YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6636570bb3e6a
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 6
Bugün : 12637
Dün : 19529
Bu ay : 77549
Geçen ay : 737322
Toplam : 23593835
IP'niz : 3.12.155.100

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

İlminden ve istikametinden dolayı kendilerine değer verdiğimiz, Şifa Tefsirini, Mealini ve TV5’teki tefsir derslerini dikkatle ve istifade ederek takip ettiğimiz Muhterem Mahmut Toptaş Hoca, 11 Ağustos 2016 Tarihli Milli Gazete’deki “Küsmeyin, susun veya üç günlüğüne susun” başlıklı yazısında şunları aktarmıştı:

“… O günlerde Necip Fazıl Kısakürek merhum ile Necmettin Erbakan merhumun da arası açıktı. Necip Fazıl merhum sekiz kadar Rapor kitap yayınlamıştı. Necmettin Erbakan merhum (ise,) Ona karşı ağzını (bile) açmamıştı. (Bu nedenle benim sohbet yaptığım) asistanların (ve dava mensuplarının da) arası açılmıştı… (Ben) o zaman ayet ve hadisleri açıklarken, Erbakan merhumun sözlerinden, Necip Fazıl merhumun şiirlerinden örnekler vererek, “Barışın…” demeden barıştırmayı sağlamıştım (daha doğrusu çalışmıştım. Ve zaten) benim (daha) yukarılara gücüm yetmezdi…”

Önce, Mahmut Hoca’nın bu saptama ve aktarmalarındaki, önemli bir saptırma ve çarpıtmayı hatırlatarak başlayalım. “Necip Fazıl merhumla, Necmettin Erbakan merhumun arası açıktı” ifadesi yanlıştı ve yanıltıcıydı. Çünkü Rahmetli Erbakan Hoca bu husumet ve hakaretin bir tarafı asla olmamıştı, sadece açıkça ve haksızca bir isnat ve iftiraya maruz bırakılmıştı; ve kendi haysiyet ve hassasiyetine yakışır şekilde, Necip Fazıl’ın RAPOR’larındaki asılsız ve alakasız sataşmalarına sessiz ve tepkisiz kalmıştı. Evet Hocamız kendisine yakışanı yapmıştı ama, Mahmut Toptaş gibi nice yazar, yandaş ve Hoca takımı bu konuda maalesef sınıfta kalmışlardı. Bu haksız hatta ahlaksız isnat ve iftiraları karşısında, Mü’mince bir mesuliyet ve cesaretle, gayet net ve mert şekilde Necip Fazıl’ı uyaran çıkmamıştı. O süreçte bu talihsiz ve terbiyesiz sataşmaları kınadığımız, gerçeklere ve davamızın şahsı manevisine sahip çıktığımız için de, kendi teşkilatımız dâhil yine biz suçlanıp dışlanmıştık. Oysa böylesine haksız ve ahlaksız sataşmalar ve hele en haklı ve hayırlı bir davanın Lideri makamında bulunduğu, sadece iman ve iz’an ehlince değil tüm şeytani çevrelerin ortak hücum ve husumetleriyle de ispatlanmış olan Erbakan gibi bir Zata yönelik yapıldığında, bu tahripkâr tavır karşısında susanların ve güya arabuluculuk rolüyle kendisini ve çevresini avutanların, hadisi şeriflere göre nasıl bir sıfat kazanacaklarını en iyi Mahmut Toptaş Hoca takdir buyuracaktır.

Yoksa Mahmut Toptaş Hoca “Bugün AKP yöneticilerinin Dinimize, devletimize, milletimize ve İslam ümmetine yönelik hıyanet ve rezaletlerine de, keramet ve mazeret uyduralım” diye mi, bu fasit tavrını bir fazilet hatırası gibi aktarmışlardı?

Kur’anı Kerim’de NUR suresinin 11 ile 21. Ayetleri arasında haber ve emir buyrulan, masum mü’minlere yönelik iftira ve isnatlara sessiz ve tepkisiz kalanları şiddetle kınayan uyarıların, sadece Annemiz Hz. Aiyşe’yi hedef alan uydurma zina iddiasıyla sınırlı olmayıp, kıyamete kadar her türlü haksız itham ve iftirayı kapsadığını da en iyi Mahmut Toptaş Hocanın bilmesi lazımdı…

11- (Hz. Peygamberin eşine) Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve ağır (zina) iftirayla gelenler, sizin içinizden sizinle birlikte davranan bir ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen ise daha büyük bir azabı hak etmiştir.

12- Onu (masum kadın ve erkeğe iftira suçunu)işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri (vicdanları) adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” demeleri gerekmez miydi?

13- (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört şahit getirmeleri lazım gelirdi. Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.

14- Eğer Allah’ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.

15- Çünkü o durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip yaydınız ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir vebaldir).

16- (Oysa) Onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen Yücesin; bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?

17- Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine (Peygamberin namusuna, Hakk dava elçilerinin ve masum kişilerin onuruna yönelik iddialar karşısında tepkisizliğe) bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.

18- Allah size ayetleri açıklıyor (ve uyarıyor); Allah Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

19- Çirkin utanmazlıkların (fuhşun, pornonun, ahlak bozucu yazı ve yorumun)mü’minler arasında yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünya­da ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.

20- Eğer size Allah’ın lütfu ve merhameti olmasaydı ve gerçekten Allah Rauf (şefkatli) ve Rahim olmasaydı (bu gibi iftiralara inanıp yaydığınızdan dolayı büyük bir azaba uğratılıp helak edilirdiniz!)

21- Ey iman edenler, (hiçbir konuda) şeytanın adımlarına tabi olup (münafıkları takip etmeyin). Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) edep ve erdeme aykırı çirkin utanmazlıkları ve münkeratı (haksız ve ahlaksız iddiaları) emretmektedir. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç birinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah, dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır. Allah, İşitendir, Bilendir.

Hücurat Suresi 10. ayetinin, mü’minler arasındaki şahsi kırgınlık ve dargınlıkları barıştırma ve yatıştırmayı kapsadığı, ama 9. ayeti kerimesinin ise Müslüman kavim, cemiyet ve devletlerarası çatışmaları uzlaştıracak etkin ve yetkin tedbir ve teşkilatları oluşturmayı emir buyurdukları ise açıktır:

10- (Unutmayınız ki) Ancak Mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlaksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.

9- (Şayet) Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin (ve bunu sağlayacak etkin teşkilat ve tedbirler geliştirin). Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık azgınlık ve saldırganlığa kalkışanla, Allah’ın emrine (adil barış ve uzlaşma hükümlerine) dönünceye kadar mücadele edin; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını buluverin ve (her konuda) adil (ve insaflı) hareket edin. Şüphesiz Allah, adil olanları sevmektedir.

Kendi hatasını ve nefsi hesaplarını masum insanları suçlayıp sataşarak kapatmaya çalışma ve üste çıkma durumunu Nisa Suresi 111 ve 112. ayetleri ne güzel açıklamaktadır:

111-Kim bir günah kazanırsa, o ancak kendi nefsi aleyhinde onu kazanmış demektir (kimse Allah’a zarar veremeyecektir.) Allah, (her şeyi hakkiyle) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

112- Kim bir hata (veya kasıtla) bir günah işler de (sonra) bunu bir suçsuz (insanın üzerine yıkıp iftira ederse), gerçekten o bir bühtanı ve apaçık bir günahı sırtına alıp yüklenmiştir.

Şimdi Necip Fazıl’ın Erbakan’a yönelik nefsi tavrı ve iftiraları tam da bu kapsamda iken, o gün susup kalanların vebali elbette çok ağırdır. Üstelik İmamı Gazali ve İmamı Şafii gibi zatlar, “Topluluk huzurunda aleni (basın-yayın yoluyla) masum insanlara yönelik iftira ve isnatların yine toplum huzurunda (yani basın-yayın yoluyla) yanıtlanmasını ve ancak böyle açık bir itiraf ve ilanla helallik alınmış olacağını” özellikle vurgulamışlardır.

İslam davasını ve onun şahs-ı manevisi olan Zatı yıpratacak, ona olan itimat ve itibarı zayıflatacak asılsız ve kasıtlı haber ve yorumları yazıp yayanları ve bunlara karşı gerekli ve yeterli yanıtları vermeyip gevşek davrananları, Ahzap Suresi 60 ve 61. ayetleri şöyle ikaz buyurmaktadır:

60- Yemin olsun ki, eğer münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde (ülkede yalan haber ve yanıltıcı yorum yazarak) kışkırtıcılık yapanlar (bu fesatlıklarından) vazgeçmeyecek olurlarsa, mutlaka Seni onların karşısına dikeriz (ve galip getiririz,) sonra seninle (pek az bir süre aynı ülkede) birlikte kalabilir (ve fesatlıklarını sürdürebilirler.)

61- (Ardından mutlaka) Lanete uğratılmış (ve hıyanetlerinin farkına varılmış)lar olarak öldürülüp kahru perişan edilirler.

Bu ayeti kerimelerde “Sen” zamiriyle öncelikle Efendimiz Aleyhisselam kastedilirken, kıyamete kadar ilgili ve bilgili tüm mü’minlerin de muhatap ve mesul tutulduğuna, Sn. Mahmut Toptaş Hoca herhalde karşı çıkmayacaktır.

Hz. Aiyşe validemiz rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Hz. Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin bu konulardaki tavrını şöyle aktarmışlardır:

“Resulüllah’ın en çok buğzedip kızdığı huy (kötü ahlak), bir kimsenin yalan söylemesi (başkaları hakkında haksız isnat ve iftiralara yönelmesi) idi. Öyle ki bir kişi, O’nun (SAV) yanında yalan söylerse (ve iftira ederse), o kimsenin derhal bu günahından pişman olup tövbe ettiğini (ve özür dilediğini) bilinceye kadar, kesinlikle O’nu(n durumunu) aklından çıkarmazdı (ve o kişiye şüphe ve nefretle bakardı).”[1]

Ve yine Hz Ebubekir Es-Sıddık Hz.lerinin rivayet ettiği malum ve meşhur bir hadisi şerifi de hatırlatmamız yararlı olacaktır:

“(Sözünüzde, işinizde ve niyetinizde) asla doğruluktan (ve doğru şahıslardan) ayrılmayınız. Çünkü doğruluk, iyilikle beraberdir. (Yani sahibini iyi amellere yöneltir.) doğruluk ve iyilik (sahibi) de, Cennettedir. Yalandan (ve yalancılardan) da sakınınız. Çünkü yalan ahlaksızlık – günahkârlık (fısku fücur davranışları) ile beraberdir. (Yani sahibini kötülüklere ve zulümlere sürükleyicidir.) yalancılık ve fitne-fücur sahibi de Cehennemdedir.”[2]

Muhterem Hocamıza dememiz şu ki; Nisa Suresi 143. ayetinin muhatabı olmamak için son derece dikkatli davranmalıdır. Hz. Ömer (RA) Efendimizin bile, münafıkların listesi kendisine bildirilen Sahabe’ye “Allah aşkına söyle, Ben de o listede var mıyım?” endişe ve hassasiyetini elbette bizlerin de taşıması ve Kur’an’ın terazisinde nefislerimizin tartılması lazımdır.

143- Münafıklar (kâfirlerle Müslümanlar) arasında bocalayıp yalpalayıp durmaktadırlar. Ne o tarafa (batıla tam bağlanırlar) ne de bu tarafa (İslam’a yaranırlar). Allah’ın (kötü niyetleri ve bozuk tıynetleri sebebiyle) şaşırttığı kimselere (çıkar bir yol) bulamazsın.

Kim Hak dava adamıymış, kim ajanmış, Allah ortaya döküyordu!

Geçmişte Fetullah Gülen ile birlikte hareket edip de sonra yollarını ayıranların yaptıkları açıklamalar bu örgütü yakından tanımamız açısından bir hayli yararlı olmaktadır! Bu açıklamalar Gülen’in rahmetli Erbakan’ı “bir ajan olarak göstermeye çalıştığını” ortaya koymaktadır! Rahmetli Erbakan’ı bir ajan olarak tanıtan ve kendisine bağlı olanların da buna inanmasını sağlayan Fetullah Gülen’in bugün içine düştüğü duruma ibretle bakmalıdır. Kim ajanmış, kim Hak dava adamıymış her şey ortaya çıkmıştır. Rahmetli Erbakan’ı ajan olarak tanımlayan kişinin kendisine bağlı olan kişilere kimlik kartı olarak 1 Dolar vermesi kimin gerçek ajan olduğunun çok açık bir ispatıdır.

Hatırlayınız Rahmetli Erbakan bu 1 Dolarla ilgili olarak ne diyordu? Doların Amerika’nın değil aslında Siyonizm’in parası olduğunu söylüyordu! Ve Doların Siyonizm’in kimlik kartı olduğunu ifade ediyordu! Şimdi ortaya çıkan tablo bizleri hayranlık, bazılarını şaşkınlık içinde bırakıyordu. Biri Doları Siyonizm’in sembolü olarak görüp gösteriyordu! Diğeri ise Doları kendine bağlı insanlara kimlik kartı olarak veriyordu! Sonra da Doları Siyonizm’in kimlik kartı olarak gösteren rahmetli Erbakan Hocayı ajan olarak tanımlıyordu! Allah ne büyüktü, kimsenin hakkı kimsede kalmıyordu! Haksızlık yapanlar daha bu dünyada rezil rüsva oluyordu! Takkeler düşüyor keller görünüyordu! Sırtlarını Siyonizm’e dayayarak başarılı olmaya çalışanlar elbette Siyonizm’e savaş açan insanları ajan olarak görüp göstermeye uğraşıyordu! Ve seçimlerden başarı ile çıkan Erbakan’ı dergilerine kapak yapanlar Gülen’den müthiş bir fırça yiyordu ve Feto Gülen, “Biz bu dergiyi Erbakan reklâmı için çıkarmıyoruz” diyerek yine Erbakan aleyhine beddualar ediyordu ve şimdi başta Rahmetli Erbakan Hocamız olmak üzere bütün mazlumların ahı çıkıyor ve gerçek ajanlar ortaya dökülüyordu!” diyen değerli Zeki Ceyhan vicdanlarımıza tercüman oluyordu!

Sağlığında uydurma RAPOR’lar hazırlayarak Aziz Erbakan’a iftira atıp saldıranların da, yine Rahmetli Hoca’yı ajanlıkla suçlayıp salyasını akıtan, ama şimdi Erdoğan’ın kerametlerini sayıp duran Kadir Mısıroğlu gibi marazlı takımının da gerçek ayarını ve amacını ortaya çıkaran Allah’a sonsuz şükür borcumuz vardır. Ne buyururlardı Aziz ve Asil insan, Rahmetli Erbakan Hocamız: “Siz her konuda ve her konumda, mutlaka hakkı ve hayırlı olanı konuşup yazınız. Zira o Hakk, hem kendisini kabul ettirip işinizi kolaylaştıracak, hem de sizi şereflendirip üste çıkaracaktır!”

Bu konuyu “böylesi durumlarda, yani masum insanların haksız ve alakasız isnatlara uğraması karşısında, Müslümanların tavrı ne olmalıdır?” sorusunun yanıtlarıyla toparlayalım.

Hakkı söylemeyen, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!

İmam Kuşeyri meşhur Risalesinde (s.62) “Yeri geldiğinde konuşup gerçekleri söylemek en güzel bir haslet olduğu gibi zamanında susmasını bilmek de erdemli insanların özelliğidir” dedikten sonra, Ebu Ali ed-Dekkak’dan şunları duyduğunu kaydeder: “Hakkı konuşmayan / haksızlık karşısında / suskun kalan dilsiz şeytandır” buyurmaktadır.

İbn Kayyim El Cezvi de el-Cevabu’l-vafi adlı eserinde (s.136) şöyle buyurmaktadır: “Batıl / yanlış şeyleri anlatıp insanları din adına aldatan, insan suretli şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.”

Halk arasında “Hakkı söylemeyen”den ziyade “Haksızlık karşısında susan…” ifadesi daha yaygındır.

Hadis olmasa da bu söz Hz. Peygamberimizin sünnetine ve hayat sistemine tamamen uygun bulunmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber “Hakkı söylemek” ve “Haksızlık, batıl, zulüm ve cahillik karşısında durmak” üzere görevlendirilmiştir ve İslamiyet, Hakkın Batıla karşı ve adaletin zulme karşı savaşıdır. Konuyu biraz daha açarsak; ‘Dili tutmak’, kendisini ilgilendirmedikçe ve gerekmedikçe konuşmamaktır. Zira dilin, gereksiz, ilgisiz şeyleri konuşmasına engel olmak, insanı birçok tehlikeden koruyacaktır. Evet ‘İnsanın selâmeti, dilini tutmaktadır’ denilmiştir. Ancak susmanın bir ölçüsü vardır ki o da İslam’ın temel ve genel kurallarıdır. Yerinde ve zamanında susmak, güzel bir şey olduğu gibi, yerinde ve zamanında konuşmak da önemli ve değerli meziyetlerin başındadır. Gerektiği zaman konuşmayan korkup susan kimse ise, bu büyük meziyetten yoksun bulunmaktadır. Doğruyu saklamak bir nevi yalan konuşmaktır, zulme karşı susmak zalime ortak olmaktır. Toplum arasında “Dilin kemiği yoktur” sözü bir hayli yaygındır. Bu düşünmeden sarf edilen sözlerin pek çok hata ve yanlış sonuç doğurabileceği anlamındadır. Çünkü akıllı insan her söylediğini düşünür ama her düşündüğünü söylemez. Dinimizin emri de bu doğrultudadır. Yine dinimizin emri hak olanı konuşup savunmaktan korkmamak, haksızlık, zulüm, adaletsizlik karşısında susmamak, imanın ve insanlığın gereği el ile, dil ile, kalp ile karşı koymaktır.

Hz. Peygamberimizin bu veya buna benzer sözleri muhakkak vardır; çünkü hayatını Hak’ka adamış ve ömür boyu batılla, zulümle, şirkle savaşmıştır. Fakat maalesef O’nun bu konudaki hadis veya rivayetleri ön plana çıkartılmamaktadır. En ufak bir meseleye ilişkin binlerce hadis ve hatta sünnet hatırlatan günümüz İslam âlimleri ne yazık ki; hak ve adalet konusunda İmam-ı Azam (Ebu Hanife) gibi rahatı ve hayatı pahasına haksızlığa karşı çıkma gayreti göstermek yerine Müslümanları pasifize edip durmuşlardır. Oysa adalet, hak ve eşitlik Kur’an’ın temel taşlarındandır ve Allah’ın kelamı ayetler batıl, zulüm ve şirkle sürekli mücadeleyi emir ve tavsiye buyurmaktadır. Her çeşit haksızlığa, zulme ve zulüm yapanlara karşı çıkmak, Kur’an’ın önemli buyruklarındandır. Özellikle Hakkı ve hayrı temsil eden insanlara yapılan haksızlıklar, iftiralar ayet ve hadislerde şiddetle kınanmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V) de “Kim bir kişinin zalim ve haksızlık yaptığını bilerek ona yardım etmek üzere aynı istikamette yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur” buyurup bizi uyarmaktadır.

Haksızlıklar karşısında iki taraflı oynamak ya da zulme şahit olduğunda susmak, engel olmaya çalışmamak da yine yapılan zulme rıza göstermektir ve ortak olmaktır. Zalimle birlikte yol tutmaktır, dolayısıyla İslam’a ve insanlığa aykırıdır.

İnsan zulmetse de kader adil davranmaktadır!

İnsan gaybı bilemez; karşılaştığı olayın yalnızca bir yönünü görür ve o yönüyle doğru bir değerlendirme yapmaya çalışır ve bazen yanılır. Allah’ın yarattığı kaderde, sebepler de, neticeler de şahit olunan süreç de çirkinlikten, eksiklikten, kusurlardan münezzeh ve müberradır. Bize düşen saklı hikmetlere göre değil, açık hükümlere göre tavır almaktır.

Peygamberimiz (S.A.V), “Allah, zâlime muhakkak ki mühlet verir de onu yakalayacağı zaman, göz açtırmadan aniden yakalar” sözlerinden sonra, şu ayeti okumuşlardır: “Onlar, zulüm işlemektelerken, ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman… Rabbinin yakalaması işte böyledir. Gerçekten O’nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir.”[3]

Burada aklımıza şöyle bir soru takılmaktadır: Allah, haksızlıklara karşı durmamızı isterken, diğer taraftan insanlardaki haklarımızdan bağışlama ile vazgeçmemizi neden tavsiye buyurmaktadır? Çünkü birincisi umumi toplum düzeni ve haksızlıkların önlenmesi ile alakalıdır. İkincisi ise bir fazilet ve fedakârlıktır. Kur’an müm’inleri tarif ederken, “… Onlar bollukta da, darlıkta da infak edenler öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile vazgeçenlerdir” (Al-i İmran:134) ayetiylemerhametli ve hoşgörülü olmanın Allah katında beğenilen üstün ahlak özellikleri olduğunu hatırlatır. Ancak başkalarına iftira hatasında direnen, dahası zulmünü kahramanlık zanneden bir insana sevgi ve saygı duyulmaz; yaptığı haksızlığa, zulme karşı çıkılır. Kur’an ahlâkını yaşamaya çalışan, insanlık onuru taşıyan her insan böyle davranmalıdır.

İftiralar karşısında Müslümanların tavrı

Her dönemde Allah’ın Elçileri ve Hakk dava önderleri, Allah’ın sevdiği kendilerinden razı olduğunu haber verdiği ve cennetle müjdelediği mübarek kullardır. Öyle ise, Yüce Allah’ın rızasını ve yakınlığını kazanmak isteyen her mü’minin, onlara benzer bir ahlak ve davranış tarzı içinde olması lazımdır. Nitekim bir ayette “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır”[4] buyurulmaktadır.

İmansız veya imanı zayıf insanlar için iftiraya uğramak adeta bir yıkımdır. Özellikle, Allah’ın elçilerine atılan iftiraları düşünürsek, bunlardan herhangi biriyle karşılaşan imansız veya zayıf imanlı birinin bütün hayatı altüst olacaktır. Örneğin, böyle bir kişi iffetsizlikle ilgili bir iftiraya maruz kalsa veya yapmadığı halde hırsızlıkla suçlansa, bundan dolayı şiddetli bir sarsıntıya uğrayacaktır. Cahiliye anlayışı içinde kendi deyimleriyle “hayata küsecek, bunalıma girecek, ye’se düşecek ve hayatından bezecek kadar yıkılacaktır “. Hatta en ufak bir iftira ile karşılaşsa dahi hemen ümitsizliğe kapılacaktır. Çok sayıda iftiraya maruz kalması ise bu kişiyi oldukça büyük bir ruhi çöküntüye uğratacaktır. “Bu iftiraların hangi birinden temize çıkacağım” veya “milyonlarca insan bunları böyle öğrendi, bunların doğrusunu insanlara nasıl tek tek anlatacağım” diye kaygı duyacak umutları kararacaktır. Haklılığı ortaya çıksa bile, toplumda “çamur at izi kalsın” mantığının işlediğini, insanlar tarafından hep bu iftiralarla anılacağını düşünerek paniğe kapılacaktır.

Oysa gerek iman ve tevekkül sahibi insanların durumu ise tamamen bu mantıktaki kişilerden farklıdır. Salih Müslümanlar ne ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, yukarıda bahsettiğimiz türde akılsızca tavırlardan sakınacaktır. Gerçek iman ile oluşan tevekküle ve Allah’ın insanlar için yarattığı kadere olan teslimiyete sahip bir Müslüman ile, Kur’an’a göre yaşamayan insanların arasındaki tavır farklılığı özellikle böyle zorluk zamanlarında ortaya çıkmaktadır. Mü’minler kendilerine bir iftira atıldığında, Allah’ın kendilerini bununla denediğini ve imtihana tabi tutulduklarını, sabır göstererek tevekkül ederlerse Allah’ın kendilerinden razı olacağını ve kendilerini bu iftiradan temizleyip kurtaracağını bilerek ve aşırı telaş göstermeyerek davranmaktadır. Çünkü Kur’an’a inanan ve uyan insanlar, her şeyden önce tüm olayların Allah’ın bilgisi ve kontrolü altında oluştuğuna ve her olayı Allah’ın kendileri için en güzel ve en hayırlı şekilde sonuçlanmak üzere yarattığına kesin bir bilgiyle iman etmenin huzurunu yaşayacaktır.

Müminlere atılan iftiralar daha dünyada bile lehlerine dönmüş olacaktır!

Müminlere atılan iftiraların, ahiret kazancının yanında, dünya hayatında Müslümanlara getireceği hayırlar da vardır. Evet Hz. Yusuf’a atılan iftiranın sonucu buna güzel bir örnek oluşturmaktadır. Hatırlayınız Hz. Yusuf kendisine atılan iftira sonucunda, hiçbir suçu olmamasına rağmen hapse atılmış ve yıllarca zindanda kalmıştır. Orada kaldığı süre boyunca yanındakilere Allah’ın varlığını anlatarak tebliğ yapma imkânı kazanmıştır. Kaderinde belirlenmiş olan süreyi hapishanede imtihan olarak geçirmiş olan Hz. Yusuf’un güvenilir ve dürüst durumu ve rüya yorumu ilmine sahip olduğu, zindan arkadaşı aracılığı ile hükümdarın kulağına ulaşmıştır. Bunun üzerine hükümdarın, Hz. Yusuf’u huzuruna getirttiği ve gördüğü bir rüyayı yorumlamasını istediği Kur’an’da anlatılmaktadır. Hz. Yusuf, bundan önce kendisine atılan iftiradan tamamen aklanmak istediğini arzulamış ve kendisine iftira atan kadın ve çevresindekilerden işin aslının sorulmasını hatırlatmıştır. Hükümdar tarafından yaptırılan bu soruşturma sonucunda ise Hz. Yusuf’un tamamen suçsuz olduğu anlaşılmış ve üzerindeki tüm şaibeler de kalkmıştır. Bu olaylar neticesinde Hz. Yusuf Mısır’da çok etkin ve yetkin bir makama atanmıştır.

İftiraya maruz kalan mü’minlere karşı Hüsn-ü Zann’da bulunmak, iftira atanlara ise mert ve net tavır almak imanın ve insanlığın icabıdır!

Kur’an’da Müslümanlara daima birbirlerine destekçi olmaları emredilmiş bulunmaktadır:

“İnkâr edenler (ve münafık kimseler) birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.”[5]

O halde bir Müslüman’ın yapması gereken, iman eden bir kişi hakkında kötü bir haber duyduğunda öncelikle o işin aslını araştırmak olmalıdır. Eğer iftiraya uğrayan kişinin iman ehli olan, Allah’tan korkan, Kur’an’a uyan bir insan olduğu biliniyorsa, bu durumda hemen tarih boyunca Müslümanlara atılan ithamları hatırlayarak, bu iftiraya uğramış mümine hüsn-ü zann etmek şarttır. Elbette:

“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. Allah’ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir.”[6]

Ayetlerinde bildirildiği gibi, elbette sonunda Allah inkârcıların hileli düzenlerini bozacak, Hz. Yusuf’ta ve diğer örneklerde olduğu gibi, müminlere güzel ve şerefli bir akıbet yaşatacaktır. Ancak, inkârcıların düzenleri bozulana kadar, tüm Müslümanların birbirlerine destek vermekle, iftiraya uğrayan mü’min kardeşlerine hüsn-ü zann etmekle, yani onlara peşinen güvenmek ve desteklemekle yükümlü oldukları da unutulmamalıdır. Burada hatırlatmamız gereken bir gerçek daha vardır: Özellikle vefat etmiş, yani kendisini savunamaz hale gelmiş mü’min ve müstakim zatlara yönelik haksız itham ve iftiralara gerekli cevapları yazmak ve konuşmak ise daha bir önem kazanmaktadır.

Ve tabi, Muhterem Mahmut Toptaş Hoca “Erbakan’ın kim olduğunu anlamak isteyenler, Necip Fazıl’ın Rapor’larını okusunlar” gibi bir yönlendirme niyeti asla taşımamıştır. Ancak, böyle bir aktarım yaparken, o Rapor’lardaki ithamların hepsinin birer iftira olduğunu özellikle hatırlatması lazımdı. Onun mü’minliğine ve âlimliğine bu yakışırdı; aksi halde bir “anı” nakledeyim derken, müstesna bir şahsiyeti töhmet altına sokmuş olacaktı.

Selam ve saygılarımla

 


[1] (Not: Bu hadisi şerifin isnadı sahihtir. Ahmed b. Hambel, Müsned (6/152)de ve yine Hakim, Müstedrek (4/98)de kayıtlıdır. Ayrıca Nureddin El Heysemi bu hadisi Sahih-i İbni Hibban’ına almıştır.)

[2] (İbni Mace Sünen (3849), Nesai (882) noda kayıtlıdır.)

[3] (Hûd Suresi, 102) (Buhâri, Müslim, Birr)

[4] (Ahzab Suresi, 21)

[5] (Enfal Suresi, 73)

[6] (İbrahim Suresi, 46-47)

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Yörük Ali Efe

Cahil olmak ne güzel şey, her şeyi biliyorsun!
[quote name=”Bekir Karlik”]Sayın Hüseyin Akgül
Yukarıdaki yazınızdan, Mahmut hocanın yazısını anlamadığın veya anlayıp kasıtlı çarpıttığın manası çıkıyor. Ben iyimser olarak birincisini kabul edip yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için hocanın o yazısının tamamına ait linki veriyorum.
https://www.milligazete.com.tr/makale/846630/mahmut-toptas/kusmeyin-susun-veya-uc-gunlugune-kusun
Okunduğunda sizin dediğinşiz gibi ajan suçlaması, çarpıtma, iftira vs olmadığını herkes görür.
selamlar[/quote]

Bekir bey yorumunuzu okudum da nasıl düzelteceğiz bilemiyorum…

Öncelikle okumayan sizsiniz, zira yazarımzın adı Hüseyin değil Abdullah,

Anlamayan da sizsiniz, zira ajanlıkla itham edilen Erbakan Hocamızdır, Ajan diye iftira eden ise zamanında Fetullah Gülen ve avanesidir..

Ayrıca bu iftiraları atanlara da kim gerçek ajanmış diyen ise yazarımız Zeki Ceyhandır…

Yazıda ise yazılanlada daha dikkat edilmesi ve bir örnek verirken kişilerin yanlış anlayabileceğini hesap ederek, meseleyi tam bilmeyenler için yanlış yönlendirilme yapılmaması hakkında yazarın uyarılması idi kaldı ki yazının en başında yazardan da övgü ve takdirle bahsedilerek tenkidin ve hatırlatmanın iyi niyet ve hayır umarak yapıldığı aşikardı…

Bu yanlış anlayabilenlerin de olabileceği konusunda da ne kadar haklı oldukları zaten şuan görülmüştür(!?)

Şimdi kalkıp ahkam keseceksin ama hiç okumadan ve anlamadan ortaya laf atacaksın…

Cahil olmak ne güzel şey, her şeyi biliyorsun!

Neyse, zamanın birinde alimler meclisinde densizlik edip ahkam kesip hava atayım da bana da alim desinler diyerekten ortaya atılmış ve “kurban” mevzuunu anlatıyormuş:
“Çocuğu olmayan hazreti Davut,
Allah’a dua etmiş, ‘Ya Rabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim’ demiş.
Duası kabul görmüş ve Hz. Davut,
kızının adını Ayşe koymuş,
gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş,
Hazreti Davut kızını yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken,
Azrail, gökten bir keçiyle çıkagelmiş,
‘Kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş”! dinleyenlerden biri dayanamamış:

“Yahu bunun neresini düzelteyim;
Hz. Davut değil Hz. İbrahim;
kız değil erkek;
Ayşe değil İsmail;
Azrail değil Cebrail;
keçi değil, koç”!

Hal böyle iken biz senin yazdıklarının neresini düzeltelim??

Okumayan, okusa da anlamayan, anlamadan da ahkam kesen sizsiniz…

Siz iyisi mi her iki yazıyı da anlayana kadar okuyun…

Bekir Karlik

anlamamışsın
Sayın Hüseyin Akgül
Yukarıdaki yazınızdan, Mahmut hocanın yazısını anlamadığın veya anlayıp kasıtlı çarpıttığın manası çıkıyor. Ben iyimser olarak birincisini kabul edip yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için hocanın o yazısının tamamına ait linki veriyorum.
https://www.milligazete.com.tr/makale/846630/mahmut-toptas/kusmeyin-susun-veya-uc-gunlugune-kusun
Okunduğunda sizin dediğinşiz gibi ajan suçlaması, çarpıtma, iftira vs olmadığını herkes görür.
selamlar

Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx