YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66496924b0b94
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 4536
Dün : 23538
Bu ay : 389973
Geçen ay : 737322
Toplam : 23906259
IP'niz : 3.139.80.15

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Bebek katili PKK'lıların, ayrılıkçı unsurların, fesatçı azınlıkların, komünist ve anarşist takımının, lezbiyen ve gayların, Kıbrıslı Rumların ve tüm Türk ve İslam düşmanı fırsatçıların, Türkiye aleyhine, her türlü başvurularını haklı gören ve ülkemizi mahkûm eden AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), işten atılan iki başörtüsü mağduru hanım öğretmenin başvurusunu geri çevirdi ve aleyhine karar verdi.

Avrupa birliği ve AİHM, sadece Milli Görüş partileri, Erbakan'ın mağduriyeti ve başörtüsü meselesinde, Türkiye'deki hukuk sistemini ve yerleşik düzeni haklı görmekteydi. Yani Başörtüsüne ve İslami ölçülere; bu Haçlı merkezlerle, bizim solcu, sağcı ve ulusalcı tüm yerli marazlıların yaklaşımı örtüşmekteydi.

Başörtüsü, hangi rejim için tehlikeli görülmekteydi!.. Ve bu sözde sağcı solcu ve ulusalcı geçinenlerin, ara sıra AB'ye atıp tutmaları da tamamen göstermelikti ve sahteydi. Çünkü kendileri de, AB'leri de, İslam'a ve Müslüman halkımıza karşı aynı görüşte ve aynı çizgideydi. Kısaca başörtüsüne ve İslami husus ve hassasiyetlere karşı Türk özüyle değil, gavur gözüyle bakılıp hareket edilmekteydi!..

Dış güçlerin ve işbirlikçilerin sahip çıktıkları ve başörtüsünü bir başkaldırı saydıkları bu rejim ise;

Müslüman Türk'ün düzeni değildi!..

Atatürk'ün sistemi ve eseri değildi!

"Demokratik ve laik" kılıflı, aslında despotik ve İslamifobik bir rejimdi.

Bazı ulusalcıların: "Mustafa kemal'den sonra Atatürkçülük dejenere edilmiş ve karşı devrimlerle rayları ve rotası değiştirilmiştir" şeklindeki haklı tespitlerine rağmen, hala mevcut dengesiz düzene sahip çıkmaları ise tam bir çelişkiydi..

Ve hele Yüksek Mahkeme'nin başörtüsü düzenlemesini iptal etmesi üzerine, Recep T. Erdoğan'ın Meclis Grubunda:

"Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. Milli iradenin temsil ve tecelli makamı ise Yüce Meclistir. Egemenliğin millet adına ve Meclis dışında hiçbir kişiye, kesime ve merciye devredilmesi söz konusu değildir!" şeklinde horozlandığını izlerken düşündük;

"Peki, AB hevesiyle egemenliğimizi Brüksel'e devretme densizliğiniz ve BOP eşbaşkanı olarak Siyonist hizmetçiliğiniz ne anlama gelmekteydi?"

Din bir bütündür!  Kendisini Tanrı yerine koyup İslam'a müdahale edenleri takmıyoruz!

Dinin bir kısım hükümlerinin yerine getiriliyor olması, ya da: yerine getiriliyor olmasına izin veriliyor olması, dinin tümüyle yaşanabildiği anlamına gelmez!

Dinin bir takım hükümlerine itiraz edilmesi ve karşı çıkılması "İyi ya biz dinin bazı hükümlerine de uyuyoruz" denilerek mazur gösterilemez!

(Hiç kimseye; "şunlara inanacaksın, şunlara inanmayacaksın… Şu kısmını yapacaksın, bu kısmını bırakacaksın!" denilemez!. İnançlara sınır getirilemez ve İslami hayat tarzına müdahale edilemez!.. Şayet temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına aykırı biçimde müdahale ediliyorsa, bu da zorbalık ve barbarlıktır ki, sonsuza kadar sürdürülemez!.M.Ç)

Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın yurt dışında yaptığı bir konuşmada istismar amacıyla ve sığınmacı bir tavırla ifade ettiği "Türkiye'de Müslümanların dini özgürlüklerini kullanmakta sorunları olduğu" gerçeği üzerine Süleyman Demirel'in verdiği tepki itikadi açıdan sakıncalıdır ve kabul edilemez.

Süleyman Demirel camilerin beş vakit açık olduğunu söylüyor! Günde beş kere ezan okunduğunu söylüyor! 85 bin imamın maaşını devletin ödediğini söylüyor. İnsanların hacca gittiğini söylüyor! Televizyonlarda mevlüt okunduğunu söylüyor ve soruyor:

Öyleyse geriye ne kalıyor?

Ve sorduğu bu sorunun cevabını yine bizzat kendi veriyor:

Geriye bir tek şeriat kalıyor. Zaten biz de ona itiraz ediyor ona karşı çıkıyoruz!

Sanırım önce birilerinin -öncelikle de Demirel'i "Nurlu Süleyman" diye Müslüman Türk insanına tanıtan kesimlerin- şeriatın ne demek olduğu konusunda kendisini bilgilendirmeleri ve cehaletini gidermeleri gerekiyor!

Evet, Süleyman Demirel'in de ifade ettiği gibi camilerimiz beş vakit açık!

Bu neyin icabıdır?

Bu elbette İslâm şeriatının bir icabıdır!

Türkiye'de günde beş kere ezan okunması neyin icabıdır?

Elbette İslâm şeriatının icabıdır!

Peki, insanların hacca gidebilmeleri neyin ifadesidir?

Elbette İslâm şeriatının bir emrinin daha yerine getirebildiğinin ifadesidir!

Yani Süleyman Demirel bu açıklaması ile İslâm şeriatının bir kısmının yerine getirilmiş olduğunu beyan etmiş oluyor! Ve aynı İslâm şeriatının öteki kısmına itiraz ettiklerini, karşı çıktıklarını söylüyor!"[1]

Yani tam bir münafık ve gizli inkârcılık sergiliyor. Böylece sağcı Demirel'le solcuların ve ulusalcıların aynı kafa yapısına sahip oldukları ortaya çıkıyor!.

Açıkla ve inançla ilan ediyoruz:

Her yönüyle milli ve yerli düzen, adil ve asil bir dönem mutlaka lazımdır; kurulması yakındır ve kaçınılmazdır. Hiçbir güç buna engel olamaz, olamayacaktır. Bu milli ve adil düzen, "doğru"ları esas alarak "yanlış"lardan sakınarak hazırlanacaktır.

Peki, doğru ve yanlış nasıl saptanacaktır?

1-   Aklıselim (şeytani ve şehevi istekler değil)

2-   Müspet ilim (ispatlanamayan faraziye ve nazariyeler değil)

3-   Tarihi birikim ve deneyim

4-   Toplumsal vicdani kanaat ve tatmin (mahşeri vicdan)

5-   İlahi din

İşte bu beş temel ve genel ölçü esas alınarak, bunların ittifakla: hayırlı, yararlı, güzel, iyi ve haklı bulduğu şeyler "doğru" sayılacak ve uyulacak, ama bu beş evrensel ölçünün yine ittifakla: zararlı, haksız, ahlaksız, çirkin ve kötü bulduğu şeyler ise "yanlış" kabul edilip ayıklanacaktır. Böylece farklı kültür ve kökenden, ayrı din ve mezheplerden bütün insanların birlikte ve barış içerisinde yaşayacakları Türkiye merkezli yeni bir mutlu medeniyet dönemi başlayacaktır.

Zerre kadar, aklı, vicdanı, insaf ve izanı olan, şeytani saplantı ve sapıklıklardan uzak bulunan hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bu kesin ve keskin ölçülere göre hazırlanan bir düzeni öcü gibi göstermeye çalışanlar; ya kiralık ajandır veya akıl ve vicdan fukarası, uşak ruhlu bir figürandır.

Evet böylesine milli, ilmi ve insani bir düzen mutlaka ve pek yakında kurulacaktır.

Halkımız inandığı ve arzuladığı için kurulacaktır.

İnsan haklarımız ve çağdaş ihtiyaçlarımız için kurulacaktır.

Atatürk'ün vasiyeti ve hedefi olan "Tam bağımsızlık ve Nizam-ı Alem" hatırı için kurulacaktır.

Milli ahlak ve anlayışımız, tarihi ve tabii sorumluluklarımız aşkına kurulacaktır…

Ve müjdeler olsun, bunun ilmi, siyasi, iktisadi ve ahlaki bütün teorileri; ilkesel, bölgesel ve evrensel boyutlu projeleri; Teknolojik, psikolojik ve askeri gereksinimleri, hepsi hazırdır.

Babacan'ın boşboğazlığından ve AKP'nin AB yalakalığından tiksiniyoruz!

Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor" diyerek, Türkiye'yi Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komitesi üyelerine şikâyet etmişti. Babacan: "Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi dış politika konularını yakından takip eden kişiler olarak bunu en iyi siz bilirsiniz. Türkiye, henüz aday ülke olarak AB'ye (dış politikada) çok büyük katkı yapıyor. Üye olduğunda AB'nin stratejik derinliğini arttıracaktır" diye yağ çekerek dini özgürlüklerle ilgili bir soruya "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor. Türkiye'de son dönemde laiklik eksenli bir tartışma yaşanıyor. Bizim laiklik tanımımız çok açık: Din ve devlet işlerinin açık şekilde birbirinden ayrılması. Devletin de bireylerin dininin gereğini yerine getirmesine müdahale etmemesi. Burada farklı inançtakiler de dinsizler de bu özgürlük ortamından faydalanabilmeliler" şeklinde cevap vermişti."[2]

Oysa bu millet AKP'ye %50'ye yakın oyu, bu tür baskı ve haksızlıkları önlesinler diye vermişti. Yoksa gidip de, İslam ve insanlık düşmanı AB kapılarında Haçlı gâvurlarına şikayet edip sızlansınlar diye iktidara getirilmemişti.

Dışişleri Bakanı Babacan'ın ve AKP iktidarsızının yaptığı; "Ey Avrupa Birliği! Biz sizin eyaletiniz ve sömürge valiniz olmak peşindeyiz.. Başörtüsü gibi bazı sıkıntıları aşmamıza ve Müslüman halkımıza geçici ve göstermelik haklar sağlamamıza yardım ederseniz, size çok daha rahat hizmet verebiliriz" anlamında bir acizlik ve becerisizlik ifadesiydi.. Hatta kölelik ve teslimiyetçilik işaretiydi.

Anayasa Mahkemesi eski Başkanvekili Güven Dinçer'in dediği gibi:

"Eskiden azınlıklar bizi dışarıya şikâyet ederdi, şimdi devleti yönetenler Türkiye'yi gammazlıyor!

Dış politikamız, ABD ve AB'nin menfaatlerine göre şekilleniyor.

"Türkiye AB'nin sömürgesi haline getirilmek isteniyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılında oynanan oyunlar bugün de aynen oynanıyor. Dış politikamız bizim menfaatlerimize göre değil, ABD ve AB'nin menfaatlerine göre düzenlenmek isteniyor; gümrükler kaldırıldı, limanlar yabancılara satıldı, Türkiye'nin kapıları yolgeçen hanına döndü, Tekel yok edildi, Tekel'in fabrikaları yabancılara satıldı. Lozan'la kovduğumuz reji idaresi yabancı şirketler eliyle geri geldi. Petkim satıldı. Demir-Çelik'in ne olacağı belli değil. Petrol üzerinde devletin kontrolü kalmadı. Türk sanayisinin en önemli tesisleri İstanbul Borsası yoluyla yabancıların kontrolüne girdi. Türkiye'nin serveti dışarı akıyor. Satılan şirketlerin parası dışarı kaçırılıyor. İstiklal harbinin kazanılmasında büyük ve çok önemli rolü olan iletişim sistemi o zaman telgraftı, şimdi Türk Telekom yabancılara satıldı. Bankalarımız yabancılara satılıyor. Lozan'la kovduğumuz Düyun-u Umumiye İdaresi ve Galata Bankerliği, IMF ve yabancı bankalarla geri geldi. Bunu kolaylaştırmak için de Merkez Bankası İstanbul'a götürülüyor. Basın ve radyo-televizyonun büyük çoğunluğu artık Türk halkının sesi olmaktan çıktı."

Batı'nın ele geçiremediği sadece ordumuz kaldı

"Şimdi Batı tarafından yok edilmedik ve ele geçirilmedik iki tane kurum kaldı. Biri, Ordumuzdur, diğeri adaletimizdir. Sıranın adalete geldiği anlaşılıyor. Batıya bağımlılık, hukuk ve adalet yoluyla getirilmek isteniyor Türkiye'ye. Türk halkından gizli tutulan bir takım hukuk reformları ve projeleri, bizden olmayan insanlar eliyle Batılı patronlara açıklanıyor yurtdışında. Kim olduğunu bildiğimiz bu karanlık çevreler bizi kendi arzularına göre düzenlemek istiyor."

Kapitülasyonlar yeniden getirilmek isteniyor!

Bize dayatılma istenen, aslında, kapitülasyonların üstü örtülü olarak yeniden bize kabul ettirilmesidir. Kapitülasyonların temelinde hukuki bağımlılık yatar. AB ve ABD ile olan eşit olmayan ilişkiler, ülkenin onurunu ve bağımsızlığını kaybetmesi demektir.

"İlk defa anayasa ile ilgili olarak dışarıdan müdahale, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı rahatsız etme derecesinde yapılmıştır."[3]

Türkiye'de Müslümanların durumu!

Ali Babacan'ın ve AKP kadrolarının tiyniyeti de, kötü niyeti de zaten biliniyordu. Ancak istismar edilen bu sözler içindeki doğrular üzerinde niye hiç durulmuyordu. Resmi rakamlara göre ancak %1'i bulan azınlıkların hakları Batıda sürekli tartışılıyor, hatta tarihte kalmış sıkıntılar kaşınıyordu da, %99'u oluşturan ve kurtuluş savaşını yapıp Cumhuriyeti kuran Müslüman çoğunluğun gasp edilen haklarını niye kimse dert edinmiyordu?

İnandıkları ve bağlandıkları Kur'an'i kuralları konuşmanın ve savunmanın suç sayıldığı, inancı gereği başörtüsü takmanın okulda ve kamuda yasaklandığı, İmam Hatip mezunlarına zulüm edilip puanların kırıldığı ve birçok okula alınmadığı, on beş yaşından önce Kur'an kurslarında çocuklarımızın okuyamadığı ve hiç alakası olmadığı halde bu baskıcı ve çağdışı uygulamaların "Atatürkçülük" diyerek dayatıldığı bir Masonik rejimin masumu ve mağduru olan Müslüman halkımızın haysiyet ve hürriyetleri niye yok sayılıyordu?

Dr. Ebubekir Sifil'in dediği gibi "Çoğunluğun problemleri"ni niye gözardı ediyoruz? 

"Türkiye'de nüfusun % 99'unun Müslüman, % 1'inin de gayrimüslim olduğu tespitinden hareketle ortaya konulan pek çok tez, tahlil, problem… var. Türkiye'nin uluslararası angajmanlarını ve Türkiye merkezli "emperyal hedefler"i bulunduğu bilinen ülkeleri arkasına alarak hareket eden azınlıkların taleplerini konuşurken çoğu zaman atladığımız bir gerçek var: Türkiye'deki çoğunluğun problemleri.

Şurası açık ki Türkiye'de azınlıklarla ilgili olarak dile getirilen problemler de, dış politikada ve dış ilişkilerde yaşanan problemler de temelde bu ülkedeki çoğunluğun merkezinde bulunduğu problemlerden asla bağımsız değildir.

Bu ülkede camilerin açıklığını, dinî bayram ve kandillerin kutlandığını, oruç ve hac ibaretlerinin problemsiz yapıldığını söyleyerek "Müslümanların problemi yok" demekten daha ayartıcı ve saptırıcı bir tavır olabilir mi?

Şunu bir temel tespit olarak ortaya koyalım: Müslümanların karşı karşıya bulunduğu problemlerin, birtakım temel ibadetlerin formel olarak yerine getirilebildiği tespiti üzerinden konuşulması mümkün de değildir, doğru da.

Bu ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların inanç ve değerlerinin baskı altında olmadığını söyleyenler, İslam'ın hiçbir ilkesinden ve İslamî hiçbir hükümden rahatsızlık duymadıklarını söyleyebiliyor mu? Bu sorunun cevabının olumsuz olduğu açık. O halde ikinci soruyu soralım: "Rahatsızlık sebebi" söz konusu ilke ve hükümlerle açık veya örtülü mücadele edilmediğini söylemek mümkün müdür?

Bu ülkede İslamî inanç ve değerlerden rahatsızlık duyulmadığını, bu rahatsızlığın her ortamda, her seviyede ve her tarzda açığa vurulmadığını, hatta bununla mücadele etmek için her imkânın kullanılmadığını söyleyebilmek için, çözümü ya demagoji ya da sağırlar diyalogu yapmakta görüyor olmak gerekir. Prof. Şerif Mardin'in "mahalle baskısı" tespitinden hareketle az şey mi söylendi bu bağlamda? Az mı hakaret yapıldı %99 çoğunluğa.

Bütün bunların ötesinde bir gerçek var ki, görmezden gelindikçe bu ülkenin geleceğini tehdit etmeye -üstelik büyüyerek- devam ediyor: İnsanımızı kamplara bölen ve bir kesimi yok sayan bu anlayış sebebiyle kimliğimiz, millet bilincimiz ve varlık değerlerimiz zedeleniyor. Bir ülke için bundan daha büyük bir tehlike düşünülebilir mi?[4]

Ilımlı İslamcı münafıkları uyarıyoruz!

 Bütün bunlar yetmezmiş gibi, "Ilımlı İslam" safsatasını ve tezgâhını ülkemizdeki bazı fırsatçı ve fesatçı azınlıkları kışkırtan dış mihraklar hazırlamıyor mu?

ABD'nin meşhur Newsweek dergisi: Ankara'da yeni bir İslâm türetiliyor, ılımlı/light bir İslâm…" diye duyurmuş.

Böyle bir İslâm, dergiye göre Bin Ladin'in anladığı ve anlattığı İslâm'a karşı hazırlanıp çıkartılıyormuş.

Şimdi soruyorum:

Bu yeni İslâm'ı Müslümanlar mı ihtiyaç duymuş?.. Hayır, ABD ve İsrail sipariş buyurmuş..

Ankara'da heyetler harıl harıl çalışıyormuş. Hadisler ayıklanıyormuş…

Bu çağda, Peygamber devrinde olmayan şeyler bulunuyormuş, yeni İslâm'da değişen şartlar göz önüne alınıyormuş..

Velhasıl, ABD Evangelistleri, Yahudi Siyonistleri Fetullah Gülen üzerinden emperyalizmle ılımlı ve uyumlu bir din oluşturuyormuş..

Yakın tarihimizde ve İnönü CHP'siyle bu memlekette cami kürsüsüne başı açık fraklı bir imam çıkartıp hutbe okutmamışlar mıydı?

Camilerin mihrabına piyano koyup, müzik eşliğinde Protestan âyini yapmayı planlayanlar çıkmamış mıydı?

Bir gece, yatsı ezanıyla, Park Palas'taki orkestrayı sekteye uğrattığı için Ayazpaşa'daki caminin minaresini Belediye temizlik işçilerine sabaha kadar yıktırtmamışlar mıydı?

Eskiden bu işleri dine muhalif ve düşman olanlar yapıyordu. Bu gün ise sözde dindar geçinenler yapıyor.

Bir zamanlar Hindistan'da Ekber Şah adında dinsiz ve mürted bir hükümdar vardı. İslâmlığı, Hıristiyanlığı, Hinduizmi birbirine karıştırıp yeni bir din türetmişti. Selamı yasaklatmıştı, onun yerine herkesin "Allah Ekber" demesini emr etmişti. Camilerin yerine "İbadethaneler" açtırmıştı.

Gerçek ulema ve şeyhler, bu mürted (dinden çıkmış) hükümdarın emirlerini ve dinini kabul etmemişti. Onlara çeşitli zulümler yapılmıştı. Müceddid-i elf-i sani İmamı Rabbanî Hazretleri hapse atılmıştı.

Bir takım kötü âlimler mürted Ekber Şah'a itaat etmişler, yeni dinini hak din olarak göstermeye yeltenmişlerdi.

Sonra ne oldu. Ekber Şah geberdi, dar-ı cezaya gitti. Oğlu ve torunu bu kötü yoldan gitmedi.

Amerikalıların, Yahudilerin, Vatikan'ın, dünya küfür mihrak ve merkezlerinin emir ve direktifleriyle İslâm'ı bozmak isteyenlere sesleniyorum:

Bu yaptığınız zulümdür. Önce kendinize zulm etmiş oluyorsunuz. Allah zalimleri sevmez.

İslâm'ı bozamazsınız. Kur'an'ı ve Sünneti çarpıtamazsınız. Üzerinde on dört asırlık icmâ-i ümmet bulunan temel gerçekleri değiştirmek sizin elinizde değildir.

Kur'an'da ve Sünnette kesin olarak emr ve nehy edilmiş şeylerin hepsi Kıyamet'e kadar bakidir.

Vaktiyle Hindistan'da Gulam Ahmed Kadiyanî adında sahte bir peygamber çıkmış, sömürgeci İngilizleri memnun etmek için İslâm'dan cihad farizasını kaldırdığını ilan etmişti.[5]

Şimdi; "Ilımlı İslam" diye Müslümanları emperyalizme uyumlu uşak haline getirmeye; cihat ruhunu, adalet ve asalet şuurunu körletmeye çalışan; hakimiyet arzusu yerine esaret ve teslimiyet onursuzluğunu aşılayan Fetullah Gülen'ciler, AKP'ciler, AB'ciler, Kadiyani kafirinin çömezleri değil midir?


[1] 04.06.2008 / Zeki Ceyhan / Milli gazete

[2] Anadolu Ajansı / 29.05.2008

[3] 25 Mayıs 2008 / Aydınlık

[4]  02.06.2008 / Milli Gazete

[5] 03.06.2008 / Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx