YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66313be6a9239
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 7
Bugün : 19559
Dün : 29424
Bu ay : 733513
Geçen ay : 453014
Toplam : 23512477
IP'niz : 3.147.80.39

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Bazı siyasiler ve yazar-çizerler PKK taşeronuna kızıp, arkasındaki patronların elini öpüyor!

Zeki Ceyhan'ın dediği gibi:

  •Amerika, Irak hükümetinin PKK'ya karşı tutumuna "tam destek" verdiğini söylüyor.

  Sanırsınız ki Irak Hükümeti PKK'ya karşı elle tutulur, gözle görülür bir takım önlemler almış da Amerika da buna "tam destek" verdiğini açıklıyor!

 

  Irak hükümetinin PKK'ya karşı aldığı önlem-mönlem yok!

  Zaten adamlara ne zaman PKK konusu hatırlatılacak olsa "Kelin merhemi olsa başına sürer" kabilinden cevaplar veriyorlar!

  Ve terörle asıl kendi başlarının dertte olduğunu vurguluyorlar!

  Peki, bu durumda Amerika ne yapmış oluyor?

  PKK'ya karşı olmayan bir tutuma, alınmamış bir önleme "Tam destek" vermiş oluyor!

  Koyunları bile kandıramayacakları aşikâr ama, onlar bu tür açıklamaları ile AKP'li çoluk çocuğu oyalıyorlar!21

  Kiralık Çetelerden Önce Küfrün Önderleriyle Savaşmak Gerekir!

  "Talabani ile görüşmeyiz. Neden? Çünkü o, PKK'ya destek veriyor. Barzani ile de görüşmeyiz. Çünkü o da PKK'ya destek veriyor!?" diyenlere şaşıyoruz..

  Peki, PKK'ya destek çıkan bunların karnını doyuran, cebine dolar koyan, eline silah tutuşturan, Talabani'yi Cumhurbaşkanı yapan, Kuzey Irak'ta devlet kurmaları için ön hazırlıkların hepsini tamamlayan, ama onlara karşı tavır alan Türk askerlerinin başına çuval takan Amerikalı yetkililerle niçin konuşuyoruz?

  Amerika'nın Irak'a gönderdiği 370 bin silahın 360 bini kayıp olmuş. Müfettişler iz sürmüşler üç yüz altmış bin silahın PKK'nın eline geçtiğini niye unutuyoruz?

  Bir tane silah çalınabilir. Bir kamyonu da çalabilirler. Üç yüz altmış bin silahı çaldırdıysa yerde gökte kıpırdayan her şeyi gördüğünü söyleyerek bizi korkutan Amerika'ya hiçbir şey göremediğini söylüyor veya "Her şeyi görüyorum. Silahları ben veriyorum. PKK'yı ben destekliyorum da sen gördüğünü görmek istemiyorsun. Cudi dağının tepesindeki PKK'ya helikopterle silah ve erzak ulaştırdığımı gördüğün halde görmeme numarasına yatıyorsun" derse ne deriz?

  "Kartondan Hacivat'la Karagöz birbirlerine her ne söylerlerse söylesinler, biz o kartona kızmayacağız veya kartonu alkışlamayacağız.

  Söz güzelse kartonu oynatıp konuşturanı seveceğiz, söz çirkinse kartonun iplerini elinde tutana kızacağız.

  Kuklalara kızılmaz. Onların ipini çekenlerden kurtarılır. "Pisboğaz"ını doldurabilmek için "Boşboğazlık" edenlere kızmak yerine acımak lazım.

  Atalarımız "Taş atana değil, taşı attırana bak" "Söyleyene değil söyletene bak" demişler."

  Taş attıranın binlerce taşeronu vardır, Öcalan taş atamaz hale gelince Karayılanı sokar devreye. Talabani giderilir, Bistani sokulur devreye. Ve biz bir tanesiyle uğraşmaktan çekindiğimiz için binlercesinle uğraşmak durumunda kalıyoruz.

  Rabbimiz, bize hedefi gösteriyor:

  "Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Belki vazgeçerler."22….23

  Şu Gerçeklerin Üzeri Niçin Örtülmektedir?

  1.Refahyol-IMF İlişkileri:

  1996 yılında Başbakan Necmettin Erbakan'ın yurtdışına yaptığı ilk seyahat olan ve hala konuşulan İran seyahatinin, aslında Türkiye ekonomisi açısından çok büyük önem arz eden anlaşmalar için yapıldığını, IMF'nin bu anlaşmaların iptali için, Refahyol hükümetine baskı yaptığını biliyor muydunuz?

  Refahyol Hükümeti döneminde, Başbakan Erbakan, çıktığı İran seyahatinde, Türkiye'nin İran'dan 20 yıllık süre içinde 23 milyar dolarlık doğalgaz almasını öngören bir anlaşma imzalamış ve İran doğalgazını Türkiye'ye dünya fiyatlarının % 25 altında satmayı kabul etmişti. Bu anlaşma; İran doğalgazının Türkiye'ye nakli için, boru hattının kurulmasını da içeriyordu. Bu ülkeden 50 milyar kilowat saat elektrik enerjisi alınması konusunda da anlaşmaya varılmıştı.

  Bu gelişmeler üzerine, IMF heyeti apar topar Türkiye'ye gelerek, bu anlaşmanın iptali için, hükümete, 4,8 milyar dolar kredi adı altında çok cazip miktarda para teklif etmişti.

  Başbakan Erbakan bu teklifi kesin bir dille reddetmiş ve hükümet olduğu yaklaşık bir yıllık süre içerisinde de, IMF ile hiçbir anlaşma yapmamıştır.

  Bu gezinin içeriği basında gereken yeri almamış, olay çarptırılarak komşumuz İran'la olan münasebetler farklı bir boyuta taşınmış ve IMF ile sanki bir anlaşma yapılıyormuş gibi halka yansıtılmıştır.

2.28 Şubat Kararlarının Gerçek Yüzü:

  Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 tarihli aylık olağan toplantısında, toplantının başkanlığını Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL yapmış, bu toplantıda Başbakan olarak Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN ve ayrıca Milli Güvenlik Kurulu'nun diğer üyeleri Başbakan Yardımcısı, Genel Kurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanları ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de bu toplantıda bulunmuşlardır.

9 saat süren toplantının gündemi "İrtica ve Buna Karşı Alınacak Tedbirler" konusudur. Bu konuda Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri tarafından 18 maddelik bir tedbirler paketi teklifi kurula sunulmuştur. Bu paketin içinde (başörtüsü yasağı, sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi ile birlikte imam hatip liselerinin, meslek liselerinin orta kısımlarının kapatılması ve Kur'an kurslarının kapatılması gibi….) teklifler yer almaktaydı.

  9 saatlik müzakere esnasında, Devletin Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen Devletin niteliklerini korumak için, getirilen tekliflerin önce Anayasa'nın 2. maddesinin 1. ve 2. paragrafında yer alan niteliklere aykırı olmaması gerektiği, Devletin niteliklerine uymayan tedbirlerle Devletin niteliklerinin korunamayacağı saatler boyu münakaşa edilmiş ve sonunda bu tekliflerin Anayasa'nın 2. maddesinde Devletin nitelikleri olarak yer alan;

  Devletin adil olması, Devletin yönetiminin insan haklarına uygun olması, bu temellere dayanmak üzere Devletin demokratik, sosyal, laik bir hukuk Devleti olması,

  Niteliklerine uygun olup olmadıklarının tespiti için teklifin Bakanlar Kurulu'na gönderilmesine karar verilmiştir.

  Tekliflerin altında teklif sahibi olarak yer alan imza Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinin imzasıdır.

  Bu gerçekler bir takım çevreler tarafından yıllarca maksatlı olarak çarpıtılmıştır.

  Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde bu teklifler incelemeye alındı, ama asla uygulanmadı.

Bunları, başta dış güçlerin etkisi olmak üzere çeşitli mihrakların etkisiyle cereyan eden olaylar sonunda Erbakan'ın Başbakanlığından sonra iş başına getirilen Mesut YILMAZ Hükümeti uygulamaya koydu.

3.Refahyol, İsrail İle Anlaşma Yaptı mı?

Türkiye'nin 1949 yılında İsrail'i resmen tanımasından bugüne kadar, İsrail ile sürekli anlaşmalar yapılmıştır. Sadece 1996 Haziran ayı ile 1997 Temmuz ayları arasında, Erbakan Hükümeti döneminde hiçbir anlaşma imzalanmamış ve daha önce yapılan bütün anlaşmalar dondurulmuştur.

  Refahyol Koalisyonu döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin teklifi üzerine 60 adet Fantom uçağının yenilenmesi tarihi gelince ABD, Türkiye'yi İsrail'e muhtaç etmek için "ben bu uçakların yenilenmesi teknolojisini İsrail'e verdim, bu yenilenmeyi ben yapmayacağım İsrail'e yaptırın" dediği için 60 adet Fantom uçağının yenilenmesi işlemi mecburen, başka çare olmadığı için Amerika'ya verilecek olan yenilenme bedeli İsrail'e ödenmek üzere 60 adet Fantom uçağının yenilenmesinin sağlanması yoluna gidilmiştir.

  Bu zorunlu bir alış-veriştir. Yoksa Türkiye-İsrail arasında siyasi bir anlaşma ile uzaktan yakından bir alakası yoktur.

  İsrail bu alış-veriş anlaşmasını propaganda maksadı ile kullanarak Türkiye ile anlaşma yaptığını ileri sürmüş ve bölgede bu propagandayı yayarak kendi lehine kullanmıştır.

  Burada, Necmettin ERBAKAN'IN Büyük Türkiye Projesi içinde yar alan Milli Harp Sanayi ile Ağır ve Yaygın Sanayi Hamlelerini başlatmasındaki gerekliliği, çok net bir biçimde görebiliriz.

  4.Başörtüsü Meselesi ve AKP:

  -Başörtüsü yasağı, Türkiye'nin acil çözüm bekleyen bir meselesi iken, bu konuda AKP hükümetinin gerçek tutumu şu şekildedir:

  – Dini tercihi sergilemek kişinin mutlak hakkı       değildir.

  – Başörtüsü kökten dinci grupların sembolü haline gelmiş olup, onların politik sonuçlar elde etmek için kullandıkları bir vasıtadır.

  -Başörtüsüne izin vermek, belli bir dini kesime ayrımcılık yapıp, kayırmak anlamına gelir ki bu da toplumda eşitliği bozar.

  -Bazı üniversitelerde, başı örtülü gruplar yani kökten dinciler (!) diğer öğrenciler üzerinde manevi baskı oluşturduğundan, başı açık öğrenciler bundan rahatsız olmaktadır. Devlet, kamu alanında buna izin veremez.

Bu ifadeler başörtüsü mağdurlarının Avrupa İnsan Haklan Mahkemesine (AİHM) açtıkları davalara, AKP'nin hükümet olarak verdiği cevaplardır.

  % 98'i Müslüman olan bir ülkede, "Başörtüsü Allah'ın emridir ve dinimizin gereğidir" diyemeyen AKP hükümetine, meydanlarda "başörtüsü sorununu çözeceğim" diye oy isteyerek iktidar olduğunu hatırlatmak ve o makamda nasıl huzurla oturduğunu sormak istiyoruz.

  5.ABD'nin Irak'a müdahalesinde, Türkiye'de Gelişmelerin Perde Arkası:

   -Tayyip Erdoğan, The Washington Post gazetesinde; "Ortak Stratejik Vizyon" isimli kendi imzasıyla yazdığı makalesinde, ABD'nin Irak'a müdahalesinin bir özgürlük operasyonu olduğunu kabul etmiş ve her türlü yardıma hazır olduğunu belirtmiştir.

  -1 Mart 2003 tarihinde, TBMM de, ABD silahlı kuvvetlerinin, Türkiye'de bulunmasını talep eden (40 bin ABD askerinin ve 350 uçağın ülkemize indirilmesi) hükümet tezkeresi, meclisteki oylamada reddedilmiştir. Ancak 264 milletvekili evet demiştir.

  -Bunun üzerine, hükümetin değerlendirmesi ve daha sonraki olayların akışı şu şekilde olmuş ve akılları karıştıran bazı sorular ortaya çıkmıştır;

   -58.Hükümet Başbakanı Abdullah Gül "Tezkere geçmediği için çok üzüldüm, istifa etmeyi bile düşündüm" demiştir.

   -59. Hükümet Başbakanı Erdoğan "Tezkerenin geçmesi için elimden geleni yaptım" demiştir.24

   -Erdoğan; "Türkiye, ABD'nin sadık dostu ve müttefikidir. ABD'nin; cesur, genç, kadın ve erkek askerlerinin en az kayıpla ülkelerine geri dönmeleri için dua ediyorum" demiştir. Halkın %94'ünün karşı çıkmasına rağmen, hava sahası açılmıştır.

  -Hükümet, 23 Haziran 2003'te gizli kararname imzalayarak, İncirlik Hava Üssünden ABD'nin transit geçişine izin vermiştir. Yani Irak'ta yaşanan insanlık dışı katliama kan ve gözyaşına ortak olmuştur. Savunma Bakanı, Irak üzerine, Türkiye üzerinden 4200 sorti yapıldığını itiraf etmiştir.

  – Dışişleri Bakanlığının, 1 Eylül 2004 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan tebliğinde, "ABD tarafından, ABD gemi ve uçakları ile Türkiye'ye ithal ve buradan ihraç edilecek olan askeri malzeme, teçhizat, silah ve mühimmatın giriş ve çıkışı aşağıdaki deniz ve hava limanları tarafından yapılacak" denilmektedir.

  Deniz Limanları: İstanbul, İzmir, İskenderun, Yumurtalık, Antalya, Aksaz, Ağalar.

  Hava Limanları: Ankara Esenboğa, İstanbul Atatürk, İzmir Çiğli, Adana İncirlik, Antalya, Muğla Dalaman

  -Amerika'dan; ithal edilecek silah, mühimmat ve askeri teçhizat, hangi ülkelere ne maksatla yollanacaktır?

   -Bu durumda Türkiye, saldırgan bir ülkeye destek vermiş, dolayısıyla savaşa girmiş olmayacak mıdır?

  -Türkiye göz göre, bir tehlikenin içine atılmayacak mıdır?

  -Irak'ta işgal, kan ve gözyaşı yok mu sayılmaktadır?

  -Ebu Gruyb'ten, Telafer'den yükselen çığlıklar, yansıyan işkence görüntüleri yalan mıdır?

  -İran niçin tehdit edilmektedir? Sırada Türkiye de var mıdır?

  BÜTÜN BU OLUMSUZLUKLAR, TÜRKİYE'DE MİLLİ GÖRÜŞ İKTİDARININ NE KADAR GEREKLİ OLDUĞUNU ORTAYA KOYMAKTADIR.

  Ancak bunu kendileri için en büyük tehlike sayan yerli Sabataistler ve Siyonist güçler Erbakan'ı etkisiz kılmak için her türlü şeytani çabayı harcamaktadır.

Sabataycılık Osmanlıya Hıyanet Türkiye                       Cumhuriyetine Hâkimiyet Hareketidir 

  Yahudilerin özelliklerinden biri, hangi devletin şemsiyesi altında yaşıyorlarsa o devlete sadık görünmektir. Osmanlı Yahudileri, kutsal günleri olan cumartesi günlerinde sinagoglarda yaptıkları ayin ve ibadetlerde devlete ve Padişah'a dua etmişlerdir. Bu duayı, sahte Mesih ve daha sonra sahte Müslüman Sabatay (veya Sabetay) Sevi kaldırmış, kendisine bağlı Yahudilerin sinagoglarında kendisine dua ettirmiştir.

  Bu açıdan incelenecek olursa Sabataycılık Osmanlı devletine ve hilâfetine bir başkaldırı mahiyetindedir.

  Sabatay Sevi, Mesih olarak (kendince ve inananlarınca) dünya hükümdarlığı tahtına oturmuş, ayrıca kendisine tâbi olan birtakım krallar nasb (tayin) etmiştir ki, bunların bazısı Osmanlı devletine bağlı ülke ve vilâyetlerinin kralları idiler.

  Bazı tarih-bilmezler, Sabatay Sevi'nin padişah huzurunda (Sultan onun sorgulanmasını kafes ardından dinlemiştir) sorgulanmış olmasını bir adaletsizlik ve baskı olarak göstermeye yeltenirler. Adam; devletin bazı vilayetlerini ve ülkelerini kendisine bağlı Yahudilere veriyor, onları kral yapıyor; Padişah ve devlet bunun üzerine harekete geçiyor, onu sorguluyor ve bu sorgulama Sabataycılara ve onların kendilerine benzettiği adamlara (ve kadınlara) göre adaletsizlik ve baskı oluyor… İşte onların adalet ve baskı anlayışları bu kadardır!

  Osmanlı mülkünü parçalamak istediği, Padişahın ve Halifenin ülke ve vilayetlerinden bazısını birtakım Yahudi krallara peşkeş çektiği için onun idam edilmesi gerekirken, yalancıktan Müslüman olması üzerine aff-ı şahaneye uğramış, Saray'da kendisine hizmet verilmiş, maaş bağlanmıştır. Padişah'ın sahte Mesih'e yaptığı bu muamele adaletin de üstünde çok yüksek bir kerem ve ihsandır.

  Yakın tarihimizde Osmanlıya en büyük hakareti ve düşmanlığı birtakım Sabataycılar yapmıştır. Yazdıkları kitaplarda Hanedan-ı Al-i Osman'a sövüp saymışlar, en seviyesiz iftiralar savurmuşlardır.

Meşhur Yahudi Tarihçi Profesör Gerschom Scholem (1897-1982) Sabbatai Zevi, the Mystical Messiah (1973) adlı büyük ve derin araştırmasında Sabatay Sevi'nin tayin ettiği kralların listesini vermektedir.

Sabataycılığın temel prensiplerinin biri de gizliliktir. İki kimliklilik takiyye onlar için hayatî önemi haizdir. Son yıllarda, bir kısmı çok doğru, bir kısmı şüpheli ve ihtilâflı, bir kısmı tartışılabilir, bir kısmı yanlış olmak üzere Sabataycılık konusunda ülkemizde hayli yazı yazıldı. Bu neşriyat (yayınlar) Sabataycıları ve onların müttefiklerini hayli rahatsız etmişe benziyor.

Ortalığı karıştırmak, zihinleri bulandırmak için çeşitli şekillerde ve çeşitli metodlarla dezenformasyon yapıyorlar, sislendiriyorlar.

  "Bu kadarı da olmaz, bunlar da önüne geleni Sabataycı yapıyorlar…" gibi cümleler bu dezenformasyon cümlesindendir.

Asırlarca gizli kalmış ve saklanmış, gizli bırakılmış bir konu birdenbire gün ışığına çıkarılınca elbette birtakım yanlışlar yapılacaktır. Sabataycılık, % 1'i su üstünde, %  99'u görünmeyen bir buz dağıdır. Onun tam manasıyla açığa çıkarılması, gizlenmiş taraflarının aydınlatılması elbette uzun yıllar alacaktır. Başlangıçta yapılan araştırmalarda, iddialarda, bilgilerde birtakım yanlışlar bulunması kaçınılmazdır. Lakin bu yanlışlar esası değiştirmez. Sabataycılık konusundaki esaslar şunlardır:

  Birinci madde: Sabataycılık ülkemizin en güçlü gizli lobisidir, baskı grubudur.

  İkinci madde: Onlar sinema, basın, medya, propaganda konusunda çok büyük güce sahip olmuştur.

  Üçüncü madde: Kemmiyete (kelle sayısına, nüfus çokluğuna) önem vermezler, keyfiyet, tesir (etki), güç üzerinde durulur.

  Dördüncü madde: Yakın tarihimizdeki bütün devrim, ilericilik, değişim, arıza, kopukluk, inkılâp hareketlerinde onların büyük payı, rolü, tesiri, tuzu biberi olmuştur.

  Beşinci madde: Tarihimiz ve dilimiz konusundaki manipülasyonlar büyük ölçüde onlar tarafından yapılmış ve bozulmuştur.

  Altıncı madde: Laikliği laikçilik haline getirenler bu güruhtur.

  Yedinci madde: Çok nadir istisnalar dışında bu cemaatten hiçbir fert gerçekten ve samimi Müslüman olmamıştır münafıkça durmuştur

  Sekizinci madde: Seçkin Sabataycılar çocuklarını, ellerinden geldiği, güçlerinin yettiğince iyi okutmuş, ülkenin ve dünyanın en güçlü okullarında ve üniversitelerinde yetiştirip sonra Devletimizin en etkili ve yetkili makamlarına oturtmuştur.

  Dokuzuncu madde: Köşebaşlarını, stratejik mevkileri, hayatî mevzileri ele geçirirler. Serbest ve demokratik seçimlerle değişmeyecek bir gizli iktidara sahip bulunmaları tehlikeli bir durumdur.

  Onuncu madde: Kendilerini açığa çıkartan Müslümanları ve Türkleri affetmezler. Onları gerici, karanlık güç, Şeriatçı, Ulu Önder (bununla Sabatay'ı mı kasd ediyorlar?) düşmanı ilan ederler ve medyatik lince tâbi tutulur.

  Sabatay Sevi ve Sabataycıları bilmek ve anlamak için tek çare ilmî ve ciddî araştırmalar yapmaktır. Bunun için de, yıllardan beri kurulmasını ve faaliyete geçmesini temenni ettiğim "Türkiye Yahudilerini ve Sabataycıları Araştırma Enstitüsü'nün" bir an önce kurulması gerekmektedir.

  Tekrarlamakta yarar görüyorum. Sabataycılar hakkında söylenenlerin

   Bir kısmı doğrudur, hatta çok doğrudur.

   Bir kısmı şüphelidir, kaynağı kuşkuludur.

   Bir kısmı ihtilâflıdır, hatta dedikodudur.

   Bir kısmı tartışma konusudur.

   Bir kısmı yanlıştır ve uyduruktur.

  Yukarıda saydığım hususlar ancak ve ancak çok sahih ve sağlam bilgilerin, tarihî vesikaların (belgelerin), arşivlerdeki evrakın (ne yazık ki, Sabataycılar arşivlerimizdeki belgeleri yok etmişlerdir. Bunu Scholem de açıkça yazıyor…), bütün iddia ve isnadların kılı kırk yararcasına araştırılıp incelenmesiyle ortaya çıkarılabilir.

Meselâ, niçin Üsküdar Bülbül deresi'ndeki Dönmeler-Avdetîler mezarlığındaki bütün kabirlerin resimli bir kataloğu birkaç ciltlik bir külliyat halinde çıkartılmıyor? İşte mezarlık, işte taşlar… Böyle bir araştırma kitabı bütün ilim dünyası tarafından kabul görmez ve alkışlanmaz mı?

  Bizim Sabataycılık hakkındaki iddialarımız yanlış mıdır? Böyle bir iddia da ancak ilmî ve ciddî araştırmalarla ispat edilebilir.

  Niçin istemiyorlar, niçin korkuyorlar?

  Yanılıyorsak, niçin yanlışımızı ortaya koymuyorlar?

  Biz iddialarımızı yüzlerce ciddî ve ilmî kitaba, binlerce ilmî makaleye dayandırıyoruz, bunları çürütebiliyorlarsa, niçin bir girişimde bulunmuyorlar?

Öyle bir terör, baskı ve tabu sistemi kurmuşlar ki, bazı çok önemli gerçekleri hiç yazamıyoruz.25

  Hizbullah'ın Elindeki RPG29 Roketlerini kim veriyor? 

  Hizbullah, en azından İsrail ordusunun güvendiği yedi tank bölüğünden birini ortadan kaldırdı. Bu kayıplar, İsrail genelkurmayının oluşturduğu "blitzkrieg" stratejisini bozdu. Bu strateji uçak, tank ve panzerlerin yoğun olarak aynı anda harekete geçirilmesini öngörüyordu.

  Buna göre İsrail'in bu kayıpları, İsrail ordusunun karadaki ilerleyişini piyadelerin ilerleyişiyle orantılı olarak sürdürme kararı almasına yol açtı. Lübnan Direnişi, en son teknoloji ürünü olan Rus tanksavarlarını kullanıyordu. Bu tanksavarlar, İsrail'in "Merkava" tanklarını hatta Amerikan tanklarını da imha edebilme kapasitesine sahipti.

  Ria Novosti askeri yorumcusu Viktor Litovkin, bir yazısında Moskova ile Tel Aviv arasında bu konudaki tartışmayı ele almaktadır:

İsrail, Lübnan Başarısızlığından Rus Roketatarlarını Sorumlu Tutuyor

  İsrail Genel Güvenlik Bakanı Avi Dichter ve İsrail Savunma Bakanı Amir Paretz'in, Hizbullah'ın Güney Lübnan'da son teknoloji ürünü tanksavar roketleri özellikle de art arda ateşlenen RPG29 modeli Rus tank savarlarını kullandığını ilan etmesi Rus haber ajansı "Ria Novosti"nin sorularını cevaplayan askeri uzmanlarda şaşkınlık yarattı. Uzmanlar, ancak isimlerini vermemem şartıyla bizimle konuşmayı kabul ettiler.

  Uzmanlardan birisi "Her savaşta olduğu gibi, bazı çevreler sözlerimizi kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayabilir ve biz bunu istemeyiz" dedi.

  Onların dikkat çektiği ana konu şuydu: Hizbullah'ın elinde RPG29 model Rus tank savarlarının bulunması bunları Suriye'den, Suriye'nin de Moskova ile Şam arasındaki silah teknolojisi alanındaki dayanışma çerçevesinde Rusya'dan aldığını göstermez. Bu kuşkunun gerçekliği yoktur. Gerçekleri güvenilir belgelerle kanıtlamak gerekir ki bu tür bir kanıt da mevcut değildir.

   İsrail'in bize gönderdiği roket parçaları ve roketin arka kısımları hiçbir şeyin kanıtı olamaz. Gerçekten de bu parçalarda Rus Kril alfabesiyle yazılı ifadeler vardır. Ancak bu araştırma için yeterli değildir. Bu noktada silahların seri numaralarına bakılması gerekir ki bunlar nerede üretildi, kim sattı ve kime satıldı, saptayabilelim.

  Uzmanların verdiği bilgiye göre, tanklara aksi tesir yaratan zırh teknolojisinin eklenmesiyle birlikte "RPG29 Vampir" roketinde de tanklara karşı şiddetli patlama yaratan ileri düzey sıcaklık teknolojisiyle üretilmiş G-29V savaş başlıkları 80'li yılların sonuna doğru konuldu. Sovyetler Birliği ordusu bu roketatara 1989 yılında sahip oldu. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'nın dağılmasının ardından eski komünist ülkelerden bağımsızlığa kavuşan yeni devletlerin çoğunda bu roketatarlara ve mühimmatlarına rastlamak mümkün hale geldi. Nitekim bazı ülkelerde bu roketatarın üretimi de yapılmaktadır. Dolayısıyla İsrail tanklarını bu roketatarlardan hangisinin vurduğunu belirlemeye çalışmak yalnızca tahminden ibarettir.

  Eğer askeri destek hakkındaki bir anlaşma resmi veya "beyaz" ise burada her zaman için son kullanıcıdan söz edilir. Fakat bu beyaz anlaşmalardan ayrı olarak, yarı resmi gri hatta gayr-i resmi ve illegal siyah anlaşmalar da vardır.

Herhangi bir ülkeden herhangi bir kişi Ortadoğu'ya; Filistinlilere, Hizbullah'a, Hamas'a yahut herhangi bir silahlı gruba RPG29 satabilir. Detaylandırılmış kurulumlarda eskiden böyle yapılırdı. Uzmanlar "suçluluğu kanıtlanıncaya dek masum kabul et" prensibi gereğince bu ülke ve kurumların isimlerini belirtmedi; fakat çoğunun suçu ispatlanmış durumdadır. İllegal silah satışı yapan tüccarlar uzun süre birer sansasyon olarak değerlendirilerek konu kapatıldı. Eğer kıdemli görevlilerin şüpheleri varsa, hatta bir devlete yönelik suçlamalarda bulunuyorlarsa, bu iddialarını belgelendirmeleri gerekir. Gerçekler olmadan, bunlar boş konuşmalar, hatta politik oyunlardır.

  Askeri uzmanlarının gözlemlerine göre ne zaman taraflardan birinin işleri ters gitse "Rus silahlarının yanlış kullanımı"ndan söz edilmeye başlanıyor. Bu Amerikalıların Vietnam'da da yaptığı bir şey ve şimdi yirmi yıl sonra militanların Rus silahlarıyla savaştığını öne sürerek Irak'ta da aynı şeyi yapıyorlar. Eğer Irak ordusu 30 yıla yakın bir zamandır silahlarını Rusya'dan alıyorsa, diğer ordular bu konuda bir şey yapamazlar. Şimdi İsrail yetkilileri işine geleni yapıyor.

  Uzmanlara göre İsrailli politikacıların, Rusya'yı, dolaylı yoldan Hizbullah'ı desteklemekle suçlarken, gözden kaçırdıkları bir şey vardı. Bu da, onların çaresizliği ve kendi silahlarına olan güvensizlikleri ve zayıf donanımlarıdır. Merkava tankları İsrail'de her zaman "yenilmez" sanılmıştır. İsrailliler her zaman bunun tasarımıyla ve gelişmiş uygulama alanıyla gurur duymuşlardır. Nitekim onun dünyadaki en gelişmiş tank olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Yöntem olarak, İsrailliler Gazze Şeridi'nde ve Batı Şeria'da bunu başarıyla kullanmışlardır. Merkavalar yalnızca helikopterler tarafından desteklendikleri ve bu helikopterlerle doğrudan ve düzenli iletişim imkânları buldukları zaman yerel yerleşim bölgelerine girmişlerdir.

  Ancak, anlaşıldığı kadarıyla tankların helikopterlerle desteklenmesi Lübnan toprakları açısından yeterli değildir. Herhangi bir tank ekibi çok az görebilir. Bunlar, yan taraflarda ve arka tarafta ne olduğunu bilemez. Bu da çalılıkta yahut kapı arkasında saklanan herhangi bir militan için kolay hedef anlamına gelir. Bu noktada militan, Merkava'ya mükemmel korunduğu ön tarafından saldırma ihtiyacı duymayacaktır. Militan tankı arkasından, arka tarafı yahut çark mahfazasının arasındaki boşluk yönüyle vurabilir. Her tankın zayıf noktası vardır. Son derece mükemmel silahlar bulunmasa bile… Dolayısıyla Rus roketatarlarından şikâyetçi olmaları anlamsızdır. Uzmanlar yine de İsrailli bakanlara Rus silahlarının bedava reklâmını yaptıkları için teşekkür ediyorlar; ama bunu tekrarlayarak bir şey yapamayacaklarını kaydediyorlar. Ayrıca uzmanlar, İsrail tanklarının İsrail'de değil Lübnan'da vurulduğuna dikkat çekiyorlar!?

Hizbullah üyeleri, -hangi duyguları çağrıştırırlarsa çağrıştırsınlar- çoğunluğu Lübnan vatandaşıdır ve düşmana karşı topraklarını savunma hakkına sahiptirler. Bu noktada uzmanlar siyasi konulara girmekten kaçındıklarını söylediler ve silahlar meselesine dönerek eklediler: İsrail de, sadece kendi silahlarını kullanmıyor! Amerika'dan, Almanya'dan silah alıyor. Öyle ise Hizbullah ta istediği ülkeden silah alabilir.

Merkava İsrail tankıdır. Ancak İsrail askerlerinin Lübnan'a karşı kullandığı M-113A1/A2 ve M-577A2 tipi tanklar Amerikan yapımıdır. Aynı durum şu helikopterler için de geçerlidir: AH-1E/Bell209, Chechnya-53D Stallion, UH60 Blackhawk, S-70A ve Apache AH64 Saldırı helikopterleri. Tüm bunlarda kullanılan AMRAAM, AIM-120B, AIM95 ve MLRS 227 gibi çoklu roketatar sistemine sahip ağır silahlar da ABD'de üretilmiştir. Saldırı uçakları, ağır ve savaşçı toplar da cabası… Uzmanlar şunu söylüyor: "Birileri, yabancı bir ülkeyi yabancı silahlarla vurduğu halde neden herhangi bir tarafı sorumlu tutuyor?"

Onlarla tartışmadım. Bir gazeteci olarak yalnızca okuyucuyu bu noktada bilgilendirmeye çalıştım. Bu açıklamalar bazı İsrailli komutanların Rusya'nın (savaşa) "katılımına" ve Ortadoğu'daki kanlı mücadeledeki Rus silahlarına ilişkin dillendirdiklerinden farklıydı.26

  Yeri gelmişken hatırlatalım. Saldırgan İsrail'e silah yığan Amerika, bir yandan da PKK'yı silahlandırmakta ve kışkırtmaktadır. Öyle ise İsrail'i hezimete uğratan tanksavarların ve pilotsuz uçakların Rusya'dan, hatta Türkiye tarafından sağlandığı iddiaları, bazılarına niye dokunmaktadır?

21 23 Şubat 2007 / Milli Gazete

22 Tevbe: 9/12

23 M. Toptaş / 23.02.2007 / Milli Gazete

24 Washington Post Pazar ilavesi

25 23.02.2007 / M. Şevket Eygi / Milli Gazete

26 www.saafonline.com 09.02.2007 Victor Litovkin; Ria Novosti güvenlik editörü

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Kazım GÜLFİDAN

Kazım GÜLFİDAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx