YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662edf0d01af9
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 3
Bugün : 2988
Dün : 29208
Bu ay : 687518
Geçen ay : 453014
Toplam : 23466482
IP'niz : 18.189.22.136

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan "Bor ve Ötesi Raporu"na göre dünya bor rezervlerinin yüzde 72'si Türkiye'de bulunuyor. Türkiye, tek başına dünya bor madeni ihtiyacını 500 yıl karşılayabilecek rezervleri elinde tutuyor.

Rapora göre, dünyadaki önemli bor yatakları Türkiye, Rusya ve ABD'de bulunuyor. Toplam 1 milyar 176 milyon ton olan dünya bor madeni rezervinin yüzde 72'si Türkiye'de yer alıyor. Raporda, dünya bor piyasasının 1.2 milyar dolar düzeyinde olduğu belirtilirken, Türkiye'nin pazarın yüzde 38'lik kısmını elinde bulundurduğuna dikkat çekiliyor. Bor pazarından 400 milyon dolar pay alan Türkiye, pazardan yüzde 50'li pay almayı hedefliyor. Türkiye bor madeninde hammadde yerine geliştirdiği işlenmiş ürünleri satarak pazarını büyütmeye çalışıyor. Türkiye, en kıymetli rafine borun tonunu ortalama 300 bin dolardan satıyor. Oysa bor teknolojisi sayesinde, bor kimyasalına dönüştürülen borun tonu 30 milyon dolara kadar çıkabiliyor.

Bor, tavuk eti üretiminde 9 bin tonluk artış sağlıyor

Yapılan çalışmalar borlu yemin tavukların et ve yumurta kalitesinde olumlu etkisi olduğunu gösteriyor. Bor katkılı yemle beslenen tavukların ağırlıklarında 17 grama kadar artış yaşandığı belirtiliyor. Uzmanlar bor kaynaklarının etkin kullanılamadığını belirterek, bor işleme tesislerinin yetersizliğinden yakınıyor. İşlenmiş bor ihracatının Türkiye ekonomisine önemli katkı sağlayacağını ifade eden uzmanlar "Her derdin devası bor madeni, Türkiye ekonomisi için de deva. Borcumuz artarken, bor'umuzun yatmasını içimize sindiremiyoruz" diye yakınıyor.

Prof. Dr. Abdurrahman Satman: Devletin enerji politikasının bulunmadığını söylüyor.

Türkiye'nin uzun vadeli enerji politikasının olmadığına işaret eden İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Abdurrahman Satman, "Eğer enerjide devlet politikası olsaydı bugün çok daha farklı şeyleri konuşuyor olurduk. Bizim enerji politikalarımız hükümetlerle sınırlı. Artık bunun değişmesi lazım" diyor.

Son dönemde enerji bakımından bıçak sırtında olan Türkiye'de yerli enerji yatırımları ihmal ediliyor.

Türkiye'de enerji yatırımlarının ihmal edildiği tartışılıyor. Dünyada enerji 300 yıl önce sadece odun olarak bilinirdi, sonra kömür oldu ve son yüzyıldan bu yana da petrol ve doğalgaz olarak biliniyor. Petrol 1950'li yıllardan sonra petrol kanunun çıkmasıyla Türkiye'de kullanılmaya başlandı. Petrol kanununun çıkması ile birlikte Shell ve Mobil gibi yabancı şirketler Türkiye'ye geldi ve Türkiye'de arama yaptılar. O yıllar için sonuç fena değildi. Türkiye petrol ihtiyacının yarısını karşılayabilir duruma geldi.

Birçok saha bulundu ama, "bunlar verimsiz olduğu için onlar açısından çok karlı değil" denildi. Hatta pek çok zengin petrol kuyularının kasıtlı olarak kapatıldığı, uzmanlarca söylendi. Yabancılar devreden çıkınca, bu kez TPAO hemen hemen tek başına yoluna devam etti. Ancak milli ve bağımsız bir politika izlenemedi.

IMF'ye Büyük Borcu Olan Tek Ülkeyiz!

Herkes vazgeçti bir tek Türkiye bağımlılığını sürdürüyor.

IMF heyeti, yürürlükteki stand-by anlaşmasının 7'nci gözden geçirmesi için yine Ankara'ya geldi. Medya enerji fiyat artışı ve Sosyal Güvenlik Reformu'nun, görüşmelerin ana eksenini oluşturacağını yazıyor. Gerçekse şu: AKP Hükümeti, Türkiye'yi IMF'ye en borçlu ülke haline getirdi.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'in 15 Aralık'taki çağrısına uyan Uluslararası Para Fonu (IMF)-Türkiye ekibi, 17 Aralık'ta Ankara'ya geldi. IMF yetkilileri, ekonomi yönetiminden; konutlarda kullanılan elektriğe bir an önce yüzde 15 zam yapılmasını ve Sosyal Güvenlik Reformu'nun derhal yürürlüğe sokulmasını istedi. Ancak bu görüşmelerin yapıldığı atmosfer çok daha dikkat çekiciydi. Çünkü, AKP Hükümeti'nin yıl sonu enflasyon hedefi 4 puan sapmış, büyüme durma noktasına gelmiş ve cari açıkta rekor artış olmuştu. Ve bunların hepsi, yürürlükteki stand-by anlaşmasının eseriydi. Tıpkı daha öncekiler gibi…

Borç yiğidi kamçıladı ama bir deri bir kemik bıraktı

Bugün, IMF'ye 150'yi aşkın ülke üye. Türkiye, 1958'den bu yana IMF ile 20 kez borç ve stand-by ilişkisine girdi. IMF'nin, borç para karşılığı dayattığı ekonomik program neredeyse tüm dünyada başarısızlıkla sonuçlandı. Politik ve mali araştırma uzmanları Bryan Johnson ve Brett Schafer tarafından hazırlanan bir rapora göre 1965 yılından bu yana 89 az gelişmiş ülkede uygulanan IMF programları şu sonuçları doğurdu:

14 ülkede ekonomi en az yüzde 15 küçüldü, 48 ülkenin milli geliri yerinde saydı, 32 ülke daha da fakirleşti. Sonuçta Endonezya'da halk ayaklandı, Kolombiya'da işsizlik patladı. Arjantin ekonomisi çöktü, Uruguay ekonomisi yüzde 50 küçüldü, Ürdün'de isyan çıktı, Meksika'da 30 bin işyeri kapandı, Somali'de tarımsal alt yapı çöktü, Rusya'da milli gelir yüzde 30 azaldı.

Türkiye'nin IMF macerası da; 2001 yılında tarihin en büyük kriziyle taçlandı.

AKP'li yıllarda ne oldu?

Bugün IMF-Türkiye ilişkileri, kriz döneminden çok daha ağır bir fatura hazırlıyor. Yabancı sermaye ve dışarıdan gelen sıcak paraya bağımlılık, cari açıktaki rekor ve durma noktasına gelen büyüme, Türkiye adına kaygılanan tüm ekonomi çevrelerine "eyvah!" dedirtiyor.

Ancak bugün, çok daha acı bir gerçekle daha yüz yüzeyiz. Çünkü, IMF'ye borcu olan sadece 5 ülke var ve bunların başında da Türkiye bulunuyor! Daha da acısı Türkiye, IMF'ye en çok borcu olan ülke konumunda. AKP Hükümeti her fırsatta, yayınladığı ekonomik göstergeleri "gurur tablosu" olarak sunuyordu.

IMF'ye gerçek anlamda borcu olan tek ülke Türkiye. Üstelik bu borç 1999-2005 yılları arasında alındı. Türkiye, son 25 yılda iç ve dış borçlara yaklaşık 433 milyar dolar faiz ödedi. Bu faizlerin yüzde 43'ü yani 190 milyar doları AKP iktidarı döneminde tahsil edildi.

Eski bakan Ufuk Söylemez: IMF kriz yaratan merkez haline geldi

Ekonomiden Sorumlu Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, 10 yıldır IMF'yle kesintisiz borç ilişkisi sürdüren tek ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekti. Aydınlık'a konuşan Söylemez, "IMF bugün G-7 ülkelerinin politik ve ekonomik taşeronu haline getirilmiş bir kurumdur" diyor ve IMF'nin yeniden yapılandırılması gerektiğinin altını çiziyor. Dünya Bankası ve IMF'nin fazla iç içe girdiğine de dikkat çeken Söylemez, bunun dünya para piyasalarında ve ülke ekonomilerinde de büyük sorunlar yarattığına da işaret ediyor.

2001 krizini bile arar hale geleceğiz

Ufuk Söylemez, IMF'nin nasıl bir misyonu üstlendiğini de şu örnekle özetliyor: "Türkiye tarihinin en büyük mali krizini yaşadığı 2001 yılında Merkez Bankası, piyasaya para arzı yapacaktı. Krizi önleyecek tek eylem de belki buydu. Bu sayede bankalar batmayacaktı. Ancak IMF, Merkez Bankası'nın bunu yapmasına izin vermedi. 2001 krizinde en büyük pay IMF'ye aitti: Bu kurum bugün itibariyle krizleri önleyecek politikaları geliştirme görevini terk etmiş, kriz yaratan bir kurum haline dönüştürülmüştür. AKP Hükümeti de bunları göz ardı ederek, IMF politikalarına gün geçtikçe daha fazla sarılarak yoluna devam ediyor. Ekonomi'de IMF ve sıcak paraya bağımlılığın en üst düzeye çıktığı bu günlerde ortaya çıkacak küçük bir endişe, tedirginlik veya spekülasyon, kaçınılmaz olarak büyük bir krizin de tetikçisi olacak. Ancak olası bir kriz, 2001 yılında yaşadığımız krizi mumla aratacak!"

İşsizlik, Eylül ayında yüzde 9.3'e yükseldi

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Ağustos, Eylül ve Ekim aylarını kapsayan Hane halkı işgücü Araştırmasının 2007 Eylül dönemi sonuçlarını 17 Aralık günü açıklamıştı. Araştırma sonucuna göre bu dönemde; geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında, istihdam 233 bin kişi artarak 23 milyon 361 bine çıktı. Bunun yanında yine aynı dönemde işsiz sayısı 89 bin kişi artarak 2 milyon 405 bine yükseldi. İstihdam oranı 0,3 puan azalarak yüzde 44,3, işsizlik oranı 0,3 puan artarak yüzde 9,3 oldu. Kentte genç nüfus işsizliği 0,5 puan artarak yüzde 22,54, kırsalda 0,4 puan artarak yüzde 12,9 oldu. Genç nüfustaki ortalama işsizlik oranı da 0,8 puanlık artışla 19'a ulaştı.

Haftada 40 saatten az çalışanlar ve işinden memnun olmayanların teknik adıyla eksik istihdam edilenlerin oram, 0,4 puan azalarak yüzde 2,9'a indi. Genç nüfusta eksik istihdam da 1 puan azalarak yüzde 3'e geriledi. İş aramayıp çalışmaya hazır olanların sayısı 1 milyon 741 bin kişiye ulaşırken, iş bulma ümidi olmayanların sayısı da 601 bin olarak gerçekleşti.

IMF Geçeği

Ülke                   IMF'ye olan borcu

Türkiye               8 milyar USD (Faiz hariç)

Dominik C.         550 milyon USD

Irak                     460 milyon USD

Gabon                37 milyon USD

Arnavutluk          7.7 milyon USD

Türkiye'miz Kasıtlı Olarak Geri Bırakılmıştır! 

Türkiye kasıtlı olarak geri bırakılmıştır!.. (Oysa Erbakan Hoca'nın sayesinde M.Ç.) Türkiye kendi yüzde yüz millî ve yerli otomotiv sanayiini kurabilirdi; kasıtlı olarak kurdurulmamıştır… Türkiye kendi çapında bir uçak sanayiine sahip olabilir ve savaş ve sivil hizmetler için uçak üretebilirdi ama ağır sanayi hamleleri baltalanmıştır. Türkiye'de dünya çapında ciddî ve güçlü üniversiteler olabilirdi ama kasıtlı olarak buna imkân tanınmamıştır.

Evet Türkiye kasıtlı ve planlı olarak geri bırakılmıştır…

Türkiye Ortadoğu'nun Japonya'sı olabilirdi.,..

"Türkiye Ortadoğu'nun Güney Kore'si olabilirdi…" Buna itiraz eden çıkar mı? En azından Türkiye bir Tayvan olabilirdi… Bir Singapur olabilirdi… Peki niye olamamıştır?!

AB'ye üye olmak için yırtınanlara soruyorum: Norveç AB üyesi değil ve fert başına düşen yıllık gelir 50 bin dolar… Türkiye niçin Norveç gibi olamadı? AB üyesi olmadan da böyle kalkınmak mümkünmüş… İsviçre AB üyesi değil. O da çok zengin, çok güçlü, çok ileri, çok güvenli…

Mütareke yıllarında (1919-22) bir yat İstanbul'dan Karadeniz'e açılıyor, Tuna yoluyla Orta Avrupa'ya gidiyor. Yatta bir yolcu var: Başhaham Hayim Nahum… Yatta çok kıymetli bir hamule var: 22 bin ton Osmanlı altını. Bu altınlar Avrupa'ya niçin götürüldü?.. (Ester Ben Bassa bu konuyla ilgili birkaç satırla da olsa bilgi veriyor… M.Ç.)

Benim çocukluğumda ülkemizde küçük ve vasıfsız da olsa uçak yapılabiliyordu. Bu fabrikalar niçin kapattırıldı?

Türkiye'nin kendi silahlarını kendisinin üretmesine dış düşmanlar ve içteki hainler izin vermediler.

Türkiye İslâm dünyasının en ileri ülkesiymiş… Pöh pöh pöh… Kişi başına düşen millî geliri bizimkinin 1,5 misli olan Malezya ne oluyor?

Ticaret, iktisat, sanayi finans, zenginlik konusunda 5,5 milyonluk küçük Finlandiya kadar olamadık.

Güney Kore'ye bakalım:

Nüfusu bizden az,

Yüzölçümü bizden küçük,

1950'lerin başında savaş geçirmiş, yanmış yıkılmış,

Korkunç yaralar almış…

Bunca imkânsızlığa rağmen bizi kat kat geçti. Akıllara durgunluk verecek derecede ilerledi, zenginleşti. Sanayi ve ticarette Japonya ile yarışıyor.

Biz niçin Güney Kore gibi olamadık… "İslâm dünyasının en ileri ve demokrat dünyasıymışız…" bu martavalları bırakın da benim sorularıma doğru dürüst cevaplar verin.

Nüfusumuz azdı da ondan… Yalan yalan yalan… Nüfusu 10 milyonun altında olan İsveç'e bakınız…

Yüzölçümümüz azdı… Bu da kuyruklu bir yalan. Toprağı bin kilometrekarenin altında olan Singapur'a bakınız…

Paramız yoktu… Yalan yalan yalan…

Geri kalmamızın asıl sebebi şunlardır:

Japonlar, Güney Koreliler, Tayvanlılar, Singapurlular gibi kafamızı çalıştırmadık, gerekeni yapmadık. Çünkü birilerinde bu niyet, bu irade, bu aksiyon yoktu.

Kalkınma hür ve vasıflı üniversitelerle olur. Bizde hür, vasıflı, özerk üniversiteye izin verilmemiştir.

Kalkınma iyi, vasıflı, millî, güçlü bir eğitim sistemi ile olur. Buna da izin verilmedi.

Ecdadına, atalarına, tarihine sövüp sayanlar elbette bu ülkeye, bu devlete, bu halka hizmet edemezlerdi.

Millî Mücadeleden sonra "birileri" nasıl az zamanda büyük servetler edinmiştir biliyor musunuz?

Ermenilerden, Rumlardan kalan malların bir kısmı nasıl yağma edilmiştir, haberiniz, var mı?

Uzun ömürleri boyunca hiç ticaret, üretim, hizmet işleriyle uğraşmamış birtakım kişiler nasıl dünya çapında zengin olmuşlardır?

Uzaklara gitmeye hacet yok. Bu ülke, bu devlet, bu halk yüksek ve müzmin enflasyonla korkunç bir şekilde soyulmuştur. Kasıtlı olarak. Eskiden müteammiden denilirdi…

Birtakım geri zekâlılar Türkiye'yi bugünkü hale İslâm'ın getirdiğini iddia ediyor. Türkiye'de İslâm nizamı var mı ki, bizi geri bıraksın?

Bizi bir zihniyet, bir ideoloji, bir kafa bu hale getirmiştir.

1940 ile 45 yılları arasında Galatasaray'ın ilk kısmında okurken, öğretmenlerimizden biri "Osmanlı'nın 622 senede yaptığından fazla demiryolunu biz 15 yılda yaptık" demişti. Zavallı kafa! Sanki demiryolu Osman Gazi zamanında icat edilmiş gibi konuşuyordu. Kaldı ki, Osmanlı, bilahare kaybettiği Rumeli ve Ortadoğu vilayetlerinde binlerce kilometre tren yolu yapmıştı. Şam-Hicaz yolu bunlardan sadece biridir.

1950'li yıllarda Haliç'in başındaki Galata köprüsüne yeni bir duba takılırken dehşetli bir tören yapılmıştı. Vali ve Belediye başkanı (o tarihte aynı şahıstı, büyük bürokratlar, gazeteciler, bandolar, mızıkalar ve daha neler neler…)

1960'lı yıllarda Almanya'nın meşhur Krupp fabrikalarının sahibi ülkemize bir ziyaret yapmıştı. Ankara'da iken, bu zatı Gençlik Parkı'ndaki oyuncak trene bindirmişlerdi. Sayın Herrn, işte bu da bizim yerli trenimiz… Adam içinden mutlaka kahkahalarla gülmüştür.

Türkiye'nin şehirleri, yolları, caddeleri, sokakları, meydanları Güney Kore otomobilleri ile dolu. Acaba o ülkede bir tek Türk (o da montaj) otomobil var mıdır?

Japonya'da 7 şiddetinde bir zelzele olur, sadece bir kişi ölür, o da korkudan veya kalp krizinden. Bizde aynı şiddette bir zelzele olur, tarih çapında bir facia meydana gelir. On binlerce bina yıkılır veya oturulamaz hale gelir, on binlerce ölü, on binlerce sakat… Netice: Bütün suç Veli Göçer (soyadından belli!) bir zatın üzerine yıkılır, adam hapse atılır ve dosya kapanır.

Türkiye'nin otomotiv sanayii hamle üzerine hamle yapıyormuş. Siz bu propagandalara inanıyor musunuz? İnanıyorsanız doğrusu acırım.

Mollalar İran'a deyip duruyorlar. Mollaları bırakın da kalkınmasına bakın. Savaş uçağı yapıyor, denizaltı yapıyor, atom enerjisi sahasında çalışıyor, otomobil yapıyor… İran kadınların başlarını saçlarını zorla kapatıyormuş… Siz de başı örtülü kızları üniversiteye sokmuyorsunuz. Başbakanımız bir akşam hanımı yanına alıp Ankara'da …. evine yemeğe gitse, kapıdan içeri girebilirler mi?

Baylar, bayanlar, sayınlar!.. Demagojiyi, safsatayı, şarlatanlığı, soytarılığı bırakalım ve Türkiye'nin yakın tarihinde kasten geri bırakıldığı gerçeğini itiraf edelim.

İslâm dünyasının en ileri ülkesi Türkiye'dir martavalını da temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koymayalım. Asıl soru, yukarıda yönelttiğim şu sorulardır:

Türkiye niçin bir Japonya gibi olamadı?

Türkiye niçin bir Güney Kore gibi olamadı?

Türkiye niçin bir Tayvan gibi olamadı?

Türkiye niçin bir Singapur gibi olamadı?

Türkiye niçin bir Norveç gibi olamadı?

Bu sorular karşısında ıvırtıp kıvırtıp kaçamak cevaplar vermeyin. Mertçe, dürüstçe, konuşun,

Türkiye Güney Kore gibi olabilir miydi? Elbette olabilirdi. Onun çok ilerisine bile geçebilirdi. Lakin birilerinin bağnazlığı, inadı, hıyaneti yüzünden olamadı.

Türkiye geri kaldı, ama o birileri çok çok çok zengin oldular. Sayelerinde ülkemizde korkunç miktarda kara ve haram para kazanıldı.

O birileri dehşetli refah, bolluk, zenginlik, israf, zevk u sefa içinde yaşıyor. Bundan âlâ kalkınma mı olur?58[1]

Bir Menfaat ve Sömürü Aracı Olarak TÜSİAD

Lütfü Özşahin'in güzel tesbitleriyle:     

Neden böyle bir başlığı uygun buldum, çünkü inanç; sadece fizik ötesi her şeye yaratan her şeye kadiri mutlak olan bir varlığa olmuyor. Bazen inançlar ve tapınma: politeist ve müşriklik nefsanî arzularla birlikte menfaatlerin ve kuvvetin ilahlaştırılması ile de oluyor. Bu açıdan bakıldığında TÜSİAD uluslararası finans kapitalinin ülkemizdeki en önemli işbirlikçisi durumundaki tam bir menfaat ve sömürü aracıdır. Gerçekten üyelerinin zengin olma biçimine, yaşayışlarına baktığımız zaman, bu milletle ve onların değerleri ile ilişkileri sadece parayı merkeze alan cüzdan ilişkisidir. Zira yırtıcı kapitalizmin anası sayılan liberalizmin en önemli temsilcilerinden olan William James'e şöyle bir soru yöneltilir: "Sayın James, acaba Tanrı var mıdır?" O da cevaben; "faydalı ise vardır" demiştir.

Yani liberalizmin çocuğu yırtıcı kapitalizmden beslenen TÜSİAD gibi, millete yabancılaşmış azınlık derneklerin felsefesine göre din; sömürüye, daha fazla kör etmeye, toplumu köleleştirmeye, koyun sürüsü haline getirmeye yarıyorsa faydalı bir şeydir. Müdahale edilmemelidir. Zira sömürü düzeni, ancak Napolyon Bonapart'ın da itiraf ettiği gibi, köleleştirilmiş, açlık düzeyinde ezilen halka "üzülmeyin siz hakkınızı ahirette alacaksınız, öbür dünya da paylaşım daha farklı olacak, siz onların tıka basa yemelerine, kilolarını atmak için aerobik salonlarına/saunalara koşmalarına bakmayın" diyen bir din anlayışının yerleştiği düzende daha da mükemmel işler. Fakat bu din; Allah'ın ön gördüğü şekilde sömürüye, zulme, adaletsizliğe ve faize karşı ise, milleti kendi tarihsel ve toplumsal değerleri doğrultusunda bilinçlendiriyorsa, o zaman tehlikeli bir şeydir. Bundan dolayı sömürüyü, vahşi kapitalizmi içselleştirmeyen, onunla işbirliğine girişmeyen din en azından, içi boşaltılmış, laiklik, çağdaşlık, aydınlanma vs gibi dış gerçekliği kalmamış kavramların arkasına sığınılarak sınırlandırılmalı hatta tüm kamu alanlarından değil Richard Rorty'nin ifadesi ile "gerekirse tüm yeryüzünden bile kovulmalıdır". Şu TÜSİAD denen bir avuç, ama Türkiye'nin kaymağını yiyen, başbakanları ayağına çağırıp pijama ile talimat veren zihniyete bakın. Bir siyasal parti gibi hareket ediyor ve başörtüsü bahanesi ile darbe iması yaparak memleketi karanlık bir çatışma ortamına çekmeye çalışıyor. Acaba niye?

Aslında sermayenin, yerli olan gerçek iş adamlarının, bu millete hakikaten hizmet eden sanayicilerin, ne mini etekle ne de başörtüsü ile sorunu vardır. Çünkü onlar TÜSİAD gibi devlet bankalarından aldıkları faizlerle, repolarla, milletin vergilerinden alınan sübvansiyonlarla, Türkiye'nin aleyhine dış sermayeye uşaklık yaparak büyümemiştir. Onlar TÜSİAD mensupları gibi ÇUŞLARIN içimizdeki sömürü düzenini temsil eden garpzadeler değillerdir.

Bu TÜSİAD mensuplarından oluşan iş adamları dünya çapında hangi marka üretmiş durumdadır? Yerli olan hangi teknolojik bir buluşa imza atmıştır? Dünya düzleminde kendilerine ait hangi patentleri vardır? Ne kadar insanımızı istihdam için iş sahası açmıştır? Bunlar ne kadar yerlidir? Bu küçük mutlu azınlık milletin kaçta kaçını temsil etmektedir? Bunlar bırakın dünya düzlemini, İslam dünyasında bile birinci sırada değildir. Çünkü varlıklarını haksız kazanç, sömürü ve faiz düzenine endekslemişlerdir. Ve istiyorlar ki ordu da bu düzene bekçilik etsin, Aslında onlar için vatan, millet, Atatürk, cumhuriyet, demokrasi, sadece kendilerinin inşa ettikleri koloni devleti korudukça vardır. Eğer ordu onların bu isteklerine olumsuz tavır verdiğinde, hiç şüpheniz olmasın en büyük ordu düşmanı TÜSİAD'cılar kesilir. Ve bunların emrindeki gazeteler emekli Genelkurmay Başkanlarına etek giydirir.

Bunlar başörtüsüne niye karşıdır? Zira onlara göre başörtüsü, Batıcı yırtıcı kapitalizme ve sömürüye karşı bir duruşu, bir bilinci sergilemektedir. (Keşke öyle olsa!) Böyle bir durum ise, uzak vadede kendi tasarladıkları sömürü düzenini tehdit etmektedir. Yani başörtüsü konusundaki esas çığlığın, velvelenin, yaygaranın nedeni budur. Başka bir ifade ile, üniversiteli kızların şuurlu bir şekilde örtünmeleri sömürü düzenine bir başkaldırı anlamı içermektedir. Yani başörtüsü; yerel ve mili bir bilinçlenmeyi, Anadolu kadınının kendi geliştirdiği modernliği içerdiğinden dolayı işbirlikçisi, taşeronu oldukları uluslararası sermaye için en azından düşünsel ve felsefi düzeyde bir tehdit teşkil etmektedir. Daha değişik bir ifade ile; yerel ve milli dinamiklerden yola çıkan batıcı olmayan bir modernlik, kültür ve kalkınma anlayışını kendi varlık nedenleri açısından yakın veya uzak bir tehdit olarak görmektedir.

Sizleri temin ederim birileri TÜSİAD üyelerine kesin garanti verseler, yani deseler ki; "siz endişelenmeyin bizim kurduğumuz düzende sizler eskisinden daha çok kazanacaksınız, ülkenin tüm maddi ve manevi kaynakları batılı efendilerinizle birlikte sizin emerinizde olacak, hukuk ve anayasa da sizin bu düzeninizi korumak üzere yapılandırılacak. Kolluk kuvvetlerinin görevi ise gerçekte sermayenin çıkarlarını mutlaklaştıran, dış güdümlü oligarşik devletinizi korumaktan ibaret olacak. Ancak rejimin İsmini Komünizm koyacağız, bir de tüm kadınlar çarşaf giyecek!"

İnanın sermayenin doğası ve Pazar Tektanrıcılığının iman esası olarak hemen bu düzeni seve seve kabul ederler. Ne Atatürk umurlarında olur, ne cumhuriyet, ne laiklik, ne çağdaşlık, ne de insan hakları…

Onların tek kaygıları var; kahir çoğunluğun aleyhine, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir dengesizlik üzerine oturan, kendilerine torunlarının torunlarına kadar tatlı ve haksız menfaat sağlayan sömürü düzeninin ebediyete kadar devam edip etmeyeceği! Ey milletim aslında başörtüsü probleminin perde arkasındaki esas kavga budur. Böyle olmasa TÜSİAD'cılar bu kadar yaygara koparır mı? Yoksa onlara mı kalmış genç kızlarımızın nasıl giyineceği? Keyifle şarap ve viski yudumlarken, sabah kahvaltılarını Venedik ve Marsilya'da, alışverişleri Paris ve Londra'da yapmak varken niye uğraşsınlar tesettür sorunu ile. Niye kaçırsınlar tatlı uykularını ve rahatlarını.59[2]


[1]  30.12.2007 / Milli Gazete

[2] Milli Gazete /  06 02 2008

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx