YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6649627443d5d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 4443
Dün : 23538
Bu ay : 389880
Geçen ay : 737322
Toplam : 23906166
IP'niz : 13.59.154.143

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Vefa: Sözünde ve özünde sadakat gösterme, ahdini yerine getirme; sevgi ve saygısını devam ettirme; gördüğü iyilik ve emeğin karşılığını kâfi derecede ve güzellikle tastamam ödeme; zorda ve darda kalındığı dönemde dostunun yardımına yetişme gibi anlamlar içerir.

Tersi olan vefasızlık ise; işi bitince veya umduğunu elde edince iyilik sahibini terk etmek; nankörlük ve hıyanete yönelmek; elinden tutup yükseltenlere teşekkür borcunu ödememek; geçmişte ikram ve ihsan gördüklerini ve yakın çevresini unutup, ne oldum havasına girmek demektir.

Bütün bunlar vefasızlığın; hamiyetsiz, haysiyetsiz ve tiyniyetsiz tiplerin huyu ve hususiyeti olduğunu göstermektedir. Erbakan Hoca’nın tabiriyle: “döneklerin ve sütü bozuk kimselerin” karakteridir. Cenabı Hak, Kur’an’ı Kerim’de, kendi zatını “kullarına vefa göstermekle ve halis niyetli ibadet ve hizmetlerinin karşılığını, mutlaka ve tastamam ödemekle” nitelendirmektir.

“İman edip Salih amel işleyenlere vefa gösterilip ücretleri eksiksiz ödenecektir. Allah zalim olanları sevmez”[1] buyurmakla, vefasızlığın aynı zamanda zulüm ve hıyanet olduğuna işaret etmektedir.

Ve yine Halilüllah olan Hz. İbrahim; “vefa eden (nebi)”[2] şeklinde övülmektedir.

“Kim ahdine vefa edip (nankörlük ve hıyanetten) sakınırsa şüphesiz Allah muttakileri sever”[3]

(Ama) Allah, ahdini ve yeminlerini (değersiz ve geçici) az bir dünyalık karşılığı satanlar için ise, ahirette hiçbir pay ve sevap yoktur.

“Kıyamet günü Allah vefasız onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları (günah kirlerinden) arındırıp (cennetine sokmayacaktır)”[4] ayetleri ise vefasız nankörlerin acı ve alçaltıcı akıbetini haber vermektedir.

“Ancak temiz akıl ve vicdan sahipleri öğüt alıp (her işin sonunu) düşünerek (hareket ederler)

Onlar Allah  (adına verdikleri) ahitlerine vefa gösterenler ve misaklarını (Biat edip Hak davasına sadık kalacakları yolundaki sözlerini) bozup değiştirmeyenlerdir”[5]

Vefasızlık aynı zamanda, vasıfsızlık ve vicdansızlık alametidir.

Ekonomik ve teknik faaliyetlerde, sanat ve sanayide “vasıflı” eleman denilince:

1- Kalifiye

2- Kaliteli

3- Kabiliyetli kimseler kastedilir.

Ama sosyal ve siyasal hizmetlerde vasıfsız insan denilince:

1- Karakter zafiyeti

2- Kimlik ve kişilik sefaleti

3- Küfranı nimete (nankörlüğe) müsaitliği olan tipler hatıra gelir.

İlim ve hikmet ehli, vefasızlığın genellikle şu üç sebepten kaynaklandığını bildirmektedir.

1- Mayasızlık (Sütünde veya sümüğünde haram ve karışıklık)

2- Hayasızlık (Haysiyet hamlığı ve utanmazlık)

3- Takvasızlık (Allah’tan korkmazlık ve ahireti umursamazlık)

Maalesef, her devirde olduğu gibi, günümüzde de; vefalı, vasıflı ve vicdanlı insanlar çok az görülmektedir. Bu durum Kur’an’ı Kerim’de de sıkça ifade edilmektedir.

“Zaten Onunla birlikte, pek azından başkası inanmamıştı.[6]

“Allah küfür ve nankörlüklerinden dolayı, onları lanetlemiştir. Bundan dolayı pek azı inanıp (sonuna kadar sağlam kalmıştır)”[7]

“Onların pek azı dışında, cihat zorluğuna (rahat ve menfaat yokluğuna) katlanan olmamıştır”[8]

“İçlerinden (sebat ve sadakat gösteren) pek azı dışında, onlardan sürekli ihanete uğrarsın”[9]

“Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana tabi olup şaşıracaktınız”[10]

“Kullarımdan hakkiyle şükredenler (şımarıklık ve şaşkınlık etmeyip ahde vefa gösterenler) çok azdır”[11]

Gibi ayetler bu gerçeği ifade etmektedir.

Erbakan Hoca’nın vefasızları kimlerdir?

Önce Milli Nizam ve Milli Selamet Partisine katılan ve sonra Masonlarca kışkırtılan bazı Nurcular vefasızlık edip 27 Kasım 1974 kongresinde istişare etmeden ikinci bir liste çıkarmıştı. Hedef Erbakan’ı bitirmekti. Hoca bunları “Ambarı kemiren farelere” benzetmişti.

Ardından her türlü kulis ve kirli işin içinde bulunan Korkut Özal ve kardeşlerinin vefasızlığı gelmişti. Pek çoğu Milli Görüşten kayıp ANAP’a gitmişti.

Derken Esat Coşan’ın fırsatçılığı ve fesatçılığı, vefasızlığın daniskasını sergilemişti.

Milli Gazete ve Milli Görüş bünyesinde palazlanan Vakit’çiler, Yeni Şafak’çılar ve Zaman’cılardan pek çok yazar-çizer takımı da, kendi akıllarınca Hoca’ya çelme takıp vefasızlık etmişlerdi.

Hoca’nın kurduğu MÜSİAD ve Hak-İş mensupları da bu vefasızlar kervanına katılıvermişti.

Nihayet AKP’liler akrepliğin en zehirli örneğini sergilemiş, Siyonist mahfillerle işbirliğine girişip, davalarına, Hocalarına ve camialarına hıyanet ve hakaretten çekinmemişti.

Şu kayıp trilyon teranelerinin asıl sorumluları, şimdi AKP’de bakanlık hatta cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturdukları ve “Biz Erbakan’ın yolundayız, Onu Cumhurbaşkanı yapacağız!” yalanıyla oy topladıkları halde, ilgili kanuna üç kelimelik bir ekleme yapmak suretiyle Hoca’nın uğradığı haksız ve dayanaksız mağduriyeti önleme gayreti bile göstermemişlerdi. Ve zaten gösteremezlerdi; Çünkü Erbakan’ı devre dışı bırakmak ve etkisiz bırakıp Siyonistlerin işini kolaylaştırmak karşılığı, dış güçlerce iktidara getirilmişlerdi.

Hatta şu Haydar Baş bile, MSP Trabzon İl başkanlığı yapmış, Anadolu’da ve Almanya’da Milli Görüş camiasında tanınıp taraftar ve mürit toplamış, önce “Bizim siyasi bir hesabımız ve Milli Görüş’ü bölme planımız olamaz. Sadece edebi ve manevi hizmet amaçlıyız” diyerek yola çıkmış ve bugün Erbakan’a havlama noktasına gelinmiştir.

Velhasıl, Nurcusundan Süleymancısına; Tarikatçısından şeriatçısına; ilahiyatçısından yazar takımına; bürokratından milletvekili, bakan ve belediye başkanı yaptığına kadar; Erbakan’ın ihsanıyla insan sınıfına katılanların pek çoğu kahpelik ve kalleşlik ederek, vefasızlık ve vicdansızlık sergilemişlerdir.

Ve yukarıdaki ayeti kerimelerde dikkat çekildiği gibi, bu vefasızlık bütün peygamberlere ve Hak dava önderlerine karşı gösterilmiştir.

Ancak büyük devrim ve değişim sonrasında, “kimlere ve ne denli güvenebileceği, kimleri ve hangi hizmetlerde değerlendireceği?” konusunda, bu imtihan dönemi; Liderin işini kolay hale getirmesi ve elini güçlendirmesi bakımından da hayırlı ve hikmetli bir süreçtir.

“Altın vuruş” ve en vefasız duruş ne zaman sergilenmiştir?

Erbakan’a karşı, en dikkat çekici ve tiksindirici vefasızlık şimdi sergilenmekteydi. Tamamen haksız ve dayanaksız şu “kayıp trilyon” bahanesiyle Hoca’nın ev hapsine mahkûm edilmesi konusunda ve tam bu sırada Sakarya Stadında düzenlenen Fetih Mitingiyle ilgili yazı ve konuşmalarda; ne Kanal 5’te ve ne de Milli Gazete’de Erbakan gerçeğinden özenle ve özellikle bahsedilmemesi, vefasızlığın, vicdansızlığın ve vasıfsızlığın en çiğ ve çirkin bir örneği idi. Bu tavır kasıtlıydı, hesaplıydı ve tesadüflerle, gafletle izah edilemezdi.

Bilinçli ve şeytani merkezli bir “unutturma girişimi” olduğu belliydi. Çünkü bu ülkede İstanbul’un Fetih şuurunu ve Fatih ruhunu yeniden canlandıran ve bu coşkuyu statlara taşıyan Erbakan’ın kendisiydi. Daha önceleri, resmi ve göstermelik törenler ve bir iki dernek odasındaki sohbetler şeklindeydi. Yani Milli Görüşçülerin tertiplediği Fetih kutlamalarıyla ilgili yazıp konuşurken, Erbakan’ı hatırlamamak, normalde, imkânsız bir şeydi.

Demek ki: Teşkilatımıza sızmış, Yahudi ve Ermeni asıllı, manevi marazlı, münafık markalı ve kurmay takma sıfatlı hıyanet şebekesinin ve özel hizmetçisinden genel merkez AGD yetkilisine, TV 5’ten Milli Gazete görevlisine kadar, artık Hoca’dan ümidi kesmiş vefasız ve nasipsiz ekiplerin, emir komuta zinciri içindeki: “Hocasız bir dönem başlıyor, Erbakan’dan bahsedilmeyecek!” şeklindeki talimatları işlemekteydi!?

Halbuki, Sakarya Stadını ağzına kadar dolduran, kadın erkek, genç olgun on binlerce Milli Görüşçünün hepsi, Türkiye’nin dört bucağından; Allah rızasına, dava aşkına ve Erbakan Hoca’larının hatırına koşup gelmişlerdi. Yoksa, bu marazlı nankörlere kalsa, bir düğün salonunu bile doldurmaları mümkün değildi.

Ve zaten telefon, fax ve mesajla Kanal 5’i arayıp: “Erbakan Hocamızın bu haksız mağduriyetini ve atılan ahlaksız manşetleri niye hiç gündeme getirip, gerekli cevaplarını vermiyorsunuz?” şeklindeki uyarılar karşısında Ekrem Kızıltaş, Bursa’dan Mikail Yılmaz kardeşimize şu mealde email gönderdiği söylenmişti:

“Erbakan’ın cezası kesinleşmiştir. Bizim bunu gündeme taşımamız ve karşı çıkmamız hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Üstelik böyle hareket etmemiz, ağabeylerimizin ve yetkililerimizin emridir”!?…

İşte bu yetkili ağabeyleri, herhalde, biraz önce dikkat çektiğimiz malum kişilerdi.

Sonradan elimize geçen email aynen şöyleydi:

“Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın mahkûmiyetini çekmek için ev hapsine girdiğini sizler gibi tabii ki Milli Gazete ve TV 5’te biliyor. Ama her iki kurum da ilgili ve de yetkili zevatın isteği üzerine bunu haber olarak vermiyor.

Sistemin yıllardır uğraşarak evinde hapse mahkûm ettiği Hocamızı savunmak, nasıl olacak dersiniz? Hiçbir netice alınamayacağını bile bile, sabah akşam yazmak ya da televizyonda haber yapmak mı?.. Ne diyeceğiz? Hocamızı affedin mi?”

Şeytan, ayrıntılarda gizlidir!..

26 Mayıs 2008 Milli Gazete

Suavi Kemal, “Fetih Neyi Açar?” başlıklı yazısında, Yahya Kemal’den, Ahmet Haşim’den, günümüzdeki Akif Emre’den, Mehmet Genç’ten bahsetmişti.. Hayret, Erbakan hiç hatırına gelmemişti!

28 Mayıs 2008 Milli Gazete

AGD Başkanı İlyas Töngüç‘le Ebubekir Gülüm Fetih Kutlamalarıyla ilgili bir röportaj yapmış, bu hem 1. sayfaya manşet yapılmış hem de son sayfayı kaplamıştı. Ama hayret, İlyas Töngüç, çağın fatihinin fetretinden, haksız ev hapsinden, kendi eseri olan bu mitinglere gelememesinden tek kelime olsun söz etmemişti!..

İsmail Şakıma, Erbakan Hoca’nın Fetihle ilgili anlattıklarını kendisine mal ederek yarım yamalak özetlemiş ama, Erbakan’ı hiç dile getirmemişti!.

3. sayfada “ESAM tarihi bir toplantıya ev sahipliği yapıyor” başlıklı haber yazısında; fetih kutlamaları için Müslüman ülkelerden İstanbul’a gelen ilim ve siyaset erbabıyla yapılacak bir toplantıyı uzun uzun anlatan Prof. Dr. Arif Ersoy,  bu oluşumun asıl banisi ve hamisi olan ve bu değerli misafirlerin Türkiye’ye gelme hevesi ve sebebi bulunan Erbakan Hoca’dan ve bu toplantıya niçin katılamayacak olmasından tek kelime bahsetmeyi düşünmemiş ve üzüntülerini bile belirtmemişti!.

Şimdi iz’an ve insafla düşünelim. Bir gazetede, aynı günde ve aynı gündemle ilgili röportaj makale ve haberlerde, o konunun asıl sahibi ve müsebbibi olan Zattan bir tek kelime olsun hiç bahsedilmiyorsa, bunun tesadüfle ve gafletle izahı mümkün değildir. Sanki: “Erbakan Hoca’yı hiç hatırlamayalım, unutturulmasına yardımcı olalım” gibi bir talimat, tatbik edilmekteydi. Tabi asıl soru: “Bu talimat kimlerden gelmişti?” Çünkü otuz yıldır “Hocamız böyle emrediyor!.” diye, yalan söyleyerek ne filimler çevrilmişti.. Bunların nicesine şahit olduktan sonra, hala bizden hüsnü zan etmemiz nasıl beklenirdi?

Hoca’nın ev hapsinden ve artık bu tür organizeden ayağının kesilmesinden dolayı sinsi bir sevinç ve memnuniyet hissedilmekteydi. Ve tabi, Erbakan Hoca’nın maddi ve manevi mirasını ve aziz hatırasını istismar ve suistimal etmek için fırsat kollayan fareler, belki de bayram etmekteydi. Bütün bunlar, bizim için sürpriz değildi.. Ama bu denli fırsatçılık ve vefasızlık elbette nefret ettirmekteydi.

29 Mayıs 2008 Milli Gazete

“İslam coğrafyası Yeni Fetihlere hasrettir” başlıklı İlyas Töngüç‘ün haber yazısında yine Erbakan ismi hiç geçmemekteydi.

30 Mayıs 2008 Milli Gazete

Şakir Tarım, Erbakan Hoca’nın anlattıklarını derme çatma toplayıp aktardığı yazısında, bir kez olsun Erbakan’ı dile getirmemiş ve teşekkür etmemişti.

13. sayfada Afşin Selim “Yeni Fetihler İçin Yeni Fatihler Lazım” yazsında Erbakan’ı yok farzetmişti.

Mehmet Talu 14. sayfada ve sonra 2 Haziranda fetihle ilgili yazmış, şairleri bile hatırlamış, ama Erbakan’ın ismi bir kere olsun geçmemişti.

30 Mayıs 2008 tarihli Zaman Gazetesinde tarihçi Mustafa Armağan’da “Fatihin Peşinde Olduğu Gerçek Fetih” diye bir yazı yazıp[12] konuyu günümüze getirmiş ve Erbakan’a hiç yer vermemişti. Bu Amerikancı Fetullahçılar için tabiiydi ve onlardan zaten bu beklenirdi.. Peki Milli Gazete yazarları, AGD başkanları ve Saadet kurmayları damı Zaman çizgisine kayıvermişti?

31 Mayıs 2008 Milli Gazete

2. sayfada Eski MGV Başkanı Nevzat Laleli; “fetih, Dirilmek Demek..” yazısında, Erbakan’dan bahsetmemek için ne kadar özen göstermişti.

5. sayfada Erol Erdoğan: “Fetih veya İnsanlık Ruhu” yazısında da Hoca’ya yer vermemişti. Buna çok görmeyiz, belki yaşı ve aklı Hoca’ya yetişmemişti.

17. sayfada Hüseyin Goncagül, “Fetih, Fatih, Ayasofya”yı yazmış, Hoca’dan hiç bahsetmemişti.

31 Mayıs tarihli gazetenin 13. sayfasında ise, İbrahim Tenekeci: “Günümüzde de örnek alınacak büyük fatih olarak yutturmaya çalıştığı ve Erbakan Hoca’nın: Osmanlıyı yıkan üç hain dönmeden birisi olarak” tanıttığı, İttihat Terakki Masonu Enver’e övgüler dizmekteydi.

2 Haziran 2008 Milli Gazete[13]

Sakarya’daki Fetih kutlamaları konuşmalarında yine İlyas Töngüç‘ün Erbakan’dan bahseden tek kelimesi görülmemişti.

Hatta 10 Haziran 2008 tarihli Milli Gazete 3. sayfasında, Üsküdar İlçe Teşkilatının Fetih Gecesine katılan, Mete Gündoğan, Ömer Vehbi Hatipoğlu‘nun konuşma özeti verilmiş ve yine Erbakan Hocayla ilgili tek kelime geçmemişti. Acaba onlar mı bahsetmemişti, yoksa Gazete mi vermemişti?

Utanın, utanın!…

Ancak, Kuveyt’ten katılan Uluslararası Öğrenci Birliği Başkanı Mustafa Tahhan:

“Erbakan Hoca, sadece kendi ülkesinin değil, tüm İslam ve insanlık âleminin lideri ve gayretlisidir.  Ben Erbakan’ın sadakat ve liyakatine her bakımdan şehadet ederim. Yeni Fetihler de, ancak Onun öncülüğünde ve örnek projeleriyle gerçekleşecektir” demişti.

Fas Adalet ve Teymiye Partisi Başkanı Sadettin Hudre:

Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da ve Sudan’da, tüm İslam coğrafyasında ve mazlumlar dünyasında sürdürülen emperyalist ve Siyonist vahşetin şimdi yeni fetihlerle aşılabileceğini ve bunun da ancak Erbakan’ın liderliğinde gerçekleşeceğini” dile getirmişti.

TV 5’te Arslan Ateş’in sunduğu Gönül Sohbetlerine katılan Lübnanlı ilim ve fikir adamlarından Fethi Yeken ise:

Eski talebelerinden ve Onun sayesinde cumhurbaşkanlığına ve başbakanlığa gelenlerden Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarı döneminde, Erbakan Hoca’nın böylesine haksız ve alakasız bir suçlama neticesinde ev hapsine mahkûm edilmesine bir türlü inanamıyorum ve içime sindiremiyorum. Bunu hiçbir vicdani ve ahlaki değerle bağdaştıramıyorum. Bu nedenle Erbakan’sız bir Fetih Şöleninden hoşlanmıyorum”!.[14] sözleriyle en şerefli ve haysiyetli bir vefa örneği sergilemişti.

Ama her şeye rağmen, Sakarya Fetih Mitingi de; yine Erbakan’ın manevi himmet ve himayesiyle gerçekleşmiş ve Onun muhabbet ve hasretiyle bereketlenmişti..

2 Haziran 2008 Milli Gazetede Ekrem Kızıltaş bu gerçeği, “Öyle bir eksik ki… yazısında şöyle dile getirmek mecburiyetini hissetmişti:

“Uluslararası Müslüman Topluluklar Birliği’nin 17. Kongresi, hissedilen eksikliğe rağmen, sanki Erbakan Hoca orada imiş ve toplantıya başkanlık ediyormuş gibi yürütüldü.

2008 İstanbul Deklarasyonu da, Erbakan Hoca’nın insanımıza ve İslam Alemine açtığı ufkun, Yaşanabilir, Saadet İçerisinde Bir Dünya idealinin önemli adımlarından birisi oldu.

Sakarya’da yapılan İstanbul’un Fethinin 555. Yıldönümü kutlamaları da, Erbakan Hoca Sakarya Atatürk Stadını dolduran on binlerin arasında imiş gibi yapıldı… Ve beden olarak orada olmasa bile, Erbakan Hoca orada idi zaten. Toplantının ve kutlamaların sonunda, İstanbul’un Fethi’nin 556. Yıldönümü kutlamalarında ve o zaman yapılacak Uluslararası Müslüman Topluluklar Birliği’nin 18. Kongresi’nde, İnşaallah Erbakan Hoca aramızda olur duası, katılanların hemen tamamının ortak duasıydı…”

Fetih Haftası bittikten sonra, anlaşılan yoğun tenkit ve tepkilerin etkisiyle ve “Bayram geçtikten sonra kınayı kıçına yak!” cinsinden; en gerekli ve ilgili süreçte hiç hatırlamayanların, bu sefer, sırıtan bir sahte vefayla, yine Erbakan Hoca’yı övme gayretlerindeki çelişkiye ne demeliydi!? Hainler zaten belliydi.. Ama umarız, diğerleri, emir gereği böyle hareket etmişlerdi ve kötü niyet düşünmemişlerdi…

Ama İsmail Kıllıoğlu Beyefendi gibi kadirşinas ve vefakâr bir şahsiyeti de tebrik ve takdir etmek gerekirdi. Şöyle demişti:

Bir dava adamı: Erbakan Hoca

Bir insanın, hele bir dava adamının en büyük talihsizliği; kendi söz ve eylemine bakılmadan, oluşturulmuş önyargılar açısından değerlendirilmesidir. Bu kasıtlı ön yargıları haklı çıkartmak için, bazı söz ve eylemi adeta bir ispat delili gibi kaynak gösterilir. İşte talihsizlik de bu noktadan sonra belirmektedir.

Siyaset alanına adım atmasıyla birlikte Erbakan Hoca ve mücadelesi giderek oluşturulacak bir önyargının muhatabı olagelmiştir. Söz konusu önyargı dikkate alınmadan, kırk küsur yıl içinde onun mücadelesi nesnel bir tarzda değerlendirilmiş olsa, tanıtılandan tamamen farklı bir sima, soylu bir kişilik gözükecektir.

Kişisel ve kendine özgü yaratılış hasletleri bir tarafa, toplumsal mücadelesinde belirgin hale gelen şu hususları vurgulamak mümkün ve münasiptir.

1) Millî olana derinden bağlılık: “Milli” kavramı ne yazık ki içi doldurulamayan bir kavram olduğu için, ortak bir anlayışın doğmasında yetersiz bırakılmış gibidir. Özellikle DP’de dahil “millî” olan sığ bir duygusallığın ötesine taşınamadığı için, Erbakan Hoca’nın kavram üzerindeki duyarlığı ve vurgusu yeterince takdir edilebilmiş, dahası anlaşılabilmiş değildir. Oysa Erbakan Hoca bu konudaki duyarlılığını somut göstergeler içeren iktisat, sanayileşme, kalkınma gibi alanlara dikkat çekerek ortaya koymak istemiştir. 70’li yıllardaki koalisyon hükümetlerinde bulunduğu esnada, bu durum: devletin ve toplumun varolma şartı” olduğu görüşünün kabul ettirilme çabasında gözlemlenir.

2) Uygarlık ve tarih bilincini uyandırma, daha doğrusu diriltme yaklaşımı: Türkiye’nin bir Batı uygarlığına eklenmeye çalışma tutkusunun yanlışlığını siyaset alanına güçlü bir ses olarak taşıma azmi, hakkında oluşturulmak istenen önyargının en yoğun olduğu alan olarak belirmiştir. Burada sırf ve sığ bir Batı uygarlığı karşıtlığı anlayışı ısrarla propaganda edilmiştir. Oysa Erbakan Hoca’nın söz ve eylemi durağan bir karşı oluş ile açıklanamayacak kadar geniş ve engin niteliktedir. İslâm ülkeleri arasında çok yönlü yapılanmaların gerçekleştirilmesini ısrarla gündeme getirmesi bu amaca yöneliktir. D-8 Projesi bunun somut göstergesi kabul edilmelidir. Nitekim hem bu projeyi akim kılan ve amacından saptırılarak kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırmanın bir kötü-niyet göstergesi olan BOP üzerinde düşünmek yeterlidir.

3) Bağımsızlık iradesi: Tanzimat sonrası devlet ve siyaset hayatında iktidara gelme ve iktidarı sürdürme gereği olarak; “iç ve dış güç odaklarına yaslanma” adeta bir zorunluluk gibi algılanagelmiştir. Devlet ve siyasetin etkin konumlarına gelmiş olanların, diplomatik boyutu aşarak duygusal bir yakınlığa yönelmeleri, devlet ve toplum bakımından bağımsızlık (istiklâliyet) sorununu üretmiştir. Bağımsızlığı ilke olarak esas olan devlet ve siyaset adamları ne yazık ki pek fazla görülmemiştir. II. Abdülhamit, Mustafa Kemal gibi. Sanıyorum son kırk yılda bağımsızlığı esas alarak devlet ve siyaset kavrayışına yönelenlerin başında herhalde Erbakan Hoca gelmektedir.

4) Demokrasiyi, tabanını genişleterek içselleştirme: Biliyorum, önyargının tutsağı durumunda kalan zihinlerin hemen itiraz edecekleri bir meseledir. Oysa nesnel ve olgulara bakarak irdelemeye yönelindiğinde, Erbakan Hoca’nın, eşdeyişle Millî Görüş hareketinin: toplum katmanlarının önemli bir kesimini durağanlıktan çıkartarak siyaset, iktisadi ve düşünsel etkinlik alanına yönlendirme ve halk kesimini yönetime getirme işlevini üstlendiği gözlemlenecektir. Fakat ne toplumbilimciler, ne siyaset bilimciler tam olarak bunu incelemiş hakkını tespit etmiş değildir. Oysa Millî Nizam Partisi’nin kurulmasıyla başlayan kırk yılı aşkın süreçte Erbakan Hoca ve Millî Görüş, iktidar ve muhalefette belirleyici, etkileyici ya da uyarıp yön verici niteliklerde rol oynayagelmiştir.

Hakkında verilen karar gereğince özgürlüğü kısıtlanan Erbakan Hoca, yaşının getirdiği şartlar dolayısıyla, kimi karşıt kişilerin yüreklerinde bile “vefa ve vicdan” duygusunu harekete geçirmiştir. Elbette karşı karşıya bulunduğu durum her insanın iç dünyasını devindirmektedir. Ancak Erbakan Hoca’nın bir dava adamı olma konumunu tarihe kayıt düşme olarak değerlendirebilirsek, vakar ve sebatın bir lider ve zafer için ne denli gerekli ve erdemli olduğu görülecektir.”[15]

ŞİİR

Kahpeden, kalleşten; Müslüman olmaz

Bilin, vicdansızdır; vefasız  adam!..

Sular bulanmadan, sütliman olmaz

Hileyi kâr sanır, kafasız adam!.

Şu yüzler maske mi, yaldız kalay mı?

Tadı bozuk, lakin; adı Gülay mı?

Vefalı insanı, bulmak kolay mı?

Ey adem suretli, irfansız adam!..

İşleri bitince, tekme vururlar

Etiket takınca, gırla gururlar…

Sizden şereflidir, dürüst gavurlar

Münafık tavırlı, insafsız adam!..

Hoca sayesinde, adam oldular

Nice makam, menfaate kondular

Şimdi nankör takımına döndüler

Bir sürü sahtekâr, vasıfsız adam!

Yahudi, Ermeni; sütü bozuklar

Mücevheri verip, üttü boncuklar

Yamuldunuz, durum; kötü çocuklar!?

Sefayı bulur mu, cefasız adam!..

İlkesiz, ülküsüz; davasız gider

Bilinçsiz, beratsız; duasız gider

Çün kalbi çirkeftir; devasız gider

Manevi marazlı, şifasız adam!


[1] Ali İmran: 57

[2] Necm: 37

[3] Ali İmran:76

[4] Ali İmran:77

[5] Rad: 19-20

[6] Hud: 40

[7] Bakara: 88

[8] Ahzap: 18

[9] Maide: 13

[10] Nisa: 91

[11] Sebe:13

[12] sh:26

[13] sh:10

[14] Bak: Haber5.com. 26.05.2008

[15] 03.06.2008 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Bayram YÖNEM

Bayram YÖNEM

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx