YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6637e84ccffc2
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 8
Bugün : 17399
Dün : 17958
Bu ay : 100269
Geçen ay : 737322
Toplam : 23616555
IP'niz : 3.144.154.208

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Türklerin yüzde doksanı Amerika’dan nefret ediyor

ilmesinden sonra Türk halkının ABD’ye karşı toleransının kalmadığını belirtirken başyazısında şu cümlelere yer verdi: “… daha kötüsü, artık her 10 Türk’ten 9’u Amerika’ya düşmanlık besliyor…” Bu sözler, Müslüman Türk milletinin Ermenilere değil onları kışkırtan siyonist ve emperyalist merkezlere ve bunlara alet olan Asala ve benzerlerine kızdığını da gösteriyor.

İngiliz basınında, gerilen Ankara Washington ilişkileri, İngiltere ve Afganistan’ın Taliban planı ve Çin Komünist Partisi’nin kongresi başlıkları öne çıktı. BBC’nin Türkçe internet sitesi “http://www.bbc.co.uk/turkish/” sitesinde yer alan basın özetlerine göre, Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen kararı nedeniyle gerilen Ankara Washington ilişkileri, birçok İngiliz gazetesinde olduğu gibi Guardian’da da yankı bulmaya devam ediyor. Gazete, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, söz konusu kararın Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’ndan da geçmesi durumunda, askeri ilişkilerde telafi edilemeyecek hasara yol açacağı mesajını aktarıyor ve şu yorumu yapıyor:

“Orgeneral’in sert sözlerine ve Ankara’nın Washington büyükelçisini geri çağırmış olmasına rağmen, Türk tarafının kaygılarını Washington’a aktarmada ne kadar ileriye gidebileceği belirsiz. Türkiye geçen yıl, (sözde) Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yasa Fransa Parlamentosu’ndan geçtiğinde, bu ülke ile askeri ilişkilerini askıya almıştı. Ancak konu Türkiye ABD ilişkileri olunca, NATO’nun bu tek Müslüman üyesinin kaybedeceği daha çok şey var. Uzmanlara göre Türk ordusu, Amerikan savunma sanayisine fazlasıyla bağımlı. Ancak ülkenin NATO’daki eski temsilcisi Onur Öymen, Türkiye’deki Amerikan askerlerinin faaliyetlerinin daha önce de sınırlandığını hatırlattı. Öymen Washington, Kıbrıs anlaşmazlığı nedeniyle 1975’te Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladığında, Türkiye’nin de Amerikan askerlerine tüm lojistik desteği kestiğini söyledi.” Financial Times da konuya başyazısında şu satırlarla değiniyor:

“Ermeniler’le ilgili oylamadan sonra, Ankara muhtemelen ABD’nin telkinlerini dinlemeyecek ve askerlerini Kuzey Irak’a gönderecektir. Bu da, Irak’taki çok taraflı iç savaşta yeni bir cephe açacak ve bölgedeki istikrarsızlığı körükleyecektir. Türkiye ayrıca Amerikan ordusu ile bağlarını kopararak, Irak’taki Amerikan askerlerine lojistik destek için en önemli kanallarından biri olan İncirlik Üssü’nün kullanımını yasaklayabilir. Ancak bundan daha kötüsü, artık her 10 Türk’ten 9’u Amerika’ya düşmanlık besliyor. Bu sorunlar, Amerikan Kongresi’nde Ermeniler’e jest politikası ile çözülemez. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünya tarihçilerine çağrı yaparak gerçekleri ortaya çıkarmalarını istedi ve onlara Osmanlı arşivlerini açtı. Ancak hiçbir sonuç alınamadı.”

“ABD’deki Ermeni tasarısı, genel kurulda da geçecek”

Öte yandan, ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat çoğunluk lideri Steny Hoyer, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını içeren tasarının 16 Kasım’dan önce genel kurulda oylanacağını belirtirken, Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Başkanı Nancy Pelosi, başkan George W. Bush’un tasarıya karşı çıkan çabalarının, bunu oylatma yönündeki kararlılığını etkilemediğini söylemişti.

Batı-Ermeni ittifakı nereden kaynaklanıyor?

Sözde müttefikimiz, evimizin çatısını, balkonunu, ambarını, hava, deniz ve karayollarını emrine verdiğimiz ve Irak’ta milyonlarca Müslüman’ı öldürmesine yardım ve yataklık ettiğimiz, yardım etmeye de devam ettiğimiz Amerika, 12 Ekim 2007 günü Temsilciler Meclisinin Dış ilişkiler komisyonunda 21 oya karşı 27 oyla sözde Ermeni soykırımını kabul etmişti.

Türk Dışişleri ve çevresindekiler “Bush ve Rice, tasarının geçmemesi için çok çalıştılar ama önleyemediler” anlamında sözler gevelemişti.

Halbuki aynı Bush, 25 Nisan 2005 günü “Sözde Ermeni Soykırımı” için “Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, 1.5 milyon kadar Ermeni’nin tehcirini ve toplu halde öldürülmesini anıyoruz. Bu, birçok Ermeni’nin ‘büyük felaket’ olarak adlandırdığı korkunç bir olaydır” ifadesini dillendirmişti.

Bush, ”Bugün Ermeni halkının acısını yansıtan bu insanlık trajedisinin 90’ıncı yılını anarken, bağımsız Ermeni devletinin geleceğine doğru bakıyoruz” demişti.

Siyasilerimiz ve bir kısım basınımız, başkanın ağzına “Soykırım” kelimesini almadığı için övgüler yağdırıyor.

2004 yılında yine aynı cümleleri kullanmıştı ve “Bugün 20’nci yüzyılın en korkunç trajedilerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde 1.5 milyon Ermeni’nin göçe zorlanması ve yok edilmesini anıyoruz. Ben de, kaybettikleri hayatların yasını tutan Ermeni toplumuna katılıyorum” demişti.

Sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülkelere bakınız, cinayet ve hıyanetleriyle tarih sayfaları simsiyah olan Hıristiyan ülkeler, yine altı yüz yıl himayesinde yaşadığı, ekmeğini yediği Osmanlıya karşı nankörlük eden Hıristiyan Ermeninin yanında yer alıyor ve laik temsilciler meclisinin dış ilişkiler komisyonunda oylamadan önce Ermeni papaz Karakin’e dua ettiriyor.

Kabul ediş tarihine göre Hıristiyan ülkeler: Kıbrıs Rum Kesimi: 1982, Uruguay: 1965, 2004, 2005, Arjantin: 1993, Rusya: 1995, 2005, Kanada: 1996, Yunanistan: 1996, Lübnan: 1997, 2000, Belçika: 1998, İtalya: 2000, Vatikan: 2000, Fransa: 2001, İsviçre: 2003, Slovakya: 2004, Hollanda: 2004, Polonya: 2005, Almanya: 2005, Venezuella: 2005, Litvanya: 2005, Şili: 2007,

Herkes dininin, kültürünün, çıkarının gereğini yapar da bizim siyasilerimiz ne yapar onu bilemedik.

Yahudi Lobisi çok güçlüdür diyerek yıllarca İsrail’in, Filistin’deki cinayetlerine ses çıkarmadığımız gibi Filistinli Müslümanları öldürme esnasında kaybolan İsrailli askerin bulunması için arabulucu bile olduk ve öldürülen Müslümanların evlerini yeniden talan etmelerine ses çıkarmadığımız gibi kaybolan katil askerin annesini teselli için evine ziyarete gittik.

Yahudi lobisi güçlüyse niçin tasarıyı engelleyemedi?

Güçlü değilse bu kadar Müslüman’ın ölmesine, milyarlarca doların İsrail hükümetine akmasına neden ses çıkarmadık?

Güçlü ama bize bu sefer yardım etmedi ise, bize hıyanet edenle daha ne kadar müttefik olarak devam edeceğiz?

İnsan vicdansızlaşınca kendini omuzlayıp yukarı çıkaranların başını kırıp, beyin ezmesi yiyerek daha da yükselmeye çalışırmış.

Dostunun acı ilaçlarından kaçar, düşmanının tatlı zehirleriyle kendinden geçince, düşmanın ayağının toprağı olmayı şeref kabul ederken, dostunun başına tokmak çaldığının farkına varmazmış.

Basireti bağlanırmış insanın. Alır baltayı eline ve bindiği dalı kesmeye kalkarmış, sonunda düşen yine kendi olur ve yaralarını yine yaraladığı dostları sararmış…

Şaşırınca insan, kanına, canına, vatanına kastedenlerle diyalog toplantıları yapar, en mahrem yerleri yok pahasına satarmış.

Filistin’de yüzlerce Müslüman öldürülürken, içinden “Allah rahmet eylesin” demekten korkarmış. Bir tane İsrailli Siyonistin Müslüman öldürürken düşüp ayağı kırılsa “Geçmiş olsun” dilekleriyle yaranacağını zannedermiş.

“Domuzdan post, düşmandan dost olmaz” demiş atalarımız.

Dinimin düşmanı cami yapsa o Kur’an’da bahsedilen “Mescidi dırar”/zararlı mescittir.55

Şerbet verse şaraptır, panzehir verse zehirdir diyerek kabul etmeyeceğiz.

Düşmanın iyiliği kasabın koyununa ot vermesi gibidir. Koyunun boynunu sıvazlaması sevdiğinden değil keseceği yerin tespiti içindir. Balıkçının balığa oltada yem vermesi gibidir.56

BM İnsan Hakları Raportörü John Dugard Ortadoğu Dörtlüsü’nü topa tutuyor:

İsrail’e dur demeli artık

Ortadoğu Dörtlüsü’nün ABD’nin baskısı altında hareket ettiğini belirten Dugard, bölgede durumun her geçen gün daha da kötüye gittiğini ve İsrail’in haksız uygulamalarına son verilmesi gerektiğini söyledi.

Birleşmiş Milletler (BM) insan hakları raportörü John Dugard, örgütün yakında, Filistinliler’in haklarının korunmasına hizmet etmediği için Ortadoğu Dörtlüsü’nden çekilmek zorunda kalabileceğini söyledi.

İngiliz yayın kurumu BBC’ye mülakat veren Dugard, grubun Filistinliler’e yönelik sorumluluklarını yerine getiremediğini ve BM’nin dörtlüye üye olmaya devam etmekle kendisine bir yarar sağlamadığını söyledi.

Dugard, Ortadoğu Dörtlüsü’nün, Hamas ve El Fetih arasındaki ayrılığı gidermeye çalışmak yerine, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı destekleyen politikasını da sorguladı.

Durum gittikçe kötüye gidiyor

John Dugard, BM özel raportörü sıfatıyla son 7 yıldır Batı Şeria ile Gazze’yi ziyaret ediyor. BM Genel Sekreteri’nce atanan özel raportörler insan hakları alanındaki uygulamalar hakkında örgütü bilgilendirmekle görevli.

Bölgeyi her ziyaretinde durumunda daha da kötüye gittiğini gördüğünü söyleyen Dugard, “Bu kez Filistin halkındaki çaresizlik duygusu, beni çok etkiledi” şeklinde konuştu.

Dugard, bunu insan haklarının ileri düzeyde çiğnenmesine, özellikle de Filistinliler’in hareket özgürlüğünün İsrail tarafından kısıtlanmasına bağladı. BM yetkilisi, İsrail’in bir güvenlik tehdidini iddia etmesine rağmen, verdiği cevabın son derece orantısız ve aşırı olduğunu kaydetti.

John Dugard, Batı Şeria’nın ortasındaki bazı kontrol noktalarının amacının, bölgeyi çok sayıda kantona bölmek ve Filistinliler’in hayatını olabildiğince çekilmez hale getirmek olduğunu söyledi.

ABD’deki Siyonist mahfillerin baskısı altında hareket ediliyor

Emekli bir devletler hukuku profesörü olan Güney Afrikalı Dugard, uygulamalara Ortadoğu Dörtlüsü’nün yanıtının hafif olduğunu, zira, grubun ABD’nin büyük etkisi altında hareket ettiğini kaydetti. Dugard, arabulucu rolünü de BM’nin üstlenmesi gerektiğini, uluslararası toplumun hemen hemen sadece El Fetih’e destek verdiğini, bunun, BM’nin üstlenmemesi gereken bir rol olduğunu kaydetti.İsrail ile Filistinliler arasında güya barışı sağlamaya çalışan Ortadoğu dörtlüsü, BM, ABD, AB ve Rusya’dan oluşuyor.

ABD’nin Ortadoğu satrancı tehlike sinyalleri veriyor

Amerikan Yahudileri, İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Türkiye’ye ilk kez sırt çevirdi. Bunun, şu günlerde Ortadoğu ve Kafkasya üzerinde oynanan satrançla doğrudan ilişkisi var.

Türkiye’yle ABD, dolayısıyla da Türkiye ile İsrail arasında şu günlerde neler yaşanıyor? Peki Ermeniler ve Kürtler veya Ankara’nın Irak ve İran’daki Amerikan eğilimlerine yönelik tutumu gibi birbirinden ayrı görünen sorunlar arasında nasıl bir bağ var? Bu bilmeceye az sonra geleceğiz. Önce, Ermeni meselesinin uluslararası siyasete güçlü dönüşü üzerinde duralım. Ermeni diasporasının yokluğunda, Ermeni sorununun bir sorun olarak kalmayacağı söylenebilir. Avrupa ve ABD’deki göçmenler, Osmanlı Türkiye’sinde yaşanan ‘Ermeni katliamı’nın canlı bir hatıra olarak kalması için çalışıyor.

Ermeniler, Osmanlıların 1 ila 1,5 milyon Ermeni’yi bölgesel talepleri ortadan kaldırmak için öldürdüğünü söylüyor. Türklere göreyse o yıl yaşananlar sadece, 1. Dünya Savaşı’nda birbiriyle çekişen emperyalist güçlerin azınlıklar kozunu kullanarak yol açtığı krizlerin bir parçası. Rusya Ermeni milisleri isyana teşvik etmişti. Osmanlı yetkilileri de bazı Ermenileri öldürerek, bazılarını da başka bölgelere yerleştirerek yanıt vermişti…

İki ay önce, ABD’deki Yahudi kuruluşu ADL katliamları ‘soykırım’ olarak tanıdı. Amerikan Yahudileri, İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Türkiye’ye ilk kez sırt çevirmişti. Peki Yahudiler neden böyle bir tavır aldı?  Bunun nedeni, Ermeni katliamlarının üzerinden bir asır geçmesi sonrası vicdanların bir anda uyanması değil. Türkiye ve Azerbaycan’la Karabağ bölgesine dair çekişmede Ermenilere Rusya, Gürcistan ve İran’dan daha yakın olmaları da değil. Bunun, şu günlerde Ortadoğu ve Kafkasya üzerinde oynanan satrançla doğrudan ilişkisi var.

Bu durum da bizleri ilk soruya götürüyor. Niçin Ermenilerin, Kürtlerin, İranlıların ve Iraklıların sorunları, aynı ‘patlatıcı kokteyl bardağı’ içinde karıştırılıyor?57

‘Küresel sermaye’ için ‘Kürt sorunu’ yok, Türkiye korkusu sırıtıyor!

Osmanlı “Kırım Savaşı” için kaynak arayışı içindeyken Amerika’da “petrol çıkarılması ile ilgili” sondaj çalışmaları başlamıştı. Amerika’da “bugün gördüğümüz” petrol şirketlerinin “atası” olan Standart Oil kurulurken Osmanlı İmparatorluğu “dünyanın en zengin petrol rezervlerine” sahipti ama haberi olmadığı için 1854-1875 arasında “18 dış borçlanma yaptı.” Bugün Irak ve Kuzey Irak başlıkları altında “tartıştığımız” bölgeler, o dönemde “sadece petrol için” İngilizler tarafından yapılan her türlü oyunla “Osmanlı’dan alınmaya” çalışılıyordu. O gün “hangi amaçla” o topraklara ilgi duydularsa bugün de orada “aynı amaçla” bulunuyorlar. Temiz duygular ile “Yabancılar Kürtler için üzülüyor” diyenlere duyurulur… Küresel sermayenin ve kullandığı “askeri-endüstriyel” kompleksin tek bir derdi vardır, gerisi tamamen yalandır: Para… para… para…58

Amerika, PKK ile nereye yürüyor?

ABD, son olarak, Avrupa’nın Kürtler üzerindeki nüfuzunu kırmak için, PKK’yı kontrol etmeye karar verdi. Ancak örgütün Avrupa ile olan bağları devam ediyordu ve son günlerdeki eylemleriyle bir yandan ABD tarafından himaye edildiğine inanıldığı için ABD ile Türkiye arasında ciddi bir kopukluğa neden oluyordu. Yapılacak tek şey kaldı. Eğer ABD PKK’yı tasfiye ederse Avrupa’nın Kürt bölgesindeki etkisini önemli ölçüde azaltmış olacaktı. Kendisini örgütten vazgeçmekle uğrayacağı kayıp daha azdı ve katlanılabilirdi. Artık, bölgede yapacağı harekatın kendisine bir zararı olmayacağı için, Türkiye’yi soykırım tehdidi altında tutmasının bir gereği de kalmadı. Sonuç olarak soykırım tasarısı rafa kaldırılacak, PKK’nın tasfiyesine yeşil ışık yakılacaktı. Bu hem Türkiye’nin ABD’den uzaklaşmasını engelleyecek hem de Avrupa’nın Kürtlerle bağı zayıflatılacaktı.59

“Terörle bir tek Bush yönetimi savaşabilir!” mantığı çürüyor

Hedefler sınırlı kalacaktır ve Türk birliklerinin tüm Kuzey Irak’ı işgale girişeceğine kimse cidden inanmıyor. ABD ve Britanya’nın 2003’teki Irak işgali, hâlâ istikrara en büyük darbe indiren saldırı konumunda bulunuyor.

Türkiye-Kuzey Irak krizinde, teröristleri destekleyen ülkelere dair çifte standart gözler önüne serildi. ABD’nin Irak’taki Amerikan karşıtlarını desteklediği gerekçesiyle İran’a yönelttiği tehditler bir zorbalığı belgeliyor.

Türkiye’nin Irak’a girme tehdidi aynı zamanda ABD’ye indirilen bir darbe, zira Türkiye Kongre’nin 1915’teki Ermeni soykırımını kınayan bir tasarı geçirmesini engellemeye çalışıyor. Söz konusu taktik işe yarıyor; Irak’taki Amerikan askeri varlığı için hayati önemdeki desteğini çekebilecek bu ülkeyle ilişkilerinin bozulması korkusuyla Kongre geri adım atıyor. Ne var ki başta Ordu olmak üzere, milli güçlerle AKP hükümetinin ayrı telden çalması, Türkiye’nin işini zorlaştırıyor.

Aslında Türkiye’nin tutumlarını sertleştirmesi Kuzey Irak dağlarındaki PKK savaşçılarının dizginlenmesi veya kovulması için ABD ve Kürt Bölgesel Yönetimi üzerindeki baskıyı artırıyor. Iraklı Kürt liderler şaşkınlık içinde bocalıyor. Hiçbir hükümet, ideolojileri farklı olsa bile hakları için savaşan aynı milletin mensupları olarak gördüğü etnik kardeşlerine karşı harekete geçmek istemiyor ve maalesef  PKK’yı dolaylı da olsa destekliyor.

İran’da faaliyet gösteren Tahran karşıtı bir başka Kürt gerilla grubunun PKK gibi Irak Kürdistanı’ndaki üsleri kullanmasına ne demeli? Bu grubun bazı liderleri Bush yönetimi yetkililerince kabul edilirken, CIA ve belki İsrail’in desteğini sağladıkları biliniyor. Şimdi soralım, PKK’nın bir kolu olan PJAK’ı destekleyen Amerikan’ın PKK’yı dizginleme numarasını, ahmaklar dışında, kimler yutuyor?

İRAN Saldırısını Kuzey Irakta Karşılamak

Fetullahçı Aksiyon Dergisi editörü Mehmet Yılmaz, emperyalizmin İran’a saldırısına zağarlık yapmamız karşılığı, Kuzey Irak’a, sınırlı yani halkın havasını alıcı göstermelik bir operasyona izin verileceğini:

“İran’a müdahaleyi Kuzey Irak’ta karşılamak”          başlıklı yazısında şöyle dile getiriyordu:

“Sahi ne değişti tezkereyle? Bence çok şey. Türkiye, aldığı bu kararla bölgesindeki gelişmelere bigâne kalmayacağını gösterdi bir kere daha… En önemlisi ise hem Doğu’ya hem de Batı’ya şu mesajı verdi: “Yakın bir gelecekte İran’a ABD ya da İsrail patentli bir saldırı olacaksa, ben bunu kendi topraklarımda değil, Kuzey Irak’ta karşılayacağım haberiniz olsun.”

Hadi canım diyenlere yeniden hatırlatmakta yarar var. Türkiye büyük güç merkezleri tarafından ihmal edilemeyecek kadar önemli bir ülke. Hiçbiri Türkiye’yi gözden çıkaramaz. Gözden çıkarıyor gibi davranabilirler; ama asla bunu göze alamazlar. Çıkardıkları takdirde bölgedeki menfaatlerini kaybedebilirler. Türkiye’nin bundan sonra oynayacağı kart da bu olmalı zaten. Gözden çıkarılamayacağına onun da inanması lazım” diyordu. Yani bölgemizde Amerika ve İsrail çıkarlarına hizmet karşılığı, onların himmet ve nimetinden yararlanalım demek istiyordu.60

Aynı aksiyon “ABD’nin Irak ve İran politikalarındaki iç kırılmaları ve güçlü muhalefet, ‘Demokratlar’ın yerel seçim zaferi sonrasında Genelkurmay Başkanı Peter Peace’in Eylül ayı içinde istifasıyla askeri uyuşmazlık şeklinde de gün yüzüne çıktı. Aynı kaynaklara göre Peace’in istifasının konuşulduğu günlerde ABD’nin B-2 ağır bombardıman uçakları da İran için yüklü bombalarla (atom bombası olduğu ileri sürülüyor) yarı yoldan geri çevrildi. Yine Ortadoğu’da son dönem güç oyunlarından biri 6 Eylül’de İsrail’in Suriye’ye yaptığı hava saldırısı oldu. New York Times Gazetesi, İsrail’in hava saldırısında, ‘ABD ve İsrail istihbaratınca, inşaatına başlanmış nükleer reaktör olduğu düşünülen bir tesisi vurduğunu’ ileri sürmüştü.

Suriye’nin hava savunma sistemlerinin İran’la aynı olduğu ve bunun İsrail saldırısıyla simülasyonunun veya kopyasının operasyon sırasında çıkarıldığı ve şifrelerinin çözüldüğü ise pek dillendirilmedi. Yani Suriye’ye sorti yapan İsrail uçakları ABD-İran-Suriye denkleminde önemli stratejik bir kod çözme görevini de yerine getirmişti. Türkiye’nin tezkere ile ilgili hazırlığı uluslararası konjonktürde bu yeni duruma hazırlık olarak da okundu. Zaten bunun ön hazırlıkları Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, Ermeni tasarısı ve terör tartışmaları sırasında ‘ABD’nin Irak’tan çekilme maliyetini artırırız’ mealindeki sözleri ile yeni sürecin ilk işaretçisi oldu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, ‘ABD kendi ayağına kurşun sıkıyor’ açıklaması da bunun devamı niteliğindeydi. Bir nevi İran operasyonu imasını da içeriyordu. Dışişleri uzmanlarına göre, ABD’deki başkanlık seçim sürecinin resmen işlemeye başlayacağı Ocak 2008, olası İran operasyonu için de son tarih olabilir” sözleriyle İsrail’in Suriye’ye sataşmasını haklı çıkarıyor ama aynı İsrail’in Türkiye’yi de hedef aldığını saklamaya çalışıyordu.

Türkiye’den tezkere, Putin’den Tahran hamlesi ve ABD sessizliği

ABD Kongresi’nden geçirilmek istenen sözde Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı tartışmaları, tezkere ve sonrasındaki gelişmeler de hesaplandığında Türkiye dünya güç dengelerinin üstünde kendine önemli manevra alanı sağlayan, bir o kadar da riskli bir kararı, cesurca, Meclis ve milli irade bütünlüğü içinde alabildi. Bu yüzden Türkiye, 1 Mart 2003 tarihli tezkerenin reddiyle başlayan süreçten bugüne Ankara-Washington hattında yeni ve köklü bir kırılmanın yaşandığı günlerden geçiyor. Peki Türkiye, aralarında Rusya, Çin ve İran’ın yer aldığı güç blokuna ya da Türkiye-İran-Suriye eksenli yeni bir aksa mı kayıyor?

PKK el koydu…

PKK’nın saldırılarını yoğunlaştırması, DTP’lilerin Bahçeli’yle el sıkışmasından ve bunun kamuoyunda yaptığı olağanüstü olumlu yankıların ardından geldi. İşareti de Öcalan verdi. Tokalaşmadan 5 gün sonra avukatlarıyla yaptığı görüşmede esip gürledi: “Böyle bir şey aklımdan bile geçmemişti. Öyle rastgele politika olmaz. Kongre kararı olmadan kendi başlarına nasıl böyle bir şey yaparlar?” Ve ardından Beytüşşebap’ta minibüs taranması, Dağlıca baskını, Gabar tuzağı… Ve “Biz kavga, kan ve şiddet istemiyoruz” diyerek Bahçeli’ye el uzatan Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Sırrı Sakık’ın DTP büyük kongresiyle tecrit edilmeleri, PKK’nın parti yönetimine el koyması…61

Kürdistan’ı kabul et… PKK bitsin!

5 Kasım günü, Washington’da PKK’nın “PKK olarak bitirilmesi” kararlaştırıldı. Yani? Yani ABD Türkiye’ye “büyük bir şey” verdi… Karşılığında ne aldı?

Apo’yu Türkiye’ye kim teslim etti? ABD. ABD, İngiltere ve İsrail’nin, büyüyen İran (Şii) tehlikesine karşı, yüzde yüz güvenebileceği, en sadık ve monoblok gözüken yapı nerede? Irak’ın kuzeyinde… Yani? Kürdistan’da… ABD neden Türkiye’ye yüzde yüz güvenemez? 1 Mart’ta test etti. Gördü… Türkiye, siyasal ve sosyal olarak çok parçalı… Karar odakları farklı etki alanlarına sahip. Irak’ta başı bu kadar beladayken bir başka bölgesel ve derin sorunla daha uğraşmak istemiyor.5 Kasım günü, Washington’da PKK’nın “PKK olarak bitirilmesi” kararlaştırıldı. Yani? Yani ABD Türkiye’ye “büyük bir şey” verdi… Karşılığında ne aldı? “Kürdistan’a karışmayacaksın…” dedi. Barzani de hemen akabinde “güvence verilerek” rahatlatıldı. Hükümet ve belli güç odakları, PKK’yı denklemden çıkartma planları içinde ve bu arada Kürdistan’a da ses çıkartılmayacak. Beni hiç kimse, bu coğrafyada ABD, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle, onların dikte ettiği bir karara uyarak hareket eden bir Türkiye’nin orta ve uzun vadede kazançlı çıkacağına ikna edemez. Dolayısıyla, bu denklem, şayet gerçekleşirse, ısrarla savunuyorum, orta ve uzun vadede bu ülkeye zarar verecek gelişmeler olacaktır.62

Kürt meselesinin “Yol Haritası”

PKK’nın tasfiye edilmesine karar verildi. Örgüt bu haliyle yaşayamayacak ve Türkiye için tehdit olmaktan çıkarılacak. ABD, Türkiye ve Kuzey Irak, PKK’nın bu şekilde Kürt meselesi üzerinde söz sahibi olmasının önüne geçilmesi konusunda ortak kanaate sahip. Bu nedenle PKK’yı silahsızlandırma sürecine girildi. Aynı doğrultuda DTP’den açıkça tercihini yapması istendi. Ya siyasi süreçte yerini alacak ve şiddeti tercih edenlerle arasına mesafe koyacak ya da etkisini kaybedecek. Kürt siyaseti için yeni bir siyasal elit oluşturulacak… PKK’nın şiddeti tercih eden lider kadrosu üzerine çok sert biçimde gidilebilir. 1989’daki Öcalan operasyonunun benzerlerini yaşayabiliriz. Cemil Bayık, Murat Karayılan benzeri isimler yakalanır, tutuklanır, teslim edilebilir. Ya da Türkiye’ye verilmez, Irak’ta ABD denetiminde tutulur ve Türkiye tarafından sorgulanabilir… O zaman, PKK’nın direnen kadrolarına karşı beklenen operasyon sürecinin başlamak üzere olduğunu söyleyebiliriz.63

PKK tasfiye mi ediliyor?

Kesin cevap vermek için henüz erken. Ancak 1 Mart 2003 tezkeresinden sonra raydan çıkan Türkiye-ABD ilişkilerinin yeniden dizayn edildiğini söylemek mümkün. Öcalan’ı 1999 başında Türkiye’ye teslim ederken PKK’nın ipini çeken ABD, 1 Mart tezkeresinden sonra ölüyü yeniden diriltti.  Şimdi yeni bir tasfiye planı sahneleniyor. Planının tümüyle yürürlüğe girmesini, pazarlık konularında atılan adımlar belirleyecek. Unutulmamalıdır; ABD, PKK’yı 1999’da olduğu gibi öldürmez sadece ileride canlandırmak üzere geçiçi süreyle dondurur. Bir de sorunun PEJAK boyutu var. Başka ihtimal; PKK, ABD’nin İran’a karşı güçlendirdiği, silah ve lojistik destek sağladığı PEJAK’la idman yapmaya devam eder… ABD, turpun büyüğünü heybede saklıyor olabilir. Kartlar yeniden karıldı, oyun şimdi başladı.64

Irak’ta yaşanan kaos ABD’nin sinsi planıdır

İnsanlığın yüz karası Ebu Gureyb’de, olmadık işkencelere maruz kalan ve daha sonra Irak’ta ‘ABD İşgali Hapishane Mağdurları Derneği’ni kuran Hacı Ali el Kaysi ile Irak’taki İsrail varlığını, işgalci ABD’nin Irak’ta yaptıklarını ve dernek çalışmalarını konuştuk. Irak’ta büyük bir insanlık dramının yaşandığını vurgulayan Kaysi, Irak’ı işgal eden ABD’nin özgürlük yalanlarıyla her türlü işkenceyi ve katliamı yaptığını dile getirdi. Irak halkının geçirdiği bu zor günlerde yaşanan sıkıntıları bir nebze olsun giderebilmek için gayretli çalışmalara imza atan Hacı Ali El Kaysi, “Irak’ta insan hakları ihlallerinin nedeni ABD’nin Irak’a uyguladığı işgal terörüdür” diyor.

Irak topraklarında şimdiye kadar görülmemiş büyük bir fitne oluşturulduğunu vurgulayan Kaysi, “Biz Sünni, Kürt, Şii, Arap, Türkmen hepimiz kardeştik. Evlilikler de bile sorulmazdı Sunni misin Şii misin diye. Ancak ABD öyle bir fitne yaydı ki herkes birbirine ırkını, mezhebini sormaya başladı. Hapse attıklarında ABD askerleri bile bana Sunni misin Şii misin diye sormuştu. Bu fitnenin sebebi ABD ve Irak hükümeti… Maalesef bu fitne uzun yıllar Irak’ta kan akmasına sebep olacak gibi…” ifadelerini kullandı.

“Poşet parçaları ile örtünüyorduk”

İşgalcilerin suçlu suçsuz bakmadan önlerine gelen herkesi hapishanelere koyduğunu belirten Kaysi, Ebu Garib Hapishanesi’ne götürüldüğünü anlatarak, “Akla gelecek her türlü işkence yöntemine maruz kaldım. Çırılçıplak soydular, elektrik verdiler, dövdüler, onur kırıcı davranışlarda bulundular. Bu yaşadıklarımdan 5 ay sonra bana ‘hapishanede yanlışlıkla tutulduğum’ ifade edildi” dedi. “Hapishanelerde yaşadığımız zulmü anlatmaya dilim varmıyor” diyen Kaysi, şöyle konuştu: “Savaş başlar başlamaz beni tutukladılar. 15 gün üzerimde elbise olmadan yaşadım. Benimle aynı hücrede kalan bir alim 3 ay elbisesiz kaldı. Hapiste poşet parçaları bulur avret yerlerini kapamaya çalışırdı. Ama ABD askerleri gelip işkence yapar ve avret yerlerini örtmesini engellerdi”

Ramazan’da unutamadığı bir anı olduğunu söyleyen Kaysi, “ABD askerleri bize sahur vaktinden 20 dakika sonra yemek getirirlerdi. O yemek akşam ezanına 10 dakika kalana kadar yanımızda kalırdı. Ezan okunmadan yemekleri alırlardı ve böylece oruç tutmamıza engel olmaya çalışırlardı. İsrailli bir general vardı. İftardan 5 dakika önce gelir bizi sabah ezanı okununcaya kadar zincirlere bağlardı. Ama elhamdülillah bunu başaramadılar. Bütün arkadaşlarımız günlerce hiç bir şey yememelerine rağmen oruç tuttular” dedi.

“Askerlerin kollarında Siyon yıldızı dövmeler vardı”

İşkence ettikleri sırada bazı askerlerin Siyon yıldızı dövmeleri gösterdiklerin belirten Kaysi, işkence sırasında kippalarının da başlarında bulunduğunu söyledi. Askerlerin ‘Babilon’ adlı şarkıyı söylediklerini ifade eden Kaysi, “Irak’ta Babil ve Kifil isimli tarihi bölgeler var. Bu şarkıda bunların adı geçiyor. Şarkıda ‘Babil ve Kifil Bizimdir, biz oraya döneceğiz’ sözlerine yer veriliyor.” dedi.

PKK ile masaya oturma sürecinde Türk Milliyetçileri ve Seval Türkeş!

Radikal gazetesinde İsmet Berkan: “Biliyorsunuz, Başbakan Erdoğan’ın sadece terör sorunu için değil Kürt sorununun tamamı için bir ‘kapsamlı planı’ olduğunu bize Amerikan Dışişleri Bakanı Rice söyledi.

Başbakan, bu planı gitti Amerikan Başkanı Bush ile de görüştü, ona da anlattı. Şimdi plan, büyük ihtimalle Amerikalılar tarafından Kuzey Iraklı Kürt liderlere de aktarıldı. İhtimal o ki, planın bazı detayları Kandil dağındaki PKK liderlerine de iletildi. Yani, Türk hükümetinin hazırladığı söylenen ‘çözüm plânı’ndan biz Türk milleti dışında herkesin haberi var” diye yazdı.

Berkan, Erdoğan’ın Bakü dönüşü PKK için,  “Ya elde silah dağda dolaşacaklar, ya da silahlarını bırakıp şehre inecekler, siyaset yapacaklar” diye konuşmasını Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un PKK’nın dağ kadrosunu çözecek, o kadronun dağdan ayrılmasını sağlayacak önlemlerden söz etmesi ve eski komutanların Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalar ile birleştirerek sundu ve Başbakan’ın kafasındaki plandan silahlı kuvvetlerin de haberdar olduğunu belirtti ama MHP’nin ve belki CHP’nin hükümeti  “vatana ihanet” le suçlaması ihtimalini de gözardı etmedi.

Murat Yetkin’in de benzer değerlendirmeleri var:

“Bahçeli’nin konuşmasını, “Türk Milliyetçileri henüz son sözünü söylememiştir” uyarısı ile bitirmesi de meselenin can damarıdır.

Zira, bugüne kadar Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi olan MHP’nin ve bağlı olarak ülkücü gençliğin, AKP’nin iktidar yılları içinde ılımlı bir çizgide bulunmasını sağlayan kişi Devlet Bahçeli’dir.

Peki Türk Milliyetçileri son sözü ne zaman söyleyecek?

Onu bilmiyoruz. Fakat, Türkiye’nin ekonomik alt yapısı tamamen yabancıların eline geçerken, bir taraftan da CIA’nın yan kuruluşları olan Açık Toplum Enstitüsü gibi kurumlar, ülke genelinde örümcek ağını kurarlarken, Türk Milliyetçileri’nin hareketsiz kalması beklenmiyordu.

Yazının tam bu noktasına geldiğimde telefonla Seval Türkeş Hanımefendi aradı. Türk Dünyası Kurultayı ile ilgili olarak Yeniçağ Televizyonunda, “Heyet Raporu” programımızdaki değerlendirmelerimden dolayı tebrik ettikten sonra “Anlaşılıyor ki Alparslan Türkeş’in ölümü, Türkiye için bir dönüm noktası oldu.

Türkeş, Türk Dünyası rüzgârını arkasına almıştı. Dünya sistemini kurgulayanlar bunu tehlikeli buluyordu. Türkeş’in ölümünden sonra Türk Milliyetçileri, dünya sisteminin emelleri doğrultusunda pasifize edildi, çizgisinden çıkarıldı. Bunun sebebi, milliyetçiler arasında da kullanılan adamlar bulunmasıdır” dedi.

Türk Milliyetçilerinin bu teslimiyet çizgisine bir son vermelerinin zamanıdır artık dostlar!65″

55 Tevbe suresi 107

56 15.10.2007 / Mahmut Toptaş / Milli Gazete

57 21.10.2007 / Saad Muhyu / Haliç / Radikal

58 21.10.2007 / Yiğit Bulut / Vatan

59 21.10.2007 / Mahir Kaynak / Star

60 22 Ekim 2007 / Aksiyon

61 21.11.2007 / Erdal Şafak / Sabah

62 23.11.2007 / Serdar Akinan / Akşam

63 23.11.2007 / İbrahim Karagül / Yeni Şafak

64 23.11.2007 / Şamil Tayyar / Star

65 21.11.2007 / Arslan Bulut / Yeniçağ

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Tevfik BALA

Tevfik BALA

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx