ABD, Ortadoğu'yu ateşe atıyor
Irak'tan ders almayan ABD, şimdi de İran'la uğraşıyor. Oysa yapılması gereken, Irak'ın İran dahil tüm komşularıyla diyalog halinde barışı aramak.
ABD Irak'ı yalan yanlış gerekçelerle işgal etmeden önce yaygın görüş, savaşın bölgeyi ve dünyayı daha fazla karmaşa ve istikrarsızlığa sürükleyeceği yönündeydi… Şimdi ne yazık ki ABD bölgeyi ve dünyayı daha beter bir husumetin eşiğine getiren bu kötü çatılmış maceracılığın acı meyvelerini topluyor. Fakat bu tatsız gerçekle yüzleşmek yerine, aynı başarısız politikanın ileri bir versiyonunu pazarlamaya çalışıyor. Bunu, İran'ı günah keçisine dönüştürerek ve Irak'taki İran faaliyetlerine dair yalanlar söyleyerek yapmaya gayret ediyor.
ABD, İran nüfuzuna karşı bölgesel bir koalisyon da oluşturmaya çabalıyor. Fakat bunu başarsa bile, böyle bir koalisyon bir bütün olarak bölge için tehlike yaratır ve Irak'ı istikrarsızlaştırır. ABD böyle bir siyaset dayatarak, mezhep ayrımcılığını tam da söndürülmeye en fazla ihtiyaç duyduğu anda körüklüyor…
Aşırılıkçıların en hassas mezhepsel ve etnik bölünmeleri, Arap topraklarının işgalcileriyle olası işbirliğini, huzursuz ve öfkeli bir nüfusa pazarlama çabasıyla suiistimal ettiğine dair birçok işaret var. Böylesine dar kafalı bir nefret kampanyası sorunları azdıracak ve Avrupa'dan ABD'ye kadar tüm dünyada, Irak'taki krizin sonlanmasından sonra bile etkileri olacaktır… ABD, işgal ve güç kullanımının sadece uluslararası hukukta yeri olmadığını değil, ulusal çıkarlarına da taban tabana zıtlığını kabul ederek kâbusun sonlandırılmasına katkı yapabilir. Yakın tarihte savaş çıkaranların hiçbiri niyet ettikleri sonuçlara ulaşamadı; tersine, kendi güvenlik ve istikrarlarını tehlikeye atan sonuçlara vardı.
140 bin Amerikan askerinin istikrar getiremediği, hatta tam tersine yol açtığı ortamda, 20 bin ek asker de gerilimi artırmaktan başka işe yaramaz. Sadece güç ve işgal mantığının terk edilmesi, direnişi kurutabilir.
Benzer şekilde, ABD'nin bugün İran'la ilgili yaptığı gibi, yeni hayali tehditler üretmek de Irak politikasının başarısızlığını kısa süre gizleyebilir belki, ama dürüstlük, diyalog ve gerçek çaba gerektiren sorunları çözemez.[1]
Haydi hayırlı savaşlar
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Münih'teki güvenlik zirvesinde yaptığı konuşmada ABD'yi "tehlikeli bir silahlanma yarışını körüklemekle" suçladı ve "Bu çok tehlikeli, çünkü ABD'nin uluslararası hukuku hiçe saydığı bir dünyada artık hiç kimse kendisini güvencede hissetmiyor", diye çıkıştı.
Kimi yorumcuların yeni bir soğuk savaş olasılığından söz etmeye başladıkları ortamda bu çıkışı yapan Putin'in bu konuşmasından üç gün önce Rusya, toplam 189 milyar dolarlık "askeri altyapıyı geliştirme" projesini açıklamış ve ABD'nin başlattığı silahlanma yarışında kendisinin de var olduğunu hatırlatmıştı…
ABD yönetiminin geçen hafta içinde Kongre'ye sunduğu 2008 yılı bütçe tasarısı Rus liderin pek de haksız olmadığını düşündürüyor. ABD'yi yeniden savaşa odaklanmış ülke haline getiren Başkan George W. Bush, bu yılın Eylül ayından itibaren uygulanacak 2008 bütçesinde askeri harcamalara toplam olarak 716.5 milyar dolar ayrılmasını talep etti… Bu muazzam bütçeye Irak ve Afganistan savaşları için öngörülen savaş harcamalarını da eklediğimizde ABD'nin nasıl çılgınca bir silahlanma yarışına giriştiği daha iyi anlaşılıyor…
Silahlanmada Rusya'ya olan bağımlılığını azaltma çabası içindeki Çin'in en az 120 milyar dolarlık bir savunma bütçesi olduğu tahmin ediliyor. Bu tablo karşısında söylenecek tek söz var: Haydi hayırlı savaşlar (!)[2]
Putin ABD'ye rest çekti
Rusya lideri, Almanya'daki zirvede Washington'a sert çıktı: ABD, tehlikeli biçimde güç kullanıyor. Nükleer silahlardan onlar sorumludur. Avrupa'ya füze kalkanı kurarsanız gereken cevabı veririz.
Soğuk Savaş yıllarında ABD'nin baş düşmanı ve dünyanın iki süper gücünden biri olan Rusya, dağılmasının ardından ABD ile barıştı… Ancak Almanya'da 43'üncüsü düzenlenen Münih Güvenlik zirvesinde "eski düşmanlar" arasındaki buzların pek de erimediği ortaya çıktı. Zirvede ABD Başkanı George W. Bush ile "samimi" olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kürsüye çıkınca Soğuk Savaş'ı aratmayacak laflar etti: "ABD dünyada istediğini yapabileceğini sanıyor; tehlikeli bir biçimde güç kullanıyor…" Ülkelerin nükleer silah sahibi olmak istemesini de ABD'ye bağlayan Putin, "Kimse kendini emniyette hissetmiyor ve nükleer silah edinmek istiyor" dedi. Dünyada NATO ve Avrupa Birliği'nin tek başına karar alamayacağını söyleyerek, Kararları Birleşmiş Milletler'in almasını istedi.
90'lara kadar "iki kutuplu" olan dünya sisteminin şimdi tek kutuplu olmadığını savundu. Bunun aksini söyleyen ABD'ye meydan okudu: "Tek kutuplu dünya ne demek? Bu kavramı ne kadar süslerseniz süsleyin, bu dünyada tek bir güç merkezinin, tek bir kuvvetin, tek bir patron olması demek. Bu demokratik değil, bazıları bize demokrasi dersi veriyor. Ancak demokrasiyi kendileri öğrenmek istemiyor" dedi. Bush'un Orta Avrupa ve özellikle Polonya'da kurmayı planladığı füze kalkanı projesine dair kriz konusunda da taviz vermeyeceğini belirtti: Füze kalkanı kurma nedenleri ikna edici değil. Biz de kendi güvenliğimiz için önlem alırız. Bu da silahlanma yarışını başlatır" dedi. Kendilerinin silahların azaltılması anlaşmalarına sadık kaldıklarını ancak ABD'nin buna aykırı davrandığını söyledi. NATO'nun Doğu'ya genişlemesinin de "tehdit" olarak algılandığını bildirdi.[3]
Putin, dünyaya standart bir demokrasi dayatılamayacağını söyledi: 'Tek merkezli dünya olmaz!' Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dünyanın bir merkezden yönetilemeyeceğine dikkat çekerek, "Tek kutuplu dünya olmaz, olamaz. Tek bir merkezden dünyaya standart bir demokrasi dayatılamaz" dedi. Putin, NATO'nun askeri bir kurum olduğunu, küresel politikaları hukukileştirme merkezi olamayacağını söyledi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, bugün dünyadaki en büyük güvenlik sorununun küresel ısınma olduğuna dikkat çekti. Münih'te gerçekleştirilen 43. Uluslararası Güvenlik Konferansı'nın ana konusu küresel krizler ve küresel sorumluluktu. Bugüne kadar Willy Brandt, Carter, Bush, Clinton, Mitterrand, Thatcher gibi liderlerin katıldığı zirveye ilk kez bir Rusya devlet başkanı da katıldı. Zirvenin açılış konuşmasını yapan Almanya Başbakanı Angela Merkel, Soğuk Savaş sonrasında oluşan yapıya değindi. Ekonomik dev olarak dünya sahnesine çıkan Çin'in başka alanlarda da sorumluluklar alması gerektiğini söyledi. Afrika ile ilgili gündemin yeniden hazırlanması gerektiğini vurguladı. Merkel, İran'ı İsrail gerçeğini kabul etmeye çağırdı. İran'ın nükleer bir güç olmasının kabul edilemeyeceğini söyleyen Merkel, bugün dünyanın en büyük sorunu olarak küresel ısınmayı gösterdi. Rusya Devlet Başkanı Putin, konuşmasına dünyanın içinde bulunduğu sorunların nedenlerini anlatmakla başladı, Rusya ile ilgili de mesajlar verdi. Putin'in konuşması satırbaşlarıyla şöyleydi:
|
|
Baykal: AB, Türkiye'yi rafa kaldırdı
Konferansta Türkiye adına ana muhalefet lideri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal yer alıyordu. Konferansa ayrıca Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ünal Çeviköz ve Milli Savunma Bakanlığı Harita Genel Komutanı Tümgeneral Necdet Soyer davetliydi. Baykal, konferansın ilk bölümünden sonra gazetecilere yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: "Heyecan verici bir toplantıydı. Putin'in ardından ortaya konulanlar ABD politikalarının böyle süremeyeceğini gösteriyordu. Ne Merkel'in, ne de Putin'in Türkiye'nin adını hiç anmamasının iyi yanı, Türkiye'nin krizli bir ülke olmamasıdır. Bu tabii ki böyle. Olumsuz yanı ise Türkiye'nin giderek unutulmakta olan bir ülke haline gelmesidir. AB zaten Türkiye konusunu rafa kaldırmış görünüyor. Biz bunu bir süredir hissediyorduk. Burada görerek yaşamak, gözlemlemek üzüntü verici."[4]
İran'la nasıl hesaplaşmalı?
1980'lerin sonlarında Amerika'da popüler olmuş bir fıkraya göre ABD Başkanı, Dışişleri Bakanlığı görevlilerinden "İran dosyası"nı ister. Fakat dosya "İ" harfiyle başlayan belgeler arasında bulunamaz ve Başkan "öyleyse ‘P'ye bakın" der, Pers adından dolayı. Ne var ki, dosya yine bulunamaz. Sonra danışmanlardan biri "Ü" (İngilizcede elbette "U") harfine bakılmasını önerir. Başkan bunun anlamını, "Ü" harfiyle İran'ın ilgisini sorar. Danışman açıklar: "Ülserler, efendim; bizim şu İran dosyası olsa olsa ‘Ülserler' başlığı altında tasnif edilmiştir."
Son günlerde İran dosyasının Beyaz Saray'da tekrar Başkan'ın masasına geldiği muhakkak. George W. Bush'un son ulusa sesleniş konuşmasında Irak'taki direnişten İran'ı sorumlu tutması ve nükleer program konusunda yaşanan restleşme, geri dönülmez bir yola girildiğini gösteriyor. İran'ın Irak'taki diplomatik temsilciliğine baskın düzenlendi, İran'lı görevliler tutuklandı ve Fars Körfezi'ne ikinci bir uçak gemisi gönderildi. Yanı sıra İran sınırları içindeki muhalif Kürt örgütü PEJAK'ın açıkça desteklendiği, gelen haberler arasında.
Kimi kaynaklara göre Başkan Yardımcısı Dick Cheney, İran petrolü için en geç 2007 baharında saldırmak gerektiği, yoksa fırsatın kaçacağı düşüncesindedir. Ancak yine de bugün ABD'nin İran'la ilgili sorununun petrolü de aşan bir prestij meselesine dönüştüğü kanaatindeyim. Mahallenin kabadayısının, kendisine meydan okuyan zayıf birine ders vermeyi ihmal etmesiyle kaybedeceği şeyler ABD için de geçerlidir.
Amerikan kamuoyu 1979'daki İslam Devrimi'nin hemen akabinde ABD'nin Tahran büyükelçiliğinin İranlılarca basılmasını, buradaki Amerikalıların 444 gün süreyle rehin alınmasını unutamamıştır. Keza ABD'nin iktidara getirdiği bir tiranı, zorba ve acımasız bir şahı alaşağı etmek, affedilir bir davranış değildir.
Tabiî, Amerikan halkı 1953'te İran'daki parlamenter sisteme dayalı Musaddık yönetimini devirip yüzyılın en zorba diktatörlerinden Şah Rıza Pehlevi'yi iktidara getirenlerin, sonra SAVAK'ı kurarak Nazilerden öğrendikleri işkence yöntemlerini Şah'ın bu gizli servisine aktaranların, 25 yıl boyunca İran halkı zulüm altında inlerken Şah'a desteğini esirgemeyenlerin, zengin doğal kaynaklarını yağmalayanların ABD yetkilileri olduğundan haberdar değildir.
Dolayısıyla bugün "İran'ın halledilmesi gerektiği" konusunda ABD'de Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında pek de ihtilaf yoktur. Tartışma, daha ziyade İran'la nasıl hesaplaşılacağı ve bir rejim değişikliğinin nasıl kotarılacağı konusundadır. New York Times gazetesinin 1 Şubat'taki "İran'a Gözdağı Vermek" başlıklı başyazısı ve gelen okuyucu mektupları bunun ilginç bir örneğini oluşturur. Başyazar ve okuyucular, İran'a doğrudan bir saldırının şu sıralar ABD'yi daha da zora sokacağı ve yine prestijinin sarsılmasıyla sonuçlanacağı uyarısında bulunmakta ve türlü diplomatik manevralar önermektedir.
Buradan şu sonuç da çıkarılabilir: Irak işgali "başarılı" olsaydı, İran'la savaş konusunda farklı siyasi gruplar arasında böyle bir tartışma yaşanmayacaktı ve derhal ikinci bir cephe İran'la açılacaktı.
ABD'de İran'a karşı farklı kesimleri bir araya getiren bir diğer husus ise İsrail faktörüdür. Bugün Hillary Clinton ve John Edwards gibi Demokrat Parti başkan adayları İsrail lobisi önünde kendilerini beğendirmek için her türlü şaklabanlığı sergilemekte, İran'a karşı saldırgan söylemlerinde adeta Bush'la yarışmaktadırlar. Temsilciler Meclisi'nin yeni Demokrat lideri Nancy Pelosi, Ermeni soykırımı yasa tasarısı lehine yürüttüğü faaliyetlerden zaman kaldığında İsrail lobisi hesabına çalışmaktadır.
Bush yönetiminin seçmen desteğini hızla kaybettiğini ve en yakın müttefiki İngiltere Başbakanı Tony Blair'in türlü skandallardan başını kaldırıp ikinci bir savaşa destek veremeyeceğini göz önünde bulunduranlar, İran'la hesaplaşma işini İsrail'e bırakmayı tavsiye ediyorlar. İran'ın nükleer programının mahiyeti ne olursa olsun, İsrail halkı için yeterince ciddi bir tehdit ve korku kaynağı oluşturacağı ve sonuçta Yahudi nüfusunun ülkeden kaçarak azalmasına yol açacağı düşünülüyor. Yahudi nüfusunun Araplara oranla yeterince artmaması, hatta İsrail'in Gazze'den çekilme planının ardında bu nüfus sorununun yattığının iddia edilmesi, bu bakımdan ilginçtir.
Yahudi entelijansiyası geçtiğimiz haftalarda Washington'un İsrail hükümetine İran saldırısı için onay verip vermeyeceğini tartıştı. Wall Street Journal'da yazan Michael Oren'a göre Başbakan Ehud Olmert'e 2006 Kasım ayındaki Washington ziyareti esnasında muhtemelen yeşil ışık yakılmamıştı, ama yanan ışık kırmızı da değildi. Tıpkı İsrail Haziran 1967'de komşu Arap devletlerine savaş açarken olduğu gibi: ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'la görüşmeye giden İsrail hükümetine açıkça yeşil ışık yakılmamış, ancak engel de olunmamıştı.
Batı cephesinde İran'a dair bütün bunlar yaşanırken Müslüman dünyada Sünni-Şii çatışmasının konuşuluyor olması çok mânidar ve üzücü bir durumdur. Gönül isterdi ki, tam da böyle bir konjonktürde İranlı yetkililer, Saddam Hüseyin'in idam edilmesi dahil, mezhep çatışmasını besleyen her türlü provakasyon, dezenformasyon ve manipülasyona karşı çok daha kesin ve net bir tavırla ortaya çıkmış olsunlar.
Zira İran halkı Müslümandır; mü'minler kardeştir ve küfür tek millettir.[5]
ABD, İran için yeni 11 Eylül hazırlığında!
Irak yenilgisini hazmetmekte zorlanan Bush, yeni bir maceraya atılmak istiyor. Körfez'e gönderilen uçak gemileri ve petrol fiyatlarını düşürmeye yönelik girişimler de savaş hazırlığının göstergesi. ABD 11 Eylül gibi bir bahane planlıyor… Cesurca mücadele etmek, ümmeti ve dünyayı 'güç çılgınları'nın şerrinden korumak için aklımızı kullanmalıyız
Bush ve yönetimi, Irak saldırısına gerekçe gösterdiği ve Amerikan halkını korkutmuş olan aynı hikâyeyi tekrarlıyor. ABD'ye acılar çektiren bu savaşın getirdiği felakete rağmen Bush, İran'a saldırıyı meşrulaştırmak için hikâyeyi tekrarlamaya başladı. Peki niçin?
Bazı Amerikalı yazarlar, ABD'nin İran'ın yarattığı tehlikeye dair söyleminin, Irak savaşındakinin yankısından ibaret olduğu görüşünde. Kitle imha silahı söylemi, bu savaşın öncüsüydü. Acaba bu gece, dün geceye benzeyecek mi?
ABD yönetimi ortada bir anlaşmazlık olduğunda, fakat İran'a savaş açmaya çalışmadığında ısrar ediyor. Fakat Bush'un nükleer programını durdurması için İran'a yaptığı uyarılar ve savurduğu tehditler tehlikeli bir alarm veriyor.
Beyaz Saray'dan, ABD yönetiminde İran'a saldırıyı planlama amaçlı tartışmalar yapıldığına dair bilgiler sızıyor. Demokratlar, yönetimin eğiliminin açıkça savaş yönüne kaydığı görüşünde. Bazıları, yönetimin İran'a saldırı politikasını hazırlayarak, dikkatleri Irak'taki başarısızlıktan başka yöne çekmek istediği uyarısında bulunmaya başladı…
ABD savunma bakanlığı ve istihbarat kaynakları, İran'ın Irak'a silah ve patlayıcı taşıdığını ve Sünnileri Irak'tan sürme planları yaptığına dair bilgi sızdırmaya başladı. Ancak iddialarına hiçbir kanıt sunmadılar. Bu durum, İran'a yönelik propaganda savaşının, Sünnileri İran'a karşı kışkırtma yönünde ilerlemeye başladığına ve ABD'nin işleri savaş eşiğine götürebilecek türden bir gerginliğe çektiğine işaret ediyor…
ABD yönetiminin İran'la savaş planı yaptığını ifade eden eski devlet adamı Paul Craig Roberts'a göre, saldırı için 11 Eylül gibi bir olay kullanılabilir ve Kongre savaşa onay vermeye zorlanabilir. Roberts'a göre ABD Körfez'deki güçlerini artırarak saldırı planı yapıyor ancak Körfez'in ve Ortadoğu'nun tüm dünyayı içine alacak büyük bir tehlikeye, korkunç yıkıma ve kan şelalesine maruz kalacağı kesin.
Savaş ihtimali giderek artıyor; cesurca mücadele etmek, ümmeti ve dünyayı 'güç çılgınları'nın şerrinden korumak için aklımızı kullanmalıyız. Biliyorum herkes bu ihtimali uzak görüyor, ancak Bush bu saldırıyı gerçekleştirirse ne yapacağız?[6]
ABD sınırımıza füze yığıyor!
Türkiye'nin sınır bölgeleri, Kuzey Irak tarafı füzelerle tahkim ediliyor. İsrail ve ABD'nin teknik desteğiyle bütün bu bölgeler ne amaçla peşmergeler tarafından uydudan kontrol edilebilecek hale getiriliyor? Birileri Türklerle Kürtler arasında bir savaş mı tezgâhlıyor?
Önceki gece Zap suyu yakınlarına helikopterlerle ABD askeri ve peşmerge indirildi mi? Bölgede arazi ölçümleri yapılıyor. Birilerinin cevaplaması gereken sorular var: Sadece Irak-Türkiye sınırı değil. Irak'tan Ermenistan sınırına kadar ABD ve İsrail tarafından yapılan sınır ölçümlerinin, arazi taramalarının anlamı ne? Bunlar yanlış mı, doğru mu? Neden Ermenistan sınırına kadar?
Türkiye'nin sınır bölgeleri, Kuzey Irak tarafı füzelerle tahkim ediliyor. Neden ağır silahlar bu bölgelere naklediliyor, neden peşmerge birlikleri ABD askerleriyle birlikte sınıra yakın bölgelerde mevzileniyor? İsrail ve ABD'nin teknik desteğiyle bütün bu bölgeler ne amaçla peşmergeler tarafından uydudan kontrol edilebilecek hale getiriliyor? Bu bölgelere neden son teknoloji ürünü uydu cihazları yerleştiriliyor? Böyle devam ederse Türkiye istese de bölgeye müdahale edemez. Birileri Türklerle Kürtler arasında bir savaş mı tezgâhlıyor? Ya da başka senaryolar mı var?
Türkiye, Ankara'ya gelen PKK Koordinatörü Joseph W. Ralston'a sorulacak tek soru vardı: Bütün bu askeri yığınağın, hazırlığın amacı ne? Bu silah sevkıyatı kime karşı ve neden?[7]
Neo-con'lar hâlâ akıllanmadı Neo-con'lar (yeni muhafazakârlar), İran'a saldırılması gerektiğinde ısrar ediyor. Oysa hem tehlikeyi abartıyor, hem de ABD'nin bu harekâtın sonuçlarını kontrol edebilecek güce sahip olmadığını unutuyorlar. Bugün ABD'nin askeri harcamaları, neredeyse dünyanın geri kalanının toplam askeri harcamasına eşit. Bu yüzden de neredeyse dört yıllık çabanın, binlerce can kaybının ve yarım trilyon dolarlık masrafın ardından, ABD'nin 24 milyonluk küçük bir ülkeyi neden zapt edemediğini, başarılı bir demokrasiden başka her şeye benzeyen bir yer haline getirdiğini sormak gerekiyor… Amerikan askeri doktrini, düşmanı yenmek için ezici askeri gücün ani ve kararlı kullanılmasına vurgu yapıyor. Fakat asilerin ve milislerin sivil nüfus içinde görünmez olduğu bir dünyada ezici güç neredeyse daima ters etkiler doğuruyor: Tam da savaşçı unsurlarla bağını koparmak ve onların serbestçe hareket etmesini engellemek durumunda olan insanları yabancılaştırıyor. Oysa uluslar ötesi milisleri ve teröristleri alt etmek için gereken isyan karşıtı harekât, siyasi hedefleri askeri hedeflerin önüne koyar ve şok ve dehşet yerine, zihinlerle kalpleri kazanmaya ağırlık verir. Son beş yıldan çıkarılması gereken ikinci ders şu: Önleyici savaş, ABD'nin uzun dönemli silahların azaltılması stratejisinin temeli olamaz. Bush doktrini Irak'a karşı önleyici savaşı, nükleer eşiğe ulaşma ihtimali karşısında makul bir bedel olarak gördü. Ama bu savaşın bizzat ABD'ye bedeli o kadar ağırdı ki, tam tersi bir sonuç ortaya çıktı: Amerika'nın caydırıcılığı ve bir ülkenin nükleer eşiği geçmeyi başarması halinde önleyici savaşa kalkışabilme ihtimali azaldı. Irak savaşından öğrenilmesi gereken son ders de şu: Mevcut ABD yönetimi günlük politikalar konusunda büyük bir yetersizlik içinde olduğunu gösterdi. Bush yönetiminin performansına dair çarpıcı şeylerden biri, kendisi için ortaya koyduğu hedeflere ulaşmakta ne kadar aciz kaldığı. Yönetim Irak'ta odaklanma bozukluğu olan bir hasta gibi hareket etti. ABD, 30 Haziran 2004'teki egemenlik devri veya 30 Ocak 2005'teki seçimler gibi kilit olayları etkin biçimde örgütlemeyi başardı. Fakat Irak güçlerini eğitemedi, büyükelçi atayamadı, yeniden inşa faaliyetlerini yürütemedi ve hepsinden önemlisi bütün bu başarısızlığın sorumlularından hesap soramadı… İran'a bir hava saldırısı, muhtemelen rejimi değiştirmek yerine, rejime desteği artıracak ve dünyanın dört bir köşesinde ABD ve dostlarına yönelik terörizmi ve saldırıları fişekleyecektir. ABD böyle bir savaşta, Irak harekâtındakinden daha da fazla tecrit edilecek ve yanında olsa olsa İsrail'i bulabilecektir. (01.02.2007 / Francis Fukuyama / The Guardian / Radikal ) |
[1] 11.02.2007 / Cevad Zarif: İran'ın BM büyükelçisi / The New York Times / Radikal
[2] 01.02.2007 / Osman Ulagay / Milliyet
[3] 11 Şubat 2007 / Sabah
[4] 11 Şubat 2007 / Cumhuriyet
[5] 09.02.2007 / Mesut Karaşahan / Milli Gazete
[6] 02.02.2007 / Süleyman Salih / Şark-Katar / Radikal
[7] 02.02.2007 / İbrahim Karagül / Yeni Şafak

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…
YA RAAAB! Zalim i*rail in yıkılışını neolur nasip eyle... Zalimlerin sonunu nasip eyle... Müslümanım diyenler…
MİLLİ ÇÖZÜM' Ü TAKİP EDENLER OKUYANLAR ÇOK ÖNCESİNDEN OLABİLECEKLERİ OKUYUP ÖĞRENDİKLERİ İÇİN ŞAŞKINLIK İÇİNE DÜŞMÜYORLAR!..…
YAKINDA AĞLAYACAK; ERBAKAN'IN TEKNOLOJİ HARİKALARIYLA KENDİ SOYSUZ SAHİPLERİNİ HAŞLAYACAK VE SALTANATININ YIKILIŞINA BÜYÜK ŞEYTAN İSRAİL!..…
Yazının ana konusunda bahsedilen kesimlerinTürkiyedeki tanım karşılığı, genelde "Kent - Soylu" kavramları üzerine dönmektedir..Bu kesimlerin…
"...Ey hâlâ Hamas’ı suçlayan Ve şanlı vatan savunmasına sataşan Sütü bozuk takımı!.. Özünüz karardığı gibi…
Hamas'ın ve Adil Düzen'e inanan tüm müslümanların zaferini müjdeleyen marş olacak nitelikte bu şiir için…
Ne yazık ki bazı çevreler hala bu pakradunilerin varlığını ve tehlikeli faaliyetlerini küçümseyici yazılar yazarak…
AKP-MHP İYİ POLİS KÖTÜ POLİS ORTAKLIĞI KİME HİZMET ETMEKTEDİR..! İş başına geldiği yıldan beri Filistin…
ÖZELLİKLE MİLLİ GÖRÜŞÇÜYÜM DİYENLERİN BU PAKRODİNLERİ İYİ TANIMASI GEREKİR Kİ, NEREDE DURACAKLARINI BİLSİNLER. BU KİŞİLERİ…