KARARNAME DİKTASI
VE
“DEDİKRASİ” SALTANATI!
Bizim tespitlerimize göre, şu anda yeryüzünde üç çeşit devlet (yönetim-sistem) vardır:
1- Hukuk Devleti: (Demokratik Ülkelerde)
Evrensel hukuk kaidelerine, temel insan hak ve hürriyetlerine, milli değer ve dinamiklerine uygun anayasaları hazırlanan… Başkanından, Bakanından, Komutanından, kodamanından, sıradan vatandaşına; herkesin ve her kesimin bu yasalara uyma zorunluluğu bulunan sistem ve yönetimlerdir.
2- Kanun Devleti: (Despotik Ülkelerde)
Temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına tam uyulmasa da, toplum düzeni ve disiplini bakımından gerekli sayılan, ve imtiyazlılar tarafından hazırlanıp dayatılan kanun ve kurumlara göre çalışan sistem ve yönetimlerdir.
3- Kararname Devleti: (Dediğim Dedik Ülkelerde)
Güya laik ve demokratik kılıfıyla, ve görünüşte seçim ve tercih şansıyla, ama gerçekte işbirlikçilik yoluyla devletin başına taşınanların, göstermelik meclisi ve anayasal metinleri devre dışı bırakıp, kendi kafasına göre çıkardığı “KARARNAMELER”le bir ülkenin yönetilmesidir.
Ülkemizde 2017 referandumuyla kabul edilen, 9 Temmuz 2018’den itibaren fiilen yürütülen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye tam bir Kararname Devletine çevrilmiştir. Hemen aynı yıl hazırlayıp yayımladığımız “BAŞKANLIK DİKTATORYASI” kitabımızda, “Bu ucube sistem sayesinde, ülkemizin demokrasi kılıflı ‘dedikrasi’ rejimine geçeceğini ve karanlık merkezlerin talimatları ile yönlendirileceğini” söylediğimizde bize; olaya ön yargılı ve saplantılı yaklaştığımızı söyleyenler şimdi bize hak vermektedir.
İşte Anayasa Mahkemesi’nin, bugüne kadar, Kanun Hükmündeki Kararnamelerdeki yüzlerce düzenlemeyi Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi, Türkiye’nin bir Kararname Devleti olduğu iddiamızın kanıtı yerindedir. Evet, artık ülke, “Ferman-name” ile yönetilmektedir.
Milli Çözüm’ün bu konudaki meşhur tespitini hatırlatalım:
“Adil Düzen’de, kanunları ve kuralları, Hakk ve halkın yararını gözeten ehil ve emin ilim erbabı koyacaktır; Krallar ve Başkanlar da bu yasalara ve kurallara uyacaktır.
Ama “Adi=Değersiz” sistemlerde ise: Kuralları Krallar veya despotik (dayatmacı) demokratlar koymakta, halk ise mecburen bunlara uymaya zorlanmaktadır. Hatta, bu Kralların veya despotik Başkanların çoğu; küresel odakların ve Siyonist-Haçlı kurumların talimatlarını uygulamaktadır!..”
Anayasa Mahkemesi’nden İlk Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ndeki 37 Düzenlemeye İptal Kararı!
Hatırlayınız; Anayasa Mahkemesi, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra yayımlanan ilk Cumhurbaşkanı Kararnamesi’nin 37 hükmüne iptal kararı almıştı.
Anayasa Mahkemesi, 10 Temmuz 2018’de yayımlanan 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin bazı maddelerinin iptali için CHP ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun açtığı davayı karara bağlamıştı.
Buna göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk düzenlemesi olan ve Cumhurbaşkanlığı ile Bakanlıkların teşkilatlarını düzenleyen 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne ilişkin 37 ayrı İptal kararının gerekçesi 27 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.
Anayasa Mahkemesi, verdiği ihlal kararları ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kızdırmış, Erdoğan AYM kararlarının “kendilerini rahatsız ettiğini” açıklamıştı.
17 Nisan’da görev süresi sona eren AYM Başkanı Zühtü Arslan, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın katıldığı etkinlikte AYM kararları sonrasında ortaya çıkan yargı kriziyle ilgili konuşmuş, “AYM kararlarına uyulmamasının yasal zemini yoktur” diye uyarmıştı.
AYM kararıyla; Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü’nün devletin sevk ve idaresinde görevli üst kademe yöneticileri hakkında bilgi toplaması ile Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı’nın talebiyle hâkim ve savcıların Cumhurbaşkanlığı’nda görevlendirilmesi gibi düzenlemeler iptal edilmiş durumdaydı. AYM, hâkim ve savcı adayları ile yargı mensuplarına eğitim veren Türkiye Adalet Akademisi’nin kuruluşuyla ilgili kararname için de tümünü iptal kararı almış ve: “Mesleğe gireceklerin adaylığa alınış ve adaylık döneminden başlayarak tüm süreçlerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanun ile düzenlenmesi gerekmektedir.” uyarısı yapmıştı.
İptal kararı: “Cumhurbaşkanı temel haklara ilişkin düzenleme yapamazdı!”
İptal kararlarının gerekçesinde, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’da güvence altına alınan temel haklara ilişkin düzenleme yapma yetkisinin olmadığı, bu konuda kararname çıkarılamayacağı ve düzenlemelerin ancak kanunla yapılacağı vurgulanmıştı. İptal edilen ve iktidara dokuz ay süre verilen düzenlemeler arasında; Cumhurbaşkanlığı’na personel ataması, maaşlarının düzenlenmesi, hâkim ve savcıların Cumhurbaşkanlığı’nca görevlendirilmesi, üst kademe yöneticileri hakkında bilgi toplanması ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na belediyelere ait yetkiler verilmesi gibi yetkiler öne çıkmıştı. CHP ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 10 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin bazı maddelerinin iptali istemiyle dava açmıştı.
Cumhurbaşkanı’nın “istisnai” yetkisine iptal kararı!
İptal kararının gerekçesi 27 Şubat 2024’te Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Buna göre, kararnameyle Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü’nün “devletin sevk ve idaresinde görevli üst kademe yöneticileri hakkında bilgi toplamak, sicil özetlerini ve biyografilerini tutmak” görevinde yer alan “bilgi toplamak” ifadesi kaldırılmıştı. İptal kararının gerekçesinde; kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının anayasal güvence altına alındığı ve bunun Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle düzenlenmeyecek konular arasında yer aldığı vurgulanmıştı.
Benzer bir iptal kararı, Cumhurbaşkanlığı politika kurullarına verilen “görevleriyle ilgili gerekli olan bilgileri” kamu kurum ve kuruluşlarından isteme yetkisiyle alâkalıydı. Kararnameyle Cumhurbaşkanı İdari İşler Başkanı’na, Cumhurbaşkanlığına personel atama yetkisi tanınmıştı. AYM, bu yetkiyi “Kararnameyle değil kanunla düzenlenmesi gereken bir konu” olduğu gerekçesiyle iptal kararı almıştı. Ayrıca İdari İşler Başkanlığı’nda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine bağlı kalınmaksızın sözleşmeli personel istihdam edilmesine izin veren hükmü de Anayasa’ya aykırı bulmuşlardı.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların Cumhurbaşkanlığı’nda kadrolu olarak atanamayacakları düzenleniyordu. Ancak bu atamalara “Cumhurbaşkanı tarafından atananlar hariç olmak üzere…” şeklinde bir istisna yazılmıştı. Böylece Cumhurbaşkanlığı merkez teşkilatında kadrolu olarak görev yapacak olan ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan İdari İşler Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, başdanışmanlar, Danışmanlar ve Genel Müdürlerin herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumundan emeklilik ve yaşlılık aylığı almaları, atanmalarına engel sayılmayacaktı.
AYM, Cumhurbaşkanı tarafından atanacaklara getirilen bu istisnai düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bulmuşlardı. Mahkeme ayrıca Cumhurbaşkanınca atananların Sosyal Güvenlik Kurumlarından bağlanmış aylıklarının kesilemeyeceği hükmünün de iptaline karar almıştı.
“Hâkim ve savcı görevlendirmesi kanunla yapılmalıydı!”
Kararnameyle; adli ve idari yargıda görevli hâkim ve savcılar da İdari İşler Başkanı’nın talebi üzerine üç yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı’nda görevlendirilebiliyordu. Ama Yüksek Mahkeme, buna ilişkin kararname hükmünü de Anayasa’ya aykırı buldu. İptal gerekçesinde, “Adli ve idari yargı mensuplarının -yürüttükleri görevler idari nitelikte olsa bile- resmî ve özel görev almalarının, atanmalarının, hakları ve ödevlerinin, meslekte ilerlemelerinin, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerekir” deniliyordu.
AYM, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı politika kurullarının üyelerine yapılacak ödemeleri düzenleyen kararname maddesinin de iptaline hükmetmiş durumdaydı. Kararda, kurul üyelerine her ay yapılacak ek ödemeyi ve buna ilişkin usul ve esasları düzenleyen kuralın mülkiyet hakkına ilişkin bir düzenleme niteliğinde olduğu, bunun da kararname ile düzenlenemeyeceği vurgulanmıştı.
Kararnameyle; Adalet Bakanlığına bağlı Teftiş Kurulu ve Müfettişlerin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerinin yönetmelikle düzenleneceğine ilişkin maddesi de Anayasa’ya aykırı bulundu. Bakanlık tarafından yurt dışı kadrolara atanan hâkim ve savcılara yapılan ödemelere ilişkin kararname hükmü de kaldırılmıştı.
Çevre Bakanlığı’nın belediye yetkileri iptale uğramıştı!
Kararnamede; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın görevleri de düzenlenmişti. Bu kapsamda Bakanlığa imar ve yapılaşmaya ilişkin yetkiler verilmişti. Bunlar arasında “gecekondu, kıyı alanları ve tesisleri ile niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dâhil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek” gibi aslında belediyelerde olan bazı yetkiler de yer almıştı.
AYM, Anayasa’da güvence altına alınan mülkiyet hakkıyla ilgili düzenlemenin kararnameyle yapılamayacağını belirterek iptal kararına imza atmıştı. Kararda, “Bu alanlarda yapılacak iş ve işlemler, kişilerin maliki bulundukları arsa, arazi ve yapılar üzerindeki kullanım ve tasarruf biçimlerini kısmen veya tamamen değiştirme, yeniden düzenleme veya sona erdirme gibi mülkiyet hakkına müdahale teşkil edebilecek niteliktedir” uyarısı yapılmıştı.
Çevre Bakanlığına; çevre, imar ve yapılaşmaya ilişkin olarak etüt, harita, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planları, parselasyon planları, yapı ruhsatı, yapı kullanma izni ile işyeri açma ve çalışma ruhsatıyla ilgili verilen düzenleme yetkisinin de iptali karara bağlanmıştı.
Ayrıca Bakanlığın Mahalli İdarelerin ve bunların merkezî idare ile olan ilişkilerini düzenleyen kararnamesi de iptal edilmiş bulunmaktaydı. Yerel yönetimlere tanınan özerkliğin Anayasa’da güvence altına alındığı belirtilen kararda, buna ilişkin düzenlemenin de kanunla yapılması gerektiği hatırlatılmıştı. Bakanlığa bağlı Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü’ne verilen bazı yetkiler de iptale uğramıştı. İptal edilen yetkiler arasında Cumhurbaşkanınca belirlenen proje kapsamı içerisinde kalmak kaydıyla kamuya ait tescilli araziler ile tescil dışı araziler ve muvafakatleri alınmak koşuluyla özel kişi veya kuruluşlara ait arazilerin yeniden fonksiyon kazandırılıp geliştirilmesine yönelik olarak her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı, kamulaştırma, arazi ve arsa düzenlemesi yapmak, yaptırmak ve onaylamak da yer almıştı. Bu konuda kanun çıkarılması gerektiği vurgulanmıştı.
Meslek odalarının denetimi ve İçişleri’nin iptal edilen yetkileri ise şunlardı:
Kararnameyle; mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarına ilişkin mevzuatı hazırlamak ve anılan konularla ilgili olarak mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarını denetlemek görev ve yetkisi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına aktarılmıştı. Meslek kuruluşlarının özerk yapısına işaret edilen iptal kararında, buna ilişkin düzenlemenin ancak kanunla çıkarılabileceği vurgulanmıştı.
Kararnamede; teşkilat yapısı oluşturulan İçişleri Bakanlığına verilen “ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin genel idarelerini düzenlemek” görevi, kanunla çıkarılmadığı gerekçesiyle iptal edilmiş durumdaydı. İçişleri Bakanlığına bağlı mülkiye müfettişlerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerinin yönetmelikle düzenleneceği hükmü de Anayasa’ya aykırı bulunup iptale uğramıştı.
Sağlık Bakanlığının hastanelere başvuran hastaların verdikleri kişisel verilerini işleyebilmesi ile Dışişleri Bakanlığındaki meslek memurları ile konsolosluk ve ihtisas memurlarına ilişkin sınavların kararnameyle düzenlenmesinin de Anayasa’ya aykırı olduğu saptanmıştı.
Türkiye Adalet Akademisi kuruluşuna ilişkin kararnamenin hepsini iptal kararı alınmıştı!
Anayasa Mahkemesi, hâkim ve savcı adayları ile yargı mensuplarına eğitim veren Türkiye Adalet Akademisi’nin kuruluşuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin tümünün Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek, iptal kararı almıştı. Kararda, “Hâkim ve savcıların özlük hakları kapsamında olan nitelikleri ifadesinin adaylık dönemini de kapsayacak şekilde yorumlanması, bu çerçevede mesleğe gireceklerin adaylığa alınış ve adaylık döneminden başlayarak tüm süreçlerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanun ile düzenlenmesi gerekmektedir” uyarısı yapılmıştı.
Kararnameyle; özerk olarak kurulan Akademi’ye, “Hâkim ve savcı adayları ile hâkim ve savcılara yönelik eğitim planlarını hazırlamak, yayımlamak ve uygulamak” yetkisi tanınmıştı. Akademide görevlendirilen hâkim ve savcıları ise Adalet Bakanı atayacaktı. İptal kararının gerekçesinde, kararnamenin esas amacının, Anayasa’nın açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü hâkim ve savcı adaylarının eğitimi ile hâkim ve savcıların meslek içi eğitimlerini düzenlemek olduğu vurgulanmıştı. Bu konunun kararnameyle değil kanunla düzenlenmesi gerektiğini belirten Mahkeme, gerekçesinde şunları yazmıştı:
“Hâkim ve savcı ‘nitelikleri’nin kazanılması ve sürdürülmesinde adaylık döneminde alınan başlangıç eğitimi ve hizmet içi eğitimin etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla hâkim ve savcıların özlük hakları kapsamında olan nitelikleri ifadesinin adaylık dönemini de kapsayacak şekilde yorumlanması, bu çerçevede mesleğe gireceklerin adaylığa alınış ve adaylık döneminden başlayarak tüm süreçlerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanun ile düzenlenmesi gerekmektedir.
Gerek öğretim elemanı gerekse tetkik hâkimi olarak Akademi kadrolarında süreli olarak görevlendirilebilecek veya bu kadrolara atanabilecek adli ve idari yargı mensuplarının görevleri boyunca idari görev yürütmekte oldukları ifade edilebilir ise de idari görev süreleri içinde hâkim ve savcı sıfatlarını korumaya devam ettikleri ve Anayasa’nın 140. maddesi uyarınca hâkim ve savcılar hakkındaki hükümlere tâbi oldukları açıktır. Buna göre; idari görev yürüten adli ve idari yargı mensuplarının resmî ve özel görev almalarının, atanmalarının, hakları ve ödevlerinin, meslekte ilerlemelerinin, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi ile diğer özlük işlerinin de kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu itibarla dava konusu CBK bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde esas itibarıyla münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken konularda düzenleme içerdiğinden Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının üçüncü cümlesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.”
Anayasa Mahkemesi, iptal kararlarının Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine hükmetmişti. Bu süre dolana kadar iktidarın, kararname maddelerinde iptal edilen hükümlerle ilgili yasa çıkarması gerekecekti.
CİMER’e de iptal kararı!
Öte yandan 101 numaralı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’nin (CİMER) çalışma usul ve esaslarının Cumhurbaşkanınca çıkarılacak yönetmelik ile belirleneceği hükme bağlanmıştı. Anayasa Mahkemesi, bu hükmün de Anayasa’ya aykırı olduğuna karar almıştı. Kararda, CİMER’in üstlendiği görev ve yürüttüğü faaliyetlerin Anayasa’nın 74. maddesinde güvence altına alınan dilekçe hakkının ve bilgi edinme hakkının kapsamında kaldığına işaret edilerek, şu değerlendirme yapılmıştı:
“Bu itibarla Anayasa’nın İkinci Kısmı’nın Dördüncü Bölümü’nde yer alan dilekçe hakkına ve bilgi edinme hakkına ilişkin düzenleme içeren kural, Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca CBK ile düzenlenemeyecek yasak alanda kalmaktadır. Kaldı ki bilgi edinme hakkı ile başta ifade özgürlüğü olmak üzere Anayasa’da güvence altına alınan ve CBK ile düzenlenemeyecek yasak alanda kalan diğer birçok temel hak ve özgürlük arasında da önemli bir ilişki ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda, bilgi edinme hakkı ile ilgili yapılan düzenlemeler kapsamı itibarıyla bazı durumlarda bu hakla bağlantılı olarak yasak alanda kalan diğer temel hak ve özgürlükler yönünden de etki ve sonuç doğurabilecektir.”
AKP, Vurgun ve Soygun Tezgâhıdır!
AKP’nin 21 yıllık iktidarında toplanan toplam vergi tutarı yaklaşık 3 trilyon 200 milyar dolardır. Yurt dışından alınan kredi yaklaşık 500 milyar dolardır. Özelleştirmeden elde edilen gelir 71 milyar dolardır. Hazine ise swaplar göz önüne alınmadığında 60 milyar dolar eksi bakiye durumundadır.
Bu demektir AKP, iktidarı süresince toplamda 3 trilyon 831 milyar dolar para harcanmıştır… Bu parayı 21 yıla bölersek yılda 182 milyar 428 milyon dolar gibi astronomik bir rakam harcandığı anlaşılmaktadır.
2023’te bütçe giderleri 4 trilyon 470 milyar TL ile gelmiş geçmiş en yüksek rakam olduğu göz önüne alındığında 21 yıl boyunca gerçekleşen 3 trilyon 831 milyar dolarlık çıktının boyutu dudak uçuklatır orandadır!.. Zira hükümetin hizmet diye dayattığı tüm büyük yatırımlar hazineden beş kuruş çıkmadan, vatandaşı 10-20 yıl arası borçlandırarak, üstelik de fahiş fiyatlarla yaptığı rant yatırımlarıdır…
Halbuki 182 milyar 428 milyon dolar ile her yıl 120 adet Osmangazi Köprüsü veya 50 adet Keban Barajı veya 150 adet Çam-Sakura Şehir Hastanesi, ya da 150 adet Tokat Havalimanı yapılırdı… Öyleyse kasada olması gereken yüklü bakiye nerelere kaymıştır veya nasıl buharlaşmıştır?
Şimdi anladınız mı 2002’den 2024’e %130 artmış hiperenflasyonun, 20 kat artmış dövizin, %200 arası zamlanmış zorunlu tüketim malzemelerinin sorumlusu kim olmaktadır? Ve yine %90’ı yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren toplumun ve derin ekonomik çöküşün suçu kimlerin sırtındadır?
“Bir öğretim üyesi olarak ‘Türkiye ekonomisi nasıl batırılır?’ başlıklı bir kitap yazmam gerekseydi hiç endişe etmeden AKP’nin 21 yıllık iktidarını kaleme alırdım ve kitabın son cümlesini de ‘Aldıkça al çaldıkça çal, istersen ver yüz arzuhal, ne sorgu var ne de sual!..’ zihniyeti yüzünden battık” diye bağlardım…” diyenler haksız mıydı?
Böylesi şanslı bir coğrafyada, altından üstünden zenginlik fışkıran bir topraklarda bu duruma düşülmesi beceriksizlik ve kader değil, hesaplı ve organize bir soygundur ve hıyanet kasıtlıdır!.. Şu nokta asla unutulmasın ki AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket tezgâhıdır ve 22 yıl önce devletin böğrüne batırılmış Siyonizm saplı paslı bir hançer konumundadır. Bütün temennimiz, bu hançeri çıkarma ve kayıp paraların hesabını sorma görevinin biz asil ve aziz vatan evlatlarına nasip olmasıdır…” duasına âmin deme zamanıdır.
Merkez Bankası 2023’ü 818,2 milyar TL zararla kapatmıştı!
Resmi Gazete’de yayımlanan bilançoya göre Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası geçen yıl (2023’te) 818,2 milyar TL zarar etmiş durumdadır. TCMB’nin 92. hesap dönemine ait 2023 bilançosu Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. TCMB 2023 yılında 818,2 milyar TL zarar etti. Banka 2022 yılında 72 milyar TL kâr açıklamıştı.
Merkez Bankası’nın yıllara göre bilançosu şöyle açıklanmıştı:
YIL | KÂR – ZARAR |
2013 | 5,0 milyar TL kâr |
2014 | 8,6 milyar TL kâr |
2015 | 13,8 milyar TL kâr |
2016 | 9,5 milyar TL kâr |
2017 | 18,3 milyar TL kâr |
2018 | 56,2 milyar TL kâr |
2019 | 44,7 milyar TL kâr |
2020 | 34,5 milyar TL kâr |
2021 | 57,5 milyar TL kâr |
2022 | 72,0 milyar TL kâr |
2023 | 818,2 milyar TL zarar |
TCMB’nin açıkladığı bilançoya ilişkin olağan genel kurul toplantısı ise 30 Nisan 2024’te Ankara’da yapılmıştı. Genel kurulda 2023 yılına ait bilanço, kâr ve zarar hesabının onaylanması gündeme alınmıştı. TCMB, KKM kaynaklı oluşan belirgin zarar nedeniyle 2023 dönemine ilişkin Hazine’ye kâr payı aktarımı yapmayacaktı.
Hayret! Yer yerinden oynaması gerekirken bu haber gündemi bile sarsmamıştı!..
IMF Kıskacına Kapılmanın Kılıfı: Dünya Bankası ile Türkiye’nin 5 yıllık “ekonomik iş birliği” fiilen başlamıştı!
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dünya Bankası ile yürütülen güçlü iş birliği kapsamında gelecek 5 yıllık döneme ilişkin mali iş birliği programı oluşturulduğunu belirterek, “Dünya Bankası’nın ilk 3 yıl içinde ülkemize ilave 18 milyar dolarlık finansman sağlayacağı Ülke İş birliği Çerçevesi Programı, Bankanın İcra Direktörleri Kurulunda görüşülerek yürürlüğe girdi.” açıklamasını yapmıştı. (10 Nisan 2024)
Mehmet Şimşek, Dünya Bankası ile yürütülen iş birliği çalışmalarına ilişkin AA’ya değerlendirmede bulunmuşlardı.
Dünya Bankasından kısa süre önce 3 ayrı proje için 1,5 milyar dolarlık finansman temin edildiğini anımsatan Şimşek, bu kaynağın Türkiye’nin enerji arz güvenliğinin sağlanması ve işletmelerin yeşil dönüşüm sürecinin desteklenmesi için kullanılacağını aktarmıştı. Bu durum aslında IMF’nin tuzağına takılmaktı.
“Türkiye, uygun koşullu kredide 3’üncü sıradaymış!?”
Şimşek, Dünya Bankasının, Orta Vadeli Program’ın açıklanmasının ardından Türkiye’ye aktardığı kaynak tutarını, devam eden 17 milyar dolarlık programa 18 milyar dolar daha ilave ederek 35 milyar dolara yükseltme kararı aldığını hatırlatmıştı. Türkiye’nin Bankadan uygun koşullu kredi kullanan ülkeler arasında dünyada üçüncü, bölgesinde ise birinci sırada olduğu bilgisini veren Şimşek, yeni programın detaylarını da paylaşmıştı.
İsrail’e Satılan Yakıtla İlgili Ömer Bolat’ın Açıklaması!
Ticaret Bakanı Ömer Bolat, İsrail’e ambargo listesinde yer alan ve bugüne kadar satışı yapıldığı ortaya çıkan jet yakıtı ve uçak benziniyle ilgili açıklama yapmıştı. Bolat, ‘İsrail’e satılan yakıt, İsrail’in turist getiren havayolu şirketlerinin uçaklarına satılan yakıttır.’ diyerek, dolaylı biçimde Sn. Erdoğan’ı yalancı çıkarmıştı!..
Ticaret Bakanı Ömer Bolat, TRT Haber’de İsrail‘le ilgili alınan ticaret kararına dair açıklamalar yapmıştı. Bolat, “Maalesef bugüne kadar uluslararası bir ambargo kararı alınmadı. Dünyada Türkiye, bu sabah alınan kararla bir işaret fişeği yakmıştır. Türkiye ambargo uygulayan ilk ülke oldu.” ifadelerini kullanıp “Dünyadan farklı davranmalıyız” demeye çalışmıştı. Buna karşın açıklanan 54 maddelik yaptırım listesinde jet yakıtı ve uçak benzininin yer alması dikkatlerden kaçmamıştı. Yaptırım listesine alınan jet yakıtı ve uçak benzininin bugüne kadar İsrail’e gönderildiğinin itirafı niteliğini taşımaktaydı.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat, söz konusu iddialarla alâkalı: “İsrail’e satılan yakıt, İsrail’in turist getiren hava yolu şirketlerinin uçaklarına satılan yakıttır. Türkiye’ye geliyorlar, benzini dönüş için alıyorlar. Bu, Türkiye’nin ihracatı gibi yazılıyor.” diyerek (10 Nisan 2024) dolaylı bir itirafta bulunmuşlardı.
Filistin’e giden malların da İsrail gümrüklerinden geçtiğini kaydeden Bakan Bolat, “Filistin ile yaptığımız her ticaret mutlaka İsrail gümrüklerinden, limanlarından geçiyor. Varış yeri olarak da İsrail yazıyor. Çıktığı yer olarak da yine İsrail yazıyor. Bugün o geniş Filistin toprakları ki içinde İsrail de var, Ramallah’taki Filistin hükümeti de var, Doğu Kudüs de var, Gazze de var. Burada toplam 7 milyon 185 bin İsrailli yaşıyor. Buna karşılık 8 milyon Müslüman Filistinli yaşıyor. Bu 8 milyonun 2 milyon 65 bini kendileri İsrail pasaportu taşıyan Müslüman Filistinliler. Orada yaşıyorlar, şirketleri var ve ticaretlerini oradan yönetiyorlar. Filistinli ya da Yahudi tüccarlar arasında birbirleriyle olan ticaretleri, alım satımlar kendi içinde milli malmış gibi iç ticaret şeklinde yapılabilmekte.” bahanelerine sığınan Ömer Bolat, böylece bol bol atmıştı!..
Ticaret ve Dostluk Üzerine! (Bazı Uyarılar!)[1] veya, Yahudi Şalom Gazetesinin Türkiye’yi Tehdit Küstahlığı!
“Gazze savaşı başladığından beri hükümete yapılan en büyük eleştiri, Filistin ve özellikle Hamas maddi ve manevi desteklenirken, İsrail ile ekonomik ilişkilerin neden kesilmediği ile ilgili. Aslında, ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!’ dedirtecek pek çok siyasi manevra görmeye alıştık. Ama bu durum biraz farklı. Belli (ve çok az) bir kısmı zaten Filistin’e yönelik olan Türkiye-İsrail ticareti bazı özellikleri nedeniyle jeopolitik kaprislere kurban edilmesi tartışılabilecek bir ticaret konumundadır. Nedir bu özellikler? Sayalım:
Tamamlayıcılığı olan Geniş Ticaret Yelpazesi ve Kapsamı!
Türkiye 14 Mart 1996 tarihinde AB Gümrük Birliğine katıldığında, İsrail ile AB üyesi olmayan Akdeniz ‘Yeni Komşuluk İlişkileri’ ortakları programı çerçevesinde bir Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalamıştı. Daha sonra 1997’de iki ülke arasında çifte vergilendirmenin engellenmesi anlaşmasının imzalanmasıyla ticaret kolaylaşmış, 1998 yılında imzalanan ikili yatırım anlaşmaları da mal ve özellikle hizmet ticaretine bağlı yatırımların önünü açmıştı. İsrail 1996 Gümrük Birliği üyeliğinden sonra Türkiye’nin ilk STA imzaladığı ülkelerden birisi konumundaydı. Üstelik daha o tarihte her iki ülkenin üretim yapılarının gösterdiği çeşitlilik, benzerlik, üretimdeki teknolojik girdi özelliği ve sınai kapasitesi ticaretin hemen canlanmasına fırsat tanımıştı. Bu açıdan Türkiye-İsrail ticareti, teknik anlamda benzer ürün ticaretinin konu olduğu, üst düzeyde bir ticaret olma özelliği taşımaktaydı. Bu değerli bir teknik ticaret ölçüsü olarak, örneğin optik veya tıbbi ürün ihraç edilip aynı zamanda ithal edilmesine imkân veren (endüstri içi ticaret) ticari ilişki olarak, bir taraftan tamamlayıcı, diğer taraftan fiyat ve kalite rekabetine fırsat veren bir ticaret sayılmaktaydı.
STA, genel olarak tarım ürünleri ticaretini kapsam dışında bırakmakla birlikte, İsrail ile imzalanan anlaşmadan sonra tarım ürünleri ticaretindeki artış, ticarete konu olan tarım ürünlerinin de AB kalite standartlarına uyumunu kolaylaştırmıştır. Ancak daha da önemlisi sınırlı verimli topraklarına rağmen, tarımda üstün tohum, gübre ve sulama teknolojileri kullanma becerisi olan İsrail’den bu teknolojileri Türkiye tarımında kullanma kapısı aralanmıştır. Bu olanağın henüz iyi kullanıldığını söylemek mümkün olmamakla birlikte, o kapı her zaman açıktır. Ticarete konu olan sınai ürünlerin, uçaktan otomotive, demir-çelikten kimya sanayiine, her türlü tekstilden beyaz eşyaya ve gıda maddelerine kadar açılan geniş yelpazesi, her iki ülke için de ikili ticari ilişkileri cazip kılmaktadır. Nitekim 2022 yılında Türkiye İhracatçılar Birliği Başkanı, İsrail’e yapılan ihracatı 12 milyar dolara çıkarma hedefleri olduğunu açıklamaktan sakınmamıştı. Buna rağmen Türkiye-İsrail ticareti istenilen hızla artmamıştır.
Ticaretin Nicel Boyutunu Büyütme Çabası!
Ancak uzun yıllar 3,5-4 milyar dolar aralığında ve mütevazı düzeyde seyreden ikili ticaretin başka bir özelliği, siyasi konjonktürden bağımsız kalması ve en çalkantılı yıllarda dahi devam etmiş olmasıydı. Bu aslında şikâyet edilmeyecek bir şey olmalı, özel sektör ruhunun becerisi ve belki ortak çifte vatandaşların her iki ülkelerine de bağlılığı şeklinde okunmalıydı. 2022 istatistiklerine göre iki ülke arasındaki ticaret hacmi 7,03 milyar dolara ulaştı. Türkiye’nin İsrail’e ihracatının (3,9 milyar dolar) hemen hemen bu ülkeden yaptığı ithalata denk olması da iki ülke arasındaki ticaretin sadece serbest ticaret değil, adil ticaret (fair trade) haline geldiğinin de kanıtıdır. Eğer İsrail son verilere göre, Türkiye’nin dokuzuncu en büyük ihracat pazarı ise ve her iki taraf da ikili ticaret hacmini bu yıl 10 milyar dolara çıkarmayı istiyorsa, Türkiye’nin (İsrail’le ticaretteki) çıkarını ipotek altına alma hevesini anlamak zorlaşır. Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerini bin yıllık Filistin-Yahudi sorununun tekeline vermek doğru bir seçenek olmayacaktır. Ancak tekrar eleştiri oklarının asıl hedefine dönecek olursak, evet, 7 milyar dolarlık ticarette Türkiye’nin İsrail’e yaptığı yaklaşık 1 milyar dolarlık silah ve insansız hava aracı ihracatı göze batmaktadır. “Yine mi bir tavşana kaç, tazıya tut vakası?” akla gelen ilk soru. Ama varsayalım ki, Türkiye İsrail’e bu kalemlerin ihracatını durdurdu; İsrail bunları alacak yer mi bulamaz? Hindistan’dan alır, Rusya’dan, Çin’den alır. Zaten hangi ticari yaptırım hangi ülkeyi caydırıyor da, Türkiye yaptırımları İsrail’i caydırsın? İran’ı, Suriye’yi ve Rusya’yı caydırıyor mu? Kaldı ki eğer Türkiye bir ulusal savunma sanayi kurduysa, bir yerlere ihracat da yapacaktır. İsrail bunların da teknolojik kalite denetimini ve fiyat rekabetini olumlu etkileyebilecek bir ülke konumundadır.
Kullanılmayan Fırsatlar, Yeniden Yakalanabilecek İmkânlar!
İki ülkenin coğrafi yakınlığı, maliyet ve fırsatlar açısından önemli bir imkândır. Eğer hayata geçirilebilseydi, bölgesel elektrifikasyon projeleri, elektrik ticareti açısından iyi bir köprü olacaktı. Şimdi Abraham Barışı bu kapıyı yeniden açacaktır. Tarım teknolojileri hâlâ iki ülke arasında kurulacak köprülerin başında yer almaktadır. Ama bu alan siyasetin kaprisine ve komplo teorilerine açıktır. Eğer Gazze savaşına rağmen, Abraham Anlaşmaları ile Fas, Umman Sultanlığı, Mısır ve Ürdün İsrail tarım teknolojilerinden yararlanmaya devam ediyorlarsa Türkiye neden iş birliğinden uzak kalsındı? Endemik türlerin korunması koşulu ile teknoloji Anadolu’nun kadim topraklarının daha verimli hale gelmesini sağlayacak ve Türkiye yeniden kendini besleyen tarım ürünleri ihracatçısı bir ülke haline gelebilecekse, İsrail’e yönelik bu direniş ve serzeniş yeniden düşünülüp tartışılmalıdır!
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 2000’li yılların başında kaçırdığı enerji iş birliği fırsatları vardır. Doğu Akdeniz’de ikili Münhasır Ekonomik Alan Anlaşmaları imzalanırken Ankara’nın ilgisiz ve ideolojik yaklaşımları, İsrail’i, Güney Kıbrıs ve Yunanistan dâhil Doğu Akdeniz kıyıdaş ülkeleri ile Akdeniz Enerji Forumunda buluşmaya ittiği için, Türkiye bugüne kadar ‘değerli’ yalnızlığı ile baş başa kalmıştır (!?) İsrail’in zengin Leviathan, Tamar ve Kariş kuyularından (Dikkat! Buraların tamamı Gazze topraklarıdır ve Filistinlilerin hakkıdır. A.A.) çıkarttığı doğalgazı, Türkiye üzerinden Batı Avrupa’ya ihraç etmesi imkânı yeniden aranırken ve İsrail ile enerji ortaklığının açtığı fırsat kapılarını başta Mısır olmak üzere Arap ülkeleri, Güney Kıbrıs ve Yunanistan kullanırken neden Türkiye kendi ulusal çıkarlarına aykırı davransındı? Ama jeotermal enerji alanında iş birliği tekliflerine karşı, çevre etkileri nedeni ile çok dikkatli olalım. Türkiye teknolojik olarak inovasyon ihtiyacını acilen gidermek zorundadır. Eğer İsrail yenilenebilir enerji ve yeşil dönüşüm süreçlerinin teknolojik donanımında Türkiye’ye katkıda bulunabilecekse, bundan mahrum kalmak akılcı bir seçenek olmayacaktır.”[2] denilerek Türkiye’ye açıkça ve küstahça dolaylı tehditler yağdırılmaktadır.
CIA, İran-İsrail gerginliğinde MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ara bulucu olmasını niye istiyorlardı?
Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre CIA Başkanı Burns, (2024 Ramazan) bayramda MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı arayarak İran-İsrail gerginliğinde ara bulucu olmasını istiyorlardı. Ayrıca Kalın ile Burns, Gazze’de ateşkes müzakerelerine ilişkin karşılıklı görüş alışverişinde de bulunmuşlardı. ABD’li mevkidaşı ile yaptığı görüşme akabinde İbrahim Kalın, Hamas ile bir görüşme yapmıştı.[3]
Dışişleri’nden İran ve İsrail açıklaması: Tırmanmaya son verilmesi yararlıdır!
Dışişleri Bakanlığı da; İran-İsrail gerilimine ilişkin, bölgenin istikrarına (Sanki varmış da…) kalıcı biçimde zararlar açacak ve küresel düzeyde daha büyük çatışmalara neden olacak bir sürecin tetiklenmemesi için barış çabalarının sürdürüleceğini vurgulamıştı. Bakanlıktan konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü savaşın “yayılma ve tırmanma riski barındırdığına” dair uyarıların uzun süredir tüm muhataplara hatırlatıldığı tekrarlanmıştı. Açıklamada, “İsrail’in, İran’ın Şam Büyükelçiliğine gerçekleştirdiği uluslararası hukuka aykırı saldırı, kaygılarımızı haklı çıkarmıştır. İran’ın bu saldırıya yaptığı misilleme ve takip eden gelişmeler, olayların hızlı biçimde bölgesel bir savaşa dönüşebileceğini bir kez daha göstermiştir” ifadeleri kullanılmıştı.
Bizi asıl ilgilendiren; ABD CIA’sının ve İsrail MOSSAD’ının bu İbrahim Kalın ve Hakan Fidan güvenleri nereden kaynaklanmaktaydı?!.
Kelimeler ve kavramlar sosyal bilimlerde fen bilimlerindeki formüllerin dengi sayılırlar. Fen bilimlerinde istenilen menzile varmak için formüle başvuru yapıldığı gibi sosyal bilimlerde de pek çok cümle kurmak yerine hepsini kapsayan veciz bir kavramla rahat bir şekilde menzile varabilirsiniz. İşte Milli Görüş ve Milli Çözüm bu bahsettiğimiz özellikleri kullanarak siyaset işini tam bir bilimsellikle insanlara anlatmakta ve kurtuluş yollarını göstermektedir. Bu yapılanın önemini şu benzetmeyle daha iyi anlayabiliriz: Bir hastanın iyileşebilmesinin ilk adımı, hastalığın teşhis edilebilmesidir. Teşhis olmadan, tedavi mümkün değildir. Siyasette de kansere dönmüş bu siyonist sistemi teşhis edebilmek için doğru kavramlar üzerinden değerlendirme yapmak durumundayız.
Aziz Erbakan Hocamız; içinde yaşadığımız, seçimlerimizi bizzat kendimizin yaptığını sandığımız sistemin bizlere demokrasi olarak anlatıldığını ancak yönlendirilen seçimlerimiz nedeniyle Demokratur denilen bir siyonist dikta içerisinde yaşadığımızı bizlere öğretmişti. Hocamız: “Demokratur demek, halkın yönetime alet edilmesi demektir. Yani halk narkozlanır, ben seçtim zanneder, halbuki başkaları tarafından tamamen narkozlanmıştır, etkilenmiştir ve o başkası istediğini seçtiriyor. Seçmenler (halk) ise ben seçtim zannediyor. Seçilen kişiler ise ‘biz kendi marifetimizle seçildik’ zannederler. Bunun adı ‘Demokratur’dur. Demokrasi değildir.” buyurmuş ve içinde bulunduğumuz sistemin demokrasi değil Demokratur olduğunu bize öğretmişti.
Üstad Ahmet Akgül ise, Demokratur sisteminde hangi ilke standartlarına göre yönetildiğimizi, kanun ve yönetmeliklerin hangi temel esasa göre yapılıp yayınlandığını, atama ve görevden “affını istemelerin” hangi ilkeler gözetilerek hayata geçtiğini aynı Erbakan Hocamız gibi bir kelime ile özetlemişti: Dedikrasi
3 Kasım 2002’den bu yana iktidar olan AKP’nin hangi yöntemle iktidara geldiğini Aziz Erbakan Hocamızdan, gelince hangi ilkeyi benimsediğini Ahmet Akgül Hocamızdan öğrendik. Sıkıntıyı teşhis eden ve tedavi yöntemlerini net bir şekilde ortaya koyan ilim adamlarının reçetelerine uyup-uymamak ise milletin gerçekten kendi menfaatini düşünüp-düşünmediği belli edecektir.
Makalemizinde geçen; Üstad Ahmet Akgül Hocamızın belirlediği 3 çeşit devlet-sistem maodelinden ilki olan “Hukuk Devleti”modelinin içeriğine baktığımızda, ülkemizde bu devlet modelini kurabilecek zihniyete/marifete/projeye sadece Milli Çözüm sahip.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye tam bir Kararname Devletine çevrildiğini Üstad Ahmet Akgül Hocamız söylediğinde; olaya ön yargılı ve saplantılı yaklaşıldığını söyleyenler şimdi hak vermektedir.
İşte Anayasa Mahkemesi’nin, bugüne kadar, Kanun Hükmündeki Kararnamelerdeki yüzlerce düzenlemeyi Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi, Milli Çözümün “Türkiye’nin bir Kararname Devleti olduğu” iddiasının kanıtı yerindedir.
Evet, sadece yanlışları dile getirmek yetmiyordu, çözüm yolunuda göstermek gerekiyordu. Bu konuda Milli Çözüm sorunların yanında kurtuluş recetelerinide sunan tek hareketti.
Milli Çözüm’ün bu konudaki meşhur tespitini hatırlatalım:
“Adil Düzen’de, kanunları ve kuralları, Hakk ve halkın yararını gözeten ehil ve emin ilim erbabı koyacaktır; Krallar ve Başkanlar da bu yasalara ve kurallara uyacaktır.
Ama “Adi=Değersiz” sistemlerde ise: Kuralları Krallar veya despotik (dayatmacı) demokratlar koymakta, halk ise mecburen bunlara uymaya zorlanmaktadır. Hatta, bu Kralların veya despotik Başkanların çoğu; küresel odakların ve Siyonist-Haçlı kurumların talimatlarını uygulamaktadır!..”
Böylesi şanslı bir coğrafyada, altından üstünden zenginlik fışkıran bir topraklarda bu duruma düşülmesi beceriksizlik ve kader değil, hesaplı ve organize bir soygundur ve hıyanet kasıtlıdır!.. Şu nokta asla unutulmasın ki AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket tezgâhıdır ve 22 yıl önce devletin böğrüne batırılmış Siyonizm saplı paslı bir hançer konumundadır. Bütün temennimiz, bu hançeri çıkarma ve kayıp paraların hesabını sorma görevinin biz asil ve aziz vatan evlatlarına nasip olmasıdır…” duasına âmin deme zamanıdır.
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
Bütün plan ve oyunlara rağmen;
İşbirlikçi iktidarın “ayyaş” dediği.. Gazi Paşanın kurduğu Anayasa Mahkemesi başlarına bela oldu ve bela olmaya devam edecek.
Erbakan Hocamızın kuruculuğunda öncülük ettiği Hamas ise Siyonistlerin başına bela oldu.
Yakında 1000 yıllık Fatih Sultan Mehmet’in afadları, Gazi Paşanın askerleri, Erbakan Hocamızın sadık talebeleri Siyonist ve uşaklarına dünyayı dar edecek İnşallah.
Türkiyemiz maalesef son getirildiği durum hukuk devletinden guguk devletidir. Bir saray diktoryasının çıkardığı kararnameler ile yönetilmeye kalkışılmış ve buna bir yere kadar müsade edilmiş ve bazılarıda meydanı boş bulduğunu zannetmiş ama öyle değildi, bunların geçmişinde de futbol olduğu için bunlara bir oyun alanı çizilmiş topunuzu burda oynayın denilmiş ama top oynanması gereken alan dışına çıkmış uyarılmışlar ama laftan anlamayınca adam gibi oynamaz iseniz topunuzu keseriz denilmiş ve kesilmiştir.
“Bizi asıl ilgilendiren; ABD CIA’sının ve İsrail MOSSAD’ının bu İbrahim Kalın ve Hakan Fidan güvenleri nereden kaynaklanmaktaydı?!.”
Halbuki 182 milyar 428 milyon dolar ile her yıl 120 adet Osmangazi Köprüsü veya 50 adet Keban Barajı veya 150 adet Çam-Sakura Şehir Hastanesi, ya da 150 adet Tokat Havalimanı yapılırdı… Öyleyse kasada olması gereken yüklü bakiye nerelere kaymıştır veya nasıl buharlaşmıştır?
Şimdi anladınız mı 2002’den 2024’e %130 artmış hiperenflasyonun, 20 kat artmış dövizin, %200 arası zamlanmış zorunlu tüketim malzemelerinin sorumlusu kim olmaktadır? Ve yine %90’ı yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren toplumun ve derin ekonomik çöküşün suçu kimlerin sırtındadır?
“Bir öğretim üyesi olarak ‘Türkiye ekonomisi nasıl batırılır?’ başlıklı bir kitap yazmam gerekseydi hiç endişe etmeden AKP’nin 21 yıllık iktidarını kaleme alırdım ve kitabın son cümlesini de ‘Aldıkça al çaldıkça çal, istersen ver yüz arzuhal, ne sorgu var ne de sual!..’ zihniyeti yüzünden battık” diye bağlardım…” diyenler haksız mıydı
Yıllardır bu tezgahları çeviren ayarlayan sistemin çarklarıni yağlayan aynı düşünce ve karakterlerin tamamını deşifre edilecek ve her birine tek tek hesap sorulacak diyen inanları mutlaka karşılarına çıkaracak bir kudret olacak sabırla bekliyoruz inşallah…
Geçen haftalarda Milli Çözümün Hazırladığı Yeni Anayasa Taslağını yerel bazda siyasi partilerin il başkanlıklarına takdim etmek üzere bir dizi ziyaretler gerçekleştirmiştik..
Bu ziyaretler esnasında Cumhuriyet Halk Partisinin il sekreterinin söyledikleri dikkat çekiciydi.
Kendisine takdim ettiğimiz Anayasa taslağımızı hemen gözden geçirmeye koyulmuş başta Faiz konusu olmak üzere bir çok alanda yapılması gereken önerileri okuyunca hayranlıklarını gizleyememiş, “Aynen buna imzamı atarım” ifadelerini kullanmıştı..
Başta Laiklik, Demokrasi, Cumhuriyet konularında, hem seküler kesimlerin hem dindar kitlelerin hem liberal sağ ve sosyal demokratların çok önemli tarihi zihni değişimlerine öncülük eden Üstad Ahmet Akgül Hocamızın sadece İslam Hukukunda değil, yerleşik yaygın hukuk alanında da bir inkılapçı olduğunu bir kez daha gördük..
Bütün bu gelişmeler de gösteriyor ki
Türkiye,Prof Erbakan Hocamızın çok önemli açıklamaları ile “Tatlı ve Yumuşak” geçiş süreci ile gerçek ve yerleşik bir Adil Düzen Anayasasına bütün kesimlerin gönüllü katılımlarıyla geçiş yapacaktır inşallah.
TÜRKİYE GİZLİ İŞGAL EDİLMİŞ ÜLKE Mİ?..
Türkiye Cumhuriyeti, bağımsız demokratik sosyal hukuk devleti olarak bilinmekteydi.
Fakat özellikle AKP’nin 22 yıllık iktidar sürecinde bir çok istismarın yanın da bir de 2018 de yürürlüğe giren KARARNAME yöntemiyle Türkiye’miz tam bir stetme, rant, gizli işgal cumhuriyetine dönüştürülmüş, bağımsız demokratik sosyal Hukuk devletinden, küresel Siyonizm ve Emperyalizm için KARARNAMELER YÖNETİMİYLE en uygun kullanılabilecek açıkçası işgal edilebilecek konuma getirilmişti. Ülkeler ekonomik olarak yıpratılır, fakat ahlaki yozlaşmayla ancak çökertilirdi. Gelinen nokta tam da buydu. MERKEZİ BAŞKANLIĞI ele geçirenler aşağı yukarı her alana el uzatma yetkisine de ulaşmış olmaktaydı. Her alanda olması gereken liyakat yerini, imtiyazlı, profili düşük karakterli, belki kırıkları çok olan özel yetiştirilmiş mecburiyetli siyasetçi ve bürokratlarla işgal edilmişti. (Okullardan başlayarak yetiştirilmiş işgal şekli, ülkemizdeki gizli işgalin en tehlikelisiydi.) İşte bu durum sonunda ülkelerin KARNAME DEVLETİNE dönüştürülmesinin çekirdek stratejisiydi. Yine bu durum ülkelerin getirildiği gizli işgal durumu değil de neydi?!.. Yani Siyonist HAİM NAHUM doktrini de son aşamaya gelmişti. Bir tarafta artık elle tutulamayacak siyasi işleyişin her alandaki tahribatı. Diğer yandan bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin bekasını idare eden hatta küresel bozuk işleyişe karşı strateji üreten, kafa tutan, en çetin mücadeleyi göze alan çok güçlü, yüksek bir MİLLİ DEVLET AKLI.
ÇETİN HESAP VERİLİR!..
Hukuk dönmüş guguk’a,adaletsiz iş görür
Kimsecikler ayaklara, dolaşmasın isterler
Richard Perle başkanlığı,ülkem için ön görür
Bu da yetmez hazretlere,kararname isterler!..
Anayasa mahkemesi,nasıl böyle söylermiş
Bütün bu yetkileri,milleti için istermiş
İsraile normalleşme,anlaşması sürermiş
Vicdan ayar bozulunca,bunu normal görürler!..
Her ne yapsak yanımıza,kar kalır mı sandınız
Faiz fuhuş kumar ile, halkı yozlaştırdınız
İncirlik-Kürecikle si-yona destek kattınız
Bakü -Ceyhan hattından,halâ yakıt verirler
Pek yakında düdük çalar,çetin hesap verirler!..
Ülkenin çivisi nasıl çıkarılmış – Siyonizm’in İstediği şekildeki Başkanlık sistemiyle ülke nasıl her yönden kolayca ruhlarımız hissetmeden tahribata uğratılırmış çok güzel anlaşılır şekilde kaleme alınmış yapılan tahribatlar…
Evet 22 yıllık tek başına iktidar olma görevi yürüten ülkeyi hukuktan guguk’a kaydıran, kararnamelerle tam dedikrasiye çeviren, dindar nesil yetiştiriyoruz diye özlerimizi yitirten gavurlaştıran bir insan yığını haline getiren, Filistin’de bebeler kadınlar yaşlılar mazlumlar bombalar altında yaşam mücadelesi vermeye çalışanlara zerre kılını kıpırdatmayan kıpırdatmasını geçtik alenen İsrail’e yardım eden, Müslüman Türkiye halkını soyup soğana çeviren çoluk çocuğu edebten hayadan uzaklaştırıcı kararnamelerle uygulamalarla yontma taş devrindeki insanlara çeviren AKP zihniyetinin ülkemizi ve ülke insanımızı getirdiği maddi ve manevi tahribatlar yozlaşmışlıklar ortada… Filistin’deki Kuduz İsrail’in katliamından ötürü üretilen İsrail ürünlerine boykot moykot diyorlar ya (sanki yahudilerin haricinde üreten birileri varmış gibi) en büyük ve en önemli boykotu AKP ye göstermek en doğru olanı… İnşaallah o günlere ramak kaldı görünüyor.
Anayasa Mahkemesi’nin yazıda da belirtilen hususlardaki ülkemiz ve insanlık için attığı olumlu adımları takdire şayandı…
Yandaş İbrahim Karagülle’nin X hesabından yayınlanan şu yazısı dikkat çekiciydi:
Anayasa Mahkemesi (AYM);
Bu gidişle ülke yönetimine el koyacak!