AKP'nin PERDE ARKASI
Karasinekler, iltihaplı yaraları arayıp kondukları gibi, Siyonizmin süvarileri de makam ve menfaat düşkünlüğü dışa vurmuş tipleri bulup, onları kendi milletine ve ülkesine karşı kullanmakta ustalaşmıştır. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz de (aslen Yahudi olup Siyonizmin Türkiye ve Ortadoğu stratejisti) Refah Partisi İstanbul Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan’ı keşfetmesinden sonra Erdoğan malum medya marifetiyle toplum gündemine taşınmış, İlçe Başkanlığından İl Başkanlığına, oradan belediye başkanlığına ve derken Parti kurulup başbakanlık adaylığına varan hızlı yükseliş tirendi başlatılmıştır. Erdoğan’ın Abramowitz’le Kasımpaşa’daki özel bir vakıfta başlayan tanışıklıkları, belediye başkanı seçilme öncesi ve sonrası Belediyenin Florya tesislerindeki görüşmelerle devam etmiş, ardından Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri yoğunlaşmıştır. İlk defa 17-21 Nisan 1995’te başlayan, daha sonra 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996, Cezaevine girmeden hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz 2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri bunların bazılarıdır.
Tayyip Erdoğan’ı Belediye makamında 15 Ekim 1996 günü ziyaret eden Abramowitz’in “Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!…” sözleri basında yer almış ve “Tayyib’in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD’nin kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı” şeklinde yorumlanmıştır. Hatta o günlerde bazı gazeteler “Abramowitz Erbakan’ın yerine Tayyib’i hazırlıyor” manşetlerini atmıştır.[1]
Abramowitz ise zaten bu gerçeği çok önceden ve Ertuğrul Özkök’ün köşesinden şöyle açıklamıştır:
“Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı görünen Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederiz”[2]
Bilindiği gibi her olayın bir görüneni var, bir de derinliği!… Temel fizik kuralıdır, “derinlik kolay oluşmaz, zaman gerektirir!”
Şimdi AKP’ye derinlemesine bir bakalım. İlk göze çarpan ilişki, Korkut Özal-Tayyip Erdoğan ilişkisi. Gözü keskin insanlar, AKP üzerindeki Korkut Özal hakimiyetini açıkça görebilir. İşte ilginç ve esrarengiz danışman ve gizli kabine bakanı (!) Cüneyt Zapsu’ya bakın. Beynelminel ve önemli bir adam. Tayyip Beyin danışmanı, Korkut Özal’ın da bir numaralı adamı. Korkut Özal’la Cüneyt Zapsu’nun birlikteliklerini anlamak için, Demokrat Parti’yi hatırlamak yeterli. Zapsu, Korkut Özal’ın Demokrat Parti Başkanlığı döneminde, O’nun Genel Başkan Vekilliğini yapmıştı.
Peki Mücahit Arslan ismini hiç duydunuz mu? AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın oğlu. Eğer hükümetle bir işiniz varsa ve işinizin görülmesini istiyorsanız, tek adres olarak Mücahit Arslan gösteriliyor. Bu zat “olsun” dedi mi, hükümette olmayacak işiniz yokmuş! Bu kadar etkili olan Mücahit Arslan Tayyip Bey’in “kare aslarından” biri. Yine ilginçtir, Tayyip Bey’le Mücahit Arslan’ı tanıştıran isim de Korkut Özal’mış. Dikkat ederseniz bu kişiler Hükümet üzerinde en etkili isimler olmasına rağmen, hiçbiri ön planda değil. Daha etkili olmak için, etiketsiz olmak, yani perde arkasında durmak gereğinin farkındalar. Bu yüzden Milletvekili bile olmadılar. Çünkü: “göz önünde olmak, gözlerin üzerinizde olması demektir”. Bu da, derinlik teorisine ters düşmektedir!?..
Şimdi derinliğin ilk oluşum dönemine gidelim. Yani MSP’li yıllara dönelim. Bilenler bilir, Milli Görüş içinde ilk ayrılış MSP döneminde yaşanmıştı. Ayrılık hareketinin başını çekense, tabii ki Korkut Özal’dı. 1977 MSP Kongresinde Hoca’ya karşı aday olmuştu… Şimdi, 10 puanlık uzman sorusu; peki Korkut Özal’ın o sırada en yakın destekçisi kimlerdi? Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç…
Nerden baksanız, Tayyip Erdoğan-Korkut Özal-Bülent Arınç işbirliğinde, çeyrek asrı aşan bir derinlik var. Yani siyasette hiçbir şey tesadüf değildir.
Ve Korkut Özal, bu derinliğin ilk perdesidir. Daha derin kökleri ise, K.Özal’ın, yıllar önce katıldığı bir Star TV Kırmızı Koltuk programında sarf ettiği; “Türkiye İsrail’in liderliğinde oluşacak bir Orta Doğu ortak pazarına girmelidir!” sözlerinde gizlidir.
Tayyip Erdoğan’ın Abramowitz’in ziyaretinden sonra Erbakan Hoca’dan uzak durmaya başladığı ve Hoca’nın İstanbul’daki açılış törenlerine bile katılmadığı da dikkat çekici bir ayrıntıdır.[3] Erbakan Hoca, elbette bütün bunların farkındadır. Ama O, hem İstanbul’da büyük başarılar kazanılması yolunda bu rüzgardan yararlanmayı, hem de T.Erdoğan’ın bu tuzaktan kurtulacağını ummaktadır. Ve tabi içimizden bazıları şimdilerde her ne kadar “biz bu hıyanetleri yeni anlamaya başladık” deseler de, aslında Erbakan Hoca’ya bir rakip hazırlanmasından ve Milli Görüşün altının oyulmasından gizli bir memnuniyet duymaktadır.
O sırada Abramowitz-Erdoğan görüşmelerini ayarlayan kişilerden birisi ise gazeteci Ruşen Çakır’dır. Ruşen Çakır 1992’de Türkiye’ye gelen CIA Ortadoğu şefi ve Yahudi asıllı Graham Fullerle görüşüp, ılımlı Amerikancı İslamcılar hakkında bilgiler verip onların ele başlarıyla buluşmalarını da sağlamıştı. Bunun arkasından Çakır, Graham Fullerin de yetkili olduğu Rand Corporotion’dan burs alarak Amerika’ya yollanmıştır. Daha sonra Milliyet Gazetesine “özel Muhabir” atanan Ruşen Çakır İsrail’e gidip birkaç ay kalmıştır. Ruşen Çakır şimdi de, Dönme İsmail Cem’in YTP’sine katılmıştır.
312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul başkonsolosu bayan Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı Belediye makamında ziyaret edip, Washington’un talimatıyla, “bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır” açıklamasını yapmıştı. Oysa aynı ABD yetkililerinin Erbakan’a karşı girişilen, haksız yere partilerini kapatma, hükümetini yıkma ve cezaevlerine tıkma olayları karşısında sessiz ve tepkisiz kalmaları dikkatlerden kaçmamıştı.
Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve Ona “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı…[4] Hatırlanacağı gibi, daha önceleri Erbakan Hoca’ya “İsrail ve Amerikan karşıtı politikaları terk edelim” teklifini getiren kişi olan Korkut Özal da Tayyip Erdoğan’ın fikir babalarındandı.
Tayyip Erdoğan ve ekibinin, AKP’yi kurma aşamasında ABD Büyükelçiliğinde görevli üst düzey mason, müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve yine Abdullah Gül’ün İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret edip parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği basına sızdı.
Ve zaten Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklamıştı.[5] Dış güçlerin, T.Erdoğan’ın seçimlere sokulmayarak mağdur edilmesini ve bu durumun merhamet istismarıyla AKP’ye birkaç puan daha getirmesini ve böylece kendilerine daha yakın gördükleri ve güvendikleri Abdullah Gül’ün genel başkanlığa seçilmesini kurguladıkları da sezilmeye başlanmıştı. Ve zaten SP’li Mehmet Bekaroğlu’nun T.Erdoğan’a da yarayacak olan kanun değişiklikleri teklifine AKP yönetiminin özellikle ilgisiz kalmaları da bu görüşümüzü haklı çıkarmaktaydı… Ve AKP’ye hangi zihniyetin hakim olduğunu ortaya koymaktaydı…
Başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun itirafıyla, affa uğrayan katillerin, çetecilerin ve ırza tecavüzcülerin bile milletvekili olabildiği, ama 312. mağdurlarının engellendiği bir uygulamaya AKP’lilerin razı olmaları, insanların kafalarını karıştırmaktaydı.
Ülkemize hıyanet ve hakaretleriyle meşhur AB’nin eski Türkiye temsilcisi bayan Karen Fogg da “Erdoğan’ın Hıristiyan Demokratlara benzediğini, sol ve sağın boşalttığı alana yöneleceğini, siyasal ve ekonomik bakımdan batılı değerlere yanaşacağını ama bunlara ahlaki ve kültürel bakımdan yerli öğeler katacağını ve başarılı olacağını” ortaya atmıştı.[6] Böylece, AKP’nin IMF zehirine, yerli çikolata sürerek millete yutturacağı anlaşılmıştı.
Daha da düşündürücü olanı, Tayyip Erdoğan’ın Yenilikçi Hareketine meşhur Siyonist ve CIA ajanı Graham Fuller’in tam destek vermesiydi… Fuller, Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslam”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürmekteydi. Bir röportajında “Fazilet Partisindeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslama liderlik yapacağı” kehanetini dile getirmekteydi!?..[7]
Batılı güçlerin ve masonik merkezlerin sık sık seslendirdiği “ılımlı İslam”, Siyonizmin sömürü saltanatına taşeronluk yapacak… Kuran’ın adalet ve asaleti öngören kurum ve kavramlarını teferruat sayıp yozlaştıracak… Müslümanları köle ruhlu, uysal ve uygar(!) vatandaşlar haline sokacak bir anlayışı ifade etmektedir.
Türkiye için tasarlanan “ılımlı İslamın” siyasi aktörlüğüne: “Biz din eksenli parti değiliz…” “Dinsel milliyetçiliği reddederiz…” “Adil Düzen, faizsiz sistem, İslam Birliği gibi içi doldurulmamış kavramları terk etmişiz, değişmişiz…” “Milli Görüş markasıyla alakamızı kesmişiz…” itirafında bulunan Tayyip Erdoğan… Dini önderliğine ise Fethullah Gülen seçilmiştir. Bunlara sorarsanız, hakkında açılan mahkemelerden kaçarak Amerika’ya sığınan Fethullah Gülen’in bu davranışı “Hicret”, Mason zenginlerin yüz binlerce dolar karşılıksız burs vererek Tayyib’in kızlarını, oğlunu ve gelinini Amerika ve İngiltere’de okutması, başörtüsü yasağından kaynaklanan bir “mağduriyet”tir. Açıkça görüldüğü gibi dini kavramları ve manevi duyguları istismar etmek, bunların mesleğidir.
Evet, Peygamber Efendimiz, Mekke’den Hicret etti ama, önce Medine’de müsait bir ortam meydana getirdi. Halbuki şu andaki Amerika hala zulmün ve Siyonizmin kalesidir.
İkincisi, Peygamberimiz önce sahabesinin en fakir ve çaresiz olanlarını… Bir müddet geçince orta halli bulunanları ve nihayet kısmen iyi durumda sayılanları Medine’ye göndermiş… Böylece hepsini emniyete aldıktan sonra en tehlikeli döneme Hz.Ali ve Ebubekirle birlikte kendi hicretini ertelemişti… Halbuki hoşgörü edebiyatıyla, dünyadaki bütün dinlerin karışımıyla ortaya çıkarılan Siyonist Moon tarikatının temsilcisi gibi davranan kişi, en küçük bir baskı karşısında Amerika’ya önce kendisi kaçıyor, ardından ekibinden bir iki zengin ve saygın kimseyi çağırıyor… Binlerce talebesini ise kendi haline terk ediyor… Bunun adı da “hicret” oluyor!..
Ve yine on binlerce kız evladımızın, okullarının önünde en temel haklarından mahrum edildiği bir ortamda, Tayyip Erdoğan’ın kızlarının bu mağdur ve mazlum yavrularımızın yanında ve arkasında mücadele etmesi gerekirken, tutup, hem de kaynağı karanlık ve kıskandırıcı imkanlarla Avrupa ve Amerika’ya kaçırması “mecburiyet” sayılıyor!.. Üstelik artık başörtüsü AKP için öncelikli sorun olmaktan da çıkmış bulunuyor. Hem, Türkiye’de Müslümanların eğitim özgürlüğünün kısıtlandığından ve bu yüzden çocuklarını yurt dışına kaçırmak zorunda kaldığından bahsediyor, hem de başörtüsünün öncelikli sorunları olmadığını beyan ediyor!… Her konuda olduğu gibi bunda da çelişkiye düşüyor. Ve zaten Fethullah Gülen tarafından, başörtüsü sadece teferruat kabul ediliyor!..
Mayıs-2000 de gerçekleşen ABD ziyaretinde Tayyip Erdoğan, orada yaşayan Fethullah Gülen’le görüşmüş ve kuracakları partinin genel politika ve projelerini konuşmuşlardı. Bu arada Erdoğan-Gülen arasındaki köprü görevini eski radikal İslamcı yazar bilinen ve “Mekke Resullerin Yolu” gibi kitaplarını şimdi inkar eden Ali Ünal yürütüyor, İstanbul Washington arasında mekik dokuyor. Fethullah Gülen-Tayyip Erdoğan partisinin teorik temellerinin hazırlanmasına Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru katkıda bulunuyor… Ve yine Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı ve İshak Alaton, Üzeyr Garih gibi Musevi iş adamlarına ödül dağıttığı Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfının düzenlediği meşhur Abant Toplantılarında bu yeni oluşumun siyasi zihniyet ve şahsiyetleri eğitilip yetiştiriliyordu.
Bugün AKP’de siyaset yapan Bülent Arınç, Ali Coşkun, Cemil Çiçek ve Prof. Burhan Kuzu gibi isimler Abant Toplantılarını kaçırmıyordu…
Bülent Arınç, Saadet Partisi Genel Başkanlığı kendisine verilecek hevesiyle günlerce bekleyen, olmayınca AKP’ye geçen ilkeli bir isim!… Eğer Genel Başkanlık verilseydi şu anda Milli Görüşü savunurdu… Ve geçenlerde, sayesinde Amerika’nın Türkiye’yi telefonla yönetmeye başladığı, döneminde hırsızlık ve soysuzluğun meşrulaştığı ve ABD hatırına bulaştığımız Körfez Savaşıyla ülkemizin 50 Milyar dolar zarara uğratıldığı Turgut Özal için “Eğer yaşasaydı gidip şortunu öperdim… Çünkü Özal şortla asker teftiş ediyordu” diyecek kadar da, ordumuza karşı içlerinde bir hınç besledikleri ortaya çıkıyordu… Halbuki zaman zaman bazı yamuk ve yanlış kafalar çıksa da, ordumuz vatanımızın ve bağımsızlığımızın sigortasıdır ve komuta kademesinde, Milli Şuur giderek ağırlık kazanmaktadır.
Ve zaten Tayyip Erdoğan’ın 90 yıllarında Trabzon’daki bir miting konuşmasında ordumuzu hedef alan sorumsuz ve seviyesiz sözleri de, aslında davamızı ve Erbakan Hocamızı sıkıntıya sokmaya yönelik kasıtlı bir ucuz kahramanlıktı… Çünkü ilk yıllarında belki yeterli eğitimi almamış askerlerimizle PKK mücadelesi başlatılmış olabilir-bu da tabiidir. Çünkü hiçbir devlet teröristlere, siz katliama devam edin, benim eğitilmiş askerim yok diyemez- Ama 1983’lerden sonra terörle mücadele için özel eğitimli birlikler oluşturulmaya başlanmıştı. 1990’larda ise tamamen hazırlıklı ve her bakımdan donanımlı olan güvenlik güçlerimiz, bütün Siyonist ve emperyalist dünyanın desteklediği PKK terörüne karşı üstün başarılar kazanmaktaydı. Mayası ve marifeti belli olan Çevik Bir ekibiyle sıkı fıkı ilişkiler kuran bu AKP’lilerin Milli ordumuza karşı olumsuz tavırları acaba nereden kaynaklanmaktaydı? Herhalde bazıları, Erbakan karşıtlığı yanında ordu düşmanlığının da, Siyonist odaklarda pirim yaptığının ve puan kazandırdığının farkındaydı…
Milli Görüş bünyesine uyum sağlayamadıkları için bu davadan kopan radikal ve marjinal unsurların, bütünüyle AKP’de buluşmaları… Ve daha önce bunları bahane ederek Milli Görüş’e saldıran masonik merkezlerin şimdi aynı kesimlere sahip çıkmaları da, beyinleri zorlamakta ve kuşkuları arttırmaktadır.
Fethullah Gülen-Tayyip Erdoğan ortaklığındaki önemli bir aracı da “Müthiş Türk” diye isim yapan Ali Rıza Bozkurt’tur. Sivas’ın Kangal İlçesine bağlı, alevi Mamaş Köyünden, çiftçilik yapan Ali Rıza Bozkurt, şimdi Dünya Mason locasının en gözde simalarından… ABD’li Siyonist şirketlerin Orta Asya ve Orta Doğudaki en önemli simsarlarından… Körfez Savaşında bir ara Irak askerlerine esir düşen Ali Rıza Bozkurt, 24 saat içinde serbest bırakılmıştı.[8]
Bir ara Amerika’dan dönen Mason Ali Rıza Bozkurt ayağının tozuyla AKP’ye katılmıştı. Orta Asya petrollerinin Akdenize taşınması konusunda BOTAŞ’ın karşısında ABD şirketlerini savunan Meşhur Türk(!) Tayyip tarafından ayakta karşılanmıştı…
Gülen-Erdoğan arasındaki önemli ayaklardan birisi de Azizler Holding A.Ş.’nin başkanı ve BİM Marketler zincirinin ortağı mason Cüneyt Zapsu’dur. Aynı zamanda TÜSİAD üyesi olan ve F.Gülen’e yakınlığıyla tanınan Zapsu, Tayyip Erdoğan’ı TÜSİAD’çılara pazarlayan kişidir. Bülent Eczacıbaşı, Tuncay Özilhan, Can Peker, Kaya Turgut gibi Mason TÜSİAD’çılarla Tayyib’in buluşmasını sağlayan, Fethullah Gülen’in gözdeleri Cüneyt Zapsu ile Münci İnci’dir.[9]
AKP’nin AB ile ilgili yaklaşımları da tutarlı ve yararlı değildir. Çünkü “Sevr”i uygulamaya koymak, yani Türkiye’mizi parçalamak isteyenler, şimdi bu emellerini Avrupa Birliği dayatmalarıyla gerçekleştirmek istiyorlar. PKK’ya siyasallaşma ve Kürtçe eğitime kapı açma girişimleri, Kürt kardeşlerimizin hak ve hürriyetlerini sağlamaktan ziyade, Sevr’in “Elbistan’dan Musul’a kadar olan bölgede Kürdistan kurulmasını öngören” maddesine hazırlık niyeti taşımaktadır.
Ve yine AB uyum yasalarıyla “azınlık vakıflarına tanınan haklar ve imkanlar”, Bizansı, Ermenistan’ı, Pontus Rum planını diriltmeye yarayacak sinsi fırsatlar tanımaktadır. Şu anda ülkemizde sadece 100 bin kadar azınlık bulunmasına karşılık tam 160 tane vakfın ortaya çıkması ve hak aramaya başlaması… Yahudilerin Almanya’dan aldığı gibi, Ermeniler’in de Türkiye’den sözde soykırıma karşı tazminat talebinde bulunması, öyle zannedildiği gibi insan hakları ve demokratikleşme ile pek ilgisi olmadığının kanıtıdır. Böylece misyonerlik faaliyetleri (Hıristiyanlaştırma hıyanetleri) de resmiyet ve cesaret kazanacaktır.
Ve yine AB’ye alınmak için ille de çözüm diye, Kıbrıs’ın bütünüyle Rumlara devredilmesi şart koşulmaktadır.
Ve hele İngiliz Başbakanı Blair dışında, başta Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve İslam ülkeleri olmak üzere bütün dünyanın, Bush’un kovboy mantığıyla Irak müdahalesine karşı çıkmasına rağmen, AKP’lilerin masum ve müslüman Irak halkını değil zalim ABD’nin bu saldırganlığını destekler mahiyetteki tavırları, bunların hangi güçlerin güdümüne girdiğini açığa vurmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın uluslar arası Yahudi Lobileriyle ilişkili bazı generallerle bağlantılarını kuran kişi ise, Çevik Bir’dir. Çevik Bir Siyonist kuruluş JİNSA’dan ödül alan birisidir.[10]
JİNSA (Yahudi Milli Güvenlik Enstitüsü)
JEWİS COMMİTE (Amerikan Yahudi Komitesi)
USIP (Birleşik Devletler Barış Ve Strateji Enstitüsü) gibi Siyonistlerin kontrolündeki örgütlerin Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Çevik Bir’le ortak ilişkileri dikkat çekmektedir.
USIP, CIA ve Pentagonla bağlantılı, başka ülkelerde ve özellikle Türkiye’de iktidara gelecek kişilerin İsrail ve ABD’ye sadık kalıp kalmayacaklarını araştıran ve garantiye alan bir üst kuruluş olarak bilinmektedir.
1998 yılında bu USIP’ın düzenlediği Lonra’daki bir özel toplantıya Abdullah Gül ile, MÜSİAD’ın eski başkanı Erol Yarar katıldı…Ve ne tesadüf aynı tarihler Tayyip Erdoğan da Londra’daydı. ABD’nin Yahudi kökenli iki Türkiye stratejisti Marc Grosman ile Morton Abramowitz ise bu toplantının mimarlarıydı…
Çevik Bir, talihsiz 28 Şubat hareketinde ABD’nin truva atı görevini üstlenmişti. Şükür ki bu ekip kısa bir zaman sonra tasfiye edilmişti. Tayyip Erdoğan’la münasebetleri, belediye başkanlığı döneminde başladı. Ocak 1999 da cezaevinden çıktıktan sonra Çevik Bir’le İstanbul’da yine bir araya gelindi. Bundan bir müddet önce de Çevik Bir ekibinden emekli Koramiral Atilla Kıyat’la Hidiv Kasrında yemek yenildi. Çevik Bir’le Atilla Kıyat’ın Danışma Kurulu üyesi olduğu Cumhuriyet Gazetesinin yayın yönetmeni İlhan Selçuk, Tayyib’i “gerçekçi” ilan etti ve “değiştiğine inandığını” yazıverdi. Daha da enteresanı İlhan Selçuk “Yeni oluşumcuların miladının (AKP’nin doğum başlangıcının) 28 Şubat olduğunu” dile getirdi!.?[11] İlhan Selçuk doğru söylemekteydi. Çünkü 28 Şubatın gizli ve kirli olan asıl hedefi, Siyonist sömürü sermayesinin korkulu rüyası Erbakan’ı etkisiz hale getirmek, Milli Görüşü bölmek ve Tayyip Erdoğan’ı sivrilterek yeni oluşumu “kurtuluş ümidi ve can simidi” diye millete takdim etmekti… Yoksa, görünürde farklı kutupların adamları olan Tayyip Erdoğan’la, Çevik Bir’in irtibat ve ittifakı nasıl izah edilebilir?
Çevik Bir ekibinden olan ve 2 Temmuz Pazartesi NTV de İshak Alaton’la yaptığı bir programda “Eylül ayında halkı sokağa dökülmeye” çağıran yani ordumuza ve Milli oluşumlara karşı halkımızı isyana kışkırtan bu Atilla Kıyat… Ve yine Çevik Bir ekibinden olup, ordudan ayrıldıktan sonra Albayraklar Holding’e girip Tayyib’e danışmanlık yapan emekli Albay Adem Darama gibi kişilerle Tayyip Erdoğan’ın buluşmasını “Askerle iki temas” manşetiyle duyuran ve güya Genel Kurmayın Tayyib’i desteklediği imajını yayan Hürriyet gazetesinin[12] bu balonu Genel Kurmayın net ve sert açıklamasıyla söndürüldü.
3 Kasım 2002 seçimleri öncesi Deutsche Bank, Chase Manhattan, Moore Kapital, American Expres gibi siyonist sermayenin güdümündeki finans kurumlarına:”AKP’nin tek başına iktidara taşınacağını, ve bunun endişe duyulacak bir sonuç doğurmayacağını” söylemek üzere bilgilendirme çıkan ve bu ziyeretlerini araştırma şirketi verso’nun başkanı Erhan göksel ve mesut Yılmaz’ın kuzeni meşhur borsacı Mehmet Kutman’la birlikte yapan kişi’de yine çevik Bir’dir.[13]
Bu Atilla Kıyat ki, Fethullahçıların Aksiyon Dergisi “Terfisine kesin gözüyle bakılırken, teamüllere aykırı olarak emekli edildi” diye sahip çıkılmıştı ve uzun uzadıya övülmüştü…
Tayyip hareketinin önemli finansörlerinden Asya Finansın yönetim kurulu başkanı ve Fethullah Gülen’in yakın adamı İhsan Kalkavan da Tayyip Erdoğan, Çevik Bir, Atilla Kıyat buluşmalarına önemli katkılar ve kolaylıklar sağlamaktaydı.
Bu arada “Genel kurmaya kulak yerleştirmek ve elde ettiği bilgileri ABD’ye iletmekle” suçlanan eski emniyetçi Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı ve Meral Akşener ekibinin de önce Tayyip Erdoğan’la birlikte hareket ettiklerini açıklayıp, sonra her ne hikmetse bundan vazgeçmeleri de oldukça ilginçti.[14]
Ve yine Amerikan güdümünden çıkan Milli ve güçlü orduya karşı, alternatif bir polis teşkilatını kurmayı ve bunu ılımlı ve Amerikancı İslamcılarla doldurmayı ve ordu-polis çatışması gibi bir kaos ve kavgayı başlatmayı amaçlayan, Emniyetteki “Süper NATO” örgütlenmesinin ele başlarından sayılan Abdulkadir Aksu ve ekibi de Tayyip Erdoğan’ın çekirdek kadrosunu teşkil etmekteydi. Turgut Özal 1983’ten itibaren, ABD’nin talimatları doğrultusunda “Polis vazife ve Selahiyetleri yasasını” değiştirdi. 1987 de polis, iç güvenlik harekatında TSK’nin önüne geçirildi. Polise olağanüstü yetkiler hatta TSK içinde bile istihbarat toplama imkanları verildi. Bu “Özel Harekat Timleri” ABD’li subaylar ve MOSSAD tarafından eğitildi. Emniyetteki ele başları ise, Korkut Özal’ın hazırlayıp, ANAP’a devrettiği bir ekipti.
21 Şubat 1998 tarihli “2000’e Doğru” Dergisinde “Gizli Kırıkkale Toplantısı” başlığıyla TÜPRAŞ Tesislerinde, dönemin Gaziantep Valisi Abdulkadir Aksu, İzmir Valisi Vecdi Gönül, Ankara Valisi Cahit Bayar, Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük, içişleri Müsteşarı Galip Demirel gibi isimlerin 21 Ocak 1987 de toplanarak, TSK ya karşı emniyette oluşturulan bu tehlikeli yapılanmayı planladıkları bildirildi.
Polisimizin her bakımdan güçlendirilmesi elbette milletimizin takdir edeceği ve sevineceği bir şeydir. Ama hıyanet kokan ve kuşku uyandıran gelişmeler, polisimizi ordumuza karşı kullanma girişimleriydi…
Yine sevinerek söyleyelim ki, bu yöndeki girişim ve oluşumlar, sonunda fark edilip etkisiz hale getirildi.
Son yıllarında genel merkezi kısmen bazı masonların kontrolüne giren MTTB’nin bir nevi devamı mahiyetinde görünen ve 29 Mayıs 1985 de MTTB eski başkanlarından İsmail Kahraman, Ali Coşkun, Cemil Çiçek, Abdulkadir Aksu, Zeki Ergezen, Hasan Kalyoncu ve Tayyip Erdoğan tarafından kurulan BİRLİK VAKFI’da Yenilikçilerin karargahı gibi faaliyet gösterdi. Açılışına, Star Tv’nin bir “Kırmızı Koltuk” programında “Türkiye İsrail’in önderliğinde oluşacak bir Orta Doğu ortak pazarına girmelidir!?.” diyen Korkut Özal ve Necati Çetinkaya da iştirak etti. 1 Temmuz 1995’teki 10.Genel Kuruluna ise Mesut Yılmaz, Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Abdulkadir Aksu’nun yanında Fethullah Gülen ve yakın adamı Manisa milletvekili Rıza Akçalı’nın da katılımı dikkatleri çekti.
O dönemde Prof. Esat Coşan’ın da desteklediği bilinen bu hareket, Milli Görüş bünyesinde anti Erbakan bir oluşuma hız verdi ve partide yenilikçi-gelenekçi tartışmasını tetikledi.
Tayyip Erdoğan’ın, ABD ile ilişkili İslam ülkelerindeki bazı masonik mahfillerle münasebetlerini ayarlama konusunda Riyad Büyükelçisi Yaşar Yakış ta önemli görevler üstlendi.
Ve yine eğitimini Amerika’da yapan, ABD’deki birçok lobiyle ve özellikle Amoco petrol şirketiyle irtibatları saptanan ve MİT eski Kontr-terör daire başkanı olup sonra Amerika’ya kaçan Mehmet Eymür’le de ilişkileri bulunan ve Kanal 7’nin Ankara temsilciliğinde görev alan bir kişinin de Tayyip Erdoğan’ın Amerikan Büyükelçiliğindeki görüşmelerinde rol aldığı iddia edildi.
Şimdi bütün bunların ışığında, izanla ve insafla düşünelim; Siyonist lobilerden TÜSİAD üyelerine… Din istismarcılarından Atatürkçü geçinenlere… Mason Localarından, medya temsilcilerine bütün karanlık ve kiralık merkezlerin el birliği içinde Tayyib’i desteklemeleri ve sürekli şişirmeleri… Müslüman kesimi ürkütmemek için bir yandan vuruyor görüntüsüyle tozunu silkelemeleri… Ama diğer taraftan da suni ve sahte anketlerle AKP’yi yüzde 30’larda göstermeleri… Evet bütün bunlar sadece tesadüflerin ve ülkemiz hakkında iyi temennilerin bir sonucu olabilir mi?
Ve hatta AKP’nin kendisini batıya beğendirmek için geçmişini bu denli inkar etmesinin ve kimliksizleştirmesinin toplum tabanında nefret uyandıracağını ve AKP’nin hazır dünya düzenine fark eden Cengim Çandar’ın İsrail’den yazdığı yazı ibret ve dikkatle okumaya değerdir.
“Hele hele AKP’li Murat Mercan’ın Ariel Sharon’a yakın The Jerusalem Post gazetesine verdiği ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin asla zarar görmeyeceğini dile getirdiği demeci, bende “ama yeter artık!” gibisinden bir duyguya yer açtı. “Bu yatıştırma girişimlerinin AK Partiyi “Kimliksizleştirme” sonucunu vermeye dönüşmesi tehlikesini de fark etmek gerekir.”
“Ak partinin “İslami Kimlik” imajını top yekun ortadan kaldırmasının hiçbir gereği yoktur.” “Böyle bir gelişme AK Partiyi anlamsızlaştıracağı gibi, Türkiye’yi uluslar arası sisteme yapabileceği en önemli katkıdan da mahrum bırakır.”[15]
Yarım asır boyunca ülkemizi yapay sağ-sol çekişmeleri ve Ecevit-Demirel ikilisiyle oyalayan güçler, şimdi aynı oyunu Tayyip’li AKP ve Dervişli CHP tahterevallisiyle sürdürmek peşindedir. Evet AKP, köksüz, renksiz, fikirsiz ve hedefsiz bir derlemedir. Bu gerçeği anlamak için dahi olmak gerekmiyor, biraz samimiyet ve feraset yeterlidir. Ve zaten, medya patronları ve Amerikancı parti başkanlarının katılımıyla gerçekleşen Frankfurt mutabakatı da bunun açık bir göstergesidir. Ve yine Erbakan Hoca’nın defalarca uğradığı haksız mahkumiyet ve mağduriyet kararlarına ilgisiz kalan, hatta alkış tutan kesimlerin, şimdi Tayyip Erdoğan’a doğrudan veya dolaylı destek çıkmaları da düşündürücü değil midir?
AKP’nin kaynak için düşündüğü 12 projeye dikkat edin:
- 1. Yastık altı tasarrufların ve gurbetçi gelirlerinin ekonomiye çekilmesi için özel tedbirler alınacak
- 2. Boğaz köprüleri, barajlar ve havalimanları 3-5 yıl kar garantisi ile hisse senedi düzenlenerek satılacak.
- 3. Devlete ait 100 bin lojman öncelikle içerisindeki personele belirli vadeler içinde devredilecek.
- 4. Kamunun elinde bulunan 2 bin 350 sosyal tesisin en az bin tanesi özelleştirilecek.
- 5. Devlete artık yük olan 125 bin resmi aracın en az 50 bin adedi peyderpey elden çıkarılacak.
- 6. İmar affı ve gecekondu önleme projesi ile modern şehir planları yapılarak gelir sağlanacak.
- 7. Kamunun elindeki araziler belediyelerle işbirliği yapılarak arsa üretilmek suretiyle satılacak.
- 8. Turistik tesislere tahsis edilmiş Hazine arazileri işletmeci firmalara rayiç bedelle devredilecek.
- 9. Maden ve enerji kaynakları ile bor madenleri daha iyi değerlendirilerek devlete ek gelir sağlanacak.
- 10. Bütçeye yük olmaktan kurtarılamayan KİT kuruluşlarından özelleştirilemeyenler tasfiye edilecek.
- 11. RTÜK tarafından TV’lerin frekans tahsisi ihalesi yapılarak gelir sağlanacak.
- 12. Paralı askerlik uygulamasına geçici olarak bir kez daha imkan sağlanacak.
- Açıkça görülüyor ki, bunların içinde yatırım yoktur, üretim yoktur… Yerli imkanlarla Milli kalkınma hedefi yoktur. Sadece, Mirasyedi kafasıyla ülkeyi bir avuç rantiyeye pazarlama ve Türkiye’yi top yekun satılığa çıkarma ve böylece geleceğimizi karartma pahasına günü kurtarma niyeti taşımaktadır.[16]
- Ve zaten AKP’nin seçim kazanmasını sevinçle karşılayan Yunan hükümetinden batı gazetelerine Avrupa Birliğinden Amerikan lobilerine…Bu malum merkezlerin tavrı da oldukça anlamlıdır.
Bu arada asla unutulmasın ki, mazlumların bedduasını alıp zalimlere yanaşanlar, en büyük hıyanet ve hakareti yine onlardan görecektir. Bu ilahi adaletin bir tecellisidir. Ve herkes cezasını işlediği suçun cinsinden çekecektir. Uğruna Hak’tan ve hayırdan ayrıldığı şeylerden de mahrum edilecektir.
Derin devletin ve gizli güçlerin ortaya çıkardığı ve paravan olarak kullandığı Genç parti’nin MHP,DYP, ve ANAP gibi partilerden kopardığı birkaç puanla onların barajın altında bırakılması sayesinde tek başına iktidara taşınan ve hatta anayasayı değiştirebilecek şekilde önü açılan AKP’nin hiçbir mazerete sığınamayacağı bu şartlarda neleri yapıp yapamayacağına çok kısa bir sürede anlaşılacak ve bir tasfiye sonucu Milli güçler yönetime el koyacaktır.
Artık bu oyunları bozmak ve şeytan şebekelerinin tuzağından kurtulmak zamanı gelmiştir.
İşte bunun için Erbakan ve Milli Görüş her zamankinden daha çok anlamlı ve önemlidir. Ve göreceksiniz, AKP’de her şey tersine dönecek ve Milli Görüş, saflaşmış olarak saadet sabahına erişecektir. Ve tüm Mili güçlerin toparlanma zamanı gelmiştir.
Evet; AKP hükümetinin karnesini doldurmak için yeterli zaman verilmiş, işte bir yıla yakın süre geçmiştir. Bugüne kadar AKP iktidarının başarılı ve yararlı sayılacak ve hayra yorumlanacak hiçbir icraatı görülmemiştir.Yapılan bütün anket ve kamuoyu araştırmaları da bu yöndedir.Ekonomi bütünüyle IMF’ye,dış politikamız siyonist CFR’ye teslim edilmiştir.Geleceğimizi karartma pahasına,”günü kurtarma” politikaları ve “suni bahar” havaları ile,halkımız boşuna ümitlendirilmiştir.
Mirasyedi kafasıyla bütün KİT’leri,devlet arazilerini, SİT alanlarını,hatta okul binalarını satılığa çıkaran…
Misyonerlik faaliyetleri,yani fakir ve fikirsiz bırakılan halkımızı Hıristiyanlaştırma hıyanetleri için; “Apartman Kiliseleri” oluşturmak üzere özel kanunlar hazırlayan,ama 365 milletvekiline rağmen İmam Hatip mezunlarına ve Başörtüsü mağdurlarına sahip çıkamayan…
İşçiyi,emekliyi,memuru,köylüyü,esnafı,sanatkarı unutan, tarımı, sanayileşme ve kalkınmayı perişan bırakan…
AB’ye alınmak hayaliyle Kıbrıs’ı ve Ege’deki hayati çıkarlarımızı feda etmeye hazırlanan…
Batılı dostlarımızın dayatmasıyla Milli savunma harcamalarımızı kısıtlayarak ve yerli politika ve projeler üretiminde,Milli duruş sergileyen askerleri etkisiz bırakarak,ordumuzu zayıflatmayı, amaçlayan…
Amerikanın isteği doğrultusunda 2.tezkereyi Meclisten çıkaramamış olmanın ayıbını ve kaybını(!)telafi etmek üzere,bu sefer “gizli kararnamelerle” bütün üs ve limanlarımızın ,İran,Suriye,Arabistan ve Pakistan saldırılarında kullanılmak üzere ABD ve yandaşlarının emrine verilmesini sağlayan ve hatta AKP İstanbul Milletvekili ve Milli Savunma Komisyonu üyesi Emin Şirin’i bile çileden çıkaran ve tayip taraftarı eşi Nazlı Ilıcakla boşanmaya kadar varan, ve sonunda partiden ayrılmasına sebep olan…
Ve hatta, Irak işgaline ve Amerikan vahşetine direnen Müslümanları sindirmek ve Irak’ı rahat sömürmek için,oraya Türk askeri göndermeyi bile tasarlayan…
ABD askerlerinin Süleymaniye’deki 11 gözlemci subay ve astsubayımızın ve karargah çalışanlarının küstahça bir girişimle ve Türk ordusunu küçük düşürmek niyetiyle göz altına alınması ve yine Türkmen parti merkezi ve TV vericisinin basılıp görevlilerin tutuklanması karşısında Abdullah Gül’ün ağzı ve aracılığıyla Amerika’dan bile Amerikancı davranarak ve ABD’nin avukatı gibi konuşarak “Bu baskın lokal bir davranıştır.ABD üst yönetiminin bu gelişmeden haberi olmamıştır” deyip köle ruhlu bir tavır takınan…
Ve kendi ördüğü koza içerisinde boğulan ipekböceği misali,etrafımızdaki İslam ülkelerinin tek tek istila edilmesine göz yumarak,hatta taşeronluk yaparak,asıl hedef olarak Türkiye’mizin işgaline ve Arz-ı Mev’ud-Büyük İsrail hayaline zemin hazırlayan…
Ve böylece,ülkemizi,şuursuz ve sorumsuzca korkunç kriz ortamlarına ve sosyal patlamalara doğru,hızla yuvarlayan bu AKP hükümetini, İsrail cumhurbaşkanı Siyonist Moshe Katsav : “Türk halkının, 3 Kasım seçimlerinde en doğru kararı verdiği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.Çünkü AKP, İsrail’den önce TÜRKİYE’Yİ AB’ye sokacaktır!?” sözleriyle alkışlamakta ve böylece AKP’yi hangi güçlerin iktidara taşıdığı ve kendi şeytani amaçları için kullanmaya çalıştığı da,kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Ama unuttukları-daha doğrusu şiddetle korktukları ve unutmaya çalıştıkları- bir şey daha var!..
Amerika’nın da, Siyonist saltanatının da, işbirlikçileri olan iktidarların da sonları yaklaşmıştır.
Erbakan Hoca’nın ve aklı selim erbabının tarihi uyarılarına kulak tıkayan ve bu son fırsatlarını da kaçıran zavallıların, zelil ve rezil olacakları günler kapıdadır…
AKP iktidarının duyarsız ve ayarsız davetiyle hem de 90 kişilik bir ekiple Türkiye’ye gelen, İsrail’in Terör başkanı Moshe Katsav’ın, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından kabul edildiği, aynı gün ve saatte, Erbakan Hoca’nın Filistin temsilcisini Parti merkezinde misafir etmesi ise, anlayanlar için, şeytanları şaşkına çeviren onurlu bir davranış ve çok anlamlı bir karşılıktır.
İşte AKP iktidarının ilk bir yıllık karnesi:
Devlet her gün 248 Trilyon kazanıyor… Ama buna karşılık 386 trilyon harcıyor… Yani her gün 138 trilyon açık… Günlük 248 trilyon gelirin, 207 trilyonu, işçi, memur, esnaf ve köylüden toplanan vergilerden, 3 trilyonu da çeşitli ceza ve gelirlerden oluşuyor.
Günlük 248 trilyonluk gelirin 194 trilyonu faize gidiyor. Elde kalan 54 trilyon da memur işçi maaşına ve cari harcamalara veriliyor.
Yani yatırıma bir kuruş kalmıyor. AKP İstanbul milletvekili Cengiz KAPLANOĞLU, Silivri de “Allah’ın gavuru İMF bile, AKP’den çok razı, ama bu millet hala bizden şikayetçi !?” diyerek kime hizmet ettiklerini itiraf ediyor.[17]
Ve Tayyip Erdoğan YAŞ kararlarına şerh koyma şovlarıyla halkı oyalamaya çalışıyor…
YAŞ toplantısında Başbakan “İrticai faaliyetleri tespit edilenlere, bu tür ihraç kararları verilmesin demiyoruz. Ama ille gerekiyorsa bu platforma gelmeden, kendi bünyelerinde halledilsin istiyoruz!?[18] Diyerek, bu tür uygulamaların kamuoyu gündemine taşınmadan ve tartışma konusu yapılmadan, gizlice yürütülmesini öneriyor…
Ama topluma ve tabanına da, “Bakınız tepkimizi koyduk…” diyerek sahte kahramanlık gösteriyor.
Pentagon’un yarı resmi sözcüsü sayılan Newyork Post gazetesinde eski general Ralph Peters’in “Türkiye 2. tezkereyi çıkarmamakla ABD’ye kalleşlik yapmıştır. Artık Türkiye’yi hesaba katmadan Irak’ı 3’e bölmenin ve Kürdistan’ı kurmanın zamanıdır.”[19] Şeklinde küstahça açıklamalar yaparken AKP yöneticileri hala Amerikan dostluğundan bahsediyor.
Amerika ve Avrupa’nın dayatmasıyla ülkemizin geleceğini karartacak kanunları bir bir çıkarırken, başörtülüye imam hatipliye sahip çıkılmıyor.
Annesi Sebataycı, babası sabataycı, eşinin annesi sabataycı, kendisi İsrail’de yetişmiş, iyi derece ibranice bilen Yahudi asıllı mason Türk diplomatını MİT’in başına geçirme görüşmeleri için Tayip Erdoğan kalkıp Avusturya’ya gidiyor.[20]
“Hortumcularla savaşan kahraman” edasıyla Uzan Grubuna müdahale eden AKP iktidarına sormak lazım:
1-Evet hırsızların, hortumcuların üzerine mutlaka gidilmesi gerekir. Ancak, niye sadece Uzanlar seçilmiştir?
Yoksa, daha büyük vurgun ve soygunları gözlerden gizlemek için midir?
2-Uzan Grubu’nun üzerine, her haltına ve haksız kazancına rağmen, “Milli ve yerli” cephede gözükmesi, ABD, AB ve IMF karşıtı bir tavır sergilemesi yüzünden mi gidilmiştir?
3- Halkımızı Türkiye üzerindeki oyunlar konusunda uyaran yayınların susturulması da hedeflenmiş midir?
Evet dürüst, değerli ve dengeli bir aydın olan Mehmet Şevket Eygi Beyefendi soruyor:
Uzanlar Başbakana saldırmamış olsalardı başlarına bunlar gelecek miydi?
Gelmeyecekti…
Uzanlar Başbakanla, AKP ile iyi geçinselerdi, onlara şirin görünselerdi bunca dosya ortaya çıkacak, takibat yapılacak, mahvetme ve bitirme hareketlerine girişilecek miydi?
Hayır…
İşte Türkiye’nin hastalığı budur.
Kanunlar, nizamlar var ama onlar bazen işletiliyor, bazen işletilmiyor.
Şimdi soruyoruz: Niçin Aydın Doğan’a (ve perde arkası asıl patronlarına) dokunulmuyor?[21]
Ve dikkatli ve deneyimli yazar Vahap Munyar soruyor:
“Onları devirmeyi ABD mi istedi.”
OKUYAN, yazan, ‘‘çok bilen” iki entelektüel, Uzan olayını tartışıyor…
ENTELEKTÜEL 1: AKP’nin Uzan Grubu’nun üstüne gitmesini ABD istedi. Cem Uzan’ın Genç Parti’si (GP) öne çıkmaya başlayınca ABD bundan rahatsız oldu. Adamlar Petkim ihalesini de kazanınca, ABD iyice huysuzlandı.
ENTELEKTÜEL 2: Uzanlar, Çukurova Elektrik ve Kepez’de ‘‘halka açıklık” kurallarını yıllarca çiğnedi. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) bu iki şirkete 50 dolayında dava ve soruşturma açtı. Tek başına iktidara gelen AKP, önce ÇEAŞ ve Kepez’e el attı, iki şirketi yeniden devlet yönetimine aldı. Bu, yıllar önce yapılmalıydı. Bunlar olurken, Petkim Uzanlar’a verilemezdi.
ENTELEKTÜEL 1: Neden geçmiş hükümetler bu işe el atmadı? Bence çıkarları çakışıyordu. Şimdi siyasi çatışma var, ABD de bastırınca AKP düğmeye bastı.
ENTELEKTÜEL 2: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) İmar Bankası’nı kapattıktan sonra içinden bin bir türlü oyun çıkmaya başladı. Bankanın içine girilince, 8-9 katrilyon liraya varan ‘‘kayıt dışı hesap”, ‘‘açığa bono satışı” gibi oyunlar çıktı. Türkiye bunları yabana mı atacak?
ENTELEKTÜEL 1: Bu durumu geçmişte Hazine, son birkaç yılda BDDK nasıl görmedi? Bence göz yumulmuş. ABD istedi, Uzan’a karşı kahraman kesildiler.
Zaten ABD Motorola ve Nokia’nın başına gelenlerden sonra Uzan’ın ipinin çekilmesini istedi. Sonrasında hep ABD parmağı var.[22]
Ve usta yorumcu Necati Doğru soruyor: Bütün bunlar ABD uşaklığına, kahramanlık kılıfı geçirmek midir?
Amerikan özel timine bağlı komandolar Washington’dan verilen emirle Kuzey Irak’ta görev yapan 11 Türk subayının karargahını basmışlar, tıpkı Saddam’ın askerlerine yaptıkları gibi, bizimkilerin de başlarına çuval geçirmişler, ellerini arkadan plastik kelepçelerle kelepçelemişler, dipçiklerle kollarına, kanatlarına vurarak kamyonetlere yükleyip götürmüşlerdi.
Özür de dilememişlerdi.
Sadece; “Bizi sizin askerinizin başına çuval geçirmek zorunda bıraktığınız için teessürlerimizi bildiririz” türünden aşağılayıcı, küstah tavırlarına devam da etmişlerdi.
Şunu anlatmak istediler.
Türk Ordusu bir hiçtir.
Gücü yoktur. ABD arkasında olmazsa Türk ordusu hiçbir şey yapamaz. Karargahına gideriz, “parola söylemeden” içeri gireriz, çuvalı geçiririz, ateş bile edemezler.
Lütfen hatırlayın. 11 çuvalın anlamı neydi? Bu değil miydi?
Şimdi aynı ABD, Irak’ta girdiği “belalı-kanlı-yalanlı bunalımdan” çıkabilmek için Türkiye’den ordusunu istiyor.
Gücü yoktur. Hiçtir. ABD olmazsa savaşamaz. Durumuna düşürmeye çalıştığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 10 bin Mehmetçik Irak’a gidecek, her gün 2-3 Amerikan askerinin öldüğü bölgeyi “Iraklı direnişçilerden temizlemek” için çarpışacak. Her gün Amerikan askerleri yerine 2-3 Mehmetçiğin cesedi ülkeye gelmeye başlayacak. Ve böylece… Dünyaya yalan söylemiş Amerika… Irak’ı işgal etmiş Amerika… Irak üzerindeki yetkilerini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne devretmek istemeyen Amerika… Savaşta tahrip gücü çok yüksek, fakat girdiği ülkede kalabilme gücü çok düşük olduğu ortaya çıkan Amerika…
Haftada üç gün askerlik yapmak, dört gün de bira içip kafa bulmak, yüksek maaşlar almak için orduya yazılmış paralı askerleriyle Irak’ta direnenleri durduramayacağını anlayan Amerika, Türk ordusuna “Irak’ta yarattığı kaosu temizletmede” hizmet erliği yaptıracak.
Başına çuval geçirdi. Hizmet eri de yapacak.
Ve bütün dünyaya “Ben hem çuval geçirir, hem de çuval geçirdiğime uşaklık yaptırırım” diye ilan edecek. Birleşmiş Milletler şemsiyesi ve bütün dünya ülkelerinin ortak katılımı olmadan Irak’a Türk askeri göndermek, “Amerikan uşaklığı” değilse nedir?
Geçmişte, “dünyanın egemeni benim” diyen bütün imparatorlukların sonu hep aynı oldu. Roma’yı tarih doğurdu, tarih gömdü. Bizans’ı tarih doğurdu, tarih gömdü. Osmanlı’yı tarih doğurdu, tarih gömdü. Üzerinde “güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu”nu da tarih doğurdu, tarih gömdü.
ABD imparatorluğunu da.. Tarih doğurdu. Tarih gömecek. Belki 25 yılda gömecek… Belki 50 yılda… Ama mutlaka gömecek…
Saldırma ve işgal etme gücü çok yüksek, fakat işgal ettiği ülkede kalma gücü çok düşük bir sürece girmiş olması, ABD imparatorluğunun da bitişe dümen kırdığının göstergesidir. Bitecek bir imparatorluğun bataklık temizleyicisi olarak biz tarihe niçin geçelim?
Dört koldan çembere aldılar. AKP; ABD’ye söz vermiş. Başbakan çok istekli. Genelkurmay “olur” diyor.
İş dünyası, “Amerika’yı zaten küstürdük, şimdi asker göndererek kendimizi affettirelim” plağını çalmakta. Bazı aydınlar; “Amerika’nın istediğini yapmaz, asker göndermezsek Kürtler’in arkasına geçer, isyan çıkarır, Güneydoğu’yu elimizden alır” özgüvensizliğine batmışlar. ABD’deki Bush yönetiminin Türkiye’deki yerli uzantıları ise Amerikan direktiflerinin şakçakçılığını yapmaktalar.[23]
İsrail Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarlarından… 1977’de Ankara’ya büyükelçilik diplomatı olarak atanan… Ve 25 yıldır ülkemiz ve milletimizle ilgili araştırmalar yapan, İsrail’in Türkiye özel uzmanı Alon Liel adlı Siyonist, son yayınladığı: “Demo-İslam: Türkiye’nin Yeni yüzü” adlı, ibranice kitabında “Tayyip Erdoğan’ı 10 yıl öncesinden keşfettiklerini” itiraf etmesi…
Ve yine “İsrail’de ders verirken Tayyip Erdoğan’ın ne olduğunu soran öğrencilere “Light (layt) İslam” (yani kullanılmaya ve korkutulmaya müsait adam) cevabını verdiğini söylemesi, AKP’nin perde arkasının, en net aynasıdır.[24]
Tayyip Erdoğan’ı “Kuranın Adil düzenini ve İslam Birliğini önleyen Adam” anlamında “Şeriatı o engelledi… Erdoğan, İslam’ın özel hayattaki yeriyle Kamudaki yeri arasına bir duvar çekti. Bu ise tam aradığımız şeydi..” diye öven İsrailli diplomat, bu ifadeleriyle önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır.[25]
Bu arada Turkısh Daily News’in haberine göre: “Bir iki ay içerisinde, ABD Kuzey Irakta bağımsız bir Kürdistanı ilan edecek ve bu devletin cumhurbaşkanlığına sıra ile Barzani ile Talabani getirilecek.
Bunların ardından, Türkiye’de de, adım adım “federe sistemine” geçilecek ve yerel yönetimlere yetki verilmek suretiyle ve dış güçlerin de desteğiyle, yapılacak iç oylamalar sonucu, Güneydoğu da bağımsızlığa erişecek ve böylece 2. Sevr’in gerçekleşecek.”
İşte bu iki fotoğrafı birleştirdiğinizde, T.Erdoğan’ın ve AKP olayının gerçek yüzü daha iyi sırıtmaktadır.
25 Eylül 2003 TRT 2 11.00 haberlerinde verildiği gibi, 27 İsrail pilotu, Hava kuvvetlerine dilekçe verip, Filistin mevzilerine yapılacak vahşi ve çağdışı saldırılara katılmayacaklarını, bu zulme alet olmaktansa istifalarını sunacaklarını” söylemelerine karşılık, AKP’nin ABD ve İsrail’in Iraktaki katliamlarına jandarmalık yapmaya can atmaları, “Layt (ılımlı) İslam’ın” anlamını ve amacını yansıtmaktadır.
AB’ye kabul edilme hevesiyle, Millete danışılmadan, mecliste bile tartışılmadan, CHP ile birlikte kabul edilen, 7. uyum paketiyle MGK sekreterliğinin işlevsiz hale getirilmesi gibi, Orduyu etkisizleştirme girişimlerini…
Ve yine Orduya lojistik destek sağlayan ve Ulusal Kriptoloji Enstitüsü gibi, gizli ve milli strateji ve projeler üreten birimleri bünyesinde barındıran TÜBİTAK’ı siyasallaştırma ve dolaylı olarak orduyu sıkıntıya sokma denemelerini hayra yormak imkansızdır!
Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in dediği gibi: Adnan Menderes’de bazı merkezlerin yönlendirmesiyle bu tür girişimler başlatmış, ama bütün bunlar hüsranla sonuçlanmıştır.
Bu hükümetin geleceğimizi ve milli güvenliğimizi ipotek altına sokan Kıbrıs ve Irak politikaları da umarız hedefine ulaşmadan gafil başlarına bela olacaktır.
[1] Bak:Aydınlık:26 Ekim 1996
[2] Bak:Hürriyet-1994
[3] Milliyet.24 Nisan 1995
[4] Bak:Yenilikçi Hareket. Nasuhi Güngör.sh.97
[5] 7 Mayıs 2000-Aydınlıktaki röportajı
[6] Milliyet, 23 Temmuz 2002
[7] Aktüel Dergisi, 520.sayı
[8] 2000’e Doğru Dergisi-13 Eylül 1992
[9] Bak.Hürriyet 28 Ekim 1999
[10] Nasuhi Güngör-Yenilikçi Hareket, sh.46
[11] Cumhuriyet-24 Temmuz 2001
[12] Hürriyet- 25 Haziran 2001
[13] 06 kasım 2002 T. Kıvanç Y. Şafak
[14] Bak: Hürriyet-25 Temmuz 2001
[15] 7 Kasım Y. Şafak
[16] http://www.internethaber.com/ 6kasım 2002
[17] 06 Ağustos 2003 Milli Gazete
[18] 06 Ağustos 2003 Star Murat Çelik
[19] 29 Temmuz 2003 G. Kömürcü Akşam
[20] 31 Temmuz 2003 Milli gazete Mehmet Şevket Eygi.
[21] Milli Gazete. 20 Ağustos 2003
[22] 22 Ağustos 2003 Hürriyet
[23] 22 Ağustos 2003 Sabah
[24] Aylık “Bilgi ve Düşünce” dergisi Eylül-2003. Mehmet Gündem’in Alon Liel’le röportajı
[25] 24 Eylül Hürriyet ve 25 Eylül Milli Gazete- Zeki Ceyhan
HAYDİ VATAN İÇİN BİRLİK
BUnlar doğru ise ben vatanımı milletimi devletimi dinimi seviyorum diyen bütün siyasiler vebal altındadı.Çünkü onlar koltuk davası güderek bu olaylara göz kırpıyorlar.Hadi hepiniz bırakın koltukları tek çatı altında bir siyasi irade ortaya koyun koymaz iseniz öbür dünyada bütün müslümanların eli yakanıza sarılır.Varmısınz EY REFAH-MHP-BBP.VE DİĞERLERİ BIRABİLECEKMİSİNİİZ VATAN İÇİN KOLTUKLARINIZI yoksa yine bildiklerinizi okuyacaksanız.
çoğuna katılıyorum
Yazılanların çoğu mantıklı. Fakat “Tayyip Erdoğan’ı “Kuranın Adil düzenini ve İslam Birliğini önleyen Adam” anlamında “Şeriatı o engelledi… Erdoğan, İslam’ın özel hayattaki yeriyle Kamudaki yeri arasına bir duvar çekti. Bu ise tam aradığımız şeydi..” diye öven İsrailli diplomat, bu ifadeleriyle önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır.[25] ” kısmı na katılmıyorum. Yok radikal islam yok ılımlı islam. Farketmez bugün abd afganistanda da şeriatı kullanıyor. Şu din meselesini yalnızca Allahla kul arasında bırakmayı öğrenin artık. Siyasete karıştırmsayın. Yoksa işte ılımlısı Endonezyada radikali Afganistanda bal gibi kullanılıyor işte. Bu ülkenin yumuşak karnı bu işte. Herzaman olduğu gibide yabancı güçleri de yahudisi de bizi bizden iyi tanıyor. Lütfe yaw