YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66343ac1424aa
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 2
Bugün : 2620
Dün : 20782
Bu ay : 48003
Geçen ay : 737322
Toplam : 23564289
IP'niz : 18.117.216.36

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Halifeliğin TBMM tarafından kaldırılışının 82. yıldönümü olan 3 Mart 2006’da, Endonezya’da binlerce Müslüman hilafet isteğiyle sokaklara çıktı. Bu gösterileri, İslam Birliği ve Müslüman ülkelerin hürriyetini isteyen halkın, bu masum özlemlerini istismar eden CIA ajanlarının kışkırttığı anlaşıldı. Asıl ilginci Myers, Cheney, Rumsfeld gibi ABD’li yetkililerin de son aylarda “hilafeti” dillerine dolamış olmalarıydı. Çünkü CIA’in “Yeni Hilafet” senaryosuna göre 2020 yılına kadar İslam âlemi hilafete kavuşacaktı!… Acaba Fetullah Gülen’in Türkiye’ye dönüş hazırlığı da, bunun bir parçası mıydı?

 

“Büyükbaba engellendi. Halifeliğin ilanı henüz gerçekleşmedi. Bildiğin gibi sevgili kardeşim, Büyükbaba, İslam’ın gerçek koruyucuları olduğu halifeler döneminin geri geleceğine inanmıştı. Halifeliğin yeniden Müslüman dünyayı yönettiğini, kâfir Batı etkilerinin kökünü kazıdığını gözünde canlandırmıştı. Düşünüyorum da, genç halifenin ortaya çıkışını nasıl gözden kaçırdık. Genç vaiz aniden dünya çapında izlenmeye başladın, inançlı insanların saygısını kazandı. Belki de El Kaide’li olmadığından ve  siyasi hareket yürütmediğinden bunu başardı. O daha ruhani davrandı. Ayrıca Büyükbaba kabul etse de etmese de, onun masumların talihsizce öldürülmesi gibi bir lekesi yok.”

Bu sözler, önümüzdeki 14 yılda dünyanın kaderini belirleyecek bir mektubun giriş paragrafı. Yazan, Usame Bin Ladin’in torunu Said Muhammed Bin Ladin. Torun Ladin, hilafeti yeniden kurmak isteyen büyükbabasının engellendiğini, ama genç bir Müslüman liderin hilafeti canlandırdığını müjdeliyor. Mektubun kime yazıldığı meçhul, “bir akrabaya” diye geçiyor. Asıl ilginci yazılış tarihi; 3 Haziran 2020… Çünkü CIA (Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı) tarafından 14 yıl sonrası için kurgulanmış farazi bir mektup.

 

CIA kuruluşlarından Ulusal İstihbarat Konseyi (The National Intelligence Council) geçen yıl ocak ayında “Global Geleceği Haritalamak” (Mapping The Global Future) başlıklı bir rapor hazırladı. Dünyanın farklı bölgelerinde binlerce uzmanın katılımıyla, 30 konferans ve 150’ye yakın atölye çalışması sonucunda çıkan rapor CIA’in resmi internet sitesinde de yayınlandı. 2020 yılına dair projeksiyonlar içeren rapor dört bölümden oluşuyor ve en dikkat çekici olanı “Yeni Hilafet” başlığını taşıyor. Zira 2020 yılına kadar İslam dünyasının hilafeti yeniden kuracağı öngörüsü torun Ladin’in yazdığı mektup üzerinden anlatılıyor.

Senaryo Türkiye’de nedense yankı bulmadı. Belki “şimdilik” sadece bir kurgu olmasındandı. Ancak CIA tarafından sadece bir “hilafet öyküsü” olsun diye hazırlatılmadığı da kesin. Ekim 2005’te ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers, “Irak’tan çekilmeleri halinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir dizi ülkede radikal İslamcıların iktidara gelerek hilafeti yeniden kuracaklarını” açıklamıştı. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Merkez Komutanı Orgeneral John Abizaid de art arda benzer açıklamalar yaptı. Peki ama ABD son bir yılda hilafeti neden bu kadar diline doladı? Yanıt için Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve ABD-İslam dünyası ilişkisinin ne yönde seyredebileceğine dair önemli ipuçları veren CIA’in Vaiz Fetullah Gülen’i çağrıştıran bu hilafet senaryosuna tekrar dönelim…

“Yıl 2020… Siyasal İslam, küresel bir güç haline gelmiş. Öte yandan “Yeni Hilafet” kurulmuş ve Müslümanlar halifenin etrafında toplanmaya başlamış. Hilafet makamı için yer, ülke ya da kişi işaret edilmiyor; kuruluş sürecine ilişkin de pek bir ayrıntı yok. Halife genç ve iyi bir vaiz. Birdenbire ortaya çıkıyor ve küreselleşme karşıtı Müslümanların simgesine dönüşüyor. Filipinler, Endonezya, Malezya, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden sadakat ifadeleri ve para geliyor.

Avrupa ve Amerika’da, ibadet etmeyen Müslümanlar halife sayesinde gerçek inançlarının farkına varıyor. Sadece Müslümanlar değil, birçok Hıristiyan Batılı da halifenin görüşlerinden etkileniyor. ABD’li önemli bir senatörün kızı dahil!.. Sonunda Papa bile çareyi genç halifeyle diyaloğa geçmekte buluyor. Hilafet, “yapay ulus devletlerde” parçalanmaya yol açıyor. Olimpiyatlarda Müslüman atletler, uluslarına değil halifeye sadakatlerini ilan ediyor.

Sünni hilafetten en çok etkilenen ülkelerden biriyse Şii İran. İran’ı kışkırtıcılık yapmakla eleştiren halife ile Şii liderler arasında sürtüşmeler yaşanıyor. Tamamen Şiilerin kontrolüne geçmiş Irak’ta Sünni ayaklanma başlıyor. Hilafete bağlı asiler hem Irak yönetimi hem de ABD’yle savaşıyor. Dahası, şimdilerde can düşmanı olan İran ve ABD hilafet tehdidi karşısında yakınlaşıyor. Sünni-Şii çatışması yüzünden bazı orta sınıf Müslümanlar kutsal bölgeleri terk ediyor. Ülkelerindeki Müslümanların tepkisini çekmek istemeyen Batı, yüksek yaşam standardına alışkın bu Müslüman mültecilere sınırlarını açmak zorunda kalıyor. Hilafet sebebiyle ABD’nin yakınlaştığı diğer ülke Rusya. Yıllar önce Sovyetlere karşı Afganlara yardım eden ABD, bu kez hilafete bağlı mücahitlerle savaşması için Ruslara yardım ediyor.

Filistin devleti kurulmuş ama İsrail’le mücadele bitmemiş. Hilafetin tepkisinden çekinen Avrupa ilk kez İsrail’e baskı yapıyor. Petrol kavgası da hız kesmeden devam ediyor. ABD’nin aklı fikri yine petrolde ancak Müslüman ülkeler kaynaklarını Batı’nın kullanmasına artık izin vermiyor. Yeni boru hattı inşa edilmiyor, mevcut hatlar kapatılıyor. Belirsizlik piyasaları olumsuz etkiliyor. ABD petrol yataklarını ele geçirmek için hilafete karşı planladığı askeri operasyondan, dünya Müslümanlarının tepkisinden çekindiği için vazgeçiyor.”!?

Torun Ladin’in “mektubundaki” ifadelerden halifenin El Kaide ile ilişkisi olmadığı anlaşılıyor. Hatta “Büyükbaba” hilafeti bile göremiyor. Mektupta Usame Bin Ladin’in akıbetine dair net bir şey yok ama “Büyükbaba hilafeti görseydi mutluluk duyardı” cümlesi her şeyi anlatıyor gibi. Zaten hilafetle birlikte El Kaide de ortadan kalkıyor. Ancak bu sefer de çok sayıda küçük ölçekli ama bir o kadar da etkili başka örgütler ortaya çıkıyor.

Senaryonun sonunda, “Alınacak Dersler” başlıklı bir bölüm de var. Bu bölüm, radikal Müslümanlara karşı ılımlı bir halifeyi tercih edebilecek ABD’li yetkililere bir uyarı niteliğinde: “Hilafet, terörizm olasılığını azaltmayabilir ve daha fazla çatışmayı körükleyebilir. Halife, uluslararası sistemde şu ana kadar inşa edilmiş örgütlenmeleri reddederek en büyük tehdidi ortaya çıkarabilir.”

Bu paragraf, ABD’nin ılımlı İslam ve Halifelik projesini desteklemediği mesajını vermek için konulmuştur ve hedef saptırmaya yöneliktir.

“Yeni Hilafet bir olta!”

“Yeni Hilafet” ABD’nin kehaneti mi, korkusu mu, yoksa isteği mi? Senaryodaki hilafet, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne taş mı koyar, Müslümanların kontrol altında tutulmasının aracı mı olur? ABD’deki tartışmaları dikkatle izleyenlerden Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mümtazer Türköne’nin yanıtı net: “ABD’nin amacı geleceği tahmin değil, inşa etmek! İslam ülkelerini hilafet gibi, itibar kazanmak için dünya hassasiyetlerine dikkat edecek legal bir hiyerarşiye bağlayarak kontrol etmek istiyor. Yeni Hilafet, BOP’dan ayrı bir şey değil.”

Raporun, hilafetin Batı’ya meydan okuyabileceği uyarısında bulunduğunu hatırlatıyoruz. “İslam dünyasını tahrik etmek için” diyor Türköne ve devam ediyor “bu senaryo, Müslümanlar arasında yeni hilafete sempati oluşturur. Hatırlarsanız, Medeniyetler Çatışması tezine de bayılmıştı Müslümanlar. Çünkü İslam dünyası bir medeniyet olarak muhatap kabul ediliyordu. Haliyle Müslümanlar bu oltayı yuttu. Şimdi anlıyorlar, tezin ABD’nin güç kullanmasını gerekçelendirecek bir düşman yaratma projesi olduğunu.”

Türköne, tarif edilen hilafet makamının bir kişi ya da devlet değil, İslam ülkelerinden oluşan ortak bir kurul olduğu kanısında: “Muhtemelen ABD’nin kafasındaki formül bütün İslam ülkelerinden temsilcilerin oluşturduğu bir konsey. Hilafeti o konsey yürütecek ya da mutabakatla bir halife seçecek ki otoritesi, itibarı olsun. Böyle bir misyon için öncelik Türkiye’nin ve alternatifsiz. Ama Türkiye’den kimse buna yanaşmaz, yanaşması da doğru olmaz.”

Türköne’ye göre ABD sapla samanı karıştırıyor, bu yüzden hilafet senaryosu ham bir hayal: “ABD hilafeti papalık gibi düşünüyor” diyor ve ekliyor. “Dini yetkilerinden güç alan bir otorite. Oysa hilafet dini değil, siyasi bir kurum. Tarih içinde hiçbir dini salahiyeti olmadı. Bu projenin imkânsızlığı burada. Ayrıca din eksenli bir hiyerarşi, illegal örgütleri frenleyebilir ama İslam dünyasındaki çeşitliliği yok edip demokratikleşmeyi de engelleyebilir.”

Hilafet TBMM’de mi?

TBMM’nin 18 Kasım 1922’de seçtiği Abdülmecid Efendi, Meclis tarafından seçilen tek halife, İslam’ın ise 101’inci ve son halifesi. 3 Mart 1924’te hilafet kaldırılıp Osmanlı hanedanının Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verilinceye kadar halifeliğini 15 ay sürdürdü. 1944’te Paris’te vefat etti. Hilafet tamamen kaldırıldı mı, yoksa TBMM’nin sorumluluğuna mı bırakıldı? Sorusu ise hala tartışma konusu. Tarihçi İsmet Bozdağ, “Hilafet kaldırılabilir bir şey değil ki… TBMM’nin sorumluluğundadır” diyor. “Tebaalarını yönetme hakkı bir hanedandan alınmış TBMM’ye verilmiş. Allah adına insanlara verilmiş hilafet kaldırılamaz, hatta diğer Müslüman ülkeleri de kapsar. Yani Türkiye istese de istemese de İslam aleminin doğal önderi sayılır. Ama hilafeti yönetimden ayrı düşünenler zaman zaman halifelik iddiasında bulunabiliyor.”

Ancak Prof. Mümtazer Türköne bu yorumu çok doğru bulmuyor. Türköne’ye göre halifelik kaldırıldı. “Hilafeti TBMM temsil ediyor yorumu doğru değil. Sadece hilafetin temsil ettiği görevler boşlukta kalmasın diye dini görevleri TBMM’ye verildi.” (Murat Yalnız / Yeni Aktuel – 2006)

 

Kuvay-ı Milliyeci Din Adamlarının Fetvası

Ey Millet! Halife ve Sultan da Esirdir!

10 Nisan 1920de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzası ile bir fetva yayınlanır. Fetvaya göre Anadolu hareketi sultan ve padişaha karşı yapılan bir ayaklanma hareketidir! İstanbul’un bu hainane girişimine, yine din adamları yanıt verir. Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi’nin yazdığı “karşı fetva”ya 152 din adamı imza atar. Bediüzzaman Said Nursi de, Ankara fetvasını ve Anadolu Kıyamını Kutsal Cihat sayıp destekleyenler arasındadır.

10 Nisan 1920… Anadolu ateşi çoktan alevlenmiş; Erzurum, Sivas Kongreleri derken Anadolu topyekün örgütlenmiş. Çok değil 13 gün sonra Meclis açılacak, fiili durum resmiyet kazanacak… Ankara Hükümeti memleketin tek hükümeti olacak!

İstanbul hükümeti, işbirlikçiler ve İngilizler de umumi manzaranın elbet farkında. Kuvay-ı Milliye hareketini -ve tabii kurulması pek yakın Ankara hükümetini- zayıflatmak, her şeyden önemlisi halk desteğini yok etmek, baş vazifeleri. Din ise, bu yolda istismara en müsait alan. İnsanların vicdanlarını iğfal etmenin en kestirme yolu.

Kuvay-ı Milliyecilerin Katli Vaciptir!

10 Nisan günü Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzası ile bir fetva yayınlanır. Fetvaya göre Anadolu hareketi “Huruc Alessultan”dır. Yani sultan ve padişaha karşı yapılan bir ayaklanma hareketidir. Dolayısıyla bu insanların katledilmesi vaciptir; bu uğurda ölenler ise şehitlik mertebesine nail olacaktır:

“(…) teşkilatı milliye denilen harekât, Anadolu’yu korkunç bir istilaya uğratmak hem de devletin başını gövdesinden ayırmak felaketini hazırlıyor. Kanunu Esasi’yi ve devlet kanunlarını ayaklar altına alarak ahaliden cebren para toplamak, zecren asker almak, para vermeyenlere ve böyle fena bir maksatla askerliği kabul etmeyenlere eziyet etmek, öldürmek, köyleri basıp yağma etmek… Bu nedenle hükümet istediği amaca kan dökmeden ulaşmayı tercih etmesine rağmen devletin ve milletin hakikaten tehlike içinde bulunan hayatını ve selametini kurtarmak için yola gelmeyenleri (…) haddini bildirmekten tereddüt etmeyecektir.”

İstanbul’un bu hainane girişimine, yine bizzat din adamları yanıt verir. Kuvayi Milliyeci din adamları, vatan hainlerinin din kisvesi altında halkı kışkırtmalarına derhal engel olurlar. 14 Nisan günü Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi imzası ile bir “karşı fetva” çıkarılır. Başta İradei Milliye, Hakimiyeti Milliye olmak üzere İstanbul gazetelerinde dahi fetva yayımlanır.

Ankara’nın Fetvasında 152 Din Adamı İmzası

İstanbul hükümetinin fetvası sultan ve padişaha karşı Anadolu ayaklanmasının bastırılmasını emrederken, Ankara’nın fetvası “sultan ve padişahın bile esir olduğuna” dikkat çekmektedir. İşte bu nedenledir ki, tam da bu yolda ölenlerin şehit kabul edilmesi gerektiği, kalanların gazi olacağı ve Ankara hareketine karşı fitne çıkaran, silah kullananların en büyük günahı işlemiş olacakları” duyurulmaktadır.

Soru: Hilafet ve saltanat, ve idare merkezi olan İstanbul işgal edilmiştir. Hilafet ve saltanat makamını korumaktan mesul olan makamlar, Babıâli ve Harbiye Nezareti dahi; sıkıyönetim ilan edilerek ve İngiliz kanunları tatbik edilerek mahkeme edilmiştir. Osmanlı topraklarının parçalarından olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa yörelerine düşmanlar tecavüz etmiştir. Bu durumunda hakarete uğrayan ve esir olan müslümanların halifesinin kurtuluşu için mücadele etmek her müslümana farz olunur mu?

Cevap: Allah’ın emridir.”

Fetva, 16 Nisan’da Heyeti Temsiliye tarafından Anadolu’ya gönderilir. Bütün müftülüklere tebliğ edilmesi istenir. Anadolu’nun çeşitli vilayet ve kaza müftüleri ve din alimlerinin katılımı ile fetvada yer alan imza sayısı 152’ye ulaşır. İstanbul hükümetinin fetvası etkisini derhal yitirir, bütün halk Ankara’nın fetvasına itibar eder.

Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi’nin başlattığı ve Bediüzzaman dahil 152 din adamının desteği ile güç bulan bu fetva -ve vatanın bağımsızlığı için verilen destansı cihat – milletimizi, bildiğimiz kutlu ve mutlu zafere ulaştıracaktır.

 (Kaynaklar: 1-) Kazım, Karabekir, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1960. 2-) Doç. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları II, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997)

 

Türkiye’ye Küfredenler Niye Hilafeti Getirmek İstiyorlar?

ABD Başkomutanı: “Türkiye’yi ve sülalesini si…” Amerika’nın kovboyları ve İsrail’in “kobay”ları Kaybediyorlar… Ve kaybettiğini fark edenler gibi çıldırıyorlar. Çıldırmak? Bazıları için çok farklı anlamlar taşıyabilir, ancak çıldırmanın belirtisi karşısındakini tanımadan hezeyanlar yaratmak olsa gerek. Irak işgalinin başkomutanı Tommy Franks’te işte bu nedenle bir küfrü milletimize ve ülkemize savurmuş.

“Fuck Turkey, fuck their family, fuck their dogs…”

İngilizce bilen okurlarımız bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştır. Biz bilmeyen okurlarımız için Türkçesini de yazalım: “Türkiye’yi, sülalesini ve köpeklerini si….” Bu sözler hala bazılarının stratejik ortak olarak gördüğü Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak işgali sırasındaki başkomutanı Tommy Franks tarafından söylenmiş. Söylenmiş diyoruz; çünkü biz bu sözleri Amerika’da yeni piyasaya çıkan bir kitaptan öğrendik. Amerika Birleşik Devletleri’nde 17 Mart günü piyasaya çıkan Cobra-2 isimli kitap Irak işgali öncesi ve başlangıcında yaşanan olayları içeriyor. Gerçek ifadeler ve olaylardan yola çıkarak yazılan kitabın “Hacı” başlıklı bölümünde Türkiye’nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi konu ediliyor. Tommy Franks’in 1 Mart tezkeresinin reddedildiğini öğrenince ülkemize ettiği iğrenç küfürler de bu bölümde yer alıyor.

İşte Küfür Bunun Üzerine Geliyor

Irak saldırısının başkomutanı olan Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanı Tommy Franks, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin askeri sonuçlarını en iyi anlayan isimlerden biri olarak çılgına dönmüş; “Türkiye’yi, sülalesini ve köpeklerini …”

Irak saldırısı sırasında yaşanan gerçek olayların ve açıklamaların konu edildiği kitaptaki küfürü okuyan Aydınlık Dergisi Yazarı Hüseyin Macit Yusuf, Tommy Franks’e elektronik posta göndererek bu sözleri söyleyip söylemediğini sormuş. Hüseyin Macit Yusuf’un elektronik postasında şu ifadeler yer alıyordu:

 “Sayın general Franks, ‘Cobra-2′ isimli kitabın 112. Sayfasında Tommy Franks’in ağzından ‘fuck Turkey, fuck their families, fuck their dogs’ ifadeleri geçiyor. Lütfen okuduklarımın doğru olup olmadığını açıklar mısınız? Daha önce Türklerle tanıştınız mı?”

Yıldırım Cevap

Hüseyin Macit Yusuf, 9 Nisan tarihinde elektronik postayı gönderdi. Bunun üzerine Tommy Franks’in sekreteri beklenmedik bir hızla aynı gün içinde cevap gönderdi. Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral Tommy Franks adına sekreteri cevap mesajında dolaylı olarak Tommy Franks’in küfür ettiğini kabul etti.

İşte Cevap

“Sayın Bay, General Franks’e gönderdiğiniz mesaj için teşekkürler. Söz konusu kitabı okumadık. Bizimle bu konuda röportaj da yapılmadı. Emin olmadığımız pek çok konu var. Bu sözlerin ne zaman söylendiğini bilmiyoruz. Fakat hatırlarsanız ülkeniz Irak’ın kuzeyinde görev yapan koalisyon güçlerine yardım etmedi. Üstelik Türkiye bazı politik oyunlar oynadı. Size tavsiyem Türk liderlerinin o dönemde yaptıklarını incelemeniz ve karşılığında General Franks’in neler söyleyebileceğini anlamanızdır.”

1 Mart Tezkeresi

Amerika Birleşik Devletleri Irak’a saldırı öncesi Türkiye’den destek istedi. Bu istek Türkiye’deki çok sayıda deniz ve hava limanının Irak saldırısı için tahsis edilmesini, 65 bin ABD askerinin Türkiye’de konuşlandırılmasını ve Türk askerinin saldırıya katılmasını da içeriyordu. Yurdumuz Amerikan işgaline destek vermeme konusunda hemfikirdi. Ancak Mecliste özellikle AKP’li bazı kurmaylar Irak işgalinde Amerikan yönetimiyle birlikte hareket etmek için çalışmalar yürütüyordu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanan tartışmaların dozu en yüksek noktadayken AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan bir grup konuşmasında 1 Mart tezkeresine kabul oyu vermeleri için milletvekillerini ikna etmeye çalışıyordu. Bu sırada söylediği bir söz aslında tartışmanın hangi taraflar arasında yürüdüğünü net biçimde gösteriyordu. Başbakan Erdoğan milletvekillerine seslenirken “Ya benim tarafımdasınız, ya da Perinçek’in” demişti. 1 Mart tezkeresi olarak adlandırılan Irak’taki işgale ortak olma kararı, Meclisimizde büyük tartışmalara yol açtı.

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, Amerikalı generalin küfrü karşısında sessiz kalan bütün yetkililerin, Türk milletine karşı suç işlediklerini vurguladı. “Emperyalistlerin çok rahat bir şekilde ülkemize, milletimize ve bütün değerlerimize küfür etmelerinin ve daha sonra da son derece normal bir olaymış gibi ettikleri küfürlere sahip çıkmalarının nedeni, Türkiye’yi yönetenlerin bu tutumudur” diyen Gültekin, Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun Washington’da bir konuşmasında Başbakan Erdoğan için; “Onu süpürüp delikten aşağı atmayın. Onu kullanın” sözlerinin de Türkiye’yi yönetenlerin tavrını özetlediğini ifade etti. Gültekin, Hükümet’ten bugüne kadar bu konuşmaya ilişkin bir tepkinin gelmemiş olmasının, bu görüşlerin iktidar tarafından da benimsendiğinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.

Sonuç:

1 Mart tezkeresinin reddinin ardından bölge ülkelerinden Türkiye’ye yönelik sempati en yüksek noktaya çıkmıştı. Hatta bazı Rus askeri kaynaklar tezkerenin reddini Türkiye’nin tam olarak değerlendiremediğini belirtmişlerdi. Örneğin Rusya’nın askeri okullarından biri olan Kızıl Yıldız Askeri Akademisi öğretim üyelerinden emekli Albay Nikolaj Kormirçev Türkiye’nin tezkereyi reddetmesinden sonra KKTC’nin tanınması için önüne büyük fırsatlar çıktığını vurgulamıştı. Kormirçev’e göre “topraklarını Irak saldırısı için açmayan bir ülke olarak Türkiye bu kozu Müslüman ülkeler nezdinde kullanabilir ve KKTC’nin tanınmasını isteyebilirdi.” Emekli Albay Kormirçev’e göre, Türkiye’nin yapması gereken şey,

 

 

“ABD’nin Irak’a saldırı için Kıbrıs Rum Kesimindeki Dikelya ve Agratur üslerini kullanmasını” örnek göstererek Müslüman ülkelere KKTC’yi tanıtma politikası yürütmesiydi. Tabii bu fikir daha sonra Annan Planı’nın devreye girmesiyle tamamen ortadan kalktı. “Cobra-2” isimli kitapta, Irak’taki direnişin nedeni olarak gösterilen kuzeyden cephe açamamasının yarattığı zorluklar; Rusya’nın Türkiye’deki askeri temsilcilerinden biri olan Alexi Kornikov tarafından da dile getirilmişti. Kornikov “Türkiye büyük itibar kazandı. Tezkerenin reddi bölge için olumlu ama Amerika için felaket olacak” demişti. Yugoslavya eski Genelkurmay Başkanı Nebojsa Pavkoviçde  “Pavkoviç senaryosu” olarak adlandırılan özel röportajımızda Amerikan yönetiminin hedefinin Kuzey Irak’a yerleşmek ve burada kalıcı olmak olduğunu belirtmişti. Gerçi Amerika Irak’ın kuzeyinde istediği güvenli bölgeye yakın bir oluşum oluşturdu ama bu arada çok kayıp verdi.

“Bizi Kullanın”

Tabii Amerikalı General Tommy Franks’in küfrünün hemen ardından akıllara Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun Amerika’da yaptığı konuşmada kullandığı söz takıldı. “Bizi kullanın” diyen Cüneyt Zapsu’nun sözleri ülkemizde büyük bir tepkiye yol açtı. Tabii Amerikalı generallerin Türkiye’ye ve sülalemize küfründen sonra “kullanmak” kelimesi daha bir anlam kazanıyor. Bu arada hala 1 Mart tezkeresinin reddinin Türkiye için hayırlı olmadığını düşünenler var. Bu düşünceye sahip olanlar aslında Amerikan uşaklığını şeref sayanlardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx