YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664936b52abef
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 3380
Dün : 23538
Bu ay : 388817
Geçen ay : 737322
Toplam : 23905103
IP'niz : 3.129.218.223

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Yüksek Askeri Şura yaklaştıkça ortaya yine çok tartışmalı bilgi ve belgeler çıkıyordu.

Vakit Gazetesi sürmanşetinden "Ağlama Duvarı'nda bir bürokrat" başlıklı bir haber yayınladı. Haberde üç ayrı fotoğraf yer alıyordu.

Haberin fotoğraflarında sivil giyimli, şapkalı ve gözlüklü orta yaşlı biri, Musevilerin kutsal Ağlama Duvarı'nda dua ederken görüntüleniyordu.

Gazete haberinde fotoğraftaki kişinin ismini açıklamıyordu. Ancak fotoğraflar dikkatli incelendiğinde Ağlama Duvarı'ndaki kişinin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ olduğu anlaşılıyordu.

Peki bu Vakit ve Taraf gazeteleri, AKP içindeki sabataistlerden, Yahudi Lobileriyle ilişkilerinden ve kendilerinin hangi Siyonist vakıflardan beslendiğinden niye hiç bahsetmiyordu?

"Tanklar ve Sözcükler" kitabının yazarı Nuran Yıldız haberturk.com'daki yazısında YAŞ öncesi başlatılan TSK'yı yıpratma kampanyasını şöyle yorumluyordu:

"Son günlerde ortaya atılan orduyu ve yargıyı hedef alan yıpratma çalışmalarının zamanlaması bugünlere ayarlıydı. TSK komuta kademesi yıpratma senaryolarının sahneye konacağı konusunda dikkatli ve hazırlıklıydı. Tam aksine Org. Büyükanıt'ın iki yıl önce maruz kaldığı yıpratıcı saldırıların Şubat 2006'da başladığı bilindiğinden, bu kez biraz geç devreye sokulduğunun da farkındaydılar. Komuta kademesinde önemli değişikliklerin olacağı her Yüksek Askeri Şura öncesi böyle çirkin saldırılar sürekli tekrarlandı..

Dört yıldan fazla bir zamandır servis edilmeyi bekliyor!

Üstelik bugün medyaya yapılan yıpratma amaçlı haberlerin bir kısmının servise hazır bir şekilde dört yıldan fazla bir zamandır bekletildiği de biliniyor. Dolayısıyla amacı belli bu saldırılar karşısında TSK şaşkın ya da hazırlıksız değil.

Bir merkezden medyaya servis edilen bu yıpratma kampanyasının netice vermesi ve ordudaki atama ve yükselmeleri değiştirmesi mümkün değil. Bu tür saldırılar karşısında hem TSK hem de yıpratmaya konu diğer kurumlar her zaman daha kararlı bir tutum sergiliyorlar.

Bu saldırıların merkezinde şimdi de Genelkurmay Başkanı olması beklenen Org. İlker Başbuğ bulunuyor.

Bulanık suda balık avlarken, alıklıkları ortaya çıkıyor!

Amaç birilerini yıpratmak ve o birilerini yıpratarak kurumları (nihayetinde devleti) yıpratmak olunca, olmayan şeyleri varmış gibi kurgulamak, ya da gerçekleri, kasıtlı yorumlarla çarpıtmak yoluna başvuruluyor.  

Üstelik Org. Başbuğ gittiği ülkelerde ya da şehirlerde oraların insanlarını ve kültürlerini yakından tanımak için özel çaba sarf eden biri olduğu biliniyor. Osman Paksüt'le görüşme haberlerine yanıt verip bu konuya yanıt vermemesi de konunun kendisi açısından önemsizliğini gösteriyor.

Bir de fotoğrafların Vakit gibi, TSK'ya tavrı bilinen ve ABD'deki Yahudi Vakıflarıyla ilişkileri gizlenen bir gazetede yayınlanması fazlasıyla düşündürüyor!"

Asıl şunu sormak gerekiyordu:

Eski radikal şeriatçı, şimdi AB hayranı ve demokrasi şakşakçısı ve AKP borazancısı Vakit bu yayınlarıyla Sn. Başbuğ'a, iyilik mi, yoksa kötülük mü düşünüyordu?

Böyle bir yıpratma sürecinin sorumlusu olarak ilk akla geldiği gibi AKP Hükümetini sanmak ta yanlıştır. Belki, kapatma davası nedeniyle oklar AKP'yi gösterse de Başbakan Erdoğan'ın gücünün yetmediği bambaşka bir teşkilatlanmanın orduyu, yargıyı ve Hükümeti, hepsini birlikte yıpratmayı hedeflediği açıktır.

Bu haberleri servis eden teşkilatlanma ne kadar kendisini gizlediğini düşünürse düşünsün yıpratmaya konu kurumlar durumun farkındadır.

Ülkemizi yıpratmak ve parçalamak için çalışan Siyonist odaklara figüranlık yapmak, tek kelime ile alçaklıktır.

"Star gazetesinde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun'un tedavisi ile ilgili haber de ilginçti. Ülkeler ve örgütler bu düzeydeki insanların sağlık durumlarını öğrenmek için casusluk ağları kuruyor. O nedenle de bu düzeydeki insanlar bu tür tıbbi işlemleri kendi isimleriyle yaptırmaz. Örneğin, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Ömer Çelik'in zamanında müdahalesiyle çok daha kötü bir akıbetten kurtulduğu rahatsızlığında Güven Hastanesi'ndeki dosyası kendi adına mı açılmıştı?

Sığlık, intikam duygusuyla, insanların zekâsına hakaret edecek düzeyde temelsizlikten kaynaklanıyor.

Bir başka örnek, 12 Haziran'da Vakit gazetesinde yayımlanan ve aslında günler önce bazı haber merkezlerine adressiz zarfta gönderilen fotoğraflar, Başbuğ'un ismini vermeden ‘bir bürokrat' diye bir gizem ifadesiyle yayımlandı. Oysa Başbuğ, Kudüs'teki Ağlama Duvarı önünde 2004 Ocak sonunda Genelkurmay İkinci Başkanı olarak 45 kişilik bir savunma sanayii heyeti ile birlikte gittiği gezideki standart ‘kültürel program' çerçevesinde bulunuyordu. Aynı program çerçevesinde Mescid-i Aksa'ya da gitmiş ve dua etmişlerdi.

Belki de Başbuğ'un Musevilik'le ne kadar iç içe olduğu izlenimi verilmek ve böylece ağustos başındaki Yüksek Askeri Şûra'da muhtemelen getirileceği Genelkurmay Başkanlığı konusunda soru işaretlerine yol açmaktı.

Bu kampanya, sadece asker ve yargıyla sınırlı kalmamıştı. CHP lideri Deniz Baykal, Danıştay Başkanı Mustafa Birden'i ziyareti sırasında, orada bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ile görüştüğü haberlerini külliyen yalanladı. Baykal "Gizli görüşme yapmak istesem, herhalde başka bir yer bulurum" diyerek alay konusu yapmıştı."

Bir de Faruk Loğoğlu'nun evindeki yemek komplosu var. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eski Başsavcı Sabih Kanadoğlu'nun da katıldığı yemeğin ‘türban iptali' kararını ‘kutlamak' amacıyla düzenlendiğini yazanlar, katılanlara sorsalardı davetin bir ay önceden yapıldığını öğrenirlerdi. Yine bu yemekte AK Parti'nin işinin bittiği ama Baykal'ın CHP'si ile alternatif oluşturulamayacağı için SHP lideri Murat Karayalçın'ın davet edildiğini yazanlar, Karayalçın'a sorsalar yemekte olmadığı onlara da söylenirdi."

Bu acemi kampanyanın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bilgisi altında yürütüldüğünü sanmak ta bizce yanlıştı. Çünkü, örneğin Erdoğan'ın Başbuğ'un PKK ile mücadeledeki rolünü, Güneydoğu'ya yönelik sosyal ve ekonomik projeler konusundaki görüşlerini ne kadar takdir ettiğini konuştuğu biliniyor. Üstelik bu yapılanlar Erdoğan'a, belki şu anda kendisinin de tahmin etmeyeceği kadar zarar veriyor."[1]

Erbakan-Erdoğan farkı

AKP'ye açılan dava nedeniyle Başbakan Erdoğan'ın, kısa süre öncesine kadar partisinin kapatılmasına ihtimal bile vermeyen üslubunu yavaş yavaş terk ettiği ve paniklediği görülüyor.

Erdoğan'ın, "kapatılma durumunda farklı oyun planları olduğunu" açıkça söylemesi bunu gösteriyor. Çünkü alternatif bir planı olup olmadığını bilmeyen AK Parti milletvekillerinin yaşadıkları özgüven bunalımını gidermek üzere bir oyun planı bulunduğundan bahsedilmezse doğacak olan muhtemel maliyet, farklı oyun planından söz ederek kapatılma ihtimalini kabul etmenin maliyeti karşısında daha yüksek çıkmaya başlıyor!.

Şu halde, belki de mevcut spekülasyon sahasında asıl yanıtlanması gereken kritik soru şudur: Başbakan Erdoğan, kapatma davası karşısında acaba partisini verip iktidarını (şahsi saltanat ve çıkarlarını) mı kurtarmaya çalışıyor?

Erdoğan'ın durumunu açıklamaya çalışanlar, yakın dönemdeki Erbakan örneğine sıklıkla başvuruyor. Refah ve Fazilet partilerinin kapatılma süreci, bu süreçte Erbakan'ın tutumu, yaşanan siyasi gelişmeler ve politik tavırlar, bugünkü krizi anlamada yardımcı olur umuduyla didik didik ediliyor.

 Bizim sorduğumuz soruyu cevaplamak üzere Erbakan'ın yaşadığı tecrübeye bakar ve Erdoğan'ın durumunu açıklamaya çalışırsak Erbakan ile Erdoğan'ın vaziyeti arasındaki temel bir ayrım hemen ortaya çıkıyor:

"Erbakan, partisine açılan kapatma davası sürecinde siyasi kimliğini (dava haysiyetini, dünya projelerini ve Türkiye'nin menfaatlerini M.Ç.) kurtarmak için iktidarı ve partisini vermeye rıza gösterdi. Söylendiği gibi, direnmedi ama, boyun da eğmedi. Direnmemesi, partisini vermeye razı olmasındandır. Boyun eğmemesi ise, kimliğini (inançlı istikamet ve insaniyetini M.Ç.) asla teslim etmemesi ve ona adeta bir sancak gibi sımsıkı sarılarak gâsıplara vermemesindendir.

Erbakan'ın iktidarı verip kimliğini kurtardığından söz ederken, anlaşıldığı gibi, onun döneminde ‘kimlik' ile ‘iktidar'ın iki farklı şey olduğundan da bahsetmiş oluyoruz. Yani Erbakan'ın döneminde bu ikisi arasında belli bir fark, ayrım ve mesafe vardı.

 Erbakan ve çevresindekiler iktidarı kaybettiklerinde kimliklerini de kaybetmediler. Kimlikleri ve ellerindeki iktidar özdeş unsurlar olmadığı için iktidarı kaybetmiş olmayı dünyanın sonu, neredeyse bir kıyamet ve her şeyin sonu olarak görmediler.

 Erdoğan'ın ve onun etrafında halkalanmış kesimlerin ise iktidarı verip de kurtaracakları bir kimlikleri yoktur. Çünkü bu dönemde bu ikisi arasında fark, ayrım ve mesafe kalmamıştır. Erdoğan'ın ve etrafının kimliği iktidardır. İktidarı kaybettikleri an her şeylerini kaybedeceklerini düşünmeleri bundandır. AK Parti'nin resmi yazarlarından birinin, bugüne kadar yaşananlara "undo (hiç olmamış gibi)" muamelesi yapılmasından bu kadar korkmasının nedeni de anlaşılır olmaktadır.

Erdoğan'ın ve onun iktidarına tutunmuş çevrelerin, kapatma davası karşısında; "iktidarı verip kurtaracakları" hiçbir şeyleri kalmamıştır.

Erdoğan'ı vuruşmaya teşvik edenler de, uzlaşmaya yönlendirenler de hep aynı amaca, yani iktidarı elde tutma hedefine odaklanmışlardır. Aralarındaki yöntem farkı, siyasi rejimin niyeti ve refleksi konusundaki öngörülerinden kaynaklanmaktadır.

Fakat her halükarda iktidarın AK Parti döneminde böylesine vazgeçilmez hale gelmesi, Erbakan döneminden farklı olarak, kimliğin yitirilmesiyle alakalıdır."

Erbakan'ın gösterdiği (onurlu) mukavemetin (ve dava izzetinin) bedelini gözlemleyerek, kimliğini gönüllü terk etmeye (ve dış güçlerin güdümüne girmeye M.Ç.) razı olan Erdoğan, ne pahasına olursa olsun iktidarı elinde tutmak istemektedir. Zira iktidarı kaybetse dahi elinde kalacak her şeyden kıymetli bir kimliği yoktur ve iktidardan düşmekle kendi kıyametini yaşayacağını gayet iyi bilmektedir."[2]

Hasan Ünal Bey'in önemli tespitiyle: "Meşruiyet krizine" doğru gidiliyordu! 

"Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra AKP cephesinde öneriler havada uçuşuyor. Bir kısmı Anayasa Mahkemesi'ne karşı bütün güçleriyle hareket edilmesi görüşünü savunurken, bazıları da Meclis'ten Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının askıya alınmasını teklif edebiliyor.

Bazılarına göre Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerini budayan anayasa değişiklikleri hızla Meclis'ten geçirilmesi ve Yüksek Mahkeme etkisiz hale getirilmesi gerekiyor!

Meclis Başkanı Köksal Toptan yeni bir anayasa hazırlayarak iki kamaralı meclis oluşturmayı öneriyor.

AKP'nin Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı alacağı tavır ülkeyi rejim krizinden meşruiyet bunalımına sürükleyebileceği unutuluyor!. Çünkü şu anda rejim krizi derinleşiyor."[3]


[1] Murat yetkin / Radikal

[2] 14.06.2008 / Kenan Çamurcu'dan kısaltılarak / www.haber5.com

[3] 10.06.2008 / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Oğuzhan ÇILDIR

Oğuzhan ÇILDIR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx