YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6635d7a416e69
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 5
Bugün : 6554
Dün : 19529
Bu ay : 71466
Geçen ay : 737322
Toplam : 23587752
IP'niz : 3.145.115.195

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Kandırılmak, aldatılmak, iyi niyet ve dini hizmet söylemine kapılmak, yapılan reklam ve propagandaların etkisinde kalmak “Allah diyenlere inanıp peşlerine takılmak”, bir mazeret ve hafifletici sebepse, bu hak sadece Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlarla sınırlı kalmamalı; Cemaatin dini ve milli sanılan gayretlerine, Fetullah Gülen’in kerametlerine ve manevi rütbelerine aldanıp bunlara katılan safdil insanları da kapsamalıdır. Cumhurbaşkanı ve AKP’li Bakanlar için “Ne yapalım, Allah dediler, eğitime yöneldiler, biz de aldandık!” mazeret sayılırken, başkalarına gelince “Acımayın, yoksa acınır hale düşersiniz!” yaklaşımı hukuka da, vicdana da aykırıdır. Eğer “iğfal edilmek” bir mazeretse bu herkese uygulanmalıdır.

AKP’li M. Ali Şahin’den itiraf: Her şey bir oyundu, saf saf izleyip durduk!

SİNOP’ta demokrasi nöbetine katılan eski bakanlardan AKP Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin, “Türkçe Olimpiyatları tamamen bir oyundu, dershaneler bir tiyatroydu. Biz de yıllarca saf saf inandık, izledik, bu tiyatroyu alkışladık” itirafında bulunmuşlardı!

“Ve maalesef Türkiye bir iç savaşla karşı karşıya kalacaktı ki istedikleri şey de buydu. Türkiye’yi bir Suriye bir Irak haline getireceklerdi. Türkçe Olimpiyatları tamamen bir oyundu, dershaneler bir tiyatroydu. Yurt içindeki, yurtdışındaki oyunlar birer tiyatroydu ama aziz milletimiz, bu tiyatronun perdesini indirdi. Işıklarını söndürdü ve bu tiyatro şimdi kapandı. Ve artık Türkiye’de bu tiyatroyu oynatamayacaklar. Biz de yıllardır saf saf inandık, izledik, bu tiyatroyu alkışladık. Bu nedenle bizim tarihimizde bize çok ihanet edenler oldu ama böylesine şerefsizce bir ihanetle ilk defa karşılaşıyoruz.” diyen ve başka zaman çok akıllı ve gözü açık geçinen Mehmet Ali Şahin gibilere hatırlatmak lazımdı: Tarihimizde sizin gibi, cahil ve safdil yöneticilere de hiç rastlanmamıştı. Zaten akli ve ahlaki ayarınız, Milli Görüş gömleğinizi çıkarıp Erbakan’a ve Hak davaya hıyanet ederken ortaya çıkmıştı!

Şeref Malkoç’un küstahlığı, Sn. Erdoğan’ı bile kızdırmıştı!

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç’un FOX TV canlı yayınında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Yenikapı Mitingine katılma kararını değerlendirirken, “Bu tabii Devlet Bahçeli için de bir imkândır. Ömründe görmediği bir kalabalığa hitap edecek” sözleri sosyal medyayı karıştırmış, ve Şeref Malkoç’un “boş kafalı”lığı anlaşılmıştı. Şeref Malkoç, tepkilerin ardından hemen özür dileyip yalakalığa başlamış Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu sözleri çirkin buldukları ve baş danışmanını uyardıkları ortaya çıkmıştı. Malkoç’un bu sözlerinin ardından Twitter’da “haddinibilşerefmalkoç” hashtagları açılmış. MHP’lilerin yoğun tepkisi üzerine Malkoç, Twitter hesabından yaptığı açıklamayla, Bahçeli ve tüm MHP camiasından özür dilemek zorunda kalmıştı. Zaten sıkışınca geri adım atmak bunların döneklik tavrıydı. Oysa hürriyet ve haysiyeti için hayatlarını ve rahatlarını gözünü kırpmadan feda eden bu halk, Şeref Malkoç manyağının küstah ifadesiyle öyle kuru “kalabalık” değil, gerçek ve örnek kahramanlardı, şuur ve onur bakımından kendilerinden katbekat üstün akıllı ve ahlaklı insanlardı. Ve hele bütün devlet imkanlarına, istihbarat teşkilatlarına, sürü sürü boş danışmanlara ve araştırmacılara rağmen, İstanbul Belediye Başkanları ve üç dönem Başbakanlıkları (toplam 20 yıl) boyunca, ve yine yıllar öncesinden hazırladığımız “Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık” “Cemaatin Cılkı, Erdoğan’ın Çarkı ve Erbakan’ın Farkı” (Togan yy İST.) kitaplarımıza rağmen, CIA-MAAT tarafından kandırılıp kullanılan kof kafalar, bugün hiç utanmadan kalkıp “kalabalık” dedikleri aziz halkımızın, aklen de ahlaken de fersah fersah gerisinde bulunmaktaydı.

TRT spikeri Erhan Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın huzurunda eşi ve kendisi hakkındaki iddiaları dile getirmekten utanmamıştı. İşte AKP de böyle bir yapılanmaydı!

Programın sonlarına doğru TRT haber spikeri Erhan Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a,İçinden geçtiğimiz bu süreçte, üstelik çok da uzak olmayan gazetelerden, televizyonlardan, sosyal mecralardan birtakım saldırılarla karşı karşıyayız. Aslı astarı olmayan hakaretler, iftiralar, iddialar dolaşmaktadır… Bizzat bunu ben (Eşim Gülben Ergen bahanesiyle) kendi üzerimde yaşayarak hissediyorum.”

Bir zamanlar Sn. Erdoğan’ı “Bilgi yetersizliği, beceriksizlik ve deneyimsizlikle” suçlayan AKP’nin ucuz kahraman milletvekillerinden Mehmet Metiner, Erhan Çelik’in kendi kişisel meselesini Erdoğan üzerinden çözmek istemesine “isyan ediyorum” diye tepki koymuşlardı. AKP İstanbul Milletvekili ve aynı zamanda STAR yazarı olan Mehmet Metiner, köşesinde TRT 1 Ana Haber bültenini sunan Erhan Çelik’i eleştirip: Darbe girişimi sonrası TRT 1 ile anlaşan Erhan Çelik için “TRT basılırken Erhan Çelik ve Gülben Ergen neredeydi?” diye horozlanmaktaydı.

Oysa Sn. Erdoğan’ın bir zamanlar savcılığını yaptığı Ergenekon ve Balyoz davası mağdurlarından eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, 15 Temmuz darbe girişimini başlatan birkaç ismi duyunca, bunların FETÖ’cü kalkışma olduğunu hemen anlamıştı! Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Örnek HABERTÜRK’e: “Askerler polislerin silahlarını alıyor” dediklerinde bir anlam veremedim. Darbeyi yaptığı söylenen 1-2 ismi duyunca “Bu imamın darbesi” dedim açıklamasını yapmıştı. Yani FETÖ yapılanmasından, hatta darbe hazırlığından herkes haberdardı, ama sadece AKP kurmayları bütün uyarılara kulaklarını tıkayıp derin bir gaflet uykusuna dalmıştı! Böylesine akıllı, böylesine anlayışlı yöneticilerimizin olması bizim için tarihi bir şans mıydı, yoksa düşmanlarımız için bir fırsat mıydı?

İşte böylesine kolay kandırılan ve kullanılan AKP kurucularının ve kurusıkı kahramanlarının-kurmaylarının; hangi yüksek özellikleri nedeniyle Erbakan’dan koparılıp iktidara taşındıkları da ortaya çıkmaktaydı. Kaldı ki CIA-MAAT’la olan irtibatları, öyle kandırılma-kazıklanma olayından öte, Amerika’nın kışkırtmasıyla; TSK’yı yıpratma, Milli kurumların ve kazanımların kapısına kilit vurma, çözüm süreci safsatasıyla PKK’ya mazeret ve meşruiyet kazandırma ve özerk Kürdistan’a zemin hazırlama amaçlı ve kasıtlı bir hıyanet ortaklığıydı! Biz Milli Çözüm Dergisi olarak 2004 başından beri bu gerçekleri ve başımıza gelecekleri, çok açık şekilde yazıp uyarmaktayız ve bu yüzden ne sıkıntılara uğramaktayız!

Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı neden Ordudan atılmıştı!

15 Temmuz darbesini MİT’e gelerek darbeyi haber veren Binbaşı H.A.’nın TSK’dan ihraç edilmesi kafaları iyice karıştırmıştı. Çünkü 15 Temmuz darbesi, MİT’e gelerek bizzat ihbarda bulunan Binbaşı H.A. sayesinde anlaşılmıştı. Bu ihbarı ciddiye alan MİT Müsteşarı Hakan Fidan saat 16.00’da Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ı aramış, saat 16.30’da müsteşar yardımcısını Genelkurmay’a gönderen Hakan Fidan saat 18.00’de ise kendisi Genelkurmay Karargâhı’na giderek Org. Hulusi Akar’la darbeyi önlemek amacıyla toplantı yapmıştı. MİT Müsteşarı’nın Genelkurmay Karargâhı’na gelerek komutanlarla toplantı yapması üzerine darbeciler, gece saat 03.00’te başlatmayı planladıkları darbeyi erkene, saat 21.00’a almak ve erken doğuma zorlanmak durumunda kalmışlardı.

Kara Havacılık Komutanlığı’nda pilot binbaşı olarak görev yapan H.A’nın özel kuvvet operasyonları ve Suriye’deki gelişmeler nedeniyle zaman zaman MİT’le ilişki içinde olan isimlerden biri olduğu açıklanmıştı. 15 Temmuz Cuma günü öğleden sonra darbe gecesine ilişkin görevi hakkında bilgilendirilen Pilot Binbaşı, 14.45’te MİT’in Yenimahalle’deki merkezine giderek ihbarda bulunmuşlardı. Binbaşı H.A., “Gece MİT basılacak. Bunun için 7 helikopter görevlendirildi. Bana MİT basıldıktan sonra Hakan Fidan’ı kaçırma görevi verildi” diyerek tarihi bir uyarı yapmışlardı. Darbeyi ihbar ederek, FETÖ darbesinin başarısız olmasında payı olan Binbaşı H.A., madalya takılması ve kahraman yapılması gerekirken sürpriz bir kararla TSK’dan ihraç edilmesi kafaları karıştırmıştı. Pilot Binbaşı’nın darbe süreci hakkında önceden bilgisi olduğu, darbe planlarını yapan FETÖ’cülerin hazırladığı isim listesinde bulunduğu için ihraç edildiği savunulmaktaydı.

Fetullah Gülen’in gerçek adı ve Yahudi Bağlantısı!

Herkes Fethullah Gülen diye biliyordu ama gerçek farklıydı. Asıl adı ‘H’ harfi olmadan “Fetullah”tı ve Biz Milli Çözüm Dergisi olarak hep bu şekilde yazmaktaydık. Nüfus kağıdında annesinin ismi de karışıktı. Fetullah Gülen’in adı gerçekte nasıldı? Fet(h)ullah mı Fetullah mıydı? Bugüne kadar tüm kamuoyu onu ‘Fethullah’ diye tanımıştı. ‘H’ harfi olmadan Fetullah diye yazıldığında avukatları aracılığıyla düzeltme yollardı. Oysa şimdi ortaya çıktı ki Fethullah diye bildiğimiz adamın adı gerçekte ‘Fetullah’mış! Fethullah diye yazılınca “Allah’ın fetih kapısı, dinin açılması, hayra ve huzura ulaşılması, Allah’ın nusretine mazhar olması” gibi ‘yücelik atfeden’ manalar taşırdı. Fetullah yazıldığında ise “kökünü kurutan ve hayırlı bir işi boşa çıkaran” anlamı çıkmaktaydı. Fetullah Gülen’in pasaport istek formunda da isim hanesinde FETULLAH yazmaktaydı. Gülen’in ABD’ye gittiği pasaportta da adı Fetullah olarak kayıtlıydı. Formu 1986 yılında kendi el yazısıyla şahsen doldurmuştu.

Annesinin gerçek adı ne olmaktaydı?

Bu pasaport istek formunda yer alan annesinin isim hanesinde yazan ada da dikkatle bakanlar şaşırmaktaydı! Çünkü o formda anne hanesinde RABİN ismi yazıldığı iddiaları vardı. Hatırlanacaktır, sahibi olduğu dönemde Zaman Gazetesi’nde sırf buna özel ‘kökenleri’ diye bir haber yaptırılmıştı. O haberde babasının adı Ramiz, annesinin ismi ise Refia olarak yazılmıştı. Peki RABİN nereden çıkmıştı, doğru muydu yakıştırma mıydı? Bu da bir muammaydı. Oysa FG annesinin isminin REFİA olduğunu kitaplarındaki biyografisinde hep yazılmıştı. Peki bu Refia nasıl Rabin olup çıkmıştı. Çünkü Rabin bir Yahudi adıydı. Genellikle soy ad olarak kullanılırdı. Farklı formları varsa da kökeni “Rabbi” ve “Rav” kelimelerine dayanırdı. Rabin ismi Yahudi dilinde “Yüce” anlamı taşırdı. Peki “Refia” kelimesinin manasının da “Yüce” olması sizce bir rastlantı mıydı? Şimdi resmi bir belge olan pasaport başvurusunda anne adını neden Refia yerine Rabin yazmıştı? Kim bilir belki de; kendisinin Yahudi kökenli olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuşlardı. Çünkü kendi itiraflarıyla “Batının hizmetkâr” ve İslam’ın yozlaştırıcısı bir “Dönme çocuğu” olmanın avantajlarını kullanmaktaydı.

Şu sorular halâ yanıtını aramaktaydı:

1- Fetullah Gülen Karay Yahudilerinden mi olmaktaydı?

2- Dedesi ve sülalesi Ahlat’tan sürgün edilen Karatay fesatçıları mıydı?

Çünkü Erzurum’da Pasinler ilçesi Korucuk köyüne yerleşen Fetullah Gülen ve ailesinin Karay Yahudilerinden olduğu uzun yıllardır konuşulmaktadır. Karaylar ya da diğer adıyla Karaimler 10. Yüzyıl’da Bizans’tan sürgün olarak Hazar ülkesine gönderilen Museviliğin Karai mezhebine bağlı insanlardır. O yıllarda Hazar Devleti sınırları içinde kalan Kırım topraklarına yerleşip kalmışlardı. Hazar hakanının Musevi inancını kabul etmesiyle, Karai mezhebi, Kırım’da yaşayan Türkler arasında da yayılmaya başlamıştı. Bu inancı kabul eden Türk toplulukları, ilerleyen yıllarda ‘Karaim’ adıyla anılmaya başlanmıştı. Çok güzel ve arı bir Türkçeye sahip olan bu Yahudiler dış görünüşlerinde Müslüman ama ayinleri ve zihniyetleri İbraniyete bağlıdır. Bu Karay Yahudileri ibadetlerinden önce abdeste benzer şekilde ellerini yüzlerini yıkarlar, ellerini biraz fazla açarak ve kollarını indirip kaldırarak (aynen Fetullah gibi) dua ederler ve yüz sıvazlarlar. Kendilerine özgü kıyam, rükû ve secdeden oluşan bir tür namaz kılarlar. Ayakta ve yerde oturarak ibadetlerini tamamlarlar. İşte bu Karay Yahudileri Osmanlı döneminde İstanbul Karaköy’e taşınmışlardır. Karaköy adının da Karayköy’den bozularak geldiği sanılmaktadır. Ancak Osmanlı buradaki yapılanmalarını ve fesatlıklarını tehlikeli bulunca bir kısım Karay Türkü’nü parçalayarak Anadolu’ya yollamıştır. Fetullah Gülen’in dedelerinin de Bitlis’in Ahlat ilçesine yerleştirildiği saptanmıştır. Fetullah Gülen bu durumu geçiştirmek için çevresine Ahlat’a Siirt’in Tillo ilçesinden geldikleri, soylarının da Bediüzzaman Said Nursi’yle birleştikleri yalanını ortaya atmıştır. Sonunda Fetullah’ın dedelerinin Ahlat’tan da sürüldüğü ortaya çıkmıştır. Çünkü Fetullah’ın dedeleri kısa süre sonra Ahlat halkına problemler çıkarmaya başlamıştı. Halkın samanlıklarını yakma, namuslarına dil uzatma, derken kavgalar sonucu işlenen cinayetler artmıştı. En son çıkardıkları kavgada hunharca adam öldürmeleri Ahlatlıların sabrını taşırmış ve bu sülalenin ilçeden kovulmasına karar alınmıştı. İşte Erzurum’un Pasinler ilçesi Korucuk köyüne sürgün edilen Fetullah’ın sülalesi böylesine kirli bir geçmişe sahip bir Yahudi kolu olmaktadır.

Fethullah’a ‘h’ den sonra bir de ‘m’ harfi, niye takılmıştı?

Fetullah Gülen ismine son dönemde de M harfini eklemiş, “Sonsuz Nur” kitabıyla ilgili verilen ilanlarda adı, “M. Fethullah Gülen” diye yazılmıştı. Zaman “gazetesindeki” Kürsü sayfasında da ismi “M. Fethullah Gülen” diye değiştirilmiş durumdaydı. Bu “M”nin açılımı acaba; “Mehmet” mi, “Muhammed” mi? Yoksa ‘Mehdi’ mi olmaktaydı? Fetullah Gülen 2014 yılında kökeniyle ilgili çeşitli iddialar ortaya atılınca Zaman Gazetesi’nde bunun için hususi bir haber yaptırılmış ve Milli Çözüm Dergisinin saptamaları örtülmeye çalışılmıştı

“Gen”leri bozuk olmayan adam; PKK’yi haklı Şehitlerimizi “akılsız” sayamazdı!

Terörist başı olduğu kesinleşen Fetullah Gülen bu kez de Irak’ta yayın yapan NRT’de konuşarak, yine skandal sözlere imza atmıştı. Gülen, terörle mücadele ederken hayatlarını veren aziz şehitlerimiz için “Boşu boşuna hiçliğe gittiler” diyecek kadar küstahlaşmıştı.

Irak’ta yayın yapan PKK yanlısı NRT muhabirinin Türk hükümetinin terörle mücadelesini değerlendirmesini istemesi üzerine Fetullah Gülen, çözüm sürecinin bitirilmesini şiddetle kınamış ve PKK’nin kayıpları için üzüntü verici yorumunda bulunmuşlardı. Doğu ve Güneydoğumuzu kastederek: “Orayı kan gölü haline getirmiş durumdalar. Ben televizyona bakmaya cesaret edemiyorum. Mağdur duruma düşen yerli insanlar, (onların haklarını savunan ve meşru müdafaa hakkını kullanan militanlar…) ve beri tarafta bir hiçe bir yokluğa doğru itilen ve sonra da şehit oldu diye teselli edilen insanlar…” diyecek, PKK’lı canileri masum kahraman, Mehmetçiğimizi ise bir hiç uğruna boşuna can veren, suçlu göstermeye çalışan bir insan ancak ve yalnız “Büyük İsrail” amacına bağlı gizli bir Yahudi dölü olmalıdır.

Fetullah Gülen’in yükseliş macerası

Fetullah Gülen, 27 Nisan 1941’de, Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesi, Korucuk köyünde doğmuşlardı. 1946 yılında ilkokula başladı, ancak babasının 1949 yılında Alvar Köyü’ne imam olması ve ailesinin oraya taşınması nedeniyle ilkokulu bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra dışarıdan tamamladı. 1959 yılında Erzurum’dan Annesi RABİN’in (veya Refia’nın) memleketi Edirne’ye giden Fetullah Gülen, farklı kurumlardaki “dönme” yakınlarının özel desteği sayesinde girdiği sınavları kazanarak 6 Ağustos 1959’da Edirne Üçşerefeli Camii imamlığına atandı. Onlarca yıldır köy ve kasabalarda sıra bekleyen yüzlerce imam dururken dışarıdan bir imtihanla bu merkeze imamlığa atanması nasıl bir şebekenin elemanı olduğunu ortaya koymaktaydı. Askerlik görevine 1961 yılında Ankara Mamak’ta başlayan Gülen, usta erlik dönemini geçirdiği İskenderun’da verdiği bir vaaz nedeniyle mahkemeye sevk edilerek aklandı, ancak disiplin cezası alarak 10 gün askeri hapishanede yattı. Askerden sonra yaklaşık 1 sene Erzurum’da ailesinin yanında kalan ve Komünizmle Mücadele Derneği’nin kuruluşunda bulunan, ayrıca Halk Evi’nin kadrosuna katılan Gülen daha sonra yeniden Edirne’ye taşındı ve 4 Temmuz 1964 günü Dar’ül Hadis camiinde Kur’an Kursu öğretmeni ve fahri imam olarak göreve başladı.

1965’te Kırklareli merkez vaizliğine atanan, ama malum kirli ve çirkin ilişkileri açığa çıkınca orada tutunamayıp, 1966’da İzmir merkez vaizliği görevlerinde bulunan Fetullah Gülen, İzmir Kestanepazarı Kur’an Kursunda hocalık yaptığı 1968 yılında, Diyanet görevlisi olarak ilk kez hacca yollandı. 1972-74 yılları arasında Edremit merkez vaizliği, 1974-76 yılları arasında Manisa merkez vaizliği yapan Gülen, 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar da Bornova merkez vaizliği görevinde kaldı. 1977 yılında görevli olarak gittiği Almanya’nın çeşitli yerlerinde konuşmalar yapıp konferanslara katılmış; ilk sayısı Şubat 1979’da çıkan Sızıntı Dergisi’nde yazmaya başlamıştı. Ciddi bir Medrese ve Mektep tahsili bulunmayan Fetullah Gülen sivri zekâsı ve etkili hitabet tarzıyla, Bediüzzaman’ın Risalelerini ezberleyip ve kendine mal edip cami cemaatini coşturmayı ve saf insanları uyuşturup peşinden koşturmayı başarmıştı.

Fetullah Gülen, 12 Eylül 1980 ihtilalin ardından Çanakkale merkez vaizliğine tayini çıksa da rahatsızlığını bahane edip göreve başlayamadı, ardından da ağırlaşan şartlar nedeniyle vaizlikten istifa edip ayrıldı. 1985 yılında Anadolu’yu dolaşan Gülen, altı yıl aradan sonra ilk vaazını 1986 yılında Burdur Büyük Çamlıca Camii’nde yaptı ve 1991 yılı Haziran ayına kadar da, resmi yetkili olmamasına hatta yasaklı bulunmasına rağmen haftalık ve aylık vaazlarını aksatmadı. 1988 yılında da Yeni Ümit Dergisi’nde yazıları yayınlanmaya başlandı. 1993 yılında annesi Refia-RABİN Gülen’i ahirete uğurladı.

Fetullah Gülen’in, önce Bulgar Trud Gazetesi ve Varna Televizyonu, sonra Hollanda Televizyonu, Time Dergisi, Rus ORT Televizyonu’nun olduğu yabancı yayın organlarında; Aksiyon ve Aktüel Dergileri, ATV, NTV, Show Tv, TRT, Kanal D, STV Televizyonları, Zaman, Cumhuriyet, Milliyet, Radikal Gazeteleri’nin olduğu Türk basın-yayın kuruluşlarında röportajları yayınlanıp sürekli ve sistemli şekilde reklamı ve propagandası yapılıp pohpohlandı.

Sabataist analı olduğu sürekli saklandı!

Fetullah Gülen’in Almanya’ya gitmek için 24 Mart 1986 tarihinde Emniyet’e verdiği Pasaport İstek Formu’nda enteresan bir detay göze çarpmaktaydı. O formda annesinin adını “Rabin” olarak yazmıştı. Halbuki, annesinin ismi “Refia” olarak hatırlanmaktaydı. Refia değil “Rabin” diye beyan ettiğine göre annesinin asıl adı bu olmalıydı. “Rabin” Yahudilerce “kutsal” sayılan isimlerden birisi sayılmaktaydı. Mister Gülen’in annesinin Müslümanların asla kullanmayacağı bir isme sahip olmasının altında ne yatmaktaydı? Gülen, annesinin gerçek ismini bundan otuz yıl önce Pasaport İstek Formu’nda beyan ettiğinde Türkiye kamuoyunda pek tanınmamıştı. Aradan geçen bunca yıllık sürede hem kendisi hem de Paralel Yapı annesinin ismini itina ile saklamışlardı. “Refia” ismi ile “Rabin”i gizli tutmuşlardı. Bu mevzuda “çekindikleri hususun” ne olduğunu anlamak kolaydı, çünkü Sabataist asıllıydı. Fetullah Gülen’in annesi Rabin, “Edirne Müdafii” olarak da bilinen Mehmet Şükrü Paşa’nın ailesine mensuplardı. “Şükrüpaşazadeler” diye tanınıyorlardı. Mehmet Şükrü Paşa’nın (1857 Erzurum-1916 İstanbul) atalarının, yüzyıllar önce “İspanya’dan Türkiye’ye (Edirne) göç etmiş olan “Sefarad Yahudilerinden” olduğuna dair ciddi iddialara nedense Fetullahçılar hep sessiz kalmışlardır. İşte Fetullah Gülen’in annesi İbranice RABİN İslamice RAFİA olan hanım, 1908-1911 Beşiktaş Kulubünün Başkanlığını da yapan, Edirne Müdafii olarak tanınan; ancak 26 Mart 1913 tarihinde güya Mimar Sinan şaheseri Selimiye Camiinin top atışlarıyla yıkılmasını önlemek amacıyla Bulgar General İvenkov’a şehri teslim edip kılıcını elleriyle düşman komutana takdim buyuran kahraman(!) ve belgelerden Sabataist ve mason olduğu saptanan Şükrü Paşagillerden olmaktadır.

Fetullah Gülen’in meşhur olduğu İzmir Kestanepazarı’ndaki yerlerinin hemen karşısında HAVRA SOKAĞI bulunmaktaydı. İzmirliler bilir ki Kemeraltı’ndaki esnafın büyük bölümü bu işe gönüllü destek olmuşlardı. Fakat Kestanepazarı’nın etrafında asıl Sabataistlerden KAPANİLER’in varlıkları vardır. Meşhur Yamanlar kolejinin kurucusu ve müdürü olan zat da, yine Sabataistlerden “minik serçe” lakaplı şarkıcımız, Sezen Aksu’nun babasıydı!

İşte bu CIA maşası ve karanlık odaklar kuklası Fetullah Gülen, 17-25 Aralık olaylarının ardından 15 Temmuz 2016 tarihinde de TSK içindeki yandaşları aracılığıyla Türkiye’de darbe yapmaya kalkışacak kadar azıtmış ve alçalmıştı. Başarısız olan darbe girişiminin ardından Fetullahçı Terör Örgütü – Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ-PDY) elebaşı olarak ABD’den iadesi istendiği halde, Siyonist odaklar bu Yahudi analı elemanlarını elden kaçırmamak için bahaneler uydurmaktaydı.

Fetullahçılarla AKP iktidarının Gizli Patronları!

Fetullah’la röportaj yapan Mısır’daki El Ghad TV. sahibi de Fetullah gibi Yahudi analı bir Müslümandı!?

Pensilvanya’da yaşayan Fetullah Gülen, BATI medyasına Mısır televizyonu aracılığıyla çağrı yapmıştı. 15 Temmuz’daki darbe girişiminin başarısız olmasını hazmedemeyen Gülen, açıkça ve alçakça Batıya sığınmıştı. “Türkiye’ye müdahale edin ve yaşanan iç savaşı önleyin!” diye yalvarmıştı. Gülen’in konuştuğu kanal Nilesat uydusundan yayın yapan El Ghad Televizyonu olmaktaydı. Peki bu kanalın sahibi Muhammed Dahlan nasıl bir insandı?

1961 tarihinde Gazze Şeridi’nin güneyinde bir şehir olan Han Yunus’ta fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmuşlardı. Gençlik yıllarında çok zeki olduğunun farkına varılmıştı. 20 yaşında İsrail tarafından tutuklanmış, ama o andan itibaren farklı bir kimliğe kavuşmuşlardı. Bir müddet İsrail hapishanelerinde (veya özel mekteplerde) kalmış, bu arada İbranice öğrenmiş bulunmaktaydı. Bu yılları (10 yıl yattım diyor) herkese karşı kullanmıştı. Gazze’deki İslam Üniversitesi’nde burslu olarak okumaya başlamış, dünyanın en saygın Yahudi eğitim kurumlarından Cambridge Üniversitesinden davet almıştı. Artık İşletme mezunuydu ve kısa sürede başta enerji olmak üzere medya ve bilişim sektöründe yatırımlar yapan bir iş adamı olup çıkmıştı. Sürekli yükseliyordu ve kimse durduramıyordu. Bir güç arkasından aralıksız itiyordu… Bu minval üzere Kahire’de, Tunus’ta, İsrailli iş adamı Dany Rothschildin danışmanı olarak görev yapıyordu. Filistin-İsrail görüşmelerinde rol alıyor, Devlet Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik danışmanlığı yapıyordu!.. Hamas’ın Gazze’deki askeri operasyonunun ardından Filistin’i terk edip Londra’ya yerleşiyordu.

2011’den itibaren birçok kez Pensilvanya’ya gidiyordu ve hayret; 15 Temmuz darbe girişiminden haftalar önce Birleşik Arap Emirlikleri hükümetinin bu isim üzerinden FETÖ’ye para aktardığı ortaya çıkıyordu. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan ile yakın ilişkileri olan Muhammed DAHLAN bu parayı FETÖ’ye teslim ediyordu… İşte bu DAHLAN, Birleşik Arap Emirlikleri’nin danışmanlığını da yapıyordu!

İşte elinden tutulup zirveye taşınan ve Rothschild ailesiyle tanıştırılan isim MUHAMMED DAHLAN da, aynen Fetullah Gülen gibi Annesi Yahudi asıllıydı ve maceraları Fetullah Gülen’le aynıydı!

Önemli bir hatırlatma; şu anda İsrail işgali altındaki Gazze’ye onun gizli etkinliğinden dolayı DAHLANİSTAN denmesi boşuna sanılmamalıydı! Ve işte Sn. Erdoğan ve dindar kahraman AKP iktidarı da güya bu Gazze’ye yardım ulaştırma hatırına İsrail’le normalleşme barışı imzalamışlardı!? Yani… Fetullahçılar da, AKP iktidarı da aynı Siyonist odakların figüranları olmasınlardı!..

Nurettin Veren’den şok FETÖ itirafları

Terörist başı Fetullah Gülen’in bir dönem en yakınındaki isimlerinden olan Nurettin Veren, Erbakan’a 28 Şubat’ta yapılan darbenin planlayıcısının da CIA destekli Fetullah Gülen olduğunu açıklamıştı.

Fetullah Gülen’e bir dönem yakınlığıyla tanınan ancak örgütle yollarını ayıran Nurettin Veren, FETÖ’nün iç yüzünü anlattı. Önder Aytaç gibi isimlerin yurt dışında eğitildikten sonra sisteme yerleştirildiğini ifade eden Veren, Fetullah Gülen’in bugüne kadar (Erbakan Hoca hariç) parti liderlerini kullandığını vurgulamıştı. Nurettin Veren CNN Türk’te FETÖ’nün Türkiye ve Yurt dışındaki faaliyetlerini aktarmıştı. 15 Temmuz kalkışması sonrası FETÖ’ye yakın bazı sosyal medya hesaplarından yapılan 14 Ağustos tehdidini de değerlendiren Veren, bu tarihte örgütün Türkiye’ye yönelik siber bir saldırı yapabileceğini hatırlatmıştı. Fetullah Gülen’in rahatsızlığı nedeniyle bir takım ilaçlar aldığını ve bu ilaçların vücuttan atılmasının aylar alabildiğini söyleyen Veren, Gülen’in kullandığı ilaçların çok tehlikeli olduğunu, Gülen’in birilerinin beynini yıkarken onun da beyninin birileri tarafından yıkandığını anlatmıştı. Fetullah Gülen ile birlikte geçirdiği zamanlarda Gülen’in çocukları dövdüğünü ve kızdığı isimleri falakaya yatırdığını anlatan Veren, bu anlattıklarına bire bir şahit olduğunu vurgulamıştı. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı televizyonda izlerken FETÖ’nün yetiştirdiği ve yüzbaşı rütbesindeki bir ismi yanında gördüğünü söyleyen Veren, örgütün ordunun bir numarasının en yakınına kadar sızabildiğini belirtip bunların 2007 yılında söylemesine rağmen müdahale edilmediğinden yakınmıştı.

Evlerden ayrılmak isteyene ‘kötü kız’ iftirası atılmaktaydı!

Kadınlarla ilişkili her evden sorumlu bir ‘abla’nın bulunduğu ve evin sorumluluğunun ‘abla’larda olduğu belirtilen savcılık iddianamesinde: “Ablalar, belirledikleri kız öğrencilerin aileleri ile görüşüp onları kötü alışkanlıklardan uzak tutacakları, sadece ders çalışmalarını sağlayacakları algısı yaratarak örgüt evlerinde öğrencilerin kalmalarını sağladı. Evlerde öğrencilere Gülen’in vaaz videoları izlettirilip beyinleri yıkanırdı. Evden ayrılmak isteyen kız öğrenciler hakkında dedikodu çıkarılarak ‘kötü kız’ algısı yaratılıp öğrencilerin evden ayrılmasına engel olunmaktaydı. Kalacak yeri olmayan kız öğrenciler mecburen boyun eğmek zorunda kalmaktaydı. Ev ablaları örgüte kazandırdığı öğrencileri katalog evlilik yoluyla evlendirerek örgütte hizmet etmeye mecbur bırakılırdı” satırları yer almaktaydı.

Masum bir kız çocuğuna, FETÖ’den ayrılmasın diye “Kötü yola düşmüş, fahişelik yapıyor!” iftiralarını atacak kadar soysuzlaşmış bir yapı, Milli Çözüm Ekibi’ne de “Ergenekonun Dinci Kanadı” isnadıyla linç kampanyaları başlatmış, el koydukları bilgisayarlarımıza akıl ve ahlak dışı eklemeler yapmış ve maalesef, Milli Görüşçüler dâhil nice dindar çevreler bu yüzden bizi suçlamış ve dışlamışlardı. O süreçte birkaç sefer Ulusal Kanal’a çıkıp Milli Görüş hakikatini haykırdığımız için bize sataşıp saldıran SP ve Milli Gazete mensupları, ne hikmetse bu günlerde Ulusal Kanal’a çıkmakta, Aydınlık yazarlarını ve Doğu Perinçek takımını Milli Gazete ağırlamaktaydı. Yüce Allah’ım, Milli Çözüme haksızlık ve hakarete yönelen herkesi, tükürdüklerini yalamaya mecbur ve mahkûm bırakmaktaydı!

Bülent Arınç’la Melih Gökçek’in seviyesiz atışmaları!

“Aziz milletimiz bilsin, bilenler de hatırlasın. Melih Gökçek, biz AKP’yi kurduktan sonra hemen AKP’ye katılmayı kazançlı görmeyip, satın aldığı parti ve TV kanalları ile, o zamanki genel başkanımız Sn. Recep T. Erdoğan’a ve partimize her türlü hakaret ve iftirayı reva görmüştü. AKP’ye katılmamış, AKP’ye karşı parti bile satın almıştı. Şimdi sormak isterim, Cinlerin etkisiyle cinlik yapıp, benim hakkımda “AKP’deki bütün operasyonların neticesi Bülent Arınç’ı başa getirmekti” diyen Melih Gökçek, AKP kurulduktan 2 yıl sonra kimlerin operasyonu ile AKP’ye katılmıştır? Rica minnetle ve kapı kapı dolaşıp yüzsuyu dökmesiyle partiye girdiği herkesin malumlarıdır. Ricacılarının ve aracılarının kimler olduğu unutulmamıştır. Belediye başkanı olduğu Ankara’da 10 dk. yağmur yağsa insanlar caddelerde, alt geçitlerde boğulma tehlikesi yaşıyorken ve yine Ankara’nın ana caddelerinde bile asfaltlar cin çarpmış gibi çukurlarla doluyken, dilindeki zifti bana değil, Ankara’nın bozuk asfaltlarına dökmesini tavsiye ederim. Öyle tahmin ediyorum ki, Ankara’da yaşayan sevgili vatandaşlarımızın da Melih Gökçek’ten beklentisi budur. Çünkü epeydir Ankara başkansız durumdadır! diyerek Melih Gökçek’e sataşan Bülent Arınç da, onun tıynetini ve niyetini ortaya koyan Melih Gökçek de haklıydı… Çünkü her ikisi de birbirleriyle ilgili doğru konuşmaktaydı ve işte AKP bu insanlardan oluşmaktaydı!

Bediüzzaman’ın iyi niyetle, ama bilgi eksikliğinden kaynaklanan bazı yorum ve yaklaşımlarının Fetullah tarafından istismarı ve hıyanetlerine gerekçe sayılması!

Haçlı Hıristiyanları “Müslüman İsevi’ler” sayması ve Mehdiyet inkılabının yardımcıları olacaklarını savunması, Enver Paşa gibi Mason dönmelerin kurdukları İttihat ve Terakki Cemiyetine (çetesine) katılıp destek çıkması, Siyonist ve Haçlı dünyasının Şeytani planlarını sezip tedbirler alan büyük Hakan Abdülhamid Han’a karşı çıkması, İsrail hizmetkârı ve mason kuşatmalı Menderes hükümetini “İslam Kahramanı” diye alkışlaması gibi, Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin bazı zanlarını ve izahlarını kendi hıyanet yapılanmasına kaynak ve alt yapı olarak kullanan Fetullah Gülen tam bir istismarcı ve fırsatçıydı. Bediüzzaman’ın her sözünü, haşa Kur’an’ın hükmü ve İslam’ın rüknü gibi sayan insanlar da bu tahrifat ve tahribatlara kolayca kanmış ve katılmıştı.

Her ne hikmetse, Erbakan’ın şiddetle karşı çıktığı ve bunu her fırsatta hatırlattığı dönme ve mason Enver Paşa ile Bediüzzaman, birbirlerine karşı hep samimî ve sadâkatli iki dost olarak kalmışlardı. Aynı şekilde, bu her iki şahsiyet de, M. Kemal’e hiç dost olmamış, yıldızları hiç barışmamıştı. 4 Ağustos 1918 tarihinde Bediüzzaman Hazretleri’nin Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığına tayini yapılmıştı. Ancak Padişahın iradesiyle ve Şeyhülislâmlığa bağlı olarak kurulan bu Yüksek İslâm Akademisine, Bediüzzaman, Ordu-yu Hümayuna (Osmanlı Ordusuna) ayrılan kontenjandan girerek katılmıştı. Mason ve dönme ittihatçı Enver Paşa’nın ricasıyla bu müesseseye müracaatını yapan ve resmî üyelik formunu dolduran Said Nursî dilekçesinde, kendini şu şekilde tanıtmıştı: “İsmim Said, şöhretim Bediüzzaman’dır. Pederimin ismi Mirza’dır. Ma’ruf (bilinen) bir sülâleye nisbetim yoktur. Mezhebim Şafiîdir. Devlet-i Osmaniye tebâiyetindenim. “Tarih-i velâdetim 1293’tür. Doğum yerim Bitlis vilâyeti dahilinde Hizan kazası mülhakatından İsparit nahiyesinin Nurs karyesidir.”

Müracaat tarihinden 8 gün sonra (12 Ağustos 1918) resmî açılışı yapılan 26 üyeli “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”, İslâmiyet hakkında en zor, en çetin soruların cevabını ve en müşkil meselelerin izahını yapabilme vazifesi aktarılmıştı. Böyle bir akademide çalışmak ve bu makamda bulunmak, öyle anlaşılıyor ki, Bediüzzaman Hazretleri’nin kendi isteği ve çabası ile değil, Padişahtan sonra en yüksek mevkide bulunan Enver Paşa’nın özel arzu ve gayreti ile başarılmıştı. Enver Paşa, ilk etapta Kafkas Cephesi’nde telif edilmiş olan İşaratü’l-İ’câz tefsirini bir “yadigâr-ı harb” olarak tâbedilmesi için kâğıdının masrafını şahsî kesesinden karşılamış aynı Enver Paşa, ayrıca hükümetin temâyülü ve Şeyhülislâmın teklifiyle Üstad Bediüzzaman’ın Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığına seçilmesini sağlamıştı. Kendisi “Harbiye Nezareti” adına Gönüllü Alay Kumandanlığı yapmış olan Bediüzzaman’a ordunun iftihar madalyasını takdim ettiği gibi, ona ilmiye sınıfının en yüksek ikinci rütbesi “Mahreç Mevleviyeti” payesinin verilmesine de yardımcı olmuşlardı.

1912’de mey­da­na ge­len Bal­kan Sa­va­şı es­na­sın­da da­ha çok si­ya­set­le meş­gul ol­an ve 1913’te “Halaskârân Zâbitân”a karşı meş­hur “Bâ­bı­â­li Bas­kı­nı”nı ger­çek­leş­ti­ren­le­rin ba­şın­da bulunan Enver Paşa, Osmanlının yıkılışını hazırlayan diğer üç dönme-mason ittihatçıdan birisi konumundadır. 1914-18 yıl­la­rın­da ce­re­yan e­den Bi­rin­ci Dün­ya Har­bi’n­de “Padişah vekili” ve “Er­kân-ı Har­bi­ye Re­i­si” sı­fa­tıy­la gereksiz yere Osmanlıyı savaşa sokup yıkılışını kolaylaştırmıştır. Şeh­zâ­de Sü­ley­man E­fen­di’nin kı­zı Na­ci­ye Sul­tan’la ev­li o­lan En­ver Pa­şa, sa­va­şın so­na er­di­ği ay­nı yıl i­çin­de, di­ğer İt­ti­hat­çı­lar­la bir­lik­te giz­li­ce yurt dışına kaçacak kadar zayıf ve hain bir karakter taşımaktadır…

Fetullah Gülen Said Nursi Hz.lerinin gerçek vekilleri ve manevi varisleri için ölüm emrini verecek kadar hain ve tehlikeli bir insandı!

AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce, Fetullah Gülen’in Bediüzzaman Said Nursi’nin 5 vekilini ölümle tehdit ettiğini ardından da din âlimlerinin şüpheli şekilde hayatlarını kaybettiğini açıklamıştı. Terör örgütü FETÖ’nün İslamiyet’i kullanarak Türkiye’de taban kazanmaya çalıştığını ve bunun önünde engel gördüğü diğer dini cemaatler ile birlikte Said Nursi’nin yaşayan 6 vekilini ölümle tehdit edip ortadan kaldırdığını AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce aktarmıştı. Yüce, terörist başı Fetullah Gülen’in başarısız darbe girişimi sonrasında yaptığı açıklamada, “FETÖ Örgütü, Türkiye’de genişlemelerine engel gördükleri siyasetçi, gazeteci veya dini cemaatlere karşı, içlerine soktukları adamların sebep oldukları ihtilaflar ve hadiselerle gözü dönmüş bir ölüm makinesi olduklarını gösterdi” açıklamasını yapmıştı. Terörist başı Fetullah Gülen’in başta Kur’an-ı Kerim ve İslamiyet’i istismar etmeye çalıştığının altını çizen Sait Yüce, FETÖ’nün Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur’unu tahrip ederek yayınlamaya çalışmasına ve 17-25 Aralık sonrasında kendilerine tepki gösteren din âlimlerine ölümle tehdit edip ardından beş âlimin şüpheli ölümüne yol açmasına yoğunlaşmak gerektiğini vurgulamıştı.

AKP iktidarı hala “ABD’yi üzmemek” telaşındaydı!

“Yıllarca Gülen’in en yakınlarında yer alan, o dönemki tabirle “cemaat”in en önemli isimlerinden biri olarak zikredilen Hüseyin Gülerce 24 TV’de darbe girişiminin 1 numarasının kim olduğuna yönelik soruyu, “Adil Öksüz’ün o gece Akıncılar Üssü’nde görüntüleri olduğu söyleniyor. O zaman Öksüz darbe girişiminin kesinlikle 1 numarasıdır. Bu darbe girişiminin merkez üssü Akıncı Üssü çıktı mı, çıktı. Orada da bu İlahiyat Yardımcı Doçenti görüldüyse kesinlikle 1 numara odur. Bu kişinin 1 numara olduğu düşüncesini kuvvetlendiren bir şey daha var. Bu adam son 20 gün içerisinde, birisi darbe girişiminden 3 gün önce olmak üzere Pensilvanya’ya gittiği saptanmıştır. Kafamdaki şablona göre böyle bir darbenin son talimatlarını Fetullah Gülen’den almıştır” şeklinde yanıtlayan Hüseyin Gülerce bu darbe girişiminin ABD-CIA tezgâhı olduğunu da böylece açıklamış durumdadır.

Darbeye karşı en güçlü hamle İncirlik Üssü’nün kapatılmasıdır

“Bir iktidar eleştirisi yapıyor değiliz. Zira, lafımız sadece iktidara değil, Meclis muhalefetine de. Manşetlere ve ekranlara düşen pay da var tabii. Medyamız da ABD’yi saklama ve aklama derdinde. Lafımız sadece ABD konusunda hassasiyeti elden hiç bırakmayan, ABD’yi ve batı şablonunu savunma reflekslerini her zaman zinde tutan medya gruplarına değil, Batının yakın takibine giren, dünya medyasında büyük yankı bulan; hatta hemen akabinde ABD Genelkurmay Başkanını üsse getiren AGD’mizin öncülüğündeki İncirlik yürüyüşüne kör ve sağır kalan gazetelerimize ve televizyonlarımıza da sözümüz.

Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu hamlelerden birisi; “İncirlik Üssü kapatılsın” kampanyasının dalga dalga büyümesiyken, nasıl oluyor da “İslamcı”, “muhafazakar”, “müspet” medyamız bu konuda başını kaldırmıyor, meseleye hissiz ilgisiz ve tepkisiz kalıyor. Bu da çok tuhaf! Oysa İncirlik Üssü kapatılsın kampanyası, ABD’nin Türkiye’nin iade talebini hızlandıracak en önemli faktörlerin başında geliyor. İncirlik Üssü’nün ABD için ne kadar önemli olduğu bu üsse ardı ardına yapılan ziyaretler ortaya koymuyor mu! İncirlik üssü kapatılırsa, hem ülkemiz hem de ümmet coğrafyası büyük bir tehditten, beladan kurtulacakken susmak niye! 15 Temmuz darbe ihanetini nasıl “püskürttüyse” bu millet; önü açılır, imkan sağlanırsa ülkemizdeki 28 ilimizde konuşlanmış olan ABD ve NATO üs ve askeri varlıklarını da sınırlarımızın dışına püskürtür. Bu yönde istenilecek kamuoyu gücünü bu millet her iktidara verir. Şu zamanda millet ve vatan uğruna yapılacak en güzel ve en güçlü hamle “İncirlik Üssü Kapatılsın” kampanyasıdır.

Amerika’yı ve Amerikancılığı içimizden söküp atmadığımız müddetçe, ne yaparsak yapalım bataklığı kurutamayacağımız tecrübeyle sabittir. İncirlik’teki Amerikan askeri üssünün kapatılmasını istemek “Amerikan karşıtlığı” değil aksine, darbeyle mücadeledir, en üst seviyede vatan savunmasıdır. Kaldı ki, mesele Amerikan karşıtlığıysa da, bırakın bu millet ülkelerimizi işgal eden, BOP’u yürüten, İsrail’e hizmetkâr Amerika’ya karşı çıksın. Sömürü dünyasının jandarması ABD karşıtlığının artması kimseyi rahatsız etmesin. Bataklığı gerçekten kurutacaksak eğer, önce damarlarımızda dolaşmaya başlayan, ruhumuzda iyiden iyiye çöreklenen, sinsice yüreklerimize dahi sızmakta olan Amerikancılığı söküp atmamız gerekiyor” diyen Mustafa Kurdaş yerden göğe haklıydı ve zaten Sn. Cumhurbaşkanının aylardır ağzından düşürmediği şu “ÜST AKIL”ın artık deşifre edilmesi lazımdı. Bize göre bu Üst Akıl Amerika ve ona yön veren Yahudi odaklardı.

ABD’den Türkiye’ye NATO tehditli FETO mesajı da bunun son kanıtıydı!

ABD Türkiye’ye Fetullah Gülen’i iade etmeye pek yanaşmamaktaydı. Bunu da Siyonist sermaye güdümlü New York Times ve CNN üzerinden verdiği mesajlarla ortaya koymuşlardı. NATO sopasını da kullanan ABD bakın nasıl mesajlar yollamıştı:

Obama yönetiminden Amerikan medyasına yansıtılan hava bu ülkenin Gülen’i Türkiye’ye iade etmeye yanaşmayacağı doğrultusundaydı. CNN’in Fetullah Gülen ile röportaj yapmasından sonra New York Times gazetesi de Türkiye’yi konu alan bir başyazı yayınlamıştı. New York Times’ın “Türkiye’de yeni Amerikan karşıtlığı dalgası” başlığını taşıyan başyazısı, “Başarısız darbe girişimi ile sarsılan Türk hükümeti ve çok sayıda vatandaşı, çaresizce suçlayacak birini arıyor” cümlesiyle başlıyor, devamında şu ifadeler yer alıyordu:

“Ancak bunu yaparken, eldeki bilgileri kapsamlı bir şekilde soruşturmak yerine, Amerika Birleşik Devletleri’ni kalkışmacılarla işbirliği yapmakla suçluyorlar. Bu durum, hükümetin gerçek ve hayali düşmanlara karşı giriştiği geniş kapsamlı temizlik operasyonuyla da birleşince, NATO, ABD ile ilişkiler ve Türkiye’nin uzun vadeli istikrarı karşısında ciddi risk teşkil eden yeni bir Amerikan karşıtı dalganın fitilini ateşlemiş oldu.” Yani fazla ileri giderseniz, sizi NATO’dan atarız ve gerekirse üzerinize çullanırız” mesajı ile Türkiye korkutulmaktaydı.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx