YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6640200c359d7
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 8 3
Bugün : 1429
Dün : 18024
Bu ay : 228028
Geçen ay : 737322
Toplam : 23744314
IP'niz : 3.145.64.241

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Her Türlü Sorunlarımızı Çözüme Kavuşturmak İçin;

KUR’AN, BÜTÜN İÇTİHATLARIN DAYANAĞI

VE

MUTLAK HAKİKATİN KAYNAĞIDIR!

      

Kur’an; kıyamete kadar inananların ve tüm insanlığın kutlu kitabıdır, başvuru kaynağıdır ve Allah’ın kelâmıdır. Kur’an-ı Kerim’i; sorulan her sorunun yanıtını veren bir internet sitesi veya kültür ansiklopedisi gibi düşünmek yanlıştır. Doğrusu, Kur’an-ı Kerim; her çağda, farklı ortamlarda ve değişik şartlarda ortaya çıkacak; ekonomik, siyasi, sosyal, hukuki ve ahlâki tüm sorunların çözümüne esas olacak temel, genel ve değişmez kurallar barındırmaktadır. Bu nedenle “Asla eskimez, yeni ve sürekli dipdiri” kalarak canlılığını ve hidayet kaynaklığını Allah muhafaza buyurmaktadır. Elbette Kur’an’daki: okuyan herkesin anlayacağı ve yararlanacağı iman esasları, Allah’ın kâinattaki ve tabiattaki harika san’atını hatırlatmaları, genel-geçer ahlâk kuralları ve ibadet düsturları önemini, özelliğini ve tazeliğini korumaktadır.

Kur’an’ı, Resulüllah’ın uygulamalarını, aklı ve bilimsel doğruları esas alarak; değişen ve gelişen bütün çağlara ve şartlara, zuhur eden ihtiyaçlara ve standartlara uygun, yeni ve yeterli kural ve kurumlar ortaya koymak ise ilim ve içtihat ehline kalmaktadır. Zaten böyle bir marifet ve meziyeti bulunmayanlar “İlim ve dirayet ehli” değil, “Bilgi ve rivayet ehli” sayılmıştır. İşte “ADİL DÜZEN” projeleri böyle ortaya çıkmış, Erbakan Hocamız bunları hazırlatıp-olgunlaştırıp dünyaya tanıtmış, Milli Çözüm ise noksanlıklarını tamamlayıp, orijinal bir sistem bütünlüğü kazandırarak kitaplaştırmış, önemli ve yaygın dillere çevirip dünyadaki seçkin ilim ve fikir erbabına ve devlet adamlarına ulaştırmıştır.

Kur’an, Allah’ın indirmesi ve Kendi mucizesi olarak, 1440 senedir tüm maksatlı inkârcılara ve marazlı münafıklara, akılsız kafalarına vura vura, şöyle meydan okumaktadır: “Bu Kitap, uydurulması mümkün ise, haydi siz de bir benzerini veya bir suresini, hatta bir ayetini hazırlayıp ortaya koyun bakalım!” teklif ve tehdidine bugüne kadar cevap veren hiç çıkmamıştır.

İşte ilgili Kur’an Ayetleri:

“De ki: ‘Eğer bütün ins ve cinn (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi bile olsalar- (yine de) Onun bir benzerini getiremezler (bu imkânsızdır.’ Ve zaten 14 asrı aşkındır bunu yapamamışlardır!..)” (İsrâ: 88)

“Yoksa (Senin için, Kur’an’ı) ‘Onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar? (Onlara) De ki: ‘Siz bu iddia ve iftiranızda sadık, samimi ve gerçekçi iseniz, Allah’tan başka gücünüz yettiklerinden de kimi (yardıma) çağırırsanız çağırın (böylece), Onun gibi (Kur’an’a benzer; hepsinden vazgeçtik, hiç değilse) on sure uydurup meydana getirin (de görelim).’” (Hud: 13)

“(Ey Resulüm!) De ki: ‘(Ey insanlar!) Eğer (iddianızda) sadık ve samimi iseniz, bu durumda Allah katından bu ikisinden (Musa’ya indirilen Tevrat ve Bana indirilen Kur’an’dan) daha doğru (ve daha uygun) olan bir kitap getirin de, (gerçekten haklı ve hayırlı ise) ona tâbi olup gidelim (ki bu mümkün değildir).’” (Kasas: 49)

“Eğer kulumuza (Muhammed’e parça parça) indirdiğimizden (Kur’an-ı Kerim’den) şüphe ediyorsanız ve (bu iddianızda) sadıklardan (samimi ve tutarlı olanlardan)sanız; haydi Allah’tan başka şahitliğine (bilgisine ve belgesine güvendiğiniz) tüm tanıklarınızı (ve tanıdıklarınızı yardıma) çağırın ve Onun surelerine benzeyen bir sure (meydana) getirin (bakalım)!

(Ama bunu) Yapamazsınız, ki (elbette) yapamayacaksınız; (öyle ise) kâfirler için hazırlanmış bulunan ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara: 23-24)

“Yoksa: ‘Bunu kendisi yalan olarak uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘(Madem Kur’an uydurulabilir, haydi öyleyse) Bunun benzeri olan bir sure de siz getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın (da görelim, ama bunu başarmanız imkânsızdır.)’” (Yunus: 38)

Kur’an’ın en küçük suresinin bile benzerini yapmak imkânsızdır!

Hz. Resulüllah’a Kur’an’ın inmeye başladığı dönemde Araplar arasında çok ateşli bir edebî rekabet yaşanmakta, önde gelen şairler, bazen yıllarını vererek hazırladıkları kasideleriyle, hatipler de nutuklarıyla panayırlarda yarışmaktaydı. Bütün insanların izleyebileceği açık meydanlarda zamanın edebiyat üstadlarına takdim edilen edebî ürünlerin, nasıl titiz eleştirilere tâbi tutulduğu tarihi kaynaklarda aktarılmaktadır. Mesela Hansâ, Ukaz panayırında en meşhur şairlerden Hassân bin Sâbit’in bir beytinde tam sekiz hata saptamıştı. İşte böyle bir edebî ortamda Allah Teâlâ, inkârcılara meydan okuyarak, Kur’an-ı Kerim’in bütün insanları benzerini getirmekten aciz bırakan bir mükemmelliğe sahip olduğunu vurgulamıştı.

Mekke ve Medine döneminde birçok defa tekrar edilen bu meydan okuma, Kur’an’da dört safhada tamamlanmıştır. Kur’an, çoktan aza doğru teklifler sunarak, kıyamete kadar tüm muârızlara ve marazlı münafıklara acziyetlerini hatırlatmıştır.

Kur’an’ın meydan okuması ile, insanların aynı lafızlarla, aynı üslupla, belâgat açısından benzerini getirmelerini istediği sanılmasındı. Zira insanların edebi sözlerine bile böyle bir nazîre yapmak imkânsızdır. Kur’an’ın insanlara meydan okuduğu esas nokta, üslûbu ve ifade tarzı nasıl olursa olsun, belâgat ve beyân itibarıyla, hakikati etkili bir tarzda ifade etme açısından Kur’an’ın seviyesinde bir kelâm ortaya koymalarıdır ki, bugüne kadar asla yapılamamıştır. Nitekim edipler ve şairler arasındaki mukayese de bu manada yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerim, en son meydan okumasını yaptıktan sonra, inkârcıları ikaz ederek böyle bir iddiada asla bulunamayacaklarını, dolayısıyla isyandan vazgeçerek İlahî azaptan kurtulmalarının kendileri için daha faydalı olacağını ifade buyurmaktadır. Bu ayetteki “وَلَنْ تَفْعَلُوا: ki asla yapamayacaksınız!” ibaresi öyle bir eminlik ve kat’îlik ifade etmektedir ki, böylesi bir hüküm ancak ilmi ve kudreti sınırsız, tam ve kusursuz olan bir Zât, yani Allah tarafından alınır. Yaratıklardan hiç kimse, beşer açısından gayb, yani belirsiz ve kapalı olan istikbale ait böylesine kesin bir hükümde bulunamayacaktır.

Yukarıda dört safhada işlediğimiz tehaddînin merhalelerini bir kısım âlimler, biraz daha detaylandırmıştır. Mesela bazı âlimler bu meydan okuma safhalarını şu şekilde sıralamışlardır:

1- Yüksek nazmı, gaybî haberleri, ihtiva ettiği ilimleri ve yüksek hakikatleri ile birlikte tam bir Kur’an’ın benzerini, hem de ümmî (yani hiçbir zahiri eğitim ve öğretim görmemiş) bir şahıstan getirin!

2- Eğer bu şekilde mislini getirmek gücünüzün üzerinde ise, belîğ bir nazımla uydurma şeylerden olsun bir şeyler getirin!

3- Eğer buna da kudretiniz yetmezse, on sure kadar bir mislini yapıverin!

4- Bu da mümkün olmadıysa, uzunca bir surenin benzerini gösterin!

5- Eğer bu da size kolay değilse, hiç değilse kısa bir surenin mislini yapmayı deneyin!

6- Eğer Kur’an’ın benzerini ümmî bir şahıs yapamadıysa, bunu âlim ve kâtip kişilerle başarmaya girişin!

7- Bu da olmadığı takdirde, ey bütün inkârcılar ve münafık itirazcılar birbirinize yardım etmek suretiyle Kur’an’ın küçük bir örneğini yapıverin!

8- Buna da imkân bulamadığınız takdirde, bütün insanlar ve cinlerden yardım isteyin ve bütün fikirlerin neticelerinden istifade edin de öyle Kur’an benzeri bir kitap hazırlayıp getirin! Ama inkârcılar ve İslam düşmanları bu tekliflerin hiçbirini yanıtlayamamış ve aciz kalmışlardır.

Kur’an’ın Eşsiz Bir Mucize Olduğu Milyarlarca Kere İspatlanmıştır!

Kur’an, tüm insanlara ve özellikle inkârcılara meydan okuyup en küçük bir suresi kadar olsun bir benzerini yapmalarını istemektedir. Ama 1440 senedir hiç kimse bu meydan okuyuşa yanıt verememiştir. Kur’an nazil olduğunda insanlığın o zamana kadar ulaştığı seviyeyi kökünden değiştirmiştir. Önce Arabistan Yarımadası’nda yaşayanlar henüz devlet aşamasına gelmemişti; Kur’an, onları uygarlaştırıp devlet aşamasına getirdi. Türklerin de devletleri vardı ama bu devletler bilimsel sistem ve statülere sahip değildi. Kur’an Türkleri uygarlığı dünyaya götüren bir topluluk hâline getirdi. Moğollar bir ara dünyayı işgal ettiler ama sonra onların da çoğu Müslümanlığa geçti. Geçmeyenler ise hâlâ iptidai bir hayat sürmektedir.

Kur’an, dünyaya müspet ilim anlayışını getirmiştir.

Kur’an bunları yaparken, arkasında kendisinden başka bir gücü mevcut değildi.

Kur’an, bir uygarlığın geleceğini çok açık bir şekilde defalarca izah etmiştir.

Kur’an’ın İlahi söz olduğunu, benzeri olmadığını, dünya bir araya gelse benzerini yapamayacağını hem de meydan okuyarak defalarca belirtmiştir. O tarihten beri -başta Araplar olmak üzere- her toplulukta Kur’an’a karşı şiddetli adavet yani düşmanlık da baş göstermiştir. Kur’an bu düşmanlıklara karşı tarih boyunca hep meydan okumuş, ‘buyurun yapabilirseniz benzerini getirin’ diye tehdit etmiştir. Ama hiçbir zaman biri çıkıp da ‘İşte ben de Kur’an’ın benzerini getirdim, işte bu ondan üstün bir kitaptır, hatta onun kadar bir kitaptır’ diyememiştir.

Dünyada Marksistler Marks’ın Kapital’ini baş kitap kabul ettiler ama hiçbir zaman ‘Kapital; Kur’an gibi bir kitaptır, işte şu sebeple onun yaptığını yapma gücüne sahiptir’ diyemediler. Silahlarla, işkencelerle, KGB ile sistemlerini yaşatmak istediler ama yetmiş sene sonra çekilip gittiler. Marks’ın Kapital’ini artık Marksistler bile terk etmiştir.

Kur’an; bugün yeryüzünde milyarlara varan miktarlarda basılıyor, her dile harıl harıl tercümeleri yapılıyor. Milyarlarca kişi onun emirlerini yerine getirmek için her gün ibadet yapıyor ve çabalıyor… Peki Marks’ın kitabı kaç tane basılıyor, hangi dillere tercüme edildi, kim okuyor?

Şimdi; Kur’an’a karşı olan Siyonist kafalı bazı masonik Kemalistlere gelelim. Kemalistlerin kaçı Büyük Nutuk’u defalarca okumuşlardır, kaçının evinde vardır, Büyük Nutuk için kaç tane tefsir yapılmıştır?

NUTUK; Atatürk’ün milli mücadele hikayesini, hedeflerini, projelerini içeren resmi bilgiler ve belgeler kitabıdır. Bu NUTUK dikkatle ve defaatle okunup araştırılıp, tartışılıp; ülkemizin bugünkü siyasi, sosyal, ekonomik ve ahlâki sorunlarının çözümüne yönelik plan ve programlar niçin ortaya konulmamıştır? Oysa Siyonist odakların ve Haçlı Batılı kafaların kapitalist veya komünist sapkınlıklarına “Atatürkçülük” kılıfı geçirip topluma dayatmak, en azından sahtekârlıktır.

Tarih boyunca pek çok kitap yazılmıştır. Bir ilmî heyet kuralım da araştırsınlar, insanlığı kucaklayıp kurtaracak bir kitap ortaya koysunlar… Sonra biri çıkıp da desin ki; ‘Kur’an kadar etkin bir kitap yaptık!..’

Bir Amerikalı profesör yazdığı kitapta dünya tarihindeki yüz etkin kişiyi saymış, Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ı listenin başına almıştı. Sonra Newton’u, sonra Hazreti İsa’yı yazmıştı. Marks çok sonralarda yer almış, Mustafa Kemal hiç yer almamıştır. Bu yazara Hazreti Muhammed’i başa koymasının sebebini sorduklarında, bunun sebebinin Kur’an olduğunu vurgulamıştı. Bizdeki taklitçi ve sahteci Kemalistler “Niçin bu listede Atatürk yok?” diye soramamışlardı.

Mustafa Kemal’i nasıl anlamamız ve yararlanmamız lüzumuna, ona niçin saygı duyulması ve sahip çıkılması konusunu yazan ve kitaplaştıran da yine Milli Çözüm ve Ahmet Akgül olmaktadır.

Eğer tarafsız, tutarlı ve bilimsel kafalı bir kimse veya ekip çıksa da “dünyada en etkin kitap hangisidir?” diye araştırsa, tereddüt etmeden Kur’an-ı Kerim’i en başa koyacaktır.

Kur’an çok açık olarak diyor ki; aklınız, çabanız ve bilgi toplamınız yeterse, haydi bu kitap gibi bir kitabı getirin! Hatta o zaman sizin Allah’a inanmanız da gerekmez. Ama getiremezsiniz, getiremeyeceksiniz. O zaman yakıtı taş ve insan olan ateşten korkun diyor.

Kur’an’ın başka bir yerinde de; “Bunlardan (Tevrat ve Kur’an’dan) daha doğru yol gösteren kitabı getirin, ben ona uyayım de.” diyor, ama yapamıyorlar. Din düşmanları ise Kur’an okumayı yasaklayarak, İmam Hatip okullarına sataşarak, İlâhiyat fakültelerini yozlaştırarak Kur’an’ı yenmeye çalışıyorlar.

Bunlar, kanunlar yapıyorlar, uygulanmıyor; yarım asır sonra değiştiriyorlar, o da uygulanmıyor. Oysa Kur’an’a dayalı Fıkıh bin sene önceki hâliyle duruyor, günümüz Türkiye’sinde bile Medeni Kanun’dan daha etkili olarak varlığını sürdürüyor. Herkes zekât vermeye çalışıyor, herkes kurban kesiyor. Ama bunlar sadece KDV-Vergi kaçırma yarışında ittifak kuruyor.

Allah’ın kelâmı ve kutlu kurtuluş kuralları olan Kur’an; eşsizliğini ve benzerinin meydana getirilemeyeceğini iddia ediyor, ama ne Marks ne de Mustafa Kemal böyle bir iddiada bulunmamışlardır. Zaten Hazreti Muhammed’in de böyle bir iddiası olmamıştır, Hazreti İsa’nın da olmamıştır.

Peki Kur’an’ın ne özelliği vardır ki, Onun benzeri yapılamamaktadır?

Herhangi bir kitap yazıldığı zaman yazarın yazdığı zamana kadar yaşanmış olayları içeren ifadeler bulunacaktır. Ondan sonrakiler de onlara kıyasla ortaya konacaktır. Bu bakımdan Kur’an dışındaki hiçbir kitap sürekli canlılığını koruyamamıştır. Televizyon ekranlarında canlı programların, diğerlerinden daha çok izlenmesi buna dayanır. Canlı olmayana soru soramazsınız. Orada ne anlatılmışsa onu anlarsınız. Hâlbuki canlıya soru sorma ve yanıt alma imkânımız vardır.

Kur’an canlıdır. Kur’an diyor ki; sorduğunuz her sorunun yanıtı bizde vardır ve hepinize ayrı ayrı her gün hitap edip durmaktayız. İşte, Kur’an’ı biz böyle anlıyoruz, çünkü Kur’an bunu kendisi söylüyor. Bir eseri okuduğunuz zaman onun varsayımları içinde okuyacaksınız. Ancak o zaman onun ne demek istediğini anlarsınız. Onun ne demek istediğini anladıktan sonra söyledikleri hakkında doğru-yanlış hükmüne varacaksınız.

Biz Kur’an’ı onun kendisinin kuralları içinde anlamak zorundayız. Dolayısıyla Kur’an’ı okurken şuurlu herkes o anda Allah ile konuştuğunun farkındadır.

‘Kur’an bizim için bugün nazil olmuştur, günümüzün sorunlarını çözmektedir’ şeklinde inanmakta ve ona göre Kur’an’ın çözümlerini ortaya koymaktayız. Ondan sonra da meydan okuyor ve diyoruz ki; haydi, siz de çözüm getirin bakalım. Ama getirdiğiniz çözümleriniz bizim çözümlerden daha iyi çözümler olsun, o zaman biz onlara uyalım. Oysa bugüne kadar hiç kimse çıkıp da, ‘biz işte şu çözümleri getirdik, bunlar Kur’an’ın çözümlerinden üstündür’ diyemiyorlar. Yasaklarla, suçlamalarla, okutmamakla, alay edip saldırmakla bizi bastırmaya çalışıyorlar ama başaramayacaklar.”[1]

Çağımızın temel sorunları vardır, Kur’an bunları çözüme kavuşturacak genel-geçer kurallar barındırmaktadır.

1- Kur’an’ın öncelikle çözdüğü sorunlar şunlardır:

a) Kur’an özel mülkiyet sorununu çözmüştür. Özel mülkiyet olmadan topluluklar yönetilemiyor. Ama özel mülkiyet de tekelleri oluşturup halkın sömürülüp helâk olmasına neden oluyor. Şimdiye kadar bâtıl sistemlerle bu soruna dengeli formül bulunamamıştır. Oysa İslamiyet yani Kur’an Nizamı bu sorunu ortadan kaldırmıştır. Önce ticareti serbest bırakmış, sonra faizi yasaklamıştır.

b) Kur’an karz-ı hasen yani faizsiz kredi ile tüm işsizlik sorunlarına çözüm yollarını açmıştır. Oysa faizli kredi ile sermaye spekülatörleri devreye girmekte, üretim durmaktadır.

c) Kur’an ticari sermayeye sermaye vergisini koyarak servetin tekelleşmesini önlemiş bulunmaktadır. Böylece disiplin altına alınmış serbest piyasa formülünü getirmiştir.

d) Ekonomide eğer halk bir sorunu çözemiyor, serbest rekabet sisteminde de sorun çözülmüyorsa, o zaman bunu ne devlet ne de sermaye yapacaktır. Kur’an’a göre faizsiz kredi ile desteklenmiş iktisadi vakıflar bunu yapacaktır.

2- Sağlık sorunu, savunma sorunu, tamir-bakım sorunu gibi çıkar paralelliği sağlanamayan sorunların da Kur’an “genel hizmet müessesesi” ile çözümünü kolaylaştırmıştır.

3- Demokrasinin ve diğer beşerî sistemlerin sebebiyet verdiği sorunları Kur’an “içtihat ve icma sistemi” ile çözüme ulaştırmış ve devletin istismarını önleyici tedbirler almıştır.

4- Kur’an, işletme mülkiyeti ile Sermaye’nin istismarını ve sebebiyet verdiği kötü sorunları da önleyip çözüme kavuşturmuş durumdadır.

Dikkat edilirse Kur’an, çağımızın en karışık ve işin içinden çıkılmaz olan sorunlarının bugüne hitap ederek çözümüne esas olacak kurallar koymaktadır. Gerçi bugün bizim yaşadığımız zamanda yani içimizde Kur’an’ı yorumlayacak bir peygamber yoktur ama onun yerine gerçek ve müspet ilim sahipleri yani peygamberlerin vârisleri olan âlimler vardır. Kur’an onlardan yararlanın diye buyurmaktadır.

Kur’an, insanı Hazreti Adem’den başlatır. Hazreti Nuh peygambere kadar ders veren anlamında Hazreti İdris peygamberden bahseder ve Hazreti Nuh peygambere gelir. Mağaralardaki resimler Hazreti Nuh peygamberden öncedir, insanlığa avcılığı öğretmiştir. Hazreti Nuh döneminde insanlık kent yönetimini öğrenmiştir. Hazreti İbrahim insanlığa bilimsel düşünmeyi, Hazreti Musa hukuk düzenini, Hazreti Davud ekonomiyi öğretmiştir.

Kur’an ise bunların hepsinin birlikte uygulanması örneğini vermiştir. Kur’an, ‘artık yeni kitap gelmeyecek, yeni nebi gelmeyecek’ demiş, bundan sonraki uygarlıkların içtihat ve icmaya dayanarak oluşacağını bildirmiş, vahyi esas alarak sorunların çözümünü ilme bırakmıştır. Bugün insanlığın elde ettiği ilim ve teknoloji ile artık Kur’an’ın önerdiği İlahi dayanaklı beşerî uygarlığın tesisinin imkân dâhiline girdiğini gördüğümüzde, Kur’an’ın nübüvveti sona erdirmesindeki hikmeti daha iyi anlıyoruz.” tespitleri üzerinde de dikkatle durmak lazımdır.

Allah’ın Yarattığı Bir DNA’yı Bile Yapamayan Zavallılar, Kur’an’ın Benzerini Nasıl Başaracaklardı?!

İnsanın günlük hayatında, hiç farkında değilken, vücudundaki 100 trilyon hücrenin hemen hepsinde çok mükemmel işlemler her an tekrarlanmaktadır. Bir an düşünün, vücudunuzda her an her saniye işleyen 100 trilyon laboratuvar ve fabrika var. Sizin hiçbir müdahaleniz olmadan kusursuz bir şekilde faaliyetlerine devam ediyorlar. Ve siz bunun farkında değilsiniz!.. İnsanı mükemmel işleyen bir fabrikaya benzetecek olursak, hücreleri insan vücudunda büyük bir uyum içinde çalışan 100 trilyon işçi olarak da kabul edebiliriz. 100 trilyon hücrenin her biri vücut için kendisinden istenileni yapar. Hücredeki bu faaliyetler bizi çok önemli bazı sorularla karşı karşıya bırakır. Peki, her hücre her an ne yapması gerektiğini nereden bilip durmaktadır? Gözle görülemeyen, şuursuz moleküllerden oluşan hücre, hangi irade ile bir şeyler üretme kararı almaktadır? Çünkü karar alma yeteneği, düşünebilen, değerlendirme yapabilen şuurlu canlılara ait bir özelliktir. Elbette bu yeteneğin sahibi karbon, hidrojen, oksijen, azot atomlarından oluşmuş şuursuz moleküller değildir. Bu kararı alıp hücreye ilham eden, hücreyi de bu karar doğrultusunda çalıştıran başka bir güç vardır. Bu kusursuz sistemleri her an yaratan, her detayı olması gereken yere yerleştirip duran ve tüm bunların birbiriyle uyum içinde işlemesini sağlayan, tüm canlıların Yaratıcısı, her türlü noksanlıktan münezzeh, sonsuz ilim ve kudret sahibi Yüce Allah’tır. Ve Kur’an işte bu Allah’ın Kelâmıdır!..

Protein Üretimi Nasıl Yapılır ve DNA Nasıl Kodlanır?

Vücutta herhangi bir proteine ihtiyaç duyulduğu zaman bunu üretecek hücre ya da hücreler bir seri kompleks işlemleri gerçekleştirmek üzere harekete geçerler. Bu, hücrenin kendi yapısında kullanacağı veya kendi dışında kullanılmak üzere ihraç edeceği bir protein çeşidi olabilir. Kendi iç yapısı ile ilgili bir proteininin üretimine hücre kendisi karar verirken, dışarıda kullanılacak bir proteinin üretimi için o hücreye protein gibi özel elçilerle mesaj gelir. Söz konusu proteinin yapısı hakkında her türlü bilgi hücrenin çekirdeğindeki DNA’larda kodludur. Üretilecek proteinle ilgili gerekli bütün bilgiler pek çok enzimin yardımıyla DNA’dan kopyalanarak DNA üzerinde şerit halinde bir RNA molekülü elde edilir. Artık protein, RNA’nın DNA’dan kopyaladığı bu bilgilere göre üretileceği için bu RNA’ya mesajcı (m) RNA adı verilir.

Bilgileri alan mesajcı RNA, hücrenin ana üretim birimi olan ribozomlardan birisine yönelir. Ribozom, mesajcı RNA’nın şeridinin başlangıç ucundan bilgileri okumaya başlar. DNA’daki üç harften oluşan şifrelerin her biri protein zincirinin halkalarından olan bir amino asiti temsil eder. Ribozom, mesajcı RNA’dan öğrendiği sıralamayla halkaları (amino asitleri) birleştirir ve zinciri oluşturur. Ribozoma halkaları (amino asitleri) teker teker, taşıyıcı RNA (t-RNA) adı verilen moleküller getirir. Her taşıyıcı RNA kendisine ait özel bir halkayı (amino asit) taşır. Taşıyıcı RNA’nın bir ucunda taşıdığı aminoasit, diğer ucunda ise yükünü bırakacağı adresi yazan şifre (antikodon) vardır.

Ribozoma gelen taşıyıcı RNA elindeki adresin tarif ettiği mesajcı RNA kalıbına oturur. Üzerindeki amino asitini bırakır ve ribozomdan ayrılır. Ribozom kalıp üstünde bir şifre (üç harf) ileri kayar. Yeni şifrenin adresine sahip diğer bir taşıyıcı RNA gelip kalıba oturur, o da kendi amino asitini bırakır. Kalıptaki bütün şifreler okunduğunda aminoasitler birbirleriyle bağlanmış ve protein molekülü oluşmuştur. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi yukarıda birkaç cümlede en kaba hatlarıyla özetlediğimiz bu olay gerçekte çok daha karmaşık ara işlemler sonucunda gerçekleşir. Ayrıntılara inildikçe görülen mucize işlemler aklın kavrama sınırlarının çok ötesindedir. Ve bizi çok önemli bazı sorularla karşı karşıya bırakır.

İlk soru protein üretiminin hemen başında akla gelir. Gözle görülemeyen, şuursuz moleküllerden oluşan hücre, hangi irade ile bir şeyler üretme kararı almaktadır? Çünkü karar alma yeteneği, düşünebilen, değerlendirme yapabilen şuurlu canlılara ait bir özelliktir. O halde, karbon, hidrojen, oksijen, azot atomlarından oluşmuş moleküller nasıl bir karar alma yeteneğine sahip olabilirler? Elbette bu yeteneğin sahibi şuursuz moleküller değildir, bu kararı alıp hücreye ilham eden, hücreyi de bu karar doğrultusunda çalıştıran başka bir güç vardır.

Karar aşamasından sonra sıra mesajcı RNA’nın DNA’daki bilgileri okumasındadır. RNA’nın üretiminden sorumlu enzim DNA basamağından yalnızca istenen proteine ait bilgiyi bulur. “Bulur” demek kolaydır belki, ama sözünü ettiğimiz işlem olağanüstü derecede zordur. Çünkü, DNA’daki gerekli bilgiyi bulmak, 900 basamaklık bir bilgiyi 5 milyar basamak arasından bulup çıkarmak demektir. Bu, 20 ciltlik bir ansiklopedinin, herhangi bir sayfasına saklanmış, yarım satırlık özel bir yazıyı, hiçbir tarif olmadan o anda bulmaya benzer. Buna karşın, hücrede bu sorun yine akıl almaz bir yöntemle çözülmüş ve gereken kolaylık sağlanmıştır: DNA üzerindeki gerekli kısım birer başlangıç ve bitiş kilidiyle işaretlenmiştir. Enzim bu kilitleri bulur.

Yine bir soruyla karşılaşıyoruz; sadece enzimin anlayabileceği bu kilitleri tam gereken yerlere kim bırakmıştır? Ya da enzimi, ileride bu kilitleri tanıyacak niteliklerle donatılmış olarak kim yaratmıştır? Kuşkusuz bu soruların cevabı açıktır: Bu kusursuz sistemleri yaratan, her detayı olması gereken yere yerleştiren ve tüm bunların birbiriyle uyum içinde işlemesini sağlayan, tüm canlıların Yaratıcısı olan sonsuz ilim sahibi Allah’tır. Ve Kur’an sonsuz kudret ve hikmet sahibi Allah’ın Kelâmıdır!

Mükemmel Bir Mesaj Taşıyıcı: RNA

Bu işlemler sonucunda sipariş için gerekli bilgiler DNA’dan mesajcı RNA (m-RNA)’ya enzimler sayesinde kaydedilmiştir. Şimdi sıra ribozomun, DNA’nın kendisinden istediği siparişi üretmesindedir. Ribozom öyle bir fabrikadır ki, tam, kendisine sipariş edilen molekülü imal eder. Sipariş edilen molekülün yapı planı da m-RNA molekülündedir. m-RNA, DNA’dan kendi üzerine kopyaladığı bilgiyle birlikte çekirdekten çıkar ve sitoplazma içindeki ribozomlardan birine giderek ona kenetlenir. m-RNA’daki her şifrenin karşılığı olan aminoasit, ortamdan taşıyıcı (t) başka bir tür RNA tarafından ribozoma getirilir ve uygun yere yapıştırılır. t-RNA’nın bir ucunda m-RNA’daki şifrelerden birinin eşleniği, diğer ucunda da bu şifrenin temsil ettiği aminoasit molekülü bulunur. Böylece t-RNA, kendi şifresine karşılık gelen m-RNA üzerindeki şifreyle birleşince, otomatik olarak bunun taşıdığı aminoasit de doğru sıraya yerleşmiş olur. Kullanılan 20 farklı aminoasit için 20 farklı taşıyıcı RNA vardır. Her aminoasit, ancak kendi taşıyıcısı olan RNA ile birleşebilir. Çünkü birbirlerine kenetlenebilmeleri için üç boyutlu yapılarının karşılıklı hatasız olarak birbirlerine oturması gerekir. Binlerce atomdan oluşan bir taşıyıcı ve aminoasitin birbirlerinin yapılarına uygun yaratılmaları Allah’ın yaratışındaki uyum ve kusursuzluğun delillerindendir. “…Çünkü O, ‘kusursuzca yaratan’ (Barî)dır…” (Bakara Suresi: 54)

Protein sentezinin yapıldığı ribozomlar kendilerine gelen m-RNA üzerinde yazılı olan bilgiye dayanarak yüzlerce, binlerce aminoasit molekülünü birbirine ekler ve istenilen polipeptid zincirini (protein molekülünü) kurarlar. Bu molekül içinde, m-RNA’daki plana dahil olmayan tek bir aminoasit bile fazladan eklenmez. Yahut herhangi bir aminoasit plandaki yerinden ayrı bir noktaya konulmaz, hiçbiri de eksik bırakılamaz. Bu hatalardan herhangi biri yapılsa istenen protein molekülü değil, onun yerine istenmemiş başka biri, yani yabancı bir protein üretilmiş olur. Halbuki yabancı proteinlere genellikle organizmanın ve hücrelerin tahammülü yoktur. Onlara karşı antikorlar yapar ve alerjik reaksiyonlar gösterirler. Hücredeki diğer elemanlar gibi ribozom da atomlardan oluşmuş cansız bir yığındır. Ama bu protein yığını, kendisinde bulunması mümkün olmayan bir akılla yani Allah’ın yaratmasıyla binlerce çeşit ürünü birçok karmaşık işlem sonucunda üretmeyi başarır. Hücrede, DNA’daki bilgi doğrultusunda sadece tek bir proteinin üretilmesi için, birbiriyle uyum içinde çalışan en az 75 tane yardımcı moleküle ihtiyaç vardır. DNA’dan bilgi kopyalanması sırasında görev yapan enzimler ise bu sayının dışındadır.

Yapımı biten her protein molekülünün, son aminoasiti de yerine takılıp hepsinin tamam olduğu, hücrenin (daha doğrusu ribozomun) bir son kontrol yetkilisi tarafından onaylanmadıkça, bu sentez bitmiş sayılmaz. Eğer son anda bile eksiklik belirirse “bu kadarı oldu, bu da böyle çıksın” deyip plan dışı bir molekül ortama salıverilmez. Çünkü böyle bir hoşgörü hücredeki protein sentezini plan dışına, hesapsızlığa sürükler, kontrol sistemini dejenere eder ve hücreyi yıkıcı bir anarşiye sürükler. Hücrede bu hal ancak patolojik hallerde, belki ölürken bahis konusu olabilir. Normal durumda ve sıhhatli bir hücrede, yapısı tamam ve kusursuz olmayan molekül derhal bir yıkıcı enzime teslim edilir. Ve o enzim, onun birçok veya bütün peptid bağlarını koparır. Yani molekülü aminoasitler haline veya çok kısa ve zararsız polipeptid zincirciklerine ayırır. Başka sentezlerde kullanılabilecek yapı taşları halinde serbest bırakır.

Hücredeki bu sistem evrimcileri bile hayrete düşürmektedir. Evrimci bir akademisyen ve hücre uzmanı olan Prof. Dr. Muammer Bilge de aşağıdaki ifadelerinde hayretini saklamamıştır!

Bütün bu sonuçları lazım geldiği gibi sağlayabilen, kendisi için tehlike ve kayıp yaratmayan, çıkmaz sokaklara girmeyen hücrede, protein sentezi endüstrisi, diyebiliriz ki, çok mükemmel bir organizasyonla ve kusursuz bir önceden görüşle yürütülmektedir… Hücrede bütün bunlar böyle olur. Fakat nasıl becerilir, nasıl başa çıkılır? Henüz bunu tam anlayamıyoruz. Sadece sonuçları görüyoruz ve bu sonuçları sağlayan mükemmel organizasyonun ancak bazı noktalarını fark edebilmiş bulunuyoruz.

Hücredeki Hayat Enerjisi: ATP Molekülü ve Harika Başarıları!

Hücre vücudun ihtiyacı olan enerjiyi üretmek için “mitokondri” denilen yüzlerce küçük enerji santralinden yararlanır. Bu santrallerde, besinlerden elde edilen kimyasal enerjiler, hücrenin kullanabileceği enerji paketlerine dönüştürülür. Bu paketlere ATP adı verilir. Hücre içinde hayatı sağlayan bütün olaylar, mitokondrilerde üretilen bu kullanıma hazır enerji paketleri sayesinde gerçekleşir. Peki bu enerjinin bedeli nedir? Bir karşılaştırma için, otomobilinizde yakıt olarak kullandığınız benzini ele alalım. Bu benzin önce yerin derinliklerinden ham petrol olarak çıkartılır. Sonra gemilerle petrol rafinerilerine taşınır. Bu rafinerilerde, birçok karmaşık kimyasal işlemden sonra benzin haline getirilir. Aracınızın motoru da, burada kullanılan benzin de birbirlerine uyumlu bir şekilde üretilmiştir. Aracınız başka herhangi bir yakıtla çalışamaz. Aynı şekilde trenleri çalıştıran elektrik de büyük zahmetler ve masraflar sonucunda barajlarda üretilir. Bu iş için dev hidroelektrik santralleri kurulmuştur. Her iki örnekte de önemli bir bilgi birikimi ve ileri bir teknoloji kullanılmaktadır.

Hücrede bu üstte saydıklarımızdan çok daha mükemmel bir sistem vardır. Kullanılacak enerjinin ilk kaynağı Güneş’tir. Bitkiler Güneş ışınlarını kullanarak besin yaparlar. Daha doğrusu, Güneş ışığının enerjisini, ürettikleri besinlerin içine depolarlar. Vücut da bu bitkilerden ve bunlarla beslenen hayvanlardan aldığı besinleri çok küçük parçalara ayırır. Enerjinin ham maddesi olan bu küçük parçacıklar hücre tarafından yakalanır ve hücrenin “enerji santrali” olan mitokondriye getirilir. Mitokondri bu ham maddeleri en küçük moleküllerine kadar parçalayarak içlerinde saklı bulunan enerjiyi ortaya çıkarır. Dahası, bu enerjiyi hücrenin kullanabileceği bir yakıt cinsi olan ATP’ye çevirir. Hücredeki bütün olaylar da bu yakıtın sağladığı enerjiyle yürütülür. Buraya kadar saydıklarımız, bütün olup bitenlerin çok kısa bir özetidir. Mitokondri denilen bu santrallerdeki enerji üretimi esnasında son derece karmaşık kimyasal olaylar meydana gelir. Bu kimyasal mucizeler, milimetrenin 100’de biri kadar olan hücrenin içinde, yani hayal gücünün alamayacağı küçüklükte bir yerde meydana gelmektedir.

Hücrede enerjinin üretilmesinde başrolü oksijen oynar. Enerji üretiminin hemen her basamağında birçok farklı enzim, devreye girer. Bir basamakta görevini tamamlayan enzimler, bir sonraki basamakta yerlerini başkalarına devrederler. Böylece, onlarca ara işlem, bu işlemlerde devreye giren yüzlerce farklı enzim ve sayısız kimyasal reaksiyon sayesinde, besinlerde depolanan enerji hücrenin işine yarayacak hale getirilir. Bu haliyle, hücrenin içindeki “enerji santrali”nin, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha kompleks olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, hücrenin diğer işlevleri gibi karşımıza son derece olağanüstü bir tablo çıkarmaktadır. Çünkü bir petrol rafinerisi, petrolün ne olduğunu bilen, ham petrolü laboratuvar şartlarında analiz etmiş ve bu teknik bilgiler ışığında hareket eden mühendisler tarafından inşa edilir. Petrolün ne olduğunu bilmeyen insanların bir petrol rafinerisi inşa edebileceklerini düşünmek ise elbette gülünçtür. Böyle bir şey mümkün değildir. Ancak bu imkânsızlık, hücrenin içindeki enerji santrali, yani mitokondri tarafından aşılmıştır. Çünkü hücre anne karnında oluşur, çoğalır ve sonra da insan bedenini meydana getirir. Hücrenin enerji santrali olan mitokondri, yaşamında bir kez bile dış dünya ile muhatap olmaz, tek bir bitki bile görmez. Buna karşın, bitkinin içindeki enerjiyi nasıl açığa çıkaracağını bilir ve bu karmaşık işi kusursuz bir biçimde yürütür.

Peki, “mitokondri”nin böyle bir sistemi oluşturacak aklı var mıdır?

İşin doğrusu, hiçbir hücre organeli biyolojik bir işlevi, sözcüğün gerçek anlamında “öğrenme” fırsatına sahip değildir. Çünkü hücrenin oluşumu sırasında, böyle bir işlevi yerine getirecek özelliklere sahip olmayıp, sonraki yaşam süreci içerisinde bunun üstesinden gelebilecek beceriyi elde etmek gibi bir imkânı yoktur. Bu tip olaylarda ön koşul bedende ilgili sistemin, daha yaşamın başlangıcında tamamlanmış olarak hazır bulunmasıdır. Aksi halde enerji üretiminde başrol oynayan “oksijen” hücreyi o anda tahrip eder. Şu halde hücrenin, oluştuğu anda, aynı zamanda oksijene karşı kusursuz bir sistemle de donatılmış olması lazımdır. Ancak bu sayede kendisini yok edebilecek olan bu gazı alıp, onun sayesinde hayatının devamı için en önemli gereksinimini, yani enerjiyi üretecektir.

Mitokondrinin amacı, enerjiyi oksijen kullanarak üretmektir. Bunu da, üstte bahsettiğimiz gibi, birbiri ardına çalışan bir enzimler sistemi olmadan başarması mümkün değildir. Bu enzimler bir canlıda ya tümüyle vardır ya da yoktur. Bir sonraki nesile kalıtım yoluyla, yani DNA’da depolanmış bilgi yoluyla aktarılabilirler. Hiçbir canlı kendiliğinden, böyle yapısal bir düzenlemeyi öğrenemez. Bu sistem o kadar gelişmiş ve ayrıntılıdır ki, insan zekâsı bile bugün bütün imkânlarını kullanarak böyle bir sistemi kuramaz. İşte Kur’an, bu sonsuz ve kusursuz kudretin sahibi Allah’ın Kitabıdır!

Nitekim mitokondrideki bu olağanüstü sistemin tek bir anda var olmuş olması gerektiğini evrimci bilim adamları da kabul etmek durumunda kalmışlardır. Bu konu ile ilgili ünlü evrimcilerden Prof. Dr. Ali Demirsoy’un aşağıdaki itirafı son derece açıklayıcıdır:

Sorunun en can alıcı noktası, mitokondrilerin bu özelliği (yani oksijeni enerji elde etme mekanizmasında kullanmak) nasıl kazandığıdır. Çünkü tek bir bireyin dahi rastlantı sonucu bu özelliği kazanması aklın alamayacağı kadar aşırı olasılıkların bir araya toplanmasını gerektirir. Burada evrimsel bir sorunla karşılaşıyoruz. Hücre gelecek yeni durumu bilerek uyum mu yapmıştır? Yoksa koşullar oluşmadan, rastlantı sonucu bu özellikleri taşıyan bir hücre başarılı bir uyum mu yapmıştı?.. Solunumu sağlayan ve her kademede değişik şekilde katalizör olarak ödev gören birtakım enzimler, mekanizmanın özünü oluşturmaktadır. Bu enzim dizisini bir hücre ya tam içerir ya da bazılarını içermesi anlamsızdır. Çünkü enzimlerin bazılarının eksik olması herhangi bir sonuca götürmez. Burada bilimsel düşünceye oldukça ters gelmekle beraber, daha dogmatik bir açıklama ve spekülasyon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin hücre içerisinde bir defada ve oksijenle temas etmeden önce, eksiksiz bulunduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız.

Şimdiye kadar uzun uzun hücrenin yoktan nasıl yaratıldığını ve hücredeki mükemmel organizmayı yöneten kudretin delillerini gördük. Tüm bunları bilmesek bile sadece tek bir hücreye 5 milyar bilginin sığdırılması, dünyada başka hiçbir mucize olmadığını varsaysak bile, bilinçli ve vicdanlı kişi açısından iman etmek için yeterli bir delildir. Eğer bir yerde en ufak bir planlanmışlık varsa, orada mutlaka bir akıl sahibinin izlerinin var olduğunu akıllı bir insanın kabul etmemesi mümkün değildir. Hiçbir akıl ürünü tesadüfen oluşmaz. Tüm bunların şuursuz tesadüflerin değil, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın eserleri olduğu bir kez daha apaçık görünmektedir.

Ayrıca yaşam, organizmayı oluşturan parçaların ya da moleküllerin bir arada bulunmasından çok daha öte, metafizik bir kavramdır. Yaşam, Allah’ın “Hayy” (Hayat sahibi-hayat veren) sıfatının bir yansımasıdır. Hayat ancak O’nun dilemesiyle başlar, sürer ve sona erer. Her şey gibi yaşam da Allah’ın tek bir “OL” emri ile olur. Evrende, dev gök cisimlerinden küçücük hücreye kadar Allah’ın tecellilerinden başka hiçbir şey yoktur. Her şey O’ndandır, O’nu gösterir, O’nu tanıtır ve O’na boyun eğer. Bir ayette şöyle denir:

“Allah (O’dur ki), Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. (Ve bu asla mümkün değildir.) O sürekli diridir ve yarattıklarını koruyup yönetendir. O’nun bir (an bile) uyuklaması (gaflet basması) ve uykuya dalması yoktur. (Allah bu kusurlardan münezzehtir.) Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. (Her şey O’nun elinde ve emrindedir.) O’nun izni olmadan, (Allah’ın) katında kim (başkalarına aracılık için) şefaat edebilir? O, onların geçmişlerini ve geleceklerini (bütün mahlûkatın önceden ettiklerini ve sonradan işleyeceklerini) bilir. Onlar (kulları) ise, O’nun ilminden, O’nun dilediğinin dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. (Bildiklerini de Allah öğretir.) O’nun Kürsüsü (hükümranlığı), gökleri ve yeri (tamamen) kaplamış ve kuşatmış vaziyettedir. Onları (gökleri ve yeri) koruyup gözetmek (asla) O’na ağır da gelmemektedir. O, çok Yücedir, çok büyük Azamet sahibidir.” (Bakara Suresi: 255)

Hücredeki Dev Fabrikalar ve Allah’ın Harikaları!

Hücrede yapılan faaliyetleri yeryüzünde bir tesis kurup uygulama şansımız, gelişmiş teknolojiye rağmen imkânsızdır. Çünkü bunun için birbirine benzemeyen, farklı amaçlarla kullanılan yüzlerce çeşit ürünü aynı anda kusursuz üretebilecek dev bir fabrika kurmamız gerekir. Ama biz hücredeki üretimin mükemmelliğini anlatabilmek için hücreyle benzer özelliklere ve kabiliyetlere sahip bilim-kurgu tarzı bir uçak fabrikası modeli hayal edelim. Ve bu fabrikada hücrede gerçekleşen faaliyetleri uygulamaya çalışalım. Karşımıza şöyle bir işleyiş çıkacaktır:

Uçağın yapılma kararı bilgi işlem merkezine iletilir. Uçağın teknik hesapları, diğer bütün ürünlerin teknik ölçüm ve hesaplarıyla birlikte fabrikanın bilgisayarında kayıtlıdır. Bilgisayar bütün bu hesap ve ölçümleri montaj ve üretim robotlarının anlayabileceği planlara döker. Bu planlar özel bir iletişim sistemiyle montaj robotuna gönderilir. Montaj sistemi titizlikle uçağı yapmaya koyulur. Uçağın her bir parçası, yalnızca o parçadan sorumlu olan uzman tarafından montaj robotuna getirilir ve ilgili yerlere monte edilir. Yapılacak en küçük hata uçağın düşmesine neden olacaktır; ama sistem hata yapmaz. İstisnai olarak hatalı bir ürün üretilirse, bu ürün hassas kontrolörler tarafından anında tespit edilir ve kesinlikle devre dışı bırakılır. Dahası, hatalı ürün, parçalarına ayrılarak bu parçalar yeni üretimlerde tekrar kullanılır. Hiçbir şey israf edilmez. Biz uçak üretimi yapsak da bu fabrika aynı ortamda, yüzlerce uçak, diyaliz makinesi, bilgisayar, otomobil gibi birbirinden farklı ürünleri aynı anda üretebilmektedir. Bu ürünlerin bazılarını kendisi kullanır, bazılarını da dışarı satar.

Herhalde yeryüzünde böyle kompleks ve kusursuz bir fabrika sadece bilim-kurgudan öteye geçemeyecektir. Ancak hücredeki organizasyon bu bilim-kurgu örnekten çok daha mükemmeldir. Başta da belirttiğimiz gibi, insan vücudunda 200.000 tane birbirinden farklı protein çeşidi kullanılır ve bunların hepsi hücrelerde üretilir. Her hücrede bütün proteinlerin yapım planları mevcuttur. Buna karşın, hücre yalnızca kendi içinde kullanacağı ve dışarıya ihraç edeceği proteinlerin bilgisini kendi DNA’sından seçer ve üretimini bu doğrultuda yapar. Üretilen proteinlerin aralarındaki işlevsel farklar ise en az, bir uçakla televizyonun arasındaki fark kadar büyüktür.

Peki, bilim-kurgu olarak bile hayal etmekte zorlandığımız, yeryüzünde inşa etmeye çalışsak, belki bir şehrin alanını kaplayacak kadar büyük bir fabrikanın işlevini yapan hücrenin büyüklüğü ne kadardır? Tekrar hatırlayalım: Gözümüzün önüne, kitap sayfası kalınlığının onda birine sahip, 10 mikrometre çapı olan bir küre getirelim. İşte, hücre olarak adlandırdığımız yaşamın minyatürize formu da böylesine küçük bir hacimde, canlılığın üç temel belirtisi olan metabolizma, büyüme ve çoğalabilme yeteneğini gösterebilmekte ve canlılığını sürdürebilmek için binlerce biyokimyasal tepkimeyi harika bir düzen içinde gerçekleştirebilmektedir. Vücudumuzda bu mikro boyuttaki dev fabrikalardan yaklaşık 100 trilyon adet bulunduğunu da unutmamak lazımdır.

İşte bütün bunlar, Yüce Yaratıcı’nın kudret ve hikmet harikalarıdır ve Kur’an’ın gerçekliğinin kanıtlarıdır!

 


[1] Kur’an ve İlim Seminerleri 1155. / R. Nuri Erol

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx