YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66313ace3069c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 7
Bugün : 19492
Dün : 29424
Bu ay : 733446
Geçen ay : 453014
Toplam : 23512410
IP'niz : 18.227.111.192

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

İsrail, önce Yahudileri aldatıyor

   Holokost: Latince bir kelime olup, tanrılara kurban edilenlerin topluca atılıp yakıldıkları yer anlamındadır.

Bugünkü Siyonist ve ırkçı emperyalist İsrail ise, bütün insanlığı, kendi tanrısı olan Şeytan'a ve Onun haksızlık ve ahlaksızlık temelli amaçlarına feda etme saplantı ve sapkınlığındadır.

 

   Gerçek Tevrat'ın değil, Firavun ve Karun düşüncelerine dayalı Kabalist öğretilerin ve her türlü insanlık dışı iğrençliklerin yön verdiği bir terör şebekesi olan İsrail Devleti, kendi halkını ve Yahudi soydaşlarını bile şeytani hedefleri için sadece bir araç olarak kullanmakta ve onları İsrail'e taşımakla "Hıristiyan holokostundan ve barbarların baskısından kurtardığını" savunarak aldatmaktadır. İşte Yahudi bir yazarın itirafı:

   'Siyasi mülk' olarak Holokost…

   Yahudi devletinin kurumlarının Holokost'tan kurtulanlara yönelik yaklaşımıyla ilgili ikiyüzlülük, bu kurumların içinde doğan ve yaşayanlar tarafından biliniyor. Biz, İsrail Devleti'nin Yahudi halkının yeniden doğuşunun mekânı olarak sunuluşuyla, her bir Holokost kurbanı ve ailesi için mevcut 'terk edilme' arasında genişleyen uçurumla birlikte büyüdük..

   Başka ülkelerden kandırılıp İsrail'e taşınanların ileri yaşı ve bozulan sağlığı, refah devletinin hayal kırıklığı, tazminat anlaşmasına dahil edilmeyen Sovyetler Birliği'nden gelen Holokost kurbanlarının varlığı, hükümet dışı kuruluşların sahtekarlığı; sosyal konularla ilgilenen gazetecilerin memnuniyet verici çalışmalarıyla ortaya çıkarıldı. Bu çalışmaları yapanlar, İsrail'de Holokost kurbanlarından hayatta kalanların kaderine terk edildiği gerçeğini görünce şoka uğradı. Holokost'u siyasi bir istismara dönüştürmek, İsrail'e esasen Filistinlilerle savaşında hizmet ediyor. Terazinin bir kefesine, Batı'nın suçlu (ki öyle de olması lazım) vicdanıyla birlikte Holokost konulduğunda, Filistin halkının 1948'de topraklarından zorla sürülmesi küçültülüp bulanıklaştırılabiliyor. 'Yahudiler için güvenlik' ifadesi, 'Holokost'un dersleri' için istisnai bir eşanlamlılık mahiyetinde kutsanıyor. İsrail'in Arap vatandaşlarına yönelik uyguladığı sistematik ayrımcılığa da mazeret kazandırıyor. 40 yıldır 'güvenlik' Batı Şeria ve Gazze'nin kontrolünü; yanı sıra Arapların Yahudilerle yan yana yaşayıp haklarından mahrum bırakılmasını meşrulaştırıyor.

   Güvenlik gerekçesi; etnik temelde zulüm yapılmasına ve ayrımcılığa dayalı bir rejimin yaratılmasına hizmet ediyor. İlelebet süren 'barış görüşmeleriyle' oluşan İsrail tarzı bu. Holokost'u bir mülke dönüştürmek, İsrail'in Filistinlilerin mücadelesinin tüm yöntemlerini, silah kullanmayanlarını bile, doruk noktası Auschwitz kampı olan anti-Semitik zincirin bir diğer halkasıymış gibi sunmasını mümkün kılıyor. İsrail kendisine, Filistin topraklarını daha fazla duvar, dikenli tel ve askeri gözlem kulesiyle kuşatma ehliyeti tanıyor… Holokost ve anti-Semitizm araştırmacıları, devlet El Halil'de askerleri ve yerleşimcileri yoluyla etnik temizlik yürütürken laf salatası yapıyor ve yaratılan ayrımcılık rejimini görmezden geliyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikasını eleştiren herkes, anti-Semitik, hatta Holokost inkârcısı olarak suçlanıyor. Saçma olan şu ki, İsrail'e yönelik tüm eleştirilerin gayrimeşru hale getirilmesi…7

   İsrail'e 'içeriden bakmak' gerekiyor

   İsrail'deyiz… Lakin ben en fazla İsrail devletinin dinle ilişkisine takıldım. Gerek siyonizmin babası Theodore Herzl, gerekse İsrail devletinin kurucusu Ben Gurion ve ideolojik belkemiğini oluşturan liderler, dinden nasibini almamış kişiliklerden oluşuyor. Aslında din sadece istismar aracı olarak kullanılıyor. Kurdukları devlet de aslında zamanın akımlarının da etkisiyle sol eğilimli ve seküler ilkeler üzerinde yükseliyor.

   Gel gör ki, bu devletin temeline Yahudi dinini oturtmaktan çekinmiyorlar. Bugüne taşıdığı sorunlar ne olursa olsun, dindar Yahudileri askerlikten muaf tutma ayrıcalığı gibi merkezine ultra Yahudiliği koyan bir sarmal halinde örgütlüyorlar toplumu. Halkanın göbeğinde en dindarlar bulunuyor ve onların misyonu Yahudi milletini bir arada tutan değerleri korumayı amaçlıyor. Halkalar genişledikçe dinin etkisi azalıyor. Siyonizmin babaları, Yahudilerin bir millet olarak bir arada varoluşunun bu sayede daha güçlü olacağını düşünüyor. Yahudi şeriatıyla ilgili günümüzde de süren tartışmalar var İsrail'de, lakin kimse 'irtica tehdidi' diye bağırmıyor.

   Bu anlamıyla da misal Türkiye'de rastlanmayan en genel anlamıyla bir 'uzlaşma halet-i ruhiyesi' mevcut.8 Yani dünyevi hedefler ve hevesler etrafında herkes buluşuyor.

   Siyonistler hezimeti itiraf ediyor!

   Hizbullah'ın Güney Lübnan sorumlusu Nebil Kavuk, "Winograd raporu, işgalci İsrail'in Hizbullah mücahitlerine karşı tarihi hezimetinin itirafıdır. Bu rapor, direniş seçeneği güçlenerek ilerlerken düşmanın aşağı yuvarlandığı yeni bir aşamanın başlangıcıdır" dedi.

   Hizbullah, geçen yaz İsrail'in kendilerine yönelik 33 gün süren savaşta Siyonist İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in, "savaşın başlangıcında doğru değerlendirme, sorumluluk ve ihtiyat açısından ciddi bir başarısızlık göstermekle" suçlandığı Winograd Raporu'nun İsrail'in hezimetini teyit ettiğini bildirdi.

   Hizbullah'ın zaferi

   Hizbullah'ın Güney Lübnan sorumlusu Nebil Kavuk, düzenlediği basın toplantısında, "Winograd raporu, işgalci İsrail'in Hizbullah mücahitlerine karşı tarihi hezimetinin itirafıdır. Bu rapor, direniş seçeneği güçlenerek ilerlerken düşmanın aşağı yuvarlandığı yeni bir aşamanın başlangıcıdır" dedi. Winograd raporunda, Olmert, savaşın başlangıcında doğru değerlendirme, sorumluluk ve ihtiyat açısından "ciddi bir başarısızlık" göstermekle suçlanırken, Savunma Bakanı Amir Peretz ve dönemin Genelkurmay Başkanı Dan Halutz'a da aynı şekilde sert eleştiriler yöneltiliyor. Raporda Peretz'in, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin durumu hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı ve Genelkurmay Başkanı Dan Halutz'un da yine savaşa hazırlıksız girdiği, bundan hükümeti haberdar etmediği ve kabineyi savaşa zorladığı savunuluyor.

   Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Niye İstifa Ediyor?

   Dünyadaki en büyük Yahudi organizasyonlarından biri olan World Jewish Congress'in (Dünya Yahudi Kongresi) başkanı Edgar M. Bronfman Sr. Görevinden istifa etti. WJC tarafından yapılan açıklamada, aynı zamanda dolar milyarderi bir iş adamı olan Bronfman'ın New York'ta istifasını verdiği belirtildi. Bronfman ile uzun süredir yardımcılığını yapan Israel Singer arasındaki iç çekişme bir süre önce medyaya yansımıştı. New York eyalet başsavcılığı da: "Singer'in organizasyon kaynaklarını şahsi işlerinde kullandığını" belirlemiş ancak herhangi bir yasal takip kararı vermemişti. Kongre anti-semitizmle mücadelenin yanı sıra, son yıllarda özellikle eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki Yahudilerin ABD'ye göçmeleri konusundaki lobiciliğiyle dikkat çekmişti. Bromfman, 1979'dan beri WJC başkanlığını yürütüyordu.

   Bütün bunlar Dünya Yahudi kodomanlarının çözüldüğünü ve biri birine düştüğünü gösteriyordu.

   Rapor, İsrail hükümetini sarsıyor

   İsrail'in geçen yaz Hizbullah'la giriştiği savaşta uğradıkları hezimetten, başta Başbakan Ehud Olmert'i ve hükümetini sorumlu tutan Winograd raporu, hükümeti sarsmaya devam ediyor. İsrail koalisyon grubunun başkanı, Kadimalı Avigdor Yitzaki de Olmert'e karşı bayrak açtı. Kadimalı milletvekillerini, Olmert'e karşı Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin başbakanlığına ikna etmeye çalıştığı belirtilen Yitzaki, "Olmert istifa etmezse Kadima biter" diye konuştu. Yitzaki ayrıca, Olmert'in istifa etmemesi halinde, koalisyon başkanlığından ayrılacağını da bildirdi.

   Bu arada, kulislerde Olmert'i devirerek yerine geçme planları yaptığı haberlerini yalanlayan Dışişleri Bakanı Livni ile Başbakan Olmert, öğleden sonra bir araya gelecek. Livni ile raporda ağır eleştirilere uğrayan bir başka isim olan Savunma Bakanı Amir Peretz'in istifa edebilecekleri ileri sürülüyor. Ulaştırma Bakanı Şaul Mofaz ise mevcut siyasi krizin çözümü için, Olmert başkanlığında, yeni bir "ulusal birlik hükümeti" kurulmasını önerdi.

   Kadimali İnşaat ve Konut Bakanı Meir Şetrit ise İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, Olmert'in istifa etmesi halinde Kadima'nın başkanlığına aday olacağını söyledi. Şetrit, bu açıklamalarına rağmen, Olmert'in istifa etmesini istemediğini, Winograd Komisyonunun yazın açıklanacak nihai raporunun beklenmesinin önemli olduğunu ifade etti.

   Olmert'in istifası halinde Kadima liderliği için yarışacak isimler arasında, Başbakan Yardımcısı Şimon Peres, Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Meir Şetrit, Ulaştırma Bakanı Şaul Mofaz yer alıyor. İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise raporda dile getirilen aksaklık ve önerilerin yerine getirilmesi amacıyla bir komisyon oluşturuyor. Olmert, bu komisyonun oluşturulması amacıyla yapılan bakanlar kurulu toplantısında, durumdan avantaj sağlamaya çalışmakla suçladığı muhaliflerini, "acele etmemelerini" tavsiye ederek uyardı. Olmert, raporu yayınlanır yayınlanmaz alarak derinlemesine incelediğini de belirtti.

Olmert istifa" çağrıları yaygınlaşıyor

   İsrail'de, geçen yaz güney Lübnan'da Hizbullah'a karşı verilen savaşın başarısızlıklarından başta Başbakan Ehud Olmert ve dolayısıyla tüm hükümeti sorumlu tutan Winograd raporunun etkisi yayılıyor.Raporun ardından, internette de Başbakan Ehud Olmert'in istifasını isteyen elektronik postalar dolaşmaya başladı.

   Haberi veren Ynet sitesine göre, Eğitim Bakanlığı sözcüsü Avinoam Magen, raporun yayımlanmasının hemen ardından, internet üzerinden, Olmert'in istifasını isteyen mektup yazarak dağıttı. Sözcü, "Bunun Eğitim Bakanlığı ile ilgisi yok elbette. Bu benim ve bazı arkadaşların kişisel tutumu" diye konuştu.

   Winograd raporunun açıklanmasından ve savaşta çocuklarını yitiren ailelerin açıklamalarını dinlemelerinin ardından böyle bir mektup yazdıklarını ve elektronik posta aracılığıyla dağıttıklarını söyleyen Magen, Ynet'e yaptığı açıklamada, herkesin kişisel görüşlerini açıklamasından yana olduğunu belirtti ve "Her şeyden önce ben bir vatandaşım" diye konuştu.

   "Niçin ayrılmıyorsun? Başbakan'a açık mektup" başlığıyla kaleme alınan ve internette dağıtılan elektronik posta, istifa etme niyetinde olmadığını açıklayan Olmert'i eleştiriyor ve istifaya çağırıyor.

   Bu arada Yossi Fuchs adlı bir avukat, Yüksek Adalet Mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak, Olmert'in görevden alınmasını istedi. Fuchs, başvuru dilekçesinde, Başbakan Olmert'in adaletin yerine gelmesini önlemeye çalıştığını ve tüm kamuoyunu rehin aldığını öne sürdü.

   İsrail halkı Olmert'in istifasını istiyor

   İsrail halkının büyük çoğunluğu, Başbakan Ehud Olmert'in istifa etmesini istiyor. Yediot Aharonot gazetesinde yayınlanan bir kamuoyu yoklamasına göre, halkın yüzde 65'i Olmert'in hemen istifa etmesini isterken, yüzde 10'u ise bu fikre karşı çıkıyor. İsrailliler'in yüzde 25'i ise Başbakanın, geçen seneki savaşla ilgili Ağustos'ta açıklanacak nihai raporun ardından istifa etmesi gerektiğini düşünüyor.

   Irak'ta İsrail gibi duvar örülüyor!

   Dört yıldır Irak'a mezhepsel şiddet ve ölümden başka bir şey getirmeyen ABD, şimdi de müttefiki İsrail'den faşist duvarı kopyalayarak, Bağdat'ı gettolara bölmeye kalkışıyor. Irak bugün göçmen, ayrımcılık, iç savaş, idari ve ahlaki bozulma ve yağmacılık ihraç eden bir ülkeye dönüştü.

   Görünen o ki ABD yönetimi Irak'taki şartları kontrol altına alacak bütün çözüm ve düşünceleri bitirdi, müttefiki İsrail'e başvurdu. Yanıt da, Bağdat'ı bölecek ve ülke literatürüne dört yıllık işgal boyunca güçlü biçimde giren mezhep ayrımını derinleştirecek surlar inşa etme planı şeklinde geldi.

   Azamiye'nin mezhep ayrımcısı surları Irak'ın Amerikalı yöneticilerine göre, iktidardaki koalisyonun milislerinin kurduğu ve birbiri ardına gelen Irak hükümetlerinin içişleri bakanlığının desteklediği ölüm timlerinin mezhepçi saldırılarını durdurmayı hedefliyor.

Başkan Bush'un müjdelediği gibi yeni Irak'ın demokrasi, eşitlik, güvenlik ve refahın hâkim olacağı bir birlikte yaşam, siyasi ve sosyal açıklık vahasına dönüşmesi öngörülüyordu. Ancak bugün gördüklerimiz tamamen farklı. Zira bölünme mezhep veya etnik kimliğe göre bölgelerle sınırlı değil, şehirlere hatta köylere, aşiretlere taşınmaya başladı.

Bugün Azamiye duvarı, yarın Basra, bir sonraki gün Musul ve Kerkük duvarı. Irak'ın tamamı, yabancılara kapılarını kapatan tecrit edilmiş mezhepçi gettolara dönüşüyor. Ulusal Irak kimliği değil, mezhepçi, etnik ve aşiretçi kimlikler var. Irak parçalanıyor. Bu, bütün bölgerin parçalanmasının başlangıcı olabilir.

   Irak demokrasi değil, kaçan göçmenler ihraç ediyor. İğrenç bir mezhep ayrımcılığı, iç savaşlar, idari ve ahlaki bozulma, yağmalama, ülkenin servetini ve malını yarı resmi biçimde talan eylemleri ihraç ediyor. ABD'nin güvenlik planı Bağdat'ta veya başka bir yerde başarılı olmadı. Kurbanların sayısı plan hayata geçirildiğinden beri artıyor ve patlamalar ikiye katlandı. ABD topraklarına varmasın diye Bush'un Irak'ta savaşmak istediği Kaide, Anbar bölgesinde devletini kurdu ve yeni hükümetin de savunma, içişleri ve enformasyon bakanlarını atamaya başladı.

   Irak'taki 170 bin ABD askeri, başkentin küçük bir parçasının güvenliğini sağlamaktan, parlamento üyelerini güvenli sayılan Hadra bölgesindeki sığınaklarında patlamalardan korumakta aciz kaldı. Bu durum Iraklı yetkililerin ve bakanların çoğunun neden resmi görev gerekçesiyle yurtdışında bulunduğunu açıklıyor.

   Faşist tecrit duvarları, İbrani devletini fedai eylemlerinden koruyamadı, şehit olmak isteyenleri hedeflerine ulaşmaktan alıkoyamadı. Bu eylemlerin sayısının Filistin'de azalmasının sebebi faşist duvar değil, Hamas'ın siyasete giriş bağlamında iki yıldır bağlı kaldığı ateşkes. Filistinliler faşist duvarı aşmakta başarılı oldu, İsrail derinliklerindeki yerleşim birimlerine ve kentlerine ulaşabilen füzeler üretti.

   Iraklılar, özgür dünyanın lideri, demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde eşitliğin ve birlikte yaşamın gerçekçi modeli olan ABD'den, tecrit duvarı, etnisite ve mezhep temelinde bölünmeler değil, adalet, eşitlik ve ekonomik refah istedi. ABD, Iraklıların haklarını savunmak ve demokrasiyi yaymak için değil, İsrail ve petrol sebebiyle Irak'ı işgal etti.

İşte şimdi de, nükleer tesisleri bahane ederek İran'a karşı aynı şeyi tekrarlamaya çalışıyor. İran Irak savaşına sessiz kalıp, ABD'yle işbirliği yaparken dosttu. Fakat nükleer isteklerini ifade etmesi ve Cumhurbaşkanı Ahmedinecad kanalıyla İbrani devletine düşmanlığını göstermesi sonrasında yıkılması gereken tehlikeli bir düşmana dönüştü… Irak bugün, Batı aldatmasının, yalanının, ikiyüzlülüğünün ve bazı vatandaşlarının vefasızlığının hikâyesine dönüştü. Çözüm işgalcilerin ve onlarla birlikte gelenlerin çıkması, hepsinin savaş suçlusu olarak yargılanması, çalınan her kuruşun geri alınması.9

   Washington Post: Türkiye-ABD ittifakı çöküyor

   Amerika merkezli düşünce kuruluşu Hudson Enstitüsü'nden Rajan Menon ve Enders Wimbush imzasını taşıyan raporda, Türk-Amerikan ilişkilerine ilişkin ilginç saptamalar yer alıyor. Washington Post gazetesinin 24 Nisan 2007 tarihli sayısında yer alan rapordan kısa bir özet yayımlıyoruz.

   "Türkiye ve ABD, yakın gelecekteki ilişkilerinin hem şeklini hem de içeriğini belirleyecek kritik bir stratejik kavşağa yaklaşıyor.

   "Ne Türkiye ne de ABD, iki ülkeye 50 yıldan uzun süredir yarar sağlamış bu canlı dostluğu iyileştirecek ciddi önlemler alıyor.

   "Irak'taki savaş, Türkiye'yle ABD'yi birbirinden uzaklaştıran anlaşmazlığın ana konusu fakat tek sorun bu değil.

   "Türkiye'nin siyaset yelpazesinde, hatta kapalı kapılar ardındaki tartışmalarda, parçalanmış Irak'ın yıkıntıları üzerinde Kürt devletini andıran bir yapının kurulmasına izin vermek yönünde en ufak bir işaret yok.

   "Tersine son günlerde Türkiye'nin askeri liderleri, kuzeydeki veya genel olarak ülkedeki Amerikan askerlerinin varlığına rağmen, bu ihtimali ortadan kaldırmak için güçlü ordularıyla en sonunda Kuzey Irak'a müdahalede bulunmayı ciddi ciddi değerlendirdiklerini teslim etti. Son haberler bu seçeneğin çoktan meclisin önüne geldiğine ve halktan da güçlü destek aldığına işaret ediyor."

   "Türkiye'de Irak'taki süregiden karmaşa ve buna yol açan kararlarla ateşlenen Amerikan karşıtlığı, son aylarda yapılan anketlere göre görülmemiş düzeylerde. Türklerin neredeyse yüzde 80'i ABD'yi bir sorun olarak görüyor; Türkiye'nin, ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturmak da ABD'nin yarattığı sorunların arasında.

   "Bugün birçok Türk, Türkiye'nin Müslüman dünya ve başta Rusya ve yükselen Çin olmak üzere Avrasya'yla ilişkilerinde daha organik bir denge kurmasının ve AB'ye üyelik çabalarıyla somutlaşan Batı'yla ilişkilerin de resmileşmesinin şart olduğunu anlıyor. Türkiye'nin kendini yeniden konumlandırması, derin ekonomik ve enerji ilişkileri geliştirdiği Rusya'yla, Avrasya'da güçlü bir konuma gelen Çin'le, bugün Türkiye'de ABD'den daha popüler olan İran'la ve Suriye'yle derin bağlar inşa edilmesini kapsayabilir."

Ama, "Derin Türkiye" dünyaya yön veriyor!

Milli Derin Türkiye, yeni bir denge unsuru ve adaletin motoru gibi davranıyor.

   "Herkes Hamit Karzai'yi Afganistan'a devlet başkanı olarak atayanın ABD olduğuna inanır. Pakistan'da askeri bir darbe yaparak devlet başkanı seçilen General Pervez Müşerref'in de ABD işbirlikçisi olduğu sanılır. Her iki ülke uzun zamandır Taliban yüzünden araları açıktı. Bu duruma son verilmesi için ABD nezdinde yürüttükleri çabalar hiçbir sonuca ulaşmamıştı.

   Geçtiğimiz ay her iki lider gelip Türkiye'de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile birlikte el ele tutuşup kameralar önünde poz vererek anlaştıklarını dünyaya duyurmuşlardı. Çünkü Türkiye yeni bir güç odağıydı.

Hatırlanırsa ABD Ankara eski Büyükelçisi Eric Edelman medya önünde Suriye'ye gitme diye uyardığı halde, Sezer hiç takmadan tüm dünyanın gözleri önünde bu ziyareti tamamlamıştı.

   Bu olaydan az bir süre önce de dünya kamuoyunda çok popüler olan bir başka ünlü anlaşmazlık konusunda ilgili taraflar Türkiye'de görüşmelerini yapmıştı. Nükleer enerji üretme konusundaki tutumunda ısrarcı olan İran'ın temsilcisi ile Avrupa Birliği temsilcisi anlaşmazlık konularını Türkiye'de gelip masaya yatırmışlardı. İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Programıyla ilgili baş müzakereci Ali Laricani ile Avrupa Birliği Dış Politika ve Yüksek Güvenlik Temsilcisi Javier Solana bu amaç için Türkiye'de buluşmuşlardı.

   Anlaşılıyor ki sahnedekilerin dışında önemli ülke işlerine kafa yoran bir üstün siyasi deha iş başındaydı.

   Bu arada Türkiye'yi Kuzey Irak'a sokup iki aşiret reisi ile boğuşturmaya yönelik gayretleri organize eden İsrail ve ABD Yahudi lobisi yine bozguna uğratıldı. Siyonist çevreler artık Türkiye'yi böyle bir basiretsizliğe sürüklemenin mümkün olacağına dair umutlarını tümden yitirmiş bulunmaktaydı.

   Tüm mazlum ülkeler Türkiye'nin ayağa kalkması ve uluslar arası sorunların çözümünde etkinliğini arttırmasını bekliyor. Batı emperyalizmi karşısında 1000 yıl olduğu gibi bugün de İslam'ı, onun yüce değerlerini ve bölge toplumlarının huzur ve barışını ancak Türk Milletinin savunup koruyabileceğine artık herkes inanıyor. Bu yüzden Türkiye'nin başarısını, yücelmesini ve lider ülke olmasını bölge halkları en az Türk Milleti kadar istiyor.

   Elbette ki Türkiye'nin yeniden büyük ülke olması, saygınlığının artması ve insanlığın öncülüğünü kuşanması dünyada her türlü kötülüğü planlayan ve mazisi 5000 yıla varan ırkçı emperyalizmin öncülerini son derece telaşlandırıyor! İşte bu telaştır ki dünya siyonizmi ve içerideki uzantısı azınlıkçı cemaat yapılanması Türkiye'nin önünü tıkamak için çırpınıyor.

Artık biliniyor ki Siyonist unsurlar ve hatta kuruluşlar tüm dünyada kendilerini gizliyor. Her yerde jelatinli maskelerle dolaşıyor. Her meselede sureti haktan görünerek fitne fesat çıkarıyor. Ancak onların Türkiye'de uyguladıkları yöntemler ve sahneledikleri fitneler en şeytancasını oluşturuyor. Ancak derin Türkiye'nin onların  tüm dünya ülkelerinden daha iyi tanınıyor olması Siyonistlerin fesatlıklarını boşa çıkarıyor!

   Evet, dünyanın dengesi olmak için, dünyanın iblisini yenmek gerekiyor. Dünyanın hâkimiyetini 20. Yüzyılda Osmanlı cihan devletini yıkarak ele geçiren Siyonizm, insanlığa korkunç zulümler yapıyor. Sırf siyonist İsrail devletini kurmak için insanlığa üst üste iki cihan savaşı yaşatıp milyonlarca insanı ölüme, sakatlığa, açlığa, hastalığa, sefalete ve sonsuz acılara boğan siyonistlerden dünyanın kurtulması bekleniyor.

   Osmanlı cihan devletini yıkarak tüm bu melanetleri işleme fırsatı bulan Siyonizm artık can çekişiyor ve yerini Osmanlının varislerine iade etmek zorunda bulunuyor. Can havliyle sağa sola sataşması da bundan kaynaklanıyor" tespitleri elbette gerçekleri yansıtıyor!

   Pakistan da ABD güdümünden çıkıyor!

   ABD yönetimi Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref üzerindeki baskıyı arttırdı. Bu baskıların ilk işaretini, Şubat ayında Pakistan'ı ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney vermişti. Cheney bu ziyaretinde Müşerref'i Taliban ve El-Kaide'ye karşı mücadele etmemekle suçladı ve bunun sürmesi durumunda, Bush yönetiminin 300 milyon dolarlık askeri yardımı askıya alacağını açıkladı. Bu ziyarette Cheney, Afganistan'daki yenilginin faturasını Müşerref'e kesti. Nitekim ABD dış politikasına yön veren merkezlerde de Ocak ayından bu yana Müşerref'in devrilmesi fikri ağırlık kazandı.

   RAND-CFR-CSIS üçü birden Müşerref'e saldırıyor!

   Örneğin CIA'ya yakın RAND Corporation'dan Seth G. Jones ve John Gordon'un imzasını taşıyan yazıda, Pakistan "ABD'nin terörle savaş stratejisine zarar veren ölü bir müttefik" sözleriyle tanımlandı. Yine Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından 19 Mart'ta yayımlanan analiz yazısının başlığı da farklı değildi: "Müşerref  İçin Yargı Zamanı".

   Bir diğer etkin dış politika kurumu CSIS'in yayın organı The Washington Quarterly'de yayımlanan makalede de, ABD'nin Pakistan stratejisini gözden geçirmesinin zamanının geldiği ve Müşerref'in ABD stratejisi açısından bir engel oluşturduğu ifade edilmekteydi. RAND, CFR ve CSIS üçlüsü tarafından ortaklaştırılan bu yeni tutuma bir destek de İngiliz Savunma Bakanlığı'na bağlı Savunma Akademisi tarafından kaleme alınan ve BBC'ye sızdırılan rapordan geldi. Raporda Afganistan'da yenilginin faturası Pakistan'a kesiliyor ve Pakistan İstihbarat Örgütü'nün Taliban'ı desteklediği belirtiliyor. Raporun çözüm önerisi ise açık: "Pakistan'ın terörizmi teşvik etmesini engellemek için istihbarat örgütü dağıtılmalı ve Müşerref'in başında olduğu askeri yönetime son verilmeli."

   ABD'nin Pakistan'ı İran'a karşı kullanmak için yeni taktikler geliştirmesinin ardından yeni plan da devreye sokuldu. 26 Mart tarihli Sunday Telegraph'ta yayımlanan habere göre, Pakistan'ın eski başbakanları Benazir Butto ve Nawaz Şerif, güçlerini birleştirmeye ve Müşerref'i devirmeye karar verdi. Sürgündeki iki eski başbakan hem Körfez ülkelerini hem de Hindistan'ı bu projeye destek vermeye çağırdı.

   Müşerref neden hedef yapılıyor?

   ABD, Müşerref'i devirme planlarına bahane olarak Pakistan Devlet Başkanı'nın "terörizme karşı savaşta başarısızlığını" öne sürüyor. Oysa planın gerçeği "Özgür Belucistan"da gizli. ABD, Çin'in Gwadar limanı aracılığıyla Ortadoğu'ya inmesinin yarattığı meydan okumanın farkında. O nedenle ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde yayımlanan Yeni Ortadoğu haritasında "Özgür Belucistan" adıyla yaratılacak devlette sadece Gwadar şehrinin işaretlenmiş olması rastlantı değil. Bunun stratejik bir anlamı var. Ayrıca, Müşerref'in Çin ile ilişkilerini geliştirmesi ABD açısından büyük bir rahatsızlık kaynağı. Dolayısıyla ABD önce Müşerref'i bu yeni taktikle köşeye sıkıştırarak İran ve Çin düşmanlığı konumuna çekmeyi; bunu başaramazsa Müşerref'i devirerek, yönünü ABD planlarına dönecek bir hükümeti başa geçirmeyi hedefliyor.

   "Müşerref İran'a saldırıya izin vermeyince…"

   Müşerref'i devirme ve Ortadoğu'yu Orta Asya'ya bağlayacak bir "Özgür Belucistan" kurma planlarının gerisinde yatan önemli etkense, ABD'nin İran planı. ABD, İran'a karşı bir askeri operasyonda Pakistan'ın Belucistan bölgesini üs olarak kullanmayı planlıyor. Nitekim ABD'nin silahlandırdığı ayrılıkçı gruplar, bu bölgeden İran'a sızma operasyonlarına başlamış durumda. Pakistan İstihbarat Örgütü'nün eski başkanı Orgeneral Hamid Gül'ün yaptığı şu açıklama da, ABD'nin Müşerref'e yönelttiği tehditlerin arkasındaki planı göz önüne seriyor: "ABD, Afganistan'daki başarısızlığının faturasını Pakistan'a kesmek ve İran'a saldırısında Belucistan bölgesini kullanmak için yeni taktikler uyguluyor. Çünkü Müşerref, İran'a dönük ABD saldırısında topraklarının kullanılmasına izin vermiyor."

   "Özgür Belucistan"ın sırrı

   "Özgür Belucistan"ın sırrı da burada saklı. Müşerref, yönünü Çin'e dönmüş ve İran'la ilişkilerini güçlendirmiş durumda. Ayrıca İran-Pakistan-Hindistan hükümetleri bu üç ülkeyi birbirine bağlayacak bir doğalgaz boru hattı anlaşması imzaladı. ABD bu hatta karşı çıkıyor. Çünkü bu stratejik boru hattı, İran gazının Asya pazarına açılmasına olanak veriyor. Ötesi Hindistan'dan Çin'e uzatılacak boru hattı Asya'nın ortak enerji piyasasının ABD denetiminden tamamen çıkması demek. İran, Pakistan ve Hindistan hükümetleri, ABD'nin tüm tehditlerine rağmen proje için düğmeye bastı. ABD için bu hattı engellemenin iki yolu var: Birincisi Pakistan'da yönetimin değişmesini sağlamak. İkincisi, boru hattının içinden geçeceği Belucistan bölgesinde kukla bir devlet kurmak.

   İran Hürmüz'ü kapatırsa

   ABD'nin İran planı açısından Belucistan bölgesi nasıl bir stratejik öneme sahip?

Bunun yanıtı, bu sayfalarda bulacağınız harita'da görülüyor. İran'a olası bir saldırıya ilişkin senaryoları gösteren bu haritadan da anlaşılacağı üzere, İran karşıtı sızmalar için en ideal bölge Belucistan. Bu bölgede kukla bir Beluci devletinin kurulması yoluyla ABD, İran'ın ekonomik gücünü de kırmayı amaçlıyor. İran'ın enerji ihracatının engellenmesi anlamına gelen bu sıkıştırma arayışı, Tahran yönetimini güçsüz bırakma ve diğer etnik grupları ayaklandırma stratejisi ile bağlantılı.

   Meşhur haritada Şabahar

   Öte yandan Yeni Ortadoğu haritasında gözden kaçan bir diğer nokta da, İran'ın Şabahar limanının da "Özgür Belucistan" sınırları içinde gösterilmesi. Bu liman stratejik açıdan çok önemli. Şöyle ki; ABD'nin, İran'a bir saldırı başlatması durumunda, dünya petrollerinin yüzde 40'ının tankerlerle geçiş yaptığı Hürmüz Boğazı'nı İran'ın kapatacağını hesaplıyor. Çin Radyosu'nun haberine göre uzmanlar, Hürmüz Boğazı'nın üç ay süreyle kapatılması ve İran'ın petrol satışını durdurması halinde ABD'nin gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 5 düşeceği, işsizlik oranının da yüzde 2 yükseleceği tahmininde bulunuyorlar. Oysa İran, Hürmüz Boğazı'nı kapatması durumunda da, Çin'e ihracatını Şabahar limanı aracılığıyla sürdürebiliyor.

   ABD-Çin çatışması kaçınılmaz görünüyor!

   Öte yandan ABD, İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatması durumunda, İran ekonomisinin de bundan etkilenmesini istiyor. Böylece Tahran yönetiminin Hürmüz Boğazı'nı kapatmaya cesaret edemeyeceği düşünülüyor. ABD bunun için Arap Denizi'nin çıkışını da denizden denetlemek zorunda. Bu sayede denizden de İran'ın enerji ihracatını engellemeyi hedefliyor. Bu noktada en büyük engel Gwadar limanı ve Çin'in buradaki askeri varlığı. Çin'in burada savaş gemilerini bulundurma amacı, ABD'nin Çin'e dönük enerji sevkiyatını engellemesine karşı deniz güvenliğini sağlamak. Yani tablo net: ABD ile Çin arasındaki çelişkilerin önümüzdeki günlerde daha da keskinleşmesi kaçınılmaz görünüyor!10

  

7 29.04.2007 / Amira Hass / Counter Punch

8 30.04.2007 / Ceyda Karan / Radikal

9 30.04.2007 / Abdülbari Atwan / Kudsel Arabi / Radikal

10 denizyalcin7@yahoo.com

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet DENİZ

Mehmet DENİZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx