BÜLENT ARINÇ’IN DEDESİ VE CUMHURBAŞKANLIĞI MESELESİ
Sn. Bülent Arınç’ın gizli kimliği ve kökeni giderek ilgi odağı haline gelmektedir. Önce şu menfur olayı hatırlatalım:
Tarih: 23 Aralık 1930, Yer: Menemen, İzmir
Malum ve mel’un Menemen hadisesinde yedek subay Kubilay’ın başının, Girit’teki kamplarda İngiliz ve Yunan subayları tarafından eğitilen Bedrani Tarikatının temsilcisi Haçlı hizmetçisi bir mürteci olan Derviş Mehmet tarafından kör bir bıçakla kesildiği bilinen bir hakikattir.
Bu sahte şeyh, Manisa’yı Haçlılara satan ve 9 Eylül 1922 sabahı Yunanistan’a kaçan Manisa valisi Hüsnü Efendi’nin kuzeni bulunmaktaymış! Ki sonra Hüsnüyadis ismini almış. Bunlar Haçlı Hıristiyanlarla ve Yunanlılarla işbirliği yapsa da aslında Yahudi dönmesi oldukları anlaşılmış. Bu şahısların konumuzla ne ilişkisi mi var? Çok küçük bir detay: Derviş Mehmet, Ankara’da yüksek bir makamdaki zatın dedesi olmaktaymış!?
Bu konuda daha önce Yalçın Küçük ve Soner Yalçın da bir takım iddialar ortaya atmışlardı. Ancak onlarınki sadece Milli Görüş’ü karalamaya ve Erbakan Hoca üzerinde şüphe bulutları oluşturmaya yönelik bir yaklaşımdı.
Ve elbette bütün bu iddiaları yanıtlamak ve varsa yanlışlığını ispatlamak, Sn. Bülent Arınç’a kalmıştı.[1]
Dileyen “Haftanın Kitapları” bölümünde birinci sıradaki kitap olan “Hüsnü Yadis Hortladı”ya başvurmalıdır. Belgelerin hepsi orada kayıtlıdır. Nedim Çakmak’ın 317 sayfalık araştırmasının sonucu herkesi şaşırtacaktır.
Bu kitabı okuyanlar, bizzat Bülent Arınç’ın işaret edildiği kanaatına varmıştır… Hatta bazı internet sitelerinde bu durum saklanmayıp açıkça yazılmıştır…[2] Sn. Meclis Başkanının yapacağı doğru ve doyurucu bir açıklama, hem kamuoyunu rahatlandıracak, hem de suizandan kurtaracaktır.
Ne talihsiz ve yörüngesiz bir ülkeyiz. Bir tarafta “Cumhuriyet Şehitlerini Anma Haftaları” yapılıyor, bir yandan bu komploları kurgulayan adamların torunları en yukarılara taşınıyor!..
Şimdi gelelim, asıl can alıcı soruya: Peki bu tiyniyetsiz tipler, Milli Görüşte ne arıyordu?
Tarih boyunca, şeytani merkezleri ve şer güçleri en çok ürküten ve kendileri için tehlike arz eden, hareket ve hayırlı şahsiyet hangisi ise; en iyi rol yapacak adamlarını, yani en seçkin münafıkları o davanın içine yerleştirmek, bilinen ve vazgeçilmeyen bir stratejidir.
Hz. İsa’nın baş havarisi ve veziri bilinen, ama sonunda Allah’ın nebisini 30 gümüş liraya Roma valisine satıp hıyanet eden Yehuda İşkariod bir Musevi münafıktı.
Hz. Musa, Mısır’dan ve Firavun’dan kurtardığı Beni İsrail’i, kırk gün kaldığı Turi Sina’dan dönüşünde, altın buzağıya taptıran, ama çok alim ve fazıl biri olarak tanınan Samiri, yine bir Yahudi münafıktı.
Hz. Peygamberimize baş belası, İbni Selül, sahabenin arasında takva ehli geçinen, Yahudilerle gizli pazarlıklı bir münafıktı.
Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinin fesat başı olan, sahabenin bile çoğunu kandıran, ilim ve irfan ehli sanılan Yahudi dönmesi İbni Sebe münafığıydı.
Şimdi acaba, Siyonist sömürü sistemini ve emperyalist zulüm dönemini devirip Adil bir düzen getirecek inanç ve davanın temsilcisi, plan ve programın tek adresi olan Milli Görüşü ve Erbakan’ın yakın çevresini, başıboş bırakırlar mıydı? Ve Hoca gibi yüksek bir beyin, birikim ve beceri sahibi bir Zat elbette bile bile ve onların zahiri görüntüsünden ve gizli niyetinden istifade ile, davasının hatırına ve insanlığın yararına, bunları kullanmak üzere “köprüyü geçinceye kadar ayılara dayı demek” durumunda kalamaz mıydı?
En azından Milli Görüş bünyesinde, sinsi ve şeytani heveslerini gerçekleştirme şansı bulamayacaklarını ve Erbakan’la başa çıkamayacaklarını anlayıp, gömlek değiştirerek, asli kimliklerine uygun partilere kaçtıkları zaten bilinen bir olaydı.
Ve hala, kim bilir Hoca’nın çevresinde daha nice gizli ve kirli niyetli dönmeler barınmaktaydı ve evliya rolü oynamaktaydı?!..
Çünkü zaten siyaset ve strateji, bir santranç sahasıydı. Mustafa Kemal’in Kurtuluş mücadelesine ve Cumhuriyet hükümetlerine de pek çok Yahudi dönmesi hain katılmış, Atatürk bunlara katlanmıştı. Adnan Adıvar ve karısı Halide Edip Adıvar bunlardandı ve İzmir suikastına karıştıkları için yurt dışına kaçıp İnönü dönemine kadar oralarda kalmışlardı.
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün 25 Temmuz 1978 tarihinde kontenjan senatörü atamak zorunda bırakıldığı Prof. Nermin Abadan Unat, Mason ve Yahudi dönmesi bir bayandı.
27 Mayıs ihtilalinden sonra, Cumhurbaşkan’ı Cemal Gürsel’in Kurucu Meclis Üyesi ve Devlet Başkanı Temsilcisi atamak durumunda kaldığı:
Erol Dilek; Yahudi, Haham ve üstelik patrikhane müşaviri
Kaludi Laskari: Fener Rum patrikhane Hukuk yetkilisi
Hermine Agavni Kalustyan: Ermeni, Esayan okulları müdiresi ve Ermeni patriğinin yeğeni olmaktaydı…
Bu örnekleri daha da çoğaltmak imkanımız vardı ama, konumuz dışına taşılacaktı…
Bu arada soralım:
Cumhurbaşkanı Sezer’den, muhalefetten ve malum marazlı merkezlerden ittifakla yükselen;
“Tayip Erdoğan köşke çıkamaz!..” nakaratları, yoksa, Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın önünü açma ve yolunu kolaylaştırma hazırlıkları mıydı?
Unutmayınız, Hak davalara hıyanet edenlerin, sadece huyu bozuk değil, genellikle soyu da karanlıktır. Yani Milli Görüş’ten AKP’ye kaytaranların kurmay takımı, gerçekte, kendi asıllarına dönmüş durumdadır.
Bu niyeti ve tiyniyeti bozuk tiplerin Milli Görüşte iken İslami konularda sırıtacak biçimde sert ve sivri söylem ve eylemlere girişmeleri de;
•a- Hem kendilerini gizleyip aklamaya ve Milli Görüş camiasında kahramanlaşmaya
•b- Hem de ve özellikle Erbakan Hoca’nın ve teşkilatın başını belaya sokmaya ve yanlış tanınmasına vesile olunmasına yönelik kasıtlı ve hesaplı tavırlardı.
Bizlerin otuz yıldır camiamızı uyarmayı ve bu tür hile ve hıyanetlere karşı uyanık bulunmayı amaçlayan ikaz ve iddialarımızın % 90’ı çıktığı halde, hala anlamamak için direnen safdil dostlarımız da, yakında her şeyin farkına varacaktır.
Selam, siyonizme ve emperyalizme karşı, Milli ve İslami cephede ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesinde safını alanlara!..
Yeri gelmişken hatırlatalım: Menemen’de toplanıp “kahrolsun gericiler, yaşasın devrimciler” diye slogan atan sahibinin sesi zavallı zırtolar; Menemen hadisesini de, İzmir suikastini de aynı sabataist dönme İttihatçıların tertiplediğini ve şu anda beslendikleri gazete ve televizyon patronlarının da bu hainlerin sülalesinden geldiğini artık anlamaları ve ona göre onurlu ve sorumlu bir tavır takınmaları lazımdır. Çünkü açıkça söylemeye yürekleri yetmese de, irtica diye, İslamı ve Müslümanları hedef aldıkları oldukça sırıtmaktadır ve asil Türk Milletinin sabır taşı çatlama noktasındadır.
Bu sürtüşme ve sertleşme sürecinde aklımıza takılıyor: Yoksa AKP, köşk meselesini bile bile bir krize dönüştürüp, Ordu’yu bir muhtıraya mecbur bırakarak, önümüzdeki genel seçimlere yine mağdur rolüyle girmek ve bu bahaneyle oy devşirmek hesapları mı yapmaktadır?
AKP’nin 2007 Stratejisi
“Peki AKP yönetimi Cumhurbaşkanlığı makamına talip olduğunda ortaya çıkacak büyük gerilimi ne kadar taşıyabilir ya da bunu taşımak ister mi? Acaba AKP, Cumhurbaşkanlığı makamından çok, gerilim stratejisinden bir seçim başarısı çıkarmayı mı umuyor? Sözgelimi ortamı iyice gererek, örtülü ya da açık bir muhtıraya maruz kalarak, seçime mağduriyet söylemiyle mi girmek istiyor?
Belleklerimizi yoklayalım. 27 Mayıs 1960 hareketine karşı çıkan AP ve YTP, 1961 genel seçimlerinde CHP’den daha fazla oy toplamışlardı. Daha sonra AP, Süleyman Demirel Genel Başkanlığında 1965’de tek başına iktidara yürümüştü… 12 Mart 1971 Muhtırası’na ilk günden karşı çıkan CHP Genel sekreteri Bülent Ecevit, 1973’te genel başkan olarak CHP’yi birinci parti durumuna getirmişti… 1983 Genel seçimlerinden bir gün önce devlet Başkanı Kenan Evren, televizyon ekranlarında Turgut Özal ve partisi ANAP’ı sert biçimde eleştirmiş, bir gün sonra 6 Kasım 1983’te ANAP tek başına iktidara gelmişti.
AKP, bu yolla bir dönem daha seçim kazanmayı mı umuyor?.. Düşünmeye değer doğrusu…”[1]
Tam bu sırada eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, muhalefetin Meclise katılmaması halinde, AKP’nin 354 Milletvekiliyle tek başına Cumhurbaşkanı’nı seçemeyeceğini; seçse bile bunun Anayasa mahkemesinden döneceğini açıkladı.
Çünkü Anayasanın 102. maddesi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin başlayabilmesi için Meclis oturumunda 3’te 2 çoğunluğu şart koşmaktadır. Buda 367 rakamına ulaşmaktadır. Oysa AKP’nin toplam sayısı 354’te kalmaktadır. Bu nedenle 9 bağımsız Milletvekili oturuma katılsa bile, muhalefetin Meclise gitmemesi halinde AKP’nin tek başına Cumhurbaşkanı seçme oturumlarına geçemeyeceği tartışılmaktadır. Geçse ve Cumhurbaşkanı seçse de, bu sefer Anayasa Mahkemesi devreye sokulacaktır.
Evet, Fecri Kazip olan AKP, mukadder akıbetine doğru yol almaktadır ve inşallah çok yakında hakikat güneşi doğacaktır.
[1] Bak: A. Nedim Çakmak, İşgal Günlerindeki İşbirlikçiler, Hüsnü Yadis Hortladı, Kum Saati Yy. 4. Baskı İst. Sh. 201-240
[2] http://www.acıkistihbarat.com/
[3] Vakur Kayadar / Aydınlık
@mustafa_salman66’in bu Instagram videosunu gör: https://www.instagram.com/reel/C4FT6vCtynl/?utm_source=ig_web_button_share_sheet&igsh=ODdmZWVhMTFiMw== AKP KURMAYININ ZİNA ÖVÜNCÜ
SİNSİ MÜNAFIKLAR
SİNSİ MÜNAFIKLAR
YILLARCA GİZLENDİNİZ,
DOST GÖRÜNÜP HANÇERLEDİNİ,
BİRDE UTANMADAN ,
TİMSAH GÖZYAŞLARUYLA,
KANDIRDINIZ İNSANLARI ,
SİNSİ AJANLAR,
HERKES ANLADI KUMAŞINIZI,
BELALI MÜNAFIKLAR!..