“Kürt Açılımı”, Türkiye’yi Parçalama Adımıdır:
İsrail’in planı, ABD ve AB’nin dayatması, İmralı köşkündeki APO’nun talimatı, BOP eş başkanı Recep T. Erdoğan’ın demokrasi kahramanlığı ve marazlı-kiralık medya’nın alkışlamasıyla başlatılan “Kürt açılımı”, aslında Türkiye’yi parçalama; varlık ve bağımsızlık sigortamız olan Lozan’ı kendi elimizle yırtıp atma ahmaklığı ve alçaklığıdır.
AKP’nin doğrudan sahiplenip taşeronluğunu yaptığı, CHP’nin aslına değil, usulüne itiraz edip dolaylı destek sağladığı, MHP’nin ise “şiddetle karşı çıkıyor” rolüyle muhtemel milli tepkileri törpülemeye çalıştığı ve olayın İsrail ayağına ve Lozan’ı delme hazırlığına hiç dokunulmadığı bu resmen hıyanet cesareti; sadece AKP’nin değil, bu akrepleşmiş masonik düzenin de yıkılışına yol açacaktır.
Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümündeki ABD için bugünkü dünyada en büyük siyasi amaç, Kuzey Irak başta olmak üzere Ortadoğu’da yeni bir harita oluşturulmasıdır. Daha doğrusu Ortadoğu’nun “yeniden-dizayn edilmesi”yle, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Büyük İsrail’e zemin hazırlamaktır. Bu proje Clinton dönenimde fiiliyata dökülen, Bush döneminde devam eden ve Obamayla hiç değişmeyen bir siyaset anlayışının devamıdır. Bu bölge yapılandırılırken 1 Mart tezkeresi ile Türkiye gözden çıkarılmış, ABD için Türkler değil, bölgedeki Kürtler en önemli partner halini almıştır.
Kürt açılımı, ABD’nin bastırmasıyla ortaya atılmıştır. Amerika’daki önemli bir “Think-Tank” (düşünce) Kuruluşunun raporun da, 2012’de Musul’un Türkiye’ye bağlanabileceği konuşulmaya başlanmıştır. Hemen arkasından , bu sefer bizzat Barzani’nin yakın çevresinden, “Kerkük’ün Kürt yönetimine katılması, Kuzey Irak Kürtlerinin de Musul Vilayeti ile beraber Türkiye’ye katılması” türünden söylemler dışarıdan Türkiye’ye taşınmıştır..
Kuzey Irak’ın (Musul-Kerkük) Türkiye’ye katılması baştan beri Turgut Özal’ın en büyük rüyasıydı. Ancak o zaman Türkiye kısmen ve uluslararası politikada da kısmen ağırlığı vardı. Ne yazık ki, o dönemde askerler buna cesaret edemeyip masadan kalkmış; sonuçta da bugünkü Kuzey Irak Kürt Devleti’nin tohumları atılmıştı. Bugün ise durum çok farklıdır. Bugün Türkiye ile ilgili aklınıza gelebilecek her türlü siyasal kapışma ve ülke içerisindeki çatışmalar , “Uluslararası Güçler”in mücadelesinden dolayı ortaya çıkmaktadır.
“Kuzey Irak ve Musul’un bize katılması” tezi, bazılarınca çok sıcak karşılanmakta ve heyecanlarımızı okşamaktadır. Oysa Musul’un Türkiye’ye katılmasının bir tek anlamı vardır. O da; Lozan’ın ortadan kalkmasıdır. Zaten Lozan Amerika Birleşik Devletleri tarafından hala imzalanmamıştır ve tanınmamıştır. Bu konu neden bizim ders kitaplarımızda hiç yer almamaktadır? Bizim masonik ve münafık Türk medyası neden bu konuyu hiç tartışmamaktadır?
Eğer biz Musul’u alırsak, bir anlamda üniter yapımız değiştirilmiş olacaktır. Böylece; biz Lozan’ın lağvı anlamında, Musul ve Kerkük dahil Kuzey Irak’ın, Türkiye’ye katılmasına razı olursak, Lozan ortadan kalkmış sayılacağından; belki bir 10 yıl içerisinde bizdeki Kürt bölgelerini de içine alacak şekilde bir parçalanmanın da önü açılacaktır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti’nin Misak-ı Milli sınırlarında herhangi bir değişikliğin yaşanması, Lozan’ın geçersiz sayılması sonucunu doğuracaktır. Lozan geçersiz olursa, ilk etapta bu bir büyüme gibi görünse de, daha sonraki süreçte Türkiye’nin farklı federasyonlara ve sınırlara ayrılmasına, bu konudaki siyasi dayatmalara da fırsat tanınacaktır.
Bugün Türkiye’nin bölünmesini engelleyen en önemli şey Lozan’dır. Lozan, Türkiye’nin varlığı ve bütünlüğünün yegane teminatıdır ve Amerika dışında, bütün devletlerin, uluslararası platformda “siyaseten mutabakatla” kabul edilmiş bir anlaşmadır. İlk anda bize çok sıcak gelen bu Kuzey Irak “ilhakı”, aslında Türkiye’nin parçalanmasının pratik ve en etkili adımıdır.[1]
Erbakan Hoca’yla SP Kurmaylarının Farklı Yaklaşımı;
54. T.C Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’nın Altınoluk’taki Cuma sonrası selamlaşma sohbetinde (7 Ağustos 2009) bir gazetecinin “Kürt açılımı”yla ilgili sorusuna:
“Biz 72 milyon kardeşiz ve bir tek milletiz. “Kürt açılımı” gibi; ayrımcılık ve ırkçılık tohumu serpen, Milli birlik ve dirliğimizi zedeleyen söylemler talihsiz ve tehlikelidir. Bunlar dış güçlerin ve işbirlikçilerin ülke bütünlüğümüze yönelik tertip ve teşvikleri sonucu yapılan üzücü ve düşündürücü girişimlerdir” anlamındaki sözlerine karşılık, bazı SP yetkililerinin tam aksine, AKP’yi destekler mahiyette mesajlar vermesi şaşırtıcıdır.
Oysa, bu tartışmanın gidişi, bu “açılım” sürecinin neticesi; “Türk milleti sorunu”nu ortaya çıkaracağı açıktır. Kürt kimliği üzerinden yürütülecek bir tartışma ve çalışmanın, “Türk kimliği” sorunuyla karşılaşılması elbette kaçınılmaz olacaktır.
DTP-PKK çizgisinin tezi ve talepleri, “Türk milleti” kavramını bir üst kimlik olarak reddetmekte, onu da bir etnik kimlik olarak tescile çalışmaktadır. Başka bir deyişle, DTP ve PKK’ya göre: “eğer Türklük bir üst kimlik veya milli bir kimlikse, Kürtlük de bir üst kimlik veya milli kimlik sayılmalıdır.” DTP ve PKK, “Kürtlük üst kimlik olarak kabul edilmeyecekse, Türklük de bir etnik kimlik olarak kabul edilmelidir” iddiasındadır.
“Irak, komşu değil ortağımız”mış!
Başbakan Erdoğan’ın Ekim’de yapılması beklenen ziyareti öncesi Bağdat’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Irak’ı Entegre olunması gereken büyük bir ortak” olarak gördüklerini vurgulamıştır. Irak Dış işleri Bakanı Hoyşar Zebari de, Irak yönetimi ve Kuzeydeki bölgesel yönetimin terörle mücadele konusunda alınan bütün kararları tatbik edeceğini açıklamıştır.
Bu tavır, önce Kuzey Irak’
Kore Savaşı’nda Ermeni parmağı!
Bugün “Kürt açılımına” alkış tutan Ermeni aydınların bu yaklaşımı da kafa karıştırıcıdır. Maalesef Ermeniler, bilindiği gibi her fırsatta bizi bitirmeye uğraşır.
Star gazetesinde yayımlanan bir haberin başlığı: “Kore’de tercüman ihaneti”. “Kore Savaşı sırasında Amerikalıların görev verdiği Ermeni tercümanların, kritik bilgileri saklayarak Türk birliğinin cephede savunmasız kalmasına ve büyük kayıplar vermesine neden olduğu ortaya çıkmıştır. Habere göre, İngilizce sıkıntı çeken Türk subaylarıyla sağlıklı irtibat için, Amerikalılar Türkçe bilen Ermeni tercümanlar tutmuşlardır. Onlarda Türk birliklerini tuzağa çekecek, kasıtlı ve yanıltıcı bilgiler aktarmışlardır.
“Kürt açılımı”nın iç dinamikleri tartışılmaya açılmıştı ama dış boyutu üzerinde neden fazla durulmamıştı?. Oysa bu sürecin başlatılmasındaki zamanlama dikkat çekiyordu. Ankara’nın; Ermenistan, Kürt açılımı ve Azınlıkların dini talepleriyle ilgili çalışmaları neredeyse eşzamanlı olarak hızlanıyordu. ABD Başkanı Barack Obama’nın Ankara ziyaretiyle bunlar arasında bir paralellik gözleniyordu. Obama, seçim öncesinde taahhüt ettiği gibi ABD’nin Irak’tan aşamalı biçimde çekileceğini açıklamıştı. Başkan Obama Ankara ziyaretinde TBMM’de bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmada Ankara’ya talimat gibi üç tavsiyesi vardı:
1 – Ermenistan’la sorunları halledin.
2 – Kürt sorununa çözüm üretin.
3 – Heybeliada Ruhban Okulu’na izin verin.
Ankara bu üç konuyu hemen gündeme taşıdı ve hızla girişimlerde bulundu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün öne aldığı Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme çalışmaları, Heybeliada Ruhban Okulu tartışmaları ve Kürt açılımı gündemin ilk üç sırasına oturtuldu. Başbakan Tayyip Erdoğan ise yerel seçim öncesinde Güneydoğu’da kullandığı sahte milliyetçi söylemden hızla uzaklaşıp ‘Görüşmem’ dediği DTP Lideri ve PKK temsilcisi Ahmet Türk’le buluştu.
Bütün bunların Milli ve yerli değil, dış destekli projeler olduğu sırıtıyordu.
Abdullah Öcalan’ın avukatı ve “Asrın Hukuk Bürosu” elemanı Ömer Güneş’in şu önerileri, Başbakan Recep Erdoğan’ın ve AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın projelerinin ilham kaynağı oluyordu:
1- “Hasan Cemal Formülü” gerekliymiş: “İlk adım olarak ellerin tetikten çekilmesi ve İttihatçı mason sabataist Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal’in de dikkat çektiği “potansiyel çatışmacıların birbirlerinin karşısına çıkmayacak bir biçimde mevzilenmeleri” fazlasıyla önem arz etmektedir.”
Yani TSK ile PKK iki ayrı devletin silahlı gücü sayılıp, karşılıklı ateşkes sağlanmalı!?.
2- Öcalan “Birleştiren Fenomen” olabilirmiş: PKK ve Kürtler üzerindeki etkisi zaten objektif olarak Öcalan’ı tartışmaların odağına taşımaktadır. Türkiye toplumunun Öcalan algısı şimdiye kadar “bölen fenomen” olmuştur. Ancak, barışa sunacağı katkıyla birlikte bu algı “birleştiren fenomen”e de dönüşebilir.
Koşulları itibariyle çok ağır tecrit koşullarında bulunmasına rağmen, 10 yıldır barışın sağlanmasına dönük çaba içerisinde olmuştur. Dolayısıyla bu çabalar göz ardı edilmeden barışa katkı yapabileceği koşullar kendisine sağlanmalıdır.”
Yani APO resmen muhatap alınmalı!..
3- “Korsika Örneği” geçerliymiş: “Anayasada etnik aidiyet vurgusu yerine, devletin tüm etnisitelere eşit mesafede olması, devletin nötr kalması daha çok önemsenmelidir. Anayasa, sadece Türklerin ve Kürtlerin değil, bütün kültürlerin kendisini ifade etmesine cevaz vermelidir.”
Yani “Türk Milleti” kavramı tarihe karışmalı!
4- Kuzey Irak bölgeyi zenginleştirirmiş: Bölgenin, Batı bölgeleriyle eşitsizliğinin giderilmesi için pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Zaten, Irak Kürdistan bölgesinde ortaya çıkan katma değerin bölge üzerinden Türkiye’ye kanalize edilmesi de bölgeye ekonomik anlamda önemli katkıları olacaktır. Ayrıca, Kürtlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapabilmeleri, âdemimerkeziyetçiliğe geçilerek, yerel yönetimlere yetki devirlerinin sağlanması da gerekir.”[2]
Yani Irak’ın ve Kürdistanın hamiliğini Türkiye yapmalı, böylece Büyük İsrail, BOP eş başkanı olan Recep Erdoğan’a kurdurulmalı!
Şimdi yanıtı bulunması gereken soru şudur: Türk Milleti ve Türkiye tarihe mi karışıyordu?
ABD “Kürt Açılımı”nın Mimarı mı?
“ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Baykal’a bir ziyaret yapmıştı… Ama üzerinde pek durulmamıştı… ABD elçisi neden CHP’nin kapısını çalmıştı? Jefferey “ABD’nin görüşlerini aktardım” diye açıklamıştı… Ardından Baykal partisinin grup toplantısında bir konuşma yapmış ve özetle “ABD çekilirken ardında istikrarlı bir Irak bırakmak istiyor.”buyurmuşlardı. Aslında bu söz her şeyi anlatmaktaydı…
Sıralarsak;
- · “Kürt meselesi” artık yerel bir konu değildir. Yıllardır “Kuzey Irak” diye bir gerçek vardır, ve Irak’taki güvenlik zafiyeti ABD için önemlidir.
- · Türkiye Kuzey Irak’taki PKK varlığı nedeniyle o bölgeye müdahil olmaktadır ve ilgilidir.
Bu da bölgedeki istikrarı olumsuz etkilemektedir. - · Bu nedenle PKK’nın silahı bırakması gerekmektedir.
- · Bu ise bir projeyle yada açılımla giderilebilir…
- · Ancak Türkiye’nin bu açılımı yapabilmesi için yalnızca hükümetin siyasi ağırlığı yetmemektedir. Buna bir devlet projesi, ya da bir parlamento desteği vermek gerekmektedir…
MHP halkın havasını indirme rolündedir. Bu nedenle CHP kilit partidir. Çünkü ancak CHP gelişmenin içine katılırsa, parlamento ağırlığı meydana gelecek ve böylece hükümet daha rahat hareket edecektir.
Bu nedenle ABD’nin Irak’taki çıkarı, Türkiye’nin geliştireceği “açılım” ya da “çözüm programı”yla doğrudan ilişkilidir…
Evet bütün bunları alt alta sıralayınca ABD elçisinin Baykal’ı ziyaretindeki amaç ortaya çıkmaktadır…” diyen Fatih Çekirge, Kürt açılımında, yani Türkiye Kürdistanının kurulmasında, CHP’nin AKP’ye destek vermesi gerektiğini, zaten bu talimatın ABD büyükelçisince kendisine iletildiğini; Amerika ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarını korumanın kutsal(!) ve kaçınılmaz bir görev gibi görülmesini öğütleyerek, Hürriyet’in Yahudi havariliğini bir kez daha ispatlıyordu.
Kürt Açılımı Neyin Diyeti Olmaktaydı?
Ruhsar Şenoğlu’nun şu saptamaları önemli ve anlamlıydı:
Türkiye 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en şiddetlim krizini yaşamaktaydı. 18 milyar dolarlık “kaynağı belirsiz para” olmasaydı, Türkiye’de ne ekonomi kalırdı, ne AKP iktidarı!”.
Ekonomist ve siyasetçiler konuyla ilgili ayrıntılarda farklı tartışma yürütüyorlar ama yukarıdaki saptamada birleşiyorlardı.
Bu, 18 milyar doların 12-13 milyar doları “kaynağı belirsiz” kara paraydı!
Bütün bunların üzerine, 27 Temmuz – 5 Ağustos günlerinde, Borsa’yı yüzde 110 şişiren bir manipülasyon yaşandı. Para, doğrudan banka-holding hisselerine akmıştı. Ergenekon konusunda çeşitli defalar “hukuk içerisinde hareket edilmesini” isteyen “büyük sermayenin” kasasına “Sus Payı”ydı!..
Bu kara paranın doğrudan doğruya Obama’nın emriyle, CIA bağlantılı spekülatörler marifetiyle ve çeşitli kanallar üzerinden Türkiye’ye yönlendirildiği ortaya çıkmıştı. Piyasasın paraya doyurulması, 29 Mart yerel seçimleri öncesinde Tayyip iktidarıyla Fetullahçılar arasında kurulan mutabakatın bir parçasıydı. “Kürt Açılımı”ndan önce Tayyip ile Gül arasındaki buzlar da eritilmeye çalışılmıştı.
ABD Patron, APO Taşeron, Erdoğan Piyon Konumundaydı!
Zira “Kürt Açılımı” Abdullah Gül’ün ABD’yle imzaladığı söylenen “iki sayfa dokuz maddelik” gizli anlaşması içinde önemli bir yer tutmaktaydı. Gül’ün Sedat Sertoğlu ile röportajında itiraf ettiği, 2 Nisan 2003 günkü Vatan gazetesinde yayımlanan gizli anlaşmanın ilgili maddeleri şunlardı:
5.Madde: Kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak.
6.Madde: PKK’ya af çıkarılacak ve PKK yasallaştırılacak.
7.Madde: Güneydoğu belediyelerine özerklik sağlanacak ve Türkiye adım adım federasyonlara ayrılacak.
Eşkıya Başı Apo: “Kürt Toplumu Ana Dilinde Eğitimini Ve Öz Savunmasını Yapacak, Özel Savunma Gücünü Oluşturacak” diyordu!?
Devlet ve Demokratik Kürt Ulusu: Benim çözüm modelim şudur: Devlet olacak, diğer tarafta da demokratik Kürt ulusu olacak. Kürtler devletin varlığını tanıyacak, kabul edecek. Devlet de Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını kabul edecek. Böylece orta bir yerde buluşacak, uzlaşacaklar. Sonra devlet isterse yine her yerde bayrağı olacak, isterse her yere hizmet götürecek, isterse her yerde Türkçe öğretecek.
Kürtlerin Meclisi ve Öz Savunma Gücü Olmalıdır: Kürtlerin her alanda örgütlenmesinin önü açılacak, Kürtler demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak. Kendi sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini yapabilirse kendisi yapacak, kuracak. Hatta kendi öz savunması bile olacak. Kendi ihtilaflarını çözecek bir savunma gücü olacak.
Kürtler, kendini demokratik bir şekilde örgütleyecek, savunacak. Bu süreçte önümün açılması için, bunu hep beraber yürütebilmemiz için koşullarımın düzeltilmesi lazım.
Türkler ve Kürtler Yan Yana Bulunmalıdır: Her şey tepeden tırnağa değişmek durumunda. Toplumun yeniden yapılandırılmasından, en küçük hücresine kadar değişimden, demokratik toplumdan bahsediyorum. Anadilde eğitimden, kültürden bahsediyorlar.
Benim çözümümde Türkler de Kürtler de kendi dillerini, kültürlerini, tarzlarını ortaya koyacaklar, ikisi de yan yana olacak. Toplum kendi demokratik işleyişini, öz yönetimini, eğitimini, hatta öz savunmasını yapılandıracak. Devlet buna engel olmayacak.
Gülen’le Yaklaşımlar ve Ortak Çalışmalar Olması Doğaldır: Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Kürdistan’da okulları cemaatleri var, örgütlüler. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir.
Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, Abdullah Öcalan’la aynı şeyleri savunuyordu!
‘Bir Soru Üzerine:
Anayasa’nın 66. maddesinde bir tanım var. Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür, diyor. Bu maddenin değişmesi gerektiğini savunanlar var. Siz ne diyorsunuz?
– “Atatürk’ün söylediği bir söz vardır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına, Türk milleti denir. Böyle bir tarif yapar. Ne Mutlu Türküm diyene sözünden de anlaşıldığı gibi Türk bir genel “sıfat kelime” olarak ifade edilmiştir. Türk kelimesi etnik kökeni ifade amacıyla değil, bir genelleme yaparak, kimseye bir ayrıcalık atfetmeksizin bütün Türkiye vatandaşlarını kastederek kullanılmıştır. Kelimenin lafzını değil anlamını, manasını dikkate almak lazım. Anlamında halk ikna edilmelidir. Bu kelime kullanılıyor ama anlamı budur denmelidir.
Devlete isim verme konusunda birçok ülke kendilerine göre çözümler bulmuştur. Mesela Osmanlı demiş, Selçuklu demiş, Amerikalı demiş. Genellikle çok etnisiteli ülkeler etnik referans vermekten bazen çekinmişlerdir. Hatta tarafsız olsun diye başka uluslardan kral ödünç alanlara bile rastlamak mümkündür. Ama hepsi şöyle veya böyle bir çözüm bulmuştur.
Biz de çözüm bulmalıyız. Bunları ifade ederken Türkiye’nin adını değiştirmeyi teklif ettiğim sanılmasın. Esasen bunu düşünen ve ifade edene rastlamadım. Amacım çözüm yollarının çeşitli olabileceğine dikkat çekmektir.
Birçok akıllı insan vardır Türkiye’de. Oturup bunu konuşacaklar, bir çözüm önerecektirler. Ama dediğim gibi çözüm geniş bir katılımcılıkla olmalı, dayatma, başlamadan bitirme olmamalıdır. Çözüme ulaşmada bütün taraflara rol ve sorumluluk düşüyor.”[3] Diyerek kürt açılımına destek veriyordu.
“Amerikan Gladyosunun Türkiye Ayağı!”
Bütün bu Ergenekon senaryolarının ve “Kürt Açılımının” mimarı Siyonist Yahudilerin güdümündeki Amerikan Gladyosu olmaktaydı. Ankara’da, Amerikan Büyükelçiliği’nde oturuyorlar, her şeyi oradan yönetiyorlardı.
Türk-Amerikan savunma işbirliği anlaşması gereği Türkiye’de bulunan ve ODC (Office of Defence Cooperation) adı verilen birim Gladyo’nun faaliyetlerine perdelik yapmaktaydı.
ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin ise “Stay Behind”ın (Süper NATO), bir başka deyişler Amerikan Gladyosunun önemli isimlerinden biri olarak tanınmıştı. Bu nitelikte birinin Ankara’ya büyükelçi atanması, o dönem “Amerikan yönetiminin Türkiye’de daha saldırgan bir politika izleyeceği” yorumlarına yol açmıştı.
Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin “Türkiye” başlıklı bölümünden; “Presidency Conclusions” yani kesinleşmiş BAŞKANLIK kararı… Yani Ortadoğu’da tek merkezli yeni bir devlete doğru yaklaşılmaktaydı.
Madde.23’te: “…müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini… Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına ….” Kayıtları yer almaktaydı.
Bu tek madde bile; bazılarını hala uyandırmıyorsa, onlar ya ahmaktı veya bile bile hıyanete ortaklıktı.
Seyredince mide bulandıran bir riyakarlıkla; Recep Başbakan’ın Meclis Grup toplantısında hamasi nutuklarla yürek dağlaması(!..) Başta Bülent Arınç ve diğer, Milli Birliğimize duyarsız Milletvekillerinin duygulanıp ağlaması… Saman TV, Kanal 7 ve diğer yandaş yağcıların bu samimiyetsizliği sırıtan gözyaşlarını döne döne ekrana taşıyıp aktarması, bize Fetullah Gülen’i hatırlatmıştı. O da bir zamanlar salya-sümük çok ağlamıştı ama sonunda kaçıp Amerika’ya ve Siyonist tanrısına sığınmak zorunda kalmıştı… Üstelik artık ağlamayı da bırakmıştı. Acaba Milletin maddi ve manevi sorunları mı halledilip aşılmıştı, yoksa Yahova’ya kavuşunca vuslata mı ulaşmıştı?!.
[1] Odatv.com, Erhan Göksel
[2] Milliyet / 12 Ağustos / sh.16
[3] Milliyet / 17 08 2009 / Fikret Bila
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Ey Nurcu Geçinen; YENİ ASYA’CI MÜNAFIK!
İslam dini bütün insanların saadetinin tek çaresidir Tam da bu konuyla ilgili, özellikle Talibanın Afganistan…
Yarabbi yardımına muhtacız.. Bizleri yardımından ve rahmetinden son anımıza kadar ümitsiz kılma
Makalede geçen şu ifadeleri tekrarlamakta yarar görüyorum: ... Bugün dünyada; • Temiz su ve yeterli gıda…
Dünya zindan sayılır, ol cennetin yanında Kuran ne güzel rehber, o zindandan çıkışta Hakka tercüman…
Allah (c c) insanı yaratıp yeryüzüne halife kıldıktan sonra ona birtakım vazifeler yüklemiş ve bu vazifelerden birtaneside…
Kuranın, 21.asrın insanlığının içinde bulunduğu durumdan kurtuluş yolu gösteren;adil siyasal düzeninden, adil ekonomik düzeninden,Adil ilmi…
Eskilerde kaldı tüm akrabalık ve kardeşlik yakınlaşması ve bağları. Büyüklerin etrafında toplanırdı tüm aile efradı…
Mahir bey istismarcılar, münafıklar... Peygamberimiz (sav) döneminde ve peygamberlerin yanında da vardı! Bugün de bugünden…
DOĞRU OL, EĞİLME! Doğruyu yaparsın, nankör olursun Yalan etmezsin, işbilmez olursun Sonunda hep kötü, sen…
Sabır ister çefakarlık Sadakattir vefakarlık Hak yolunda fedakarlık Mili çözüm soran azdır. Allah yolun da…