Türk toplumuyla ve Anadolu insanıyla Müslümanlık; öylesine kaynaşmış ve “aynı”laşmış ki, Batılılar çok yer de, Türk derken Müslümanlığı, İslam derken de Türk halkını kastediyorlardı. Hatta bu yaklaşım bazı Araplara da bulaşmıştı. Mısır ve Suriye gibi Müslüman ülkelere giden kardeşlerimiz, Türkiyeli olduklarını öğrenen insanların onlara; gayri Müslimlerden misin, müminlerden misin? anlamında: “Türklerden misin, başka dinden misin?” sorusunu yönelttiklerini anlatmışlardı. Bu bize meşhur “Türk müsün, gâvur musun” deyimini hatırlatmıştı.
Fransa’da yerleşip yaşayan Cezayirli bir Müslüman, üniversitede dinler tarihi dersi veren bir şarkiyatçı Profesörün, Bedir harbini anlatırken “Ebu Cehil komutasındaki Müşrikler karşıdan saldırınca, Hz. Muhammed’in safındaki Türkler kahramanca savunmaya başladılar” sözlerini, biraz da esprili bir tarzda nakletmiş ve Batılıların Türk’le İslam kavramlarını nasıl biribirinin yerine kullandıklarına dair unutulmaz bir örneklemede bulunmuşlardı.
İstiklal Marşı şairimiz ve Milli mütefekkirimiz Rahmetli Mehmet Akif’in kullandığı “Türk halkım” ve “Kahraman ırkım” gibi kavramların da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Çünkü zaten kendisinin bile ırken Türk olmayıp Arnavut bir aileden geldiği unutulmamalıdır. Mehmet Akiflerden, Namık Kemallerden oldukça etkilenen ve İstiklal marşı olarak ilan etmek üzere Akif’in şiirini özellikle bekleyen ve açılan yarışmaları erteleyen Mustafa Kemal’in Türk milliyetçiliği yaklaşımı da, öyle kafatasçı bir ırkçılık olmayıp, Mehmet Akiflerin ve Namık Kemallerin bakış açısını yansıtmaktadır. Kur’anın: “Millete İbrahime Hanifa” düsturuna ve bizi millet yapan bütün değer ve dinamiklerin ruhuna yatkın bir tavırdır.
Tabi, “Türk müsün, gavur musun?” deyimi, haşa, Türk olmayan Müslümanların gavurluğunu değil; Türklükle Müslümanlığın nasıl kaynaşıp yoğrulduğunu, Anadolu coğrafyasındaki farklı kültür ve kökenlerin nasıl İslam’la mayalanıp Türk ismiyle tanınır olduğunu gösteren bir hakikattir.
Bu deyimdeki “gavur” sözcüğü sanıldığı ve saptırıldığı gibi; asırlar boyu birlikte ve barış içinde yaşadığımız gayrimüslimlere yönelikte değil; devletimize, milletimize ve ülkemize hıyanete girişip nankörlük etmiş kimseler için kullanılmıştır. Hatta, makam ve menfaat hırsıyla böylesi hıyanetlere bulaşmış Türkler ve Müslümanlar da bu tabir kapsamı içine alınmış ve nefretle anılmak üzere “gavur” kavramı kullanılmıştı.
Batının Türk ve İslam fobisi:
Avrupa’da, Osmanlı varlığı karşısında duyulan büyük ürküntünün etkisinde kalmayan yok gibiydi.
Bir yerde, Moğollar’dan kalan büyük korkudur bu. Moğollar sadece İslâm dünyasını yerle bir etmekle yetinmemişti. Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’nın ortalarına kadar ilerlemişlerdi. Moğollardan yaklaşık 1000 yıl kadar önce Roma’yı Hun Kralı Attila titretmişti. Roma İmparatorluğu’nu ikiye yaran Attila bu büyük korkunun tohumlarını ekmişti. Önce Hunlar, daha sonra Cengiz ve oğulları; kuşaktan kuşağa geçecek büyük etkilere sebebiyet vermişlerdi. Doğu korkusu, Avrupalı’nın genlerine işlemiş; başta İngiliz eğitim sistemi olmak üzere, Batıda hayatı şekillendirmiştir.
Müslüman coğrafyada; dindar toplumu horlamak ve kendi halkını suçlamak, Avrupa ve Amerikan eğitiminden geçirilmiş; ve beyinleri değiştirilmiş insanların pek kolayına gelir. İşkence duygusundan pek farkı olmayan bir haz da yatıyor olabilir.
Bacon, kürsüsünde Endülüs Araplarının kıyafetiyle ders verirdi. Müslüman oldu diye şüphelenmişlerdi.
Arnold Toynbee’nin biyografisine bir göz atalım: (…) Akşamları yatmadan önce annesi ona sadece hikâye değil, İngiltere’nin tarihini de ezberletmişti. Toynbee, çocukluğu boyunca “Türklerin eşyalarıyla birlikte tüm Avrupa’dan atılması gerektiği”ni dinlemişti. Annesi ona “Türklerin Anadolu’yu da hak etmediklerini” söylerdi. Toynbee, üniversitede tarihçi olmaya yönelmiş olduğu için belli bir objektivite kazanmıştır. Bu objektivitede, Türkleri daha yakından tanımanın rolü vardır. Hatıralarında: “Neden bu kadar yaşadım ki” diye sorarken kendine, ölümden korkmadığını söyleyerek kendini kandırdığını ama esas korkusunun zihnî acizlik olduğunu ifade ediyor.[1]
Evet, Doğu’ya karşı önyargı Batı’da çözülmesi gereken bir düğümdür, bir komplekstir.”[2]
Hatırlarsınız Alman ırkçı Cumhuriyetçi Parti, Almanya’da Türk erkeklerini aşağılayan bir siyasi kampanya başlatmıştı. Bu ırkçı kampanyada Cumhuriyetçi parti, üzerinde sarışın bir Alman kızın bulunduğu ve “Ali Bana Sulanma” (mach mich nicht an, Ali!) yazan afişlerle seçimlere hazırlanmıştı. Cumhuriyetçi Partinin Frankfurt milletvekili adayı ve kampanyanın yaratıcısı olan Matthias Otmar, NTVMSNBC’ye özel demeç vererek kendisini savunmaya çalışmıştı.
Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler, Almanya açısından hiç de unutulacak nitelikte sayılmamalıdır. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya lehinde savaşa girerek birçok acı ve üzüntü yaşayan Türk halkı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın inşa edilmesinde yine onların hizmetine atılmıştır. Eğer bugün Almanya’da sağlam bir ekonomi ve demokrasi bulunuyorsa, bunu bir ölçüde de bugün aşağıladıkları Türk işçilerine borçlu olduklarını unutmamalıdır.
Türkiye’de alçakça terör saldırıları ile masum insanları, çocukları, kadınları, bebekleri ve güvenlik güçlerini katleden terör örgütünün sivil uzantılarına Alman vakıflarının yardımları karşısında, Türk halkının ne kadar sabırlı ve diplomatik davrandıkları da ortadadır.
Avrupa Konseyi’nin sübyancılık konusunda da Katolik din adamlarını araştırdığını, 1995 yılından bu yana dünya çapında beş binden fazla Katolik din adamının sübyancılık yaptığına dair şikâyetler alındığını saptadığını, bunlardan 30 papazın Fransız, 21 papazın İngiliz ve 13 papazın Almanya’da olduğunu ve bu papazların cinsel taciz ile suçlandığını hatırlatmalıdır.”[3]
Batı, kendini bulmasını istemediği başka toplumlara bilimin işaret ettiği doğruları, ama şeytani amaçları için tatbik etmektedir. Evet, Batı, bilimin doğasının rağmına bir yola girerek, bilimi kötülük amacıyla kullanmıştır ve bunda ısrarlıdır.
İnsan öldürmekte zulmedip sömürmekte bu kadar arzulu bir medeniyet, nereye kadar? Kitle imha silâhlarını bu kadar geliştiren, çeşitlendiren bir medeniyet, elbet kendi içinde patlayacaktır!
Tüm insanlığı değil, yalnız Avrupa ve Amerika’yı insan saydığı belli bir Batı; giderek barbarlaşmaktadır. Gerçekle bir alışverişleri kalmamıştır.
Güney Kıbrıs, Rumları Filistinli mültecilere oturma izni vermek için ‘Hıristiyanlığı kabul etme’ şartını teklif etmişti
ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle bu ülkeden kovulan ve çeşitli ülkelere dağıtılan 15 bine yakın Filistinli mülteciye, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nden ahlaksız bir teklif geldi. Yıllardır çöl şartlarında yaşamak zorunda bırakılan Filistinli Müslümanlara Güney Kıbrıs’ta oturma izni vermeyi taahhüt eden Rumlar, ancak Hıristiyanlık dininin kabul edilmesini tek şart olarak ileri sürmüşlerdi.
Bu akıl almaz teklifi, Suriye’deki mülteci kamplarından yardım ve destek için Türkiye’ye gelen Filistinli toplum önderlerinden Bekir Hüseyin El Avdi haber vermişti. Bu ahlaksız teklifi bize açıklayan El Avdi, ayrıca Gazze’deki sıkıntıları, Müslümanların içinde bulunduğu durumu ve özellikle çeşitli ülkelerdeki Filistinlilerin yaşadığı büyük zorlukları da dile getirmişti.
El Avdi, 12 yıl El Halil’de imamlık yaptıktan sonra iki yıl İsrail cezaevlerinde ağır işkencelere maruz bırakılmış ve bu işkenceler nedeniyle iki gözünü de kaybetmişti. Ardından İsrail tarafından şehit edilen Hamas Lideri Abdülaziz Rantisi ile birlikte 1992’de sürgün edilence Lübnan’a gitmişti. Daha sonra Suriye’ye geçen El Avdi, bu ülkede mültecilere yardım faaliyetlerinde bulunan Filistin Alimler Birliği üyesi.[4] Şimdi insafla söyleyin bakalım, Türkiye’de okuyabilmek için başlarını açmasını şart koşan zihniyetle, Filistinlilere İltica için Hıristiyanlık teklif yapan Rum yetkililerin farkı nedir? İşte “Türk müsün, gâvur musun?” diye sormanın tam da yeridir.
Filistin Katliamına Batı Niye Sessizdi?
Bir buçuk milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze tam bir açık hava cezaevi görünümündedir.
İsrail’in vahşetleri şeytanları bile utandıracak vaziyettedir.
İsrail, Sanki Lübnan Hezimetinin ve TSK’nın Irak Hareketinin İntikamı Peşindedir.
İkinci Lübnan Savaşı’nın başarısızlıklarıyla ilgili Winograd Komisyonu raporunun Şubat 2008’de açıklanması sonrasında ilk kez raporla ilgili açıklamalar yapan İsrail Başbakanı Ehud Olmert, savaşın başarısızlıklarının nihai sorumluluğunun kendisine ait olduğunu söylemiştir. İsrail parlamentosu (Knesset) Winograd raporunu özel bir oturumda tartışırken muhalefet lideri Likud Başkanı Binyamin Netanyahu’nun Olmert’e yüklendiği konuşmalar sonunda yapılan oylamada, Olmert’e destek veren milletvekillerinin sayısı 53’e karşı 59 olduğu bildirilmişti.[5]
Almanya’nın Alevi-Sünni fitnesi
Alman devlet televizyonunda yayınlanan “Tatort” adlı dizinin 23 Aralık’taki bölümünde bir “Alevi” öz kızına tecavüz ediyor gösterildi. Bu ahlaksız yayın yetmezmiş gibi, Alman Dışişleri Bakanı, Alevileri ve Sünnileri kastederek “Her iki tarafı da” sükûnete davet etti. Bu arada tepkiler üzerine kendini savunmaya çalışan yapımcı da itiraf etti: “Dizi bize sipariş geldi”…
Dizinin konusunu öğrenen Türkler, yayından kaldırtmak için çok sayıda başvuruda bulundular ancak hiçbir yanıt verilmedi. Üstelik dizinin bir de Avusturya’da yayınlanacağı öğrenildi.
Posta kutularına atılan bildirilerde asıl hedef Türkler
Almanya’da ‘Müslümanlar dışarı’ bildirileri
Bir Neonazi olan Bordin, “İslamcı derken asıl hedefiniz Türkler mi?” sorusuna “Öyle. Fakat bunu bir bildiride ifade etmek suç sayılıyor, O yüzden Türkler lafını kullanamadık” diyerek itirafta bulunuyor: “Burada yabancılar olduğu sürece yasadışı olaylar son bulmayacaktır. Ülkemizde Almanya’ya ve kültürüne uyum göstermeyen ve dilimizi iyi bilmeyen ve sosyal yardımları talan eden kimseleri istemiyoruz.”
Almanya’nın Münih kentinde posta kutularına “Müslümanlar dışarı” başlıklı bildiriler atılıyor. Bildirilerin altında “Vatandaş İnisiyatif Grubu” imzası yer alıyor. Son derece argo ve kaba bir dille kaleme alman bildiride grup kendini şöyle tanımlıyor, “Biz ‘Yabancılara Dur’ inisiyatifi olarak aşırı sağcı ‘salaklardan’ veya onlara benzer korkulacak gruplardan değiliz. Biz Münih’in yaşam biçimini ve geleceğini düşünen Münih’in yerlileriyiz.”
Bildiride ilk göze çarpan bir cami fotoğrafı ve onun üzerine büyük harflerle yazılmış “STOP” (dur) yazısı. Arka sayfada da bir cami resminin üzerine konulan geçemez işareti dikkat çekiyor.
Münih’te cami istemiyoruz”
Bildiriyi Alman aşırı sağcı partisi NPD’nin Münih kuzey bölgesi sorumlusu Roland Wuttke kaleme almış. Münih halkı “sizin azınlığa düşmenizi istemiyoruz” gibi sözlerle yabancı düşmanlığına ikna edilmeye çalışılıyor. Bavyera eyaletinde yaşayan her 5 yaş altı çocuktan ikisinin yabancı kökenli olduğu, Almanya genelinde 15 milyon yabancı kökenli insanın yaşadığı belirtiliyor. “Demokrasilerde konuşma özgürlüğüne inanıyoruz” ibaresinin yer aldığı bildiride, “Münih’te ‘İslam Evleri (Camileri)’ istemiyoruz” deniliyor.
Şimdi, Türkiye’de mantar gibi yüzlerce kilise açılmasına fırsat ve ruhsat verenlere soruyoruz: Tük müsün, gâvur musun?
Özgürlük Partisi milletvekilinden: “Hollanda sınırları 5 yıl Müslümanlara kapatılsın” önerisi!
Özgürlük Partisi (PW) milletvekili Sietse Fritsma, parlamentoya “Hollanda sınırları 5 yıl Müslümanlara Kapatılsın” konulu bir önerge sunuyor. Fritsma; “Hollanda’nın ulusal kimliği ve temel değerlerinin Müslüman göçü nedeniyle tehlikede” olduğunu iddia ediyor. Basında yer alan haberlerde, önergenin parlamentonun çoğunluğu tarafından, kışkırtıcı bulunduğu, bu nedenle de parlamentodan geçmeyeceği belirtilse de toplumda ‘İslam korkusu’ canlı tutulmaya çalışılıyor. Avrupa Irkçılığa Karşı Mücadele Grubu tarafından yayımlanan 2006 raporunda “Hollanda’da İslam düşmanlığının hızla arttığı” belirtiliyor. Hollanda’nın haftalık dergilerinden Elsevier’in haberinde Hollanda Güvenlik ve İstihbarat Örgütü’nün “Hollanda’daki Müslüman gençlerinin radikalleştiği” yönündeki tespiti aktarılıyor.
Daha önce de Hollanda eski Savunma bakanlarından Liberal Parti Milletvekili Henk Kamp, parlamentoya “Göç ve Uyum” başlıklı bir önerge sunarak, özellikle Türkiye’den ve Fas’tan Hollanda’ya gelecek gelin ve damat adaylarının akraba olmadıklarını DNA Testi ile ispatlamalarını teklif etmişti.
“Özgürlük Partisi” PVV, Türk gelinine DNA testi önergesinin sahibi Liberal Parti (VVD)’nin politikalarını yeterince sert bulmayarak, buradan ayrılan Geert Wilders tarafından geçen yıl kuruldu. Geert Wilders, Ağustos’ta yaptığı açıklamada, Kur’an’ı Kerim’i Hitler’in ‘Kavgam’ kitabına benzeterek, camilerde ve evlerde yasaklanmasını, yeni camilerin açılmamasını ve İslam okullarının kapatılmasını istemişti. Peki Türkiye’de yani %99’u Müslüman bir ülkede, İmam Hatip okullarına ve türbana savaş açanlar, Türk müydü, Gâvur muydu?
Amerikan üniversitelerinde Siyonist ırkçı baskı
11 Eylül’de Amerika’ya yapılan saldırıları fırsat bilen Musevi lobisi (JINSA, AJC, AIPEC, Washington Institute), televangalist İsrail yanlısı Hıristiyan gruplarla ortak çalışmaya girdi. Musevi lobisi, Amerika’yı Müslümanlara karşı kışkırtıyor. George W. Bush ve Dick Cheney diktatörlüğünü de etkileyen Musevi lobisi, İsrail ve muhafazakâr Musevi lobisine karşı olan grupları da susturmaya çalışıyor. David Horowitz başkanlığında kurulan Özgürlük Merkezi (Freedom Center), “front page” adlı internet sayfası, “terörist uyanış” internet sitesi ile Amerika’daki “tehlikeli profesörler”i hedef gösteren internet sayfalarını organize ediyor. Amaçları, Amerikan akademisindeki özgürlük ve demokrasi yanlısı sesleri susturmak, terörist gösterip bastırmak.
Prof. Finkelstein, suçu: İsrail’i eleştirmek!
Amerikan akademisinde kurulan bu baskıcı diktatör çetenin bir diğer üyesi, Harvard Üniversitesi’nden, aşırı muhafazakâr Musevi görüşleri ile meşhur Alan Dershowitz. Bu siyonist pornografinin özgürlük olduğunu savunurken, hayvanlara karşı uygulanan işkencelere olumlu bakan bir “özgürlük’ savaşçısı rolü oynuyor. Oysa Dershovvitz, pornografiye karşı gösterdiği olumlu tavrı, yine bir Musevi olan, ama mazlum Müslümanların haklarını savunan Profesör Norman Finkelstein’a karşı göstermiyor. Dershowitz, Profesör Finkelstein’in Sikago’da bulunan DePaul üniversitesindeki görevinden atılması için, üniversite yönetimine baskı yapıyor. Üniversiteyi dolaylı olarak tehdit ediyor. Oysa Norman Finkelstein akademik ahlaki ve bilimsel çalışmaları ile herkesin takdirini kazanmış bir bilim adamı olarak tanınıyor. Finkelstein’in suçu, İsrail’i ve ırkçı Musevileri eleştiriyor, Filistin’in yanında yer alıyor!.
Finkelstein’in ırkçı Musevileri rahatsız eden en önemli çalışması, yine insaflı bir Musevi olan Hannah Arendt’in tanımlaması ile, ırkçı batı kapitalizminin bir ürünü olan “Yahudi soykırımı” üzerine yazdığı kitap oluyor. Finkelstein “Yahudi Soykırımı Endüstrisi” kitabında bazı Musevi grupların bu soykırımı nasıl kendi çıkarları için sömürdüklerinden bahsediyor. Irkçı Musevi lobisinin baskılarına dayanamayan DePaul Üniversitesi, geçen yaz başında Profesör Finkelstein’in işine son vermiş bulunuyor.
Maalesef Profesör Finkelstein hakkında Türkiye’de herhangi bir yazı kaleme alınmıyor ve sahip çıkılmıyor. Ve işte bu yüzden: “Türk müsün, Gâvur musun?” sorusu, biraz olsun, içimizi ferahlatıyor.
Hıristiyanların Gözünde, Müslümanlarla Türkler Aynı Şeydi…
Giovanni Ricci’nin Türk Saplantısı isimli eserinde Rusların İstanbul önlerine kadar geldiği dönemi, Avrupalıların gözüyle anlatıyor:
“Türkler” sözünün bugünkünden daha geniş bir anlamı vardı. Bu söz dar anlamda yalnızca Osmanlı sultanının tebaasını değil, neredeyse bütün Müslümanları kapsıyordu. O kadar ki, çeşitli Avrupa dillerinde “Türkleşmek” deyimi aslında Müslüman olmak, İslam dinine geçmek anlamına geliyordu. “Türk”, Muhammed inancından olan kişi demekti.”
Bana kalırsa, “Türk müsün, yoksa gâvur mu” sorusu, aslında Avrupalıların bu bakışına dikkat çekiyordu. Burada öğrenilmek istenen, Türk olup olmadığımız değil, İslam olup olmadığımızdı. Çünkü ikisi de aynı şeydi.
Tarih sahnesine yeni bir devlet (Osmanlı) çıkıyor ve kısa sürede Avrupa’nın önemli bir bölümünü ele geçiriyor. Üstelik bu yerler, Hıristiyanlara ait topraklar. Türklerin karşısında, en güçlü Avrupa orduları bile bir iki saatten fazla dayanamıyor. Bu, onlar için tam bir skandaldı.
O zamanlar, günü gününe haber alma, olayları birinci elden öğrenme imkânı olmadığından, Türklerle ilgili hikâyeler, rivayetler, Avrupa’nın en ücra köşelerine kadar kulaktan kulağa yayılıyor. Tabii her kulak farklı anlıyor, her dudak farklı anlatıyor. Korku ile merak iç içe. Korkuyorlar, çünkü böyle giderse sıra kendilerine de gelecek. Merak ediyorlar, çünkü Türklerle ilgili pek bir şey bilmiyorlar.
Kitabın merkezinde, İtalya sınırları içindeki Ferrara şehri var. Türklerin dört yüz yıllık serüvenine; belgeler, yazışmalar, yerel tarihçiler eşliğinde, bu şehirden bakılıyor. Böylece, ortaya merak uyandıran bir kitap çıkıyor.
Osmanlılar, İkinci Viyana Kuşatması’nın yenilgiyle sonuçlanmasına kadar, Avrupalıların gözünde “yenilmez Türk”tür. Hatta Türklerin habire galip gelmesi, Hıristiyan din adamlarını bile kızdırmaya başlar. Onlara göre, “Tanrı, Türklerin galip gelmesine göz yumuyordu.” Haliyle, bu işte bir yanlışlık vardı. Çünkü onlara göre; Hıristiyanlar “inançlı”, Türkler ise “inançsız” insanlardı.
Yine de “Büyük Türk ile çatışmak, asla küçümsenecek bir iş değildi.” (Büyük Türk’ten kastedilen padişahtır.)
Daha düne kadar haklarında pek bir şey bilinmeyen Türkler, birden bire Avrupa’nın neredeyse tek gündem maddesi olmuştu. Türklere olan merak, Türkoloji ilminin de doğmasına neden olur. Artık Türklerle ilgili risaleler yazılıyor, Türklerle yapılan savaşları anlatan şiirler elden ele dolaşıyordu. Türklerin nasıl yok edileceğine dair uzun tartışmalar, o dönemin en önemli etkinliklerinden biriydi. İşte, o tartışmalarda öne sürülen fikirlerden biri: “Roma askeri düzeni, korktuğumuz Türk askerlik sanatına çok benziyor. Ama Türkler, Romalılardan farklı olarak, sürekli kazanıyorlar. Buna rağmen son üç yüz yılda, giriştikleri meydan savaşlarının yalnızca yarısında karşı tarafı çökertmişler, 120 yılda Macaristan’ın tamamını boyunduruk altına alamamışlardır. Oysa Romalılar üç yılda yapmışlardı bunu. Öyleyse ilk sonuç şudur: Günümüzde böylesine korkunç olan Türk ordularının değeri, Romalı ordulara kıyasla çok azdır ya da hiç yoktur.”
Bu arada, Türkleri çekici bulanlar da vardı. O çağlarda yayınlanan bir kitapçıkta, “Türkün edebi çekiciliği”nden bahsediliyordu.
Türklere esir düştükten sonra kurtulup geri dönen biri olursa, anlatacaklarından dolayı büyük saygı görüyor, adeta sınıf atlıyordu. Onların gözünde, Yemenli bir Arap, Sudanlı bir zenci veya Tunuslu bir Berberi de Türk’tü.
Savaşlar devam ettikçe, Türk esirler ve köleler de Avrupa şehirlerinde görülmeye başladı. Esirler, kasaba kasaba gezdirilip teşhir ediliyordu. İlk zamanlar, bir iki esir bile büyük başarı olarak kabul ediliyordu. Yıllar geçtikçe, esirlerin sayısında da artış oldu. Esir kafilelerinin geçtikleri her yere insanlar doluşuyor, meraklı ve nefret dolu gözlerle onları seyredip küfürler savuruyorlardı. Esirlerin başına gelmeyen kalmıyordu. İşte onlardan biri: “Ferrara’ya, şehirden geçmek üzere, silahsız, neredeyse çıplak, demir kelepçelerle bağlı, yüz yetmiş Türk geldi. San Martino sokağına geldiklerinde, içlerinden yorgun ve ayakta zor duran birisi, artık yürüyemiyordu. Komutan onu görünce, büyük bir sopayla dövdü ve vahşice öldürüp iki Türk’ün sırtına yükledi. Bu ikisi, bir Ferraralının rehberliğinde, onu gömmek için Orta della Grotta yakınındaki düzlüğe götürdüler, orada küçük bir çukur kazıp defnettiler.”
Avrupalıların hediyeleşme adetlerinde bile köklü değişiklikler olmuştu. Bazı insanlar birbirlerine, Türklere ait kafatasları armağan ediyordu. Bu kafatasları özenle korunuyor, miras yoluyla nesilden nesle geçiyordu.
Artık iş çığırından çıkmıştı. Avrupa’da tam bir Türk düşmanlığı kol geziyordu. Hatta “Türk kölelerin mezarları bile her yerde zulme uğruyordu. Mezarlar açılıyor ve cesetler yağmalanıyordu.” (Yıl 1739) Daha da ileri gidenler vardı: “Napoli’de, Türklere ait cenazelerin taşınması sırasında cesetler taşlanmış ve hemen ardından köpeklere ziyafet çekilmişti.”[6]
Bu düşmanlık, özellikle, İkinci Viyana Kuşatması’nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra başlamıştır. Artık “Türk korkusu” gitmiş, yerine, “intikam duygusu” gelmişti. “Mutlu olunması gereken bir dönem”di bu.
Uzun yıllar sonra, Trablusgarp’ta Türk ve Araplara karşı savaşan General Nelson, üstlerine yazdığı bir mektupta şöyle diyecektir: “Ayaklananları yakmakta veya diri diri derilerini yüzmekte bizi serbest bırakacak kanunlar çıkartmalıyız. Çünkü içimizde yanan intikam ateşi yalnız idam etmekle sönmüyor.”
Kitabın yazarı Ricci, “Türkler herhangi bir halk değildi, aksine, Avrupa tarihinin hem içinde, hem dışındaydılar” diyor. Bu yargının doğru olup olmadığını bilmiyorum. Fakat Avrupalıların, “Türklerin elinden her türlü insani niteliği aldığını”[7] iyi biliyorum. Sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türklerle (Müslümanlarla) ilgili kararlarına bakmak bile, bunu gösterecektir.[8]
Başka zaman ulusal çıkarlarımız ve tam bağımsızlığımız konularındaki haklı kuşkular nedeniyle Avrupa Birliğine karşı çıkan ve Haçlı zihniyetinin tarihteki ve günümüzdeki zulümlerini hatırlatan bazı kesimlerin, sıra başörtüsü yasağını kaldırmaya gelince hemen: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin alakasız ve ahlaksız kararına sahip çıkıp dört elle sarılmaları; çifte standartçılığın, samimiyet noksanlığının ve sahtekârlığın çağdaş bir örneğidir. Ve gerçekten mide bulandıran cinsten bir münafıklık alametidir.
[1] Arnold J. Toynbee Hatıralar: Tanıdıklarım, Klâsik Yayınlar
[2] 07.01.2008 / Kamil Eşfak Berki / Milli Gazete
[3] 07.01.2008 / Yrd. Doç. Dr. Birol Ertan / Milli Gazete
[4] Ebubekir Gülüm / Milli Gazete / 06.02.2008
[5] Milli Gazete / 06 02 2008
[6] Sayfa 126
[7] Sayfa 125
[8] 08.01.2008 / İbrahim Tenekeci / Milli Gazete

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
21. yüzyılda hedeflerine ulaşması için, siyonizmin ana vazifesi Akp iktidarını uzun süre ayakta tutmasıdır. Geçen…
Aziz Erbakan Hocamız ın "Akp ve yöneticileri zat'ül hareke(bağımsız hareket edebilen) değildir, bunlar at yarışı…
Gerçeği anlayamayalım diye üstünü örtme gayreti güdenler; ya fiile destek olup organizasyonun içinde olanlar ya…
Aziz Erbakan Hocamızın "bunların arasında fark yok" buyurduğu, Ahmet Akgül hocamızın herkes en net şekilde…
Ya Rabbi, dilimizi zikrine alıştır. Kalbimizi bu bu zikir mutmain olan kalplere kat. Dili döndüğü…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
Özellikle toplum hafızasının sıfır saniyelere yaklaştığı bu günlerde "AKP mütekabiliyet zaafları tarihi" özelliği taşıyan bu…
Zikrullah, yani Allah’ı anmak; gönlü canlandıran, ruhu yükselten bir manevi güçtür. • Zikirle insanın kalbinde…
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…