YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663754c90af98
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 7
Bugün : 8117
Dün : 17958
Bu ay : 90987
Geçen ay : 737322
Toplam : 23607273
IP'niz : 3.144.161.116

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Kopenhag kriterlerinden Ankara bozkırına…

1980’li yıllara gelinceye kadar, Türkiye’nin AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), bugün için AB (Avrupa Birliği) ile ilişkisi, bütün abartmalara, hayal kurmalara, at gözlüğünden bakmalara rağmen, yine de diplomasinin sıkı kurallı mantığı çerçevesinde sürdürülmüştü. Kuşkusuz Ortak Pazar söyleminin belirgin olduğu ’70’li yıllarda, “Onlar ortak, biz pazar” sloganı bir dereceye kadar milli menfaat duyarlılığını çağrıştırıyordu, ama ciddi bir şekilde Batı’nın varlığını irdelemeye kadar gidilmiyordu. Aksine tam Batılı (yani çağdaş) olunamadığı için, tam bağımsızlık da bir türlü gerçekleştirilememiş ve gerçekleştirilemiyordu. Burjuva sınıfıydı, proletaryaydı, bunların devrimleriydi, ’80’li yıllara, yani 12 Eylül’e kadar söylenegeldi. Güya mesele bazı kelimeleri, kavramları söylemek, bazı tavırları almaktı; gerisi, muhteva, düşünce, ahlâki duruş vb. kendiliğinden sadır olurdu. İnsanları toplumu, yöneticileri, siyasetçileri, yazarları, sanatçıları, düşünürleri, bir eleğimsağma halesiyle kuşatır, bundan sonra da onlar dönüşürler, evrilirler, değişirler ve gelişirlerdi. Böylece “yeryüzü cenneti” kurulurdu!

Oysa, en azından düşünce temelinde, daha geriye gitmeden, II. Meşrutiyet (1908)’ten beri Mehmet Akif’ti, Sait Halim Paşa’ydı; Cumhuriyet dönemindeyse Necip Fazıl’dı, Nurettin Topçu’ydu, Osman Yüksel’di, Batı ve Batılılaşmanın mahiyeti itibariyle irdelenmesini ısrarla söyleyip durdular. Bu sanatçıların, düşünürlerin bizzat en yakınlarında duranlar, onları anlamış görünenler bile, karşılarına çıkan ilk fırsatta birtakım mazeretlere sığınmakla ve çıkar duygusuyla, egemen ve tutarsız anlayışların saflarına karışıverdiler. Necip Fazıl, Menderes’i anlattığı eserinde (Benim Gözümde Menderes), Batı ve Batıcılık tutumuna karşı nasıl bir kişiliğe ihtiyaç olduğunu yürek burkuntusuyla sezdirmeye çalışır. Bu bir körü körüne Batı ve Batıcılığı red değil, onun karşısında kendi varlığıyla duruş ısrarıdır.

Siyaset alanında daha onurlu ve tuzaklarla dolu yolu açmaya “Millî Görüş” adı altında Erbakan Hoca başlamıştır. Kırk yıla yaklaşan mücadele sürecinde “sanayileşme hamlesi”, “İslâm Ortak Pazarı” ve nihayet “D-8” hareketi ya da oluşumu bu cümleden olanlardır. Her geçen gün Türkiye’nin bu türden bir hamle içinde olma zorunluluğunu ayan-beyan ortaya çıkarmıştır. “D-8” hareketini, sözüm ona “hayalcilikle” niteleyenler, ABD-İsrail patronajlığındaki BOP’u, tek kurtuluş reçetesi olarak sunmaktan utanmamıştır. Oysa Irak’ın bir cinnet haneye dönüştürülmesi, Afganistan’ın bir sürek avı sahasına çevrilmesi ve Filistin’in işsizliğin, yoksulluğun, açlığın ve ölümün Tih Çölü’ne döndürülmesidir BOP. Ve Türkiye’nin terör ile silaha daha fazla kaynak ayırmasıdır. Eğitime, yatırıma, istihdama ayrılması gereken payın küresel silah tüccarlarının, rantiyecilerin, işbirlikçilerin, türedi müteahhitlerin kasalarına akıtılmasıdır.

AB ile Türkiye ilişkisi daima bu hedefi gözettiği için, bu toprağın tarihine, kültürüne ve ruhuna sadakat içinde olanlar, her hal ve şartta uyarı görevini yerine getirmeye çalıştılar. Lisan-ı hal ile bunun bir devletten bir devlete olan diplomatik ilişki olduğunu, soyut bir dostluğun ya da düşmanlığın söz konusu edilmemesi gereğini hep vurgulaya geldiler. Elbette AB ile de, ABD ile de, Rusya’yla da, Çin veya Hindistan ile de insanlığın, barışın, adaletin ilke kabul edilerek menfaat ölçeğinde diplomatik stratejik ilişkiler kurulması kaçınılmazdır. Ancak Türkiye, tarih ve uygarlık sorumluluğu bağlamında Müslüman ve mazlum halkların hak ve hukukuna öncelik tanımak yükümlülüğünü de unutmamalıdır, unutamaz da. Avrupa’nın, Amerika’nın, Batının bilinçaltı bu tarihi yükümlülüğü daima hesapta tuttuğu için, bunlarla kurulacak ilişkiler, diplomasi, hatta antlaşma ve sözleşmelere, kaçınılmaz olarak yansımak durumundadır.

Toparlarsak, son Lizbon toplantısının doğru okunması gereken bildirimi AB-Türkiye ilişkisinin şimdiye kadar gelen sürecinin herhangi bir içeriğinin bulunmadığı şeklindedir. Bunun simgesi “Kopenhag Kriterleri”nin sözel ve biçimsel olduğunda ifadesini bulmaktadır. 14 Aralık 2004 tarihinde alındığı ilân edilen müzakere tarihi, aslında Türkiye-AB ilişkisinin mecra değiştirerek son bulduğuna konulan nokta şeklinde algılanmalıdır. Aslında dile getirilen, “Kopenhag Kriterleri olmazsa, Ankara Kriterleriyle devam ederiz” sözü bunun başka türden anlatımıdır. Ancak “Ankara Kriterleri”ni oluşturacak unsurların sağlam bir içeriğe sahip olup olmadığı tartışmalıdır.91

Avrupa Birliği Polis Devleti

Alman  araştırmacı-yazar, gazeteci Hans-Martin Tillack, ünlü Alman dergisi Stern’in, 1999’dan 2004’ün ortalarına kadar, Brüksel’de muhabirliğini yapıyordu.

2002 yılında Tillack, AB’nin yürütme organlarından Avrupa Komisyonu’ndaki yolsuzluk ve sahtekârlıkları araştırıyor, bulguları Stern’de yayınlanıyordu.

Avrupa Birliği (AB)’nin de kendi bünyesinde yolsuzluk ve sahtekârlıkları izleyip inceleyen, OLAF adlı bir örgüt bulunmaktaydı. OLAF, Tillack’ın yazılarından rahatsızlık duyuyordu.

Brüksel’de çalışan gazeteciler arasında en geniş araştırma arşivine sahip olduğu söylenen Tillack, elindeki belgelere dayanarak, AB’deki yolsuzluk ve sahtekârlıkları su yüzüne çıkaran bir kitap yazdı. Tillack’ın çalışmalarından zaten rahatsız olan OLAF, böyle bir kitabı yazabilmesi için Tillack’ın, OLAF örgütü içinde bazı kişilere rüşvet vererek gizli belgelere ulaşmış olduğu iddiasını ortaya atıyordu.

Bu ciddi suçlamayı gerekçe gösteren AB’nin emriyle hareket eden Belçika polisi, 20 Mart 2004 günü, Tillack’ın Brüksel’deki evine baskın düzenledi. Tillack, hemen bir avukatla görüşme talebinde bulunduysa da, talebi reddedildi! 10 saat tutuklu kalan Tillack’a ne bir avukatla ne de başka biriyle gö-rüşme olanağı tanındı. Polis, Tillack’ın evindeki bilgisayarına, cep telefonlarına, günlüğüne, banka defterlerine, adres defterlerine ve 17 kolilik belgelerine el koydu.

Polis, el koyduğu tüm eşyaları karakola taşımaya kalkışınca, Tillack kendisine imzalı bir tutanak verilmesini istedi. Polis, hiçbir tutanak tutmadan, el koyduğu eşyaların yazılı bir dökümünü yapmadan ve Tillack’a hiçbir yazılı belge vermeden, tüm eşyaları alıp gitmiş bulunuyordu.92

Evinde, bir avukatla görüşmesine izin verilmeden tutuklandığı 10 saatlik süreçte Belçika polisi Tillack’dan, kaynaklarının adlarını açıklamasını istedi. Tillack cevap vermeyi reddetti. Ancak, tüm arşivi polisin eline geçen Tillack, kaygılarını 20 Mart 2004 günü akşamı şöyle dile getiriyordu:

“Benden haber kaynaklarımı açıklamamı istediler. Asla böyle bir şeyi yapmayacağımı söyledim. Ama şimdi, tüm önemli dosyalarım ellerinde. Sanırım, tüm kaynaklarımı öğrenecekler.”

Stern dergisi ve Tillack, yapılan yasadışı uygulamalardan dolayı AB’nin OLAF örgütünü Hamburg’da mahkemeye verdiler. 1 Şubat 2005 günü Hamburg Yüksek Mahkemesi (Oberlandcsgericht), kararı açıkladı: AB görevlileri dokunulmazlık hakkına sahip olduklarından, OLAF aleyhine açılan dava düş-müştü! Mahkemenin yargıcı, kararı açıkladıktan sonra, verilen bu kararla Avrupa Komisyonu’nun aklanmış olduğu sonucunun çıkarılmaması gerektiğini vurgulamak zorunda kalıyordu!93

Avrupa’da bazı insan hakları örgütleri bu olayı kamuoyuna, “Avrupa Birliği’nde Basın Özgürlüğü Öldü” başlığıyla duyurdular. Oysa bunda hiç de şaşılacak bir taraf yoktu. Çünkü ne Alman ne de başka bir ulusal mahkemenin, AB memurlarını yargılama yetkisi bulunuyordu!?

8 Nisan 1965 tarihinde kabul edilmiş bir AB Protokolüne göre, AB çalışanları, “resmi yetkileri dâhilinde yapacakları tüm sözlü ve yazılı eylemlerden dolayı, ömür boyu dokunulmazlık hakkına” sahiptiler.

Avrupa’da, State\vatch ve Liberty adlı insan hakları der-nekleri, aşağıdaki gerekçeleri sıralayarak, AB’nin giderek bir Polis Devleti’ne dönüştüğünü söylüyorlar:94

•AB Polis Gücü (EUROPOL) kurulmuştur. Europol ele-manlarına, yargıya karşı dokunulmazlık hakkı verilmiştir.

•Europol, AB’ye üye ülkelerden herhangi birinde yaşayan bir kişi hakkında tutuklama emri çıkarabilecek ve suçlanan kişi hakkında hiçbir kanıt göstermeden kişinin bir ülkeden başka bir ülkeye iadesini sağlayabilecektir.

•AB kendi organlarına, istedikleri ülkelerde istedikleri kişilerin elektronik postalarını, bir mahkeme kararı olmadan ele geçirme, telefonlarını dinleme yetkisi ve görevi yüklemiştir.

•AB’nin ‘terörizm’ tanımı o kadar geniş tutulmuştur ki, herhangi bir ülkedeki tüm sivil karşı koymalar, terörizm olarak tanımlanabilecektir.

•Seçimle gelmiş bir hükümetin, bir milletvekilinin, bir Avrupa parlamenterinin, AB ortak parası olan Euro’yu basan Avrupa Merkez Bankası’nı eleştirmeye kalkışması suç sayılacak ve ceza gerekecektir.95

•Brüksel, insan haklarından herhangi birisinin kulla-nılmasını, AB’nin “genel çıkarlarına” ters düşüyor ge-rekçesiyle, geçici bir süre yasaklayabilecektir.96

Tüm bu uygulamalar, AB’nin anti-demokratik yapısıyla birlikte düşünüldüğünde, başkenti Brüksel olan AB’nin, tüm Avrupalıların temel özgürlüklerine karşı ciddi bir tehdit oluşturduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Bugün tüm Avrupa’da, çeşitli gruplar ve bireyler bu gerçek karşısında ayaklanmaya, örgütlenmeye başlamışlardır. Türki-ye’de ise, medyanın çok büyük bir bölümünü eline geçirmiş bu-lunan AB yalakaları, asla bu gerçeklerden söz etmemekte, baştan aşağı yalana dayalı hayâsız bir propagandayla Türk ulusunu uyutup kandırmayı amaçlamaktadırlar.

Türk ulusunu sürgit aldatmaları asla mümkün olmayacaktır.

Avrupa Birliği’nde Atanmışlar Diktası

Avrupa Birliği (AB) yanlıları, AB’nin; demokrasi, insan temel hak ve Özgürlükleri, kadın-erkek eşitliği, yönetenlerin hesap vermesi, saydamlık, akılcı ve insancıl bir adalet sistemi, herkesin yasalar önünde eşitliği ve yasaların üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulmuş bir yapı olduğunu savunuyor, hatta daha da ileri gidip, AB’nin bir “Aydınlanma Projesi” olduğunu iddia ediyorlar.

Oysa, Avrupa’da sayıları ve örgütleri hızla artan AB karşıt-ları ise, bu iddiaların tam tersine, AB Anayasası’nı kaynakça göstererek, Avrupa’nın Ortaçağ’a, yani demokrasi-öncesi çağa doğru gerilediğini savunuyorlar.97

Avrupa’nın yeniden bir “Aydınlanma Çağı”na ihtiyaç duyduğunu vurgulayan AB karşıtları, gerekçelerini şöyle sıralıyorlar:

1. AB Anti-demokratik bir Kurumdur

AB’nin bir yürütme organı (hükümet) olan Avrupa Komis-yonu, yapısı ve yetkileriyle, anti-demokratik bir kurumdur. İşte açıklaması:

Avrupa Komisyonu Kimlerden ve Nasıl Oluşur?

•AB Anayasası’na göre ilk Komisyon, AB Başkanı ve Dışişleri Bakanı’nın dışında, her Üye Devlet’ten bir kişinin atanmasıyla oluşmaktadır.

•Komisyon üyeleri; yansızlıklarından kuşku duyulmayan, Avrupa Birliği’ne bağlı, genel yetenek sahibi kişiler arasından atanacaktır. (Bu demektir ki; AB’nin bir yürütme organı olan Komisyon, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşacaktır.)

•Komisyon üyeleri, 5 yıl görev yapacaklardır.

Avrupa Komisyonu’nun Yetkileri Şudur:

•AB’nin genel çıkarlarını yüceltip yayacak ve bunu sağ-lamak için gerekli girişimlerde bulunacak.

•AB Anayasası’nın uygulanmasını sağlayacak.

•AB Bütçesini yürürlüğe koyacak ve buna bağlı prog-ramları yürütecek.

•AB Anayasası’nda belirlenmiş olan eşgüdüm, yürütme ve yönetme işlevlerini yerine getirecek.

•Avrupa Parlamentosu’ndan çıkacak yasaların tasarılarını hazırlama yetkisini tekelinde bulunduracaktır. Yani, Avrupa Parlamentosu, sadece Komisyonun önerdiği tasarıları yasalaştıracaktır. Yasaları geri çekme ya da değiştirme yetkisi de, Komisyonun tekelinde bulunacaktır. (Burada açıkça görülmektedir, seçmenlerin yasaları ve hükümetleri değiştirme hakkı ellerinden alınmıştır.)

Avrupa Komisyonu’nun Sorumlulukları Yoktur!

•Komisyon, sorumluluklarını yerine getirirken, tamamen bağımsız olacaktır. Komisyon üyeleri herhangi bir hükümetten, bir kurum ya da kuruluştan ya da herhangi bir makamdan ne emir alacak ne de öneri isteyecektir.

•Komisyon, bir AB organı olarak, Avrupa Parlamentosu’na karşı sorumlu olacaktır.

Dokunulmazlık Zırhı Şeytani Amaçlı Bir Komplodur.

Avrupa Birliği; Avrupa Komisyonu üyelerine, Avrupa Parlamentosu üyelerine ve Europol (AB Polis Örgütü) memurlarının tümüne dokunulmazlık hakkı tanımıştır. Yani bu kişileri herhangi bir suçtan dolayı yargılamak ve mahkeme önüne çıkarmak mümkün olmayacaktır.

Burada, hiçbir yorum yapmaya gerek yoktur. AB, Avrupa’da yeni bir “Siyasi Yönetici Sınıf” yaratmaktadır. Bu sınıfın insanları, sıradan vatandaşlardan ayrı bir konumda ve yasalar üstü olacaklardır.

2. AB’de İfade Özgürlüğü Kısıtlanmıştır

Avrupa Birliği’nde, Hıristiyan dini ve inancına sözlü ya da yazılı hakareti suç sayan bir yasa bulunmaktadır, adına antiblasphemy yasası denmektedir. (Dikkatinizi çekerim: Yalnız Hıristiyan dini ve inancına hakaret suç, İslam dini ve inancına hakaret suç değil!)

İşte bu yasayı örnek alan AB Mahkemesi, AB-karşıtı sözlü ve yazılı ifadelerin, “ırkçılık” ve “yabancı düşmanlığı” sayılarak yasaklandığına karar verdi. Bu kararla, AB ile aynı görüş ve çizgide olmayan siyasi gelişmelerin önü kapatılmış oldu. Böy-lece, Avrupa Birliği’nde ifade özgürlüğü ve siyasi özgürlük or-tadan kaldırılıyordu. Bununla da kalınmadı, uygulamada AB seçici davrandı. Örneğin, göçmenlere karşı olumsuz tutumu nedeniyle Avusturya’nın özgürlük Partisi (FPO)’ne yaptırımlar uygularken; aynı olumsuz tutumu sergileyen İtalya’nın, Mussolini’nin faşist partisinin devamı sayılan Ulusal Birlik Partisi (NA)’ne karşı hiçbir girişimde bulunmadı.

AB’nin bu seçici davranışının nedeni şuydu: Avusturya’nın FPO’su AB karşıtı, İtalya’nın NA’sı ise AB yanlısı idi! Artık Avrupa Birliği’nin tavrı netleşmiş oluyor: Aşırı sağ partilere karşı AB; kendinden yana olanlara ayrı, kendine karşı olanlara ise ayrı tarife uygulayacaktır! Demokrasi, herkesin yasalar önünde eşitliği ve yasaların üstünlüğü ilkelerinin çığırtkanlığını yapan Avrupa Birliği’nin geldiği yer, şimdi budur!

Avrupa Birliği, “terörizm” in de yeni bir tanımını yapmaktadır. Bu yeni tanıma göre, AB’ye üye ülkelerden herhangi birinde ortaya çıkacak bir “sivil direniş” ya da bir “sivil karşı koyma” da bir tür terörizm olarak nitelendirilebilecektir. Bunun anlamı çok açıktır. Bundan böyle AB, tüm Avrupa’da, “terörizm” suçlamasını bir korkutma aracı olarak istediği gibi kullanacak, kendi politikalarına uymayan her hareketi bir “terörist kalkışma” olarak gösterip sindirebilecektir.

3. Adalet Sistemi Sakattır ve taraflıdır.

Bugüne kadar Avrupa ülkelerinde, bireyin adalet önünde güçlü bir konumu bulunmaktaydı. Bireyin haklarının korunduğu bu güçlü konumda, kişiler, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılırlar. Mahkeme kararı olmadan, ki buna Habeas Corpus deniliyor, hiç kimse tutuklanamaz. Mahkemelerin de bir kişiyi tutuklayabilmeği için, elde yeterli derecede kanıt ve kuşku bulunması gerekmektedir. Savcılar, tutuklanan kişinin suçlu olduğunu kanıtlamak zorundadır. İşte bütün bu ilke ve uy-gulamalar Avrupa’nın bugüne kadar bilinen modern demokrasisinin çağdaşlık damgalarıydı. AB, uygulamaya koyduğu yeni hukuk sistemiyle, bu damgalan söküp atmaya başlamıştır.

AB’nin bu yeni hukuk sisteminde bakın neler var:

•Mahkeme karan olmadan kişiler tutuklanabilecektir. Habeas Corpus’un sonu gelmiştir.

•Sadece kuşku duyulan bir kişinin, hiçbir kanıt ortaya konulmadan, mal varlığına el konulabilecek, bankalardaki parası dondurulabilecektir.

•Europol (AB Polis Örgütü), AB vatandaşlarının siyasi ve dini inançları ile ilgili bilgi toplama ve dosyalama yetkisine sahiptir.

•Europol, AB vatandaşlarının herhangi bir eylemini ve ilişki içinde olduğu kişileri araştırma, soruşturma ve elde edeceği bilgileri dosyalama yetkisine sahiptir.

•Europol, mahkeme kararı olmadan, AB vatandaşlarının bilgisayarlarına girme, elektronik postalarını okuma ve telefonlarını dinleme yetkisine sahiptir.

Avrupa Birliği ile ilgili tüm bu gerçekler apaçık ortadayken, Türkiye’deki AB yanlılarının ve Batı uşaklarının şu söylemleri hayret vericidir:

•Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi, AB Uzmanı, Prof. Dr. Eser Karakaş konuşuyor:

“AB, bizim sandığımızdan çok daha hukuka bağlı bir kurum.”98

“AB, bizim ciddiyetini  anlayamadığımız kadar bir hu-kuk topluluğudur.”99

•Cizvit Papazları tarafından eğitilmiş olmakla övünen, “Dünya Vatandaşı” olduğunu ilan eden Prof. Dr. Mehmet Altan anlatıyor:

“AB Projesi her şeyin önüne insanı koyan, insanın sü-rekli özgürleşmesinin, zenginleşmesinin, mutluluğunun yolunu arayan ve insanın hayatının sürekli nitelik ka-zanmasını sağlayan bir süreç olmuştur.”100

Adlarının önünde bilim adamı unvanı bulunan bazı sözde AB uzmanları; hiç utanmadan, hiç sıkılmadan Türk halkını sürekli bir yalan bombardımanına tutmaktadırlar.

Engin sezgi gücüne sahip Milletimiz, bu hayâsız propagandanın arkasındaki gerçekleri hiç bilmiyor olabilir mi?101

91 İsmail Kıllıoğlu / Milli Gazete

92 www.tclearaph.co.uk/ncws/main

93 Lizbeth Kirk, Hamburg Court Rules Against Tillack (Frcedom of Press Dc-ad in EU), Euobserver. 02.02.2005

94 www.democracvmovemeQt.oro.uk

95 EU Treaty Article 108.

96 EU Treaty Article 52.

97 Marc Glendening, Campaigning Dircctor, Democracy Movement. “A threat to British freedom”, Indcpcndence No.58-Spring 2004, www.bullen.de-mon.co.Lik/indy58,htm

98 Yeni Asya Gazetesi / 21.12.2004

99 Röportaj, Zaman / 19.11.2004

100 “AB, İnsanların Hayatına Kalite Kazandıracak”, Yeni Asya, 11.10.2003

101 Yılmaz Dikbaş / Avrupa Birliği / Asya Şafak yy. 5. Bas. Sh: 161-168

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Mevlüt SUNGUR

Mevlüt SUNGUR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx