YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662171394d84e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 25408
Dün : 32103
Bu ay : 450443
Geçen ay : 453014
Toplam : 23229407
IP'niz : 3.133.137.34

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Kur'anın, şerlerinden Allah'a sığınmamız gerektiği bildirilen "İnsanların göğüslerine vesvese veren (zihinlerine şüphe düşüren) gerek cinlerden gerekse insanlardan olan"[1]  şeytanların insan suretli avanesi, genellikle "münafık" karakteriyle aramızda dolaşmaktadır. Bu münafıklar:

  • 1- Ya ülkemizdeki genel İslami diriliş ve dinamikleri, Siyonist ve emperyalist merkezler hesabına dejenere etmek üzere ortaya atılmaktadır
  • 2- Veya özel hizmet ve hareketin bizzat içerisine sızıp, yahut önceleri halis bir his ve heyecanla katıldığı halde sonradan cılkı çıkıp, davayı ve camiayı şashsi hesapları ve sinsi planları için istismar ve suistimal etmeye kalkışılmaktadır.


[1] Nas:5 – 6

 

  • 1-

Hak dava içindeki kasıtlı münafıkların veya sonradan ayarı bozulmuş marazlıların en belirgin özellikleri: Lidere bağlılık perdesi altında, davalarına ve başındaki Zat'a sadakat gösteren, bu uğurda her türlü sıkıntı ve saldırıyı göğüsleyen samimiyet ehlini sürekli körletmeye, kötülemeye ve kösteklemeye çalışmaktadır.

Çünkü bu sadık kadrolar, kendilerinin münafıklığının ve marazlarının farkındadır ve camiayı da uyarmaktadır.

Elbette münafıklığın resmi belgesi bulunmayacaktır. Ancak Kur'anın dürbünüyle ve feraset gözüyle bakıldığında bunlar anlaşılacaktır.

İşte Kur'an, münafıklığı ehline malum olan bu marazlı insanlara karşı "sert ve net tavır takınılmasını" bizzat Efendimize ve hepimize emir buyurmaktadır:

"Ey Nebi! Kafirlerle ve münafıklarla cihat et. Ve onlara karşı "sert ve caydırıcı" davran…"[1]

Aynı emir Tahrim suresi 9. ayetinde de  tekrar edilmektedir.

Ayette geçen "ğaliz" kelimesi "ğılzet" ten türeme; kaba, kırıcı ve caydırıcı sözler; nezaket dışı; hakaret içeren ve haddini bildiren tepkiler" anlamındadır.[2]

"Ğılzet" ise husumet ve adavet (hainlere ve zalimlere karşı kin ve nefret) manasında katı ve kaba tavırlardır.[3]

"Ey Nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı "sert ve caydırıcı" davran" ayetinden şu hükümler çıkmaktadır:

  • 1- Kâfirlerle mücadele ve mücahede farz olduğu gibi, münafıklarla da mücahade ve mücadele farzdır ve mutlaka yapılmalıdır
  • 2- Açık düşman olan kâfirlerle cihat silâhlı mukavemet şeklinde, ama gizli düşman olan münafıklarla mücadele "sert ve net sözlerle ve onlara yüz vermemek ve hıyanetlerini deşifre etmek suretiyle olmalıdır. İbni Abbas ve Dahhak (RA) Hz.lerinin kanaatleri bu yoldadır.[4]

Ve zaten Müfessir Mehmet Vehbi Efendi, Hulasatül Beyanında bu ayeti:

"Ey Nebiyyi Zişan! Kafirlerle kılıçla (silahla), münafıklarla (sert) lisanla mücahade eyle" şeklinde tercüme etmiştir.

Ve yine Tevbe suresinin 123. ayetinde de

"Ey iman edenler, (dininizi ve davanızı) inkâr edenlerden (ha dışarıdan, ha içeriden) size (zarar ihtimali) en yakın olanlarla çarpışın ve onlar sizde "ğılzet=Sert bir tavır, güç ve kararlılık ve caydırıcılık)" görsünler… Ve kesinlikle biliniz ki Allah (münkirler ve münafık kesimlerle değil) takva sahipleriyle beraberdir." Buyrularak yukarıdaki hüküm teyit edilmektedir.

Ve bundan bir ayet sonrada "kalplerinde hastalık olan (ama içimizde muhterem ve mücahit sanılan) kimselerin ise manevî pisliklerine pislik katıldığını, iğrençlik ve adîliklerinin artırıldığını ve bu tiplerin sonunda kafir olarak dünyadan ayrılacaklarını" Kur'an açıkça haber vermektedir:[5]

Ve hele Tevbe: 73 ve 74. ayetlerin Cülas bini Süveyt adlı münafığın bir Kâbe ziyareti dönüşü kendi üvey oğluna:

"Eğer bu Muhammed'in getirdikleri (ve vaat ettikleri) Hak ise, biz şu altımızda inleyen eşekten daha beteriz!" demesi ve bu durumun Efendimize haber verilip, kendisinin hesaba çekilmesi üzerine geldiği konusuna özellikle değinmemiz gerekir.[6]

Evet o münafıkların: Müslüman görünmesine, ibadetleri yerine getirmesine ve Haccedip Beytullahı tavaf etmesine rağmen, asıl endişesi ve şüphesi:

Hz. Peygamberin ve İslamiyetin kesin zafere erişmesi, küfür ve kötülük düzenlerini devirmesi ve müstazafların (ezilen ve hor görülen sadık müminlerin) müstekbir zalimlere galebe etmesi ve yönetime geçmesidir.

Eğer bunlar gerçekleşirse, inkarcılar, münafıklar ve marazlılar, eşekten aşağı düşeceklerinin bilincindedir.

İşte bu günde durum aynen böyledir.

"İslam adaletinin hakim olacağına, davanın ve sadıkların zafere ve şerefe kavuşacağına ve bunların Allah'ın izniyle pek yakında yaşanacağına" dair liderin müjdeleri, feraset ve samimiyet ehlinin beklentileri, münafıkları adeta delirtmektedir. Çünkü o takdirde münafıklar Cülas bin Süveyt'in ifadesiyle eşeklerden beter bir duruma düşeceklerdir.

Öyle ise, İbni Abbas Hz.lerininde içtihat ve kanaatı doğrultusunda "Ey Nebi! Kafirler ve münafıklarla cihat et. Onlara "sert ve caydırıcı" davran"[7] ayetini

"Münafıkların, marazlıların ve menfaatçıların: iç yüzlerini, kötü niyetlerini, bozuk tiyniyetlerini ortaya koyun… Bunları yüzlerine vurun… Onlara karşı dik ve diri durun… Sert ve net bir tavır tutunun" şeklinde anlamamız ve hükmünü uygulamamız gerekir.[8]

Sonuç olarak: Bizden: dini ve düşüncesi ne olursa olsun bütün mazlumlara ve barıştan yana olanlara mülayemet, adalet ve insaniyle davranmamız.

Ama saldırgan kafirlere ve münafık kimselere karşı ise sert, mert ve net bir tavır takınmamız istenmektedir.

    Şiir:

Elmas gibi,

Sağlam ve sert olmasaydın;

Şimdiye kadar çoktan

Karakterin çizilir, özün yamuklaşırdı

Zırhlı cam misali,

Şeffaf ve net olmasaydın;

Hem için dışın bir olduğu görülmez,

Hem de, makam ve menfaat kurşunuyla

Vicdanına müdahale edilir

Ve ruhun kirlenip kabuklaşırdı!.."

……………………………………………………

Haset ve hıyanet huylu, kendini beğenmiş ve gururlu, bilgiç ve benci tavırlı, fırsatçı ve fesat çıkarıcı tipler, insan suretli şeytanlardır. Bunların şeytani zekaveti feraset sanılır, hile ve hıyanetleri siyaset olarak algılanır. Zan ve tahminleri kerametle, enaniyet ve denaetleri faziletle, kuruntu ve hayalleri ise hikmetle karıştırılır.

Ayet ve hadisleri ve alimlerin sözlerini eğip bükerek ve hevai arzularını hakikat kalıplarına döküp gizleyerek, gafil, cahil ve safdil kimseler aldatılır. Haklı ve hayırlı hareketler ve lider şahsiyetler istismara çalışılır.

Hadis-i şerifte: "Benliklerini ortaya koyarak kendilerini fiilinin faili zanneden Kaderilerle düşüp kalkmayın ve onlardan söz de açmayın." buyrulmaktadır. Çünkü onların sözleri kulak vasıtasıyla hayalde suretlenir ve dolayısıyla kalp, o resimlerden dolayı etkilenip itikadi bozulur sapmalara kayma tehlikesi altındadır.

Nefsin: Gazap ve şehvet kuvvetleri: kibir, hırs ve hased olmak üzere üç unsurdan mürekkebdir:

  • a- Kibirliliği taslamakla aslında kendi üstünlüğünü iddia etmektedir. Elinden gelse Kader-i İlahiyye'yi kendi hesabına göre yorumlamaya kalkışacaktır.
  • b- Hırs = Dünyaya aşırı düşkünlüktür. Elinden gelse tüm menfaatleri ve şerefleri sadece şahsına tahsis edecek ve herkesi kendisine hizmetçi yapacaktır.
  • c- Hased, yani kıskançlık duygusudur.

Hased, kişinin başkalarındaki nimetin ve faziletin zevalini temenni etmesidir. Allah'ın taksimini kıskanmasıdır.

Hasetçinin elinden gelse, bütün mahlûkatı her türlü nimetlerden mahrum kılacaktır.

İşte nefs, bu üç kuvvetle gayesine ulaşmak için canavarlaşır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Sizi ululuğu taslamaktan sakındırırım. Çünkü muhakkak İblis'in kibirliliği, onu Adem'e secde etmemesine sevk etti. Sizi hırstan sakındırırım. Çünkü muhakkak Adem'in hırsı, onu yasak ağacın meyvesini yemesine sevk etti. Sizi hasedden sakındırırım. Çünkü Adem'in iki oğullarından birisi = Kabil, ötekisini = Habil'i sadece hasedden dolayı öldürdü.  Binaenaleyh bu üçü, tüm hataların aslıdır."[9]

Arif-u Billah Şeyh İbrahim Edhem kuddise sirruh diyor ki: "Hırs ve hasedin azı: insanı tutumluluk, doğruluk ve takvaya iletir; ve bunların çoğu ise, kederlenmek ve korkuyu kalbe getirir."

İmam Maverdi de diyor ki: "Aşrı hırs ve hased; her kötülüğün aslı, nankörlüğün sebebidir. Zira aşırı hırs insanı;başkalarının haklarını ödemesinden alıkoyar, çoğu zaman sıla-i rahmin kesilmesine büyüklere edepsizliğe yani suç işlemeye sevk eder. Hırs kalbi istila ettiği zaman, birçok faziletli hasletlerin fırsatını kaçırır, ibadetten engeller, şüpheli şeylerin işlenmesine sevk eder.  Faziletli hasletleri işlemenin fırsatını kaçırmak, şüpheli şeylere girmek ve ibadetlerden geri kalmak ise, her zillete insanı sokar." Binaenaleyh bundan dolayı hadis-i şerifte:  "Ve sizi hırstan sakındırırım." Sizi tama'karlık = halkın elinde olan nimetleri şiddetle arzulamaktan sakındırırım. Gerçek şu ki tama', peşin fakirliktir. Yine sizi, ondan özür dilenilecek söz ve hareketlerden sakındırırım" buyrulmuştur.

Hadis-i şerifte: Gerçekte kişinin nefsini beğenmesi, yetmiş sene amelinin sevabını düşürür." buyruldu. Binaenaleyh hiçbir zaman neftsen razı olmamak gerekir. Kendini beğenmek, yani ücup: nimetleri ve faziletleri överken Allah Teala'yı unutarak kendi şahsına isnad etmektir. Kimisi ibadetle kendini beğenir, kimisi giriş yaptığı işi başarmakla kendini beğenir, kimisi hayale kapılıp gayrın yaptığı bir işle kendini över ve beğenir. Her halükarda ücup, ibadetin hakikatini ve hikmetini siler; insanı gurura ve kibire yani zulme sevk eder.

"Kim kullarla mağrur olup çevresindekilerin gücüyle izzetini izhar ederse, şüphesiz Allah Teala onu rezil eder." mealindeki hadise dayanılarak diyebiliriz ki, Allah Teala'nın adetlerinden biri de, insanlara dayanıp cemaatinin gücüyle gururlananları umduklarından mahrum ve mahcup bırakır. Kendisi'ne dayanan Mü'minleri de aziz kılmasıdır. Bir diğer hadisi şerifte:

"Mü'minin ve İslamiyetin misali, mer'ada bağlanan at ve onunla dolaştığı ip dairesinin misali gibidir. At, ipin uzanması nisbetinde dolaşır, sonra mecburen çakılan kazığının halkasına döner. Gerçekte Mü'min unutur = gaflete düşerek günah işler, ama sonra tekrar imanın ve vicdanın gereğine döner. Binaenaleyh yemeğinizi takva sahiplerine yedirin; bağışlarınızı Mü'minlere ulaştırın."; Diğer bir Hadis-i şerifte: Gerçekte insanlardan bazıları, hayır için açıcı anahtardırlar., şer için de kilitleyici anahtardırlar. Ama insanlardan bazıları da, şer için açıcı anahtardırlar, hayr içinde kilitleyici anahtardırlar.  Allah Teala kendisini hayırlı yarattığı ve hayrı açan anahtarları elleri üzerine bıraktığı kimselere müjdeler olsun. Allah Teala kendisini şerli yarattığı halde şerri açan anahtarları elleri üzerine koyduğu kimselere de şiddetli azaplar = hasret ve pişmanlık olsun." Diye buyurmaktadır. (Bu hadisi şerifte ceale kelimesi ala ile müteaddi olduğundan vedaa kelimesini tazmin etmektedir. Bu itibarla böyle tecüme edildi. Hafız Heysumi bu hadisi zaif saydı ise de, konu hadisi başka mürsel hadislerle takviye olunmaktadır. Ve bu itibarla hüccete yararlıdır. Özellikle sıka bir ravi tarafından rivayet edilen mürsel hadis, hüccet sayılmaktadır. Bu hususta gerekli izah "Tahkim-i Sadat Şerh-i Mişkat" adlı eserin mukaddimesinde vardır. Mevdu' ve zaif hadisleri birbirinden fark etmeyenlerin sözlerine bakılmaz.)

Hadisi şerifte: "Sizin en hayırlınız onlardır ki, görüldükleri zaman, onların sebebiyle Allah anılır. Sizin en şerlileriniz de, bozgunculuk niyetiyle dolaşan= dedikodu yapan, sevişenlerin aralarını açan, zulümden sakınmayan, nefislerini temize çıkaran ve başkalarını zor duruma sokanlardır. Allah Azze ve Celle onları köpek suretinde haşredecektir." buyrulmaktadır.

Şeyh-ul Ekber kuddise sirruh-ul-ethar demiştir ki:

" Şu dört haslet kulu helak edicidir: Ben, biz, benim, nezdimde." Mesela İblis ve Fir'avn, benliklerini ortaya koyup: "Ben"; Belkıs'ın askerleri Hazreti Süleyman aleyhisselam'a karşı: "biz kuvvet sahibiyiz."; Karun da: "Hazinelerin anahtarları benim nezdimdedir" demeleriyle helak oldular.

Nitekim Muaz bin Cebel radıyallahu anh, derece olarak imanın en halis ve üstünü Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sorunca,  Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: "Allah için sevmen, Allah için buğzetmen ve devamlı Allah'ın zikrinde Kur'an hikmetinde dilini çalıştırmandır." Buyurdu.

Muaz: "Daha başka nedir ya Resülallah? Deyince Resülallah aaaleyhi ve selem:

"Nefsine sevdiğin şeyi insanlara da sevmen, nefsine istemediğin şeyleri, onlara da istememendir." Buyurdu.

Diğer bir hadis-i şerifte de: Bir kul kendi nefsi için istediği hayrı Müslüman kardeşi içinde isteyinceye kadar kamilen iman etmemiştir." buyurulmuştur.

Diğer bir hadis-i şerifte: Amellerinizi Allah Teala'nın emrini yapmaktan ve Ona yaklaşmaktan başa her şeyden arındırın. Zira Allah, kendisi için saflaşan niyet ve amelden başkasını asla kabul etmez." buyrulmaktadır. Hasılı ihlas, Allah'ın rızasını ve Kendisine yaklaşmak maksadını tüm nefsi karışımlardan temizlemektir. Zira tüm nefsi karışımlara şirk-i hafi denilmektedir. Gizli şirkten arınmayan taat ve ibadetler, kabul edilmeyecektir.

Bir hadisi şerifte: Kim bir bid'at sahibini kızdırırsa, Allah Teala onun kalbine güven ve iman doldurur. Kim bir bid'at sahibini alçaltırsa, Allah Teala, büyük korku veren gününde ona eminlik = güven verir. Kim de Bir Bid'atçiye yumuşak söz söyler, yahud ona ikram eder, yahud samimi bir kalble güler yüzlükte bulunursa, gerçekte o, Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem'in üzerine inen hükümleri hafife almış ve hiçe saymıştır."

Diğer bir rivayette: "Kim bir bid'at sahibine yardımda bulunursa, gerçekte o, İslamın yıkılmasına yardım etmiştir." Buyrulmaktadır.[10]

Yine ayet-i kerimede: "… Sen asla kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve kendi heva ve hevesine uyan kimseye itaat etme = muvafakat gösterme, refakat etme = arkadaşlık etme…" buyrulmaktadır.[11]

Hadisi şerifte: Ahir zamanda bir kavim ortaya çıkar; dinleri sebebiyle dünyayı talep edeceklerdir.(Bütün davaları ve hülyaları makam ve mevkidir) İnsanlar için de, yumuşak koyun derisinden giyecekler;(Yani kanaatkar ve Allah adamı görünecekler) dilleri şekerden daha tatlı, kalbleri ise kurtların kalbidir. Allah Teala şöyle buyurur: Benim mühlet vermemle mi bunlar aldanıp mağrur oluyorlar? Yoksa ban'a karşı gelmeye cüret mi ediyorlar? Zatım'a andederim; hiç ummadıkları yerden onlara en zeki insanları bile şaşkına uğratacak türlü fitneler gönderirim." diye buyruldu. Yani riyaset, şöhret ve lezzetlerden ibaret olan dünya hayatına ait menfaatleri amaç edinip dinlerini araç edecekler; ve bu maksada ulaşmak için de türü hilelere başvurarak yağcılıkta, şeytani olan hile ve tuzak kurmakta ustalık gösterecekler. Ava ve takva ehli geçinecekler, hakikatte ise kindarlık ve düşmanlıkta, şehvani ve hayvani vasıfları kendilerine galip olduğu için hırs ve ihtiras bakımından nefs cihetiyle aç kurtlar gibi makam ve menfaate üşüşeceklerdir.

Nitekim hadisi şerifte: "Kalbler dörttür:

  • a- (Gazap ve şehvet kuvvetlerinin kılıfıyla) Kaplanan ve hakikat nuruna kapatılan kalptir. Bu, kafirin kalbidir.
  • b- Suçunu örtbas eden (hıyanetini hikmet gösteren) iki yüzlü kalbdir. Bu da münafıkın kalbidir.
  • c- İçinde lambanın benzeri (hidayet nurunun) yandığı, (nefsin şer olan tabiatından) arındığı, parlak ve düzgün kalbdir. Bu da Mü'min kalbidir.
  • d- İçinde iman ve nifak bulunan kalbdir. İmanın misali , temiz suyun kendisini uzatıp yeşerttiği ağaç gibidir. Nifakın misali, kan ve irinin kendisini kapartıp uzattığı çimen gibidir. Artık hangisi galip gelirse, galip gelen taraf kuvvet kazanır." diye buyruldu.

Nitekim Yahya Bin Muaz er-Razi kuddise sirruh, Şiraz şehrine gidip sır ilimlerinden konuşup halkı irşadla meşgul olunca, Şiraz'da şeytani zekavetiyle meşhur fahişe bir kadın kendisine gelerek:

"Sen, bu şehirde ne kadar para toplamak istiyorsun?" demiş; Muaz:

"Ben, otuz bin dinar toplamak istiyorum; Horasan'da onu dinim yolunda harcayacağım."  Cevabını verince kadın:

"Ben bunu sana veririm. Şu şartla ki, paranı alır almaz, hemen şehrimizden çıkıp gideceksin." demiştir. Muaz ona razı olup, o kadından o miktarı aldıktan sonra Nisabur'a geri dönmüştür.

O şehrin ileri gelenlerinden bazıları ve nefs-i emaresinin esiri olanlar, kadını kınıyorlar ve soruyorlar:

"Bu adama ne için bu kadar parayı verdin?" Kadın:

"Baktım ki o adam şehrimize gelip, çarşıda dolaşan gençlerimize iman sırlarını ve İslamın ahlakını öğretip onları keyif ve eğlenceden alıkoyacak, fuhuş yuvalarının kapanmasına ve gelirimizin azalmasına yol açacak. Ben bu parayı kendisine verip memleketten kovdum ki, gençlerimizi İslamın tuzağına düşmesinler." Karşılığını veriyor!..

Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh, bir seferde kendisiyle birlikteki arkadaşlarının benizlerinin sarardığını, korku ve telaşa kapıldıklarını görünce, "Ne oldu size?" diye sormuştur. Demişler ki: "Bu civarda çok azgın bir aslan var." Ve: "Ha işte!" diye işaret etmişler. İbnu Ömer radıyallahu anh, devesinden aşağı iniyor; yanına varıncaya kadar yürüyor; aslanın iki kulağını tutarak: "Geberesi! Resulullah sallalahu aleyhi ve selem, şöyle buyurdu: "Allah Teala, sadece Adem oğlunun kendisinden korktuğu şeyleri = sebepleri musallat kılar. Şayet Adem oğlu Allah'tan başkasından korkmasaydı, Allah hiçbir kimseyi kendisine asla musallat kılmazdı. Ve Adem oğlu ancak faili mutlak zannedip kendisine dayandığı kimselere teslim edildi. Faraza Adem oğlu Allah'tan başkasına ümit bağlamasaydı = güvenmeseydi, Allah Teala onu Kendisi'nden başkasına asla teslim etmezdi." demiş ve kedi gibi uysallaşan Arslanı salıvermiştir.

Ömer bin Abdulaziz radıyallahu anh, Meymun bin Mihran'a: "Benden dört kelimeyi öğren:

  • a- Birincisi, hükümdara ve yüksek makam erbabına; ma'rufu emretsen, münkerden vaz geçirsen dahi, şerrinden emin olma.
  • b- Kendisine Kur'an'ı okutsan, dini telkinde bulunsan dahi yabancı kadınla asla tenhalaşma, yalnız kalma.
  • c- Kendi akrabasını bırakana = sıla-i rahimde bulunmayana kesinlikle sılada bulunma. Zira ondan sıla-i rahmin kesilmesini öğrenirsin ve Allah'ın rahmetinden mahrum olursun.
  • d- Başkasından sonunda özür dileyeceğin herhangi bir söz ve harekette bulunma. Zira hadisi şerifte: "Sizi, ondan özür dilenilecek söz ve hareketlerden sakındırırım." Diye buyruldu." demiştir.[12]

"Adem oğlunun zinadan nasibi yazılmıştır = sinir sistemleri içerisinde birçok duygular, istek ve arzular, tabii bir kanun olarak yaratılmıştır. Her nasıl olursa olsun buna erişecektir. Haliyle gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, ellerin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalb ise, iştahlanıp meyleder, onu arzular, temenni eder. Haya' yeri de bazen onu tasdik eder, bazen tekzib eder." Mealindeki hadisi şerif de buna işaret etmektedir.

Hukema: Her şey kendi cinsine, yani bir cinste birleşen nevi'ler, birbirine meyletmektedirler." Dediler.

Peygamberimiz Muaz Bin Cebel'e:

İşin başını, direğini ve ucunun zirvesini sana göstermeyeyim mi?" buyurdu. Ben:

"Evet ya Resulallah buyurun." dedim.

"İşin başı İslamdır, direği namazdır, ucunun zirvesi cihaddır." buyurdu.

"Bunların hepsinin en kuvvetlisi ve gereklisiyle seni haberdar etmeyeyim mi?" buyurdu.

"Evet ya Nebiyallah!" dedim. Bunun üzerine dilini tuttu. Ve akabinde:

"Aleyhinde olan bunu tut." buyurdu. Ama bazıları dillerine ve kalemlerine hiç sahip çıkamıyorlar..

Bunlar  sırtlarını dayadıkları yerleri çok sağlam(!) zannediyorlar!

Ama zavallılar, keskin sirkenin  önce küpüne zarar vereceğini unutuyorlar.

Özellikle Milli Görüşçülere rahatça çatarlar; zira, bizden bir zarar gelmeyeceğini bilirler.

Ama böyle herkese ulu-orta çatmaya devam ederlerse, aynen eceli gelince camii duvarına işeyen yaratık durumuna düşmelerinden endişe ederiz.

Herkesin bizim gibi sabırlı olamaz ki!

Bizim kendini bilmezlere haddini bildirmelerinden endişe ederiz.

"Gel arkadaş senin dilin niye bu kadar uzun" diye hesap sormalarından endişe ederiz.

"Üstüne vazife olmayan konulara ne demeye balıklama dalıyorsun" diye kulaklarını bükmelerinden endişe ederiz.

Haddini bilmek, bilebilmek güzel bir şeydir.

Haddini bilmeyenlere haddini bilmesini hatırlatmak ya da öğretmek ise en az haddini bilmek kadar güzel ve gereklidir.

Biz bazı şeyleri sineye çeker ve hesaplaşmasını öte aleme havale ederiz ama herkes aynı hassasiyeti(!) göstermeyebilir!

Dün bizimle birlikte hareket eder görünüp, bugün farklı tellerden çalarak prim toplamaya çalışanların nasıl tipik bir münafık örneği oluşturduklarını unutmayınız!

O münafıkların, kafirlerden bile tehlikeli olduklarını da söylemeye gerek duymayız.

Ama birileri bu alemde hesaplaşmayı düşünebilir diye uyarıyoruz!..

Kimlerden mi bahsediyoruz?

Onlar kendilerini bilir! Hem de çok iyi bilirler![13]

29.01.2006 tarihli Vakit Gazetesinde Abdurrahman Dilipak "İstişare" başlıklı yazısında Numan Kurtulmuş'u SP'ye Genel Başkan yapmaya yanaşmayan Recai Kutan Beye ve Erbakan Hoca'ya tekrar hücuma geçmiş…

Yüzde ikilere düşmüş bir partiye genel başkan ayarlama kaygısı,  Dilipak'a ait gözükmüyor… Erbakan'ın ası gücünü ve yakın geleceğini bilen ve bu yüzden telaşa düşen malum ve mel'un merkezlerin tetikçisidir Dilipak… Yani O, sahibinin sesidir…

Özetle:

  • a- Hedef parti değil, Erbakan Hoca'dır.
  • b- Yazan, konuşan A.Dilipak görünse de, asıl gocunan, meşhur Loca'dır.

Abdurrahman Dilipak, yazsını sonunu "… Şu mahkeme işi olmasa, Hoca doğrudan durma vaziyet edebilir, ama hem sağlığı hem de hukukî durumu buna müsaade etmiyor. Yerine Fatih olabilir mi? Fakat Onun a askerlik sorunu var…"  diye bağlıyor ve kendi aklınca ve ayarınca artık çaresiz ve sahipsiz gördüğü Erbakan Hoca ile dalga geçiyor!..

Halbuki madem demokrasiye inanıyor… Madem SP delegelerinin hür irade ve tercihlerine güveniyor… Ve madem SP kongresinde Genel Başkan adayı olmaya bir engel bulunmuyor…

O halde Sn. Abdurrahman Çelebi istediği adamını, hatta hanımını bile aday gösterebilir.

Öyle ya, demokrasi dediğin, oy gerek… Kızmaya ne hacet!..


[1] Tevbe:73

[2] Bak. Ferit Develioğlu-Osmanlıca Türkçe Büyük Lügat

[3] Bak. Kamusu Okyanus c. sh: 534

[4] Bak. İbni kesir Tefsiri Tevbe: 73

[5] Tevbe:125

[6] Bak.Esbabı Nüzul. Hasan Tahsin Emiroğlu. Cilt:5 Sh:310

[7] Tevbe:73

[8] Bilgi için bak: Fizılalil Kur'an- Seyit Kutup. C.7 Sh.335

[9] Kenz-ül-Ummal c.3 s.525 h.n. 7734, er-Risalet-ul-Kuşeyri s.79, Ez-Zevacir an İftirak-il-Kebair c.1 s.68

[10] İsmail Acluni, Keşf-ul-Hafa adlı eserinde, Aliyy-yul-Kari'nin bu hadise "mevdu'dur" deyişine uyarak, mezkur hadisin vadına hüküm etti. Bakınız el-Esrar-ul-Merfua s.223, h.n.880,  Keşf-ul-Hafa c.2 s. 235 h.n.2412..

[11] El-Kehf Suresi ayet 28)

[12] Fez-ul Kadir c.3 s.133, 117)

[13] Milli Gazete / 20 Ocak. 2006 / Zeki Ceyhan

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx