YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6632cf523926e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 0
Bugün : 1621
Dün : 24601
Bu ay : 26222
Geçen ay : 737322
Toplam : 23542508
IP'niz : 18.219.14.63

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Çin ve Pakistan'a karşı denge kurmak isteyen ABD, Hindistan ile nükleer anlaşma yaptı

ABD'den yeni manevra

ABD Başkanı George Bush'un Hindistan ziyareti sırasında iki ülke arasında nükleer işbirliğini öngören anlaşma imzalandı. Bush ile ortak basın toplantısı düzenleyen Hindistan Başbakanı Manmahon Singh, "İki ülke, sivil nükleer işbirliği anlaşmasının uygulanması konusunda anlaşmaya vardı" dedi.

Anlaşmayı "tarihi" olarak niteleyen Bush da "Nükleer enerji konusunda tarihi anlaşmayı dün tamamladık. Bu gerekli, halklarımıza destek olacak bir anlaşma" diye konuştu. Singh, Bush'a, Hindistan'ın anlaşma uyarınca sivil nükleer tesislerinin tanımlanması taahhüdünü yerine getirdiğini ilettiğini söyledi.

 

ABD ile Hindistan arasında ortaya çıkan ittifakın önemli bir unsuru olarak nitelenen ve Yeni Delhi'ye 1998 yılında nükleer denemeler yaptığı için yaptırımlar uygulayan Washington'un önemli bir politika değişikliği olarak değerlendirilen anlaşma, Washington'un, Hindistan uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasını imzalamasa da nükleer teknoloji bilgisini paylaşmasını ve bu ülkeye nükleer yakıt sağlamasını öngörüyor.

Hazırlıkları Bush'un ziyareti öncesinde hızlanan ve üzerinde geç saatlere kadar da çalışıldığı öne sürülen anlaşmanın, Hindistan'ın sivil ve askeri nükleer programlarını ayırması, sivil nükleer tesislerini uluslararası denetimlere açması karşılığında, ABD'nin sivil nükleer teknolojisini paylaşması ve Hindistan'a nükleer yakıt desteği sağlamasını öngördüğü hazırlıklar döneminde açıklanmıştı.

ABD'nin Hindistan'dan sivil ve askeri nükleer programını ayırması talebinin, Yeni Delhi'yi, nükleer güce sahip ülke olarak değil sadece sivil nükleer programa sahip bir ülke olarak tanımayı kabul etmesi nedeniyle gerekli olduğu ileri sürülmüştü.  Anlaşma için onayı gereken ABD Kongresi'nde bazı milletvekilleri, anlaşmaya, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasına zarar verebileceği gerekçesiyle karşı çıktığı kaydediliyor. Hindistan'da bu anlaşmaya karşı çıkanlar, Washington'un, Hindistan'ın işlerine karışması ve Çin'in büyüyen ekonomik ve siyasi etkisine karşı denge sağlamak için Hindistan'ı kullanması kaygılarını dile getiriyorlar.

21. yüzyılın en büyük oyunu

Başkan George W. Bush'un Hindistan ve Pakistan ziyareti Asya'nın geleceği sorusunu bir kez daha gündeme getirdi. Bu aslında 21. yüzyılda dünyanın geleceği sorusundan kopuk değil. Görünen o ki, 21. yüzyılda yerkürenin kaderini şimdiki hegemon ABD ile yükselen güç Çin arasındaki çekişme belirleyecek. Dünya sahnesindeki asıl oyun budur. Diğer tüm oyunlar yan sahnelerde oynanmaktadır. İkincildir. Çin şu anda dünyanın 4. en büyük ekonomisi. 2020'de ABD'nin arkasından ikinci en büyük ekonomisi haline gelecek, 2050 yılında ise ABD'yi geçmesi bekleniyor. Oysa ABD'nin tüm stratejik hesapları 21. yüzyıl boyunca her alanda açık farkla üstünlüğü sürdürmeye dayanıyor. Durum böyle olunca, Çin ile ABD'nin yollarının ilerde bir yerde kesişeceğini görmek için kehanete gerek kalmıyor. İki yan da, açıkça söylemeseler de, ilerde kaçınılmaz görünen bu kesişme (çarpışma?) noktasına hazırlanıyorlar. Nasıl mı? Tarafların oynadığı oyuna ‘bekleme oyunu' diyebiliriz. Çin'deyken en çok duyduğum iki kelime ‘istikrar' ve ‘büyüme' idi. Çin yöneticileri, zamanın kendilerinden yana çalıştığı varsayımıyla gemiyi sallamak istemiyor, dış politika konularında fevkalade muhafazakâr bir tutum izliyorlardı. Zamana ihtiyaçları vardı: Hem kendilerini geliştirmek için, hem de rakiplerini yıpratmak için…[1]

ABD, kuşatmayı NATO ile tamamlamak istiyor

Irak'ı işgal ederek Güney'den, Ermenistan ile Doğu'dan, kadife devrimlerle kontrolünü ele aldığı Gürcistan ve Ukrayna ile Kuzey'den, üs kurma konusunda anlaştığı Romanya ve Bulgaristan ile Batı'dan Türkiye'yi çembere alan ABD, NATO şemsiyesi altında Karadeniz'e inerek kuşatmasını tamamlamak istiyor.

Amerika, Türkiye'yi kuşatma projesinin son ayağım tamamlamak için görüşmelerde bulunuyor. Karadeniz bölgesinde üs kurma konusundaki taleplerine sıcak bakılmaması üzerine hedefine bu kez NATO şemsiyesi altında ulaşmayı planlayan Amerikan yönetimi, terörle mücadele adı altında Akdeniz'de NATO bünyesinde faaliyet gösteren "Aktif Çaba" adlı deniz gücü operasyonunun görev alanının, Karadeniz'i de kapsayacak şekilde genişletilmesini istiyor. Türkiye ve Rusya'nın, kuşatma planına karşı çıktığı haber veriliyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Avrupa ve Avrasya bölümü yetkililerinden Kurt Volker, Washington'daki Howard Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada, söz konusu NATO gücünün Karadeniz'de de görev yapmasını istediklerini, ancak Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkeler arasında buna ilişkin görüş ayrılığı olduğunu açıkladı.

ABD, NATO bünyesindeki deniz gücü operasyonunun görev alanının, Karadeniz'i de kapsayacak şekilde genişletilmesini istiyor.

Volker, "Bu konuda, Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerden bazıları daha hevesli bazıları ise daha az hevesli. Özellikle Türkiye gibi NATO müttefiklerinin isteklerine karşı NATO'yu kullanmak istemiyoruz. Dolayısıyla bu ülkelerle, bu işi yapıp yapmayacağımızı veya nasıl yapabileceğimizi konuşuyoruz. Biz bu operasyondan yanayız" diye konuştu.

Kurt Volker, Karadeniz'e daha geniş bir perspektiften bakıldığında, sadece bir güvenlik meselesinin değil, aynı zamanda demokratik değişimin, siyasi sistemlerin ve piyasa ekonomilerinin güçlendirilmesini içeren bir bölgesel meselenin olduğunun görüleceğini iddia etti. Volker, "Güneyde Türkiye var. Batıda yeni NATO üyesi olan ve 2007'de AB'ye girecek Bulgaristan ve Romanya var. Doğuda, iki yıl önceki 'Gül Devrimi'nden bu yana müthiş bir ilerleme kaydeden, ancak daha gidecek uzun bir yolu olan Gürcistan var. Sonra Karadeniz'e kıyısı olmayan, ancak bölgede bulunan Azerbaycan var. Demokratik kurumlar ve ekonomik kalkınma yönünde yapması gereken çok şey bulunan Ermenistan var" ifadesini kullandı.

NATO ile kuşatma tamamlanacak.

Irak'ı işgal ederek Güney'den, Ermenistan ile Doğu'dan, kadife devrimlerle kontrolünü ele aldığı Gürcistan ve Ukrayna ile Kuzey'den, üs kurma konusunda anlaştığı Romanya ve Bulgaristan ile Batı'dan Türkiye'yi çembere alan ABD, NATO şemsiyesi altında Karadeniz'e inerek kuşatmasını tamamlamak istiyor. Şüphesiz, Amerikan yönetimi bu projeyle Türkiye'yi çepe çevre kuşatmanın yanı sıra, Kafkaslarda ve Balkanlar'a yakınlaşmanın planlarını yapıyor.

Hatırlanacağı üzere, dünyayı kaosa sürükleyen Bush'un lideri olduğu Amerikan yönetimi, Washington'un bu stratejisi yeni değil. Daha önce Dünya Gündemi gazetesinde konuya ilişkin haber, Ekim 2005'te geniş şekilde yer almıştı. Aktif Çaba operasyonu, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD'nin talebiyle NATO çerçevesinde önce Doğu Akdeniz'de kurulmuştu.

Bakan Gül işgali savundu

ABD'nin Irak'tan çıkmasını istemeyen Dışişleri Bakanı, "Koalisyon güçleri çekilirse boşluk olur" dedi

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Cyril Svoboda'ya 'ABD'nin Irak'tan çıkmasını istemediğini' söylediği belirtildi. Ayrıca Çek Bakan'ın, Gül'ün siyasi nedenlerden dolayı kamuoyu önünde bu düşüncesini asla açıklayamayacağını ifade ettiği kaydedildi. ABD haber ajansı UPI'ın haberine göre Gül, "ABD, Irak'tan çıkarsa İran kaynaklı İslam'ın

Türkiye'ye sızması engellenemez" dedi. Dışişleri Bakanı Gül, haberin duyulması üzerine dün sabah düzenlediği basın toplantısında "Irak ile ilgili sözlerim gizli değil açıktır ancak İran ile ilgili olan doğru değil" açıklamasında bulundu. UPI ajansının internet sitesinde, Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Svoboda'nın bu açıklamayı İngiltere'nin başkenti Londra'daki Chatham House'da verdiği bir konferans sırasında yaptığını bildirdi. Ajansın haberine göre Abdullah Gül, Svoboda'ya, "Koalisyon güçleri Irak'ı terk ederse ülke siyasetine İran kaynaklı yeni İslam'ın egemen olmasından korkuyorum. Bu anlayışın Türk elitine sızmasını da kimse engelleyemez" dedi.

Gizli şeyler değil

Bakan Gül, İspanya'ya hareketinden önce havaalanında konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı: "Çek Dışişleri Bakanı Türkiye'ye geldiğinde tabii ki Irak konusunu da ele aldık. Türkiye Irak'ın toprak bütünlüğüne çok önem veriyor. Bu yüzden Irak'ı Iraklıların idare edebilir duruma gelmeleri gerekiyor. Bütün bunlar olmadan koalisyon güçlerinin bir-den çekilmesinin büyük bir boşluk bırakacağını görüyoruz ve bunu paylaşıyoruz. Bunlar saklı gizli şeyler değildir. Ama Türkiye'nin rejiminin İran'dan etkilenebileceğini söylediğim doğru değil.

Bunlar Türkiye gerçeklerine aykırı şeylerdir. Türkiye kendi rejimini çevresine model olarak gösterebilen bir ülkedir. Türkiye bugün açık bir toplumdur AB ile müzakerelere başlamış bir toplumdur. Böyle bir toplumun başka bir ülkenin rejiminden etkileneceğini öne sürmek yanlış, benim ağzımdan çıkmış gibi söylemek çok yanlış. Bu aslında gizli bir konuşma. Çek Bakanın ağzından çıkmış değil. Başkalarına söylenmiş oradan da Amerikan ajansı tarafından yazılmış. Bu iddiaları yazmak iyi bir gazetecilik değil. Ben zabıtlara baktırdım, ama doğru değildir."

Büyük Karadeniz Projesi

NATO Güney Avrupa Müttefik Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral F. Sanfelice, "Akdeniz'deki Aktif Çaba kapsamına 2006'da Karadeniz'i de alacağız…" diyor. Buna göre NATO savaş gemileri, Akdeniz'de olduğu gibi Karadeniz'de de istedikleri her gemiyi arama ve kontrol altında tutma hakkına sahip olacak.

Bir grup terörist, nükleer bir bombayı ele geçiriyor. Hedef belli; NATO'nun Brüksel'deki karargâhı…  Taşınabilir bir mekanizma ile AB Başkenti Brüksel'de bulunan NATO karargâhında nükleer bomba atılıyor.  Nükleer bomba çevre ülkeleri de etkiliyor. Avrupa merkezlerinde alarmlar çalıyor.  Bu senaryo, son dönemde moda olan herhangi bir kitaptan alınmış değil… Bizzat NATO tarafından yaratılmış…  Anlatımı da bir yıl öncesine dayanıyor.

Kopenhag'da geçen yıl gerçekleşen toplantıda, iki ABD'li General NATO Parlamenterler Asamblesi üyelerine bu senaryonun sunumunu yapıyor. Ancak, teröristlerin nükleer silahı nereden elde ettiğine ilişkin detay verilmiyor.  NATO Güney Avrupa Müttefik Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral F. Sanfelice di Monteforte'nin geçen yıl yaptığı açıklamayla senaryo anlam kazanıyor:  "Akdeniz'deki Aktif Çaba kapsamına 2006'da Karadeniz'i de alacağız…"

Buna göre NATO savaş gemileri, Akdeniz'de olduğu gibi Karadeniz'de de istedikleri her gemiyi arama ve kontrol altında tutma hakkına sahip olacak.

O tarihte Türkiye, Fransa ve Almanya ile Rusya'dan gelen tepkiler nedeniyle NATO planda ısrar etmiyor. Ta ki, NATO Parlamenterler Asamblesi Savunma ve Güvenlik Komitesi'nin, iki ay önce Washington'da yapılan toplantısına kadar.

ABD'li yetkililer, eski Sovyetler döneminden kalma birçok nükleer bombanın kontrolsüz olduğundan yakınıyor.

Afganistan'da oluşan 50 milyar dolar büyüklüğündeki eroin trafiğinin yarısının Karadeniz üzerinden yürütüldüğü bilgisi veriliyor.

Ayrıca, NATO'nun kapsamının genişletilip "Dünyanın güvenlik gücü" haline getirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Bu amaçla, Japonya, Yeni Zelanda, Avustralya ve Güney Kore'nin NATO'nun "diyalog ülkesi" kapsamına alınması kararlaştırılıyor.

NATO Genel Sekreter Yardımcısı'nın geçen ay düzenlediği brifing sırasında konu bir daha gündeme geliyor.

Yani, hafta başında ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Avrupa ve Avrasya Bölümü yetkilisi Kurt Volker'in dile getirdiği, Karadeniz projesinin temelleri uzun süredir atılıyor.

Ankara Büyükelçisi Ross Wilson'ın da önceki günkü sözlerine yansıdığı gibi, ABD, NATO şemsiyesi altında "Büyük Karadeniz Projesi"ni uygulamakta kararlı.

Letonya'nın başkenti Riga'da sonbaharda yapılacak NATO zirvesine kadar da mesafe alma niyetinde… ABD'nin "Büyük Karadeniz Projesi"ni uygulamaya koyması, "Büyük Ortadoğu" kadar kolay olmayacak… 05.03.2006 / MUHARREM SARIKAYA / SABAH 

Büyük Karadeniz Projesi

AB'nin Kıbrıs konusunda aldığı kararla, AKP'nin medet umduğu dağlara kar yağmaya başladı. Öyle ki, Abdullah Gül bile kararı eleştirdi. Gerçi Gül, bu kararları en son eleştirecek kişi ve hatta şimdi eleştirirken bile inandırıcı olamıyor. Kabul etmek gerekir ki, bu kararla AKP'nin 24 Nisan 2004 referandumundan bu yana yürüttüğü AB politikası ciddi bir darbe aldı.

Ne oldu? AB Kıbrıs konusunda daha önce hazırlamış olduğu iki tüzüğü birbirinden ayırdı ve bunlardan Kuzey Kıbrıs'a mali yardım öngören tüzüğü onayladı. Ama uygulamayı bir dünya şarta bağlandı. Diğer tüzük Ankara ve KKTC tarafından çok daha önemliydi; zira, Kuzey Kıbrıs ile doğrudan ticaret yapılmasının önünü açmaktaydı. O tamamen rafa kaldırıldı ve Ankara'ya o tüzük konusunda bir bardak soğuk su tavsiye edildi.

Bu tavır neden AKP'nin beklentilerinin çöktüğüne işaret ediyor? Çünkü 24 referandumlarıyla KKTC'nin egemenlik ve siyasi eşitlik iddialarını çöp sepetine attıran AKP, AB'nin kendisine yardımcı olacağını beklemişti. AB büyük bir ekseriyetle referandumda ‘hayır' diyen Rumları cezalandıracak ve ‘evet' diyen Türk tarafına en azından bazı jestler yapacaktı. O günlerde diplomasi üstadımız (!) Başbakan Erdoğan 24 Nisan referandumlarından çıkan sonuçları altmış yılın en büyük başarısı olarak ilan etmişti.

Oysa referandumlardan bir ay sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Güvenlik Konseyi için yazdığı raporda, bir yandan Kuzey Kıbrıs'a uygulanan ambargoların kaldırılmasını tavsiye ediyor; öte yandan da Türk tarafı büyük bir çoğunlukla plana ‘evet' dediğine göre, bunun Türk tarafının egemenlik ve siyasi eşitlik iddiasından vazgeçtiği şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmekteydi.

O tarihten itibaren AKP politbürosu mensupları üstün dış politika yeteneklerinden (!) dolayı olsa gerek, AB'den beklentilerini sürdürmeye devam ettiler. Sonuçta AB Kuzey Kıbrıs'la doğrudan ticaret yapılmasına izin veren bir tüzükle Kıbrıs Türklerine mali yardım yapılmasını öngören bir başka tüzük taslağını AB yetkililerinin önüne koydu. Ama Rumların direnişi, AB içerisindeki pek çok dişli ülkenin Kıbrıs meselesini Türkiye'ye karşı kullanma politikası ve genel olarak gözlemlenen Hıristiyan taassubu ve dayanışması somut her hangi bir şey çıkmasına mani oldu.

Böylece Rumların bütün talepleri kabul edildi ve iki tüzük birbirinden ayrıldı. Mali yardım onaylandı ama bir dünya şarta bağlandı. Para doğrudan Türklere verilmeyecek. Güney Kıbrıs'ta bir ofis kurulacak ve paranın kimlere ve nasıl verileceğini Rumlar kontrol edecekler. Rum mallarının alım satımı bu arada yasaklanacak. Maraş'ın iskana kapalı bölgesi Rumlara iade edilecek. Kuzeyde devlet yapısı ve tek toplumluluğu sulandırmak için bu para kullanılacak vs…

Doğrudan ticaret tüzüğü ise tamamen kaldırıldı. Rumlar bunun yerine Türklerin kendi mallarını Rum tarafının vereceği belgelerle Larnaka limanı üzerinden Kıbrıs dışına göndersinler prensibini kabul ettirdiler. Kısacası Papadopoulos büyük bir zafer kazandı. Bu arada Abdullah Gül ve AKP politbürosuna bir kaç soru sormak gerekiyor: Hani geçen ay bizim ilan ettiğimiz bir Kıbrıs Eylem Planı vardı ve bu plan açıklandığı zaman güya Olli Rehn dâhil bütün AB yetkilileri ve hasseten İngiltere bize destek vermişti. Abdullah Gül ile müzakere/mütareke basını öyle demekteydi.

AB'nin aldığı ve Abdullah Gül'ü bile sinirlendiren karara aynı yetkililer ve İngiltere de tam destek vermiş. Bu adamlar hani bizim taraftaydı? Öyle diyordunuz. O zaman bize yalan mı söylemiştiniz? Yoksa adamlar sizi ciddiye mi almıyorlar? Altmış yılın diplomatik başarısı nereye gitti?

Abdullah Gül tarafından Kıbrıs Eylem Planı olarak lanse edilen doküman adeta Türk halkı ile alay edercesine kaleme alınmış ve daha açıklanmasının üzerinden bir  gün bile geçmeden Yunan-Rum ikilisi tarafından reddedilen bir deklarasyon olmuştur. Yani teklifin sonu olmuştur.

Olayın Tanımı:

1-  Bilindiği gibi BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırladığı Kıbrıs planı,  referanduma sunulmuştu. Planı onaylayan Türk tarafı "Evet" demiş, Rum tarafı da "Hayır" diyerek reddetmişti. Aradan geçen yaklaşık iki yıldan bu yana Mehmet Ali Talat KKTC de cumhurbaşkanı olarak görev yapıyor. Bu süre içerisinde KKTC yönetimi, şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir biçimde Rumlara normalin çok üzerinde, sınırları aşan bir hoşgörü ve teveccüh göstererek, "şirin görünme" politikasına girişti. Sürekli olarak "ricacı" durumuna düşmüş, taviz üstüne taviz vermeye hazır bir "acz tablosu" çizmiştir.

2- Türk tarafı, tüm olumsuz tutumlarına ve "hayır" demesine rağmen, Güney'e giderek görüşmelerin tekrar başlatılması için girişimlerde bulunmuştur. Rum milletvekillerinin tüm küstahlıklarına göz yumulmuş ve Maraş bölgesinin karşılıksız olarak Rumlara iade edileceği imaları ayyuka çıkmıştır. KKTC'de eski Rum mallarına tazminat ödenmesi ve iadesi yolunu açan kanunlar Talat hükümeti ve yeni meclis tarafından çıkarılarak, uygulanmaya konmuştur. Buna karşılık Güney'deki Rumlar, tüm Türk malları ve Türk vakıf mallarını kamulaştırarak,  toplumun ortak kullanımına açmıştır. Geri kalanları da Rumlarını da tapulamıştır.

Gerçekçi Olmayan Taktikler:

1- Abdullah Gül tarafından Kıbrıs Eylem Planı olarak lanse edilen doküman adeta Türk halkı ile alay edercesine kaleme alınmış ve daha açıklanmasının üzerinden bir gün bile geçmeden Yunan-Rum ikilisi tarafından reddedilen bir deklarasyon olmuştur. Yani teklifin sonu olmuştur.

2- AB ülkelerini sözde tatmin etmek veya yatıştırmak için hazırlanan bu Eylem Planı pek de işe yaramamış, tam aksine "AB, o sahte tebessümünü yüzünden atarak dişlerini göstermeye başlamıştır". Türklere, Ankara anlaşması ek protokolü gereği "tüm Türk hava ve deniz limanlarını Rumlara açın" demeye başlamışlardır.

3- Eylem Planı'nı, TBMM'ye getirme çabası büyük bir yanlıştır. Böyle bir manevra, milletin gözünün içine bakarak, onu aldatmak ve milletin istemediği, kabul edemeyeceği bir olayı uygulamaya geçirtmek demek olacaktır.  Bu dar görüşlü siyasi manevraların, Türkiye'nin politik stratejilerini darboğazlara sokmasına asla izin verilmemelidir.

4- Türk teşviki karşısında, Kofi Annan yeniden plan yapmak ve bunu Kıbrıs'ta uygulatma hevesine düştü. Daha önce reddedilen planın belki hafif rötüşlenmiş şekli olacak olan bu çaba sadece Türk tarafının aleyhine bir gelişme olacaktır.  TC hükümetinin neden bunu teşvik ettiği de pek anlaşılamamaktadır. Acaba işin sonunda "ne yapalım, BM ve uluslararası camia böyle uygun gördü" demek ve Kıbrıs olayına bir son vermek için mi bu manevralar yapılmaktadır?

Bula, bula çözüm olarak buldukları yol bu mudur?

5- "Real Politik" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir hükümet için bu kadar gerçekçilikten ve "reel olmaktan uzak"  bir yaklaşım olamaz. Burada kastedilen aslında "Güç Politikası" demektir, yoksa demek istenen "Gerçekçi Politika" değildir. Bunun da kimde olduğunu umarım AKP hükümeti görmüştür.

Son Komedi:

Referandumdan bu yana Türk tarafına çeşitli vaadlerde bulunan AB devletleri ve komisyonu hiç bir olumlu girişimi gerçekleştirmemiş ve bunun için de bir çaba sarf etmemiştir. Bir- iki defa KKTC'ye yardım fonu verilmek istenmiş ama derhal hem Yunan ve hem de Rumlar tarafından veto edilerek, bu işin önü kesilmiştir.  Son aylarda AB tarafından 3 kararname hazırlanmıştır:

1- KKTC mallarının Güney Kıbrıs üzerinden AB'ye satılması.

(Yani tek yetkili bayii Rum kesimi formülü, KKTC ise sadece görünmeyen azınlık ve üretici rolünde) AB ülkelerinin çözüm teklifi hayli ilginç (!?),

2- KKTC'ye doğrudan 139 milyon Avro yardımı yapılması. Bu teklif derhal Yunan ve Rum kesiminin itirazları ile karşılanıp ancak tavizler karşılığında buna izin verilmiştir.

  • Oysa, yıllardır gerek Avrupa ve gerekse diğer kaynaklardan Kıbrıs adına gelen tüm mali yardımların üstüne yatan Rum kesimi olmuştur.
  • KKTC'ye tek bir pay ayırmayan ve buna izin vermeyen de yine Rum kesimidir.
  • Diğer taraftan da Rumlara "neden bu saçmalığı yapıyorsunuz?" demeyen, yine AB ülkeleri ve onların yanı sıra Talat hükümeti gibi yerli gruplardır. Acaba asıl suçlu kimdir ve bunun hesabını sonunda kim verecektir?

3- AB Komisyonu ve ülkelerince söz verildiği gibi doğrudan KKTC deniz ve hava limanlarına girişlerin başlatılması ve bu sebeple "izolasyonların" kaldırılmaya başlanması hakkındaki kararnamedir.  Bu son iki kararname birlikte yazılmış kararnamelerdir.

İşin en traji-komik yönü de işte burada başlamaktadır.

Yunan ve Rum tarafı 2 ve 3 no'lu kararnamelerin ayrılması için AB'de müthiş bir kulis başlatır. Şayet bunlar ayrılmaz ise Türkiye'nin ilk müzakere konusunun başlatılmasına izin vermeyiz derler. İlk konu olan eğitim konusunda müzakere sürecinin açılmasını "veto" edeceklerini söyleyerek, AB'ye şantaj yaparlar. Sonunda AB ülkeleri, bu vetoyu kırmak için asıl Rum şantajına boyun eğerek 2 ile 3 nolu kararnameleri birbirinden ayırırlar.

Komisyon KKTC'ye yapılması düşünülen küçük para yardımını onaylar (Türklerin ağızlarına bir parmak, pardon sadece yarım parmak bal sürülsün diye) ve sonra, esas izolasyonları kaldıracak olan işlem Rumlar tarafından veto edilir.  Hepsinden sonra da Rum kesimi başkanı Papadopulous sert bir şekilde "asla baskı ve şantaja boyun eğmeyeceklerini" açıklar.

Türk tarafı ve TC hükümeti yetkilileri de ağızları bir karış açık vaziyette baka kaldılar(!)

İşte size muazzam bir reel politik uygulaması(!)(Her halde ders kitaplarına nelerin yapılmaması listesine girecek bir uygulama)

Ve işte, AKP hükümetinin parlak stratejisi (!)

KKTC- Talat politikalarının dayanılmaz başarısı.! ! ! Hatırlıyorum: Referandumda "bir evet ile dünyaya bağlan" sloganı atıyorlardı, acaba şimdi nasıl bir slogan atıyorlar?

Bizlere de bu durumu seyredip,  sadece "Tilki'nin aklı, Talat'ı ve Gül'ü yendi demek" düşüyor.


[1] Haluk Şahin / Radikal / 05.03.2006

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet DENİZ

Mehmet DENİZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx