YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
691d7ae84ccf7
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 2
Bugün : 5716
Dün : 39415
Bu ay : 771155
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45174976
IP'niz : 18.97.9.169

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Ergenekon terör örgütü içinde yer alan görevli bir emekli binbaşının, kabadayıları aracılığı ile haraç aldığı iddia ediliyor. Kasıtlı olarak büyütülmek için aysberge benzetilen organizasyon içerisinde görev dağılımları yapıldığı, Kuvvai Milliye derneklerinin bazı olaylarda ön sıralara taşınarak yapılan işlerin legal olmasını sağladığı belirtiliyor.

Operasyonlar sırasında emekli tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde çok sayıda not ele geçirildiği, emekli paşanın 1974 yılından bu yana yaptığı işleri ve görüştüğü kişileri not tuttuğu, telefon numaralarını kaydettiği biliniyor. Polis, notlarda suç unsuruna rastlayamazken, örgütle ilişki içinde olan farklı kişilere ulaşılmasında önemli bilgiler elde edilebileceğini düşünüyor.

Organizasyonda görev dağılımı yapıldığı; asker, polis, siyaset, yargı ve ekonomi adı altında faaliyetlerin ayrı ayrı yürütüldüğü ve bu faaliyetler arasında görevli kişilerin birbirini tanımadığı belirtiliyor.

Ümraniye’de Ali Yiğit’in evinde 27 adet MKE yapımı el bombasının bulunmasının ardından emekli astsubay Oktay Yıldırım tutuklanmıştı. Av. Kemal Kerinçsiz’in Yiğit’i arayarak ifadesini değiştirmesini istediği de gelen bilgiler arasında bulunuyor.

Zanlılardan emekli Binbaşı Zekeriya Öztürk “halkı silahlı isyana teşvik”ten suçlandı. Kahraman Şahin, Erol Ölmez, Muhammet Yüce ve Erkut Ersoy da cezaevine yollandı.

İlk Tutuklama İsyana Tahrikten

Darbe ortamı hazırlamaya çalışmakla suçlanan Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturmada emekli Binbaşı Zekeriya Öztürk ‘Halkı isyana tahrik’ten tutuklandı. Ardından Em. Tuğgeneral Veli Küçük, Sevgi Erenol, Kuvayı Milliye Derneği Başkanı ve Av. Kemal Kerinçsiz de tutuklandı.

Ergenekon’un Bombalarını Hizbullah da Kullanmış!

Terör örgütü Ergenekon ile bağlantılı olduğu ortaya çıkan Ümraniye’deki gecekonduda bulunan el bombalarının 2 kafile (2 bin adet) el bombasının parçaları olduğu da saptandı. 

Bin adet el bombası için ‘Kafile’ tanımı kullanılıyor. Star gazetesinin haberine göre Ümraniye’de bulunan bombaların da bu kafileye ait olduğu belirtiliyor. Bir kafile ise halen kayıp bulunuyor. Soruşturmada kayıp kafiledeki bombaların 17 ayrı eylemde kullanıldığı sanılıyor. Ümraniye bombalarının sahibi Oktay Yıldırım, bombaları Hasdal Kışlası’nın çöplüğünden aldığını ifade etmişti. Seri numaraları belirlenen bombalar, kayıtlara ‘MKE’den Hasdal Kışlası’na gönderildi’ şeklinde geçiyor. Ergenekon operasyonunu başlatan Ümraniye’deki gecekonduda ele geçen 39 el bombasının kriminal incelemesi sonrasında, Türkiye genelinde 17 olayda kullanıldıkları ortaya çıkıyor. Ve aynı bombaları Hizbullah’ın da kullandığı saptanıyor.

Aynı Kafileye Ait Bombaların Kullanıldığı Eylemler

04.12.1998: Manisa Akhisar’da bir evde iki adet el bombası çıkmıştı.

26.02.1999: Urla’da sahilde kuma gömülü 10 el bombasının farkına varılmıştı.

25.03.1999: Şırnak’taki Hizbullah operasyonunda ele geçirilen 6 adet el bombasından biri bu takımdandı.

26.05.1999: Trabzon Of’ta bir pasaja atılan el bombasıyla 1 kişinin öldüğü açıklandı.

30.12.2000: İzmir’de bir kişide el bombası yakalanmıştı.

29.07.2001: Alanya’da bir otelde elbise dolabında 3 el bombası saklanmıştı.

11.08.2001: Hatay’da bir araca bomba atıldı.

2002: Kütahya’da çöpten bomba çıkarıldı.

27 02 2003: İstanbul’da sahilde bir el bombasının farkına varıldı.

2003: Merzifon’da bir evde patlayan el bombasının fünyesi Eskişehir’dekilerle aynı çıktı.

25.11.2003: Ağrı Patnos’ta arazide pimi çekilmiş el bombası şaşkınlığa yol açtı.

2005: Kırıkkale’de iki kişide el bombası bulundu.

10.05.2006: Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar da bunlardandı.

02.10.2006: İzmir’de kahveye atılan bombayla 1 kişi ölmüş 3 kişi yaralanmıştı.

11.12.2006: Iğdır’da bir otelin kazan dairesinde bu seriden el bombası yakalanmıştı.

23.01.2007: Yozgat’ta aynı tip el bombası bulunmuştu.

2006: Tuzla’da bir apartmanın girişinde bulunan el bombasının fünyesi Eskişehir’dekilerle aynı çıkmıştı.[1]

CIA Ajanları Gaziantep’te ne arıyor?

El Kaide’ye yönelik Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta eş zamanlı düzenlenen operasyonların ardından, CIA’nın Ankara’daki irtibat elemanları, bu illere gidiyor.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile ortak çalışma yapan CIA ajanları, gözaltındaki zanlıların kamera önünde alınan ilk ifadelerin kendilerine verilmesini talep ediyor. Hürriyet’in haberine göre 11 Eylül saldırısından sonra, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada El Kaide’ye yönelik istihbarat çalışmaları yürüten CIA, resmi kanallar aracılığıyla 20 zanlının sorgusuna girme talebinde bulunuyor.

Emniyet teşkilatı ise, sorguya görevli polislerden başka kimsenin alınamayacağı, istenirse tüm bilgilerin terörle mücadele kapsamında CIA ile paylaşılabileceği yanıtını veriyor. Çatışmada ölü ele geçirilen ve gözaltına alınan El Kaide örgütü üyelerinin, Emniyet İstihbarat, MİT ve CIA ekiplerince 2004’ten beri takip edildiği ortaya çıkıyor. Zanlıların Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek, İsrail’de çeşitli eylemlere katılacakları yönünde bilgilerin alınmasının ardından operasyonun başlatıldığı söyleniyor.

Geçen yıllar Nizip’te yakalanan sözde el Kaide koordinatörü ve Usame bin Ladin’in şoförünün de CIA’ya teslim edildiği biliniyor.

Yani kullanan da, sonunda teslim alıp tutuklayan da hep CIA oluyor. Bizim Polisimiz de sadece vuruşuyor, ölüyor ve yakalıyor!..

Yanlış Adresler ve Yarım Gerçekler!?

Ergenekon soruşturmasında, Ankara’da kapalı otoparka bırakılan patlayıcı yüklü araç eyleminin bu örgüt tarafından yapıldığı söyleniyor. Toplumu yönlendirmek amacıyla yapılan eylemlerin başarısının temelinde adres konusundaki yanılgılar vardır. Bir örgüt, karşı olduğu örgütün suçlanmasını sağlayacak eylemler yapar, zaten bunu kabule hazır olan kamuoyu hemen ileri sürülen iddiayı kabul eder. Güvenlik güçlerinin yanlış adrese sahip çıkması iki nedenle olabilir:

1-     Ya eylemci örgütün siyasi üst kanadı güvenlik güçlerine etki edebilmektedir.

2-     Ya da asıl faili bulmakta başarısız olan güvenlik gücü hazır bulduğu zanlılarla yetinmekte ve başarısızlığını örmek istemektedir.

Kurulurken kendi özel amaçları ve kadroları olan bazı örgütler, güçsüz ve başarısız kaldıklarında ya da karşıtlarınca kontrol altına alındığında, hemen yok edilmezler. İsimleri ve kadrolarının bir bölümü adres olarak kullanılır ve başka bir gücün yaptığı eylemlerde onların adı kullanılır.

Hatta çoğu zaman böyle bir örgüt olmasa bile hayali bir adres oluşturularak eylemlere onun imzası atılır. Burada hakim olan düşünce şudur: Amaç toplumu belli bir yönde şartlandırmaksa, örgütün varlığı ya da yokluğu çokta önemli sayılmamaktadır. Operasyonu yapan güç; bu örgütün arkasına saklanarak istediği sonuçları elde etmektedir.

Örneğin El-Kaide sanal örgütlerin, PKK kontrol altına alınan örgütlerin tipik birer temsilcisidir. El-Kaide’nin varlığı sadece ona atfedilen eylemlerle gündeme gelir. Bu örgüt dünyanın her yerinde ve her türlü eylemi yapabilir ama ne yapısı ne de kadroları bilinmemektedir. Son eylemini Gaziantep’te yapan bu örgütün, eğer böyleyse, dünyanın herhangi bir yerine ulaşabilecek gücü vardır ve bu konumu ile dünyanın en güçlü istihbarat servislerini kıskandırmış olmalıdır!? (Demek ki el Kaide küresel güçlerin ve CIA-MOSSAD gibi resmi örgütlerin, sadece adres olarak kullandıkları ve Müslümanları suçlu ve saldırgan olarak tanıttıkları hayali bir şebekedir. M.Ç.)

Önce terör yoluyla sonuç almak isteyenlerin düşünce yapısını analiz etmek gerekir. Benim bugüne kadar vardığım sonuç, bu güçlerin diyalektik düşündüğü ve “çatışmanın her iki tarafını da kontrol ettiğidir.” Yani birbirine karşıt olarak düşündüğümüz örgütler genellikle tek bir gücün kontrolündedir. Bu çatışmadan iki türlü sonuç beklenebilir: Ya taraflardan birinin temsil ettiği intibaı yaratılan örgüt bahane edilerek o siyasi yapı çökertilir, ya da onların çatışmasını bastıran üçüncü bir güç egemen hale gelir.”

Diyen Mahir Kaynak, hala siyonizmi ve küresel despotizmi ağzına almaktan acaba niye çekinmektedir?

Ergenekon zanlılarından Av. Fuat Turgut’un kameralara dönüp;

“Tayyip’i ve Fetoş’u sevmemek terör suçu” sözleri aslında kendilerini ele veriyor.

Hatırlanırsa gözaltına alınan zanlılardan Avukat Kemal Kerinçsiz ile Avukat Fuat Turgut’un da aralarında bulunduğu 24 kişi İstanbul Adliyesi’ne sevk edilirken, Hrant Dink cinayeti sanığı Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut adliyeye getirilişi sırasında, “Tayyip ve Fettoş’u sevmemek terör suçu. Bir de Abdullah Gül’ü” diye bağırmıştı.

Ve ardından Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Güya “oldukça ciddi ve tehlikeli bir gizli çete yapılanması olan ve Türkiye’de askeri darbe hazırlığında bulunan” bir örgütün elebaşı bir elemanın hem de savcılığa götürülürken bütün medyaya malzeme olacak şekilde, böylesine cıvık ve gıcık ifşaatlarda bulunması, herhalde hissi bir taşkınlık olarak algılanamazdı. Bu sözler kasıtlıydı ve Recep T. Erdoğan’ı, Fetullah Hocayı ve Abdullah Gül’ü kamuoyunda aklamaya ve kahramanlaştırmaya yönelik planın bir parçasıydı.

Çünkü bu kadar kirlenmiş ve kötülenmiş bir şebeke üyesinin, aleyhine konuştuğu kişiler ve kesimlere karşı bir sempati ve hüsnü zan esintisi oluşacaktı.

Bütün bunlar, Ergenekon çetesinin, küresel Siyonist güçlerin güdümündeki bir paravan yapılanma olduğunu çağrıştırmaktaydı. Bu sinsi amaçları sezememiş, bazı iyi niyetli ve Milli gayretli kişilerin de bunlara katılması veya hiç alakaları olmadığı halde bunlarla birlikte anılması da, Türkiye’deki Milli diriliş ve direniş hareketlerini kötülemeye ve tehlikeli göstermeye yönelik bir şarlatanlıktı.

Operaya benzeyen bu operasyonların bir amacı da AKP’yi kahramanlaştırmaktı.

İşte Ali Bayramoğlu’nun tespitleri ve tebrikleri:

“Ergenekon’u arayanların çok uzaklara gitmesine gerek yok…

Abdi İpekçi cinayetinden başlayıp 16 Mart Katliamı’na uzanan, Susurluk’la doruğa çıkan, muhtemelen Danıştay Saldırısı’na da bulaşmış Türk Gladyosu’nun öyküsü, aslında Ergenekon’un öyküsüdür.

Ve bu öykü Türk siyasi tarihinin en karanlık, en kanlı sayfalarını oluşturur.

Ancak söz konusu olan sadece karanlık ve kanlı bir öykü değildir.

Aynı zamanda bu ülkeye hâkim olan, örneğin “Susurluk ile 28 Şubat’ı bir madalyonun iki yüzü kılan”, benzer bir şekilde Danıştay Saldırısı ile siyasete yönelik huruç harekâtını iç içe sokan bir yönetim anlayışının “derin resmi”dir.

1997’nin Ekim ayında TBMM’de Ağar ve Bucak’ın dokunulmazlıklarının kaldırılması tekrar gündeme geldiğinde, Ağar grupta DYP milletvekillerine şöyle diyordu:

“Ne yaptıysam askerin ve üst düzey devlet görevlilerinin bilgisi dahilinde yaptım…”

Ağar’ın altına girdiği bu şemsiyenin işe yaramadığını söylemek mümkün değildir.”[2]

Böylesine cesaretli ve isabetli bir operasyon İttihat Terakki’den bu yana ilk kez oluyormuş

“Malatya Vahşeti var… Dink Cinayeti var… Rahip Santoro var…

301’i milliyetçi galeyana çevirmeye yönelik planlı psikolojik hareket kampanyaları var, Cumhuriyet mitinglerini darbe dalgasına çevirme gayretleri var…

“Öte yan”da yarına yönelik bir tehdit ve tehlikenin önünün alınması var…

2009 yılına yönelik bir darbe planından, yakalanan onlarca tonluk mühimmattan söz ediyoruz…

Öldürülmesi planlanan onlarca aydın, yazar, sanatçıdan söz ediyoruz…

Kaos ve iç çatışmada kullanılacak, devşirilmiş yüzlerce örgüt üyesinden söz ediyoruz, bunların devlet içindeki bağlantılarından söz ediyoruz, ordu bünyesindeki “yasalcı-meşruiyetçi” bir anlayışla “darbeci” bir anlayış arasındaki hassas ve her an ters dönmeye hazır “güç dengesi”nden söz ediyoruz…

Önemini fark edelim ya da etmeyelim, 22 Ocak gecesinden bu yana Türkiye başka bir hava solumaya başlamıştır.

İttihat Terakki’li günlerden bu yana ilk kez, devlet kendi içindeki gizli devletin üzerine açık ve kararlı bir şekilde gitmektedir.

Bir dönem Teşkilatı Mahsusa, bir başka dönem kontrgerilla, 1980’lerde Gladyo, 1990’larda devlet çeteleri, 2000’lerde Ergenekon olarak adlandırılan bu gizli devlete meydan okunma aslında “devletin meşruiyet akslarını güçlendirme” adımıdır.

Ve bu adım birkaç yıldır planlanmakta, aylardır işlenmekte ve hazırlanmaktadır.

Bugün ortaya çıkan tablo bu çaba ve kararlığın sonucudur.

Devlet sözünü kullanmamız boşuna değil…

Bu gelişmenin arkasında sadece eline cesaret kılıcını alan bir tek savcı yok…

Israrlı bir şekilde çalışan Emniyeti Teşkilatı var ve kararlı olduğu anlaşılan yürütme gücü de var.”[3]

Sözleriyle hem, Fetullahcı kadrolaşmayla iyice CIA’nın manevra alanına sokulmaya çalışılan Emniyet teşkilatı övülerek, dolaylı biçimde ordu yerilmekte, hem de masonik kirli ve gizli derin devlet, Milli ve güvenilir gösterilmektedir.

Oysa, AKP’yi iktidara taşıyanlar da, Ergenekoncuları “Tayip, Fetoş ve Abdullah Gül aleyhine kışkırtıp bağırtanlar da hep aynı merkezlerdir.

Ali Bayramoğlu gibileri, elbette bunları bilir de, onların görevi gerçekleri ters yüz etmektir.

Sinsi senaryo olduğu sırıtıyor!

‘Meğer, bu Ergenekon Örgütü Türk-Kürt çatışmasının peşindeymiş!

Meğer, emekli General Veli Küçük 5 cinayetin emrini bizzat vermişmiş!

Meğer, bu çete üniversiteleri bile fişlemişmiş!

Meğer, bu yapı Danıştay’a yapılan saldırıdan, Cumhuriyet gazetesine konan bombaya, Diyarbakır’daki provokasyondan (Katliamdan)Hrant Dink cinayetine, Fethullah Gülen’e suikast girişiminden misyonerlere yapılan saldırılara kadar pek çok şeyden sorumlu bir çeteymiş!.

Meğer, PKK’nın Diyarbakır saldırısını ben yaptım demesi, yani katliamı üstlenmesi de fasa fiso imiş!

Meğer, bu Ergenekon’a yurt dışından 50 milyon dolar gelmişmiş!

Meğer, bu çete hükümete karşı bir darbe hazırlığına girişmişmiş!

Meğer, bunların amacı devleti ele geçirmekmiş!

Yeter, yeter demeyin bu çetenin(!)yaptığı daha çok şeyler varmış!

Utanmasalar İkiz Kuleleri bunlara bombalatıp, Uğur Mumcu cinayetini de bunlara işlettirecekler.

Evet, yayın yasağına rağmen bütün bu iddialar, AKP yandaşı medyanın manşetlerini süslüyor.’

Ama esas ilgimi çeken Ergenekon kapsamında gözaltına alınan Veli Küçük ile Finansbak’ın eski sahibi Hüznü Özyeğin’in ortak olmalarına dair haberler oldu. Bazı emekli subaylar ve generallerin Ordu’dan ayrıldıktan sonra bir takım işlerde çalıştıkları ve belki de ortaklıklar kurdukları zaman zaman basına yansıyor. Veli Küçük ile Özyeğin’ı bir araya getiren nedir bilinmez. En azından ben bilmiyorum.

Ama Finansbank’ın Yunan Milli Bankası’na satışına Genelkurmay’ın onay vermiş olabileceği ve bu onayın Veli Küçük vasıtasıyla temin edilmiş olması ihtimali garip bir zorlamadır. O günlerde Genelkurmay’dan da doğrudan veya dolaylı izin alındığına dair Referans Gazetesi’nde çıkan haber-yorumu Genelkurmay’ın en ağır ifadelerle yalanladığı hatırlanmalıdır. 7 Nisan 2006 tarihli o yalanlama Genelkurmay sitesinde durmaktadır.

Daha da önemlisi, Türkiye’deki en büyük cep telefonu operatörlerinden biri yabancı bir firmaya satıldı. Devir aşaması tamamlanmadan evvel alıcı firmanın Yunanistan’da tarihin kaydettiği en büyük ve en kapsamlı telefon dinleme casusluğu işine karıştığı ortaya çıktı. O günlerde yaygın medya da Fitne-Fesat yayınları yapanlar da bu haberleri hiç vermediler. Acaba neden???

Türk Telekom’um satışı sonrası ortaya çıkan bilgi ve yorumlar da var… Kısacası satılan mallar belli, satışlara izin veren ve destekleyenler ortada. Gerisine komplodan başka ne denir???

Ergenekon tertibindeki ajan provakatör:

M. Zekeriyya Öztürk: Teğmenken Hıristiyan olmuş, kiliseye gitmişliği ve haç taşımışlığı da var. Üzerinde MİT’e, İran ve Barzani yönetimlerine ve çeşitli gizli örgütlere ait 10 kadar kimlik taşıyor. Askeri çevrelerden alınan bilgiye göre, yüzbaşı rütbesindeyken paranoyak tavırları ve davranış bozuklukları nedeniyle TSK’nın adını lekelememesi için ordudan istifaya zorlanıyor. Kendisini “emekli binbaşı”, halen de TSK’yla ilişkili ve esrarengiz görevler yürüten biri gibi tanıtıyor… M. Zekeriya Öztürk, Danıştay suikastından sonra şöhret oluyor.

Muzaffer Tekin’i kaçması için ikna eden gruptan

Danıştay saldırısından sonra özellikle Fetullahçı ve neoliberal medya tarafından “kilit isim” olarak tanıtılan Muzaffer Tekin’i, arandığını öğrenince teslim olmaması için ikna eden gruptan.

Zekeriya Öztürk’ü “ulusalcılık” adına yapılan her türlü provokatif eylemde görüyoruz. Siyah gözlükleriyle gazete sayfalarından hiç eksik olmadı. Son olarak da “Büyük Ergenekon operasyonu”nda gözaltına alman isimlerden!

12 Mart ve 12 Eylül darbelerini yapan Gladyo çekirdeği o zamanlar Ordu içinde yuvalanmıştı. Turgut Özal’ın kendisine bağlı bir güvenlik gücü oluşturma planı, gladyonun yer değiştirmesinin de başlangıcı sayılabilir. Ama asıl değişiklik, İsmail Hakkı Karadayı’nın, ardından da Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlıkları döneminde oldu. Her iki komutanın da en önemli çabalarından biri, Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK)’nı ABD etkisinden kurtararak milli bir kuvvet haline getirme faaliyetiydi. Nitekim bu çaba meyvelerini verdi ve ÖKK iç ve dış düşmana karşı savaşan bir merkez oldu.

Özal döneminde başlatılan polisin “özelleştirilmesi” işi, takip eden hükümetler tarafından da yürütüldü. Ancak polisin merkezini, Amerikan operasyonlarını yürütecek bir güç haline getirmek, Tayyip Erdoğan iktidarına nasip oldu. Bu iş için gerekli kadrolar zaten yıllardır hazırlanıyordu. Polis içindeki Fetullahçı yuvalanma, aynı zamanda gladyoydu!

Ergenekon operasyonunda yapılan suçlamaları alt alta yazalım:

– Danıştay suikastı.

– Hrant Dink saldırısı.

– Rahip Santoro olayı.

– Malatya yamyamlığı.

Ne tesadüf değil mi? Tamamı Emniyet içindeki Fetullahçı şebekenin marifeti olan provokasyonlar, şimdi “Ergenekon” adındaki, mutlaka Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişkilendirilen hayali bir örgüte yıkılmak isteniyor.

Sanayiciden tüccara, işçiden çiftçiye, esnaftan memura Türkiye’nin üretken kesimleri feryat ediyor. Bıçak o denli kemiğe dayanmış durumda ki, bugüne kadar sıcak para akışından en çok nasiplenen büyük sermaye bile zehir zemberek. Mustafa Koç ve TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ, hükümeti “Türban gibi gerginlik yaratıcı çıkışları bir kenara bırakıp gittikçe büyüyen ekonomik sorunlara yoğunlaşması” çağrısında bulundular.

İşte Ergenekon tezgâhı tam bu konjonktürün ortasında gerçekleştirildi. Ekonomide krizle birlikte batma tehdidi altındaki AKP iktidarının çareyi, tezgâhın boyunu büyütmekte bulduğu anlaşılıyor.

İşte artık Emniyet içinde merkezileşmiş bulunan Fethullahçı gladyo bu misyonla harekete geçiriliyor.

“Ergenekon” palavrasının perde arkası elbet aydınlanacak ve merkezdeki CIA-MOSSAD güdümündeki 57 Fetullahçı polis ortaya çıkacak.

Sn. Perinçek’in dediği gibi:

Bu bir Gladyo operasyonudur. Bütün NATO ülkelerinin içinde bir ahtapot gibi kollarını uzatan ABD’nin “Derin Devleti”, bu operasyonu yapmaktadır. O devlete kendi içerisinde “Süper NATO” diyorlar. Bir zamanlar Türkiye’de yaygın olarak “kontrgerilla” adıyla tanındı.

Gladyonun operasyon merkezi polisin içine taşındı

Bu birikimle saptıyoruz: Türkiye’de Gladyo’nun devlet içindeki operasyon merkezi, 1990’lı yıllarda adım adım polis teşkilatının içine kaydırılmıştır. Türk Ordusu’nun 1990’lı yıllarda cephesini ABD tehdidine çevirmesine karşı, SüperNATO’nun cevabı, polis teşkilatı içinde Fetullahçılardan oluşan bir yığınak yapmak olmuştur. Bu yığınak, aynı zamanda Cumhuriyetin Emniyet teşkilatlanmasına karşıdır. Bu süreçte Gladyo, aynı zamanda Türk Ordusu’na karşı operasyonlar yapan bir örgütlenmeye dönüştürülmüştür. Bu örgütün Hırant Dink suikastında ortaya çıkan ilişkiler ağını bir şemayla açıklamıştık. Bunun üzerine Tayip Erdoğan ile Emniyet istihbarat Şefi Ramazan Akyürek’in açtığı davalar da aklanmamızla sonuçlandı. Her şey ortadadır.

Bu gözaltına alınanlar ABD için de, Tayyip Erdoğanlar için de bir tehdit oluşturmaz. Demek ki hedef, gözaltındakiler değildir. Onlar üzerinden yürütülen psikolojik savaş, aslında operasyonun hedefi yanında, arkasındaki gücü de ele veriyor. Türkiye’de “Kuvvacılar”, “Milliyetçiler”, vatanseverler suçlu ilan ediliyor. Eskiden SüperNATO edebiyatında “komünistler” baş suçluydu, şimdi baş suçlu “millici”dir. Çünkü küreselleşme, milli devleti boğmak içindir. Zaten Tayyip Erdoğan’ın basın personeli, daha ilk günden okları millî kuvvetlere ve özellikle de Ordu’ya yöneltmişlerdir.

Yukarıda belirttik, Gladyo devlet teşkilatının içinde yuvalanmıştır. İşte o SüperNATO’nun polis teşkilatı içindeki kadrosunu isim isim saptamıştır. İsimleri liste halinde bir suç duyurusu kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına veriyoruz.

Emniyetin vatansever kadrosu da, onları yakından biliyor. Eski İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürü,  Polis Okulları birincisi Adil Serdar Saçan, yapılan operasyonun Emniyet içindeki “F tipi” örgütlenmeyle bağlantılı olduğunu belirtti ve Ramazan Akyürek’in hala görevde olmasının dikkat çekici olduğunu vurguladı.”


[1] Zaman / 26 Ocak 2008

[2] Ali Bayramoğlu / 25 Ocak 2008

[3] Ali Bayramoğlu / 26 Ocak 2008

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...