dengeye benzer” (Divan-ı Harbi Örfi Sh:1925) diyerek, ordunun önemini ve değerini ortaya koymaktadır.
Ve yine kendi kanaatlerini yüzüne karşı söylediği halde, fikre ve ilim ehline hürmetinden dolayı Atatürk sükut geçmiş ve müsamaha göstermişken daha sonra, o mason zındıkların tahrikiyle sıradan bir subayın, hatta onbaşının kendisine hakaret etmesi karşısında, Bediüzzaman haklı teessüflerini açığa vurmakta ve “Sait Nursi, devlete başkaldırıyor” bahanesiyle mazlumlara zarar gelmesin diye bütün bunlara katlandığını anlatmaktadır. (Bak. Emirdağ lahikası 27. Mektup Sh. 1760)
Bu durum, “Atatürk’ün Bediüzzaman’ın nüfuzundan korktuğu veya yararlanmaya çalıştığı” zannını da boşa çıkarmaktadır.
Çünkü üstadın da teessüf ve teessürle ifade ettiği gibi; sıradan bir karakol çavuşunun bile hakaret etmeye kalkıştığı ve hiç kimsenin sahip çıkamadığı bir zatın, geniş çevresinden ve etkinliğinden korkulacağını söylemek tutarlı bir iddia olmaktan uzaktır.
Öyle ise, bize göre Atatürk’ün, Bediüzzaman’a yaklaşımında daha başka amaçlar aranmalıdır.
Ama her şeye rağmen, müjdelenen ve hasretle beklenen Mehdiyet Medeniyetinin en önemli destek ve dayanağının yine “Asil Türk ordusu olacağını” haber veren Bediüzzaman şunları söylemektedir:
“Gariptir, hem çok gariptir (hayret edilir ki) yediyüz sene boyunca İslamiyetin ve Kur’anın elinde Şeref-şiar (Şan ve şerefle şöhret bulan), barika-asa (Şimşek gibi parlayan) bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülük (düşüncesini), muvakketen (geçici bir dönem) İslamiyetin bir kısım Şeairine (Ezan, Kur’an, İmam-Hatip, başörtüsü gibi dinin simgelerine) karşı kullanmaya çalışır. Fakat (tam) muvaffak olamaz (sonunda) geri çekilmeye (mecbur kalır) (Çünkü) “Kahraman ordu, dizginini onun (masonluğun, Siyonist ve sabataist gurubunun) elinden kurtarıyor” (ve kurtaracak) diye, (hadis) rivayetlerden anlaşılıyor” (Beşinci Şua 3. Küçük mesele üçüncü hadise)
Evet, Yunanistan’ın Stratejik Araştırmalar Enstitüsü eski başkanı Korgeneral Tagaris tarafından yazılan ve ABD Şikago’da Hristyan Siyonistlerin Armegeddon yayınevinde 1978’de basılan ve ücretsiz dağıtılan kitabında:
Biz Türklerin “canavar derecesinde barbar bir ırka mensup olduğumuzu… Anadolu’da farklı din ve kökenden milyonlarca insanı katledip, şimdi kendimize ait olmayan topraklarda oturduğumuzu… Öyle 50 milyon falan değil, Kürtler, ermeni ve rum asıllılar sayılmazsa nüfusumuzun 20 milyonu zor bulduğunu…
Tarihi adaletin bu Türk vahşetini temizlemek üzere; Anadolu’da yeniden Kürdistan’ın, Ermenistan’ın ve Pontus imparatorluğunun kurulmasının şart olduğunu” (Bak. Atilla İlhanla birkaç saat Hulki Cevizoğlu Sh. 5-6-7) yazarken…
Ve yine Avrupa konseyinin 26 Nisan 2003 tarihli kararında ve 6. ve 12. maddelerinde “siyasi çözüm” diye, azınlık saydığı Kürtlere ve diğer kökenlere her türlü haklarının verilmesini zırvalarken, hala AB’ye girmeye can atan NATO kafalı gafillere… Başbakan iken, Kuvvet komutanlarının atama görüşmelerini ve MGK daki gelişmeleri Eltuğrul Özkök, Zafer Mutlu ve Hasan Cemal gibi sicili bozuk gazetecilerle konuşup değerlendirecek kadar seviyesini alçaltan Bilderbergci Mason Mesut Yılmaz gibi siyasilere… (Bak. Apolet-kılıç ve iktidar- Faruk Mercan 4. Baskı Doğan kitap Sh.33)
Emin Çölaşan’ın 27 Mart 2003 tarihli köşesinde “Bu süreçte beni ürküten bir şey var. Genel Kurmay Başkanının kişiliğinde, toplumun güvendiği tek kurum olan Silahlı kuvvetlerin yıpranmasından endişe ediyorum” dediği
28 Mart 2003 de Mustafa Balbay’ın ise: “Acaba yurt dışında ve NATO kışlasında onsekiz(18) sene kalmasının etkisiyle mi, ülkemizin hassasiyetlerine ve dengelerine batı gözüyle bakıyor?” diye hayret ettiği bazı generallere rağmen…
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Yarbay rütbesiyle komutanı olduğu Kocatepe muhribinin, Genel Kurmaya gönderdiği yanlış mesajlar yüzünden Yunan savaş gemisi zannedilerek bizim jetlerimizce vurulup batırılmasına sebep olan… Kocatepe muhribimizle en az 60 (altmış) Mehmetçiğimizi deryanın dibine batıran … ama kendisi denize atlayan, nasıl bir tesadüfse, bu savaş ortasında oralarda güya avlanan İsrail balıkçı gemisi tarafından bulunup kurtarılan!.. Ve bu olaydan sonra hızla yükselip Oramiral olan, hatta bir ara Genel Kurmay başkanlığına oynayan ve 28 Şubatın meşhurlarından sayılan… Emekli olunca da Korkmaz Yiğit gibi devlet soyguncularına katiplik yapan bazı kahramanlara(!)…
Korgenerallikten emekli edilince MHP’ye girip Devlet Bahçeliye danışman olan ve Amerikanın Irak işgaline karşı çıkanlara şiddet ve hiddetle saldıran ve
“Amerika Afganistan’daki batağı kurutamaz” dediler. Bak adam gitti, iki günde halletti orayı… Irak savaşında da aynı şeyler söylendi… “Neymiş; gelmesinler, gitmesinler, bölgede bilmem neler olurmuş…” Adam geldi vurdu, yerleşti… Ve Amerika bir daha buradan gitmez!” (Apolet-Kılıç ve İktidar Faruk Mercan Sh.258) diyen ve ABD’nin işgal ve işkencesine sevinen milliyetçi danışmanlara rağmen…
Kurmay Albay rütbesiyle 1978-80 arası Kara Harp okulu öğrenci Alay komutanı iken, 500 harbiyeli’den 400 kadarını, bölücü ve yıkıcı faaliyetlerinin tesbit edilerek bu kutsal ve Milli kurumdan atılmasını sağlayan…
Ege ordu komutanlığı sırasında, 3 Haziran 1997 gecesi İzmire giden ve Hikmet Köksal, Güven Erkaya, Ahmet Çörekçi ve Teoman Komanla birlikte; gizli güçlerin dayatmasıyla Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın yönetime el koyup, Erbakan hükümetini devirme teklifine; 3. Ordu komutanı Atilla Ateş’le beraber cesaret ve dirayetle karşı çıkarak, masonik merkezlerin bu oyununu bozan… Ve Genel Kurmay Başkanı olduğunda da, birçok davet almasına rağmen Amerika’ya gitmeyip, Çin, Hindistan, Pakistan, Japonya ve Rusya’ya ziyaretler yapan ve ABD-AB emperyalizmine karşı Türkiye merkezli yeni bir oluşumun sinyallerini yakan Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi asaletli, haysiyetli, cesaretli ve Milli düşünceli “baş tacı” larımız vardır.
Harp Akademilerindeki bir konuşmasında “AB’ye mahkum ve mecbur değiliz. Bir Ütopya uğruna ülke geleceğimizin ve güvenliğimizin tehlikeye girdiğini gözardı edemeyiz… hatta gerekirse ülke ve bölge yararımız ve Milli çıkarlarımız için İran ve Rusya ile irtibat ve ittifaklar kurabiliriz” anlamında tarihi ve talihli tesbitler ve tembihler yapan Tuncer Kılıç gibi paşalarımız vardır…
Elazığdaki 8. Kolordu Komutanlığından tanıdığımız ve 1995 ekiminde Antalya da yapılan uluslar arası Güvenlik ve işbirliği konferansında: “Daha ne zamana kadar ulusal çıkarlarımızı gözardı etmek pahasına, ABD nin çıkarlarına hizmet edeceğiz!?”
T.S.K. ve Türkiye, Kraldan ziyade kralcı kesilip, kendi savunma ihtiyaçlarını bir kenara itip, NATO direktiflerinin esiri olmuş gibiyiz!…
“Biz bu yanlış zihniyetin cezasını, hazırlıklı olmadığımızdan dolayı Güneydoğudaki terör mücadelemizde çok acı şekilde çekmişiz!” Diye haykırışlarını hatırladığımız Sabri Yirmibeşoğlu gibi mert, metin ve Mümin komutanlarımız vardır.
Atilla İlhanın yerinde tespitiyle, “dönemin İngiliz büyükelçisi ve mason Reşit paşanın birlikte hazırladığı ve Tanzimat-ı Hayriye diye toplumun aldatıldığı süreç aslında, Müslüman Türklerin çözülmesi ve Barbar batılılarca fikren ve fiilen esir edilmesinin en somut adımıdır. “En az yüzde on hain kontenjanımız vardır” ve emperyalist güçler içimizdeki bu hainler eliyle ülkemizi kontrol altında tutmaktadır.
Mustafa Kemal, bu çözülme sürecinin hızını azaltmaya ve dahiyane bir manevra ile hain masonları oyalamaya ve hiç değilse sınırları belirli bir vatan parçasını kurtarmaya çalışmış ve başarmıştır.
” Atatürk, rejimi cumhuriyet olan Milli bir devlet kurmak… Ve İslam-Ümmet kültüründen süzeceği Milli ve medeni bir kültür temeline oturtmak amacını taşımıştır. Atatürk her türlü mandacılığın ve Batılılara dayanmanın karşısındadır.
İsmet İnönü ile aralarındaki uyuşmazlığın esas nedeni bu noktada aranmalıdır. İsmet İnönü mandacıdır. Tam Hürriyetten değil, dış himayeden yanadır. Ve en son Hatay sorunu sırasında Atatürk’le araları tamamen açılmış ve Mustafa Kemal, İsmet İnönü’yü Başbakanlıktan uzaklaştırmış ve ölünceye kadar yanına yaklaştırmamıştır.
Ve Atatürk’ten sonra O’nun ölümüne sebep olan hain güçler (masonlar ve dönmeler) tarafından İnönü hiç hesapta yokken Cumhurbaşkanı yapılmış ve uydurduğu Kemalizm safsatasıyla Atatürk’ün başlattığı Milli, yerli ve haysiyetli bir dönemi kapatmış, Tanzimatla başlayan çözülme sürecine yeniden hız kazandırmıştır.
Anadolu’yu parçalama planı olan “SEVR” ameliyatının yapılabilmesi için, Milletimizi narkozla uyuşturma aşaması sayılan “LOZAN”ın gizli maddeleri bir bir tatbikata sokularak, ülkemizdeki etnik ve dini çatışma ve yozlaşmanın yolları açılmıştır.
Emekli General Sabri Yirmibeşoğlu’nun ifadesiyle: 650 yıllık bütün Osmanlı idaresinde Doğudaki isyan sayısı sadece 14 (on dört) iken, bu bölücü ve yıkıcı amaçlı ve dışarıdan kışkırtmalı ayaklanma sayısı Cumhuriyet döneminde 25’i (yirmi beş) bulmaktadır.
Ve daha beteri, TSK ve AKP’nin boş vermişlik havası içinde sırıtan işbirliği gafletiyle: Irak’ta güvenliğimizi ve geleceğimizi karartan gelişmeler yaşanmakta… Türkiye bölgeden dışlanmakta… “Kırmızı çizgilerimiz” diye tükürdüklerimiz yalanmakta ve Türkmenler sahipsiz bırakılmaktadır.
Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, İsrail’in, Irak’ın kuzeyinde Kürtler’le işbirliği içinde operasyonlar yaptığını ve bu durumdan Türkiye’nin çok rahatsız olduğunu yazmıştır. Bağdat’taki Ebu Garib hapishanesindeki işkence skandalını ortaya çıkaran Hersh, İsrail istihbarat ve askeri yetkililerinin şu sırada KUZEY IRAK’TA AYRILIKÇI KÜRTLER’LE BERABER ÇALIŞTIĞINI ve bazı OPERASYON’lar için KUZEY IRAK’A GİRDİĞİNİ açıklamıştır.
New York Times’ta çıkan başka bir habere göre, Iraklı ayrılıkçı Kürtler, o topraklarda yüzyıllardır yaşayan kardeşlerimizi, Türkmenler’i, evlerinden silah zoruyla çıkartıp mülteci durumuna düşürüyor, arazilerine el koyuyor ve bölgenin demografik-siyasi haritasını değiştiriyor… Böylece Kürtler’in hakimiyet alanlarını güneye genişletmeyi amaçlıyor.
- En büyük tehlikenin, Türkmeneli Kerkük’te olduğuna dikkat çeken gazete, Kürt liderlerin petrol açısından çok zengin bu şehri bölgesel bir Kürt başkenti yapmak istediklerini de yazyor.
- Halen 10 bin civarında Kürt’ün, Kerkük’ün hemen dışında kamp kurduğunu ve şehre girmek için Amerikalı yetkililere baskı yaptığını belirten New York Times, etnik bir çatışmanın (YANİ BİR TÜRKMEN KATLİAMININ) olabileceğine dikkat çekyor! Kerkük’te kent dışında kamp kuran 10 bin Kürt her an şehre girebilir ve her an bir TÜRKMEN KATLİAMI olabileceğini haber veriyor.
- Son bir kaç ayda Irak’ta yapılan suikastlarda tam 26 Türkmen lideri öldürüldü, haberimiz bile olmadı. Çünkü masonik medya bunları yazmadı…
- Uzun yıllardır Amerika’da yaşayan Türk mühendis-mimar ve bilim adamlarının kurduğu etkili sivil toplum örgütü M.İ.M, geçtiğimiz perşembe günü (bakınız www.m-i-m.org) N.York’ta bir panel düzenledi, panelde konuşan Washington Institue’nun Türkiye Masası Sorumlusu Soner Çağaptay’ın konuşması büyük önem taşımaktaydı:
- ‘Kerkük ve diğer şehirlerden sürülmüş olan on binlerce Türkmen, artık evlerine dönmek istemektedir. Bu geri dönüş süreci planlı olarak gerçekleştirilmediği takdirde, Kürtler’in siyasi” ve askeri” üstünlüğü karşısında Kerkük yeni bir etnik temizleme kampanyasına maruz kalarak safi bir Kürt şehrine dönüşebilecektir. Şu anda Türkiye’nin tutumu çok önemli. 30 Haziran itibariyle oluşmaya başlayacak yeni Irak’ta, Türkmenler’in Kürt grupların cebri altına girmesi olasılığı yüksektir. Bu nedenle ilgili olaylar ‘ACİL’ takip edilmesi gereken bir gelişmedir.
Türkmenler herhangi bir tehdit ya da baskı altında kalırlarsa bu Türk kamuoyunu harekete geçirecek bir katalizör olacaktır. Böylesine bir gelişme Ankara’yı Kuzey Irak’a tek taraflı olarak müdahale etmeye dahi itebilecek olaylar silsilesini başlatacaktır!..
- Son 2 cümleyi tekrar tekrar okuyunuz! “Böylesine bir gelişme Ankara’yı Kuzey Irak’a tek taraflı olarak müdahale etmeye dahi itebilecek olaylar silsilesini başlatabilir” diyor Çağaptay. İlaveten; bir de PKK’nın artan terör faaliyetlerini hesaba katarsanız. Çoook kritik gelişmelere yaklaştığımızı söylemek, bir kehanet sayılmamalıdır.[2]
Yunan Profesör’ün ilginç yorumu:
“Demokratik ilkelere ve insan haklarına saygı duyduğunu hâlâ beyan eden Bush’un Irak’a yaptığı ‘insani’ girişim kılıflı vahşetler, Uluslararası Af Örgütü tarafından uluslararası bir suç ve medeniyetimize darbe olarak nitelendiriliyor. Demokratik ilkelere sahip tek ülke olduğundan, Türkiye modelini İslam dünyasına lanse etmek amacıyla, başbakan Erdoğan’ı toplantısına davet ediyor!
Türkiye’yi “askeri mutlakiyetten, Batı tipi İslami demokrasiye geçirmek” gibi bu büyük değişime soyunmuş olmasından dolayı, Erdoğan son Sovyet lideri Gorbaçov‘u anımsatıyor.
Hatırlanacağı üzere Gorbaçov, Marksizm ilkelerine dayalı sosyalist sistemi değiştirmeye çalışmış ve haliyle ülke yapısı sarsılmıştı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ülkede yaşanan kaos sırasında Gorbaçov, Batı’nın ‘sevgili çocuğu’ olmuştu. Rus lider, uyguladığı demokratik reformların otoriter yönetimin tamamen dağılmasına yol açacağını belki düşünmemişti. Ama Tayyip Erdoğan hiç düşünemiyor!”[3]
[1] Bak. İlk Hayat: sh.2139
[2] Akşam / 22 06 2004 / G. Kömürcü
[3] Radikal / 07 06 2004 / (Atina Siyasi Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Profesörü, Yunan gazetesi Elefteros Tipos, 30 Mayıs 2004)

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…
YA RAAAB! Zalim i*rail in yıkılışını neolur nasip eyle... Zalimlerin sonunu nasip eyle... Müslümanım diyenler…
MİLLİ ÇÖZÜM' Ü TAKİP EDENLER OKUYANLAR ÇOK ÖNCESİNDEN OLABİLECEKLERİ OKUYUP ÖĞRENDİKLERİ İÇİN ŞAŞKINLIK İÇİNE DÜŞMÜYORLAR!..…
YAKINDA AĞLAYACAK; ERBAKAN'IN TEKNOLOJİ HARİKALARIYLA KENDİ SOYSUZ SAHİPLERİNİ HAŞLAYACAK VE SALTANATININ YIKILIŞINA BÜYÜK ŞEYTAN İSRAİL!..…
Yazının ana konusunda bahsedilen kesimlerinTürkiyedeki tanım karşılığı, genelde "Kent - Soylu" kavramları üzerine dönmektedir..Bu kesimlerin…
"...Ey hâlâ Hamas’ı suçlayan Ve şanlı vatan savunmasına sataşan Sütü bozuk takımı!.. Özünüz karardığı gibi…
Hamas'ın ve Adil Düzen'e inanan tüm müslümanların zaferini müjdeleyen marş olacak nitelikte bu şiir için…
Ne yazık ki bazı çevreler hala bu pakradunilerin varlığını ve tehlikeli faaliyetlerini küçümseyici yazılar yazarak…
AKP-MHP İYİ POLİS KÖTÜ POLİS ORTAKLIĞI KİME HİZMET ETMEKTEDİR..! İş başına geldiği yıldan beri Filistin…
ÖZELLİKLE MİLLİ GÖRÜŞÇÜYÜM DİYENLERİN BU PAKRODİNLERİ İYİ TANIMASI GEREKİR Kİ, NEREDE DURACAKLARINI BİLSİNLER. BU KİŞİLERİ…