YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66206715d5b80
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 2 9
Bugün : 10764
Dün : 32103
Bu ay : 435799
Geçen ay : 453014
Toplam : 23214763
IP'niz : 3.16.70.101

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Son dönemlerde sık sık gündeme getirilen ve Müslüman halkımızın, geçmişe özentisini ve gelecek özlemini istismar edip Siyonizm adına kullanmaya yönelik; "Yeni Osmanlıcılık" akımı da, "ılımlı İslamcılık" safsatası gibi bir şeytan salatasıdır.

İçerisindeki "Erbakan Hoca'nın da bu sinsi ve Siyonist projede, ABD tarafından söylendiği" şeklinde, tutarlılığına ve tarafsızlığına gölge düşürecek ipe sapa gelmez asılsız çamur atmalar ve çarpıtmalar dışında; Cengiz Özakıncı'nın "Türkiye'nin Siyasi intiharı: "Yeni Osmanlı" Tuzağı" Kitabı çok önemli ve gizemli gerçekleri gün yüzüne çıkarmaktadır.

 

Evet, tarihten ders çıkarılır, geçmişimizden örnek ve ilham alınır. Ancak, geçmişi diriltmek ve eskiye dönmek, hem imkânsızdır, hem de yararsız bir çabadır.

Kur'an:

"Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin Sizin kazandıklarınız sizindir"[1] buyurmaktadır.

Bediüzzaman'ın:

"Eski hal, muhal

Ya yeni hal, ya izmihlal"

Yani, "tarihi geri getirmek, dünyayı tersine çevirmek, imkânsızdır. Ya doğal ve sosyal yaşamlara ve çağdaş ihtiyaçlara uygun Yeni bir medeniyet projesi geliştirip gerçekleştirilecek veya çöküş ve çözülüş kaçınılmaz olacaktır" tesbitleri, tabii ve tarihi doğruları yansıtmaktadır.

"Yeni Osmanlıcılık" ve "Ilımlı İslamcılık" saptırmalarının temelleri, Siyonist Avengeliklerin desteği ile, sabataist tarikatçı Ömer Fevzi Mardin tarafından atılmıştır.

Evangelist Güdümlü İslamcı Tarikat: Ömer Fevzi Mardin ve Arusilik

Tüm dinlerin önderlerini Amerikan işbirlikçiliğinde birleştirip Komünizmce ve Sovyetlere düşman çizgide tutmakla görevli -Dinler Arası Diyalogcu CIA güdümlü eski Hitlerci Evangelist Frank Buchman, yalnızca Fener Rum Ortodoks Patriği Athenagoras'ın değil, subaylar ve bürokratlar arasında örgütlenen Arusi tarikatının başı Ömer Fevzi Mardin'in de "kılavuz" uydu. Hamidiye Kruvazöründe Rauf Orbay'ın komutasında deniz subayı olan Ömer Fevzi Mardin, Şerif Mardin'in amcasıydı ve şeyhliğini 1930'da ölen Küçük Hüseyin Efendi'den devraldığı Arusi'liği daha çok Amerika Büyükelçisi Münir Ertegün, Rauf Orbay, Fevzi Çakmak gibi askerler ve bürokratlar arasında yaymıştı.

CIA Güdümlü Dinler Arası Diyalog'un Türkiye Ayağı: Şeyh Mardin ve Arusi Tarikatı

Kadıköy'de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği'ni 1945'ten sonra "dinler arası diyalogca adayan Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin, devlet görevi yapmakta olan subay ve bürokrat müritleriyle, tüm dinleri Amerikan güdümünde toplayıp Sovyetler'e düşman etmekle görevli Frank Buchman'ın Şato'suna yaraşır bir "dinler arası diyalog"cuydu. Evangelist Buchman İstanbul'da Ortodoks Athenagoras'la görüşürken Şeyh Mardin'le de ilişki kurmuş, aynı yıl, 1949 Şubat, Mart aylarında, onu da Şato'sunda ağırlamıştı.

Deniz subayı Şeyh Mardin, "Evangelist Şato"daki "dinler arası diyalog" toplantısında "İslamiyet ve Ehli Kitap (gayrı-müslimler) Ailesi" konulu bir bildiri sunmuş "diyaloga açığız" demiş, oldukça sıcak bir ilgi görmüş, Evangelist Buchman ile her konuda anlaşmış, dahası tıpkı Athenagoras gibi Evangelist Buchman'ın "müriti" olup çıkmıştı. Amerika'nın bütün dinleri kanatları altında toplayıp Komünizm'e ve Sovyetlere karşı saldırtmak amacıyla su gibi para döktüğü görülüyordu İsviçre'deki Şato'da.

Amerika 1945'te tüm dinlerin komutanı olduğuna ve bu iş için epey para ayırdığına göre, Amerikan Başkanı Roosevelt'in gizli bir Müslüman olduğuna ilişkin "hadisler uydurmanın tam sırasıydı. Evet, parayı veren Hıristiyan emperyalist ülke devlet başkanlarını "gizli Müslüman" ilan edip Müslümanları kandırarak o Hıristiyan devletin ucuz askerine dönüştürmek oyunu, önce Alman İmparatoru II. Willhelm'i "Hacı" diyerek, sonra Adolf Hitler'i Haydar adıyla, sonra da Mussolini'yi Musa Nili adıyla Müslüman diye tanıtarak oynanmış, sıra Amerikan Başkanı Roosevelt'i "gizli Müslüman" olarak tanıtmaya gelmişti.

Roosevelt Gizlice Müslüman Olmuş! (muş?)

Arusi Şeyhi Erbil'e göre: "ABD'nin suikaste uğrayan başkanlarından Franklin Roosevelt'i öldürmek niyetiyle üzerine ellidört veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin sıkmış olduğu beş kurşun biiznillah re'sen himmetiyle hedef değiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt böylece kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün vasıtasıyla Roosevelt'i himayesine almış; onun gizlice İslamiyet'le müşerref olmasına vesile-i rahmet olmuştur. (Gayrı Müslimler için de mevlit okunacağını Eva Peron için Şişli Camii'nde mevlit okutarak onaylayan Arusi Şeyhi) Ömer Fevzi Mardin, Müslüman, Musevi ve İsevi olmak üzere insanları üç koldan irşat etmişlerdir. Zira bu ulu zat Veli-yi Mürşid-i Ekber'dir, Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika Başkanlarından rahmetli Roosevelt'in gizlice İslamiyet'le müşerref olmasını zikredebiliriz. "(..) Suikasta uğrayan ABD Başkanlarını konu edinen 12 bölümlük bir TV dizisinde Roosevelt'in eşi, yerli yabancı basın mensupları, eşinin hangi dinden olduğunu sorup, Hıristiyan olup olmadığım öğrenmek istediklerinde, Başkan'ın eşi, kocasının Hıristiyan olduğunu söylemeyince bu kez ısrarla, o zaman hangi dinden olduğunu sual ettiklerinde cevap vermeyip sükut ediyor. Bu da Ömer Fevzi Hazretleri'ni gayet açık olarak teyit etmiyor mu? Ruhani âlemde madde olmadığı için toprağı bol olsun diyemeyiz. O sebeple gerçek İslam terbiyesi içinde Allah kendisine rahmet eylesin demek gerekir. Öyle ise Allah rahmet eylesin.[2]

İsviçre'de "Evengelist Şato"nun kendi deyimiyle bin odalık görkemiyle büyülenen Arusi Şeyhi emekli Deniz Binbaşı Ömer Fevzi Mardin'in "dinler arası diyalog" uğruna ABD Başkanı Roosevelt'i " gizli Müslüman" olarak tanıtması, Evangelist Manevi Seferberlik komutanı Frank Buchman'ı oldukça keyiflendirmişti.

Fakat Türkiye topraklarında ne zaman bir Hıristiyan emperyalist devlet adamı bir takım tarikat şeyhlerince "gizli Müslüman" ilan edilmişse, hemen ardından Müslüman Türklerin o Hıristiyan Emperyalist devletin çıkarları uğruna savaşa gönderilmesi artık bir doğa yasası olup çıkmıştı. Roosevelt'i "gizli Müslüman" ilan eden Arusi Şeyhi Mardin'in Şato'dan döner dönmez kaleme sarılıp "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret" diye bir kitap yazmış olması bu bağlamda anlamlıydı, beklenirdi, şaşırtıcı değildi. Gelgelelim, Şeyh bununla yetinmemiş, elinde Kur'an varken tutup yeni bir vahy kitabı ile yeni bir Peygamber ilan etmeye yeltenmişti ki, doğrusu bu görülmüş şey değildi.

Evangelist işbirlikçisi Şeyh Mardin'in Atağı: Evangelist Komutasında Dinler Birliği

Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin 1949 başında İstanbul'da Athenagoras, Buchman, Ahmet Emin Yalman buluşmaları ve ardından İsviçre'de Evangelist Şatosu'nda Frank Buchman'la birliktelikleri sonunda edindiği izlenimlerini şöyle aktarıyordu:

Bayrak birleşme simgesidir. Yüksek bir amaç için birleşen insanların bayrakları da yüksek bir anlam ifade eder… Söz konusu bayrak, herhangi bir topluluğun ya da ulusun özel bayrağı olmayıp Hazreti Davut'un kelamında belirttiği gibi, Allah adına zavallıları korumak için açılacak Genel Bir bayrak'tır.

Ve bunun altına Allah gayreti duyan her iyi insan gelecek ve yardım için işbirliği edecektir. Bunun canlı örneği 30 yıldır dünyada yaşamakta olup milyonlarca yardımcısı bulunan böyle bir grubun adı (Moral Re-Arrnement: Ahlaki Seferberlik) grubudur.

Bizim gazetelerde çoğu kez bu ad Manevi Silahlanma diye geçmektedir. Amerikalı Doktor Frank Buchman, bir Pazar günü İngiltere'de Oxford üniversitesi yakınında bir köy kilisesinde ibadetini ederken, bu esas fikrin ilhamını Allah'tan almış, ağlayarak Oxford üniversitesindeki tanıdıklarına anlatmaya gitmiş, karşısına çıkar öğretmen ve öğrencilerden oluşan sekiz kişilik bir topluluk Frank Buchman'ın çevresinde birleşmişler ve dünyayı acılardan kurtarmak için uluslararası bir işbirliği grubunun temelini atmışlar ve çatısına manevi bayrağı çekmişler. Bugün bu kuruluş İsviçre'de Caux ilçesinde binden çok odalı bir kuruma sahip ve her zaman aynı kutsal amaçla birbiriyle iletişim kurarak görüşmeye gelip konuk olan dünyanın bütün uluslarından bireylerle meşguldür. Bu kuruluş, Birleşmiş Milletler örgütünün temelidir. Birleşmiş Milletler'de delegeler devletleri temsil ediyorlar; Caux'dakiler doğrudan doğruya milletleri… Caux'a gelen temsilciler aynı zamanda koşulları tam değişmez ahlak ilkelerine uymak üzere ahitleşmiş, sözleşmiş kimselerden oluştuğu için, resmi (Birleşmiş Milletler) örgütündeki delegelerin sözlerine ruh veriyor, manevi destek sağlıyorlar. Ahlaki Seferberlik (Moral Re-Armement) üyeleri, Allah işçileri, Allah'a teslimiyet ilkesiyle silahlanır ve donanırlar… Tek çarenin iman ve ahlak olduğuna inanmışlardır.

Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'in "hiçbir topluluğa ya da ulusa ait değildir, genel bir bayraktır" diyerek tüm dinleri altında birleşmeye çağırdığı bayrak, Şato'da asılı, biri Haçlı, diğeri onun üstünde yer alan ve ileride dinleri birleştirme göreviyle ortaya çıkacak olan Moon tarikatının simgesini andırır 12 Havari'nin güneşten çıkan 12 okla simgelendiği, daha sonra Moon Tarikatı'nın arması olacak bir bayraktı.

Eski Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'e göre, CIA güdümlü Rahip Frank Buchman, tüm insanlığı bu haçlı ve güneşli bayraklar altında toplama esinini emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden değil de kilisede dua ederken Allah'tan almıştı. Mademki Allah Frank Buchman'a böyle bir ilham vermişti, öyleyse Müslüman, Yahudi, Budist, ateist, vs. kim olursa olsun bu haçlı güneşli bayrakların altında birleşecek, bu haçlı güneşli bayrakların altında Evangelist Frank Buchman'ın buyurduğu doğrultuda çalışacağına söz verecek, ahit (kutsal sözleşme) yapacaktı. Şato'ya gidenler böyle yapıyordu. Arusi tarikatı şeyhi Mardin de, 1949'un ilk aylarında, bu şatoda, bu bayrak altında ahitleşmişti CIA güdümlü Evangelist Papaz Buchman'la.

Şeyh Ömer Fevzi Mardin, Amerika'yı İslam'ın Önderi Ve Mesih İlan Ediyor

Arisi Şeyhi, İsviçre'den döndükten sonra, Amerika'yı tüm insanlığın ve dinlerin kurtarıcısı olarak ilan etmekle kalmadı, bir Hıristiyan'a yazdığı 6 Eylül 1949 günlü mektupta Müslümanlığın görevlerini de Amerika'nın üstlenmiş olduğunu ve Allah'ın Amerika'yı bu iş için seçtiğini duyurdu:

Yeryüzünde barış ve insanların kurtuluşu işini Amerika üzerine almış, Allah'ın birlik bayrağını çekerek milletlerin kurtuluşuna çalışıyor. Yeryüzünü Allah'ın melekûtuna hazırlıyor; harekâtına İlahi İdeal, insanlık çabası egemen olmuş, bütün varlığıyla çalışıyor; Allah da onu ne güzel onaylıyor! Her adımda varlığını artırıyor, ona dünya ölçüsünde İlahi hizmete olanak yaratıyor. Amerikalıların yalnızca kalbine kuvvet, başlarına aklıselim, düşüncelerine isabet vermiyor, her şeylerine bereket veriyor, her işlerine başarı veriyor. Allah'a hür bir kul olarak hizmet için, evini, barkını, bahçesini, doğup büyüdüğü yerleri, çocukluğundan beri sevdiği ve alıştığı çevreyi terk ederek vahşi ıssız çöllere göç eden, dünyanın öte ucuna kadar gitmeyi göze alan Amerikalılardır ki hala o İlahi gayretle bu manevi ve insani görevleri yerine getirmek için sınırsız fedakârlıkları göze alabiliyor. İlk yükselen azim ruhu, bugün dahi hiç eksilmeden bozulmadan aynı manevi kuvveti, aynı fedakârlığı, aynı feragati, aynı Hakseverliği, aynı Hakperestliği koruyor ve ortaya koyuyor. Yani Müslümanlık devrinin bugün faal görevlerini bu varlıklı, imkânlı millet Amerikalılar üzerine almış bulunuyor. Çünkü Allah onları bu işe seçmiş, hazırlamış ve harekete geçirmiştir. Babü'den dünyaya yayılmak için dağılan ırklar sanki Allah'a hizmet için Amerika'da buluşuyor ve en özgür demokrat koşullar içinde birleşiyor. Allah artırsın ve Allah onları korusun diye her mü'min Amerikalılara duacı, dünyanın önemli bir bölüm insanlarını analar gibi emziren, kucağında ısıtan, teselli ve ümit veren, dünyanın dert ortağı Amerikalılara her insan yürekten duacı.

Geçmişte Almanya'yı ve II. Wilhelm'i Müslüman olarak nitelemiş olan Ömer Fevzi Mardin gibi bir Teşkilat-ı Mahsusa istihbaratçısının, yıllar sonra Amerika'yı Müslüman olarak nitelemesinde bir şaşırtıcılık yoktu. İş aynı işti: Müslümanları Hıristiyan Emperyalistlerin ve onları güdümleyen Siyonistlerin yayılmacı amaçları doğrultusunda ucuz askerlere dönüştürmek… Emekli Deniz Binbaşı Arusi Şeyhi Mardin "Dinler Arası Diyalog" şatosunun isteklerine uygun "Hıristiyan öğelerin ağır basacağı bir Tek Dünya Dini" oluşturma doğrultusunda verdiği sözü tutarak kolları sıvadı. Bu Tek Dünya Dini'nin yeni bir Peygamberi, yeni bir Kutsal Kitabı olmalıydı ki bu amaca en kestirme yoldan varılabilsin.

Yaşamı görünüşte maddeci düşünceyle geçmiş, görünüşte dine pek önem vermemiş, Cumhuriyet döneminde sıkı Atatürkçü görünmüş, 1946'dan başlayarak üç yıldır bir takım acayiplikler, olağanüstülükler gösteren, bedenine giren bir ruh tarafından kendisine şiirler yazdırıldığı bütün edebiyat çevrelerinde dillere destan olmuş Enis Behiç Koryürek, pekâlâ Şato'nun amaçlarına uygun bir peygamber olabilirdi. Üstelik "laik" olarak tanınmış bir aydının sonunda "vahy"ler alıp "din"e ve Tanrı'ya sarılması, hem ülkedeki laik Atatürkçüleri derinden sarsıp etkileyecek, hem de mucize diye yutturulabilecek bir olaya dönüştürülebilirdi.

Evangelist Güdümlü Arusi Şeyhi Mardin, Kemalizm'den Dönme Şair Enis Behiç Koryürek'i Peygamber İlan Ediyor

1913 yılında Budapeşte ve Bükreş başkonsolosluğunda görev yaptığı sırada Ziya Gökalp çizgisinde "Sevgilim ve Kılıcım" gibi Osmanlıca karşıtı Türkçe şiirler yazan, Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen şair diplomat Enis Behiç Koryürek, Cumhuriyet döneminde yazdığı Milli Neşide adlı şiirinde; "Biz kimleriz?.. Biz Altay'dan gelen erleriz. Çamlıbel'de uğuldarız; coşar, gürleriz," "Fırtınalar yoldaşındır nara salan Türk! Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk! Yürüyoruz, başımızda "Ay-yıldız'ımız. Genç ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız… Soyumuzda ne kahraman kardeşler vardır: Türkmen, Oğuz, Başkurt, Tatar ve Kırgızımız… Demir dağlar delmiş olan Bozkurt'larız ki Orhon'da var Gültekin'den kalma yazımız…" diyecek denli Türkçü; 1933'te yazdığı Gazi adlı şiirinde: "Ey sen ki alev saçlı zafer küheylânıyla, Kurtardığın vatanda en yüce şehsüvarsın.." diyecek denli Atatürkçü olarak tanınmıştı. "Sen gözlerimde bir renk, Kulaklarımda bir ses, Ve içimde bir nefes, Olarak kalacaksın.." dizeleri Erol Sayan tarafından bestelenen bu şair, Beş Hececiler takımındandı. Cumhuriyet döneminde çeşitli bakanlıklarda görev yapan Koryürek, yaşamının son yıllarına dek, Atatürkçü olarak tanınmış, 1946 yılında bir yıl süren Çalışma Bakanlığı Danışmanlığı görevinden ayrıldıktan sonra, konuk olduğu bir aile toplantısında, ruh çağırma olayına tanık olmuş, burada kendisinde üstün yetenekler bulunduğu söylenmiş, o da kendisini buna kaptırmış ve yaşamının son üç yılını böyle geçirmişti. Enis Behiç Bey'in Atatürkçülüğü bırakıp "vahy"ler almaya başlaması, ilginç bir biçimde Türkiye'nin Amerikan güdümüne girdiği yıla denk geliyordu. Hüsrev Hatemi: "Ben ilkokuldayken 1948-1949 yıllarında şair Enis Behiç Koryürek kendisinin medyum olduğunu ve Çedikçi Süleyman Çelebi'nin ruhunun kendisine şiirler söylettiğini iddia etmiş ve bu şiirleri "Varidat-ı Süleyman " adıyla yayınlanmıştı," sözleriyle durumu özetliyor.

İşte bu Enis Behiç Koryürek, 18 Ekim 1949 günü ölür ölmez Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin aynı gün kolları sıvıyor ve onu Tanrı'dan Evangelist Şato'nun ilkelerine uygun vahyler almış ve aldığı vahyleri sağlığında kitap olarak bastırdıktan hemen sonra da ölmüş bir peygamber olarak ilan ediyordu:

Bu sene bir kitap basıldı (Enis Behiç Koryürek'in kitabı). "Varidat-ı Süleyman" adlı bu kitabın içeriği eşsiz, benzersiz; oluşma biçimi olağanüstü bir olaydı. Çünkü bu içerik, ölümlü bir insanın sesi kullanılarak ortaya konmuş Allah sözü idi. Olağanüstülüğü şu nedenlerleydi: Ağzından bu sözler çıkan kişinin aktardığı bilgilerin çoğundan, yani ilahiyat ilminden haberi yoktu. (Çünkü Atatürkçüydü, laikti-eb). Her olağanüstülük gibi bu da ilahi bir olay, yani bir Mucize'dir. Bu sözleri Enis Beyin içine girerek Allah'tan başkası söylemiş olamaz. Söyleyen Enis Bey'in sesini kullanan "Ruh-ül-Kudüs"tür, yani Allah'ın "Zat" nurudur. Cebrail Aleyhisselam bu meyandadır. Peygamberler devrinden (yani Kur'an'dan – eb) sonra Ruhülkudüs'ün dünyaya kelam getirdiği işitilmiş değildi. Bu ilk kez Enis Bey'de gerçekleşiyor. Allah'ın mucizesidir bu. Böyle olağanüstü ve eşi benzeri olmayan olayı yaratan Allah'ın elbette bir amacı vardır. Bütün dünyayı ilgilendiren bir olaydır bu. Bu sözler Hak (Allah) sözüdür. Çünkü bugüne dek ne insan ne melek ne peri bu önemde güzel ve eşsiz benzersiz söz söylemiş değildir. Çünkü (Atatürkçü laik) Enis Bey'in böyle sözler söyleme olanağı olmadığını biliyoruz. Ruh-ül-Kudüs yani Allah'ın zat nurunu taşıyan melek Cebrail aracılığıyladır. Bu kitab Caux'daki Allah işçilerinin amaçlarına upuygundur. Allah'a sarılarak birleşin. Bu kitap yalnız Türk'lerin veya Müslümanların değil, bütün insanlığın uygarlığına ve erdemde birleşmesine ve iyiliklerde işbirliği etmelerine neden olacak güzellikte hikmet ve irfan dolu değerdedir. Bu kitap, sanki bütün Kutsal Kitapların bir özetidir. Bütün Kutsal Kitapların özünü vermektedir.

Kadiri-Rıfai çizgisinden Arusi Tarikatının deniz binbaşı kökenli Şeyhi, CIA beslemesi Frank Buchman'ın İsviçre'deki "Dinler Arası Diyalog" ve "Dinleri Önce Birleştirme Sonra 1'e İndirme" şatosunun gereksindiği nitelikte bir "peygamber"(!) ve bir "vahy"(!) kitabı bulmuş oluyordu böylece.

Arusi Şeyhi Mardin'in Kutsal Kitabı: Varidat-ı Süleyman

Gelgelelim "aktardığı bilgilerden haberi yoktu," diyerek peygamber ilan ettiği Enis Behiç Koryürek'in, aktardığı bilgilerden haberi vardı. Çünkü kendisi gizliden gizliye Mehmet Ali Ayni'nin -kendi deyimiyle- şakirdiydi; devlet memuru olduğu için tasavvufa bağlı olduğunu çevresinden gizlemiş, içinde saklamıştı. 1945'te Türkiye'nin Amerika'ya bağlanmasından sonra ülkede devletin kendisi dine sarılmaya başlayınca, herkes gibi o da din kültürü dağarcığına başvurmuş ve Mevlevi tasavvuf yönünü özgürce açığa vurmaya başlamıştı. Gelgelelim, Arusi Şeyhi'nin kutsal olarak benimsediği "Varidat-ı Süleyman" kitabında açığa vurduğu Mevlevi nitelikli tasavvuf inançlarında, İsa'nın bir Mesih olarak dünyaya dönüp düzen kurması için yalvaran dizeler de bulunuyordu:

"Ey Güzel Mesih, perişan olmuş dünyanın tek süsü

Viran olmuş dünyada yoksullar için nimet

Güzel yüzüne senin kim leke görmüş,

Sen Musevileri İncil'e davet ettin

Ey Güzel Mesih, yükselişinle gökleri açtın

Ey Güzel Mesih, Yahudileri aşkına yandır

İslam Birliği doğrultusunda herkesi birleştir."

Şeyh Mardin'e Göre

Mesih = Amerika

Arusi Şeyhi, sonradan peygamber ilan edeceği Enis Behiç Koryürek'in İsa'yı Mesih olarak yeniden dünyaya çağırdığı bu dizeleri vahy gibi dile getirdiği o toplantıda hazır bulunmaktaydı. Yaptığı yorum, şöyleydi:

Izdırap çeken insanlığın, yanmış yıkılmış yeryüzünün ihtiyacı için yalvarılıyor. Hazreti Muhammed ya da Hazreti Musa'dan yardım istenmiyor, Hazreti İsa'dan isteniyor: çünkü sırf Cemali tecelli Hazreti İsa'daki Ruh-ül-Kudüs'e özgüdür. Ey güzel Mesih, demek; ey Mesih İsa'da güzellikleri tecelli eden Allah, demektir. Müslümanlık devrinin bugün faal görevlerini bu varlıklı, imkânlı millet Amerikalılar üzerine almış bulunuyor. Çünkü Allah onları bu işe seçmiş, hazırlamış ve harekete geçirmiştir.

Arusi Şeyhi Mardin, Mesihlik görevinin Amerika tarafından üstlenildiği yorumuyla CIA güdümlü Evangelist Buchman'a bağlı çalışmalar yaparken, gereksindikleri parayı bağışlar yanı sıra "tayyare piyangosu"ndan sağladıklarını açıklıyordu:

Üyelerden biri kongre sonunda evine dönerken yolda rasladığı bir satıcıdan bir tayyare piyango bileti aldı ve hemen Cenab-ı Hakka yalvararak kuruma yardım için 5.000 lira adayarak bileti cebine koydu. Bir hafta sonra gazeteler bu biletin sahibine 50.000 lira çıktığını yazdı. Adak sahibi bankadan parayı aldı ve 5.000 lirasını kurum adına gönderdi. Allah'ın sayesinde kurum bir gecede 5.000 lira işler sermayeye sahip oldu.

Arusi Şeyhi'nin peygamber ilan ettiği Enis Behiç Koryürek'in en ayırdedici özelliği, söz söylerken, tıpkı Fethullah Gülen gibi, sık sık gözyaşlarına boğulmasıydı. Demek "dinler arası diyalog" ve "dinlerin birleştirilmesi" çabalarında sıkça gözyaşı dökülmesi, Amerika'nın Türkiye'yi uydulaştırdığı 1947'lerde başlamış bir gelenekti. Zaten az sonra göreceğimiz gibi, 1947'den sonra Türkiye'de dinsel hareketlerin yolu dönüp dolaşıp İsviçre'den ve o şatodan geçecekti.

CIA Güdümlü Evangelist Şato'nun

Türkiye Uzantısı: Manevi Cihazlanma ve Masonlar

Kadiri-Rufai çizgisinde Arusi Tarikatı Şeyhi İsviçre'deki CIA güdümlü Moral Re-Armament (Manevi Seferberlik) örgütü doğrultusunda çalışmalara başladıktan sonra Türkiye'de de bu örgütün adını taşıyan bir dernek kuruluyordu: Manevi Cihazlanma Derneği.

24 Mayıs 1983 Tarihli Resmi Gazete – Sayı: 18058

Kamu Yararına Çalışan Derneklerden olduğu, Bakanlar Kurulu Kararıyla onanmış bulunan Derneklerin adı, bulundukları yerler, Bakanlar Kurulunun onay tarihi ve sayısı aşağıda gösterilmiştir. Bilgi edinilmesi ve Vergi Kanunlarının uygulanması sırasında gözönünde bulundurulması tebliğ olunur.

Sıra No.  6/7285

Derneğin adı: Manevi Cihazlanma Derneği Cemiyeti-                          

Bulunduğu Yer: Ankara

Onanma Sayısı: 71

Tarihi: 11.11.1966                                                                                     

        

              

 

Türkiye'den ilk bağlısı Mason gazeteci-yazar Ahmet Emin Yalman, ikinci bağlısı Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin olan CIA güdümlü Evangelist Moral Re-Armament derneğini Türkiye'de Manevi Cihazlanma adıyla kuran, dönemin İstanbul Valisi Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dı; yönetim yeri Beyoğlu'ndaydı, "Kamu Yararına Dernekler" listesindeydi; vergiden bağışıktı, devlet bütçesinden para alıyordu, resmi adı 'Circle D'orient' olan 'Büyük Kulüp'ün çoğu mason, roteryan ve lions olan üyeleri bu derneğe de üye olmuşlardı.

Manevi Cihazlanma Kurucularının Amacı: Tek Dünya Devleti

CIA'nın İsviçre'deki Moral Re-Armament şatosundan güdümlediği Soğuk Savaş dönemi din uygulamasını Türkiye'de yürüten bu derneğin ilk yayını İsviçre'deki merkezin The Vanishing İsland adıyla yayımladığı Buchman grubundan Peter Howard'ın kitabıydı. Dernek bu kitabı Babür Nutku'nun çevirisiyle "Kaybolan Ada" adıyla Türkçeye çevirtip Aralık 1955'te basmıştı. Bu derneğin ateşli savunucusu Ahmet Emin Yalman, aynı yıllarda "Avrupa ve Dünya Federasyonu Fikrini Yayma Cemiyeti" adıyla bir dernek daha kurmuş; yazılarında bu derneğin amacını "Tek Dünya Devleti kurmak" olarak belirtiyordu.

CIA Güdümlü Evangelist Şato: Komünizmle Mücadele Dernekleri Örgütlüyor

Evangelist Rahip Frank Buchman, 1950'lerin başında Kore'ye gidip orada örgütlediği Sun Myung Moon adlı Koreli aracılığıyla "dinleri birleştirme kilisesi" çalışmaları başlatmış; ve Moon üzerinden "Komünizmle Mücadele" grupları örgütlemeye koyulmuşken, aynı dönemde Türkiye'de de aynı doğrultuda "Komünizmle Mücadele Cemiyeti" ve "İlim Yayma Cemiyeti" kuruluyordu.

Komünizme Karşı Milliyetçi Örgütlenme: Komünizmle Mücadele Cemiyeti

5 Haziran 1948'de İstanbul'da kurulan Komünizmle Mücadele Derneği ilk kongresini 30 Ekim 1948'de yapmıştı. Düşündürücüdür ki, CIA'nın İsviçre'de bütün dinlerin ileri gelenlerini Komünizm'e karşı örgütlediği şato, aynı zamanda bütün dünyada "anti-communist leage" adı altında "Komünizmle Mücadele Cemiyetleri" örgütlüyordu.

Komünizmle Mücadele Cemiyeti'nin 1952'ye yayımlanan Ana Tüzüğü'ne göre, cemiyete üye olanların kendileri, aileleri ve yakınları bir tür sağlık sigortasına, sosyal güvenceye kavuşmuş oluyorlardı:

Madde 3- Cemiyetin amacı: Dünyayı ele geçirmek amacı güden ve bu yolla mal, can, namus, vatan, aile ve milliyeti, din ve inanç özgürlüğünü kökünden yıkarak her türlü düşünceyi, duyguyu, bilinci ve tüm kutsal bağ ve inançlardan ayırarak bütün dünya ülkelerini ve insanlığı bilinçsiz bir yığın haline getirmek kastında olan komünizmle mücadele etmekten ibarettir.

Madde 8- Üyeliğe giriş tarihinden başlayarak aidatını düzenli olarak ödemiş olan üyeler cemiyetin sosyal yardımlarından yararlanacaklardır.

Madde 9a- Hastalandığı zaman doktor göndermek ve ilaç bedelini ödemek ve gerekirse hastaneye yatırmak.

Madde 9b- Bütçe uygun olduğu taktirde aile ve yakınlarına da aynı yardımı yapmak…

"Dinler arası diyalog"çu Fethullah Gülen'in 1963'te Erzurum şubesini açacağı "Komünizmle Mücadele Cemiyeti", 1963'e dek 9, 1968'e dek 141 şubeye ulaşmıştı.

Komünizme Karşı Dinci Örgütlenme: Scientology Tarikatı'nın Adaşı, İlim Yayma Cemiyeti

1950'de Amerika'da komünizme dinle karşı koymak amacıyla kurulan, 1951'de Avustralya'da, 1952'de İsrail ve Yeni Zelanda'da, 1952'de İngiltere'de şubeler açan Uluslararası Scientology Assosiation'ın adaşı İlim Yayma Cemiyeti ise 1953'te 68 üye tarafından İstanbul'da kurulmuş, 1967'ye gelindiğinde şube sayısı 20'yi, üye sayısı 1200'ü bulmuştu. Tanıtım kitapçığında "devletin çeşitli organlarınca yakından izlenerek kamu yararına dernekler kapsamına alındığı" belirtilen cemiyet şöyle özetleniyordu:

Yurt çapında yaptığı hayırlı hizmetler dolayısıyla devletin muhtelif organları tarafından yakinen izlenen Cemiyetimiz, Kamu Yararına Dernekler kapsamına alınmıştır. İstanbul'da ilk defa Langa'da iki odalı bir yerde açılan İmam-Hatip Okulu, daha sonra Çarşamba, Fethiye semtinde satın aldığı büyük arsa üzerine 1500 öğrenci alacak şekilde modern bir İmam Hatip Okulu yaptırmış ve öğrenime açmıştır. Manevi sahadaki boşluğu gidermek isteyen hükümetimiz, çok yerinde bir kararla ilk, orta ve liselerde programlarına din derslerini ilave etmiştir. 1952 yılında hükümetimiz din adamı yetiştirmek için bazı illerde İmam Hatip Okulları açtı. Çünkü 50.000'den çok aydın din adamı yetiştirmek gerekiyordu. 1967 yılına kadar açılan İmam Hatip Okullarının sayısı 58'i bulmuştur. Her Müslüman vatandaş zekâtını Cemiyetimize verebilir. Kurbanlar canlı veya cansız olarak kabul edilir. Kurban bayramları haricinde keseceğiniz adak kurbanlarını da Cemiyetimize verebilirsiniz.

1960'lardan sonra Cemal Gürsel'in onursal başkan olarak yer aldığı, 1967'de emekli Kurmay Albay Vehbi Bilimer'in başkanlığında etkinlik gösteren 'İlim Yayma Cemiyeti" ülkeyi baştanbaşa İmam Hatip Okulları'yla donatıyor, komünizme ve Sovyetler Birliği'ne düşman, fakat Amerika'yı Mekke'den daha çok seven, Osmanlıcı, Hilafetçi kuşaklar yetiştiriyordu. 1950'lerden sonra adı ünlenen hiçbir Osmanlıcı Hilafetçi İslamcı yoktu ki Komünizmle Mücadele Cemiyeti ya da İlim Yayma Cemiyeti ile bağlantısı olmasın.

Komünizme Karşı Türk-İslam Sentezci Örgütlenme: Aydınlar Ocağı

1962'de Aydınlar Kulübü adıyla kurulan, 1965'te etkisini yitiren ve 14 Mayıs 1970'te Aydınlar Ocağı adıyla yeniden kurulan komünizm karşıtı, Osmanlıcı-Milliyetçi dernek de Komünizmle Mücadele ve İlim Yayma Cemiyetleri'nin 1950'lerde ektiği tohumlar üzerinde filizlenmişti. 12 Eylül yönetiminin resmi ideolojisi olan Türk-İslam Sentezi'nin kökü, Amerika'nın 1945'ten başlayarak tabandan ve tabandan yürüttüğü Osmanlıcı-İslamcı örgütleme ve eğitme etkinliklerinin meyvesiydi.

Komünizme Karşı MHP Alparslan Türkeş ve Arusi Tarikatı

Milliyetçi Hareket de Soğuk Savaş dönemi Amerikan gereksinimlerine uygun bir akım olarak doğmuştu, ikinci Dünya Savaşı yıllarında bir dönem Türkiye'nin Azerbaycan (Kafkas) bölgesinde bir Türkistan Cumhuriyeti kurma çabaları olmuş, Hitler'in generalleriyle kimi Türk generalleri arasında görüşmeler yapılmıştı. Almanya savaştan yenik çıktıktan sonra, Sovyet sınırları içerisinde kalan Türkleri Sovyetler'den kopartma çalışmalarına bu kez Amerika yönelmiş, bu doğrultuda önceden Almanya ile bağlantılı çalışanlar, savaştan sonra Amerika ile bağlantılı çalışmaya koyulmuşlardı. Türkeş de savaş yıllarında NAZİ ajanı olarak çalışan, savaş sonrası CIA Türkiye masasında görev yapan Özbek Türkü Ruzi Nazar'la dostluk kurmuştu.

Şato'ya bağlı Arusi tarikatıyla da yakın ilişkileri bulunan Alparslan Türkeş 1948'de ABD'ye gidiyor, Amerikan Harp Akademisi ve Piyade Okulunda özel savaş eğitiminden geçiyor, 1955'te Washington'da bulunan NATO daimi komitesine Türk Genelkurmayını temsilen atanıyor ve 1959'da Türkiye'ye dönüyordu.

Tarih ve Tekerrür

Görüldüğü üzere Türkiye'de herşey William C. Bullitt'in 1946'da "Asıl Büyük Dünya" kitabında açıkladığı; "Dine dayalı Avrupa Federasyonu, Ortadoğu Federasyonu, Asya Federasyonu, Sovyetleri din kuşatmasıyla yıkmak ve hemen ardından Dünya Devleti kurmak" biçiminde özetlenebilecek Soğuk Savaş stratejisine uygun adımlarla yürütülüyordu. Kurulan örgütler ve eğitilen kişiler, Türkiye'de İslam Birliği ve Osmanlılaştırmaya yönelik çalışmalar yürüteceklerdi.

Nasıl II. Abdülhamid ve ardılları İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı Almanya'nın kanatları altına sığınarak Alman mandası altında İslam Birliği kurmaya yöneldiyse, Türkiye de İkinci Dünya Savaşı biter bitmez Rusya'ya karşı Amerika'nın kanatları altına girmiş ve Bullitt tarafından kuramlaştırılan ''Rusya'yı din kışkırtıcılığı yaparak yıkacağız" stratejisi uyarınca ilk iş olarak Amerikan güdümünde islamcılığa sarılmıştı.

NATO'nun Amacı?

Hitler'in Mirasçısı Amerika, Dinleri Komünizme Karşı Örgütleme Stratejisini Hitler'den Devralıyor

Senatör Willey:

– "Bir Türk askerinin yıllık maliyeti 200 dolar mıdır?"

Dışişleri Bakanı Dulles:

– "Evet, bu civarda."

Senatör Willey:

–  "Bizim silah altında tuttuğumuz her Amerikalı askerin maliyetinin yılda 6000 dolardan fazla olduğu doğru mu?"

Dışişleri Bakanı Dulles:

– "Evet, öyle olsa gerek."

Senatör Willey:

–  "Öyleyse ekonomi açısından yanımızda savaşan bir Türk bulundurmak iyi bir iş oluyor."

Dışişleri Bakanı Dulles:

– "Evet."

Ülkemiz Atatürk'ün ölümünün hemen ardından, 1939'da İsmet İnönü tarafından İngiltere'nin uydusuna dönüştürülmüş; İnönü'nün Türkiye'yi İngiltere ve Fransa yanında savaşa sokmak üzere verdiği karar son anda Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak tarafından önlenmiş.

NATO'nun Türkiye'ye Verdiği Görev: Ortadoğu İslam Federasyonu Kurmak

İmdi, Türkiye'nin Atlantik Paktı'nda (NATO'da) yer almasının asıl manasına gelelim: NATO'ya alınmamızın asıl amacı Ortadoğu Cephesi'nin kurulması (…) Ortadoğu'nun Pakistan, Afganistan, İran ve Türkiye ile birlikte, bütün bir Türk ve İslam camiasının federasyon biçiminde birleştirilmesidir. Bu doğrultuda bir Ortadoğu Örgütü, Batı'da nasıl ilgililerden oluşan bir NATO kurulmuşsa, Ortadoğu'da da Ortadoğu Federasyonudur. Amerika Birleşik Devletleri gibi birleşmiş devletlerden oluşacak bu federasyona, Türkiye, İran, Afganistan, Irak ve Suriye ile birlikte Arabistan'ın kuzey bölgeleri ve Mısır İslam dünyası da katılırsa, aşağı yukarı 125 milyon nüfuslu bir Federatif Ortadoğu Bloku kurulur ki, bu federasyonun Genelkurmayı, komuta konseyi, -özellikle Amerika maddi ve manevi desteğini tam ve kesin olarak esirgemezse- bir yıl içinde 5-6 milyonluk bir ordu ve gücün ortaya çıkartılması kolayca gerçekleşebilir… Bu görevi yapabilirsek, gelecek kuşaklara güzel bir hizmet örneği vermiş olacağız. İnşaallah diyelim! (Millet Mecmuası-1951)

Anlaşılacağı üzere, 1946'dan sonra Türkiye'de ulus-devletin altı oyularak federal devlete; laik devletin altı oyularak din devletine; Cumhuriyetin altı oyularak Osmanlı Düzeni'ne, Atatürk'ün çizgisinden çıkarak II. Abdülhamid'in çizgisine dönüş çalışmaları, açık ve kesin bir biçimde önce Amerikan buyruğu ve sonra da NATO koşuludur.

Daha NATO'ya girme görüşmeleri sürerken, 25 Temmuz 1950'de Kore'ye asker gönderme kararı alınmış, 21 Eylül 1950'de birliklerimiz Kore'ye gitmişti. Geçmiş yineleniyor, ne zaman bir emperyalist gücün uydusu olmuşsak, o güç bizi kendi askeri olarak kullanıyordu.

Ve zaten İsmet İnönü, Atatürk ölür ölmez ülkenin dizginlerini tek başına kavrayınca, hemen Anglo-Sakson şemsiyesi altına koşmuş, önce İngiltere'nin sonra onun yerini alan Amerika'nın yörüngesine girmiş, 1945'te Türkiye'yi bütünüyle bir Amerikan uydusuna dönüştürmüştü.

Daha 1940'ta ABD'nin Türkiye'den neler beklediğine bakılırsa, bunun aynı tarihte Hitler'in yapmaya çalıştığından pek de farklı olmadığını görürüz. II. Wilhelm'den bu yana, savaş deyince Batı emperyalistlerinin usuna ilk gelen şey, Türkiye'yi yanlarına alıp onu bütün İslam ülkelerinin önderi yaparak böylece tüm dünya Müslümanlarını kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sürmek olmuştur.

Amerika'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi uydulaştırması, Türkiye'nin daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Amerikan mandacılığını savunan İnönü'nün yönetiminde bulunması nedeniyle çok kolay gerçekleşmiştir.

İsmet İnönü ve Amerikancılık

1919'da Kurtuluş Savaşı başlarken kurtuluşu Amerikan Sömürgesi altına girmekte bulan İnönü, Amerikancılığını 27 Ağustos 1919'da Kazım Karabekir'e yazdığı mektupta şöyle açıklamıştı:

Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde Amerikan milletine müracaat edilse, pek ziyade faydası olacaktır deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim.

Necip Fazıl ve Atatürk!

Atatürk'ün gazetesi Hakimiyet-i Milliye'de yayımlanan ve Menemen Olayı'nda Asteğmen Kubilay'ın şehit edilmesini şiddetle kınayan yazısı şöyleydi:

Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşesinde daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydanı (Menemen) bugün 'inna fetehnaleke' yazılı zift ruhlu bir irtica âleminden temizliyoruz. (…) İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir.

Necip Fazıl Kısakürek'in Atatürkçülüğü Atatürk öldükten sonra da sürmüştü. Örneğin 1943'te şöyle yazıyordu:

Bir gün Atatürk Dirilecektir!

Evet laf ve hayal, yahut fikir ve remz âleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Atatürk hayata dönecektir.

Bir gün onu kafuriden yontulmuş asil ve parmaklarıyla kılıcın kabzasını kavramış zarif ve ince edamıyla bir masaya eğilmiş ve gök gözleriyle dünya haritasını süzmeye başlamış olarak göreceğiz"[3]

1945'te Amerika tüm dünyada bütün dinlerin koruyuculuğunu, örgütleyiciliğini üstlenip, hepsini komünizme ve Sovyetlere karşı kullanmaya başlayınca, Necip Fazıl da Ortadoğu'da Türkiye önderliğinde İslam Birliği kurmayı savunan Amerikancı, Osmanlıcı, İslam Birliği yanlısı bir yazar olup çıkmış, bu doğrultuda 28 Haziran 1949 Salı günü Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurmuştu.

Derneğin amacı "Doğu'nun eksiğini Batı'da ve Batı'nın eksiğini Doğu'da giderici" olmaktı. Bu doğrultuda savaşılacaklar arasında "Her türlü Allahsızlık… Bütün derece ve istihaleleriyle materyalisttik ve komünistlik…" sayılıyordu derneğin tüzüğünde. Kurucuları arasında Başkan Necip Fazıl Kısakürek'ten sonra gelen ikinci kişi, "Ortadoğu'nun Hitleri" denilen İslam Birliği yandaşı Cevat Rıfat Atilhan'dı.

30 Mart 1956 – 5 Temmuz 1956 arası Büyük Doğu adında bir günlük gazete de çıkartan Necip Fazıl Kısakürek, 17 Temmuz 1959'da Büyük Doğu dergisinde yayımlanan bir yazısında şöyle diyordu:

Amerika, Dünya ve Biz

Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol… Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez bir siyaset vahidine göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir.

Ortadoğu ülkelerinde Sovyet yanlısı bir yönetim kurulacak olursa o ülkelere savaş açmak, ordu göndermek görevini üstlenen ve 1957'de bu kapsamda Sovyetler Birliği'ne yaklaşan Suriye'yi savaşla tehdit edip sınıra asker yığan Türkiye,… Mısır'da, Irak'ta Amerika ve İngiltere'ye karşı ulusal bağımsızlık direnişleri başlayınca, bu ülkelere karşı sert tehditler savuran Türkiye,.. dahası, Sovyet yanlısı yönetime gidiş "kuşkusu belirdiğinde" Amerika'nın Türkiye'yi işgal etmesini bile antlaşmalarla kabul etmiş olan bir Türkiye,.. söz konusu Kıbrıs'taki Müslüman Türklerin can güvenliği olunca, Amerika izin vermediği için parmağını dahi kıpırdatamayacaktı, öyle mi?

Osmanlıcı Türkiye: ABD'nin Ortadoğu'daki Mayın Eşeği

Türkiye, 1945'ten başlayarak, önce İngiltere'nin Ortadoğu Komutanlığı, sonra Ortadoğu Savunma Örgütü, sonra ABD'nin ve NATO'nun Ortadoğu bekçisi, "İslam Ülkeleri Lideri", "Ortadoğu İslam Ülkeleri Federasyonu" kurucusu, "Ortadoğu Birleşik Devletleri" örgütleyicisi ve "Yeniden-Osmanlılaştırma" görevlisi olarak yaptığı tüm girişimlerde, Ortadoğu Arap İslam ülkelerinin öfkesini ve nefretini kazanmış, araya girmese doğrudan Amerika'ya yönelecek olan nefreti, Amerikan buyruğuyla öne atılıp kendi üstünde toplayan Türkiye, "Amerika'nın mayın eşeği" olup çıkmıştı. Amerika Türkiye'yi "Osmanlı'yı yeniden kuracaksın!" diye Ortadoğu mayın tarlasına sürüyor, mayınlar Türkiye tarafından patlatıldıktan sonra, Araplara yaklaşan Amerika "siz doğrudan benimle ilişki kurun, benimle doğrudan ilişki kurarsanız, bölgede Osmanlı'nın yeniden kurulmasına gerek kalmaz" diyordu. Türkiye'nin Yeniden Osmanlıcılık girişimlerine ateş püsküren Nasır yönetimindeki Mısır'a; Türkiye'nin Yeniden Osmanlıcılığa başlamasından ödü patlayan Suudi Arabistan'a ve "yeniden Osmanlı yönetimine gireceğime, Sovyetlerle birlik olurum," diyen Suriye'ye böyle yaklaşıyordu Amerika.. Tavşana kaç tazıya tut Osmanlıcılığıydı bu. Yoksa Amerika, Arapları doğrudan kendi güdümüne sokmak için mi Ortadoğu'da Türkiye'yi kullanarak Sovyet Öcüsüne benzer bir Osmanlı öcüsü yaratmıştı?

1964'te Türk Ordusunun Kıbrıs'a çıkışını önleyen Amerika 1965'te "Türk-Kürt Federasyonu" İstiyor

1960'larda Ortadoğu ülkelerinde ulusalcı akımlar yükselmiş, ulusal bağımsızlıkçı yönetimler işbaşına gelmiş, Amerikan ve İngiliz petrol şirketleri kovularak, yerlerine Sovyet, Çin ve Fransız petrol şirketleri çağırılmıştı. Petrol üreten Arap İslam ülkelerinde bu ulusalcı yönetimlerin yıkılması gerekiyordu Amerikan çıkarları gereği. Bunun için etnik karışıklıklar çıkartılmalıydı bu ülkelerde. Öyleyse Türkiye 27 Mayıs'ta ara verdiği Osmanlıcılık çalışmalarına yeniden başlayabilir, bir yıl önce Kıbrıs'a çıkması Amerika tarafından yasaklanan Türk ordusu, "Osmanlı'yı yeniden kuruyoruz," naralarıyla 'komşularına saldırıp buralardaki Kürtleri de ayaklandırarak o yönetimleri devirebilirdi. Amerikan silahlarının Kıbrıs'lı Müslüman Türkleri kurtarmakta kullanılması yasaktı, ama Ortadoğu'da Amerikan – İngiliz petrol şirketlerini kapı dışarı eden ulusalcı yönetimlere karşı kullanılması Amerikan ve NATO buyruğuydu.

Yahudi kökenli Amerikalı gazeteci yazar Robert D. Kaplan şöyle diyordu bu yazısında:

Tarih Bölge Uzmanları tarafından belirlenen yanlış sınırları yeniden şekillendiriyor… Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu olarak adlandırılan yer tek bir bölge olarak ortaya çıkıyor. Avrupalılar burayı her zaman "Büyük Yakın Doğu" olarak tanımlıyor… Türkler yaklaşık 850 yıl İslam dünyasının liderliğini yürüttü… Bütün Arap devletleri, Yugoslavya gibi, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü izleyen kaos karşısında… Büyük İsrail, Akdeniz'de Batı Şeria ve Gazze'yi kendine çekecek bölgesel bir ekonomik mıknatıs olarak ortaya çıkacak.

Amerika Türkiye'ye bir yandan "İstanbul Merkezli Yakındoğu Federasyonu" adı altında eski Osmanlı coğrafyasını kapsayan bir Federasyon kurulmasını öneriyor; öte yandan 'Türk Kürt Federasyonu" adı altında yine Osmanlı'yı diriltme buyrukları yağdırıyordu.

Demirel'e 30 Yıl arayla İkinci ABD Dayatması: 1994: Yeniden Türk-Kürt Federasyonu

Özal öldükten sonra Cumhurbaşkanı olan Demirel, 30 yıl önce 1965'te Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz Amerika tarafından kendisine dayatılan 'Türk-Kürt Federasyonu" kurma önerisini, tam 30 yıl sonra Cumhurbaşkanı koltuğuna oturur oturmaz yeniden masasında buldu. Bu kez ABD Hava Kuvvetleri'nin RAND araştırma kuruluşu damgasıyla sunulmuştu öneri. Tıpkı 1965'de olduğu gibi 27 Mayıs'tan sonra 1965'te seçimler yapılmış, Amerikan yardımlarıyla seçimi kazanan Adalet Partisi hükümeti kurmuş ve Amerikalılar, seçim kazandıran yardımları karşılığında, Demirel'den ulus-devleti yıkarak, yerine bir "Türk-Kürt Federasyonu" kurmasını "rica" etmişlerdi…

Başbakan Demirel Genelkurmay'a Amerika'nın "Türk-Kürt Federasyonu kuracaksınız" dayatmasını aktardığında, askerlerin sert tepkisiyle karşılaşmış; bu tepki nedeniyle Amerika'nın kendisinden beklediği federasyon çalışmasını yürütememişti.

Emekli Amiral Vedii Birget 24 Şubat 1987 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında ABD'nin 1965 yılında dönemin başbakanının ağzını aradığını ve İran-Irak-Türkiye Kürtlerini içeren ve Türkiye'ye bağlanacak bir federal cumhuriyet önerisinin hala askersel belleklerde olduğundan sözediyordu. Sadi Koçaş ise aynı olayı "Anılar''ında oldukça basit bir söylemle anlatacaktır: "Amerika, CIA'nın klasik mücadele yolları ile 1965'te Adalet Partisi'ni ve Sayın Demirel'i iktidara getirdiği zaman, karşılık olarak yeni Türk hükümetinden bir istekte bulunmuştur: İran-Irak ve Türkiye Kürtlerini Federe bir cumhuriyet haline getirelim. Bunu Türkiye'ye bağlayalım. Hem de büyük toprak kazanmış olursunuz, diyorlardı." (…) "Başbakan Demirel, Genelkurmay tarafından hükümete verilen bir brifingde bu .. teklifi ortaya atmış, gösterilen şiddetli reaksiyondan sonra bu teklifi red edebilmişti."

MİT Müsteşarı Sadi Koçaş, anılarında "Amerika, CIA'nın klasik mücadele yolları ile 1965'te Adalet Partisi'ni ve Sayın Demirel'i iktidara getirdi" derken, Demirel'in iktidara getirilmesi konusunda emekli Tümgeneral Mahmut Boğuşlu şöyle diyordu:

Milli Birlik Komitesi, Başbakan Adnan Menderes'in asılmasının ardından Demokrat Parti için lider adaylarını tespit etmeye çalışıyordu. Bunun için strateji ekibine de bir çalışma yapılması talimatı vermişti. 5 kişilik subaydan oluşan ekipte binbaşı rütbesiyle ben de yer aldım. Ekibimiz, MBK İstihbarat Koordinasyon ve Kontrol Grubu adını taşıyordu. Üç ay süre ile Başbakanlık'ta Türkiye'nin yakın gelecekteki siyasi durumu üzerinde isabetli sayılabilecek incelemeler hazırladık. Bu incelemelerin birinde de devrilen DP'nin mirası ve bu mirasa sahip çıkabilecek liderler de ele alındı. Siyaset ve liderlik düzeyinde Demirel'in adı, belki ilk defa, burada yer aldı.


[1] Bakara 141

[2] Yeni Şafak- Abdullah Muradoğlu

[3] (Büyük Doğu, 19 İkinci teşrin / Kasım 1943, sayı 10)

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Hakan EKMEKÇİ

Hakan EKMEKÇİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx