YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660649ee6b17d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9858
Dün : 16551
Bu ay : 405066
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731016
IP'niz : 3.235.186.149

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Rus bilim adamı Igor Panarin: “ABD yakında çökecek!” diyordu.

Rus bilim adamı Igor Panarin, “ABD Devlet Başkanı Barack Obama’nın bu sene sıkıyönetim ilan edeceği, ABD’nin 2011’den önce 6 parçaya bölüneceği, Rusya ve Çin de yeni bir dünya düzenine geçileceği” öngörülerinde bulunuyordu. Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın diplomat yetiştiren okulunun dekanı olan Panarin, sık sık devlet televizyonlarına çıkarak yorumlar yapıyordu. Onun öngörüleri, Kremlin liderlerinin Amerikan karşıtı görüşleriyle de uyuşuyordu.

Öğrenciler, profesörler ve diplomatlara hitaben yaptığı konuşmada, “ABD’nin 2010’a kadar çökmesi kuvvetle muhtemeldir” diyen Panarin, Rusya Federal Uzay Teşkilatı’nın eski sözcüsü ve eski KGB analisti olarak biliniyordu.

Panarin, öngörüleriyle ilgili olarak somut dayanaklar ortaya atmazken daha çok gazete, dergi ve umuma açık kaynaklardan aktarmalar yaparak dünyanın en büyük ekonomiye sahip ülkesi ABD’nin çökeceğini 10 senedir tahmin ettiğini fakat ABD’deki son ekonomik kriz ve bazı “sosyal ve kültürel olguların” çöküş tarihi konusunda kendisini daha net ifadeler kullanmaya sevk ettiğini söylüyordu. ABD’nin 6 özerk bölgeye ayrılacağı ve Alaska’nın da Rus kontrolüne geçeceği iddiasında bulunan Panarin, ABD’nin ahlaki açıdan da çöküş içinde olduğunu; ülkede eşcinsellerin sayısında büyük artış olması, hapishanelerde çok sayıda tutuklunun olması ve okullarda meydana gelen silahlı saldırıların hep bu ahlaki çöküşün göstergeleri olduğunu dile getiriyordu. “Geçtiğimiz günlerde oradaydım. Durum hiç de iyi değil. Meydana gelen, Amerikan rüyasının çöktüğüdür” diyen Panarin, Rusya ve Çin’in küresel ekonomik krizden kuvvetlenerek çıkacakları, iş birliği yapacakları ve hatta Amerikan dolarının yerine yeni bir para birimi bile oluşturabilecekleri tahminlerinde bulunuyordu.

Milli Görüş Lideri ve 54. T.C. Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın “Adil Düzen Projelerini” önemsediği ve ciddiyetle takip ettiği söylenen Prof. Igor Panarin, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyasıyla barış ve dayanışma içinde olunması gerektiğini sıkça vurguluyordu.

Amerika Bolşevik Devletleri can çekişiyordu!

Amerika’daki büyük Yahudi firmaları, bir bir iflas edip, kapısına kilit asmaktaydı. 1908 yılında kurulan ve yirminci yüzyıla damgasını vuran General Motor da iflas edip Yahudilerin elinden çıkmıştı. ABD Hükümeti 30 milyar dolar vererek General Motor’u İflas Koruma Programına almıştı. Böylelikle GM’un hisselerinin en az yüzde 60’ına Amerikan Hükümeti sahip olacaktı. Bu ABD imalat tarihinin en büyük iflasıydı.

ABD’nin devletleştirdiği diğer şirketlere baktığımızda, başka sanayi devleri de vardı. Örneğin sigorta devi AIG. 1919 yılında kurulmuştu. Lehman Brothers battıktan sonra AIG’nin de batmasını göze alamayan Amerikan Hükümeti, AIG’yi devletleştirmek zorunda kaldı. Merrill Lynch, IndyMac Bank, Fannie Mae ve Freddie Mac vb gibi daha birçok dev çöküp yıkılmıştı.

Amerikan devleti ekonomiye direk müdahale ediyor, şirketleri satın alıyordu. Mecburen merkezi planlamalar yapıyor, bu yüzden de Obama yönetimi birçokları tarafından Sosyalist politikalar güttüğü gerekçesi ile eleştiriliyordu. Halkın yüzde 60’dan fazlası ise, devletin ekonomiye müdahalesinden medet bekliyordu. Amerikan Merkez Bankası FED’in başkanı Bernanke de sürekli uyarıyor; her yaptığınızı finanse (monatize) etmeyeceğiz diyordu.

 

Bize bu zamana kadar piyasa ekonomisini kutsal bir sistem gibi vaaz edenler, pragmatik olarak işlerine geleni yapmaktan çekinmiyordu. “Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı” gibi bir tavırla, kapitalist leş kargaları canını kurtarma derdine düşüyordu. Adeta bir Ekonomik Nuh Tufanı karşısında herkes kendisine uygun gemi yapma telaşına düşmüş görünüyordu.

Recep T. Erdoğan da yeni yatırım ve istihdamı teşvik programı açıklıyor, bu programın birçok malum şirketin ihtiyaçlarını karşılamak için sömürü sektörleriyle işbirliği içerisinde hazırlandığı anlaşılıyordu.

Oysa, bize lazım olan; uzun vadeli, milli ve sürdürülebilir bir sistemin ortaya konulmasıdır. Diğer bir ifade ile, bizim kendi sistemimizi ortaya koymamız gerekiyordu. Bunun tek adresinin de Adil Ekonomik Sistem olduğunu ilim ve iz’an sahibi herkes biliyordu.

Fetullah Gülen’e:

“İnsanlık gemisinin kaptanlığına layık ve muvafık millet Amerika’dır. Ve daha uzun yıllar bu makamda kalacaktır” şeklinde; değil şuurlu bir Müslüman’ın, hatta gayrimüslim onurlu bir insanın bile söylemekten sıkılacağı sözleri sarf ettiren,  ABD’nin görünen gücü ve hakimiyeti, ve Allah’ın va’dine ve kudretine olan iman zafiyetidir.

Ahmet Akgündüz ve Suat Yıldırım gibi prof. etiketli ama kof zihniyetli bir sürü insan, Siyonist Yahudi güdümlü Amerikan emperyalizmin cinayetlerine, mazeret ve meşruiyet uydura dursunlar… ADL gibi küresel mafyaların kiralık maşası Fetullah Gülenin hıyanetlerine hikmet ve mazeret hazırlamakla uğraşsınlar; tapındıkları ABD tanrılarının tepetaklak yıkılacağı günler uzak değildir. Ve yine deccalist terör şebekesi Siyonist İsrail’inde; Kur’an’ın haber verdiği acı ve alçaltıcı akıbetine doğru gidilmektedir.

“Dünyada bir hür kapitalist kutup (Amerika ve ortakları), bir de zorba komünist kutup (Rusya ve yandaşları) vardır. Komünizme karşı kapitalizm, ehveni şer sayılır ve tercih olunmalıdır” safsatasıyla, siyonizmin üst ve alt çenesinden birine yem olmayı yegâne kurtuluş diye yutturmaya çalışan ve gizli bir nifak ve inkârla, Kuranın adalet ve asalet nizamını ve bir buçuk milyarlık İslam dünyasını yok sayan zavallı kafaların dank edeceği, mutlu ve kutlu bir değişim gelecektir.

Din, böylelerin kutsi amacı ve temel dayanağı değil; sadece istismar aracı ve geçim kaynağı yerindedir. Zahiri dindarlıkları ve takvaları sadece gösteriştir ve dünyaya yöneliktir. İslam, böylelerin ussül esası değil, aksesuarı gibidir. Bunların motor ve elektronik aksam batıl ve batılı, ama kaportası yerli ve yeşil boyalı bir arabaya benzemektedir. Allah ve Peygamber sevgileri sözdedir ve sahtedir. Çünkü:

“Allah’a ve Ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavim (ve kesim) bulamazsın ki; Allah’a ve Resulüne başkaldıran (Ayet ve hadislere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere savaş açan) kimselerle bir sevgi ve işbirliği bağı kurmuş olsunlar;

Bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları, ister çocukları, ister kardeşleri (veya tarikat-cemaat ihvanı); isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun… (Yine de asla onlara destek çıkmaz ve saygı duymazlar)

İşte bu (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları kendinden (ilahi izzet ve inayetinden) bir ruh ile desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. Allah, onlardan razıdır, Onlarda O’ndan razı olmuşlardır.

İşte bunlar, Allah’ın hizbi (partisi ve fırkası)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin)ki; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah’a ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahrette cennet ve saadete kavuşacak)lardır.”[1] Ayetinde çok net ve kesin olarak bu durum bildirilmektedir.

Şimdi, bütün dünyanın gözü önünde “Yeni bir Haçlı seferi başlatıyoruz” diyerek, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Afrika’da; PKK, Hizbullah, Ergenekon ve Gladyo eliyle Anadolu’muzda milyonlarca masum Müslüman’ı ve mazlum insanı vahşice katleden, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi ve alın terimizi insafsızca sömüren ABD ve AB’ye ve Kur’an’ın lanetlediği İsrail’e övgüler düzen ve zulümlerine bahane üreten Fetulah Gülen ve yandaşlarının ve giderek akrepleşen AKP iktidarını “hoş gören” hoşaf tiplerin; bunların sinsi yüzünü ve kirli özünü deşifre ettiğimiz için bizleri hoş görmemeleri ise, bilgi kirliliğinin ve feraset fakirliğinin hangi boyutlara ulaştığının bir göstergesidir.

Amerikan Ulusal İstihbarat Konseyi raporuna göre: ABD hâkimiyeti sona eriyordu

ABD istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Konseyi, varolan ekonomik krizin ulaşacağı boyutları da değerlendiren, “Küresel Eğilimler: 2025” başlıklı bir analiz hazırladı. ABD istihbarat örgütlerinin uzmanlarının küresel düzeydeki araştırmalarının ve ABD istihbarat analistlerinin belirlediği eğilimlerin yansıtıldığı raporda, gelecek 20 yılda ABD’nin hâkimiyetinin sona ereceği, dünyada “tehlikelerin üreyeceği” ve gıda ile su kıtlaşırken, silahın bollaşacağı öngörüsü yer aldı. Raporda, gelecek 20 yılın “risklerle dolu olacağı” açıklanmıştı.

Yayım zamanı olarak, seçilmiş başkan Barack Obama’nın görevi devralmasının öncesinin tercih edildiği raporda, varolan küresel mali krize de değinilerek, “Wall Street’te başlayan kriz, küresel ekonomide dengelerin değişerek yeni dengelerin oluşması yolunda bir başlangıç” saptaması yapıldı. Raporda, bugün dünyanın lider para birimi olan ABD Doları’nın da zayıflayacağı ve doların, “eşitler arasında birinci” durumuna geleceği vurgulanmış.

Bu raporda, her 5 yılda bir hazırlanan önceki raporlara göre, ABD’nin dünyadaki statüsünün geleceği açısından “çok daha karamsar” bir tablo ortaya çıkmıştı.

“Türkiye güçlenecek” uyarısı yapılıyordu

Raporda, Çin ve Hindistan’ın muhtemelen ABD ile birlikte çok kutuplu bir dünyada lider pozisyonlarda ve nüfuz mücadelesi içinde olacağı, Rusya’nın “potansiyelinin daha belirsiz kaldığı”, fakat “Türkiye, İran ve Endonezya’nın güçleneceklerinin anlaşıldığı” yer almıştı. Raporda, “Ortadoğu dışında bulunan, Arap olmayan Müslüman ülkeler olarak Türkiye ve Endonezya’nın jeopolitik yükselişinin gözleneceği”, “İran’ın dine dayalı yönetimden ayrılabilmesi durumunda yenidünya düzeninde merkezi bir oyuncu durumuna gelebileceği” hatırlatılmıştı.

G-8’in genişletilmesi öneriliyordu

Gelişmiş ülkelerin oluşturduğu G-8 grubunun, küresel sorunlarla daha iyi baş etmek için, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yeni üyelerle genişletilmesi gerektiği belirtmişti.

AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana, ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Madeleine Albright ve eski Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn’un da katıldığı Washington’daki bir toplantıda, G-8’in artık hükmünün kalmadığı görüşüne yer verilmişti.

Toplantıda, Küresel Emniyetsizliği Yönetme Projesi grubu, G-8 ve BM Güvenlik Konseyi gibi önemli uluslararası kurumların yönetim ve yetkilerinin, değişen bir dünyanın dinamik tehditlerine ayak uyduramadığı dile getirilmişti.

Brookings İnstitution adlı düşünce kuruluşuyla New York ve Stanford üniversitelerinin araştırma merkezlerince oluşturulan grup, “geleneksel güçler, yeni ortaya çıkan güçlerle müzakere masasına oturmadığı sürece, ekonomik istikrasızlıktan iklim değişimine kadar pek çok meseleye kalıcı çözüm bulunamayacağını” hatırlatarak; İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya ve ABD’den oluşan G-8’in, Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika ve Güney Afrika’yı da kapsayacak şekilde genişletilmesi tavsiye edildi. Raporda, Endonezya, Türkiye, Mısır veya Nijerya’nın da katılmasıyla bir G-16 grubu oluşturulabileceği kaydedilmişti.

Habere göre, Amerikan yönetimi Suudi Arabistan’dan 120 milyar, Birleşik Arap Emirlikleri’nden 70, Katar’dan 60 ve Kuveyt’ten de 40 milyar dolar istemişti. Amerikan yönetimi eylül ayından itibaren, ABD başta olmak üzere tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizden kurtulmak ve durgunluğa düşmemek için Körfez ülkelerinin kapısına gitmişti. Gazete, Körfez’den alınacak paraların otomotiv, bankalar ve küresel krizden etkilenen diğer sektörlere aktarılacağını belirtmişti. Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı (OPEC) üyesi dört ülke günlük 14 milyon varil petrol üretiyor ve dünya ihtiyacının da yaklaşık altıda birini karşılıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband Körfez ülkelerine yaptığı ziyarette, Uluslararası Para Fonu (IMF) için yardım istemişti. Miliband, 250 milyar dolarlık kaynağı bulunan IMF’nin dünyada krizle yüz yüze kalan ülkelerin yardımına koşacağını, ancak bu paranın ülkeleri krizden çıkarmaya yetmeyeceğini söylemişti. Uzmanlar petrol fiyatlarının 50 doların altına düşmesinin başta Körfez ülkeleri olmak üzere petrol ihraç eden ülkelerde panik meydana getirebileceğini, tüm ülkelerin bütçelerini en az 50 doları baz alarak yaptığını ifade etmişti. Dünyanın en büyük petrol ihraç eden ülkesi Suudi Arabistan, yıllarca bütçesini denkleştirmekle uğraşmış, ancak son iki yılda petrol fiyatlarında görülen iyileşmelerle düzlüğe çıkabilmişti.

Prof. Dr. Mithat Baydur’un “Küreselleşme, kümeleşme ve kütleselleşme” başlıklı yazısı oldukça önemli ve gerçekçi tespitler içeriyordu:

Sosyal bilimlerde ve özellikle siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplini düzleminde 1990’lar ve 2000’ler dünyasında yazılan makalelerin neredeyse yüzde sekseni, “küreselleşme” olgusundan söz etmekte, yaşanılanların ve yazılanların belki de phenomenal (görüngüsel) dünyaya tekabül etmeyeceği ve bu sebeple de eksik ya da yanlış olabileceği kanaati egemendi.

“Küreselleşme”nin önemli birkaç boyutuyla yaşadığı doğruydu. İnsanlar, telekomünikasyon sistemindeki baş döndürücü gelişmeler aracılığıyla, artık tüm dünya ile iletişim kurabiliyor, dünyanın her köşesindeki gelişmelerden anında haberdar oluyordu.

“Bilgi”ye erişim, salt siyasal elitin, ya da entelektüel bir zümrenin kendi iç dinamikleriyle oluşturduğu bir çabanın, ayrıcalıklı ve zor erişilebilir bir konumu olmaktan çıkıyordu.

Bu yönüyle, zaman ve mekân koordinatlarının farklı algılanabilir olmasından kaynaklanan yeni evre, özellikle 20. yüzyılda “hız”ın ivmesinin artmış olmasıyla, dünya gerçekten küçülüyordu.

Küçülen dünyada da, ev sahipliği ve ortak kullanımın, farklı bir konseptte değerlendirilmeye başlandığında aynı dönemin çarpıcı bir tezahürüdür. Örneğin, küçülen dünyanın, ya da yaygın deyişiyle, “Global köy” ün doğal zenginlikleri, o zenginlikleri kendi sınırları içinde tutan ülkelerin egemenliklerine ve tutumlarına bırakılamıyordu.

Bir başka deyişle, Brezilya’nın yağmur ormanları, salt Brezilya’nın değil, tüm dünyanın malı olarak değerlendiriliyordu.

Küreselleşmenin, “küçültürken, denetlemeyi ve gözetlemeyi de etkin kılan” yapısı hemen kendini gösteriyor ve örneğin, “silahlanma” alanında, ülkelerin dünyayı tehdit edecek, başıboş ve dizginlenemez bir eksene kaymaması düşüncesiyle, ülkelerin silah üretimi ve bunların kullanımı küreselleşmenin başat aktörlerinin –Siyonist merkezlerin- kontrolünü getiriyordu. Özellikle, nükleer silah üretiminde Kuzey Kore ve İran’ın etkin bir denetim ve yaptırıma maruz bırakılma çabaları, yine bu dönemin, ya da küreselleşmenin farklı bir boyutunun tipik tezahürleri şeklinde okunuyordu.

Ancak, küresel dünyanın, bu küçülmüş haliyle tezat teşkil edecek biçimde, devasa büyüyen finans dünyasıyla ortaya çıkması da, 20.yüzyılın son çeyrek diliminin en büyük paradokslarından birini oluşturuyordu

Küreselleşmenin en çok tartışıldığı eksen, küreselleşmenin getirdiği benzeşen dünyada, milliyetçi yapılanmaların ne ölçüde aşınacağı sorusuydu.

Zira, ulus-devletlerin artık denetleyemeyeceği alanların ortaya çıkması, (finans, çevre, bilgi, v.s gibi) doğal olarak ulus-devletin manevra alanlarını da tartışma platformuna sürüklüyordu.

Ancak, giderek yaşam biçimlerinde, finansal enstrümanlarda, toplumun; değer, kriter ve norm gibi algılamalarında, küreselleşmenin zorlayıcı etkisi, karşı tepkiyi de doğuruyor ve “globalization”a, senkronik biçimde, Bauman’ın deyişiyle “Glocalization”, yani küresel boyutta cereyan eden bir “yerelleşme” eğilimi ortaya çıkıyordu.

 Küreselleşmenin inkâr edilemez bir olgu sayılması kadar, yaratabileceği tehlikelerin, birçok argümanlara yine bu dönemlerde (1990-2007) konu olduğu da, inkâr edilemez bir durumdu.

Özellikle, küreselleşme dinamiklerinin, finans dünyasında oluşturduğu; sofistike yapı, kurgusal (fictionary) enstrümanlar, sermaye hareketliliğinin denetlenemez karakteri (Örneğin; carry-trade) ve bunlara bağlı olarak şişik bir balon halini alması, şimdilerde salt bir krizin ötesinde, farklı bir paradigma değişikliğinin eşiğinde olup olmadığımızın tartışıldığı bir alana doğru bizleri sürüklüyordu. Oysa, çok değil tam da küreselleşmenin ilk telaffuz edildiği dönemlerde, farklı ses ve yorumlarda kendini göstermeye çalışıyordu.

Küreselleşmenin büyüleyici boyutları ve ezici gücü, bu konuda yazan herkesi, neredeyse, tek bir dünya sistemi konusunda da fikirler üretmeye zorluyordu.

Şimdilerde yaşananlar; bilgi, bilişim teknolojileri, çevre ve küresel iklim ve silahlanma konseptleri üzerinde inkâr edilemez bir küreselleşme olgusunun var olduğu kadar, finansal boyutta sürüklenen yapay bir dünyanın Siyonist sömürü çarkına karşı, yeni arayış ve oluşumların adeta sancıları olarak algılanmalıdır. Görüngüsel (phenemonal) bir dünyadan, olgusal (factual) bir dünyaya taraf dönerken,  “doğru ve yararlı” diye dayatılan pek çok şeyin yeniden sorgulanacağı ve büyük olasılıkla; farklı bir paradigmaya yol açaçağı yepyeni bir döneme ve Adil bir Düzene yaklaşılmaktadır.

ABD’nin morgage enstrümanının 10 trilyon dolara ulaştığı ve sürekli gelen taleplerle, her bir konutun, salt taleplerden dolayı, neredeyse saat başı fiyatının arttığı ve artan fiyatlara paralel olarak, yepyeni ipotek kredileriyle şişen piyasada da, saadet zinciri koptuğunda tüm bir piyasa iskambilden bir kule gibi devriliyordu. İyimser olanlar, ABD’nin bol dolarlı müdahalesiyle krizin üstesinden gelebileceğini sanıyordu. Oysa, çarpık ilişkinin çok derinlere inmiş ve türev alanlara sirayet etmiş olmasıyla, krizin, global ölçekte sistemi etkileyeceği ve büyük değişimleri tetikleyeceği unutuluyordu.

Görünen o ki, sistem artık değişecek, yepyeni kurumlar, yepyeni yapılar ortaya çıkacak ve “küreselleşme” “ulus-devlet” gerilimindeki ulus-devlet modelleri, başkalaşıp manevra alanını güçlendirip kafasını yukarı doğru kaldıracak.

Belki de, erken bir öngörü (prediction) olacak, ama ifade etmeliyiz ki, değişecek alanlardan birisi de, “karşılıklı bağımlılık” (interdependence) konsepti olacak.

Zira, anormal büyüyerek şişen finans sektöründeki patlayan balonların boşluğunu dolduracak finanssal yama, ABD dışından getirilmeye çalışılacak.

Komünist Çin’den gelecek, Japonya’dan, Güney Kore’den, Körfez ülkelerinden, Rusya ve Avrupa’dan gelecek. Şimdiye kadar Çin, ABD’den kazanıyor, ABD de Çin’den kazanıyordu. Aslında, karşılıklı bağımlılık ilkesi pek güzel işliyordu. Devasa ABD, neredeyse tahıl ve uçak imalatı arasındaki tüm endüstriyi, Çin’e ihale etmiş, kendisi finans ve hizmet sektöründe yoğunlaşmış, oyuncaktan, tekstil ürünlerine kadar her şeyini ürettiriyor ve Çin’in elindeki biriken parayı da, ABD hazine bonosu satarak geri alıyordu.

Ancak, alacaklının, borçlunun ölmemesi için çaba göstermesi gibi, ABD dışındaki ülkeler bu operasyona da katılıp, hastayı ayağa kaldırmayı deneyecek ve bundan böyle sistem eskisi gibi olmayacaktır.

Yeni model, içtenlikle katıldığımız şu önlemleri hayata geçirecektir: uluslararası finans piyasalarından sağlanan fonların tüketime harcanması önlenecektir; ülke düzeyinde, üretimle tüketim arasında, tüketim lehine bozulan denge, yeni halkın ürettiğinden fazla tüketmesi engellenecek; iç tasarruflar arttırılacak; ekonominin borçlanması yerine, yabancı fonlar devletin borçlanmasında kullanılacaktır.

Bu itibarla, Global ölçekteki güç gösterisinde bulunan, denetleyebileceği finansal gücüyle, siyasal güç de elde etmek isteyen küresel sermayenin şimdilik mevzilerini kaybettiğini ve elde edemeyeceği siyasal güçten dolayı, güç, yine silah teknolojisi ve askeri eksende determinant faktör olarak kalacaktır.

Sonuç olarak, 1990-2008 arası, yirminci yüzyılın son çeyreğinde, küreselleşme olgusunu bireysel, toplumsal ve ulusal hayatımıza adeta dokuduk. Bazen, küreselleşmenin, “kümeleşme” de yarattığını unuttuk.

Bu itibarla, her şey 1929 gibi olmayacaktır. Ancak kurtarılmaya çalışılan orta sınıf giderek istikrar ve denge unsuru olabilme vasfını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, küreselleşmeye kümeleşmeden sonra “Kütleselleşme”ye doğru koşar adım gideceğimiz büyük olasılıktır. Tarih, bize göstermiştir ki; kaos, güç kaybı ve umutsuzluk, kitlelerde otoriteye sığınma, ya da otoriter bir şemsiyenin altında toplanma eğilimini güçlendirmektedir.[2]

Evet, siyonizmin güdümündeki faizci-sömürgeci Batı emperyalizminin, Küreselleşme palavrasıyla, tüm insanlığı köleleştirme planı, bu son krizle çözülüp çökmektedir. Üstelik “aydın” ve “bilim adamı” yaftalı kerizlerin, bu zulüm ve zorbalık sistemini ayakta tutma çabaları da, hiçbir sonuç vermeyecektir.

2009 Tarihin en büyük kırılma noktası olacaktır!

Öyle anlaşılıyor ki, 2009 yılı, tarihin en büyük dönüm noktası olacaktır. Siyonist İsrail’in ve Batı Emperyalizminin azgınlığı yüzünden, ya insanlık helak olacak, ya da yeni ve Adil bir dünya kurulacaktır. Büyük Medeniyet Mühendisinin ve Milli Görüş’ün şahs-ı manevisinin beklenen “düdüğü çalması” yakındır. Şeytani odakların ve masonik mihrakların güdümünde yürütülen “Dinler arası diyalog” gibi, Müslümanları uyuşturan ve kof vaatlerle umutlandırılıp avutan tertip ve tezgâhlar da boşa çıkacaktır.  Hz. Peygamber Aleyhisselamın, bir avuç sadık sahabesinin eliyle gerçekleştirdiği selamet (barış) devrimi gibi, yeni bir saadet medeniyeti de mutlaka kurulacaktır.

 

 

 


[1] Mücadele: 22

[2] Jeopolitik /Kasım 2008

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx